“Kudretimin bir sınırı yoktu. Lakin onun geçmişini değiştiremeyeceğimi fark ettiğimde ne kadar güçsüz olduğumu anladım.”
Karun, önemli bir toplantının ortasındayken bile aklı evde bıraktığı kadındaydı. Dün gece gideceğini söylerken fazla kararlıydı. Sabah korumaları karşısında görünce çok kızmış olmalı. Karun onu zorla yanında tutmak istemiyordu ama karısı ona başka çare bırakmamıştı. Carlos’u bulmaya bu kadar yaklaşmışken Saka’yı ele geçirmesi tüm planlarının sonu olabilirdi. Gitmeye kalkıştığında korumaların engeline takılınca verdiği tepkileri tahmin edebiliyordu.
Önce şaşırmıştır, sonra Karun’un ne yapmaya çalıştığını anlamak için uğraşmıştır ve en sonunda da o meşhur repliğini söyleyip, ”Çağırın gelsin!” diye bağırarak korumalara kızmıştır. Evet, Karun artık onu tanımaya başlamıştı.
Ona doğru düzgün bir açıklama yapmadan evden çıkmak istememişti. Lakin Güven piçi yüzünden son dakikada gelişen bir toplantıya katılmak zorundaydı. Uzun masanın etrafında tıpkı onun gibi tehlikeli ve güçlü adamlar vardı. Hepsi de mal varlığı büyük ve hatırı sayılı insanlardı. Hepsi birbirini tanırdı çünkü bu alemde kendi imparatorluklarını kurarken müttefiklere ihtiyaçları vardı. Bu masadaki tüm adamların kendi bölgesi vardı ve başka birinin onların bölgesinde kazanç sağlaması kolay değildi.
Hepsinin bir diğerinin bölgesinde gözü vardı ama kan dökmeden belirli bölgeleri elde etmek hiç kolay değildi. Asla çiğnememeleri gereken bazı kuralları vardı ve herkes bu kurallara uymak zorundaydı. Tarafsız bir bölgede buluştukları için korumalarını evin dışında bırakarak içeri girmişlerdi. Yanlarına aldıkları tek şey silahları ve sağ kollarıydı. Onlar otururken sağ kolları hemen arkalarında duruyor, olası bir tehlikeye karşı gözünü dört açıyordu.
Bu tür buluşmalarda nabızlar çok hızlı yükseldiği için her an her şey olabilirdi. Tartışma konusu Karun’du ama Karun dışında herkes fazla gergindi. Güven’in boş koltuğunu görmek Karun’un keyfini yerine getirirken masadaki çoğu kişinin canını sıkıyordu. “Son yaptığın olmadı, Kalender,” dedi Tayfun Bey. “Kuralları sende iyi biliyorsun,” diyerek ona küçük bir hatırlatmada bulundu. “Karına kızına dokunmadıkları sürece masadakilerden birine silah çekemezsin.”
“Dokunmadığını nereden biliyorsun?” diyen kişi Ragıp’tı. Evet, Karun’un daha önce Bige için tavuk istediği kişiden başkası değildi. “Güven’i balkonda onun karısıyla konuşurken gördüm. Bir şeylerin peşinde olduğu çok açık.” Ragıp, Karun’a tapardı.
Güven’in dalkavukluğunu yapan Korhan Bey, “Ne var bunda?” diye sordu. “Belki de sadece selam verdi, bunda yanlış bir şey yok.”
“Ben dururken neden karıma selam verilsin, Korhan?” diyen Karun’un çıkışı sertti. “Vermeyecek!”
Korhan Bey nasihat veriyormuş gibi bir tutum içine girerek öne doğru eğildi. “Evlendiğinden beri yanlış işler yapmaya başladın,” dediğinde kimin safında olduğunu o kadar iyi belli ediyordu ki. Delici bakan pörtlek gözleri akbabalar gibi saldırmaya yer arıyordu. “Tıpkı yanlış eş seçimi yaptığın gibi.”
Karun’un rahat tavırları masadaki çoğu kişiyi sinirlendirirken bir tek bacak bacak üstüne atmadığı kalmıştı. “Doğrusunu sana mı sormalıydım?” diye alay etti. “Ani evliliğimi öğrenince pek bir mutlu olduğunu duydum,” derken sesinde büyük bir kinaye vardı çünkü tam tersi şeyler duymuştu.
Evlilik haberini alınca Korhan’ın etrafında ne var ne yok kırıp döktüğünü duymuştu. Kaşlarını yukarı kaldırarak yaşlı adamın solgun yüzüne baktı. “Kızın olsaydı beni damat olarak istiyor derdim.”
Karşısında oturan Duha kendini tutamayıp güldü. “Eğer sende istiyorsan bu ayarlanabilir bir istek.” Duha masadaki herkesin sinirleriyle oynayan tek bölge lideriydi.
Siyah gözleri Korhan’ın üzerinde oyalanırken sırıttı. “Korhan’ın herkesten gizlediği gayrimeşru bir kızı olduğuyla ilgili çıkan söylentileri duymamış olamazsın.” Sonuçta Duha, Karun’u evlendirmeye alışmıştı. Bige, Duha’nın istediği gibi hareket etmeyecek kadar asi ve hırçındı. Onu Korhan’ın kızıyla değiştirmek Duha için zor olmasa gerek.
Acaba önceki hayatında nikâh memuru falan mıydı?
Korhan sinirlendiğini gizlemek için derin bir nefes aldı fakat masanın altındaki bacağı sinirden ritim tutuyordu. “Konu benim asla sahip olmadığım kızım değil,” diye üstü kapalı bir şekilde bir kızı olmadığını doğruladı. “Konumuz Karun’un sorunlu karısı yüzünden sebep oldukları.”
“Ağır gel, Korhan,” diyen Karun oturuşunu dikleştirdi. “Bu masada benim karım konuşulmayacak.” Buz gibi gözlerle Korhan’ın renksiz yüzüne baktı. “Karımı tartışma konusu yapacak bir adam daha doğmadı ve-” dedikten sonra silahını çıkartıp masanın üzerine sertçe koydu. “Doğmasına da izin vermem!”
Karun’un sert çıkışıyla salonda soğuk rüzgârlar esmeye başlayınca Duha içinden ona küfretti. Burada tek bir silah patladığında her yer kan gölüne dönerdi çünkü buradaki kimse boş adamlar değildi. On bir bölge liderinin olduğu bir masada bu herif neyin artistliğini taslıyordu? “Ne zamandır kadınlardan konuşur olduk?” diyen Duha masadakilere Karun’un bu sert çıkışında haklı olduğunu göstermeye çalıştı. “Yeni racon bu mu? Birbirimizin damarına kadınlarımızla mı basacağız?”
Duha masadaki içki kadehini alarak arkasına rahatça yaslandı. “Eğer öyleyse size uymam gerekiyor değil mi?” diye sırıttı. “Kadem başla koçum. Eminim bu masadakiler kadınları ve kızları hakkında bir şeyler duymaktan hoşlanacaktır.” Siktir, Karun’u savunduğuna inanamıyordu!
Duha manipüle ve strateji uzmanıydı, istediğinde insanlara kendi penceresinden baktırmayı çok iyi bilirdi. Son söyledikleriyle Korhan dışında masadaki çoğu kişi Karun’a hak verdi. Kimse böyle bir ortamda karısının veya kızının konuşulmasını istemezdi. Görünürde diplomatik bir toplantı gerçekleştiriyor olabilirlerdi ama masadaki herkes bir diğerinin kuyusunu kazmaya yer arıyordu. Dost gibi görünen düşmandı onlar ve hanelerindeki bir kadını düşmanlarının yanında konuşmak hoşlarına gitmezdi.
Ümit Bey, “Herkes sakin olsun buraya birbirimizle tartışmak için toplanmadık,” diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı. Daha sonra Karun’a dönüp uyaran gözlerini ona dikti. “Carlos’u karşına aldın ve onun adamlarını öldürüyorsun. Dün gece bu bizden birine ateş ettin. Tehlikeli sularda yüzüyorsun evlat.” Ümit Bey hatırladığı kişiyle yüzünü buruşturdu. “Amcanı geçmeye başladın dikkat et.”
Karun onun ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Zaten onu sinirlendiren de anladıklarıydı. Bu adamlar Gurur’u indirip Karun’a bu masada yer verirken onu kuklaları yapacaklarını sanmışlardı. Fakat gelen gideni aratmıştı çünkü ilk günden beri Karun hepsine kök söktürüyordu. Kendi bildiği doğrulardan şaşacak değildi. Yaptığı şeylerin ucu masadaki bu on adama dokunmuyordu fakat hepsi onu durdurmak istiyordu çünkü Karun büyüdükçe onlar küçülen taraf oluyordu.
Birbirlerinin ayağını kaydırmayı iyi bilirlerdi.
Onların istediği Gurur Bey veya Karun değildi. Onlar eski düzeni, yani babasının olduğu dönemleri istiyorlardı. Babası olacak aşağılık adam daha fazla güç için herkesle anlaşacak biriydi. Amcası Gurur kendi kardeşini tahtından ederek liderliği almıştı. Karun, amcasından nefret ediyor olabilirdi ama kabul etmek istemese de Gurur’un konseyde olduğu zamanlar işleri daha kolaydı. Lakin Gurur ondan daha beter deli fişekti. O herifin lakabı da zaten delirdi çünkü gerçek anlamda bir akıl hastasıydı.
Gurur kendi liderliği döneminde masadaki herkesin damarına basınca hakkında infaz kararı çıkarmışlardı. O piç masadaki en azılı adamlardan birinin kızını kaçırmıştı. Bu da yetmezmiş gibi kıza zorla nikâh kıymıştı! Ümit Bey bunu öğrenince boş durmayıp Gurur için ölüm kararı çıkarmıştı çünkü kaçırılan kız onun kızıydı. Karun onu korumak için Gurur’u ilaçla uyutup yurtdışına kaçırtmıştı. Tüm yolculuk boyunca gemilerden birinde uzun süre uyumuştu.
