“Annem olsaydı beni korurdu diyeceğim tek an babamın benden utandığı ve bana vurduğu o andı.”
Kalp belki de en hain organımızdı çünkü çok kolay kırılıyor ve çok kolay da affetmek istiyordu. Karun’a kolay kırılmamıştım aksine çoğu kırıcı söylemlerini ve yaptıklarını yutmuştum. Belki de bu konuda ona inisiyatif tanımıştım çünkü o da çoğu konuda bana karşı anlayışlı olmaya çalışmıştı. Hatalarımız ve doğrularımız birbirleriyle çarpışınca ortaya çıkan eşitlik bizi bize karşı sabırlı olmaya itmişti. Ancak skor Kadem’in beni yanlış yönlendirmesiyle bir anda değişmişti.
Küçük bir yanlış anlaşılma yüzünden otel odasında çıktığımda her şey değişmeye başlamıştı. Bir anda Karun’un farklı ve acımasız bir yüzüyle tanışmıştım. Küçük ama içindeki şeyin anlamı büyük bir hediye paketiyle bana bunu göstermişti. Eflatun elbise ve bana vermek istemediği panzehir benim için bir dönüm noktası olmuştu. Karun bir anda benim için Carlos gibi birine dönüşmüştü. Nefret ettiğim ama asla kaçamadığım birine olmuştu.
Kafamdaki tüm bu düşüncelerden sıyrılmamı sağlayan şey dudaklarımdaki temasın sadece iki saniye sürmüş olmasıydı. Karun beni öptü ama bunun kötü bir fikir olduğunu düşünmüş olmalı ki hemen kendini geri çekti. Dudakları dudaklarıma değdiği an aramızdaki teması kesmişti. Belki de sarhoş olduğumu hatırlayıp kontrolünü son anda sağladı. Hâlâ üzerime eğilmiş bir pozisyonda dururken, “Üzgünüm,” dedi ama mavi hareleri pek de üzgünmüş gibi bakmıyordu. “Bunu yapmamalıydım.”
“Bence de yapmamalıydın.”
Üzerimden çekildikten sonra yatağın yanında ayakta durmaya başladı. Beni öptüğü için üzgün olduğumu düşündüğü için, “Tekrarı olmayacak,” dedi ancak yüzü sıkıntılıydı. Çok fazla gerildiği için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı ve bunu telafi etmek için doğru sözcükleri bulmaya çalıştı. “Suratını asmayı bırak bir hataydı!” diyerek sert çıkınca az kalsın kahkaha atacaktım. Beni öptüğü için suratımı asıyorum sanıyordu ama durum tam tersiydi.
Yatakta oturup baygın gözlerle ona baktım. “Midem bulanıyor,” dediğimde yüzümü buruşturdum. Midem gerçekten bulanıyordu.
Bu duydukları hoşuna gitmemiş olacak ki Karun’un gerginliği iyice arttı ve kaşlarını hafifçe çattı. “Seni öpmem mideni mi bulandırıyor?” Sesi buz gibiydi. Bu düşünce belki de onun için ondan nefret etmemden daha sarsıcıydı. Yanında duran parmaklarının büküldüğünü gördüm. Onları avuç içine doğru büküp sıkmaya başladı. Midemi bulandırdığı fikri sinirlenmesini ama daha çok hayal kırıklığına uğramasına neden olmuştu.
Delici bakışları hayır dememi ister gibi bakıyordu ama sarhoş bir kafayla hiçbir şey düşünemiyordum. Bunun onun için ne anlam ifade ettiğini idrak edecek durumda olmadığım için, “Üzerine alınma ama gerçekten midem bulanıyor,” dedim.
Sert çehresi sinirle kasılırken dişlerinin arasından, “Benden miden bulanıyorken nasıl üzerime alınmayayım?” İçki yüzünden midem bulanıyor ona ne oluyor ki? O kadar da üzerine alınma dedim.
Elimi karnıma bastırıp tam ona alkolden kaynaklandığını açıklayacaktım ki, “Bu kabul edeceğim bir şey değil!” dedi sert bir sesle. Hızlıca aramızdaki mesafeyi kapatıp yatağımın kenarına oturdu. Çatık kaşları altında bana bakarken buzdan farksız olmayan soğuk bakışlarını gözlerime dikti. “Benden tiksiniyor musun?” diye sorduğunda sesi mesafeli çıkmıştı. İki dakika içinde neler düşünmeye başlamıştı.
Bana bakarken mavileri adeta ruhumu vücudumdan söküp alıyordu. Odanın içi bir anda buz gibi olmuştu. “Eğer öyleyse sana yemin ederim ki bu gece hayatından tamamen çıkarım,” diyerek başını salladı. “Yarın uyandığında buradan gitmiş olurum ve boşanırız.” Tek bir cevabımla bunu gerçekten yapacakmış gibi bakıyordu. Nedendir bilmiyorum ama sanki kırmızı çizgilerinden birine basmak üzereydim. Bu konuyla ilgili bir yarası vardı, değil mi? Ondan tiksinen bir kadının hayatından çok hızlı çıkacağını artık biliyorum. Bununla ilgili bir şeyler yaşamış olmalıydı.
Eğer ayık olsaydım sırf ondan kurtulmak için evet derdim ama sarhoşken iyi bir yalancı değildim. “İçki yüzünden midem bulanıyor,” diye fısıldadım. “Senin veya öpücüğün yüzünden değil.”
“Ben kendimi geri çekince peşimden geliyorsun ama ben sana yaklaşınca da kaçıyorsun,” dedikten sonra başımı eğip kucağımdaki ellerimle oynamaya başladım. “Oteldeyken de aynısını yaptın eğer o gece yanımda yatsaydın bütün bunlar olmayacaktı.” Sesim kısılıp ağlamaklı çıkarken, “Beni acıyla beslemeyi bırak,” dedim. “Ben artık saka kuşu olmak istemiyorum,” dediğimde tek duyduğum ses yutkunuşuydu.
Parmaklarımı birbirine dolarken sinirden güldüm. “Ne kadar acıttı biliyor musun?” Alkol yüzünden fazla duygusal olduğum için gözlerime akın eden yaşları engelleyemedim. “O kutunun içinde eflatun elbise çıkınca zehirden daha çok acıttı.” Neden bana öyle bir elbise gönderdi ki, bu her şeyi başlamadan bitirmişti.
Başımı kaldırıp ıslak gözlerle ona baktım. “Ama zehir de çok acıttı.” Saçını çeken arkadaşını babasına şikâyet eder gibi elimi kaldırıp kapıyı gösterdim. “Hani dışarıdaki o merdivenler var ya, işte ben öyle bir merdivene tırmandım. Tırmandım ama yürüyerek değil sürünerek.” Elimle bu sefer göğüs kafesimi gösterdim. “Her basamak göğsüme battı, canımı çok yaktı.”
Gözlerimden süzülen yaşlarla başımı salladım. “Kan da kustum sonra da atladım çünkü sen beni buna zorladın. Şimdi git buradan biraz ağlayacağım.” Yatağa uzanarak ona sırtımı döndüm ve dizlerimi karnıma çektim. “Burada ağlar uyurum ben,” diyen sesim içliydi. “Bilmiyorsun ama kendi içimde çok küstüm ben sana.”
Sessiz sessiz ağlarken bir süre her şey dondu. Ne hareket etti ne de bir şey söyledi. Ben yatakta iki büklüm ağlarken oturduğu yerde taş kesildi. Uzun süre hiç kıpırdamadı ama daha sonra kederli bir nefesten sonra yatağıma uzandı. Şimdi tam arkamdaydı ancak ona doğru dönmüyordum. Yatakta bir kıpırtı hissedince onun bana döndüğünü anladım. “Hatırlıyor musun bir seferinde sana akıl acımaz demiştim ve sende acıtan çıkmadığındandır demiştin,” dediğinde sesi içip içip efkarlanmış gibi geliyordu. Oysaki içen sadece bendim.
