Roman
  • 01/12/2025

16-ON BİR MİLYONLUK ÖPÜCÜK

“Kanatların kırık ama sen hâlâ uçmaya çalışıyorsun. Bir merhem yok ama büyük bir düşüş kaçınılmaz.”

Odamın balkonuna kendim için küçük bir çilingir masası kurarak içiyordum. Görünürde tek başıma içiyordum ama yalnız değildim. Gökyüzünün simsiyah bağrından beni uzaklaştıran tek şey balkonun ışıklarıydı. Tam karşımda yakında boşayacağım kocamın oteli duruyordu ve ikinci katta tıpkı benim gibi balkonda tek başına içen bir kadın vardı. Alt katlar tamamen eğlence aktiviteleriyle dolu olduğu için kaldığım otelde oda numaraları ikinci katta başlıyordu. Bu yüzden on üç numaralı odada olmama rağmen ikinci katta kalıyordum. Karun’un otelinde de aynı sistem var mı, bilmiyorum ama tam karşımdaki odada da bu saatte içen biri vardı.

Balkonun şeffaf camları ikimizin de ne yaptığını karşımızdakine gösteriyordu. Ben muhtemelen beni çok kötü çarpacak içkilerden biri olan brendi içiyordum. O ise çoğunlukla erkeklerin parmaklarında güzel duran rakı. Bu uzaklıkta bile bardağındaki kireç beyazlığındaki içkiden bunu anlıyordum. Babamın çoğunlukta içtiği bir içkiyi karşı balkondaki bir kadın tek başına içiyordu.

Hava karanlıktı ve onun balkonundaki ışık daha kısıktı. Bu yüzden yüzünü çok iyi göremiyorum ama gece rüzgârının dağıttığı saçlarının rengini seçebiliyordum. Siyahtı. Farkında değildi ama bu gece içerken bana eşlik ediyordu. Yolun karşısındaki balkonda oturan yabancı bir kadını bu gece dertlerime ortak kılmıştım.

Yoldan geçen arabaların çıkardığı korna sesleri suskunluğumu yarıp geçiyor, zihnimdeki siren sesleriyle örtüşüyordu. Masadaki telefonda çalan Fikrimin İnce Gülü şarkısı sustukça yeniden başa sarıp çalıyordu. Arayan kişi telefonun sahibinden bir ses duymak ister gibi tekrar ve tekrar arıyordu. Arayan kişi iflah olmaz bir deliydi. Evet, arayan kişi bendim ve evet, telefonumu kulağıma tutuyordum.  

Bir kulağımda açılmayan bir telefonun çıkardığı bilindik ses, diğer kulağımda Fikrimin İnce Gülü şarkısı. Rüzgârın nemli havayla karıştığı kuru ayazı içime çekip, “Olmuyor, Begüm Hanım,” dedim sitemli bir iç çekişle. Masada ışığı yanan annemin telefonuna bakıp, “Bu yaptığın hiç olmuyor,” dedim. Telefonu açmana o kadar hasretim ki.

Kalbimin odacıklarına ılık ılık aktı kaybımın yası ve gözlerim bir kez daha doldu. Uzanıp tek bir düğmeyle annemin telefonundan çağrıma cevap verdim. “Merhaba anne,” derken sessim her zamankinden daha cılız ve zayıftı.

“İki hafta sonra kızın yirmi altı olacak,” diye güldüm. “Yirmi yediyi görüp görmeyeceğim bile meçhul.”

Annemin açmadığı telefon yüzünden sağ kolum uyuştuğu için telefonu sol koluma aldım. Sağ elimi masanın üstüne koyarak kolumu dinlendirmeye başladım. “Şimdilerde seni çok özlüyorum,” diye mırıldandım içimi burkan bir acıyla. “Seninleyken her şey fazla kolaydı.” Hayatımdaki tüm zorlukları benim için kolaylaştıracak sihirli bir yanı yok değildi.

“Babam bilmiyor, ona söylemedim Gazel’de söylemedi.” Rüzgâr fısıltımı babamın kulağına götürecekmiş gibi korkuyordum. “Öğrenecek diye hep korktum ama hiç öğrenmedi,” dediğimde gözlerimden dudaklarıma süzülen tuzlu gözyaşının tadını alıyordum. “Katilini doğurduğunu hiç bilmedi.”

Annemin beni affetmesine ihtiyacım vardı. Sanki yaptığım şeyin bir affı varmış gibi...

“Doğum günüm yaklaşıyor ama mutlu değilim,” dedim kederli bir sesle. “Sekizinci yaş günümde bir patlamayla tüm arkadaşlarımı katlettim. On üçüncü yaş günümde ise seni.” Ağlamaklı gözlerle masadaki telefona bakarken, “Peki, yirmi altıncı yaş günümde kimlerin kanına gireceğim?” diye sordum korkuyla. Bu seferki 13 Haziran benden kimleri alacaktı ya da kimlerden beni?

Her 13 Haziran için Carlos’un benim için unutulmaz planları olurdu.

Beni doğduğum güne pişman etmeyi her defasında iyi biliyordu.

Odamın kapısında üst üste gelen gürültülerle annemle olan konuşmama son vermek zorunda kaldım. İki telefonu da boş sandalyenin üstünde duran çantanın içine koydum. Daha sonra masamdaki yarım kadehi alıp ayağa kalktım. Balkondan çıkacağım esnada karşı oteldeki balkondan gelen köpek havlama sesleri duydum. Karşı oteldeki kadının masasının üstüne çıkan köpeği görünce sertçe yutkundum. Bir köpeği mi vardı?

Kadeh parmaklarımın arasında süzülüp yere düşerken kırılma sesleri kulağıma geldi. Bana doğru havlayan köpeğe bakarken gözlerimden bir damla yaş daha süzüldü. Aralanan dudaklarımda kendi köpeğimin, “Kıtmir,” adı kısık sesle dökülmüştü. Benim olduğum yöne bakıp havlaması bana yıllar önce yitirdiğim köpeğimi hatırlatmıştı.

Sekiz yaşında yaşanan patlama yüzünden sık sık geçici körlükler yaşıyordum. Öyle anlarda tamamen kör oluyordum. Babam benim için bir köpek alıp eğitmişti. Kırmızı ışıklarda falan beni uyarıyordu. Elimde bir değnekle dışarı çıktığımda önümde bir şey varsa veya bana doğru yaklaşan bir tehlike varsa o köpek havlayıp beni uyarıyordu. Çok uysal bir kurt köpeğiydi. Beş yıl boyunca yani ben on üç yaşına gelene kadar benim en yakın arkadaşım olmuştu. Ama çok yaşlandığı için o yıl doğum yaptıktan sonra ölmüştü. Onun ölümüne çok ağlamıştım çünkü benim için aileden biri gibiydi.

Babam sepetteki dört yavrusuna bakıp annesine en çok benzeyen yavruyu benim için seçmişti. Diğer yavruları komşularımıza dağıtmıştı. Fakat benim için seçtiği erkek köpek annesi gibi değildi fazla inatçıydı. Babam onu eğitirken gerçekten çok zorlanmıştı çünkü hiç söz dinlemiyordu. Üstelik Kıtmir adı verdiğim küçük yavruya bende hiç alışmamıştım. O dönem onu gördüğüm her yerde tekme atmamak için kendimi zor tutuyordum. Zaten o da beni gördüğü her yerde bana hırlıyordu. Kahverengi tüylerinden tutup duvara fırlatmak istediğim çok oluyordu.

Ne zaman onunla dışarı çıksam ya beni bir şeylerin üzerine çekiyordu ya da arabaların geçtiği yola çekiyordu. Baş belası köpek sanki bana suikast planlıyordu. Bir seferinde akşam yemeğinde beni bacağımdan ısırmıştı. Üzerime atlayıp bende onu ısırdığımda annem ve babam bizi zor ayırmıştı. O gecenin sonunda ben hastaneye o da veterinere gitmek zorunda kalmıştı. Ertesi sabah ikimizde bacağımızda bir sargıyla eve döndüğümüzde hâlâ birbirimize hırlıyorduk.

Güya benim köpeğimdi ama benim dışımda evdeki herkesle iyi anlaşıyordu!

Ben on üç yaşındaydım ama o, daha bir yaşında bile değildi. Küçücük boyuyla felaket ötesi bir yaratıktı. O yıl annem öldü, Gazel hepimizden vazgeçti ve bir gece gizlice evden kaçtı. Fakat ablam giderken yanında Kıtmir’i de götürmüştü. Bunu ne için yaptığını hiç anlayamadım. Canımı yakmak için mi yoksa yavru köpeği benden korumak için mi? Kıtmir ile anlaşamıyor olabilirdim ama ablam onu ne kadar çok sevdiğimi iyi biliyordu.

Hatta bir seferinde sokakta bir pitbull ona saldırmıştı ve ben onu korumak için az kalsın ölüyordum. Onu kucağıma alıp kaçarken bir motor bana çarpmıştı. Evet, çoğu zaman onu tekmelemek istiyordum ama bu, onu sevmediğim anlamına gelmiyordu.

Şu anda on üç yaşında olmalıydı ve beni korkutan da tam olarak buydu çünkü kurt köpekleri ortalama on üç yaşına kadar yaşardı. On üç sayısı duvara çakılmış paslı bir çivi gibi hayatımın merkezindeydi. Tıpkı saka kuşlarının da on üç santim büyüklüğünde olduğu gibi. 13 Haziran’da arkadaşlarımı kaybettim ve on üç yaşına girdiğimde annem öldü. Bu sayının tüm uğursuzluklarını mıknatıs gibi üzerime çekiyordum.

Kapım yumruklanmaya devam ediyor, karşı balkondaki köpek bana havlıyor ve ben, öylece duruyordum. Kadın ise beni izler gibi rakısını içmeye devam ediyordu. Onun olduğu kısım bu kadar karanlık olmasaydı belki yüzünü görürdüm. Bu uzaklıkta yüz hatlarımı görmeyeceğini bile bile gözlerimle bana havlayan köpeği işaret ettim. “Ona iyi bak,” diye iç çektikten sonra çantamı alıp balkondan çıktım.

Acaba ablam Kıtmir ile ne yaptı? Köpeğim belki de şimdiye çoktan ölmüştü.