Gurur uyandığında kendini bulduğu evden kolay kolay çıkıp Türkiye’ye gelememişti çünkü Karun’un adamları ona hep engel olmuştu. Ümit Bey’e olan kini yüzünden düşmanının kızıyla evlenmesi çılgınlıktı. Kızına işkence edip aklınca babasının canını yakacaktı. Karun, Farah’ı amcasından korumak için Gurur’u yurtdışında tutmaya çalışıyordu ama en önemlisi amcasını yaşatmaya çalışıyordu. Gurur buraya dönerse masadaki tüm bu adamlar onun peşine düşerdi.
Gurur hâlâ Ümit’in kızıyla evliydi. Amcası silah zoruyla tehdit ederek evlendiği kızdan boşanmaya yanaşmıyordu. Piç kurusu büyük yemin etmişti. ”Oraya gelip ya babasının canını ya da kızını alacağım!” derken şaka yapmıyordu. Tekrar ortalığı birbirine karıştırmasın diye Gurur’u yurtdışında tutmaya çalışıyordu. Gurur Kalender asla Türkiye’ye gelmemeliydi.
Bir gün tekrar karşısına çıkacak diye Farah’ın ödü kopuyordu. Duyduğuna göre Farah korkudan odasından hiç çıkmıyordu. Gurur’un yanında kaldığı o bir haftada ne yaşadıysa hâlâ atlatabilmiş değildi. “Gurur bir hata yaptı ve cezasını çekiyor.” Derin bir nefes alan Karun, “Bana gelirsek-” diyerek masadakilere sırasıyla baktı. “Carlos’u bulup ecdadını sikeceğim!”
Başını hızlıca sallayarak ayağa kalktı. “Güven veya bir başkasının eli karıma uzanırsa,” dedikten sonra ellerini masaya bastırıp öne eğildi. “Önce hadım eder, sonra dansöz yapıp masamda oynatır ve en sonunda da tüm adamlarımın altına atarım! Herkes haddini bildiği sürece bende bilirim!” dedikten sonra buradaki işi bittiği için kapıya yürüdü. Söylemesi gereken her şeyi söylemişti, aklı olan onu dinlerdi.
Karun ve Kenan salonu terk edince herkes gerginlik içinde birbirine bakarken Duha, “Acaba dansözlere bir ilgisi olabilir mi?” diye güldü. O kadar rahattı ki bir tek elindeki içkisini höpürdeterek içmediği kalmıştı.
Korhan Bey, “Sen bu konuda ne düşünüyorsun, Tunus?” diye bakışlarını ona dikti. Duha ve Karun’un arasındaki düşmanlığı çok iyi bildiği için Duha’ya oynamaya başlamıştı. “Kontrolden çıkmaya başladığını görüyorsun.”
Duha sıkıldığını belli ederek esnedi. “Sorun Karun değil, Güven,” dedikten sonra kafasını kaldırıp Korhan’a baktı. “Ruslarla anlaşma yaptığından beri bize ait olan mıntıkalara dadandı. Bana ait bir araziyi bile satın almak istedi. Böyle devam ederse Karun’a gerek kalmadan ben sıkacağım kafasına. Henüz size ait olan şeylere göz koymadığı için onu savunanlar var ama yarın aynı şeyleri sizlere de yapmaya başlayınca ne olacak? Bence düşünmeniz gereken şey bu,” dedikten sonra ayağa kalkıp o da kapıya yürüdü. Şimdilik onun da buradaki işi bitmişti.
Karun daha yeni yola çıkmıştı ki Kenan’ın telefonu çaldı. Telefonun ekranına bakıp, “Celil arıyor,” deyince Karun’un tüm dikkati ona yöneldi. Malikanede ciddi bir şeyler olmadıkça Celil aramazdı. Arama sebebinin Saka olduğuna o kadar emindi ki.
Kenan telefonu açıp birkaç saniye karşı tarafı dinledi. Celil ne söylediyse, “Onca adamı atlatıp kaçmayı nasıl başardı?” diye sorunca Karun’un vücudu gerildi. Bahsettikleri kaçak Bige’ydi, değil mi?
Başına bela almadan duramıyordu!
Kenan başını iki yana sallayıp, “Hayır, şu an için sadece takipte kalın,” dedi. “Bu kadar öfkeliyken kıza yaklaşmasınlar, bir de onları hastaneden toplamak istemiyorum!” dediğinde Karun sinirden güldü. Daha önce onu dövüşürken hiç görmemişti ama karısının tersi fena olabilirdi. Bu kadarını tahmin edebiliyordu.
Kenan telefonu kapatıp yönünü Karun’a çevirdi. “Bige elini kesip kan kaybından öleceğim diye evi birbirine katmış. O kadar iyi rol yapmış ki ağlamış bile,” dediğinde Karun buna hiç şaşırmadı. İstediğinde çok kolay ağlayan biriydi. İşkence etsen kolay kolay ağlamayacak bir kadına benziyordu ama olmayacak şeylere gözyaşı dökmeye çekinmiyordu.
“Bizim çocukları onu hastaneye götürmeye ikna etmeyi başarmış,” diye anlatmaya devam etti Kenan. “Yolda tuvalet bahanesiyle bir benzincide durup kaçmış. Merak etme fazla uzaklaşmadan bizimkiler onun izini bulmuşlar. Uzaktan onu takip ediyorlar.” Duraksayıp Karun’un yüzüne dikkatlice baktı. “Bige kaçar kaçmaz en yakın adliyeye gidip boşanma davasını açmış,” dediğinde Karun’un vereceği her tepkiyi görmek ister gibi bakıyordu.
Karun, Bige’nin yanında çoğu zaman mutlu gibiydi ama Kenan onun hislerinin boyutunu kestiremiyordu. Şu anda bile ifadesiz bir şekilde ona bakan adamın ne hissettiğini anlamak çok zordu. Kenan ona Rengin’in ihanetinden bahsetmek istiyordu ama bunu yapmadan önce bir şeylerin olmasını bekliyordu. Karun’un Rengin’e aslında âşık olmadığını anlamasını bekliyordu. Kenan hiçbir zaman Karun’un ona âşık olduğunu düşünmedi çünkü Rengin daha önce de hep onun etrafında dolanıyordu.
Fakat Rengin onun hayatını kurtarana kadar Karun onu görmezden gelmişti. Daha sonra Rengin’i hayatına almış, ona ilgi göstermek için kendini zorlamaya başlamıştı. Bu aşk değildi. Karun duygularının gerçek olmadığını anlarsa Rengin’in ihanetini öğrenince belki daha az acı çekerdi. En azından Duha’yı da karşısına alacak kadar ileri gitmez ve aralarındaki düşmanlığı ölümcül bir boyuta taşımazdı. Carlos ve Güven’den sonra biri daha ona cephe alsın istemiyordu. Kenan tüm bunları düşünerek hareket ediyordu.
En yakını olarak Karun’dan böylesine büyük bir sırrı saklamak ona berbat hissettiriyordu ama ona gerçekleri söylemek için hiç doğru bir zaman değildi. Bige’yle birlikte onun da düşmanları Karun’un hayatına girmişti. Karun’un etrafı ateşle sarılmışken en azından şimdilik Duha cephesinden de ona karşı bir savaş açılmamalıydı. Çünkü Karun gerçekleri öğrenince ilk saldıracağı kişi Duha olacaktı ve Duha’da köşesine çekilecek biri değildi.
Kenan her şeyi söylemeden önce bazı şeylerin olmasını bekliyordu. Eskiden ihtimal dahi vermezdi ama bir şeyler değişmeye başlamıştı. Karun’un Bige’ye nasıl baktığını gördüğü için ondan hoşlanmasını bekliyordu. Ondan karım diye bahsederken fazla sahipleniciydi. Üstelik son zamanlarda eskisine göre daha az boşanmayı istiyordu. Bige’ye karşı bir şeyler hissetmeye başlamış olabilir miydi? Eğer bu olursa Rengin’in ihanetini öğrenince daha az acı çekerdi.
Pusuda bekleyen bu kadar çok düşmanı varken Karun’un dağılmak gibi bir lüksü yoktu. Karısına olan sevgisi onu toparlayabilirdi. “Davayı açmak için geç bile kaldık,” diyen Karun önüne döndü. Saka doğru olanı yapmıştı ama ondan kaçar kaçmaz davayı açması kötü hissettirmişti. Evden kaçmadan da o davayı açabilirdi.
Acaba o aptal kadın boşanmamak için Karun’un onu zorla yanında tuttuğunu mu sanıyordu? Karun ondan daha fazla boşanmayı istiyordu! Onu yanında tutmak istemesinin tek sebebi güvenliğiydi! Kenan gözlerinin ardındaki kinayeyi gizlemeden onunla uğraşmaya başladı. “Bige’nin davayı açmasına sevindin mi?” dediğinde Karun’a biraz yüklenip ağzından laf almaya çalıştı. “Bu yüzden mi kendini evinde hissetsin diye uğraşıyorsun?” Sabah hepsini erkenden uyandırıp kahvaltı masasına topladığını unutmamıştı.
Karun bakışlarını kaçırıp arabanın camından dışarıya bakmaya başladı. “Onun için değildi.”
Kenan güldü. “Onun için olmadığını sabah onun yanında söyleyemedin.”
Karun sinirlenip nefes almak için kravatını çekiştirince, “Rengin’den bahsedince hiç gerilmiyorsun,” diyen Kenan onun üzerine gelmeye devam etti. “Ama konu Bige’den açılınca çok hızlı sinirleniyorsun.” Yönünü tamamen arkadaşına doğru çevirdi. “Neler oluyor, Karun?”