“Aklımı acıtıyorsun,” dedi birdenbire. “Öncesinde değil atladığın o gece başladın bunu yapmaya.”
Elini belimde hissettiğimde kaskatı kesildim. “Kulaklarımda hep kapının arkasındaki kısık iniltilerin var.” Eli tenimi yakarak belime sürtündü ve karnımın üzerinde durdu. “Gözlerimi ne zaman kapatsam seni çatıda atlarken görüyorum.” Arkamdan bana iyice yaklaşarak vücudunun gölgesine aldı beni. Şimdi sırtım onun göğsüne yaslıydı.
“Aklım hep o geceyle meşgul.” Elini karnıma bastırarak beni iyice göğsüne çekti. “Beni koruyacağını söylemiştin,” dediğinde kısık sesi kederliydi. “Beni o geceden koruyabilir misin? Aklımı acıtıyorsun, Saka beni o anılardan kurtarabilir misin?” Yere düşürdüğü benken bunu nasıl yapabilirim?
Karun arkadan bana sarılırken çenesini saçlarımın tepesine yasladı ve derin bir iç çekti. “Yalan söylemeyeceğim boktan bir herifim,” dedi. “Muhtemelen sarhoş olmasaydın sana sarılmayacak, bunları da söylemeyecektim ama deneyeceğim,” dedi ve daha sıkı tuttu karnımı. “Senin için iyi biri olmaya çalışacağım. Ne kadar başarılı olurum, bilmiyorum ama bunu deneyeceğim,” dedikten sonra burnunu saçlarıma gömüp kokusunu içine çekti.
Ne olduğunu bilmiyorum ama bir şeyi anlamak ister gibi üst üste saçlarımın kokusunu içine çekti. “Söylesene nasıl menekşe kokmayı başarıyorsun?” Tüm ciddiyetin içine ettiği için ağlamayı bırakıp gülmeye başladım. “Son kısma kadar iyi gidiyordun.”
Beni güldürmek keyfini az da olsa yerine getirmiş olmalı ki, “Yavrum harbiden menekşe kokuyorsun,” dediğinde sesi meraklı çıkmıştı. “İstanbul’daki kokun değil.”
“Konumuz benim nasıl koktuğum değil ki,” diye homurdandım. “Ben hâlâ ağlıyorum.”
“Benim kollarımda ağlıyorsun ama.” Beni tutup kendisine doğru çevirdi. Bunu yaparken alçılı koluma dikkat etmişti. Bir kolunu boynumun altından geçirerek beni iyice göğsüne çekti. Çenemi sert göğsüne bastırıp başımı kaldırdım ve ona baktım. “Senin kollarında ağlayınca ne oluyor?”
Başını eğip uzun kirpiklerinin arasında bana bakarken dudağının köşesi kıvrıldı. “Şu anda gözyaşlarını katlanılır kılan tek şey başka bir erkeğin kollarında ağlamaman,” dediğinde sanki beni ağlatan o değilmiş gibi kıskançlık yapıyordu.
“Bence sen beni kıskanıyorsun.”
Fazladan bir saniye bile düşünmeden, “Bence senin kafan fazla güzel,” dediğinde kıskanmadığına çok emindi. “Kıskanç biri değilim.”
Bu adam şaka gibi bir şey!
“Serhat’a ne yaptın? O iyi mi?”
Beni saran vücudu kaskatı kesilirken kaşlarını o kadar hızlı çattı ki kaçmak istedim. “Hâlâ o sikik herifi mi düşünüyorsun?” Bakışlarının ne kadar ürkütücü olduğunu bildiğini sanmıyorum.
Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. “Evet, evet, benim kocam hiç kıskanç değil,” dediğimde bakışları yumuşadı, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. “Kulağa o kadar güzel geliyor ki her kocam deyişine bir servet harcayabilirim.” Bunu o kadar kısık bir sesle söylemişti ki onu güçlükle duydum. Sanki kendi kendine söylediği bir şeydi bu.
Elini uzatıp yüzümdeki saçları çekti. Gözleri yüzümü seyre dalarken parmakları yanağıma sürtündü ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Saka,” dediğinde eli hâlâ saçlarımdaydı. “Senden boşanmazsam ne yaparsın?” Bunları söyledikten hemen sonra yalandan öksürüp boğazını temizledi. “Yani varsayalım yarın duruşmaya yetişemedim.”
“Bu sefer seni vururum,” dedim sakince. “Seni öldürerek kendimi dul bırakırım. Bak gerçekten yaparım bunu.”
Onu tehdit etmemi komik bulmuş olmalı ki gülmemek için yanaklarının içini ısırırken, “Tam olarak hangisisin?” diye sordu. Benimle böyle sarmaş dolaş olmak hoşuna gitmiş gibi yüz ifadesi keyifliydi. “Bakımlı ve güzel bir kadın mı yoksa eli maşalı şirret bir kadın mı? Yere bağdaş kurup ağlayan o çocuk kadın mı, yoksa eline bir silah alıp çatışmaya atılan kadın mı? İçinde birden fazla kadın var gibi, söylesene gerçekte sen hangisisin?” dediğinde bunun cevabını her şeyden çok bilmek ister gibi bakıyordu.
“Sen hangisi olmamı isterdin?”
“Seçim yapamam ama hepsi olmandansa içlerinden biri olmanı isterdim.” Ama hepsiydim.
“Neden?”
Bir şeyler canını sıkıyormuş gibi gergin bir suratla bana bakmaya başladı. “Çünkü birden fazla yönün var, seni tanımaya başlayan her erkek sende sevecek bir şeyler bulacak,” dediğinde afallayarak gözlerimi kırpıştırdım. Sorun ettiği şey bu muydu? Gerçekten hiç kıskanç değilmiş.
“Belki de içlerinden biri âşık olacağım kişi olacaktır,” dedim hayallere dalarak. “Belki de beni çok sevecektir kim bilir.”
“Ben bilirim böyle bir şey olmayacak,” diye güldü. “Karım olduğun sürece kimse seni sevmeye cesaret edemez. Sanrı’nın karısını sevmek kimin ne haddine.”
“Çok acil boşanmalıyız!” dediğimde sesli gülerek, “Bakarız,” dedi ve yüzünü bana doğru eğdi. “Miden ne alemde?”
Elimi karnıma koyup kontrol ettim. “Duruyor yerinde,” dedim alkolün verdiği bir saflıkla.
Güldü. “Ne güzel.” Çenemi tutup başımı biraz daha yukarı kaldırdı. Ilık nefesini dudaklarımda hissederken, “Mide bulantın geçti mi?” diye sordu. Gözleri dudaklarımda oyalanırken sesi fısıltıyla çıkmıştı.
Kuruyan dudaklarımı emerek ıslattım ve nefesimin dudaklarına çarpmasına izin verdim. “Neden soruyorsun?” Bana olan yakınlığı yüzünden sesim titremişti.
Karun dudaklarıma baktıkça bakışları daha koyu bir hale geliyordu. “Seni öpeceğim.”
Kaburgalarımın arasındaki kalbim son söyledikleriyle rotasından şaşarken, “Bence bunu istemiyorum,” dedim ama beklenti dolu bakışlarım ve çatlayan sesim bunun tam tersini söylüyordu.
Yüzlerimiz arasındaki mesafeyi kapatıp dudağımın kıvrımına küçük bir öpücük kondurdu. “Bence ikna edilebilirsin,” dedikten sonra dudakları dudaklarıma sürtündü, soluğum kesildi. “Senden otel odasında olduğu gibi bir öpücük istiyorum.”
