Roman
  • 01/12/2025

1-KİMİNLE EVLENDİM BEN?

İnsan kimseyi tam bir teslimiyetle sevmemeliydi çünkü bugün uğruna ölmek istediğin kişi, yarına öldürmek istediğin kişi olabilirdi.”

Bige Efil Saka

İnsan çok mutlu olunca mutluluğunun bozulmasından korkuyordu. Bende korkuyorum. İçine daldığım bu masaldan bir anda sıçrayarak uyanmaktan çok korkuyordum. Hayatımda hep kötü şeyler olduğu için çektiğim acılardan sonra yeni yeni mutluluğu yakaladığımı söyleyebilirim. Benim hayatım ortalama bir insanın hayatından farklı değildi. Onlarla aynı çocukluğu yaşamış, aynı okullara gitmiş, aynı gençlik maceralarını tatmış ve aynı işlerin peşinden koşmuştum.

Beni onlardan farklı kılan hiçbir şey yoktu ve aynı zamanda çok şey vardı. Ben bir arkeologdum çünkü farklı bir şeyler arzuluyordum. Farklı yerlere gitmek, farklı kültürler tanımak ve farklı insanların arasına karışmak beni mutlu eden şeylerdi. Ben aslında maceraperest veya özgür ruhlu değildim çünkü benim istediğim hayatıma bir farklılık katmaktı. Belki de asıl istediğim bana farklı ve özel olduğumu hissettirecek bir şeyler veya biriydi.

Evet, benim asıl istediğim buydu, biri için özel olmak.

Karun ile tanışana kadar içten içe böyle bir şey istediğimi bile bilmiyordum. Ancak dört ay önce hayatıma giren bu adam en gizli tutkularımı benim için açığa çıkarmıştı. Oradan oraya sürüklenip seyahatler yapan bir kadın olmayı değil, bir adama ait olmayı istediğimi bana kanıtlamıştı. Onunla ilgili her şey o kadar mükemmeldi ki, çoğu zaman bu kadar kusursuz olması beni korkutuyordu.

Bana yaşattığı bu güzel rüyanın bozulmasını istemiyorum, onunla ilgili hiçbir şeyin büyüsü bozulsun istemiyorum. Tanışalı sadece dört ay olabilir ama hayatım boyunca bir tek ona aitmiş gibi hissediyordum. Sanki yirmi altı yıl boyunca hep onu beklemiş gibiydim. O olağanüstü biriydi.

Aynadaki yansımama baktıkça yüzümdeki tebessüm daha da büyüyordu. Annemin gelinliği düşündüğümden daha çok yakışmıştı. Birkaç tadilattan sonra kullanmaya hazır bir hale gelmişti. Doksanlardan kalan bir gelinliği fazla değiştirmeden günümüze uyarlamıştım. Gelinliğin karpuz büyüklüğündeki şişkin kollarını daraltmış ve kısaltmıştım. Şimdi yarım koldu ama bu haliyle daha güzeldi. Yakasındaki dantelleri sökmüş ve yakasını biraz açtırmıştım.

Göğüs dekoltesi sevdiğim için fazla abartılı olmayacak bir şekilde küçük bir dekolte bırakmıştım. Bunun dışında belimi olduğundan daha ince gösterecek şekildeydi. Uzun eteği yerde süründüğü için etek boyunu biraz kısaltmıştım. Pekâlâ, sanırım gelinliğin üzerinde biraz fazla oynamıştım ama ortaya çıkan sonuçtan memnunum.

Saçlarımı dağınık topuz yaptırarak aralarına birkaç inci toka taktırmıştım. Kuaförün elinden çıkan saçlarımın rengi olduğundan daha koyu görünüyordu. Belki de odamdaki perdenin kapalı olması saçlarımın rengini gözlerimin kahvesiyle uyumlu bir hale getiriyordu. Yüzümde hafif bir makyaj ve dudaklarımda kırmızı bir ruj vardı. Bir bütün olarak fena görünmediğimi itiraf ediyorum. Birazdan evlenecektim, bunun düşüncesi bile aynanın karşısında daha uzun kalmama sebep oluyordu.

Bugün her zamankinden daha fazla Karun’a güzel görünmek istediğim için bir türlü aynanın karşısında ayrılamıyordum. Elimde fondöten ve fırçayla aynanın karşısında duruyor, ara ara yüzüme fondöten takviye ediyordum. Tek istediğim evlendiğimiz gün Karun’un gördüğü en güzel kadın olmaktı. Yatak odasının kapısı çaldığında bile hâlâ aynaya bakıyordum. Karun’un, “Bige çıkmayı düşünüyor musun?” diyen sesini duyunca tebessüm ettim. Son yarım saattir her beş dakikada bir kapımı çalıyordu.

“Bige,” diye seslendi tekrardan. “İçeri giriyorum.”

Kapı açıldığında derin bir nefes aldım. Heyecandan dolayı aldığım hızlı nefesler yüzünden göğüs kafesim hareket ediyordu. Odaya girdiğini gösteren adım seslerini duyunca heyecanım daha da arttı. Boy aynasının karşısında öylece dururken adım adım bana yaklaştı. Arkamda durunca aynadaki yansımasını gördüm. O beni izliyordu bende onu.

Karun aynadaki yansımama mest olmuş gibi bakarken, “Çok güzelsin,” diye fısıldadı. Kollarını uzatıp belimi kavradı ve sırtımı göğsüne yasladı. “Hep bugünü beklemiş gibiyim,” dediğinde onun kollarındayken adeta kuş gibi titriyordum. Omurgamdan başlayan bu soğuk ürperti bir tek onun yanındayken ortaya çıkıyordu.

Aynada göz göze geldiğimizde kahvelerim onun siyahlarını büyük bir aşkla kucakladı. Gözlerimde gördüğü ışıltı beni ele veriyordu. “Bige.” Beni izlerken kısık bir sesle, “Birazdan karım olacaksın,” diye mırıldandı. Kendini buna inandırmak ister gibiydi. En az benim kadar bunun gerçekliğini sorguluyordu. “Benim olacaksın.”