Kırılan kadehin üzerine basmamaya çalışarak balkondan çıktım. Bunu yaparken duvardan destek falan almadım çünkü körkütük sarhoş değildim. Odaya girince çantamı koltuğun üzerine attım. Zamansız gelen misafirlerden nefret ediyorum. Kapım hâlâ yumruklanmaya devam ediyordu. Kısık sesle kapıdakine söylenerek kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açar açmaz rotasını şaşıran bir yumruk yüzüme doğru geldi. Tek yaptığım elimi kaldırmak ve yüzüme değmek üzere olan yumruğu tutmaktı.

Hızlı bir şekilde elimi kaldırmıştım. Yüzümün önünde parmaklarımı açmış ve benim için bir tehdit olan yumruğu avuçlarımın içine hapsetmiştim. Biraz sarhoş olabilirim ama reflekslerim her durumda çalışırdı. Bir tehdit sezdiğim için savunma mekanizması beni dürttü. Avucuma hapsettiğim yumruğu sertçe çevirip bileğinden kıracaktım ki Karun’un mırıltısını duydum. Başımı kaldırınca tam karşımda onu görünce afalladım. “Bana vurmayı mı düşünüyordun?” dediğimde şaşkınlığım sesime yansıyordu. Eğer öyleyse kırarım ben bu eli, yaparım yani.

Tuttuğum yumruğa bakarken benden daha çok afallamış durumdaydı. Mavi gözleri donuk ve şaşkındı. Konuşmak için ağzını açtı ama söyleyecek hiçbir şey bulamadı. Gerçek anlamda şaşkındı. Kapıya atılan bir yumruğu son anda yakaladığımı anlayınca elini bıraktım. Bana vurmayı istememişti. “Sorun değil bu tür kazaları önleme becerisine sahibim,” diye onu sakinleştirmeye çalıştım. Şu anda benden daha çok sarsılmış gibiydi. O yumruğun yüzüme gelme ihtimali onu şaşkına çevirmişti.

Kendine gelmek için derin derin nefesler alıp alnına biriken terleri sildi. “Teşekkür ederim,” dediğinde minneti sesinde hissediliyordu. “Zamanında engellediğin için.” Başını eğip yan tarafında öylece duran eline baktığında sıkıntısı arttı. “Sana vurmaya çalışmıyordum.” Bunu biliyorum.

Konuşurken kelimeleri ağzından yuvarlaması onun da içtiğini gösteriyordu. Zaten ne kadar dağıttığını ona bakınca hemen anlaşılıyordu. Kumral saçları her zamanki gibi özenli görünmüyordu, ara sıra parmaklarını saçlarına daldırmış gibi hoyrat bir asilikteydi. Saçlarını ilk kez bu kadar dağınık görüyordum. Yüzü hafiften solmuştu ve saunaya girmiş gibi terlemişti. Gözleri uyuşuk ve uykulu bakıyordu. Şu anda benden birkaç tane gördüğüne dair şüphelerim vardı çünkü mavilerini belli bir noktada tutamıyordu. Bir elini kapı kirişine bastırıp destek aldığına göre ayakta zor duruyordu.

Gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı ve kravatı bir atkı gibi boynunun iki yanında salınıyordu. Artık benden daha fazla içtiğini biliyorum. Tam ona malikane yerine neden burada olduğunu soracaktım ki yüzünü buruşturdu. “Midem bulanıyor,” dedikten sonra dudaklarını birbirine bastırıp izin almadan içeri girdi. “Banyo nerede?” dediğinde arkasından şaşkınca bakıp, “Duvardaki o çirkin tabloya doğru dümdüz yürüyüp sağa dön,” dedim. Benim banyomu mu kullanacaktı?

Kapı sesi duyunca banyoya girdiğini anladım. Hâlâ kapının önünde dikilirken kafamı çevirip koridorda nöbet tutan korumalara bakmaya başladım. “Onun burada ne işi var?”

Hepsi tek çizgi halinde ayakta durup burayı korurken içlerinden biri, “Tüm gün buradaydı,” deyince şaşkınlığım irice açtığım gözlerimde yer edindi.

“Neden?” dediğimde kısık ve içmekten pütürlü çıkan sesim kulağıma yabancıydı.

Ne zaman çağırın gelsin desem ilk gülen o koruma, “Size sormak gerek efendim,” dedi ama sesindeki saygı bakışlarındaki kinayeyle örtüşmüyordu. Sanırım adı Furkan’dı. “Sayenizde Duha’nın otelini koruyoruz.” Bir isyan seziyordum.

Sitem etmesiyle huysuzluk içinde kaşlarımı çattım. “Benimle ne ilgisi var? Karun odamda kalamaz,” dedikten sonra elimle odanın içini gösterip tam konuşacaktım ki aynı küstah koruma, “Çağıralım gelsin mi?” deyince bu sefer diğerleri de kendini tutamadı ve hepsi kahkahayı patlattı.

Bunların işi gücü benimle uğraşmaktı!

İşaret parmağımı tehdit eder gibi Furkan’a doğru sallayıp, “Bakalım sabah alkolün etkisinden çıktığımda da böyle konuşabilecek misin? Kendine yeni bir iş aramaya başlasan iyi olur hadsiz!” dedikten sonra içeri girip kapıyı hepsinin suratına kapattım. Tek eğlenceleri bendim sanki!

O biletler tükenmeseydi bir daha zor bulurlardı beni!

Koskoca İstanbul’da insan bir tane bile uçak bileti bulamaz mı!

Otobüsle gitmek vardı ama fazla keyfime düşkün biriydim.

Odaya girdiğimde Karun banyodan çıkıyordu. Midesindekileri çıkardığı için biraz rahatlamış görünüyordu. Yıkadığı yüzünü siliyordu. “Umarım kusmak için klozeti tercih etmişsindir?” dediğimde hesap sorar gibi kollarımı göğsümde birleştirmiştim.

Sakallarındaki suyu silerken başını yavaşça salladı. “Öyle yaptım.”

“Sifona da bastın mı? Hassas bir midem var.”

“Evet.”

“Kustuktan sonra ağzını da suyla çalkaladın mı?”

“Evet,” demişti ki aklına ne geldiyse biçimli kaşları yavaşça yukarı kalktı, yüzünde alayın emaresi kol gezdi. “Sen hayırdır?” dediğinde gözleri dalga geçercesine kısılmıştı. “Beni öpmeyi düşünmüyorsan ne bu sorular?” Edepsiz herif!

Erkek aklı işte hep işine geldiği gibi anlıyordu. Boynundaki suyu kurulamak için kullandığı şeyi işaret ettim. “Geceliğimi kapının arkasına asmamın amacı onu havlu olarak kullanman değildi.” Elinde tuttuğu şey benim siyah geceliğimdi. Bavulum yanımda olmadığı için burada giyecek hiçbir şeyim yoktu. Bu yüzden otelin mağazasında kendime aldığım şeylerin içinde o gecelikte vardı.

Gittiğim her yerde arkamda bavulumu bırakmaya başladım.

Karun’un az önce yaptığı gibi kaşlarımı alay eder gibi yukarı kaldırdım. “Sen hayırdır?” diye onu taklit edip gözlerimi kıstım. “Beni koynuna almayı düşünmüyorsan ne bu geceliğimle özlem gidermeler?” Şimdi kimmiş bakalım edepsiz olan?

Kafası güzel olduğu için ne demek istediğimi anlamadı. Ancak başını eğip elinde tuttuğu şeye bakınca söylediklerimi idrak etti. Havlu yerine askıdaki geceliğimi aldığını anlaması birkaç saniyesini almıştı. Geceliğin askılarını tutup havaya kaldırdı ve bir bütün olarak ona baktı. Peki, daha sonra ne mi yaptı? “Bu şeyi kocana giymediğine göre kime giyiyorsun?” diye sordu sinirli bir sesle. Yine aklına ne geldiyse gözlerinde gazap rüzgârları esiyordu.

Bir insan sarhoşken bile bu kadar kendi olabilir miydi?

Bu adamın normal hali zaten bir felaketti, şimdi işin yoksa sarhoş haline katlan. “Kendim için giyiyorum.” Gecelik giymenin tek amacı bir erkeğe seksi görünmek değildi.

Elinde tuttuğu kısa ve tamamı dantellerden oluşan geceliğe anlamayan gözlerle bakıyordu. “Neden kendini baştan çıkardığını anlatmak ister misin?” diye sorduğunda kafası karışmış şaşkın bir Karun çok komikti.

“Kendimi baştan çıkardığım yok.” Ona doğru yürüyüp çamaşır asar gibi askılarında tuttuğu geceliği elinden aldım. “Kadınlar genelde gecelikle uyur,” dedikten sonra geceliğimi yatağın üzerine bıraktım. “Rengin’i daha önce bunlardan birinin içinde mutlaka görmüşsündür.”

Bana hiç cevap vermeden duvara yürüdü ve yönünü bana doğru çevirerek sırtını duvara yasladı. Elleri ceplerindeydi ve ayakları hafif öndeydi. Ayakta durmak onu zorladığı için duvardan destek alıyordu. Beni izlerken bakışlarındaki dalıp dalıp gitmelerin sebebini anlamadım. “Rengin’den hiç hoşlanmıyordum hatta olur olmadık anlarda etrafımda olmasından nefret ediyordum,” dedi birdenbire. Yoğun bir alkolün etkisinde olmasaydı bunları bana anlatmayacağına emindim. Çok içtiği için yanlış kişiye içini döküyor, yanlış kişinin yanında ve odasında bunları anlatıyordu.

“Üç yıl önce ekonomi bölümünde şirkette işe başlamıştı,” dediğinde ondan Rengin’i dinlemek hoşuma gitmedi. Bana Rengin’i anlatmasından ne kadar rahatsız olduğumu yeni anlıyordum. Beni neden bu kadar rahatsız ediyordu? Sanki onun dudaklarından Rengin adı dökülmesi hoşuma gitmiyordu.