Onun büyüsüne kapılırken mayışmış bir sesle, “Dudağımın sol kıvrımını da öpmelisin,” dediğimde güldü. “Emrin olur,” dedi ve dudağımın diğer köşesini de öperek öpücüğünü eşitledi.
Dudakları tekrar dudaklarıma sürtünüp tüy gibi dokunuşlar bırakırken, “Saka,” diye mırıldandı boğuk bir sesle. “Seni öpeceğimi söyle.”
Hızlı hızlı nefesler alırken bilinçsiz bir şekilde, “Belki de bunu yapmalısın,” dedim ve elimi ensesine koyup onu öptüm.
Onu beklemeden ben öpünce dudaklarımın üzerindeki dudaklarında güler gibi bir ses çıktı. Hemen sonra kendimi geriye çekmeme izin vermeden beni öpmeye başladı. Biliyorum bana yaptıklarından sonra buna izin vermemeliydim ama mantığımla hareket edecek durumda değildim. Alkolle uyuşmuşken tamamen hormonsal dürtülerle hareket ediyordum. Bu gece onun yüzünden yaşadıklarım zihnimin en karanlık odalarına hapsolmuş, canımı yakmayı bırakmıştı.
Beynim bana güzel bir gece vermek için kötü anıları kısa bir anlığına kuytu zindanlarına atmıştı. Yarın sabah hepsinin zincirlerini kırıp firar edeceğini biliyorum ama bu gece değil. Karun nefes dahi almadan beni öperken ona karşılık veriyordum. Onu öpmek o kadar büyüleyiciydi ki sanki birleşen dudaklarımızın arasında ruhlarımız birbirine karışıyordu. Bu gece benden çalacağı küçük bir öpücük onun için yeterli değildi. Bu yüzden belimi tutarak sırtımın yatakla buluşmasını sağladı.
Hâlâ beni öperken saniyeler içinde üstümdeki yerini almıştı. Bacaklarımı araladığımda bacaklarımın arasındaki yerini alması uzun sürmemişti. Kısa eteğim muhtemelen kalçama kadar toplanmıştı ama bunu düşünecek durumda değildim. Elim kumral saçlarının arasında gezinirken hissettiğim şeylerin bir tarifi olamazdı. Yaptığım hiçbir şey için sorumluluk kabul etmiyorum çünkü sarhoşum.
Bacağımda elini hissettiğimde öpüşü yakıcı bir hale gelmeye başlamıştı. Avuç içi bacağıma sürtünerek yukarı çıkmaya başlayınca beklentim büyüdü. Toplanan eteğimin altına sızan soğuk parmakları kalçamı kavrayıp sıktı. Vücut sıcaklığım kalçamın üzerinde hareket eden eli yüzünden artarken farkında olmadan dudağını ısırdım. Dudaklarında küçük bir inilti çıkınca kendini sertçe bana bastırdı. Eğer onu engelleyen pantolon olmasaydı çoktan benimle bütünleşmiş olurdu.
Eli kalçamın üzerine sürtünerek tişörtümün altına sızmıştı. Bel boşluğumda parmaklarını hissedince belimi yay gibi yukarı kaldırıp kıkırdamaya başladım. Dudakları yavaşça benden ayrıldı ve bir şeyi test etmek ister gibi yüzüme bakmaya başladı. Beni izlerken belimin tam ortasına parmaklarını tekrar sürtünce gülmeye başladım. Yüzünde içimi ısıtan bir ifade oluştuğunda gülümsedi. “Tik gibi bir şey mi?” Parmakları hâlâ hassas olduğum noktada gezindiği için gülerek başımı salladım. “Çek şu elini.”
Biri belimin tam ortasına dokununca huylandığım için gülmeye başlıyordum. Karnımda değil belimin tek bir noktasında gıdıklanıyordum. Karun elini çekmeyince daha fazla gülerek onu üzerimden atmaya çalıştım ama tek elimle iri vücuduna karşı hiç şansım yoktu. Katıla katıla gülmeye başladığımda o da gülerek başını iki yana salladı. “İnanılır gibi değilsin.”
Gülüşlerimin arasında kesik kesik konuşmaya çalışırken, “Büyükbabam,” dedim güçlükle. “Seslerden uyanabilir.”
Neyse ki elini belimden çekerek yatağın diğer tarafına uzandı. Kolunu boynumun altından geçirip beni göğsüne çekti. Alçılı kolum altta kalmadığı için şanslıydım. Kollarını bana dolayıp saçlarımın tepesine küçük bir öpücük kondurdu. “Uyuyalım hadi,” dediğinde başım onun göğsündeyken tebessüm ederek gözlerimi yumdum. Bu gece yarın boşanacak bir çiftin yapmaması gereken birçok şey yapmıştık ama kötü hissettirmiyordu. En az benimle uyuyacak olması kadar iyi hissettiriyordu.
Onunla ilgili her şey yanlışken nasıl bu kadar iyi hissettirebilir, bilmiyorum.
***
“Bige ben acıktım!” Büyükbabamın sesi beni içine çekildiğim kâbustan uyandırmaya başlamıştı. Yine hep gördüğüm iki kâbustan birini görmüştüm.
Gözlerimi açmaya çalıştıkça büyükbabam ısrarla kolumu daha çok çekiyordu. “Kalk artık acıktım,” diye sızlanıyordu. “Sen hiç saat on ikiye kadar uyumazdın, yine içtin mi?” Yine derken? Duyanda umutsuz bir alkolik olduğumu sanırdı. Bir dakika, saat on iki mi?
Gözlerimi hızla açarak tepemde dikilen adama baktım. “Saat kaç?” Aceleyle yatakta atladığımda kendi ayağıma takılarak düştüm. Alçılı bir kolum varken ayağa kalkmak hiç kolay değildi. “Büyükbaba bana ne oldu ya?” Kendimi sersem gibi hissediyordum, üstelik kafam da çatlayacak gibiydi.
Çizgili pijamalarıyla karşımda duran büyükbabam kınarcasına dağılmış halime bakıyordu. “Ne olacak yine içmişsin,” dediğinde tiksinerek yüzünü buruşturdu. “Balkonda kaç boş şişe var, haberin var mı?”
Dudaklarımı sarkıtıp suçlu çocuklar gibi başımı eğdim. “İkinci şişeden sonrasını hatırlamıyorum.” Ne kadar içtiğimi veya yatağa nasıl geldiğimi gerçekten hatırlamıyordum. Büyük ihtimalle kendimden geçene kadar içtikten sonra yatağa gelmiştim. Bundan sonra içerken daha kontrollü olmaya çalışacağım çünkü başım zonkluyordu.
“Canan Hanım’a söyle kahvaltımızı hazırlasın,” dedikten sonra uyuşuk adımlarla banyoya girdim. Yüzümü yıkamak için musluğun önünde eğilmiştim ki burnumu görünce tüm keyfim kaçtı. Ben mi abartıyorum yoksa herkes benim gibi mi görüyor, bilmiyorum ama burnum çok kötü görünüyordu.
Tamam, öyle abartılacak kadar eğri değildi ama uç kısmı artık dik değildi. Aynalara küsmek istemiyorsam bir an önce ameliyat olmalıydım. “Bu nedir ya,” diye ağlamaklı gözlerle aynadaki yansımama baktım. “Burnum ne hale gelmiş.”
“Bige içeride bükük burnun için ağlamayı bırak ve karnımı doyur!” diyen büyükbabamın sesini duyunca, “Ameliyat için bugün doktorla görüşmeye gideceğim!” diye ona bağırdım. “Bundan sonra bükülmüş burnun diyemeyeceksin!” Bu huysuz ihtiyar yüzünden belki de burnumu bu kadar çok kafaya takıyordum. Kiminle yüz yüze gelsem sanki doğrudan burnuma bakıyormuş gibi geliyordu. Bu aşağılık komplekslerden kurtulmak için bir an önce ameliyat olmalıydım.