Parmakları belime sürtününce nefes alışlarım hızlandı. Elleri karnımın üzerinde birleşince sesli bir şekilde nefesimi verdim. Başını eğip dudaklarını kulağımın yakınına getirdi. Aynada her hareketini izliyordum. “Titriyorsun.” Konuşurken dudakları kulağıma değiyor, sıcak nefesi henüz soyunmadan beni hazzın kollarına itiyordu.

Karun’un dudakları kulağıma sürtünerek boynuma kayınca yutkundum. Boğazım kuruyup düğüm olduğunda artık nefes almaktan bile güçlük çekiyordum. Dudaklarını boynuma bastırdığında iniltim odada duyulan tek şeydi. Güldü. “Vücudun bana çok kolay tepki veriyor.” Bundan memnunmuş gibi gülüşü keyifliydi.

Haklıydı en küçük dokunuşuyla vücudum alev alev yanarak ona tepki veriyor, onu istediğimi belli ediyordu. Ancak Karun bazı şeyler için evliliği bekliyordu. Daha önce birkaç kez beni reddetmiş ve düğün gecemize kadar beklememiz gerektiğini söylemişti. Dudakları boynumda gezinmeye başlayınca elimde tuttuğum fondöten ve fırça yere düştü. Kollarımı güçlükle hareket ettirip karnımdaki ellerini sıkıca tuttum.

Boynuma bıraktığı küçük öpücüklerin etkisiyle bacaklarım titrediği için her an düşecek gibiydim. Karnımdaki ellerini sıkıca tutup onun desteğiyle ayakta durmaya çalışıyordum. Dudakları boynumda gezinirken boğuk bir sesle, “Nikâh memuru aşağıda bizi beklemeseydi-” dedi ve karnımdaki bir elini çekerek yukarı kaydırdı. Sol göğsümü sertçe avuçladı. “Bu gelinlikten hemen şimdi kurtulabilirdim.”

Avuçlarının içindeki göğsümü sıkınca bu sefer iniltim daha yüksek ve tutkuluydu. “Bunun için düğün gecesini beklediğini sanıyordum?” Ona sataştıktan sonra başımı diğer omzuma doğru eğdim. “Öpücüklerini eşitlemelisin.” Aynı sayıda boynumun bu tarafını da öpmeliydi. “Toplamda dokuz öpücük,” dediğimde bu onu güldürdü. Çift olan her şeyi eşitlemek gibi takıntılarım vardı. Boynumun bir tarafına kondurduğu dokuz öpücüğü diğer tarafa da kondurmalıydı.

Karun tüm öpücüklerini eşitleyince yavaşça ona doğru dönerek ellerimi omuzlarına koydum. Titremelerimi fark ettiği için belimi tutarak bana destek oldu. Uzun boyundan dolayı başını eğerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerinin hedefinde dudaklarım vardı. Siyah hareleri şimdi eskisinden daha koyu bir renkteydi. “Bence nikah memuru biraz bekleyebilir,” dediğimde sesim bile titrek çıkmıştı. Bu kadar heyecanlanmam normal değildi.

Elimi uzatıp benimkilerin bir benzeri olan kahverengi saçlarına dokundum. Benim saçlarım daha koyuydu. Arkaya doğru taradığı saçlarını bozmamaya dikkat ederek onlara dokundum. Sadece saçlarına dokunmak bile bana cenneti yaşatıyor, dünyanın en muhteşem duygusuymuş gibi hissettiriyordu. Onunla ilgili her şey fazla özeldi, benim özelim.

Parmaklarım kayarak alnına dokundu. Saçlarını arkaya doğru taradığı için geniş alnı gözlerimin hedefindeydi. Parmak uçlarımla alnındaki belli belirsiz düz çizgilere dokundum. Yirmi sekiz yaşında olduğu için aramızda sadece iki yaş vardı ama benden daha büyük gösteriyordu. “Çoğu zaman gerçek olduğuna inanamıyorum.” Kısık çıkan sesim onun dudaklarında küçük bir gülümseme oluşturdu. Gülüşü her defasında dudaklarımda tebessüm bırakırdı. Onun mutlu olması beni de mutlu ediyordu.

Alnındaki parmaklarım kalın kaşlarından kayıp biraz aşağıya indi. Parmaklarımın altındaki gözlerini yumdu ve ben kirpiklerinin her bir teline dokundum. “Bu alışkanlığını hep garip bulmuşumdur,” dediğinde gülümsüyordu. “Dokunarak beni tanımak ister gibisin ama beni tanıyorsun.” Hayır, dokunarak onunla ilgili her detayı aklıma kazıyor, sevdiğim yüzünü belleğime kaydediyordum. Sevdiğim tüm insanlara bunu yaptığımı bilmese de olurdu. Bu engel olamadığım bir dürtüydü belki de üstesinden gelemediğim bir korku.

Bir zamanlar görme engelli biri olduğumu henüz ona söylememiştim.

Aynaya baktığımda gördüğüm bu gözlere hâlâ alışamadım.

Parmaklarım gözlerini özgür bırakınca yavaşça yumduğu gözlerini açtı. Bu seferde burnuna dokundum. Parmağımı burnunda kaydırdığımda kaşlarını hafifçe çatması beni güldürdü. Kemerli bir burnu olduğu için aynaya bakarken bile rahatsız oluyordu. Yüzünde nefret ettiği tek şey burnuydu. Hafif eğilimli olması onu rahatsız ediyordu oysaki bu onu daha karizmatik gösteriyordu. Onun kendinde kusur olarak gördüğü şeyler bile bana fazla kusursuz geliyordu.

İki elimi kaldırıp yanaklarına dokundum. Avuçlarımın içine sakalları batmıyordu çünkü daha bu sabah tıraş olmuştu. Onu her şeyiyle hissetmek istediğimi bildiği için sabırlı olmaya çalışıyordu. Ancak huzursuzluğunu hissediyordum. Her defasında yaptığı gibi yine beni durdurmaya çalıştı. “Bige yeter.” Ne zaman onun yüzünü ellerimle tanımaya kalkışsam bir süre sonra sıkılıp bitirmeme izin vermiyordu.