Yürüyüp çantamdaki paketten bir dal sigara çıkartıp yaktım. Bir yere oturmak yerine onun tam karşısındaki duvarın önünde durdum ve sigaradan bir nefes çektim içime. Sırtımı duvara yasladığımda gözleri parmaklarımın arasındaki sigaradaydı. İçmem hoşuna gitmiyordu ama bana karışacak hakkı da kendinden bulmuyordu. “Daha onu ilk gördüğümde bana olan ilgisini fark ettim ama zerre kadar umurumda değildi,” diye anlatmaya başladığında bakışları donuktu. O kadından konuşmak zorunda mıyız?

“Bir yıl boyunca beni etkilemek için sergilediği çabaların hiçbiri işe yaramadı. Artık bıkkınlık boyutuna geldiği için onu kovmayı düşünüyordum,” dediğinde nişanlısından öylesine birinden bahseder gibi konuşuyordu. Gözleri fazla ruhsuz, sesinde de hiç duygu yoktu.

“Şirketten çıkışını vermeyi düşünüyordum ki o gece bir saldırıya uğradım,” dediğinde bunu duymayı beklemediğim için afalladım. Şaşkınlığımı görünce güldü. “İlk kez o süt fabrikasında ölüm tehlikesi atlatmadım. Bizim gibi adamlar Azrail ile kol kola gezer.” Tehlikeli bir hayatı olduğunu zaten biliyorum. Onun gibi adamların yarınları meçhuldü. Çok kolay yükseldikleri gibi çok kolay da düşerlerdi.

Neden söyledim bilmiyorum ama, “Kırık benim kanatlarım,” dedim buruk bir sesle. “Yanımdayken düşme çünkü tutamam, taşıyamam seni.”

Beni izlerken dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştuğunda iç çekti. “Tutmana da gerek yok.” Sesi fazla derinden çıkmıştı. “Yakınımda uçsan yeter,” diye bana göz kırptı. “Rüzgâr bana kanatlarının uğultusunu getirsin yeter,” deyince kalbim şaha kalkmış gibi dörtnala koşmaya başlamıştı. Kaburgalarımın arasında sessizce kan pompalayan kalbim, onun dudaklarından dökülen birkaç cümleyi bekliyormuş gibi şiddetini arttırmıştı.

Gülümsedim. “O zaman korurum bende seni,” dedim küçük bir çocuğun haylaz neşesini ondan ödünç alarak. Gözlerine baktım ve “Dalından bana yer veren bir ağacı taşlamam,” dediğimde duydukları hoşuna gitmiş gibi dudağının köşesi kıvrıldı.

Keşke hep içse çünkü içince daha insancıl birine dönüşüyordu.

Karun yüzümdeki gülümsemeyi bana bahşettiği gibi ansızın çekip aldı. Dudaklarındaki tebessümü silindi, dudakları düz bir çizgi haline geldi ve “O gece saldırıya uğradığımda Rengin’de oradaydı,” deyince homurdanarak sigaramı içmeye devam ettim. Ne Rengin’miş anlat anlat bitiremedi.

Keyfimin kaçtığını anladı ama bu konuda bir şeyler söylemedi. “Sık sık gittiğim bir gece kulübünde ne işi vardı, bilmiyorum ama hayatımı kurtarmak için kurşunların önüne atladı,” dediğinde az kalsın içime çektiğim sigara dumanından boğulacaktım. Rengin mi onu kurtardı? Mümkün değil çünkü o kadın Karun’u değil Duha’yı seviyordu. Acaba önceleri Karun’a âşıktı da sonradan mı sevmeyi bıraktı? Bu kadınla ilgili her şey çok karışıktı.

Hikâyenin en can sıkıcı yerine gelmiş gibi sanrıları yüzüne yerleşti, karamsar bir mutsuzluk üzerine çöktü. “O günden sonra ona yakın olmak için kendimi zorladığımı bu sabaha kadar hiç fark etmemiştim,” dediğinde sanki bu son söylediklerinin şaşkınlığını yaşıyor gibiydi.

Cebindeki elini çıkarıp bana sağ elini gösterdi. “Bugün ayrılmak istediğini söylediğinde hiç üzülmediğimi fark ettim.” Parmağında artık bir yüzük yoktu. “Yüzüğü çıkarırken hiç zorlanmadım.” Anlam veremediği sorularına cevap vermemi ister gibi bana bakıyordu. Kafası gerçekten çok karışmıştı, değil mi? Üzülmesi gerektiğini düşünüyordu ama üzülmeyince bunu sorun ediyordu.

“Onu sevmediğini kabul etmek neden bu kadar zor?” dediğimde sesimin kızar gibi çıkmasına engel olamadım. “Minnet duygusunu aşk sanmışsın işte, bunun nesini anlamıyorsun?” Elimdeki sigarayı yere atıp ayakkabımın ucuyla ezdim. Duha’nın fayanslarına verdiğim hasar neden umurumda olsun ki? “O kadını sevmiyorsun.”

Karun dikkatli bir şekilde yüzüme bakarken neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Sen yine niye efil efil esiyorsun?” dediğinde sorgulayıcıydı. “Kızmış gibisin.” Kızmadım sadece Rengin’den bahsetmesi hoşuma gitmiyordu.

Bu kadar çabuk ayrılmalarını beklemiyordum ama bence zamanı da gelmişti. İkisinin birbirini sevdiğini sanmıyorum. Evden ayrıldığım gün nişanı bozmaları sinirlerimi harap etmeye yetiyordu. “Benim yüzümden senden ayrıldığını düşünmüyorsun, değil mi?” Umarım bunun için de beni suçlamıyordur.

Sıkıntılı bir şekilde burnundan nefesini verirken çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Neden senin yüzünden olduğunu düşünüyorsun?” dediğinde bakışları fazla ciddiydi. Bu adamın bakışlarının bile bir otoritesi vardı.

Omuz silktim. “Uzun süre evinde kaldım haliyle kıskanmış olabilir.”

Düz bakışları üzerimde oyalanırken kaşları hafifçe çatıldı. “Evimde uzun süre kalmadın.” Böyle olmasında nefret etmiş gibi asabiyet içeren gözlerle bana bakıyordu. “Yanımda çok az kaldın.” Bugün Rengin’den ayrılmışken takıldığı tek şeyin bu olmasına ne demeli?

“Ayrıca,” diye ekledi. “Rengin kıskanç bir kadın değil tıpkı benim de olmadığım gibi.” Kendini kıskanmayan bir erkek olarak mı adlandırıyordu? Duha’yla aramda bir şeyler olduğunu düşündüğü için Duha’ya yumruk atan kimdi? Ya da Serhat konusu her açıldığında gerilen o adam kimdi? Biri bana yaklaşınca bile karım diyerek ortalığın anasını ağlatıyordu ama sorsan hiç kıskanç değildi. Aslında kıskanıyordu ama yanlış kadını.

Derin bir nefes alıp, “Rengin’e dikkat et,” diye onu uyardım. Her şeyi ona ötecek kadar sarhoş değildim ama küçük bir uyarıyı hak ediyordu. “Onun da seni sevdiğini hiç sanmıyorum. Sen anlamazsın ama biz kadınlar birbirimizi gözünden tanırız. Âşık bir kadın gibi sana bakmıyordu.”

Gittikçe daha çok ciddileşen yüzünü endişeyle izliyordum. “Rengin’i kıskandığımı falan düşünme ama o kadında bir şeyler var gibi. Hissediyorum altında çok büyük şeyler çıkacak. Evinde tuttuğun kadını bence detaylı bir şekilde araştır.” Rengin’in bir işler karıştırdığına eminim ama kanıtlayamam.

Karun benden her zaman böyle bir uyarı görmediği için düşündüğümden daha çok beni ciddiye aldı. Gerildi. “Bana böyle bir şey söylüyorsan bildiğin bir şeyler olmalı.” Soğuk bakışları şimdi de beni sorgulamaya başlamıştı. “Bunlar çok ciddi ithamlar.”

Duha’yla ilişkisi olduğundan şüphelenmeme rağmen, “Bildiğim somut bir şeyler yok,” diye ona yalan söyledim. “Bendeki sadece bir önsezi.” Rengin’in onu aldattığını benden öğrensin istemiyorum. Bunu ona söyleyen ben olmamalıyım.

“Sadece onun davranış şekli bana fazla beklenmedik geliyor. Nasıl bir kadın sevdiğini kıskanmaz ki? Malikaneye geldiğimde beni istemediğini belli etti ama ne bana ne de sana bu konuda fazla sorun çıkarmadı. Bu seven bir kadının yapacağı bir şey değil. Benimle aynı masada oturmayı bile sorun etmiyordu. Sevmek şöyle dursun bunlar gururlu bir kadının tahammül edeceği şeyler bile değil,” dediğimde artık bende fazla ciddiydim.

Karun’un gözlerinin içine bakıp derin bir nefes aldım. “Rengin gururunu bile yok sayacak kadar oradaki varlığımı görmezden geliyor ama benden kurtulduğu gün kalkıp senden ayrılıyor. Sence de bunlar fazla şüpheli hareketler değil mi?” Bütün bu saydıklarım öylesine görmezden gelinecek şeyler değildi.

Beni sadece dinledi, herhangi bir yorumda bulunmadan dinledi. Ondan istediğim gibi Rengin’i araştırıp araştırmayacağını merak ederken, “Canımı sıkmaya başladın,” dediğinde ne düşündüğünü anlamayacak kadar bakışları düzdü. “Yeni uğraşın bu mu? İnsanları strese sokmak mı?” Sorunu benim dışımda kimseden aramayan bir adamdı. “Günlük et dozunu almadın mı, neyin var senin?” dediğinde bu sakinliği canımı sıkıyordu. Ben burada ciddi bir şeyden bahsediyordum.

“Odamda bir senim var daha ne olsun!” dediğimde dudağının bir köşesi kıvrıldı. Burada olmaktan memnun olduğunu bu kadar belli edemezdi bir insan. “Senim,” diye tekrarlayarak başını salladı. “Sevdim bu cümleyi.” Kim bilir o hınzır aklında yine neler geçiyordu.

“Ne o?” diye alay etmeye başladım. “Sevgili kocam benim olmayı mı isterdi?”

O kahrolası meydan okuma hızlı bir şekilde yüzünde yer aldı ve dudağındaki kıvrılma büyüdü. “Belki de sevgili karım benim olmayı arzuluyordur?” diyerek çapkınca bana göz kırpınca yine durumu eşitlemeyi başarmıştı.