Karun artık Kenan’ı arabadan atmayı ciddi ciddi düşünmeye başlamışken, “Bir şey olduğu yok!” dedi ters bir sesle. “Susmayı dene, Kenan.”
“Onu koruyorsun.”
“Rengin’i de koruyorum!”
“Evet ama biri omzuna çarptı diye Rengin için birilerine haddini bildirmiyorsun,” dediğinde top oynarken Duha’ya yaptıklarını hatırlatmıştı. “Rengin için Azap gibi büyük ve köklü bir tarikatı karşına almadın. Bugün masada savunduğun kadın da Rengin değildi.” Bütün bunların hepsini Bige için yapmıştı.
“Çünkü Rengin karım değil!” Kaşlarını çattığında artık kızgın olduğunu saklayamıyordu. “Soyadımı taşıyan Rengin değil!”
Kenan daha fazla onun sinirleriyle oynamak istemediği için, “Kendine karşı dürüst ol kardeşim,” diye önüne döndü. “Geç olmadan öfkeni dindir ve asıl istediğinin ne olduğunu sorgula,” dediğinde bazı şeylerin değişmeye başladığını hissediyordu.
Kenan nihayet susunca Karun rahat bir nefes alıp camdan dışarıya bakmaya başladı. Alacağı cevaplar hoşuna gitmeyecekse kendine sorular sormanın lüzumu yoktu.
***
İşe gitmek yerine Karun eve gelmişti. Bugün Kenan onun yerine dışarıdaki işleri yürütebilirdi. Sinirlerini bozan bir gün olduğu için biraz dinlenmek istiyordu. Yukarı çıkmak için Bige’nin odasının önünde geçerken durdu. Neden durduğunu o da bilmiyordu ama adımları kendiliğinden durmuştu. Başını çevirip omzunun üzerinde bir süre kapıya baktı. Burada bir kadının isteyebileceği her şey vardı, burada her şeye sahipti. O halde neden gitmişti? Onu memnun etmeyen şey neydi?
Kapıyı açıp Bige’nin odasına girdi. Daha odaya adımını atar atmaz Bige’nin kokusu onu karşıladı. Parfümünün kokusu tüm odaya işlemişti. Bir çiçekten alınan polenler gibi yumuşak ama afrodizyak etkisi yaratacak kadar da sert bir koku.
Bavulu yatağın yanında duruyordu. Hastaneye gitmek için herkesi kandırırken bavulunu yanına alamazdı. Hizmetçiler odayı toplamıştı ama köşede duran masanın üstündeki dağınıklığa dokunmamışlardı. Odanın içinde sessiz adımlarla yürüyüp masanın yanında durdu. Masanın üstüne saçılmış boyalar ve çizimleri dağınık bir şekilde duruyordu. Onun eskiz defterini alıp ilk sayfayı açtığında bunun bir karakalem çalışması olduğunu gördü.
İki çocuklu bir ailenin kahvaltı masasındaki halini çizmişti. Baba masanın en başındaki yerini almıştı ve sert bakışlarla masadaki iki küçük çocuğa bakıyordu. Bige, babanın yüz hatlarındaki sertliği tüm detaylarıyla çizecek kadar resim yapmakta iyiydi. İki kız çocuğu masada oturuyor, babanın bakışlarından kaçmak için başlarını yerden kaldırmıyorlardı. Anne elindeki tabakla masanın yanında ayakta duruyordu ve duvardaki saat yediyi gösteriyordu.
Resimdeki kasvet ve gerginlik büyük bir ustalıkla çizilmişti. Mutlu bir aile tablosundan çok uzak bir görüntüydü. Öyle gibi görünüyordu ama detaylardaki sertlik tam tersi olduğunu gösteriyordu. Üstelik duvardaki saate dikkat çekmek ister gibi saati kocaman çizmişti.
Resmin en altına ise inci gibi güzel el yazısıyla, “Sessiz ol, babam duyacak,” yazmıştı. Sanki o güne ait aklından kalan bir diyaloğu buraya yazmıştı. Bige geçmişinden küçük bir kareyi çizmiş olabilir miydi?
Sayfayı çevirip diğer sayfaya geçince iki çocuğun zamana karşı koştuğunu gördü. Bu resimde sadece iki kız çocuğu vardı. Dağılan saçları ve terleyen yüzleri çok iyi resmedilmişti. Bir eve doğru koşuyorlardı fakat evin önünde evden daha büyük bir saat çizilmişti. Saat akşam yediyi gösteriyordu çünkü batan güneşi bile çizmişti. En arkadaki kızın dizi kanıyordu. Tamamı karakalem çalışması olduğu için dizindeki kanın rengi de siyahtı. Ve kızın arkasındaki sivri taşın üstü de siyahla boyanmıştı.
O taşa takılıp düştüğünü ama sızlanmak yerine ayağa kalkıp koşmaya devam ettiğini çok iyi çizmişti. Sanki durup dinlenmek gibi bir şansları yoktu. Sayfanın altında yine o güne ait bir diyalog görünce Karun artık bu resimdeki her şeyin yaşandığını anladı. Bu defterdeki insanların Saka’nın ailesi olduğunu anladı çünkü resmin altına, “Geç kaldık, Gazel babam çok kızacak,” yazıyordu ve saat yediyi sadece iki dakika geçmişti.
Bu çocuklar Saka ve ablasıydı, değil mi?
Karısının günlüğüne geçiş yapmış gibi hissedince rahatsız oldu. Belki diğer insanlar gibi yaşadıklarını uzun uzun yazmamıştı ama o, en iyi bildiği şeyi yapıp hepsini çizmişti. Satırlardaki hiçbir ıstırap resimlerdeki gibi daha gerçekçi hissedilemezdi. O günlere ait aklında ne kaldıysa hepsini çizmiş gibiydi. Hem de en küçük detayıyla. Bu onun mahremiydi, devam etmesi doğru değildi. Fakat karısının geçmişi hakkında herkesin bildiği şeyler dışında hiçbir şey bilmiyordu. Onu tanımıyordu.
Karun diğer sayfaya geçti çünkü onu tanımak isteyen yanı daha baskın çıkmıştı. Bu sayfada annesinin çocuklarını arkasına saklayıp babasına karşı çıkması resmedilmişti. Yerde birçok kırık eşya vardı ve kadın çocuklarını korumak ister gibi onları arkasına çekmişti. Kadının karşısındaki adamın elleri yumruk olmuş ve kaşları çatılmıştı. Tüm bu dağınıklığın sebebi oymuş gibi resmedilmişti. Çünkü kadın korkuyordu, çocukları korkuyordu ama adam korkmuyor, korkutuyordu.
Resmin altında ise, “Özür dilerim baba, tabağımdakileri bitirmeliydim,” yazıyordu. Karun fark ettikleriyle sertçe yutkunmuştu. Bige tabağındaki son kırıntı bitmeden asla masadan kalkmıyordu.
Yiyeceği kadar yemeği tabağına koyar ve onlar bitmeden masadan kalkmazdı.
Resimdeki saat onun dakikliğinin nedeniydi, değil mi? Tıpkı tabağında biten yemekler gibi. Saka farkında olarak veya olmayarak bir döngüyü tekrarlıyor olabilir miydi? Babasının başlattığı ve onun sürdürdüğü kısır bir döngü.
Karun diğer sayfalara da hızlıca baktı. Her sayfada babasının baskısı daha fazla büyüyor, resimler gittikçe daha iç karartıcı bir hale geliyordu. Arada güzel resimler de görmüştü. Onlar uyurken babasının onlara masal kitabı okuması gibi. Ya da babalarını kızdırmadıklarında birlikte film izledikleri gibi. Tüm çocukluk anılarını buraya resmedemezdi ama aklında en çok yer alan anılarını sayfalara geçirmişti.
Kötü anılarının olduğu kadar iyi anıları da görmek Karun’u memnun etmişti. Ailecek gittikleri pikniği, babasının iki kızını parka götürmesi ve anneleri yemek pişirirken Saka’nın elini balık akvaryumuna daldırması gibi. Bu resim defterinde toplamda on üç sayfa vardı. Diğer tüm sayfalar koparıldığı için sadece on üç sayfa kalmıştı. Bunlardan altısına canını yakan anılarını, diğer altısına da onu mutlu eden anıları çizmişti. Şimdi geriye bakmadığı son sayfa, yani on üçüncü sayfa kalmıştı. Saka on üçe takıktı. Resim defterinde bile sadece on üç sayfa bırakmıştı.
Son sayfada onu neyin beklediğini bilmiyordu.
Bakıp bakmamak konusunda emin değildi.
Karun derin bir nefes aldı ve son sayfayı da açtı. Bige’nin 13 Haziran’ı resmettiğini görünce boğazı düğümlendi, yutkunamadı. Her detayıyla o kadar gerçekçi çizmişti ki Karun sanki oradaymış gibi iliklerine kadar titredi. Küçük bir çocuğun acısını her zerresinde hissederken ayakta durmakta güçlük çektiği için sandalyeye oturdu. Başını öne doğru eğdi ve dizlerinin üzerine koyduğu resim defterine baktı. Dudaklarında kısık bir sesle, “Sen ne yaşadın?” diye bir cümle döküldüğünde sesi boğuktu.
Ona mahşerin resmini göster deseler Karun hiç şüphesiz onlara bu resmi gösterirdi.
Depremin kalıntılarını gösteren bir resimdi ya da kıyametten sonrasını anlatıyordu. O gün sadece yaşadıklarını değil aynı zamanda nasıl hissettiğini de resmetmişti. Patlama tek bir noktada yaşanmıştı fakat Bige yıkılan koskoca bir şehri çizmişti. Belki de bir dünyayı. Yollarda büyük bir göçük vardı, binalar yıkılmış, evler molozlar ve toprak yığınları altında kalmıştı. Arabalar ters dönmüş veya camları kırılmıştı. Arabaların içinde olan, yıkılan evlerin altında kalan ve binalarda sıkışan insanların bile cesedini çizmişti.