Bunu çok yavaş yapıyor olmalıyım ki beklemekten sıkılıyordu. Bir adım geriye atıp avuçlarımı yine boş bırakmasına üzüldüm ama belli etmedim. Artık görüyorsun vazgeç bu alışkanlıktan Bige. Ama korkuyorum, kendimi tekrar o karanlık dünyanın içinde bulmaktan çok korkuyorum. Çocukken geçirdiğim o kaza bende böyle bir korku bırakmıştı.

Suratımın asıldığını görünce, “Özür dilerim,” diyerek tekrar bana yaklaştı. Elini uzatıp avuç içini yanağıma bastırdı. “Ama ne zaman bunu yapmaya kalkışsan on beş dakikayı buluyor.” Hınzırca gülerek beni neşelendirmeye çalıştı. “Bu süreyi azaltamıyor muyuz?”

Gözlerimiz tekrar birleşince, “Bige,” diye fısıldayarak üzerime eğildi. “Seni seviyorum.” Dudaklarıma doğru eğilerek, “Seni çok seviyorum,” dedi. Bunu söylemekten asla bıkmayacak gibiydi.

Kollarımı boynuna dolayıp kalbimde taşan yoğun bir sevgiyle ona gülümsedim. “Bende seni seviyorum.” Onu gerçekten çok seviyorum. Karun tam beni öpmek üzereydi ki, başını çevirip pencereyi kontrol edince ondan uzaklaştım. Bu yaptığı şeyle yine tüm keyfimi kaçırmıştı. Bunu hep yapıyordu.

Ondan uzaklaştığımı görünce endişelenerek, “Sorun ne?” diye sordu. Surat asmamı sevmiyordu özellikle böyle bir günde.

“Karun benden ne saklıyorsun?” Bir şeyler gizlediği gün gibi ortadaydı.

Gülümsemek için kendini zorladı ama gerginliğini hissediyordum. “Bir şey sakladığımı da nereden çıkardın?” Tabii ki hal ve hareketlerinden.

Kapalı perdeleri gösterdim. “Sen rahatsız oluyorsun diye artık gündüzleri bile evdeki perdeleri hiç açmıyorum.” Evimin her köşesi artık gölgeli bir karanlıktı. Uzun süre karanlıkta kalan biri olarak benim ışığa ve canlı renklere ihtiyacım vardı. Fakat onun için karanlığı tekrar hayatıma almış gibiydim.

Günışığının ışıltısını görmeye ihtiyacım vardı ama son günlerde bundan da vazgeçmiştim. Karun bundan hoşlanmıyor diye ihtiyacım olan canlı renkleri evime girince bulamıyordum. Ne zaman kapıdan içeri girsem kasvetli bir hava beni kucaklıyordu. Tüm hayatım boyunca defalarca geçici körlük yaşamıştım. Birçok kez ameliyat olup gözlerimi yabancı ellere teslim etmiştim. Her ameliyata bir umutla girdim ve gözlerimdeki bandajın çıkarılmasını aynı umutla beklemiştim. Fakat her defasında aynı görme bozukluklarıyla karşılaşmıştım.

Gözlerim tamamen işlevini kaybettiğinde ise üç yıl boyunca sonu gelmeyen bir karanlığa mahkûm olmuştum. Tam üç yıl boyunca ismim nakil sırasında kaldı. Üç yıl boyunca bana uygun bir donör bulunsun diye bekledim. Üniversiten mezun olduktan bir yıl sonra gözlerimi kaybetmem beni bir nevi şanslı kılıyordu. Çünkü bulanık gören gözlere rağmen bir şekilde mezun olmayı başarmıştım. Lakin hep istediğim işi artık yapamıyordum çünkü gözlerim beni yarı yolda bırakmıştı.

Üniversiteyken bir şekilde fakültedeki profesörlerle birlikte keşif turlarına katılıyordum. Lakin mezun olduktan bir yıl sonra bunların hiçbirini yapamadım. Bir arkeolog olarak sevdiğim işi üç yıl boyunca yapamadım. Üç yıl içine çekildiğim o karanlığa alışmak hiç kolay değildi. Bir süre sonra insan karanlığı bile kabulleniyordu. Alışmıyordu ama kabulleniyordu. Tam umudumu yitirmiştim ki hastaneden bir telefon gelmiş ve benim için uygun bir donör bulunduğunu söylemişlerdi.

İstanbul’daki hastanelerden birinde gelen bir telefondu. Nakil sırası sonunda bana da gelmişti ve artık görebilecektim. Babam çantamı hazırlayıp biletlerimizi almıştı. Birlikte İstanbul’a gitmiştik ve ameliyatım orada gerçekleşmişti. Kendi gözlerimi İstanbul’da bırakıp yeni gözlerle Adana’ya dönmüştüm. Bandajlarımı burada çıkartmışlardı. Çıkan bandajlarla gözlerimi sulandırıp yakan o ışığı ağlayarak karşılamıştım.

Benim için unutulmaz bir andı. İnsan başına gelmedikçe engeli olan insanların ne hissettiğini asla tam olarak anlayamıyordu. Yeniden ışığa kavuştuktan üç ay sonra Karun ile tanışmıştım. Her şeyiyle kusursuz olan adamın tek kusuru ışıktı. Oysaki onun kaçtığı ışığa kavuşmak için ne acılar çekmiştim. Karun evde perdeler açık olunca az önce de olduğu gibi bana hiç yaklaşmıyordu. Perdeler açık olunca öpmüyor, sarılmıyor veya fiziksel olarak bir yakınlık göstermiyordu.

Sadece perdeler kapalı olunca bu saydıklarımı yapıyordu. Üstelik dışarıda vakit geçirdiğimizde de çok garip davranıyordu. Elimi tutmaktan bile çekiniyor ve sürekli etrafına bakıp duruyordu. Sanki biri bizi izliyormuş gibi evde ve dışarıda hep tetikteydi.

“Benden ne saklıyorsun?” Bunun cevabını almak ister gibi bakıyordum. “Neden evde ve dışarıda benimle görünmekten korkuyormuşsun gibi davranıyorsun? Her ne saklıyorsan bunu evlenmeden önce itiraf etmelisin.” Derin bir nefes alıp gözlerine baktım. “Karun senin karın olmadan önce aramızdaki her şey açığa çıkmalı. Benden ne saklıyorsun?” Bir şeyler sakladığını biliyorum çünkü çoğu zaman bunu hissettiriyordu.