Sarhoşken bile altta kalmıyordu beyimiz.

“Ancak rüyanda,” dedim.

“Çok da emin olma,” dedi.

Aramızda küçük bir sessizlik yaşandığında ikimizde yaslandığımız duvarda birbirimize bakıyorduk. Tam karşımdaki duvardaydı. O körkütük sarhoştu benim de kafam hafiften güzeldi çünkü o, odama gelmeden önce biraz içmiştim. Gözlerinin mavisi üzerime kenetlenmişken, “Sıkıldım küçük bir oyun oynayalım mı?” dedim ve aramızdaki mesafeyi işaret ettim. “Kim bir diğerine öne doğru en çok adımı attırırsa kazansın.” Böyle anlarda eğlenceli oyunlar bulmakta üstüme yoktu.

Teklif ettiğim oyun gözlerine merak tohumları ekerken yanaklarının içini havayla doldurdu. “Boş sözlerle beni kendine doğru yürütmen mümkün değil,” dediğinde aslında haklıydı. Bir iş insanı olduğu için küçük bir oyunu bile ciddi bir anlaşma olarak görüyordu. Bu yüzden hemen oyunun eksilerini fark etmişti.

Bir süre oyunu nasıl daha sağlam bir hâle getireceğimi düşündüm. O beni izlerken ben sıkıntımı dindirecek bir oyunun açıklarını kapatmayı düşünüyordum. Aklıma gelenlerle, “Buldum!” diye parmaklarımı şıklattım. “Adım atmamız için oyunun temelinde heyecan olmalı. Sırasıyla birbirimize bir şeyler anlatabiliriz veya bir şeyler yapabiliriz. Heyecanın büyüklüğüne göre adımlar atarız,” dedikten sonra tüm dişlerimi gösterecek bir şekilde güldüm. “Ama bir ödül de olmalı, değil mi? Eğer kazanırsam sana attırdığım her adım için bir milyon bana ödeyeceksin.” Karşımda ülkenin sayılı zenginlerinden biri vardı. Neden işin ticari boyutunu düşünmeyeyim ki? Özellikle o, bu kadar sarhoşken.

O tarağa verdiğim parayı bir yerden çıkarmalıydım.

Karun kaşlarını alaycı bir ifadeyle yukarı kaldırınca çok sempatik görünmeye başlamıştı. “Çok içtiğim için benden faydalanmıyorsun, değil mi?” dediğinde sesi kulağa çok yumuşak geliyordu. Uykulu birinin başını yastığa koyduğunda hissettiği o huzur gibi yumuşak bir his.

“Hayır çünkü bana attırdığın her adım için bende sana bir milyon ödeyeceğim. Tabii oyunun sonunda kazanırsan. Yani bu adil bir oyun olacak.” Gerçekten bana adım attırmayı başarırsa bende ona ödeme yapacağım. Hesabımdaki paradan bir kuruş bile eksilmeyecekti çünkü sarhoştu. Bu kadar sarhoşken bana adım attıracak kadar büyük şeyler düşünemezdi. Kalp atışlarımı hızlandıracak bir şeyler bulacağını sanmıyorum.

Ben şimdiden kendimi oyunun kazananı ilan etmişken Karun’un aklında farklı şeyler vardı. “Paranı istemiyorum ama attığın her adımı bir milyondan hesaplayacağım,” dediğinde sesi kısık, gözleri fazla gizemliydi. Aklında olan şeyleri merak ediyordum.

Sırtı duvara yaslıyken bir ayağını diğerinin üzerine attı ve başını omzuna doğru eğdi. Serseri bir duruş sergileyen adamın mavileri dudaklarımın üzerinde oyalanmaya başlamıştı. “Attığın her adımı bir milyondan hesaplayacağım,” dedi bir kez daha ve oldukça ciddi bir sesle, “O paranın büyüklüğünde beni öpeceksin,” dedi. Nefesim kesildiğinde Karun gözlerime bakıp başını ağır ağır salladı. “Evet, senden öpücüğünü satın alacağım.”

Ve ikinci kez o gergin sessizlik yaşanmaya başlamıştı. Öpücüğümü satın almak mı?

Kendimi küçük düşmüş gibi hissettiğim için tüm keyfim kaçmıştı. “Bu çok aşağılayıcı.”

“Neden?” Gözleriyle dudaklarımı işaret etti. “Öpücüğüne milyonlar teklif etmem ona verdiğim değeri göstermez mi?” Başını hafifçe kaldırıp son derece ciddi bir şekilde gözlerime baktı. “Daha önce hiçbir kadının öpücüğünü satın almak istemedim.”

“Ama benimkini istiyorsun.”

Soluğumu kesen gözlerle bana bakarken başını salladı. “Evet,” dedi. “Şu anda tek istediğim bu.” Duraksadı ve tekrar dudaklarıma baktı. “Öpücüğünü satın almak istiyorum.”

Sarhoş olmak onu her zamankinden daha açık sözlü yapıyordu.

Kabul etmekte tereddüt ettiğimi görünce beni ikna etmek için farklı bir yol denedi. “Senden daha fazla içtiğim bir gerçek,” diye aklımla oynamaya başladı. “Zihnim sana göre daha bulanık, burada avantajlı olan sensin. Zekice taktiklerle beni yeneceğini biliyorsun.” Yorgun bir şekilde başını da duvara yasladı. Uzattığı ayakları ve vücudu hafif öndeydi ama başı duvara yaslıydı. “Üstelik kaybetsen de tek kaybın bir öpücükten fazlası olmayacak ama kazanırsan bu geceyi milyonlarla sonlandırabilirsin.” Aslında haklıydı burada avantajlı olan bendim. Kazanma şansım ona göre daha yüksekti.

Ona attırdığım her adım için bana bir milyon ödeyecekti. Tabii oyunun sonunda kazanırsam bu geçerli olacaktı. Kaybedersem de attığım her adımı bir milyondan hesaplayacaktı. Fakat benden para almak yerine o paranın değerinde bir öpücük alacaktı. İlk öpücüğüm de değildi ki buna duygusal bir açıdan bakayım. İlk öpücüğüm bile öğrenci yıllarımda benim için fazla değersizdi. Küçük bir öpücüğe gereksiz anlamlar katacak biri değildim. Yaş yirmi altı olunca her şeye bir anlam katmayı bırakıyordun.

Evli olabiliriz ama küçük bir oyundan kaynaklı bir öpücük bizi ne yakınlaştırırdı ne de uzaklaştırırdı. Bir anlaşmaya bağlı küçük bir öpücük, hepsi bu. Üstelik artık Rengin ile de birlikte değildi, yani bunu yapmamız yanlış değildi. Başka bir açıdan bakarsak Karun yasalar önünde benim kocamdı ve kocamı öpmem yanlış bir şey değildi. Hangi açıdan bakarsam bakayım bu yanlış gelmiyordu. Söz konusu çıkarlarım olunca kendimi ikna etmeyi iyi biliyordum. Özellikle bu oyunun sonunda milyonlar varken.

Hadi ama dürüst olalım kim olsa ucunda milyonlar varken Karun gibi birini öpmeyi kabul ederdi. Para şöyle dursun adamın karizması bile bunun için yeterdi. Genç, yakışıklı ve başarılı bir iş insanı. Sadece bunlar bile çoğu kadının onu öpmeyi istemesini sağlardı. Kazanırsam onu öpmeden daha fazlasını alma ihtimalim vardı. Bu oyunun sonunda zararlı çıkmayacaktım. Kabul etmemek delilik olurdu. Böyle bir anlaşmaya hayır diyecek bir kadın tanımıyordum.

Karun sessizliğimi yanlış anlamış olmalı ki, “Çok fazla düşündün,” dedi huzursuz bir ifadeyle. “Suskunluğun sinirlerimi bozuyor.” Peki, bu onu neden bu kadar rahatsız ediyordu?

“Bilemiyorum,” dediğimde kendi içimde çoktan kabul etmeme rağmen işi biraz yokuşa sürdüm. “Para sadece oyunun eğlencesi yoksa parayla işim yok.” Umursamaz bir ifadeyle omuz silktim. “Ama tamam, kabul ediyorum o da sırf can sıkıntısından,” dediğimde sesimi isteksiz çıkarmaya çalışmıştım.

Kabul ettiğimde Karun göğsünü şişiren bir nefesi usulca koyuverdi. Rahatladı mı? “Hile yok, heyecanının büyüklüğüne göre adım atıyoruz,” dediğinde bu oyunu çok ciddiye aldığını her haliyle gösteriyordu. Sebebi satın almak istediği öpücüktü, değil mi?

“İlk ben başlıyorum,” dediğimde başını sallayarak beni bekledi. Bakalım onu heyecanlandıracak neler bulabilirim?

“Patlama olduğunda henüz sekiz yaşındaydım, yani gözlerimle ilgili hasar sekiz yaşında başladı,” dediğimde ciddi bakışları üzerimdeydi ve o, sessizliğini koruyarak beni dinliyordu. “Biliyor musun, insan en çok neyi kaybetmekten korkarsa onu kaybediyor. O yıl hep kör olmaktan korkuyordum sanki başıma gelecekleri hissediyordum. Ne zaman Gazel ile açık havada dövüşsek hep o kazanıyordu.”

“Aranızda üç yaş var,” diye farklı bir pencereden bakmamı istedi. “Sen sekiz yaşlarındayken o, on bir yaşındaydı. Kazanması olağan bir durum.”

“Hayır, aslında evde veya spor salonunda hep sırtını yere seriyordum. Evet, aramızdaki üç yaşa rağmen bunu yapıyordum,” diyerek güldüm. “Ama açık havalarda hep kaybediyordum çünkü ne zaman onu yenecek gibi olsam Gazel, yerdeki toprağı avuçlayıp gözlerime atıyordu.” Şimdilerde nasıldı, bilmiyorum ama çocukken ablam yenilgiyi kolay kolay kabul etmediği için hep hileye başvururdu.

O yıllarda bana karşı kazanmak için her yolu denerdi.