Siyah dumanlar çıkartarak yere doğru düşen uçağı, gökyüzünün çıkardığı şimşekleri ve kökünden yanan ağaçları bile çizmişti. Bunların hiçbiri yaşanmamıştı ama hepsini çizmişti. Çünkü bunlar küçük bir çocuğun hissettikleriydi. Patlamada tam olarak bunları hissetmişti, bir kıyameti. Herkes ölmüştü, dünya ölmüştü, onun için insanlık ölmüştü. Bige’nin 13 Haziran’da yaşadıkları ve hissettikleri tam olarak bunlardı.
Ve tüm bu ölümlerin içinde tek başına bir çocuk ayakta duruyordu. Kahverengi saçları darmadağın, yüzü gözü yara bere içinde küçük bir çocuk vardı bu yıkımın içinde. Gözlerindeki şoke olmuş ifadeyi o kadar iyi çizmişti ki, Karun’un nefesi kesildi. Kız çocuğu donup kalmış gibiydi sanki neler olduğunu anlayamıyordu. Etrafı cesetlerle ve kopmuş uzuvlarla doluydu. Kucağında ölü bir bebek tutan küçük bir kız çocuğuna yaşattıkları tam olarak buydu. Evet, kollarında ölü bir bebek tutuyordu.
O gün annesinin bağrından kopardıkları küçük bir bebek. Saka için 13 Haziran’da tüm insanlık ölmüştü ve geriye bir tek o kalmıştı. Korkuyu ve yalnızlığı bundan daha iyi anlatamazdı. Üzerinde eflatun rengi bir elbise vardı. Resimdeki tek renk üzerindeki elbisesinin rengiydi. Bir tek elbisesinin rengi için boya kullanmıştı.
Onun için ölümün rengi eflatundu, değil mi?
Çünkü daha önce Karun’a, “Bir gün ölürsem üzerimde eflatun rengi bir elbise olsun istiyorum,” demişti.
13 Haziran’da giydiği elbisenin rengiydi eflatun.
Resmin en altında, “Baba ölüm ne demek?” diye yazıyordu. Daha sonra bir köşeye sıkıştırılmış gibi küçük harflerle, “Artık biliyorum...” yazıyordu.
Ona yaşattıkları koskoca bir utanç, bir insanlık suçuydu.
“Karun,” diyen Rengin’in sesini duyunca hemen resim defterini kapatıp masanın üzerine koydu. Ayağa kalkınca Rengin’i kapının önünde dikilirken gördü. “Onun odasında ne işin var?” diyen kadın hoşnutsuz bir yüz ifadesiyle ona bakıyordu.
“Bilmiyorum.” Gördüğü resimlerin etkisiyle derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. “Burada ne işim olduğunu bende bilmiyorum.”
Ama Rengin biliyordu, Karun’un onu özlediğini biliyordu. Kabul etmek istemiyordu ama çoğu şeyi görüyor ve biliyordu. “Biraz konuşalım mı?” dediğinde Karun başını sallayarak ona doğru yürüdü.
İkisi birlikte dışarı çıkıp koridorun sonundaki çalışma odasına girdiler. Karun deri koltuğa oturduğunda Rengin onun yanındaki yerini aldı. Karun’un elini tutup ona gülümsemeye çalıştı. “Seninle uzun zamandır konuşmak istediğim bir şey var,” dediğinde elini tutar tutmaz Karun’un gerginliğini hissetti. İki yıldır bu hep böyleydi. Aralarındaki şey fazla soğuk ve zorlama bir ilgiydi.
Karun artık onunla sevişmiyordu bile, gerçi eskiden de aralarındaki cinsel ilişkide hiç tutku yoktu. O anlarda bile Karun ona yakın olmak için kendini zorluyordu. Rengin ise bu birlikteliği yerine getirmesi gereken bir görev olarak görüyordu. Karun farkında değildi ama bu ilişkide kendini bir şeyler için zorlayan sadece o değildi. Aralarındaki tek fark Rengin’in daha iyi rol yapmasıydı.
Rengin, Karun’u hiç sevememişti çünkü planlarının içinde aşk yoktu. Ondan Duha ve Karun ile bir ilişki yaşamasını istemişlerdi. İki düşmanı birbirine kırdırmayı düşünmüşlerdi ve Rengin bunu yapmaya mecbur kalmıştı. Fakat ikisini birbiriyle aldatırken ona söylenilen her şeyi doğru şekilde yapmamıştı. Karun’un tüm sırlarını rapor ederken Duha’nın sırlarının derinine inmemişti.
Duha’nın nasıl bu kadar yükseldiğini, çevirdiği yasadışı işleri veya hasta olduğunu onlara söylememişti. Rengin iki düşmanı birbirine öldürtmek için çıktığı bu yolda bir tek Duha’yı korumaya çalışmıştı çünkü ona âşık olmuştu. Belki de bir zamanlar onu çıkarsızca seven tek insan Duha’ydı. Şimdi ise planlarının sonuna gelmişlerdi. Onu bu işe alet edenler artık Karun’un her şeyi bilmesi gerektiğini düşünüyordu.
Güven, Carlos ve karısı onu bu kadar uğraştırırken Karun’a Duha cephesinden de bir saldırı gelmeliydi. Bunun için de Rengin’in ihaneti ortaya çıkmalıydı. Karun’un etrafını sarıp onu bitirmek için bu harika bir fırsattı. Bu yüzden ondan ayrılıp evden gidecekti. Uzun zamandır bunu bekliyordu ve nihayetinde beklediği telefon gelmişti. Onu terk edip Karun’un onu asla bulamayacağı bir yere saklanacaktı. Karun’un işini bitirdiklerinde ise geri dönüp Duha’ya kendini affettirmeye çalışacaktı.
Duha’da ona âşıktı, uzun süre Rengin’e karşı koyamazdı.
Karun onun sinsi planlarından habersiz Rengin’i izliyordu. “Benimle ne konuşmak istiyorsun?” dediğinde yine elini onun avucundan çekti ama Rengin bu sefer bunu sorun etmedi. Nasıl olsa çok yakında bu kibri de onunla mezara girecekti.
Rengin bu kararı verirken çok üzülmüş gibi rol yapıp içli bir ifadeyle, “Karun ben çok düşündüm ve daha fazla bu şekilde devam edemeyeceğime karar verdim,” dedi. Gitmeden önce bile mağduru oynamaktan vazgeçmiyordu. Derin bir nefes aldı ve Karun’un gözlerine uzun uzun bakıp içli bir ifade takındı. “Ayrılmak istiyorum.”
Karısının gidişinden sonra Rengin tarafından da terk edilmek onun için çok sağlam bir darbe olacaktı çünkü bir anda yalnızlaşacaktı. Zaten yakın zamanda da gerçek ihanetin görüntüleriyle sarsılacaktı. Ayrılmak istediğini söylediği halde Karun’un hiç tepki vermediğini görünce onun üzüldüğünü düşündü, gururu okşandı. Karun şaşkın hatta afallamış bir halde Rengin’e bakıyordu ama Rengin’in düşündüğü sebeplerden dolayı bu durumda değildi.
Karun kendi içinde fark ettikleriyle afallamıştı. Üzülmemişti evet, Rengin ayrılmak istediğini söylediğinde zerre kadar üzülmemişti. Üzülmek şöyle dursun hep bugünü beklemiş gibi Karun rahatlamıştı. İşte onu şaşırtan buydu, üzgün hissetmemesiydi. Mutsuz olması gerekmiyor muydu? İki yıllık bir ilişkinin son bulması onu kahretmeliydi. O halde neden omuzlarından büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordu?
Daha önce Rengin arkasında bir mektup bırakıp gittiğinde de üzgün hissetmemişti. Bir mektupla onu terk ettiği için kızmıştı hatta gururuna yedirememişti ama üzüntü değildi hissettikleri. Bunu da daha yeni fark ediyordu. Şimdi ayrılmak istediğini söylüyordu ve Karun yine yeterince üzgün hissedemiyordu. Belki de bu kararı vermek için ikisi de fazlasıyla geç kalmıştı. Belki de ilk kez kendine karşı bu kadar dürüsttü. Daha önce hiç fark etmemişti ama tam şu anda birçok şeyin farkına varıyordu. Rengin’i düşündüğü gibi hiç sevmemiş, sevememiş olabilir miydi?
Kenan haklı mıydı? Minnet duygusunu aşk sanmış olabilir miydi?
Ya aşk çok basit ve kolayca biten bir duyguydu ya da Karun aşkı hiç bilmiyordu. Canını sıkan tek şey Rengin’in ayrılık kararına yeteri kadar üzülmemiş olmasıydı. Bu ona normal gelmiyordu. “Tamam,” derken bile şaşkındı. Bunu da çok kolay söylemişti. Başını ağır ağır salladı ve “Ayrılalım,” diyerek ayağa kalktı. Onun yüzüğünü parmağında çıkartıp Rengin’in avucuna koydu. Bunu yaparken hiç zorlanmamıştı. Neler oluyordu?
Avucundaki yüzüğe bakan kadın bu ayrılığı dramatize bir hale getirmek için üzgün bir sesle, “Birazdan evden ayrılacağım,” dedi. Gitmek için can atarken gidişiyle bile ona vicdan azabı çektirmeye çalışıyordu.
Karun ne onu kalması için ikna etmeye çalıştı ne de ayrılık sebebini sordu. “Anladım,” dedikten sonra hızlı adımlarla kapıya yürüdü. “Çocuklar seni gideceğin yere bırakır.” Bunları söyleyip dışarı çıktı.