Gerildiğini görebiliyorum ama gerginliğinin sebebini anlatmak yerine, “Bige fazla film izliyor olmalısın,” diye bana yaklaştı. Benden bir şey saklıyormuş gibi gözlerime uzun süre bakamıyordu. Bu bile fazla şüpheliydi.

Beni göğsüne çekip başımı sol göğsüne bastırarak gözlerini görmemi engelledi. “Sandığın gibi peşimde birileri yok.” Saçlarımı öpüp sırtımı sıvazlayarak beni sakinleştirmeye çalıştı. “Nikahtan önce gelinlerin çok tuhaf davrandığını duymuştum ama kendi gelinimle tanışana kadar bunun gerçek olduğuna inanmamıştım.” Gülerek kollarını bana dolayıp sımsıkı sarıldı. “Rahatla huysuz gelin çünkü senden hiçbir şey saklamıyorum.” Umarım o haklıdır ve yanılan benim hislerimdir.

“Bige.” Çenemi tutup başımı kaldırınca bu sefer gözlerime bakıyordu. “Benimle evlenmekten vazgeçtiğin için mi bu huysuzluklar?” Şakacı mizacını konuşturup üzgün bir ifadeye büründü. “Eğer öyle bir niyetin varsa pencereden atlayıp hayatıma son veririm.” Başını çevirip pencereye baktı. “Kaçıncı kattı burası?” dediğinde güldüm. “Altı.” Bunu duyunca ürkmüş gibi yaptı. “Daha kolay bir intihar yöntemi bulabilirim,” deyince kahkaha attım. Böyle anlarda hiç ciddi olamazdı.

Sonunda beni neşelendirdiğini görünce rahat bir nefes aldı. “İşte böyle gülümse çünkü senden hiçbir şey saklamıyorum.” Uzanıp dudaklarıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra elimi tutup beni kapıya doğru çekti. “Nikah memuru sıkılıp burayı terk etmeden önce karım olmanı istiyorum.” Her ne kadar dört aylık bir ilişkimiz olsa da bunu bende çok istiyordum. İlk görüşte aşktı benimkisi.

Oturma odasına geçince evimde herhangi bir süsleme veya hazırlık yoktu. Nikahımız evde kıyılacaktı ama nikahtan hemen sonra düğünün olacağı otele geçeceğiz. Kutlamaların hepsi orada devam edecekti. Tüm arkadaşlarım ve tanıdıklarım şu anda otelde bizi bekliyordu. Nikahın evde kıyılmasını isteyen Karun’du çünkü fazla asosyal biriydi. İnsanların gözleri üzerindeyken deftere imza bile atamayacağını söylerken fazla ciddiydi.

Bu yüzden onun bu küçük isteğini kıramamıştım. Masadaki yerlerimizi aldığımızda nikah memuru karşımıza oturup büyük defteri açtı. Benim şahidim her an uyuklamak üzere olan büyükbabamdı. Karun’un şahidi ise Doğan adında bir arkadaşıydı. Bugün eve gelene kadar bana bu arkadaşından hiç bahsetmemişti.

Kalbim göğsümde çıkacak gibi olunca masadaki elimin üzerinde bir el hissettim. Başımı çevirince Karun’un bana güven vermek ister gibi bakan gözleriyle karşılaştım. Bakışlarındaki sıcaklığı görmek bile korkularımı alıp bana huzuru yaşatıyordu. Dudaklarını oynatıp kısık bir sesle, “Söz veriyorum asla pişman olmayacaksın,” deyince ona güvendiğim için tebessüm ettim. Onunla olan evliliğim asla bir hata olmayacaktı.

Bundan gerisi çok hızlı olmuştu. Nikah memuru alıştığımız soruları hızlıca sormuş ve ikimizden de evet cevabını almıştı. Benim şahidim bize biraz sorun çıkarmıştı çünkü büyükbabam Alzheimer olduğu için uzun uzun deftere bakıp durmuştu. Yine her şeyi unuttu diye endişe etmeye başlamıştım ki neyse ki deftere imzasını atmıştı. Nikah memuru bizi karı koca ilan edip evlilik cüzdanını bana uzattığında mutluluktan ölebilirdim.

Artık Bige Saka Kalender’dim. Aslında iki ismim vardı ama kimlikte sadece Bige ismi geçiyordu. Efil ismi benim göbek adımdı. Bige ismini yanlışlıkla almışım. Doğduğumda büyükbabam bana Bilge ismini vermek istemiş. Lakin nüfus müdürlüğündeki adam yanlış anlayıp kayıtlara Bige olarak geçirmiş. Kimlik bizimkilerin eline geçene kadar bu küçük yanlışlığı fark etmemişlerdi.

Adımı düzeltmek yerine büyükbabam bunu bir işaret olarak görmüş ve Bige olsun demiş. Böylece küçük bir yanlış anlaşılma benim adımı belirlemişti. Tabii o dönem babam ve büyükbabam sık sık ters düştüğü için babam kızına kendi seçtiği ismi koymak istemiş. Büyükbabam fazla inatçı olduğu için kimlikte ikinci bir isim daha yazmasına izin vermemiş. Lakin babam asla onun koyduğu ismi kabullenip bana Bige ismiyle hitap etmedi. Bunun yerine hep Efil dediği için bir süre sonra Efil ismi de göbek adım olarak kaldı.

Evdekilerin bazıları Bige derken bazıları da Efil diyordu. Bu yüzden her iki ismimi de seviyorum. Evlenirken Karun’dan tek isteğim onun soyadını alırken babamın da soyadını taşımaktı. Bu isteğimi sorun etmediği için babamın soyadının yanına onun da soyadı eklenmişti. Az önce Bige Saka’ydım ama şimdi Bige Saka Kalender olmuştum.

“Ona bakmayı bırakacak mısın artık?” Karun’un sesiyle gözlerimi evlilik cüzdanından çekip başımı kaldırdım. Büyükbabam yoktu ve nikah memuru toparlanıp gidiyordu. “Büyükbabam nerede?” O kadar dalmıştım ki artık masada olmadığını bile fark etmemiştim.