Lavabodaki işimi bitirdikten sonra elimi ve yüzümü yıkayıp dışarı çıktım. Büyükbabam giyinmem için odamdan çıkarak beni rahat bıraktı. Tarağı alıp tekrar banyoya girdim ve kapıyı içeriden kilitledim. Gece yatarken saçlarımda kayan siyah kurdele tokaya dokundum. Bunu çıkartırken biri görecek diye çok korkuyordum. Bu yüzden genelde kimsenin olmadığı kapalı ortamlarda saçımı tarardım. Elimde tuttuğum bu uğursuz tokadan sonsuza kadar kurtulmak isterdim.
Saçlarımı tarayıp sıkı bir at kuyruğu yaptım. Tarakla kaşlarımın üzerine kadar gelen kaküllerimi düzelttikten sonra tokayı kafamın sol tarafına taktım. Kurdele toka takacak yaşı çoktan geçmiştim ama ben hâlâ bu eski tokayı takıyordum. Banyodan çıktıktan sonra göğüs kısmı açık sarı bir elbise giydim. Kısa elbisenin ince bir kumaşı olduğu için Adana’nın sıcağında beni bunaltmazdı. Elbiseyle uyumlu bir şeyler takmak için mücevher kutusunu açtım.
Kutunun içindeki mücevherleri karıştırırken gördüğüm tek taş yüzükle yutkundum. Yüzüğü kutudan çıkartıp baktığımda bile içim acıdı çünkü bu annemin yüzüğüydü. O öldükten sonra Gazel evi terk ettiği için babam annemin yüzüğünü ve gelinliğini bana vermişti. Onun parmağını süsleyen bu yüzük şimdilerde onsuz kalmıştı.
Yüzüğü takarken biraz zorlandım çünkü tek elimi kullanırken bu çok zordu. Elimi öne doğru uzatarak parmağımda nasıl durduğuna baktım. Anneme yakıştığı gibi bana yakışmamıştı. Onu çıkartmak üzereyken telefonum çalmaya başlayınca durdum. Odamdaki dağınıklığın içinde telefonu bulduktan sonra, “Merhaba Sadi Bey,” diye telefonu açtım. Odamdaki balkona çıkarken, “Lütfen bana boşandığımı söyleyin,” dedim. Arayan avukatımdı.
Balkona çıkıp temiz havayı içime çektiğim esnada Karun’u gördüm. Bahçedeki adamlarıyla bir şeyler konuşuyordu. Bu adamın duruşmaya katılmak için İstanbul’da olması gerekmiyor muydu? Belki de Kenan hastanede olduğu için dönüşünü erteledi. Büyük ihtimalle gidemediği için avukatına boşanmak için vekaletname vermişti. Dün gece ona böyle bir şeyden bahsettiğimi hatırlıyorum. Bir dakika, dün gece mi?
Dün geceyi hayal meyal hatırlamaya başlayınca sertçe yutkundum. Karun dün gece odamdaydı. Evet, odamda olduğunu hatırladım. Gözlerimi irice açtım. O beni öptü mü? Aşağılık adam sarhoşken benden faydalanmıştı! “Bige Hanım siz beni dinliyor musunuz?” Avukatın sorusuyla, “Ha?” diye garip bir ses çıkardım. “Tabii buyurun,” diye kendimi toparlamaya çalıştım. Beni gerçekten öpmüştü! “Sizi dinliyorum,” dedim ama aklım dün gece dudaklarımı sömüren dudaklardaydı. Bunu yaptığına inanamıyordum!
“Boşanma gerçekleşmedi, Bige Hanım,” dediğinde beynimden vurulmuş gibi kaskatı kesildim. “Karun Bey veya avukatı mahkemeye gelmediği için duruşma Kasım ayına ertelendi.” Kasım mı? Haziranın ortasında bile değildik ve duruşma Kasım’a mı ertelendi? Beş ay bekleyeceğim öyle mi? Hayır, bunu kabul edemem!
Gözlerim karşısındaki adamlara bir şeyler anlatan Karun’u bulunca, “Beş ay beklemeyeceğim!” diye telefonu kapattım. “Kocamı öldürüp dul kalmak varken beş ay daha beklemeyeceğim!” Bilerek o duruşmaya katılmamıştı!
Hızlı adımlarla odaya girip çekmecede duran babamın silahını aldım. Aynı hızda odadan çıktığımda beni gören büyükbabam donup kaldı. Kocaman gözlerle elimdeki silaha bakarken, “Be-ben doydum,” deyince sinirden ona göz devirdim. “Yemek istedin diye seni vuracak değilim.”
Rahatlayarak nefesini koyuverdi. “Peki, kimi vuracaksın?”
“Kocamı!”
“Hangisi?”
“Ne demek hangisi?” diye ona sesimi yükselttim. “Kaç tane kocam var benim?”
Gayet sakin bir dille, “İki tane,” deyince nevrim dönerek üzerine yürüdüm. “Serhat kocam değil!”
Büyükbabam korkarak salona kaçarken bir yandan da, “Kimin karısı olduğun belli değil ki!” diye bana bağırıyordu. “Beni vurursan harem kurduğunu babana söylerim!”
“Bilerek benimle uğraşıyorsun!” Arkasından bağırarak dış kapıya yürüdüm. “Sadece bir tane kocam var benim ve birazdan o da olmayacak!”
Kapıyı çarparak evden çıktığımda gelen asansöre bindim. O aşağılık herif beni neden boşamadığının hesabını bana verecekti. O kadar sinirliydim ki asansörün hızı bile bana çok yavaş geliyordu. Gece benimle uyumuştu ama uyandığımda yoktu. Büyük ihtimalle büyükbabama yakalanmadan erkenden evden çıkmıştı. Onunla uyurken bile kâbus görmüştüm. Sanırım kâbuslarımı benden alacak kimse yoktu.
Hızlı adımlarla apartmandan çıktığımda hâlâ bahçede olduğunu gördüm. Elimdeki silahı ona doğru tuttum ve derin bir nefes aldım. Ona ateş ettiğimde kurşun kulağının yanından geçmişti. Korumalarıyla aynı anda refleks olarak silahlarını çıkartıp bana doğru döndüler. Karun beni görünce gardını düşürürken kısa çaplı bir afallama yaşadı. Neler olduğunu ve ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Lakin elimdeki silahı görünce bir küfür savurup, “Sen iyice kontrolden çıktın!” diye üzerime yürüdü ama tetiğe basıp onu kolundan vurdum. “Siktir lan manyak karı!” Hemen korumaların arkasına saklandı. Kolunda küçük bir sızı hissederken dişlerini sıkarak adamlarına, “Ne bakıyorsunuz durdurun şunu!” diye bağırdı. Onu vurduğum için sesindeki şaşkınlığı öfkesi bile gizleyemiyordu.
Korumalar ellerindeki silahlarla donup kalmıştı. Silahları öylece yanlarında duruyordu çünkü ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Karun’u vurduğum için hepsi şoke olmuş bir halde birbirine bakıyordu. Karun onlardan beni durdurmalarını istemişti ama bana zarar vermeden bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı. Furkan başını çevirip arkalarına saklanan Karun’a baktı. “Abi, vuralım mı Bige Hanım’ı?” dediğinde Karun’un tam olarak onlardan ne istediğini anlamaya çalışıyordu.
Sinirden yüzündeki her kas seğirirken dişlerini sıkan Karun, “Karımı mı vuracaksın piç!” diye genizden çıkan hırıltılı bir sesle konuşunca Furkan korkudan nefes bile alamadı. “Canını yakmadan durdurun!”