Karun kendinde fark ettiği şeylerin sarsıntısını yaşadığı için daha fazla konuşamamıştı. Bu yüzden başka bir şey söylemeden gitmeyi seçmişti çünkü yalnız kalıp bu odada olanları düşünmeliydi. Fakat Rengin her şeyi yanlış anladığı için sırıtarak onun arkasında bakıyordu. Ayrılık kararının Karun’u şaşkına çevirdiğini düşündükçe daha çok tatmin oluyordu. Oysaki gerçekler bunun tam tersiydi.
Rengin çalışma odasından çıkıp hızlı bir şekilde odasına girdi. Yatağın altındaki bavulunu çıkartıp hemen toparlanmaya başladı. Nihayet bu evden kurtuluyordu. Rengin evden ayrılır ayrılmaz ihanetin görüntüleri Karun’a ulaşacaktı. Karun öfkesine yenilip Duha’ya saldırdığında ise hayatının en büyük hatasını yapacaktı çünkü Karun ve Duha’yı onlardan başka kimse yıkamazdı.
Her konuda eşit güçteydiler fakat Duha daha zekiydi. Karun’un sonunu getirecek tek adamdı. Duha, Güven ve Bige’nin düşmanları aynı aralıklarla saldırı yaparsa Karun’u yıkarlardı. Karun Kalender’in imparatorluğu bugün son bulacaktı. Rengin dolaptan elbiselerini çıkartırken telefonu çaldı. Kimin aradığını görünce keyfi yerine geldi. “Konuştuğumuz gibi ondan ayrıldım,” diye güldü. “Bugün onun işini bitiriyoruz, birazdan evden ayrılacağım.”
“Planda bir değişiklik oldu,” diyen sesle gülüşü soldu. “Evden ayrılmıyorsun.” Midesi kasıldığında beyninden vurulmuşa dönmüştü. “Ne demek ayrılmıyorum!” Sesinin yüksek çıktığını anlayınca kimse duymasın diye daha kısık bir sesle, “Böyle konuşmamıştık!” dedi.
“Karun’un açığını ararken Carlos neyin peşinde olduğumuzu öğrenmiş,” diyen ses Rengin’in hoşuna gitmeyecek şeyler söylemeye başladı. “Carlos az önce benimle iletişime geçti, 13 Haziran’a kadar beklemek için beni ikna etti. 13 Haziran’da Carlos onun karısını öldürmeyi planlıyor. Karun 13 Haziran’da senin ihanetini öğrenecek, daha sonra da Saka ölecek. İkisi eş zamanlı olacağı için öfkesini bir yerlerden çıkarmayı isteyecektir. Şuursuzca Duha’ya saldırınca hemen sonrasında biz, Güven ve Carlos ona saldıracağız. Bu saldırıya Duha gibi güçlü bir adam da katılırsa Kalender’in kurtulma şansı kalmaz.”
“Ama-“
“Rengin sende çok iyi biliyorsun ki Karun Kalender’i yıkmak kolay değil. Yıllardır bizde dahil çoğu kişi bunu deniyor! O adamın karşısına tek tek çıkarsak hepimizin işini bitirir. Aynı gün içinde hepimiz eş zamanlı saldırmalıyız! Karun’un tüm planlarından haberdar olmamız için senin bir süre daha orada kalıp bizi bilgilendirmen gerekiyor,” dediğinde planının tüm detayları Rengin’e anlatınca Rengin sırıttı. Bu kazanma oranı daha yüksek bir plandı.
Az önce Karun’dan ayrılmış olabilirlerdi ama iki yıllık bir geçmişleri vardı. Karun bir süre daha Rengin’in evinde kalmasına izin verecektir. Bunun için ona iyi bir bahane uydurabilirdi. İki yıldır büyük günü iple çekiyordu, bir süre daha bekleyebilirdi. Koca bir çınarı yıkmak için önce dallarını kırmalılardı.
Öte yandan her şeyden habersiz olan Karun, üst kata çıkıp odasına girdiğinde bir süre tekli koltukta boş boş oturmuştu. Rengin ile biten ilişkisine üzüldüğünü düşünmek istedi, bunun için kendini ikna etmeye çalıştı. Lakin hiçbir koşulda istediği sonuca ulaşamıyordu. Üzgün değildi ama üzgün olması gerekiyordu. Saçma bir şekilde duygularında bir terslik vardı! Neden üzgün değildi? Rengin gibi değmeyecek bir kadın için endişelendiğini bilmiyordu.
Bige’nin sözlerinde ne kadar haklı olduğunu henüz bilmiyordu. Yanında tuttuğu kişinin kurtulmak istediği kişiden daha kötü olduğunu bilmiyordu. Celil arayınca derin bir nefes aldı. Bige’yi takip edenlerin arasında Celil’in de olduğunu bildiği için, “Söyle,” diye telefonu açtı. “Yine ne yaptı?” Nasıl olsa kaçık karısı mutlaka onun canını sıkacak bir şeyler yapmıştır.
Celil, “Efendim, Bige Hanım muhtemelen kiraladığı otelin kime ait olduğunu bilmiyor,” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. “Öğrenince hemen ayrılacağına eminim.”
Bir otele mi yerleşmişti?
“Kimin otelinde kalıyor?” dediğinde sesi gergin çıkmıştı.
Bir süre sessizliğini koruyan Celil, “Duha Bey’in otellerinden birine yerleşti,” deyince Karun oturduğu koltukta ok gibi ayağa fırladı. “Koskoca İstanbul’da o piçin otelinde ne işi var, Celil!” diye bağırdığında sesi gök gürültüsüyle yarışır bir şiddetteydi. Hızlı adımlarla odadan çıkarken, “Hangi otel?” diye burnundan soludu. “Duha’nın birden fazla oteli var, bana hangisi olduğunu söyle!”
“Şey efendim bizim otelin tam karşısındaki otel,” deyince Karun yüz kızartıcı bir küfür savurdu. “Hangisi, Celil hangisi!” diye bağırdı. Duha’yla çoğu şeyi karşılıklıydı ve ülkenin çoğu yerinde otelleri ya yan yanaydı ya da karşı karşıya! Hangisinden bahsediyordu?
“Şehir merkezindeki otel,” dedi Celil. “Özel jetini havada düşürdüğümüz için sinirlenip karşımıza diktiği otel.” Sonuçta o olayda kimse ölmemişti, bunun için bir otel yaptırmasına gerek yoktu. Otelin çatısında bir pist olduğunu duymuştu. Arada küçük bir helikopterle Karun’un otelinin üstünden dönüyor, daha sonra kendi otelinin çatısına konuyordu. Bilerek onu kışkırtıyordu! Bir gün kafası atacak ve o helikopteri de havada vurduracaktı! Ama bu sefer içinde Duha’nın olduğuna emin olacaktı!
Karun dışarı çıkıp arabaya bindikten sonra hemen yola koyuldu. Yolun tam karşısında kocasının oteli varken Saka gidip Duha’nın otelinde kalıyordu! Celil’in telefonunu kapattıktan sonra Duha’yı arayıp konuşmayı kulaklığa bağladı. Duha çoktan haberi almış olmalı ki keyifli bir sesle telefonu açtı. “Sen beni arar mıydın, Kalender?” diye güldü. “Söylesene bunu neye borçluyum?” Arama sebebini çok iyi biliyordu!
Arabayı süratle kullandığı için arkasındaki adamları onun hızına yetişmek zorundaydılar. “Ara otelin müdürünü karımın çıkışını yapsınlar!” Lafı hiç uzatmadan konuya girmişti. “Onu otelden göndersinler!”
“Koskoca Karun Kalender’in karısını kovmamızı mı istiyorsun?” Duha’nın gülen sesini duydu. “Bu kadar alçak biri değilim.”
“Ulan it daha kötüsünü yapmışlığın var!” Kaşlarını çatarak gaza biraz daha yüklendi. “Orayı kurşuna dizdiğimde de böyle gülmeyi dene! Karımı orada barındırmayacağımı tahmin etmeliydin!”
Duha kahkaha attı. “İçinde karın varken hiçbir şey yapamazsın.”
“Karımı aldıktan sonra yıkarım lan!” Karısının üzerine kurşun yağdıracak değildi.
“Adamlarım tetikte bekliyor haberin olsun. Mekânıma tek bir kurşun sıkarsan sana ait olan otelde yıkılır,” dedikten sonra tekrar güldü. “Şimdi bizi yeni bir otel yaptırmakla uğraştırma.”
Karun tüm küfürlerini ona sıraladıktan sonra telefonu kapattı. O düşüncesiz kuş yüzünden kimlerle uğraşıyordu! “Katil edecek beni!” diye Bige’ye kızmaya başladı. “En sonunda ölümü benim elimde olacak!” Allah şahidiydi eğer bilerek Duha’nın oteline gittiyse bu sefer tatlı dili bile onu kurtaramazdı! Manyak karı iki dakika rahat durmayı bilmiyordu!
Bu sefer boşayacaktı onu, boşayacak ve ondan kurtulacaktı!
***
Karun peşindeki adamlarıyla mekân basar gibi otele giriş yapınca onu gören tüm otel çalışanları korkudan saklanacak yer aramıştı. Bu adam patronlarının ezeli düşmanlarından biri olduğu için buraya gelişi iyiye işaret değildi. Hepsi birbirine bakıyor, ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Celil ve yanındaki birkaç koruma resepsiyonun yanında onu bekliyordu. Karun’u görür görmez Celil hemen ona doğru yürüdü. Daha Celil konuşmadan Karun dişlerinin arasından, “Hangi oda!” diye hırladı. “Hangi odada kalıyor?”
Celil onun karşısında saygı duruşuna geçerek ceketinin önünü kapattı. “Beş katı para ödeyerek on üç numaralı odayı kendi için hazırlatmış,” deyince Karun bir kez daha küfrederek hızlı adımlarla asansöre yürüdü. Tabii ya on üç!