Karun’un arkadaşı nikah memurunu yolcu ederken Karun, “Büyükbaban tuvalete gitti,” diye elimi tutup beni ayağa kaldırdı. “Artık gelinimi öpmek istiyorum.” Üzerime eğilince soluğumu tutarak onu beklemeye başladım. Fakat tam beni öpecekti ki telefonu çalınca duraksadı. Homurdanarak telefonu çıkarmasına güldüm. Evlendiğimize göre artık beni öpmesi için bol bol vakti olacaktı.

Telefonu çıkartıp ekrana bakınca sertçe yutkunduğunu gördüm. Arayan kim, bilmiyorum fakat gözlerinde gördüğüm korkuyu iliklerime kadar hissettim. İstemeye istemeye telefonu açıp kulağına yasladı. Karşı tarafı dinlemek dışında hiç konuşmadı. Sustu ve onu olduğundan daha fazla korkmuş gibi gösteren şeyleri dinledi. Takım elbisenin içine sığmaz bir şekilde kravatını gevşetirken verdiği garip tepkilerin farkında bile değildi. Ne alnında oluşan ter damlacıklarının farkındaydı ne de solmuş yüzünün.

Arayan kişi ona ne söylüyorsa bu Karun’u korkutuyordu. Gözleri kısa bir an beni bulunca korkusu çığ gibi büyüdü. “Yapamam.” Gözlerime baktı ve telefondaki kişiye, “Yapamam,” deyince sertçe yutkundum. Bu da neydi şimdi? Neyi yapamazdı?

Bana bakmaya yüzü yokmuş gibi hızlı adımlarla dışarı çıkınca donup kaldım. Kiminle konuşuyordu ve neden onu duymamı istemiyormuş gibi dışarı çıkmıştı? Peşinden gideceğim esnada Doğan içeri girince durmak zorunda kaldım. Yirmi iki yaşında ya vardı ya da yoktu fakat bakışları rahatsız ediciydi. Yürüyüp köşedeki küçük masanın üzerinde duran atıştırmalıklardan bir tane aldı. Büyükbabam için yaptığım çörekten bir ısırık alınca tadını beğenmemiş gibi yüzünü buruşturdu. “Sen mi yaptın?” Bana doğru dönüp elindeki çöreği gösterdi. “Tadı berbat.”

“Tuz ve şeker yok içinde.” Küçük bir açıklama yapıp koltuğa oturdum. “Büyükbabam için yaptım.” Yaşlı bir adamın sağlığını düşünerek bir şeyler yapmalıydım.

“Yani bir şeyler hazırlamayı biliyorsun?” Sesi alaycıydı fakat buradaki eşyalara olan bakışları alıcı gözüyleydi. Duvardaki büyük portreye, gümüşlüklere ve raftaki biblolara bakıyordu. “Siz zenginlerin yemek yapmaktan anlamadığını sanıyordum?” Beni küçümsüyordu ama fıldır fıldır dönen pörtlek gözleri eşyalarıma hayranlık içinde bakıyordu. Karun’un bu hırsız kılıklı çocukla ne işi olduğunu merak ediyorum.

Yoksul biri değildim fakat öyle parmakla gösterilecek bir zenginliğimiz de yoktu. Babam hiçbir zaman maddi sıkıntılar yaşamamıza izin vermedi. Bizim için en iyi kıyafetleri, en kaliteli oyuncakları alan ve en iyi okullara gönderen biri olmuştur. Büyüyene kadar bu hep böyle devam etmişti. Büyüyüp mezun olduktan sonra bile babam her ay bana para göndermeye devam ediyordu. Babam emekli maaşının neredeyse hepsini bana gönderiyordu.

Babam emekli bir albaydı. Kendisine oyalanmak için küçük bir saatçi dükkânı açmıştı. Tek başına yaşadığı için orada kazandığı para ona fazlasıyla yetiyordu. İki kızı vardı ama içlerinden sadece biri hâlâ onun parasını yiyordu. Gözlerimdeki sorundan daha yeni kurtulduğum için henüz kendi işime başlayacak zamanım olmamıştı. Üstelik büyükbabamın da bakımını üstlendiğim için babam her ay bana para göndermeyi sorun etmiyordu.

Doğan büyükbabamın plak kutusuna doğru yürüyünce, “Dokunma,” diye onu durdurdum. “Onlar senin ederinden daha pahalı.” Sinirlenerek bana dönünce dudaklarım kibirli bir şekilde kıvrıldı. Bakışlarıyla beni ezmeye çalışıyordu ama benim küstah bakışlarımın altında ezilen oydu.

Düşündüğü gibi şımarık ve sahip olduklarıyla böbürlenen bir kadın değilim. Fakat geldiğinden beri eşyalarıma olan bakışları beni böyle biri olmaya itmişti. Sanki hepsini inceleyip daha sonra aşırmak için değer biçiyordu.

“Peki, senin ederin ne kadar?” Plakları bırakıp bana doğru yürüdü. İri, yeşil gözleri vücudumu küçümsercesine süzüyor, değerimi aşağılayıcı bakışlarıyla bana gösteriyordu.

Saçlarını kazıttığı için kafa derisi uçları görünen saçlar yüzünden yeşilimsi bir renkte görünüyordu. Gözlerinin altı bağımlılar gibi koyu halkalardan oluşuyordu. Sol kaşını ortasından ince bir çizgi halinde tıraş etmişti ve açtığı o boşluğu piercing takmıştı. Aynı zamanda dilinin ucuna da piercing takmıştı çünkü konuştukça görünüyordu. Uzun boyluydu fakat sıska biriydi. Dövecekmiş gibi karşımda durduğunda çelimsiz göğüs kafesini horoz gibi şişirdi. Aklınca beni korkutup sindirmeye çalışıyordu.

“Sahip olduğun bu zenginlik olmasaydı değerin sadece yataktaki performansınla biçilirdi.” Sırıtarak bunları söylerken uzun boyuna ve erkek olmasına güveniyordu. Sadece birkaç hareketle şişirdiği göğsündeki tüm kaburgalarını kıracağımı bilmiyordu.

“Ama söz konusu yatak senin yatağın olmazdı, değil mi?” Aynı alaycı üslubu takınıp aramızdaki son adımı kapattım. “Dikkat et çocuk,” diye onu küçümsedim ve tıpkı onun gibi sırıttım. “Çünkü bazı ablaların cezalandırma yöntemi sadece kulak çekmekle sınırlı değil.” Kaşlarını çatmasını umursamadan omzuna çarparak yanından geçtim.