Elimde silah varken o dediği nasıl olacaktı acaba?
Kaşlarımı çatarak silahı korumalara doğru tuttuğumda hepsi irkilerek bir adım geriye çekildi. Öfkeden yerimde zor dururken, “Çık ortaya!” diye bağırdım. “Beni neden boşamadığını açıklayacaksın bana!”
Her an tetiğe basarım diye korumalar diken üstündeydi ama kenara da çekilemiyorlardı. Karun’un önünde çekilirlerse Karun hepsinin canına okurdu. Buna rağmen gururundan ödün vermeyen adi kocam, “Ben olduğum yerde duruyorum,” dedi rahat bir sesle. “Bu itler çekilmiyor önümden.”
“Abi çekilelim mi?” diyen Furkan buna dünden razıydı.
“Sikik sikik konuşma lan it! Nereye çekiliyorsun elinde silah var!”
Kafasını gördüğüm için tetiğe basınca kurşun ikinci kez kulağının yakınından geçti. Hemen kafasını Celil’in arkasına çekti ve kendini iyice gizlerken, “Ulan sen niye böylesin!” diye gür bir sesle bana bağırdı. “Hemcinslerin gibi kızınca sende trip veya tokat atsana! Ya satırla geliyorsun ya da silahla!”
“Boşa o zaman beni!” Balkona çıkan meraklı komşular beni duymasın diye sesimin tonunu ayarlamaya çalıştım. “Beni boşa ve git o hemcinslerimden birini al!”
“Bekle boşanırım senden!” dediğinde sinirden deliye dönmüştü ama adamlarının arkasında da çıkamıyordu. “O siktiğim piçine gitmek için boşanmayı istediğini bilmiyor muyum sanıyorsun!” Serhat’a kafayı takmıştı!
“Sana ne be, sana ne!” Bağırarak tekrar ateş ettim ama kimseyi vurmadım. Vurmak istediğim tek kişi benden saklandığı için onun dışındakileri vurmak istemiyordum. “İstediğim kişiye giderim bundan sana ne!” diye tetiğe bastığımda silahtan çıkan tık sesiyle Furkan sırıttı. “Abi kurşunu bitti çıkabilirsin.” Son kurşunu Furkan’a sıkmayan kafamı silkelesinler!
“Çıkmak mı?” Karun hepsine ters ters bakarak ortaya çıktı. “Saklanmıyordum ki ne çıkayım!” diye sinirle soludu. “Siz benim önümde duruyordunuz!” Şimdi gel de bu adama tam tersi olduğunu anlat.
Silah tehdidi ortadan kalkınca bana doğru yürümeye başladı. Avını köşeye sıkıştıran bir yırtıcı gibi keyifliydi. “Şimdi ne yapacaksın vahşi kuş?” diye bana doğru gelmeye başladı. “Kocana kurşun sıkmak neymiş birazdan göreceksin.”
Kolunu işaret ettim. “Kurşun sadece sıyırdı abartma istersen.” İsteseydim onu delik deşik ederdim ama sadece kolunda küçük bir çizik açmıştım.
Adım adım bana yaklaşırken dudağının köşesi kıvrıldı. “Küçük bir çizik mi? Kolumu hissetmiyorum.” Yalan söylediği o kadar belliydi ki. Daha kötü yaralar görmüştür kolundaki onun için sinek ısırığı gibi bir şeydi.
Gözleri dudaklarımı bulunca mavi hareleri dün gecenin tekrarını ister gibi dudaklarımda oyalandı. “Bunu telafi etmelisin.”
“Olmaz,” diye aptalı oynadım. “Kocam dışında artık kimseyi öpemem.”
“Yavrum kafana güneş mi geçti senin?” Karşımda durunca heybetli vücudunun gölgesinde kaldım. “Kocan benim zaten.”
“Sen resmi nikâhlı kocamsın,” diye güldüm. “Ama ben imam nikahıyla evleniyorum.” Sağ elimi kaldırıp parmağımdaki tek taş yüzüğü ona gösterdim. “Bak bu da söz yüzüğüm evet, sözlendim ben.” Duydukları karşısında renkten renge giren yüzüne bakıp, “Nikahıma seni de çağırayım mı kocacığım?” dediğimde birazdan burada kopacak olan büyük fırtınanın ilk tohumlarını atmıştım. Bakalım şimdi ne yapacaktı?
Annemin yüzüğü olduğu aklına bile gelmezdi.
Karun duyduklarını sindirmeye çalışırken ölümcül gözlerle parmağımdaki yüzüğe bakıyordu. Yüzükten nefret etmiş gibi bakıyordu ama asıl nefret ettiği bu yüzüğün başka bir adama ait olma fikriydi. Gözlerinin mavisi parmağımdaki yüzükte oyalandıkça daha koyu bir renge bürünmeye başladı. Nefes alışları gittikçe hızlandığı için hareket eden göğüs kafesi beni ürkütmeye başlamıştı. Gözlerini yüzükten ayırdı ve tehlikeli bakışlarını bana dikti. “Kimin bu yüzük?” dediğinde sesi dondurucudan çıkmış gibi soğuktu. Beklediğimden daha fazla ciddileşti.
Onun kan donduran bakışlarından korktum ama hep olduğu gibi korkumu ustaca gizlemeyi başardım. “Yakında kocam olacak adamın,” dediğimde, “Kocan benim!” diye öyle bir bağırdı ki balkona tüneyen meraklı komşuların hepsi duydu. Allah kahretsin, ona bir ders vermek isterken bu kadar yükseleceğini beklemiyordum! Şimdi herkes her şeyi duymuştu.
Komşuların babamı aramasından endişe ettiğim için, “Kısık sesle konuş,” dedim ama beni duyduğunu sanmıyorum.
Aramızdaki mesafeyi hızla kapatıp kolumu tutarken beni duymuyormuş gibiydi. “Beni zorlama!” Sıktığı dişlerinin arasından uyarırcasına bana bakıyordu. Kaşlarını çattığında alnındaki çizgiler daha belirgin bir hale gelmişti. Gözlerinin çevresinde kırışıklıklar meydana gelirken, “Sana karşı iyi biri olmaya çalışıyorum ama sınırlarımı fazla zorlamaya başladın!” dediğinde yüzündeki her kas sinirden seğiriyordu. “Akşam koynumda uyuyup sabahına nişanlanamazsın!” Bunu da çok yüksek bir sesle söylemişti! Sesinin bir kontrolü yoktu.
Zaten herkes her şeyi duymuştu bu yüzden ne olacaksa olsundu artık. “İstediğimi yaparım!” dedim sinirli bir sesle. “Sen bana karışamazsın.”
“Geç bunları!” Üzerime eğilip bileğimi hafifçe sıkarak bana elimi gösterdi. “Hangi herifin yüzüğü bu?” Elimi ikimizin arasında tutarken ürkütücü bir yüz ifadesiyle, “Bana cevap ver!” diye hırladı.
Bileğimi sıktığı için elimde tuttuğum silah ikimizin arasına düşmüştü. Elimi çekmeye çalıştım ama canımı yakmamaya dikkat ederek daha sert tuttu. “Konuşmayacak mısın?” dediğinde sabrının sonuna gelmiş gibiydi. “O zaman olacaklardan sen sorumlusun!”
Mavi gözlerine ölümün sanrıları yerleşirken, “Celil!” dedi hâlâ dik dik bana bakarken. Gözlerimin içine baktı ve hükmedici bir sesle konuştu. “Apartmana girin ve ne kadar erkek varsa toplayın buraya!” Aklını kaçırmış olmalıydı. “Dün gece benimleydin ve şu saate kadar hiç dışarı çıkmadın, yani her ne halt olduysa bu binadayken oldu. Birazdan hepsini tek tek gözlerinin önünde öldürdüğümde bunun tek suçlusu sen olacaksın!” İnanamayan gözlerle ona bakıyordum. Gerçekten bu çılgınlığı yapacaktı!