Asansöre binen Karun kısa sürede Bige’nin odasının olduğu koridora çıktı. Mavi gözleri sabırsızca kapıların üzerindeki numaraları kontrol ediyordu. On üç numaralı odanın önünde durunca üst üste zile basmaya başladı. Birkaç dakika sonra kapı açılınca gördüğü görüntü onu daha da kızdırdı. Banyodan yeni çıkmış gibi Bige’nin üzerinde vücuduna sardığı kısa bir havlu dışında hiçbir şey yoktu. Göğüslerinin üzerine doladığı havlu kalçasını zor kapatıyordu.
Saçları ıslak olduğu için omuzlarına su damlıyordu. Boynundan süzülen su göğüslerinin arasına sızdıkça ortaya kışkırtıcı bir görüntü çıkıyordu. Göğüslerine doğru kayan su damlaları teninde ince bir yol oluşturdukça dikkati oraya kayıyordu. Karısı karşısında yarı çıplak dururken kısa bir an için buraya neden geldiğini unutmuştu. Gözleri biraz daha aşağıya kaydı ve onun pürüzsüz, çıplak bacaklarında oyalandı. Vücut ısısı yine artmaya başlamıştı! Bu halde mi kapıyı açıyordu?
Karun’un yoğun bakışları Bige’ye kendisini çıplak hissettirdiği için bir eliyle göğüslerinin üzerindeki havluyu tuttu. Onunla evli olabilirdi ama bu havlunun düşmesini istemiyordu. “Ne bakıyorsun, aynısı nişanlında da var,” dedi huysuz bir sesle. O böyle bakınca utanmıştı.
Adamlarının koridorda belirdiğini görünce Karun onu odaya iterek içeri girdi. Kapıyı kapatmak için fazla beklememişti. Adamların karşısında küçük bir havluyla durmasını istemiyordu. “Odama böyle giremezsin!” diyen kadına doğru dönerek kaşlarını çattı. “Bu yerin Duha’ya ait olduğunu biliyor muydun?” Bir çılgınlık yapmadan önce onun neyi bilip bilmediğinden emin olmalıydı.
Saka’nın irice açtığı kahverengi gözleri ve aralıklı duran dudakları aradığı cevabı ona vermişti. Bilmiyordu. “Duha’nın mı?” derken şaşkınlığı sesine yansıyordu. Aptal kadın kimin yerinde olduğundan bile haberdar değildi.
Karun’un gözleri onun ellerine kaydı. Herhangi bir yara izi görmeyince rahat bir nefes aldı. Anlaşılan elini kesmesi de yalandı. Biraz makyaj ve biraz da boyayla avucunda istediği yarayı yapabilirdi. Makyaj konusunda çok iyiydi. Bilmeden yaptığı bir hata olduğunu anlayınca biraz sakinleşti. “Toparlan gidiyoruz.” Gözleriyle onun çıplak vücudunu işaret etti. “Önce giyin!”
Bige inatçı bir tutum sergileyerek birkaç adım geriye çekildi. “Kimin yeri olduğu umurumda değil, hiçbir yere gitmiyorum. Senin düşmanların ama benim değil,” dedikten sonra saçlarının suyunu almak için yatağın üzerinde duran havluyu aldı.
“Sen beni anlamıyor musun?” Karun aralarındaki mesafeyi kapatıp onun karşısında durdu. “Evli olduğumuz sürece benim düşmanlarımın ilk hedef alacağı kişi sensin!” diye ona sesini yükseltti.
“Boşanacağız biz,” dedi Bige. “Açtım davayı.”
“Ama henüz boşanmadık! Burada kalamazsın zorlama, Saka!”
“Ya ben çok kalmayacağım ki zaten,” dediğinde havluyla saçlarının ucunu kuruluyordu. “Giyindikten sonra uçak biletimi alıp Adana’ya döneceğim. O yüzden lütfen bir süre beni rahat bırak,” dediğinde Karun’un yüzünde alay dolu bir ifade oluştu. Ondan boşanmadan gerçekten Adana’ya geri döneceğini mi düşünüyordu? Ya da Karun’un buna izin vereceğini? Hayal kuruyordu!
Şaşırtıcı bir şekilde Karun bu sefer karşı çıkacak hiçbir şey söylemedi. Üzerine gittikçe kalmak için daha fazla inat edeceğini anladığı için sessizliğe bürünmüştü. Aklında farklı planlar olduğu için tek kelime etmeden odadan çıktı. Kapıyı arkasında sertçe kapatarak koridorda onu bekleyen adamlarına doğru yürüdü. “Kuş uçmayacak burada, Celil!” dediğinde Celil’in gözleri Bige’nin kapısını bulunca, “Karım olan kuştan bahsetmiyorum lan!” diye onu tersledi. “Kimse ona üç adımdan fazla yaklaşmayacak. Otele girip çıkan herkesi kontrol edin hatta yediği yemekleri bile!”
Karun, Bige’nin hemen yan tarafındaki odayı işaret etti. “Bu odayı benim için hazırlatın buralarda olacağım!” dedikten sonra asansöre yürüdü. Mademki Duha onun karısını kovmuyordu o halde Duha’nın bunu yapmasını sağlardı. Karısı buradan ayrılmadan hiçbir yere gitmeyi düşünmüyordu.
Asansöre binmeden hemen önce Kenan’ı arayıp, “Bugün için Adana’ya giden tüm uçakların biletlerini al,” dedi hızlıca. “Bir tane bile boş yer kalmayacak!” dedikten sonra telefonu kapattı. Demek gidecekti ha? Gidebiliyorsa gitsin bakalım!
Korumalar şaşkın bir şekilde onun arkasından bakarken Furkan gözlerini belertti. “O da mı Duha’nın otelinde mi kalacak?”
Nedim hayıflanarak, “Kadınlar gerçekten çok korkunç,” diye sızlandı. “İnsana yapmam dediği her şeyi yaptırıyorlar.”
“Kalender çifti şimdi Duha’nın otelinde farklı odalarda mı kalacak?” diyen İsa hepsinin gözden kaçırdığı küçük bir detayı onlara hatırlattı. “Bu dışarıya sızarsa herkes aralarındaki evliliğin iç yüzünü öğrenir. En başta da Duha,” dediğinde hepsi gerginlik içinde birbirine bakmaya başlamıştı. Şimdi ne yapacaklardı?
Karun bu kadar sinirliyken bunu düşünecek durumda değildi. Ancak ayrı odalarda kalmaları medyaya sızarsa bu uzun süre konuşulurdu. Sinek küçük ama mide bulandırırdı. Bu konuda bir şeyler yapılmalıydı. Celil’de onlar gibi düşündüğü için telefonu çıkartıp olan biteni hızlıca Kenan’a anlatmaya başladı. Karun ile ilgili çoğu kararı vermekten çekinmeyen tek kişi Kenan’dı. O ne yapılması gerektiğini bildirdi.
Celil her şeyi anlattıktan sonra sessizliğini koruyarak Kenan’ın bir şeyler söylemesini bekledi. Küçük bir sessizlikten sonra Kenan, “Karun için oda tutmayın karısının odasında kalsın,” dediğinde sesi keyifli geliyordu. “Merak etmeyin ben onu arayıp durumu izah ederim. İkna olacaktır,” dedikten sonra Celil rahat bir nefes alıp telefonu kapattı.
Hoparlörden Kenan’ın söylediklerini hepsi duymuştu. Bu yüzden Furkan daha çok endişelenmeye başladı. “Aynı odada mı kalacaklar?” dediğinde bu konuda onu korkutan çok şey vardı. “Odada katliam çıkar. Ateş ve barut gibiler.”
Nedim sırıttı. “Tam tersi şeylerde olabilir,” dedi. “Sonuçta ateş ve barut yan yana gelince alev alır.”
“Zevzekliği bırakıp işinizin başına dönün!” Celil onları azarlayınca koridordaki yirmi adam gülerek aldıkları son komutu yerine getirmek için dağıldı. Patronları için Duha’nın mekânında güvenliği sağlamalılardı. Son zamanlarda hiç olmayacak şeyler yapmaya başlamışlardı.
***
Son aldığı haberlerden sonra Duha’nın keyfine diyecek yoktu. Ta ki Karun’un da otele yerleştiğini duyana kadar. Bige otelden ayrılmayı kabul etmemiş olacak ki o da kalmaya karar vermişti. Kalmasında sorun yoktu ama dakika başı Duha’yı arayıp canını sıkmayı bırakmalıydı. Bir saattir onun otelindeydi ve bu bir saatte onu tam üç kez aramıştı! Önemli bir toplantının ortasındayken masanın üstünde duran telefonu tekrar çalınca tüm gözler ona döndü.
Duha artık sinirden duvarları yumruklayacak raddeye gelmişti. Kadem kimin aradığını bildiği için gülmemeye çalışarak, “Ben devam ederim,” diye telefonu işaret etti. “Sen bak istersen.”
Duha sinirli bir şekilde masadaki telefonu alıp ofisten dışarı çıktı. Telefonu açarak boş bir ofise geçti. “Seni engellemem için şansını fazla zorluyorsun, Kalender!” dediğinde kapıyı sertçe kapatmıştı.
Elay’ın irkilerek ayağa kalktığını görünce içinden Karun’a küfretti. Onu korkutmuştu. Bakışlarını yumuşatmaya çalışarak, “Yemeğini yemeye devam et,” dedi. Elay evde çok sıkıldığını söylediği için onu yanında şirkete getirmek zorunda kalmıştı. Aksi takdirde psikoloğuyla olan randevulara katılmayacağını söylemişti. Birkaç terapiden sonra biraz toparlamaya başlamıştı.
Elay başını sallayıp önündeki yemeğe dönmüştü ki Karun’un, “Bu yemeği yiyemem,” diyen sesini duydu. “Fazla pişmiş.” O da mı yemek yiyordu?