Değil kocamın arkadaşı, kardeşi bile olsa gözünün yaşına bakmam.

Kocasının ailesine yaranmaya çalışan o gelinlerden biri değilim.

Doğan aptalına içimden küfürler ederek salondan çıktım. Gelinliğimin eteklerini tutarak dışarı çıktığımda mutfaktan, “Elay’ı bu işe karıştırma!” diyen Karun’un sinirli sesini duydum. Elay mı? O da kim?

Yürüyüp mutfak kapısına yaklaştım. Kapı kapalı olsa da sesi içeriden geliyordu. Hiç adedim olmasa da kulağımı kapıya yaslayıp onu dinlemeye başladım. “Elay’a söyleyemezsin!” diyordu. Sesi dışarıda duyulmasın diye kısık bir sesle konuşuyordu ama kapıya yapıştığım için onu duyuyordum.

“Anlamıyorsun Elay hamile! Daha önce iki kez düşük yaptı ve en uzun gebeliği bu. Doktor stresten ve üzüntüden uzak durmalı dedi. Çocuğumu kaybedersem bunu yanınıza bırakmam!” diyen sesini duyunca elim ayağım buz kesti. Çocuğu mu? Hayatında Elay adında bir kadın vardı ve o kadın onun çocuğunu mu taşıyordu?

Hayır, yanlış duymuş olmalıydım.

Kapı önünde kitlenip kalmıştım. Ne içeri girebiliyordum ne de kapıdan uzaklaşıp buradan gidebiliyordum. Kafamın içinde son söyledikleri dönüp dururken duyduklarımı anlamaya çalışıyordum. Burada neler oluyordu? “Beni tehdit etmeyi bırak! Karımı seviyorum ama Bige’yi de seviyorum. İkisini de kaybedemem!” Bu duyduklarım onda aldığım en büyük darbeydi. Karısı ve ben mi? Burada bahsettiği karısı ben değildim, değil mi?

Az önce evlenmiştik yani karısı ben olmalıydım ama duyduklarım ben ve başka bir kadından bahseder gibiydi. Söylemeye dilim varmıyor ama karısı ve metresinden bahseder gibiydi. Oysaki evlenmiştik. Karısı bendim, ben olmalıydım. Anlayamıyorum. Burada olanları anlamaya çalışıyorum ama anlayamıyorum.

“Sen orada ne yapıyorsun?” Arkamda Doğan’ın sesini duyunca yavaşça ona döndüğümde sarsılmış bir haldeydim. Kapı dinlediğim için utanmak şu anda düşüneceğim son şey bile değildi. Daha bugün tanıştığım birine hesap verecek değildim aksine benim hesap sormam gerekiyordu.

Arkamdaki kapı açıldı ve Karun’un, “Siz burada ne yapıyorsunuz?” diyen sesini duydum. Sadece birkaç saniyem vardı. Kendimi toparlamak için sadece birkaç saniyem vardı.

Önümde ise üç seçenek duruyordu. Bunlardan biri arkamı dönüp ondan hesap sormaktı fakat alacağım cevapların doğruluğundan şüphe duyuyorum. Eğer benden başka bir karısı daha varsa ve dört ay boyunca ikimizi de kandırmayı başarmışsa, usta bir yalancıyla karşı karşıyaydım. Ona olan sevgimi kullanıp yeni yalanlarla beni kandırmasını istemiyorum.

İkinci seçeneğim ise koşarak evden çıkmak ve yalnız kalacağım bir yer bulup saatlerce ağlamaktı. Şu anda yapmayı en çok istediğim seçenek bu olabilirdi çünkü gözyaşlarım nöbet tutuyordu ve her an göz pınarlarımdan akabilirdi. Fakat bunu da yapamam çünkü bu beni şu anda olduğumdan daha zayıf gösterirdi. Ben emekli bir Albayın kızıydım. Bu evden salya sümük ağlayarak kaçmak en çok babamı utandırırdı.

Şu zamana kadar onu hep gururlandırmışken onun kızına yakışmayacak bir zayıflık gösteremem. Üçüncü seçeneğim ise babamın bana öğrettiği doğrultuda hareket etmekti. Yani kaçmak yerine beni korkutan, üzen ve zarar veren şeylerin üzerine gitmekti. Önce ne olduğunu anlayacaktım ve bunu kendi yöntemlerimle yapacağım. Sonuç ne olursa olsun önce gerçekleri öğreneceğim. Daha sonra ağlayacağım bir şey varsa ağlarım.

Yüzüme mahcup olmuş bir ifade kondurup Karun’a doğru döndüm. “Sanırım az önce kapıyı dinlemeye çalışırken Doğan’a yakalandım,” dediğimde tedirginlik içinde yutkundu. Konuştuğu her şeyi duyduğumu düşündüğü için soluğu kesilmişti.

“Üzgünüm kiminle konuştuğunu merak etmiştim ama zaten kapı kapalı olduğu için hiçbir şey duyamadım. Elay ismi dışında pek bir şey duymadım,” dediğimde kaskatı kesildi. “Elay kim?”

Donmuş bir halde bana bakıyordu. Sadece onun değil arkamda duran Doğan’ın da gerginliğini hissediyordum. Elay ismini duymak bile Karun’un felç geçirir gibi donup kalmasına neden olmuştu. Suratı porselen gibi solgun bir hale gelmiş, gözleri ne kadarını duyup duymadığımı sorguluyordu. Daha fazlasını duyma ihtimalim onu deli gibi korkutuyordu. Gözleri yüzümün her zerresini inceliyor ve beni ele verecek bir şeyler arıyordu. Ne kadar bakarsa baksın bende göreceği tek şey ifadesiz bir yüzdü.

Babam emekli olduktan sonra bile işini evine taşıyan bir adamdı. Ailesine bile askerleriymiş gibi muamele yaptığı için ben ve ablamı çok katı şartlarda büyütmüştü. Diktatör bir adamın ağır disiplini altında büyümüştük. Sabah saat altı oldu mu, evdeki herkes çoktan uyanmış ve hazırlanmış bir halde kahvaltı masasındaki yerini almalıydı. Okula bir dakika bile geç kalmayacak kadar dakik olmalıydık. Okul, ders, ödev, yemek hatta banyo saatlerimiz bile belliydi.