Korumalar aldığı emir üzerine hızlı adımlarla apartmana doğru yürüyünce, “Annemin yüzüğü!” diye gerçeği itiraf etmek zorunda kaldım. Kaşlarımı çatarak avuçlarının içine hapsettiği bileğimi gösterdim. “Bırak beni ve geldiğin cehenneme geri dön!”
Yüzüğün anneme ait olduğunu öğrenince öfkesi yavaş yavaş yatışmaya başladı. Beni bıraktığında bileğimdeki parmak izlerini daha yeni görüyordu. “Bana bunu yaptırmak hoşuna mı gidiyor?” dediğinde canımı yakmasına rağmen bunun suçlusu olarak beni görüyordu.
“Sen böyle birisin işte.” Nefret dolu bakışlarım onun üzerinde oyalanmaya başladı. “Kaba kuvvetten başka hiçbir şey bildiğin yok!”
“Ne yapmamı bekliyordun?” Suçu zerre kadar kendinde aramazken öfkesi geri gelmeye başlamıştı. “Karşıma geçip sözlendim diyen sensin!” Dişlerini sıktığında şakaklarında nabız gibi atan damarları gördüm. “Yalanlarında ölçülü olmayı öğren!”
Eğilip yerdeki silahı alıp hissiz gözlerle ona bakmaya başladım. “Beş ay daha senin gibi birinin karısı olmayacağım!” dediğimde bir düşmana bakar gibi ona bakıyordum. “Nefret ettiğim bir adamın karısı olmaktansa ölmeyi yeğlerim!”
Son söylediklerimle beyninden vurulmuşa döndü. Sinirden titremeye başlarken bana ters ters bakıyordu. “Benimle savaşmayı bırak!” dediğinde soğuk gözleri tehditkâr bakıyordu. “Kaybedeceğin bir savaşa girmek büyük aptallık olur.”
“Ne olur mesela? Yine beni ölüme mi terk edersin? Ya da yine atlar mıyım senin yüzünden?” Kontrolümü kaybederek onu göğsünden ittim. “Bana yaşattığın bu şeyler normal değil!” Sinirli gözlerle bizi izleyen korumalara baktım. Bakışlarım her birinin üzerinde sabırsızca gezindi. “Bunu normalleştirmeye çalışmayın çünkü orada yaşadıklarım sıradan şeyler değil!” Sinirden gözlerim dolarak Karun’a baktım. “Bana yaşattığın şeyler için seni asla affetmeyeceğim.” Gözlerimden taşan yaşları orada tutmaya çalışırken başımı hızlıca salladım. “Ölürken bile.”
Ona o geceyi hatırlatınca yenik bir şekilde, “Biliyorum,” dedi kısık bir sesle. “Bu da benim ödemem gereken bir ceza ama şu an için senden boşanmayı da düşünmüyorum,” dedi sakince. “En azından Carlos yakalanana kadar bu olmaz.” Kendi bahanesine körü körüne inanırken gözlerime baktı ve “Bir gün beni affetmen için yaşaman gerekiyor ve seni yaşatmanın tek yolu karım olarak yanımda kalman,” dedi. Buna gerçekten inanıyordu, bu sebepten dolayı benden boşanmak istemediğine tüm kalbiyle inanıyordu. Peki, gerçekte öyle miydi? Bu evliliği sürdürmesinin sebebi suçluluk duygusunu gidermek için miydi?
“Senin korumana ihtiyacım yok,” dedikten sonra ona sırtımı dönüp eve doğru yürümeye başladım. “Bir şeyleri telafi etmek istiyorsan işe beni bırakmakla başla!”
“Onun da zamanı gelecek,” diyen sesini duyduğumda apartmana girip asansöre doğru yürüdüm. “Bende senin gibi bir manyağın meraklısı değilim!” Bahsettiği zaman bir an önce gelse iyi olurdu!
Manyakmış! Meraklısı değilsen ne diye boşamıyorsun!
***
Kolumdaki alçıyı nihayet çıkardıkları için mutluydum. O alçı olmasa da hayatım zaten yeterince zordu. Bir silahla Karun’a saldırmamın üzerinde birkaç gün geçmişti ve bu sürede baktığım her yerdeydi. Bugün alçıyı çıkarmaya geldiğimde neyse ki benimle gelmemişti. Kadem bana eşlik etmek istediğini söyleyince şaşırtıcı ama Karun, beni Kadem’e emanet etmişti. Alçı çıktıktan sonra parmaklarımı eskisi gibi kullanmam Kadem’i mutlu etti ama Furkan’dan aldığım yüzüğü parmağıma taktığımı görmek tüm keyfini kaçırmıştı.
Annemin yüzüğünü çıkarmıştım ama Serhat’ın yüzüğü yine parmağımdaydı. Sırf Karun’u kızdırmak için bu yüzüğü geri takmıştım. Başka bir adamın yüzüğünü taktığımı görürse belki peşimi bırakırdı. Kadem ile eve döndükten sonra kaldığım yerden sorgu işine devam ediyordum. “Babam ile neler oldu?” diye tekrar aynı soruyu sordum. “Seni gördüğünde çok garip tepkiler vermişti.” Gözlerimi kısarak birkaç gündür kaçtığı o soruyu sordum. “Birbirinizi nereden tanıyorsunuz?”
Kadem elindeki çilekli dondurmayı sinir bozucu bir yavaşlıkla yerken, “Tanıştığımızda sende oradaydın, öyle sandığın gibi onunla önceden tanışmıyoruz,” dedi ve küçük bir çocuk gibi erimeye başlayan dondurmayı yalamaya başladı. “Bir tane daha var mı?”
Yeteri kadar ciddiye alınmadığım için, “Önce onu bitir,” diye homurdandım. “Günlerdir onun evinde kalıyorsun ve babam bir yabancıya kapılarını açacak biri değil.” Ayağa kalkarak tepesinde dikilmeye başladım. “Ne sakladığınızı bana söyleyeceksin!”
Umursamaz bir tavırla dondurmaya yumulurken, “Senin yapacak daha iyi bir işin yok mu?” diye beni geçiştirdi. “Bugün senin doğum günün, değil mi? Git kendine bir parti falan düzenle,” dediğinde kaskatı kesildim. Evet, bugün büyük gündü yani 13 Haziran.
Yürüyüp kalktığım koltuğa geri oturduğumda içimdeki kötü hislerden kurtulamıyordum. Bugün Carlos’un yıllardır beklediği büyük gündü, yani intikam günü. Bugün yirmi altı yaşına girmiştim, Carlos’un oğlunun öldüğü yaştaydım. “Bu gece Gazel yani ablam bana gelecek,” dedim buruk bir sesle. “Ben doğum günü kutlamam ama Gazel’in gelişi bana iyi bir hediye olacak.”
Kadem biten dondurmanın külahını ısırmak üzereyken duraksayıp gözlerini bana kenetledi. “Ona karşı dikkatli ol,” dediğinde endişeli gibiydi. Gözleri kısa bir an bileğindeki yara izinde oyalanınca yutkundu. “Gazel’in kinci bir mizacı var, dönüşü sandığın nedenlerden olmayabilir.”
Bu çocuk yine ne saçmalıyordu? Ablamı hiç tanımıyordu, yaptığı araştırmalar sonucunda onu yargılaması doğru değildi. “Gazel’i hiç tanımıyorsun,” dedim koltukta uzanarak. “O iyi biri. Evet, bana kızgın ama beni sevdiğini biliyorum.”
“Umarım öyledir,” diyen sesini duyduğumda tavanı izliyordum. “Karun ile nasıl gidiyor?”