“Söyle adamlara sana yenisini getirsinler,” diye kızıp Elay’ın karşısındaki koltuğa oturdu. “Oranın yemeklerini beğenmiyorsan kaldır kıçını ve gidip kendi yerinde ye!”
Elay, “Hayır, yemek çok güzel,” dedi şaşkınca. “Beğenmediğimi söylemedim.”
Elay’ın neyden bahsettiğini anlamamıştı ki telefonu cebine koyduğunu hatırladı. Şu anda kulağındaki kablosuz kulaklıkla görüşmeye devam ediyordu. Elay’a kulağını işaret edip, “Karnını doyur daha şantiyeye uğrayacağız,” dedi.
“Şantiye mi?” diyen Karun’un sesini duydu. “Bildiğim kadarıyla ortak bir iş yapmıyoruz.”
“Sana söylemedim!”
Başını kaldırıp şaşkınca ona bakan Elay, “Duha sen iyi misin?” dedi o yumuşak sesiyle. “Bana ne söylemedin?”
Hatlar karıştığı için sinirlenen Duha, “Güzelim sen artık şu yemeğini zıkkımlanır mısın?” diyerek ona önüne dönmesi gerektiğini söylemeye çalıştı.
Fakat üzerine alınan Karun’un, “Oraya gelir senin ecdadını sikerim piç!” diyen kızgın sesini duydu. “Sen kime güzelim diyorsun!”
“Oğlum sana demedim lan!”
“Oğlun mu?” Elay kaşlarını çattı. “Önce güzelim diyorsun sonra da oğlum mu?” Ellerini kaldırıp kendisini gösterdi. “İyi bak erkek miyim ben?”
Duha hızlıca başını iki yana salladı. “Erkek değilsin.”
Bu seferde Karun’un kükreyen sesini duydu. “Senin o ağzın ne diyor orospu çocuğu! Kimin erkekliğini sorguluyorsun piç kurusu! Celil topla adamları şu itin mekânını basmaya gidiyoruz!”
“Lan zaten benim mekânımdasın!” diye bağırdı Duha.
“Celil kurşuna dizin burayı!” diyen Karun’un kızgın sesini duydu. “Önce karımı dışarı çıkartın sonra yıkın!”
“Yemedik şirketini!” diye bağıran Elay elindeki kaşığı Duha’nın kafasına fırlattı. “Anladık senin mekânın, ne bağırıyorsun bana!”
Duha çıldırarak ayağa kalkıp başını çevirerek kulağındaki kulaklığı Elay’a gösterdi. “Telefonla konuşuyorum, Elay telefonla!” diye ona kızarak ellerini sinirle saçlarından geçirdi. “Sana söylediklerimi Karun üzerine alıyor, ona söylediklerimi de sen!” dedikten sonra telefonu çıkartıp görüşmeyi sonlandırdı. Bu açıklama her ikisi için de yeterli olmalıydı!
Elay önce olanları anlamadı ama burada dönenleri idrak edince kıkırdadı. “Bunu önceden söylemeliydin.” Kulağını işaret ederek zaten söylemişti!
Duha çok fazla strese girdiği için sol göğsünde bir anda nefesini kesecek bir sızı oluştu. Yeni bir krizin yolda olduğunu anlayınca Elay’a yansıtmadan dışarı çıkmak istedi. Lakin attığı ilk adımıyla bacaklarındaki uyuşma yüzünden sendeledi. Elay’a sırtını dönüp kendini zorlayarak masaya doğru bir adım atmayı başardı. Sol göğsüne elini bastırırken acıdan inlememek için dişlerini sıkıyordu. Hemen arkasında Elay’ın ağlamaklı sesini duydu. “Abi yeni bir kriz daha mı?” dediğinde Duha güçlükle yutkundu. Yeni derken? Öncekileri ne zaman gördü ki?
Elay onun yanına gelip acıdan kasılan yüzüne bakınca gözleri doldu. “Bir aydır aynı evin içinde yaşıyoruz,” diye fısıldadı. “Kadem’den saklayabilirsin ama benden değil. Bir doktor hasta birini hemen tanır. O gün hastane odasında karşılaştığımızda aslında doktora gelmiştin, değil mi?” Nemli gözleri Duha’nın göğsünde oyalandı. “Kalp krizi belirtileri bunlar,” dediğinde Duha yakalandığı için başını salladı. Bir doktordan böylesine ciddi bir şeyi uzun süre saklayamazdı.
Acının dinmesini beklerken vücudu kaskatıydı. “Oturmama yardım et ve mümkünse konuşmaya devam et,” dediğinde hızlı hızlı nefesler alıyordu. Elay’ın sesinin sakinleştirici bir etkisi vardı.
Elay, Duha’nın kolunu omzuna koyarak ondan destek almasını sağladı. Duha ona tutununca Elay’ın yardımıyla kendini en yakın koltuğa atmayı başardı. “Derin derin nefes almaya çalış.” Elay bir yandan ona komutlar veriyor, bir yandan da Duha’nın boynundaki kravatı açıyordu. Bunu yaparken gerekli gereksiz birçok şey söyleyip Duha’nın istediği gibi konuşmaya devam ediyordu.
Narin parmakları Duha’nın gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Çektiği acının içinde bile Duha’nın kaşlarını çattığını görünce, “Daha rahat nefes alman için,” diye ona küçük bir açıklama yaptı. “Ben senin kız kardeşinim benden çekinmeyi bırak,” dediğinde Duha artık kardeş olmadıklarını ona anlatmaktan vazgeçmişti. Ne kadar anlatırsa anlatsın bu gerçek girmiyordu Elay’ın kafasına!
Gömleğin ilk üç düğmesini açtıktan sonra Elay ondan uzaklaşıp hızlı adımlarla masaya yürüdü. Bir bardak su doldurup onun yanına geldi. Duha’nın titremeleri hâlâ devam ettiği için Elay onun üzerine eğilerek su içmesine yardım etmişti. Suyu içince bardağı Duha’nın dudaklarından çekerek, “Doktorlar ne teşhis koydu?” diye sordu.
Duha parmaklarının ucunu su bardağına batıran kadını yorgun gözlerle izliyordu. “Kalp yetmezliği,” dediğinde komik olmamasına rağmen gülmeye çalıştı. “Kalp nakli için ismim listede.” Kim bilir ne zaman sıra ona gelirdi. Tabii o zamana kadar yaşıyor olursa.
Bardakta kalan suyla parmaklarını ıslatan Elay, “Bu kadar umutsuz olma,” dedi. Islattığı parmaklarını Duha’nın boynuna sürüp onu rahatlatmaya çalıştı. “Hayat mucizelerle dolu.”
“Kendi mucizeni kendin yaratırsın,” diyen Duha boynuna temas eden parmakların sahibini izliyordu. “Bir şeyleri istiyorsan almayı bileceksin ama sana göre boş işler bunlar.” Rengin’den sonra yaşamanın bile eski tadı yoktu. Bir erkeğin sevebileceğinden daha fazla onu sevmişti. Ancak elinde kalan tek şey koskoca bir hayal kırıklığı ve derin bir kalp ağrısıydı.
Rengin yüzünden bir daha ne bir kadını sevebilirdi ne de ona güvenebilirdi.
Bazen Bige’yi o kadar iyi anlıyordu ki. Serhat ve Rengin aynıydı. İşin trajik tarafı kendi başına gelen acının aynısını Bige’ye yaşatan da Duha’dan başkası değildi. Elay’a ise daha fazlasını yaşatmıştı. Duha aşağılık herifin tekiydi. Belki de iflas etmek üzere olan kalbi canını yaktığı iki kadının ahıydı.
İç çekerek Elay’ın boynundaki elini tuttu. Onun gözlerine bakarken içi pişmanlıkla dolmuştu. “Bana yardım etme bunu hak etmiyorum,” dedikten sonra ayağa kalkmak için kendini zorladı. Biraz daha iyi hissettiği için dışarı çıktı. Elay ve Bige’yi tanımaya başladıkça kahrolası vicdanının sesini daha çok duymaya başlamıştı.
İkisinden de kurtulmayı o kadar çok istiyordu ki!
***
Duha genelde hep sakin bir adam olmuştur, öfkeli olan çoğunlukla Karun’dan başkası değildi. Fakat sabahtan beri Karun yüzünden sinir krizleri geçirmeye başlamıştı. Bige evden ayrılıp o kadar yer varken kalmak için Duha’nın otellerinden birine gitmişti. Karun’un oteli hemen Duha’nın otelinin karşısındaydı ama Bige, Duha’nın oteline gitmişti. İtiraf ediyordu bunu ilk duyduğunda sevinmişti çünkü Karun’un sinirden köpüreceğini çok iyi biliyordu. Fakat o piç kurusu sadece kızmakla kalmamış, bir de Duha’nın oteline yerleşmişti.
Otele yerleştiğinden beri istekleri hiç bitmiyordu. Puşt herif otel çalışanları yerine onu arayıp sürekli isteklerini sıralıyordu! Araba otelin otoparkına girince yine Karun’un aradığını görüp çıldırdı. “Ne var lan it!” diye arabadan indi. “Yine yemeğin suyu mu fazla?”
Kadem ile asansöre girdiklerinde Karun’un, “Viskimin içinde kıl çıktı, içemem ben bunu,” dediğini duyunca yanına sakinleştirici ilaçlarını almadığı için çok pişmandı.
Kaşlarını kızgınlıkla çatıp, “Kendini viskinin içine mi attın?” diye sordu sinirli bir sesle. “Senden başka kıl herif tanımıyorum!”
“Lobideyim ve bu viskiyi içmeyeceğim. Ara çalışanlarını yenisini getirsinler,” dediğinde telefonu Karun’un suratına kapatıp asansörün düğmesine bastı. Dişlerinin arasından, “Kadem!” diye yanındaki adama döndü. “Bu orospu evladını otelimde istemiyorum!”