Banyoda bile on beş dakikadan fazla kalamazdık. Su israfı başta olmak üzere babam boşa harcanan her şeyden nefret ederdi. Tabağımızda yemek bırakmaya cesaret bile edemezdik. Henüz ilkokuldayken bizi dövüş sanatları okuluna yazdırdığı için sıradanlıktan çok uzaktık. Okuldan sonra dövüş sanatları okuluna giderdik ve akşam eve yorgun argın dönerdik. Üstelik ne kadar yorulursak yorulalım akşam saat yedide evde olmalıydık.

Ne bir dakika erken ne de geç, saat tam yedide kapının zilini çalıyor olmalıydık. Geç kalınca ablamla yol boyunca koşardık. Günün yorgunluğunu umursamadan zamanında evde olmak için koşardık. İşimiz erken bitince de evin yakınlarında oyalanır ve tam yedide kapıyı çalardık. Ve ben böyle bir adamdan Karun ile olan ilişkimi gizlemiştim.

Şu zamana kadar ki erkek arkadaşlarımın canına okuduğu için bu sefer aynı şeyleri Karun’a da yapsın istemedim. Ne Karun’u biliyordu ne de gizlice evlendiğimi. Eğer şimdi evliliğimle ilgili bir sorun varsa babam önce benim daha sonra Karun’un canına okurdu. Herhangi bir sorun olmasa bile evlendiğimi duyunca yine canımıza okurdu.

Böyle bir adamın kızı olduğum için Karun ne kadar bakarsa baksın yüzümde beni ele verecek bir şeyler bulamazdı. Henüz ailemle bile tanışmamışken çocukken sıkı bir askeri eğitim aldığımı bilemezdi. Hâlâ güne başlarken sabah koşuları yapıyor, birçok mekik çekip ip atlıyordum. Karun attığım yumrukların şiddetini bile bilmiyordu. Daha doğrusu yumruk atabildiğimi bile bilmiyordu. Karun son dört ayda ona gösterdiğim kadarıyla beni tanımıştı.

Alımlı ve güzel bir kadın tanımıştı hepsi bu. Ailemle ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Büyük patlamayı ve gözlerime sıçrayan cam parçalarını ona anlatmamıştım. O olayın tek mağduru olmanın nasıl bir şey olduğunu ona anlatmamıştım. Yıllar sonra annemi nasıl kaybettiğimi, ablamın evden kaçtığını ve babamın eskisinden daha sert biri olduğunu bilmiyordu. Peki, ben Karun hakkında neler bilmiyordum?

Benim sakladıklarımın ucu ona dokunmuyordu peki, onun sakladıklarının ucu bana ne kadar dokunuyordu?

Karun uzun süre yüzüme baktı ve nihayet tepkisizliğimden hiçbir şey duymadığıma ikna oldu. Rahatlayarak aldığı nefes bile artık fazla şüpheliydi. “Elay mı?” Gülümsemeye çalıştı. “Elay benim kız kardeşim.” İçimdeki iğreti duygusunu güçlükle gizledim. Hamile bıraktığı kadından kız kardeşim diye bahsedecek kadar midesiz miydi? Hep böyle biri miydi yoksa ben göremeyecek kadar fazla mı âşıktım?

Sakın ağlama, Bige.

Neler olduğunu öğrendikten sonra kırılan kalbim için ağlayacak çok vaktin olacaktı. “Bir kardeşin olduğunu bilmiyordum.” Ona inanmış gibi yapmaktan başka çarem yoktu. “Peki, onu neden benimle tanıştırmadın? Düğünümüze gelecek mi?”

Her söylediğine inanmaya hazır aptal halim onu memnun ettiği için yanıma geldi. “Elay yurtdışında ama Türkiye’ye döndüğünde sizi tanıştıracağım.” Üzerime eğilip beni öptü. Belki de ilk kez dudaklarıma değen dudakları canımı yakmıştı. Beni aldatıp aldatmadığını bilmeliydim. Kanıt olmadan kendimi beni aldattığına ikna edemezdim.

Doğan sıkılmış bir ifadeyle, “Benim artık gitmem gerekiyor,” deyince Karun başını salladı. “Seni geçireyim.” Az önce duyduklarım olmasaydı düğüne neden katılmadığını sorardım. Fakat şimdi bu haldeyken otele gidip konukların arasına karışacağımı sanmıyorum. Bir otelde düğünüm vardı ve herkes orada çok eğleniyordu fakat gelin ve damat hâlâ aralarına katılmamıştı.

Doğan ve Karun holü dönüp kapıya doğru yürüyünce bir süre bekledim. Dış kapının sesini duyunca ses çıkarmadan yürüyüp duvarın arkasına saklandım. Başımı uzatınca Doğan’ın dışarı çıktığını gördüm. Karun kapının önünde durmuş bir eliyle açık kapıyı tutuyordu. Doğan, “Seni duymuş olabilir,” deyince Karun holü kontrol etmek için arkasını dönmeye yeltendi. Hemen kafamı çektim ve duvarın arkasına gizlendim.

“Duyduğunu sanmıyorum.” Sırtımı duvara yaslamış bir vaziyette onları dinliyordum. “Bige fazla düz ve duygusal biri. Eğer duysaydı şimdiye kadar yüzüme bir tokat geçirmiş ve ağlayarak evi terk etmişti.” Tokat mı? Saniyeler içinde kolunu beş farklı yerinde kırabilecek kapasitem varken gerçekten bir tokatla kurtulacağını mı sanıyordu?

Beni zerre kadar tanımıyordu, değil mi?

“Sen yine de dikkatli ol,” dedi Doğan. “Kumar borcun almış başını gidiyor. Bige’ye bir bahane uydurup çık bu evden ve karına dön,” deyince bu sefer gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Yani gerçekten evliydi. Peki, benimle olan evliliği ne anlama geliyordu?

Doğan, “Serhat bak-” deyince Karun’un, “Sessiz ol!” diyen uyarısını duydum. Serhat mı? Bu kahrolası yerde ne işler döndüğünü anlamıyorum!