“Bir yere gittiği yok hâlâ burada,” diye homurdandığımda Kadem’in gülen sesini duydum. “Seni tanımak istediğini saklayamıyor. Karısının nasıl biri olduğunu öğrenmek istiyor. Buraya gelirken onu bahçede büyükbabanla gördüm sanırım yeni tanışıyorlar,” dediğinde yüzümü buruşturdum. Babamla tanışmadığı sürece sıkıntı yoktu.
Zaten son kavgamızdan sonra meraklı komşular sürekli kapıyı çalıp duruyordu. Karun ile gerçekten evli olup olmadığımızı öğrenmek istiyorlardı. Asuman’ın saçma triplerini çektikten sonra artık hiçbirine kapıyı açmıyordum. Umarım içlerinden biri babama söylemeye kalkışmazdı. Bu evliliği ne kadar çok kişi öğrenirse saklaması bir o kadar zor oluyordu.
Kapının zili çalınca, “Büyükbabam gelmiş olmalı,” diye ayağa kalktım. “Bence onu seveceksin.” Yaşlandığında nasıl bir adam olacağını görmek istiyorsa büyükbabamla tanışmalıydı.
Salondan çıkıp dış kapıyı açtığımda büyükbabam kapının önünde dikiliyordu. Karun ise elindeki siyah kutuyla kendi kapısını açıyordu. Büyükbabam onu gösterip mutlu bir ifadeyle, “Bige ben kocanı çok sevdim,” dediğinde kucağında bir sepet hurma tutuyordu. “Bak bana bunları aldı.” Büyükbabamın sevgisini kazanmak için rüşvet mi verdi ona?
“Bende sana bunları alabilirdim.” Kaşlarımı çatarak elinde sıkıca tuttuğu sepeti gösterdim. “Şimdi teşekkür ederek onu geri veriyorsun. Tanımadığımız insanlardan bir şey almıyorduk, değil mi?”
Büyükbabam suratını asarak sepeti göğsüne bastırdı. “Sana almadı diye kıskanıyorsun ama bunlar benim.” Elini kaldırıp işaret parmağını burnumun ucuna kadar uzattı. “Burnun bükülmüş senin!” Yahu konu yine nasıl benim burnuma geldi, aklım almıyordu!
Bu pazartesi yaptıracağım işte!
“Bak yine üstten üstten geliyorlar bana!” Sinirli gözlerle ona ve sıkıca tuttuğu sepete bakmaya başladım. “Satırım benden sadece bir mutfak uzaklıkta, şimdi uzatma ve bırak şunları.” Sinirden avucumun içiyle alnıma vurdum. “Sana her şeker verenin peşinden gidemezsin!”
Başını eğip sepetteki hurmalara baktı daha sonra kafasını kaldırıp gözlerini kırpıştırdı. “Ama bunlar şeker değil ki hurma.”
“Bugün yediğin hurmalar yarın boğazını tırmalar ama!” diye sabırsızca onu azarladım. “Bak ben birinci sınıf elit bir kadınım, böyle kapı ağzında tartışmak bana yakışmıyor,” dediğimde öfkemi kontrol etmek için ona gülümsemeye çalıştım. “Şimdi lütfen o sepeti sahibine geri iade eder misin?”
Sanki ona çok absürt bir şey söylemişim gibi afallayarak, “Elit mi?” dedi ve baştan ayağa beni süzdü. Gördüklerini beğenmemiş gibi yüzünü buruşturdu. “Sidiklisin sen ayrıca burnun da bükük. Yatağına ıslattığını ne çabuk unuttun,” dediğinde boynumdan başlayan bir ısı yüzüme doğru yayılmaya başladı. Bunu gerçekten söyledi, değil mi?
Birinin gülen sesini duyduğumda başımı kaldırdım ve Karun’u gördüm. Kapısının önünde durmuş bize bakıyordu ama büyükbabamın son söylediklerinden sonra gözleri benim üzerimdeydi. Gülüşünü durdurmak için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı ama her an kahkaha atacakmış gibi görünüyordu. “Geçen gece birlikte uyurken yatağı ıslatmadığın için kendimi şanslı hissetmeli miyim?” dediğinde aşağılık herif ne kadar eğlendiğini gizleyemiyordu.
Karun’un dalga geçmesiyle bendeki şarteller hepten attı. Sinirden hızlı hızlı nefesler alarak büyükbabama baktığımda, “Benim aşağıda küçük bir işim vardı!” dedi ürkmüş bir sesle ve hızlı adımlarla merdiveni inmeye başladı. Bir de kaçıyor muydu?
“Boyun posun devrilmesin inşallah!” diye bağırarak ayağımda çıkardığım terliği arkasından fırlattım. “Nereye kaçıyorsun acaba? Nasıl olsa geleceksin bu eve bak o zaman ben ne yapıyorum sana! Ömrümü çürüttün be, ömrümü! Koşma bari düşeceksin!” diye sinirle bağırdığımda büyükbabam çoktan bir alt kata inmişti. Allah’a şükürler olsun ki düşmedi.
“Şu hale bak konu komşuya rezil olmadığım bir günüm bile yok!” diye söylenip Karun’a döndüğümde yüzündeki tebessümle beni izliyordu. “Ona kızarken bile düşüp bir yerini yaralayacak diye endişe ediyorsun,” dediğinde böyle olmasından memnunmuş gibi bakıyordu. “Onu gerçekten çok seviyorsun, değil mi?”
“Belli bir sıralamaya koysam en az annem kadar çok sevdiğim doğru,” diye iç çektim. “Zaman fazla acımasız ve o artık hasta. Büyükbabam Alzheimer hastası olduğu için aklı gelip gidiyor.” Utançtan gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tutuyordum. “Yatağımı ıslatmadım çünkü her şeyi yanlış anladı.”
Karun’un yüzündeki o sinir bozucu ifade tekrar ortaya çıktığında dudaklarındaki çarpık gülüşü beni deli ediyordu. “Bu sorunun için bir uzmandan yardım alabilirsin,” dediğinde ne kadar çok eğlendiğini hiç saklamıyordu. “Ya da geceleri daha sık yatağına gelmeliyim, en azından benimle uyurken yatağı ıslatmıyorsun.”
“Bunu çok isterdin, değil mi?” diye kaşlarımı alayla yukarı kaldırdım. “Geceleri yatağıma gelmeyi isterdin?”
Baştan ayağa beni süzmeye başlayınca arsız bakışları uzun süre üzerimde oyalandı ve o, bunu saklamaya çalışmadı. Beni süzerken bunu görmemi istedi. Daha sonra başını kaldırdı ve yoğun bir ilgiyle bana baktı. “Ben değil kadınlar benim yatağıma gelmek ister,” diye omuz silkti. “Ama sen karımsın, yani senin için küçük bir istisna yapabilirim,” dediğinde ağzım bir karış açık dona kaldım. Bu adamın egosu karşısında ne dağ dayanırdı ne de taş.
“Lütfettiniz padişah hazretleri,” dedikten sonra dizlerimi hafifçe bükerek ona selam verdim. “Ama bu kulunuz kıymetli vücudunuzla ilgilenmiyor. Neden beni azat edip değerli vaktinizi diğer cariyelerinize ayırmıyorsunuz?”
Güldü. “Şu anda haremimde senden başka kadın yok bence olmasını da istemezsin.”
“Olması için her şeyi yapabilirim.”
“Geç bunları yemezler,” dedi kendinden emin bir ifadeyle. “Hayatımda farklı bir kadın olmasını istemezsin.”
“Hayır, isterim çünkü gerçek anlamda kocam değilsin,” dediğimde sesimdeki tereddüttü çok hızlı sezdi.