Kadem gülmemek için kendisiyle cebelleşirken bunu ondan gizlemeye çalışıyordu. “Abi koskoca Karun Kalender’i otelden kovamayız ya.”
“Kovdum zaten ama gitmiyor! Karısı gitmedikçe de gitmez. Bige’yi evine göndermenin bir yolunu bulmalıyız.” O inatçı kadın daha fazla Duha’nın sinirleriyle oynamadan evine dönmeliydi. Onu Karun’un başına bela olsun diye bulmuştu ama o, sadece kocasına değil Duha’ya da kök söktürüyordu!
Asansörün kapısı açılınca hızlı adımlarla lobiye yürüdü. Karun özel localardan birinde içecek kadar rahatına düşkündü. Geldiğinden beri otelin her yerinde sorun çıkardığı için şimdi de sıra lobiye gelmiş olmalıydı. “Bu oteli Karun gelip yiyip içsin diye yaptırmadım!” dediğinde Kadem güldü. “Haklısın çünkü bu oteli yolun hemen karşısında Karun’un oteli var diye yaptırmıştık.”
“Uçağımı düşürmüşlerdi, Kadem!”
“Ama öncesinde biz onların gemisini batırmıştık, değil mi abi?”
“Ulan inşaat halindeki binayı patlatan kimdi?”
Kadem kafası karışmış bir halde ona baktı. “Biz onların su vanaları patlattıktan sonra olmamış mıydı o olay?”
“Ama öncesinde onlar da bizim depodaki mallarımızı sabote etmişti,” diyen Duha haklılığını kanıtlamaya kararlıydı.
Kadem güldü. “Tabii onun öncesinde biz onların gümrükteki tırlarını sabote etmiştik.”
“Katıldığım ihaleyi kazanan kimdi lan!”
“Sende adamın kullandığı saatin aynısı alıp takmasaydın.”
“Kadem!” diye bağırıp yanında yürüyen adama ters ters bakınca Kadem gülüşünü saklamak için başını eğdi. “Affedersin abi,” deyince Duha, “Affetmeyeceğim bir andasın sus, Kadem!” diye bağırıp elinde tuttuğu telefonu kırmak ister gibi sıktı. Bu piç onun dostu mu yoksa düşmanı mı, hiç belli olmuyordu!
Nerede kafadan çatlak insan varsa hepsi onun başındaydı!
Lobiye girdiklerinde Karun’u gördü. Koltuğuna rahatça yaslanıp gazetesini okuyordu. O kadar rahattı ki sanki kendi otelinde sefa sürüyordu. Duha yürüyüp onun karşısındaki koltuğa oturur oturmaz, “Seni kovuyorum git otelimden!” dedi.
Kadem’e olan sinirini birinden çıkarmalıydı.
Karun rahatından hiç ödün vermeden başını yavaşça kaldırıp boş gözlerle Duha’ya baktı. “Sen beni kovamazsın, Tunus,” dedi sakince. “Kimse beni kovamaz geç bunları.”
Duha’nın boğazında hırlamayı andıran bir ses çıktı. “Ulan it otel benim değil mi?” diye kaşlarını çattı. “Seni kovma hakkına sahibim.”
Karun elindeki gazeteyi katlayıp ortadaki küçük masanın üzerine koydu. Ayaklarını masanın üstüne uzatıp arkaya iyice yaslandı ve kollarını ensesinde birleştirdi. “Burada kovacağın tek kişi benim karım,” dediğinde zerre kadar keyfinden ödün vermiyordu. “Onu buradan göndermeyeceksen sesinle başımı ağrıtma.”
“Bana posta koymayı bırak it herif!” diyen Duha ona karşı sabırlı olmaya çalışıyordu. “Karının ne kadar inatçı olduğunu biliyor olmalısın. Sana rağmen otelde ayrılmadığına göre onu kızdıracak bir şeyler yapmış olmalısın.”
Karun sırıtarak, “Bu benim sorunum değil,” diye bacaklarını iyice masaya uzattı. “Onu göndermenin bir yolunu bul.”
“Seni göndermenin bir yolunu bulduktan sonra neden olmasın.”
“Sızlanmayı bırak, Tunus,” diyen Karun sinir bozucu bir şekilde güldü. “Otelinde kalmam bile senin için büyük bir onur olmalı.”
Verdiği onuru da alıp gitmeliydi!
Tüm gün Karun ile uğraşmak Duha’nın sinirlerini bozduğu için gülerek başını iki yana salladı. Akşama kadar olur olmadık şeyler yüzünden kırk defa aramıştı. “Kadem bize iki viski söyle.” Karun’u sağlam bir kafayla çekemezdi.
Karun’u evlendirdiği yetmezmiş gibi bir de onun ailevi sorunlarıyla uğraşıyordu!
Akşamın erken saatleri olmasına rağmen içmeye başladılar. İçkilerin biri gelip biri giderken iki tarafın adamları şaşkınlık içindeydi. Lobi tamamen ikisi için kapatılmıştı. İçki getiren garsonlar dışında korumalar bu alana kimseyi almıyordu. Şu zamana kadar iş dışında bir kez bile aynı masaya oturmayan iki adam bugün karşılıklı kafayı buluyordu. Kiminle içtikleri onlar için önemli değildi sanki ikisinin de biraz dağıtmaya ihtiyacı vardı.
Aslında aynı masada bu kadar uzun kalmalarının bir sebebi de yine yarışacak bir şey bulmuş olmalarıydı. Çünkü bu seferde ilk kimin yıkılacağını merak ettikleri için içiyorlardı. Her konuda yarışacak bir şeyler mutlaka buluyorlardı. Karun viskisini yudumlarken kadehini dolduran Duha’ya, “Zorlama istersen,” dediğinde sesi sarhoş çıkıyordu. “Bana karşı bir şansın olmadığını biliyorsun.”
Duha kadehini doldurup arkasına yaslandı. “Bunu birazdan yığılacak adam mı söylüyor?” Tıpkı Karun gibi Duha’nın da sesi onun ne kadar sarhoş olduğunu ele veriyordu.
Çok fazla içtiklerinde olsa gerek gece uzadıkça yavaş yavaş bir sohbetin içine çekilmeye başlamışlardı. Ayık olsalar birbirlerine selam dahi vermezlerdi ama içkinin uyuşturduğu beyinleri kısa bir süreliğine aralarındaki düşmanlığı unutturmuştu. Duha esneyerek, “Çok geç oldu,” diye mırıldandı uykulu gözlerle. “Seni bekleyen bir karın yok mu?”
“Var mı?” diyen Karun’un mavileri durgunlaştı. “Boktan bir evliliğim var.” Bir an önce boşanmak ve tüm bu karmaşadan kurtulmak istiyordu. Ama boşanmayı istemeyen bir yanı da var gibiydi. Artık ne istediğini bilmiyordu.
“Daha önce bir kadın sana seni koruyacağını hiç söyledi mi?” Karun’un düşünceli bakan gözleri onun üzerinde oyalanınca Duha sessizliğini korudu. “Saka bana bunu söyledi.” Güldü. “Güzel ve naif bir kadın beni nasıl koruyabilir ki? Kuş gibi bir sıkımlık canı var ama karşıma geçip beni koruyacağını söylüyor.” Gülüşü büyüdü. “Bir de bakıyorsun beş dakika sonra elinde bir silah ve o silahı düşmanlarından birine doğrultmuş.” Açık arttırmanın olduğu geceyi hatırlayınca gülerek başını salladı. “Çeyrek Mafya her dediğini de yapıyor.”
Duha, Karun’un gülüşündeki derinliği görünce sertçe yutkundu. Ondan bahsederken adeta gözlerinin içi gülüyordu. Karun’u daha önce de gülerken görmüştü ama böylesini ilk kez görüyordu. “Rengin ne olacak?” dedi birdenbire. “Onun ne düşündüğü hiç mi umurunda değil?” Bu planı Rengin, Karun ile evlenmesin ve yaşattığı kadar acı çeksin diye yapmıştı. Fakat aldığı yüksek doz alkol direndiği tüm duyguları tekrar gün yüzüne çıkarmıştı. Bir yanı hâlâ Rengin’i düşünüyor, acı çekmesini istemiyordu.
Karun boş kalan parmağını gösterdi. “Ayrıldık.” Artık parmağında onun yüzüğünü taşımıyordu.
Karun’un parmağına bakan Duha’nın nihayet istediği olmuştu ve ikisi ayrılmıştı. Duha beklediği gibi mutlu olmadı. Ona tüm yaşattıklarından sonra gerçekten Rengin’i affedebilir miydi? Bu plana başlarken geri dönse affederim diyordu. Peki, Duha gerçekten onu affedebilir miydi? Hadi affetti diyelim, yine eskisi gibi ona güvenebilir miydi? Ona sırtını dönünce tekrar onu aldatmayacağından nasıl emin olacaktı?
“Zor,” diye mırıldanıp elindeki kadehi kafasına dikip hepsini içti. Kadehi sert bir hareketle masaya koyarken, “Çok zor,” dedi acı çeken bir sesle. Bir zamanlar onlar için her şey çok kolayken şimdilerde Rengin imkânsız bir hale getirmişti.
“Zor olan nedir?” diye soran Karun’un merak dolu bakışları onun üzerindeydi.
“Her şey,” dediğinde içinden sürekli konuşmak geliyordu. Alkolün etkisiyle iyice sersemlediği için başını kaldırmak için kendini zorladı. “Onu benden çalan sensin” dediğinde lobideki herkes buz kesti, Kenan ve Kadem korkuyla göz göze geldi. “Planlarımın içinde senin mutluluğun yok.”
Karun kaşlarını belli belirsiz çattı. “Ne planı?” diye sordu soğuk bir sesle. “Kimi senden çaldım?”
Yorumlar