Gülüşüm yavaş yavaş solmaya başladı. “O anlarda o kadar savunmasız kalıyordum ki Gazel’e kolayca yenildiğim her an içimdeki korku büyüyordu. Gözlerim görmeyince dönüştüğüm aciz insan her geçen gün korkularımı besliyordu.” Bir süre duraksayıp onu seyrettim. Sözlerimle keyfi kaçan adamı izledim. “Sonra bir patlama oldu ve en büyük korkuma mahkûm oldum,” diye iç çektim. “Her şeyi buğulu camların arkasında görür gibi hep bulanık görmeye başladım.” Ona bakıp burukça gülümsedim. “O günden sonra Gazel’e hep yenildim, kapalı ortamlarda bile.”

Karun’un düz bakışları ifadesizdi lakin yanındaki elini tüm gücüyle sıkıyordu. Parmak boğumlarını gerecek kadar güçlü sıkıyordu. Hiç kıpırdamadığını görünce, “Hey!” dedim bozularak. “Bu insanı heyecanlandıran anılardan biri. En az bir adımı hak ediyor.” Ve onun atacağı tek bir adım bana bir milyon kazandıracaktı.

Karşısında bir aptal varmış gibi boş gözlerle bana bakmaya başladı. “Senden gözlerini alan bir anı beni neden heyecanlandırsın?” Tüm keyfimi kaçırdı. Anlaşılan oyunu kazanmak için sonuna kadar zorlayacaktı.

Sıra ona geçtiği için bir şeyler anlatması için beklemeye başladım. Fakat bana bir hikâye anlatmak yerine ceketini çıkardı. Ceketi yakınındaki koltuğun üzerine attıktan sonra boynundaki kravatı çıkardı. Kravatı da koltuğun üzerine atınca, “Ne yapıyorsun?” diye sordum. Soyunuyor muydu?

Kol düğmelerini çıkartırken kısa bir an durdu. Gözlerinde kışkırtıcı bir ifade varken gözlerime baktı ve “Soyunuyorum,” deyince kalp atışlarım hızlanmaya başladı, yutkundum. Allah kahretsin, düşüncesi bile beni heyecanlandırmıştı ve o, bunu anladı! Kaşlarını kibirli bir şekilde yukarı kaldırınca, “Tamam ya!” diye somurtup öne doğru bir adım attım. Söylediği tek bir kelimeyle kalp atışlarımı değiştirmeyi başarmıştı. Sonuçta hile yok demiştik.

Skor: 0-1

Karun kol düğmelerini cebine koyduktan sonra sıra bana geçtiği için beklemeye başladı. Bu şekilde oynamak istiyorsa o zaman bende ona uyarım. Gözlerinin içine bakarak tişörtümün eteklerini tuttum ve yukarı doğru çekip çıkartım. Çıkardığım tişörtü yere attığımda onun karşısında sadece siyah bir sutyen ve siyah mini etekle kalmıştım. Gözleri sutyenden taşan göğüslerime kayınca nefesi kesildi. Bakışlarını ince belime kaydırdı ve göbeğimdeki piercingi görünce, “Siktir!” diye söylenip öne doğru iki adım atınca kıkırdadım. Tişörtümü çıkarmam ona iki milyon kaybettirmişti.

Skor: 2-1

Sıra ona geçtiği için gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Bunu yaparken özellikle gözlerime bakıyordu. Her düğmeyi sinir bozucu bir yavaşlıkta açıyor, beklentimi yükseltiyordu. O kadar ağırdan alıyordu ki kaşlarımı çattığımı görmek keyfini daha da yerine getiriyordu. Gözlerim parmaklarının arasında küçüldükçe küçülen düğmelerden oyalanıyor, açtığı her düğmeyle biraz daha nefesim hızlanıyordu. Evet, onu üstsüz görmeyi istiyordum.

Daha önce vurulduğunda yarım yamalak gördüğüm vücudunu şimdi doyasıya izlemek istiyordum. O günde saklamamıştım hoşuma gittiğini şimdi de saklayacak değildim. Karun nihayet tüm düğmeleri açınca gömleği kollarında sıyırdı. Çıkartıp koltuğun üzerine attığı gömlekle soluğumu tutarak onu izliyordum. Ellerini pantolonun ceplerine koydu ve başını hafifçe eğerek bana yandan bir bakış attı. Bu adil değildi, hem de hiç adil değildi.

Güçlü kol kasları beni sarsa şüphesiz kollarının arasında kaybolurdum. Üçgen vücudu ve ince beli libidomu şahlandırıyordu. Olamaz karın kasları taş gibi görünüyordu! Ya dört veya altı neyine yetmiyordu, sekizli baklavaları artık sınırları zorlamaktı. Özellikle pantolonun kemerinde görünen adonis kasları dudak ısırtıyordu. Bence çok içtiğim için onun üzerine atlamak istiyordum yoksa normalde yapmam böyle şeyler.

Öne doğru üç adım attım. Evet, onu üstsüz görmek bana üç adıma mâl olmuştu. Hile yapmayı düşünmeyecek kadar içkinin tesirindeydim. Ben ona iki adımı zor attırmıştım ama o, şimdiden bana dört adım attırmıştı. Ya sandığım kadar çok sarhoş değildi ya da oyunun sonundaki ödülü her şeyden çok istiyordu.

Kusarak içkinin ne kadarını çıkardı acaba?

Evet, kaybettikçe aklımda deli sorular oluşuyordu.

Skor: 2-4 olmuştu.

Sıra bana geçtiği için gözlerinin içine baktım ve “Ben çok güzel dans ederim,” dedim. Bakışlarıma gizem katarken alt dudağımı dişleyip kirpiklerimin altında gözlerimi süzdüm. “Direk dansı,” dediğimde vücudunun kaskatı kesildiğine yemin edebilirim. Mavi gözlerinde yıldırımlar çakarken derimin altı ısındı. Dansımı görmeyi her şeyden çok arzuladığını görüyordum.

Direk dansında gerçekten çok iyiydim. Ne amaçla o dansı öğrendim, hiçbir fikrim yok ama libidosu yüksek her şeye balıklama atladığım doğruydu. Sanırım toplumun onaylamayacağı her şeye ilgi duyuyordum. Bu bendeki başkaldırış mı yoksa babamın bana yasakladığı her şeyi yapma isteği mi, bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da aşırı baskının ters tepkilerinin olduğuydu. Bir yanım babamın kurallarına ölesiye bağlıyken bir yanım ona karşı isyankârdı.

Karun hâlâ söylediğim şeyin etkisinden çıkamamıştı? İçine çektiği solukları ciğerlerine hapsederken beni bir direğin etrafında düşünmeye başlamış olmalı ki gözleri koyulaşmıştı. Mavileri birkaç kez baştan ayağa beni süzerken bahsettiğim dansı görmek için buraya bir direk çakabilirdi. Dansımı hayal ettikçe daha fazla terliyordu. Düz alnında biriken terleri elinin tersiyle kabaca silerken gözleri üst üste vücudumu yokluyor, kıvraklığımı ölçüyordu. Kendine gelmek için başını iki yana sallayarak öne doğru iki adım atınca güldüm. Nihayet ona adım attırabilmiştim. Şimdi sıra ona geçmişti.

Şimdi skor: 4-4 olmuştu, yani eşitlik vardı.

Karun.

Gözlerimin içine baka baka direk dansı yapabildiğini söylemişti. İlk söylediğinde bu saçma bir şekilde onu bir direğin etrafında dans ederken düşlememe neden oldu. Ta ki aklıma düşen bir şüpheye kadar. Edeceğim ve etmek istediğim tüm küfürler az kalırdı duyduklarıma. Karım direk dansı yapabildiğini söylüyordu! Siktir, kime yapıyordu o dansları? Serhat piçine striptiz yapmış olamazdı, değil mi? Mümkün değildi çünkü onunla yatmadığını söylemişti.

Bunu bana sarhoşken söylemişti, sarhoşken yalan söyleyemezdi. Söyleyemezdi değil mi? Ya söylemişse? Her konuda bu kadar iyiyken ya sarhoşken de yalan konusunda çok iyiyse? Bundan nasıl emin olabilirdim? Ağzından çıkan tek bir cümleyle düşüncelerimin ırzına geçmişti!

Sıra bana geçtiği için ona adım attıracak bir şeyler söylememi bekliyordu. Ancak dudaklarımda sinir haliyle çıkan şeyleri ne o duymayı bekliyordu ne de ben söylemeyi. “Serhat ile aranızdaki ilişkinin boyutu neydi?” dediğimde onu ürkütecek kadar sesim sertti. “Onunla yattın mı?”

İçime bir kez şüphe düşmüştü.

Az önce bana attırdığı adımların sevinci sorduğum soruyla son buldu. Gecenin keyifli dokusu rengini değiştirip soğuk bir havaya dönüşürken gülüşü soldu. Dudaklarındaki tebessüm arkasında hiçbir iz bırakmadan yok olduğu için kızgın gözlerini bana dikmişti. Gözlerinin kahvesine yer edinen öfke onda eğreti duruyor, az önce gülen halini arattırıyordu. Nasıl baktığıyla ilgilenmiyordum. Aklımdaki şüphe sinsi bir yılan gibi boğazımdan akıp yüreğimi zehirlediği için onun ne düşündüğünü umursamıyordum.

İstediğim tek şey soruma bir cevap almaktı. Odadaki yatağa gözüm kaydıkça buna benzer bir yatağın üstünde o ve Serhat’ın görüntüleri kafamın içinde cirit atıyordu! Neyim olduğunu anlayacak durumda değilim, tamamen dürtüsel olarak hareket ediyordum. Alkolün etkisindeyken ölçülü davranmak kontrolüm dahilinde değildi.

Bige yüzünü baktığım yere doğru çevirdi ve yatağa baktı. Bu hareketi beynime sızdığını, aklımdaki delici düşünceleri anladığını gösteriyordu. Yatağa olan bakışları kızgındı. Başını çevirip tekrar bana bakınca bana olan bakışları sinirliydi. Bir şeyler söylememek için dudaklarını sımsıkı kapatıyordu. Kendini dizginlemeye çalıştıkça burnundan derin derin nefesler alıyordu. Bunu yaptıkça burun delikleri biraz daha açılıyordu.