Serhat kimdi? Adı Karun değil miydi?

Doğan kısık bir sesle onu uyarıp, “Bu iş için aldığın para sana tüm hayatın boyunca yeter,” dedi. “Kıza bir bahane uydurup evden çık ve tüm borçlarını kapat. Elay’ı da alıp git buradan. Bak bu adamların şakası yok. Nikah kıyıldıktan sonra seni bir daha bu kızın etrafında görmek istemiyorlar. Karını da al git buralardan.” Daha fazla dinlemeye dayanamadığım için yatak odama yürüdüm. Bütün bunlar kabustan farksız değildi.

Gözlerimden akan yaşlar her şeyi bulanık görmeme neden olurken ayakta zor duruyordum. Evliydi, gerçekten evliydi. Benimle evliyken bu nasıl mümkün olabilir, bilmiyorum ama evliydi. Belki Elay onun imam nikahlı karısıydı ama bu iki kadınla evli olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Odamın kapısını içeriden kilitleyip hızlıca üzerimdeki gelinliği çıkarmaya başladım. Birkaç saat önce özenerek giydiğim gelinliği şimdi yırtarcasına kaba bir hareketle çıkartıyordum. Zaten annemin gelinliği de bana yakışmamıştı. Annemi dünyanın en mutlu kadını yapan bu gelinlik bana kefen olmuştu. Doğan gitmiş olmalı ki Karun kapıyı açmaya çalıştı. Kilitli olduğunu görünce kapıyı açmak için zorladı. “Bige?” Bana seslenerek kapıya yüklendi. “Bu kapı neden kilitli?”

Üzerimdeki gelinliği çıkartıp yatağın üstüne atarken, “Çünkü sana küçük bir sürprizim var,” dedim. Gözyaşlarım hızla akarken sesimi neşeli çıkarmaya çalıştım. “Gidip büyükbabamı kontrol eder misin? Yine banyodaki aynayla sıkı bir kavgaya tutuşmasını istemiyorum. Sürprizimi görmek istiyorsan sana seslendiğimde burada ol,” dediğimde hıçkırığıma engel olmak için elimle dudaklarımı kapattım. İçin için ağlarken rol yapmak hiç kolay değildi.

Sürprizi duymak bile onu neşelendirdiği için, “Tamam, sevgilim,” diyen sesi heyecanlıydı. “Acele et daha katılmamız gereken bir düğünümüz var.” Hangi düğünden bahsediyordu? İlk günden beni evlendiğime pişman etmişti. Bir de hiçbir şey olmamış gibi o düğüne katılmamı mı bekliyordu?

Uzaklaşan adım seslerini duyunca, “Kimi karşına aldığını zerre kadar bilmiyorsun,” diye fısıldadım. Annem onu her kızdırdığında babamın çok sık söylediği bir sözü vardı. “Adana’lı bir kadının deli damarına basmayacaksın!” derdi ve haklıydı. Aklı olan gerçekten de Adanalı bir kadının deli damarına basmazdı.

Yas tutmayı daha sonraya bırakıp üzerimdeki iç çamaşırlarıyla banyoya girdim. Musluğu açıp özene bezene yaptığım makyajı yıkamaya başladım. Avucuma bol köpük sıktım ve yüzümü ovalayarak tüm makyajı çıkardım. Ağladığımda gözlerimdeki boyanın yanaklarıma akmasını istemiyorum. Yüzüm tamamen makyajdan arınınca havluyla kurulayıp banyodan çıktım. Dolabı açıp kot pantolonumu ve beyaz tişörtümü çıkardım.

Hızlıca giyindikten sonra saçlarımdaki tüm tokaları çıkardım. Saçlarımı taramadım çünkü kuaförde sprey sıktıkları için sertleşip bir kalıba girmişti. Sıcak suyla yıkamadan onları taramam mümkün değildi. Bu yüzden elimle düzeltip sıkı bir at kuyruğu yaptım. Yıkanmadıkları için karışık duruyorlardı ama bunu umursamadım.

“Karun,” diye seslenip gardırobun içindeki çekmeceyi açtım. İç çamaşırlarımın altına gizlediğim silahı alıp çekmeceyi kapattım. Babamın ruhsatlı silahlarından biriydi. Ayrı eve çıkmak için onu ikna ettiğimde silahını almam için beni zorlamıştı. Bir gün buna ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmemiştim.

Silahı belimin arkasına takıp tişörtü üzerine çektim. “Karun.” Bu sefer daha yüksek bir sesle ona seslenip kapının kilidini açtım.

Yürüyüp odamdaki perdeleri açtım. Artık perdeler konusundaki düşünceleri bile umurumda değildi. Ayak sesleri duyunca kapıya döndüm. Saniyeler içinde kapı açılınca yüzündeki kocaman gülümsemeyle odaya girdi. Fakat gelinlik yerine üzerimdeki tişört ve pantolonu görünce gülüşü soldu. “Kusura bakma,” dedim alay ederek. “Seni beklemeden gelinliğimi ben çıkardım.” Oysaki düğünden sonra gelinliğimi kocam çıkarsın istemiştim.

Omuzları gerildi. “Bige neler oluyor?” Bir terslik olduğunu sonunda anladı. “Henüz düğüne bile katılmamışken gelinliğin neden üzerinde değil?”

“Kapıyı kilitle,” dediğimde başını çevirip arkasındaki kapıya baktı. “Bunu neden istiyorsun?” Korkmaya başlamıştı. Korkmalıydı da.

Belimdeki silahı çıkartıp, “Kilitle şu kapıyı!” dediğimde silahı görünce gözleri yuvalarında fırlayacakmış gibi irice açıldı. Beklediği sürpriz bir silah değildi. “Bige-” deyince, “Kilitle şu kapıyı!” diye bağırdım. Büyükbabamın odaya girmesini istemiyorum. Aklı sürekli gelip giderken bir de ona açıklama yapmak istemiyordum.

Bu odadan çıkarken şimdiki halinden eser kalmayacaktı.

Adı Karun mu yoksa Serhat mı, bilemem ama onunla işim bittiğinde unutmayacağı tek isim benim adım olacaktı.


Yorumlar