Göğüs kafesini balon gibi şişirecek bir nefesi daha burnundan içine çekti ve araladığı dudaklarından nefesini verdi. Kavurucu sesli bir nefesti. “Benden bekaret testi de ister misin?” dediğinde en az bakışları kadar sesinin de bir hissizliği vardı. Gözlerime baktı ve alaycı bir şekilde güldü. “Ama seni uyarıyorum çıkan sonuç hoşuna gitmeyecektir.” Susması gerekiyor, ciddi anlamda susması gerekiyordu!

“Anladım!” dedim sert bir sesle. “Cevap verme daha fazla!”

Donuk gözlerle bana doğru yürürken, “Ben sana Rengin ile ne haltlar yediğini hiç sormadım!” dedi. Sesi kızgın bakan gözlerine tezat oluşturacak kadar sakindi ama sesinin bir ünlemi vardı. Belki gür sesle bağırmıyordu ancak kısık çıkan sesinin bir öfkesi vardı. “Ben sormuyorsam sende soramazsın!” diye karşımda durdu.

Başını kaldırıp gözlerimin ta içine baktı. “Ama merak etme senin adını kullanan biriyle yatmadım,” dediğinde nihayet beni kızdıran asıl şeyi anlamıştı. Geçmişinde neler yaptığı zerre kadar umurumda değildi çünkü benim geçmişimde temiz değildi. Onu bu konuda yargılayacak son insan bile olamam. Beni asıl deliye çeviren şey birinin beni taklit ederek karımla birlikte olmasıydı.

Benim adımı, soyadımı ve kimliğimi kullanarak onunla birlikte olmasıydı. Benmişim gibi ona dokunma ihtimali, işte şuursuz öfkemin tek sebebi buydu! Benim bile dokunamadığım bir kadına Serhat’ın benim adımı kullanarak dokunmuş olması beni çıldırtırdı! Karım olacak bir kadını her anlamda metresi yapmış olma düşüncesi sinirlenme sebebimdi. Son zamanlarda Saka ile ilgili her şeyi fazla düşünüyordum.

Tam sakinleşiyordum ki sanki çok gerekliymiş gibi, “İlk ilişkimin kiminle olduğunu bilmek ister misin?” diye sorunca bir elimle ensesini sertçe kavrayıp başını kaldırdım ve diğer elimle dudaklarını kapattım. Ters bir şekilde ona bakarken sıktığım dişlerimin arasından, “Tamam, sus artık!” dedim. “Bilmek istemiyorum!” Sikik bir soru sordum diye bana her şeyi anlatmasının lüzumu yoktu!

Ensesini kavrayıp dudaklarını kapatmamı beklemediği için gözlerini kocaman açarak bana bakmaya başladı. Bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama dudakları avucumun içindeyken sesi boğuk geliyordu. Susması gerektiğini idrak edene kadar elimi çekmeyi düşünmüyordum. Bir süre sonra avucuma mırıldanmayı bıraktı ve küskün gözlerle bana ters ters bakmaya başladı. Dudaklarının sıcak buğusunu avucumun içinde hissetmek kanımı deli akıtıyordu.

Onu susturmak için üzerine ne kadar çok eğildiğimi daha yeni yeni anlıyordum. Tıpkı narin parmaklarının kollarımda olduğunu yeni fark etmem gibi. Benden kurtulmak isterken refleks olarak kollarımı tutmuştu. Yüzüm onun yüzünün fazla yakınındaydı. Dudaklarımızın arasındaki tek engel dudaklarının üstündeki elimdi. Siktir! Onu öpmek istiyordum! Nedenini bilmiyorum, bir nedeni olmasına da gerek yoktu ama onu öpmek istiyordum!

“Saka,” diye fısıldadım gözlerine bakarken. “Durum dört dörtken daha sonra bana doğru yedi adım daha attın,” dediğimde kahverengi gözleri yuvalarında fırlayacakmış gibi büyüdü. Şu anda benim bölgemde olduğunu daha yeni anlıyordu. Ona kızgınken bile bana doğru attığı son adımları saymıştım.

Ne söyleyeceğini duymak istediğim için ellerimi çekince ürkerek hemen geriye çekildi. Gözleri panikleyen bir ifadeyle bana bakarken ellerini nereye koyacağını bilmez bir halde sallıyordu. “Hile yaptın!” demeyi başardı. Ellerini hırçın bir şekilde sallarken telaşlı bir hali vardı. “Serhat ile ilgili o saçma soruyu sorarak dikkatimi dağıttın!” Bunu bilinçli bir şekilde yapmamıştım ama oynadığımız oyunu unutup üzerime yürümesi işime gelmişti.

Nasıl kazandığım kimin umurunda ben sonuca bakarım.

Avucumda rujlu dudaklarının izi dururken, “On bir milyon değerinde bir öpücük olmalı,” diye küçük adımlarla üzerine yürüdüm. Ağzını kapattığım için ruju dudaklarında taşmıştı ve bu manzara o ruju daha çok dudaklarında taşırmayı istememi sağlıyordu. Tek fark bu sefer elimle değil dudaklarımla bunu yapmak istiyordum. Geriye öpülmekten şişen dudaklar bırakmadan duracağımı sanmıyorum.

Kaçmak için sırtını döndüğü an onu belinden yakaladım. Sırtı göğsüme çarptığında hiç kıpırdamadı ama titriyordu. Ellerim iki yanından beline sürtünerek karnının üzerinde durduğunda nefesini tuttuğunu anladım. Sıcak, pürüzsüz tenine dokunmak bile içimde bir şeyleri harlıyordu. Tişörtünü çok zamansız çıkarmıştı! Teninin dokusu bir gül yaprağı kadar yumuşak hissettiriyordu.

Başımı eğip kafasının üstüne yüzümü yaklaştırdım. Burnum saçlarının çok yakınındaydı ama tek bir teli bile yüzüme değmiyordu. Anlayacak diye ödüm koparken kokusunu sessizce içime çektim. Uyuşturucu etkisi yaratan baş döndürücü bir kokuyu sahibinden izinsiz bir şekilde gizlice içime çekmiştim.

Karımdı, kollarımdaydı lakin yasak hissettiriyordu.

Kokusunu içime çekerken gözlerimi büyük bir huzura yumduğumun farkında değildim. Gözlerimi açtığımda hâlâ kollarımın arasındaydı, hâlâ göğsüme yaslıydı ve hâlâ bana dokunmaktan çekinir gibi elleri iki yanında cansızca duruyordu. Bir an onun ellerini üzerimde istedim, nasıl hissettireceğini düşündüm. Ondan asla istemeyeceğim ve asla yapmayacağı bu delice istek kafamın çarklarında dönüp duruyordu. Bu gece için ondan alacağım tek şey dudaklarından çalacağım küçük bir öpücüktü.

Başımı eğerek yüzümü kulağına yaklaştırdığımda titremeleri arttı. Kollarımın arasında bir kuştan farklı değildi. Ürkek, zayıf ve korku dolu. Dudaklarım artık kulağının hemen yakınındaydı. “Bu öpücük sıradan ve baştan savma olmayacak,” diye fısıldadığımda irkildi. Parmaklarım karnının üzerinde daireler çizerek oyalanırken, “Zihnimi alkolden temizleyecek kadar tutkulu, yarın sabah her saniyesiyle aklımda kalacak kadar da unutulmaz olacak,” dedim.

Dudaklarım kulağına sürtünürken, “Bir daha benden başka hiçbir erkeği öpmek istemeyeceğin kadar uzun ve soluksuz olacak. Nefes almana bile izin vermeyeceğim.” Yutkunduğunda ellerini kaldırdı ve karnındaki ellerimin üstüne koydu. Bu benden destek almak için yaptığı bir hareketti çünkü bıraksam düşecek kadar çok titriyordu.

Onu öpmek istiyorsam bu onun da isteğiyle olmalıydı. Bunun için de önce onu ondan alacağım öpücüğe hazırlamalıydım. Başımı biraz daha eğdim ve yüzümü boynuna yaklaştırdım. Dudaklarım boynunun girintisine sürtündüğünde kasılarak inledi. Başını boynunun diğer tarafına doğru eğerek benim için boynunda yer açmıştı. Şimdiden benim için hazır gibiydi ama bu gece hiçbir şeyi aceleye getirmek istemiyordum. Onunla ilgili tüm hazları yavaş ama tadını alarak yaşamak istiyordum.

Onu ürkütüp korkutmak istemiyorum.

Dudaklarım usulca boynuna sürtünmeye başladığında nefes alışları hızlanmaya başlamıştı. Karnındaki ellerimden biri onun parmaklarından sıyrılarak yukarı kaymaya başladı. Dudaklarım boynunun girintisinde oyalanırken elim onun vücudunu keşfe çıkmıştı. Bana engel olmasını bekliyordum, beni durduracak bir şeyler söylemesini. Fakat Saka başını omzuma yaslayıp kısık kısık nefesler alarak kendini benim dokunuşlarıma bıraktı.

Dudaklarımı boynuna bastırıp öptüğümde kısık iniltisi daha şimdiden sertleşmeme neden olmuştu. Siktir, bu gece bir öpücükten daha fazlasını istiyordum! Ona karşı hislerim olmayabilir veya o, bir başkasını seviyor olabilir ama bu gece bir başkasının değil sadece benimdi. Yanlış olan her şeye rağmen bu gece sadece bana aitti.

Tam onu kendime doğru çevirip öpecektim ki, “Karun,” diye mırıldandı. Başını kafamın olduğu tarafa eğip boynunun diğer tarafını açığa çıkardı. “Oradan da öp,” dediğinde kısık gülüşüme engel olamadım. İlla da eşitlenecekti bu öpücükler.

Hurafelere körü körüne inanan bir kaçıktı.

Arkasında kıpırdanıp boynunun diğer tarafına kafamı uzattım. Boynunun bu tarafına da dudaklarımı bastırdığımda rahat bir nefes aldı. Bu konuda harbi takıntılıydı. Bana doğru dönüp kirpiklerinin altında bana bakmaya başladı. Az önceki haline nazaran şimdi bakışları daha masumdu. “Sana bir öpücük borcum var,” dediğinde yanaklarındaki pembe doku ona egzotik bir güzellik katıyordu. Utanmıştı.

“Seni öpeceğim de ama buna farklı anlamlar yüklemeni istemiyorum.” Kaçamak bakışları yüzümde oyalanırken, “Biliyorsun biz boşanacağız,” dedi.

“Siktir et şimdi boşanmayı!” diye onu tersledim. “Seni öpmek istiyorum!” dediğimde kahverengi gözleri istekli bir şekilde bana baktıkça sınırlarımı zorluyordu. Hafif aralıklı dudakları davetkardı özellikle alt dudağını kışkırtıcı bir şekilde dişlerken. Bu hareketiyle onlarca voltluk elektriğe maruz kalmış gibi çarpılmıştım. O da istiyordu! Beni nasıl tahrik edeceğini bilecek kadar cüretkardı.

Ellerini uzatıp sert bir hareketle beni duvara ittiğinde zayıf bedeninde yoğun bir güç taşıdığını bir kez daha anladım. Beni duvar ve kendi arasında sıkıştırdığında neredeyse gülecektim. Bir elini kafamın yanında duvara bastırınca gülmemek için dudaklarımı sımsıkı kapattım. Kuşkusuz bir deliydi. “Bunu yapmayı seviyorsun, değil mi?” Baskın bir karakteri vardı.

Kıkırdayarak başını salladı. “Bekle, sırada ya benimsin ya kara toprağın var,” dediğinde bu sefer sesli güldüm. İzlediği tüm o filmler ona yasaklanmalıydı.

“Bu sefer olmaz,” dedikten hemen sonra belini tuttuğum gibi sırtını duvara yaslayıp onu sıkıştıran ben oldum. Kirpiklerinin altında gözlerini süzerek bana bakınca, “Bu gece her şey benim kurallarımla olacak,” dedim ve başımı eğip arzuladığım dudaklarına baktım. “Şimdi yap şunu!”

Onun beni öpeceği konusunda anlaşmıştık.

Bige.

Eğer hâlâ oyun oynuyor olsaydık bu çıkışı kesinlikle milyonlarca adımı hak ederdi. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu sanki artık benim kalbim değildi. Ödülünü istiyordu ve almadan beni bırakmayacağını fazla belli ediyordu. Beni bırakmasını istiyor muyum, emin değilim. Öptüğüm ilk erkek olmayacaktı ama karşısında aşırı heyecanlandığım tek erkekti. Serhat bile küçük bir öpücük için kalp atışlarımı bu denli hızlandırmamıştı. Derin bir nefes alıp ona yaklaştım.

Ona dokunmamaya çalışarak parmak uçlarımdan yükseldim. Yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda tepkisiz kalmaya çalışarak beni izliyordu. Tepki vermiyordu ama bakışları fazla sabırsızdı. Birbirimizin ılık nefesini dudaklarımızda hissedecek kadar ona yaklaştım. Dudaklarım dudaklarına sürtününce, tüy gibi olan bu küçük temas sanki içimde kocaman bir patlamaya neden olmuştu.

Neden böyle hissediyorum?

Önce dudaklarım dudaklarına sürtündü daha sonra da araladığı dudaklarının arasına sızıp onu öpmeye başladım. Aklımdaki küçük bir öpücüktü fakat dudaklarımız birleştiği an yoğun bir elektrik akımına kapılmış gibi müthiş bir arzunun esiri oldum. Dudaklarım onun dudaklarının üzerinde hareket ederken kontrollü davranmaya çalışıyordu. Onun değil benim onu öpeceğim konusunda anlaştığımız için bana karşı koymaya çalışıyordu.

Bu yüzden kaskatı bir halde bana direnmeye çalışıyordu. Fakat onun tarafından öpülmek isteyen delici yanım bana da sürpriz olmuştu. Onun da beni öpmesini istiyordum. Kısa bir anlığına onu öpmeyi bırakıp gözlerine baktım. “Karşılık ver,” dediğimde sanki bunu söylememi beklermiş gibi sertçe yutkundu. Hızlı bir şekilde üzerime eğildi ve aynı anda birbirimizin dudaklarının arasındaki mesafeyi kapattık. Fazla aceleciydik.

Birbirimizin dudaklarında kaybolurken sınırı geçip elleriyle ilk dokunan o olmuştu. Soğuk elleri belimi kavrayıp beni sertçe göğsüne çekince titredim. Ellerinin ait olduğu tek yer orasıymış gibi belimi sıkıca tutuyordu. İkimizde uzun zamandır bunu bekliyormuşuz gibi öpüşümüz şehvetli ve aceleciydi. Elleri çıplak sırtıma sürtünürken iki yanımda duran ellerim sabrını zorluyormuş gibi, “Dokun bana!” dedi emredercesine. Gırtlağından çıkan hırıltılı bir sesle, “Ellerini üzerimde istiyorum!” dedi ve hemen sonra tekrar beni öpmeye başladı.

Öpüşüyle ayaklarımı yerden kestiği için şu anda benden ne istese yapacak durumdaydım. Titreyen ellerimi kaldırıp karın kaslarına dokundum. Önce parmak uçlarımda hissettim tenini ama daha fazlasını istediğim için avuçlarımı bastırdım. Bunu yaptığım an Karun’un öpüşü şiddetlenmişti. Ellerimdeki ürkeklik çok hızlı geçmişti artık ellerim onun vücudunu keşfediyordu. Avuç içlerim karnına sürtünüyor, yukarıya doğru tırmanıyordu ve bu bile onun kollarında erimeme neden oluyordu.

Düşündüğümden daha sıkı ve sert kaslarına dokunmak beni daha çok cesaretlendiriyordu. Onun da elleri boş durmuyordu sanki her yerimdeydi. İçine çekildiğim haz artık doğru ve yanlışı birbirinden ayırt etmeme izin vermiyordu. Soluksuzca birbirimizi öperken ensesini kavrayıp onu iyice üzerime çektim. Boyu uzundu ve ben hep parmaklarımın ucunda duramazdım. Elleri belimden sürtünerek aşağıya kaydı. Omurgamdan başlayan soğuk bir ürperti onun ellerinin geçtiği her yerdeydi. İri elleri kalçamı kavrayıp beni sertçe kendisine bastırınca inledim. Hissettiğim sertlik inilti dolu bir ses çıkarmama neden olmuştu.

Karun’un elleri rahat durmuyordu. Dudaklarımı hoyratça öperken kalçamda parmak izlerini bırakacak kadar sert sıkıyordu. Bunu yaptıkça bana baskı yapan sertlik şiddetini daha da arttırıyordu. Hangimiz daha çok bir diğerini arzuluyordu, bilmiyorum. Aramızda geçen şey masum bir öpücük değildi çünkü çok daha fazlasıydı. Dudaklarımız birbirine sürtündükçe dillerimiz de işin içine girmişti. Saf bir şehvetle kuşanmışken cayır cayır yanıyor gibiydik.

Nefes almak için ondan ayrıldığımda aldığımız hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesimiz birbirine sürtünüyordu. Yoğun bakışlarla birbirimize bakarken dudaklarıma doğru, “Saka,” diye fısıldadı boğuk bir sesle. Gözlerinin mavisi ilk kez gördüğüm bir koyuluktaydı.

Karun çenemi tutup başımı yukarı kaldırdı. İşaret parmağı alt dudağıma küçük dokunuşlar yaparken endişeli gibiydi. Mavileri gözlerimi hükmü altına alırken kısık bir sesle, “Seninle ilgili her şey fazla iyi hissettiriyor,” diye içinde tuttuğu bir gerçeği itiraf etti. “Ve benim hayatımda uzun süre iyi şeyler olmaz.” Sesindeki korkuyu iliklerime kadar hissettim.

Karun korkuyordu.

İçini yakan nefesi sesli bir şekilde verirken bana olan bakışı endişe vericiydi.  “Bir yanılgı olmandan korkuyorum.” Uzanıp öpülmekten şişmiş dudaklarıma küçük bir öpücük daha kondurdu. “Benimkiler bana yetiyor bana kendi sanrılarını yaşatma,” dediğinde sesindeki yakarış beni onun karşısında çaresiz bırakıyordu. Bu bir emir değildi, bu bir rica da değildi, bu bir yakarıştı. Bir erkeğin bir kadına yalansız ve gerçek ol demesiydi.

Sanrı hayal ve yanılgı demekti ve o, yanılgı olmayı seçerken benim gerçek olmamı istiyordu. Başımı sallayarak ona istediğini verdim. Bu belki bir avuntuydu belki de onu mutlu etme isteği. Bunlardan hangisi, bilmiyorum ama bu gece için ona istediğini verdim. Daha sonra ayrıldık birbirimizden. Bu çok ani ve çok hızlı olmuştu. Oyunun sonuna gelmişiz gibi öpüşmemiz son bulunca birbirimizden uzaklaşmıştık.

Karun koltuğa doğru yürürken benim adımlarım yatağa ulaşmak için hareketlenmişti. Aramızda başlayan tutku dolu kıvılcım son bulan öpücükle yok olmuştu. İçimdeki bu burukluğun sebebi de neyin nesiydi? Sanki bir şeyler eksikti veya bir şeyleri yanlış yapıyorduk. O tutku dolu öpüşmeden sonra ıssız bir şekilde ayrılmak biraz garip hissettirmişti. Bir şeyler olması gerektiği gibi değildi. Böyle hissediyordum.

Yatağın yanında durup ona baktığımda kanepenin yastığını düzeltiyordu. Uyumaya hazırlanıyordu. Yatağa uzanarak, “İyi geceler,” diye ona sırtımı döndüm. Çok içmekten uykum gelmişti. Bu geceyi kendim için sonlandırarak gözlerimi yumdum.

***

Sabah uyandığımda Karun odamda yoktu. Gece odama uğramamış gibi ondan hiç iz yoktu. Dün gece ondan daha az içtiğim için gecenin detayları aklımdaydı. Öyle körkütük sarhoş olacak kadar çok içmemiştim ama Karun çok içmişti. Büyük ihtimalle dün gece olanları hatırlamıyordu. Açıkçası unutması beni üzerdi çünkü hatırlamasını istiyorum. Dün gece unutulacak şeyler yaşanmamıştı. Dudaklarımda hâlâ dudaklarının tatlı sızısı varken olanları unutmamalıydı.

Aynanın karşısında dudaklarıma ruj sürerken düşüncelerim fazla karışıktı. Sabah uyandıktan sonra banyo yapıp giyinmiştim. Makyajımı yaptıktan sonra son olarak ruj sürüyordum. Ancak Karun’u öptüğümü hatırlayınca vücuduma yayılan sıcaklık yine beni etkisi altına almıştı. Onu öpmüştüm ve o da bana karşılık vermişti. Parmaklarımın ucuyla dudaklarıma dokunurken tebessüm etmeden duramıyordum. Öpüşünü hatırladıkça kalp atışlarım müthiş bir şekilde hızlanıyordu. Bana yakın olması, beni öpmesi neden mutlu olmamı sağlıyordu, bilmiyorum. Dün geceyi tekrar tekrar yaşamak isteyen bir yanım vardı.

Acaba geceleri hep ona içirsem mi?

Saçmalama istersen, Bige!

Telefonum çalınca kendime gelmek için başımı iki yana salladım. Ruju aceleyle sürdükten sonra koltuğa yürüdüm. Çantanın içindeki telefonu çıkartınca Kadem’in aradığını gördüm. Bu yine beni niye arıyordu? “Ne istiyorsun?” diye telefonu açtığımda saat yediye çeyrek vardı. Yedide kahvaltıda olmalıydım.

Kadem’in, “Dün gece ne oldu?” diyen meraklı sesini duydum. “Karun’un odanda kaldığını duydum. Sana herhangi bir şey söyledi mi? Dün gece Duha az kalsın ona her şeyi anlatacaktı, son anda müdahale ettim. Karun bir şeylerden şüphelenmiş mi?” İnsanlar gecenin detaylarını en yakın arkadaşına anlatırdı bense bu hayvana!

Çantamı alıp, “Hiçbir şey olmadı,” diye kapıya doğru bir adım atmıştım ki komodinin üzerinde duran parayı gördüm. Yaklaşıp yakından bakınca küçük bir deste para olduğunu gördüm. Midem kasıldı. “Kadem,” diye fısıldadım. “Sabah uyandığımda Karun odada değildi ve komodinin üzerine para bırakmış. Bu ne anlama geliyor?”

Savurduğu küfürleri duydum. “Onunla yattın mı?” diyen kızgın sesini işittim. “İki günde tanıdığın bir adamın koynuna hemen girersen para bırakır tabii!”

Sinirle başımı iki yana salladım. “Neyden bahsediyorsun sen onunla yatmadım!” diye kaşlarımı çattım. “Yatmadım!” Yatağıma bile girmek istemedi nasıl yatayım? Ne diyorum yahu ben!

Kadem, “O zaman niye fahişe yerine koysun seni?” diye bana sesini yükseltince donup kaldım. Fahişe mi? Ağzından çıkan şeyin farkında mıydı? Ne fahişesi?

Dizlerimin bağı çözülünce ayakta güçlükle duruyordum. Kadem hâlâ, “Aptal!” diye bana kızıyordu. “Adam sana fahişe muamelesi yapmış sen hâlâ uyu! Erkekler genelde tek gecelik kadınlara para bırakırlar. Geceden memnun kalmışlarsa ücretlerini öderler!” dediğinde sabah uyandığımda hissettiğim mutluluk saman alevi gibi söndü. Karun beni fahişe yerine mi koymuştu? Gece onu öpmüştüm ve sabah bana para mı bırakmıştı? Kadem haklıydı bıraktığı paranın anlamı buydu, değil mi?

Beni böyle aşağılamaya hakkı yoktu.

Telefonu kapatıp yatağın üzerine yığıldım. Dolan gözlerimdeki yaşlara engel olamazken gözlerimi Karun’un bıraktığı paradan ayırmıyordum. Uzanıp titreyen ellerle parayı aldım ve hepsini tek tek saydım. Burada iki bin tutarında para vardı. Onun için ederim bu kadar mıydı? İki bin öyle mi?

Sanki kalbim kanıyordu, Karun onu kanatmayı başarmıştı.

Gözyaşlarım sessizlik içinde akarken telefonum tekrar çaldı. Önce Kadem’in yine aradığını sandım ama yabancı bir numaradan gelen bir aramaydı. Derin bir nefes alıp telefonu açınca, “Bige,” diyen Serhat’ın sesini duyunca donup kaldım. “Seni çok özledim.” Onun sesini uzun zaman sonra ilk kez duyuyordum. Ayrıca ne özlemesinden bahsediyordu?

Avuçlarımdaki para yüzünden hissiz bir şekilde, “Sen hâlâ ne yüzle beni arıyorsun?” dedim. “Başıma açtığın onca sorundan sonra ne yüzle beni arıyorsun? Pişkinliğin bu kadarına pes doğrusu!” dedikten sonra telefonu onun yüzüne kapattım ve bu numarasını da engelledim. Karaktersiz pislik! Bu erkeklerin hepsinden bıktım!

Avuçlarımdaki parayı çantanın içine koyduktan sonra çanta ve telefonu alıp odadan çıktım. Koridorda duran korumalara yaklaşıp kızgın bir sesle, “Çağırın gelsin!” diye bağırdım. Buraya gelecek ve bana bu paranın hesabını verecekti.

Bu sefer hiçbiri gülmedi çünkü ağlamaktan ıslanmış gözlerime bakıyorlardı. İçlerinden Furkan, “Sorun ne efendim?” dedi büyük bir ciddiyetle. Sorunun kaynağını bulup benim için onu yok edeceklermiş gibi bakıyorlardı.

Gözyaşlarım engel olamadığım bir hızla akarken küskün bir sesle, “Size çağırın gelsin dedim!” diyerek burnumu çektim. “Çağırın gelsin!”

Buradaki yirmiye yakın adam gözyaşlarım karşısında ne yapacaklarını bilmez bir halde birbirine baktılar. En sonunda içlerinden biri şaşkın bir suratla bana bakıp, “Bige Hanım,” diye çıktığım odanın kapısını işaret etti. “Karun Bey henüz dışarı çıkmadı.” Ne? Hâlâ içeride mi? Bir tek balkona bakmamıştım belki de oradaydı.

Derin bir nefes alıp bana cevap veren korumaya başımı salladım. “O zaman sorarsa gitti dersiniz,” dedikten sonra hızlı adımlarla asansörün olduğu yöne yürüdüm.

Asansöre binerken korumaların aceleyle odanın ziline bastığını görmüştüm. Asansöre binip alt kata indim. Resepsiyonda çıkış işlemlerimi yapmak beni biraz oyalamıştı çünkü benden para almak istememişlerdi. Duha Bey’in kesin talimatı var deseler de kaldığım gecenin parasını ödeyerek oradan çıktım. Otelden çıktıktan sonra kaldırımda durup boş bir taksi bulmaya çalıştım. Taksi bulamayınca sıkıntım iyice arttı. Karun’un olduğu bir yerde daha fazla kalmak istemediğim için kırmızı ışık yanar yanmaz yolun karşısına geçmeye başladım.

Yolu yeni yarılamıştım ki arkamdan Karun’un, “Saka!” diyen gürleyen sesini duydum. Durdum ve tam ona doğru dönecektim ki, “Bige,” diyen başka bir ses tam karşımda geliyordu. Başımı kaldırınca arabasında inen Serhat’ı görünce kaskatı kesildim. Serhat buradaydı.

Arkamda Karun, önümde Serhat ve ben yolun tam ortasındayım, yani ikisinin arasında.

Serhat aceleyle benim için arabanın kapısını açtı. “Benimle gel,” dediğinde gözlerinde büyük bir özlem vardı ama ben onu özlemiş gibi hissetmiyordum. İçimde ona karşı hiç özlem yoktu. Çok garip eskiden onu görünce içim içime sığmazdı ama şimdi duygularımda koca bir boşluk vardı. Onu tekrar görene kadar bunu hiç fark etmemiştim. Serhat bana artık eskisi gibi hissettirmiyordu.

Başımı çevirip arkama bakınca Karun kaldırımda duruyordu. Bunun seçimini bana bırakmış gibi bakıyordu. Uykudan yeni uyandığı her haliyle belliydi ama uykulu gözlerinde büyük bir öfke vardı. Arkamda duran Serhat’a baktıkça öfkesi iri bedenine sığmıyordu. Korumalar da onun peşinden dışarı çıkmıştı ve hepsi de vereceğim kararı endişeyle bekliyordu. Fakat ben gözlerimi Karun’un kızgın bakışlarından ayıramıyordum.

Belindeki silahı çıkartıp Serhat’a ateş etmemek için müthiş bir çaba gösteriyordu. Ona baktıkça kaşları daha da çatılıyor, alnındaki kırışıklıklar gözle görülür bir hale geliyordu. Bir felâketi andıran bakışlarını güçlükle Serhat’tan çekip bana baktı. “Onunla gidersen ikinize dokunmam, izinizi bile sürmem ama karım olmaktan da çıkarsın,” dediğinde yemin eder gibiydi. “Şimdi gidersen Allah Kuran şahidim olsun ki silerim seni!”

Karun’un çenesinden bir kas seğirirken sinirli bir şekilde başını salladı. Gözlerimin en derine baktı ve “Öldü deseler kılım bile kıpırdamaz!” dediğinde ondan bu sözleri duymayı hak edecek hiçbir şey yapmadığım için burnumun direği sızladı. Beni fahişe yerine koyan oydu ama bana kızan da ondan başkası değildi.

Yoruyordu insanı, Karun yoruyor ve bitiriyordu.

“Ama kalırsan-” dediğinde kal der gibi bana bakıyordu. Mavileri adeta bunun için bana yalvarıyordu. Uzun uzun bana baktı ve “Seni hayatımın merkezine koyarım,” dedi kısık bir sesle.

Öfkesinin beni korkuttuğunu düşünmüş olmalı ki sakinleşmek için kendini zorladı. Derin derin nefesler alırken dün geceyi hatırladığını göstermek ister gibi, “Sana yanılgım olma demiştim,” dedi. Peki, dün gecenin sabahında en büyük yanılgıyı bana yaşatmasına ne demeli? Bunu bana nasıl unutturacaktı?

Sürekli elinin tersiyle ittiği bir kadın olmak istemiyordum.


Yorumlar