Dudağının köşesi küstahça kıvrılırken mavi harelerinde haylaz parıltılar vardı. “Seninle evliyken yatağıma başka bir kadını almamı sorun etmez misin?” Keskin bakışları bunun cevabını merak etmiş gibi beni izliyordu. “Bunu mu demek istiyorsun? Eğer öyleyse bu gece için bir kadın ayarlayabilirim,” dediğinde sertçe yutkundum. Bahsettiği şey bir kadınla birlikte olmak mıydı? Hem de benimle evliyken öyle mi? Beni aldatmaktan mı bahsediyordu?
Bunun bana nasıl hissettireceğini bilmiyordum çünkü son zamanlarda her şey çok değişmişti. Eskiden olsa umursamazdım çünkü yakın zamanda boşanacağımızı düşünürdüm. Fakat beş ay daha benim kocam olarak kalacaktı, bu yüzden farklı kadınlarla olarak beni aşağılamasını istemiyordum. Onun yüzünden beş ay daha bu evliliği sürdüreceksem karısı olarak bana saygı duymalıydı. Sessizliğimden gereken cevabı aldığı için bundan memnun kalarak başını ağır ağır salladı. “Evliliğimize olan sadakatimden şüphen olmasın,” diye beni rahatlatmaya çalıştı.
“Beni aldatmadığın sürece benden yana bir sorun olmaz,” dedikten sonra son derece ciddi gözlerle bana bakmaya başladı. “Olur da beni aldatırsan-” dedi ve sustu. Bakışları tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı. “Şu zamana kadar hiç görmediğim bir yüzümle tanışırsın,” dediğinde sesi tehditkar ve soğuktu. “Daha önce gördüklerin göreceklerinin yanında hiç kalır. Şu zamana kadar iyisiyle kötüsüyle sadece kocan olan Karun’u tanıdın ama Sanrı’yı henüz hiç tanımadın. Düşmanlarıma gösterdiğim adamı tanımanı istemiyorum.” Şimdi daha dost canlısı bakıyordu. “O yüzden ne yaparsan yap bana sadık kal ve arkamdan iş çevirme. Bu ikisini yapmadığın sürece bana yaptığın her şeyin bir affı olur.”
“Siktir git!” dedim tersçe. “Seninle bu evcilik oyununu oynamayacağım.”
“Saka-“
“Ne var?” diye kaşlarımı çattığımda sakinleşmek için derin bir nefes aldı. “Ciddiyim arkamdan iş çevirmeye kalkışma.”
Bu evliliğin arkasında olan adamı biliyordum ve Rengin’in onu Duha’yla aldattığını da öyle. Bildiğimi öğrenirse asıl o zaman benim için işler ürkütücü boyuta ulaşırdı. Artık Serhat’ta umurumda olmadığına göre bildiklerimi ondan saklamam doğru olmazdı. Gerçekleri saklayarak ona ihanet ettiğimi düşünmesini istemiyorum. “Bu akşam yemeğe çıkalım mı?” dedim. “Konuşmamız gereken şeyler var.” Anlatacaklarım ayaküstü konuşulacak şeyler değildi.
Yemek teklifimi aramızdaki sorunlar için bir nevi beyaz bayrak olarak gördüğü için sevindi. Yüzündeki karanlık ifade dağıldığında belli belirsiz gülümsedi. “Saat dokuzda hazır ol,” demişti ki üzerimdeki elbisenin rengini yeni fark etmiş gibi kaskatı kesildi.
Gözleri eflatun elbisenin ince askılarından ve düşük omuzlarında oyalandı. O gece bana gönderdiği elbisenin de ince askıları ve düşük omuzları vardı. Daha sonra ince belimi saran parlak kumaşına baktı, tıpkı o gece atlarken giydiğim elbise gibi belimi sarıyordu. Belimden aşağıya doğru düz bir şekilde genişleyen uzun eteğine ve derin yırtmacına baktı. İkinci kez sertçe yutkunurken gözlerinin mavisine büyük bir yenilgi yuva kurdu.
Evet, 13 Haziran’a özel o gece bana hediye ettiği elbisenin kumaşında aynı renk ve aynı model bir elbise diktirmiştim. Bugünü sağ atlatır mıyım, bilemem ama her 13 Haziran’da olduğu gibi yine üzerimde eflatun bir elbise vardı. 13 Haziran’lar benim için zorlu ve çetin geçerdi. Olur da bugün öldüğüm gün olursa hep istediğim gibi üzerimde eflatun bir elbise olmalıydı.
Karun sanki üzerimde elbise değil de kefenim varmış gibi bakıyordu. “Bunu bana yaşatmaktan vazgeç,” dediğinde gözlerini elbiseden ayırmıyordu. “Çıkar şunu.”
“Neden?” diye aptalı oynadım. “Bence eflatun bana çok yakışıyor.” Elimle vücudumu işaret ettim. “Hem beni zayıf da gösteriyor.”
Anlamazlıktan geldiğim için dişlerini sıkarken kaşlarını çattı. “Sana yakışmayan tek rengi giyiyorsun! Çıkar şu siktiğim elbiseyi!”
“Bağırma bana!” diyerek dolan gözlerimle somurtmaya başladım. “Bugün doğum günüm ne bağırıyorsun?” dedikten sonra yere diz çöküp ağlamaya başladım. “Rahat bırak beni ağlayacağım biraz,” dediğimde küçük bir tartışmada hemen gözyaşlarına boğulmamın sebebi 13 Haziran etkisiydi.
Bugün Carlos’un yıllardır beklediği büyük gündü, yani bana neler yapacağını bilmiyordum. Sabah uyandığımdan beri fazla hassastım çünkü hep korktuğum ve kaçtığım günlerden birini yaşıyordum. Bu yüzden fazla hassastım biri bana sesini yükseltse bile içimden ağlamak geliyordu. Sanki 13 Haziran’da ölen arkadaşlarım ve annem için gözyaşları dökmeye bahane arıyordum. Evet, belki o patlamada ölmedi ama annem de başka bir 13 Haziran’da ölmüştü.
13 Haziran’lar benim için hiç kolay geçmiyordu çünkü her 13 Haziran’da büyük kayıplar veriyordum. Bugün de diğerlerinden farklı olmayacak diye ödüm kopuyordu. Bu yüzden olur olmadık her şeye ağlıyordum çünkü en büyük yaraları hep bugün almıştım. Karun yanıma gelip karşımda diz çöktü. Elindeki kutuyu yere bırakırken derin bir nefes aldı. “Bu kadar kolay ağlamanı anlayamıyorum,” dediğinde sitemliydi. “Bugün senin doğum günün değil mi?”
Burnumu çekerek başımı salladım. “Ve kocam doğum günümde beni ağlatıyor,” diye hıçkırdığımda yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. “Belki de karım fazla nazlıdır,” dedikten sonra çenemi tutup başımı kaldırdı. “Şimdilik bu elbise kalsın ama akşam yemeğinde farklı bir şey giy,” dedi sıcacık bir sesle. “Doğum gününü hak ettiğin şekilde kutlamak istiyorum.”
“Ben doğum günü kutlamam.” Ağlamayı bırakıp bir anda ciddileştim. “Bugün için ne hediye kabul ederim ne de kutlama. Lütfen aklında her ne varsa bunu yapma. Sadece akşam yemeği yiyeceğiz ve bu yemeğin sebebi de seninle konuşmak istemem.” Onunla yakın olmak gibi bir düşüncem yoktu.
“Bakarız,” diye ayağa kalktıktan sonra elimi tutarak beni de kaldırdı. Sorgularcasına kaşlarımı yukarı kaldırdığımda güldü. “Bakarız dedim ya.” Umarım bugün için bir yemekten fazlasını yapmaya kalkışmazdı.
Eğilip yerdeki kutuyu alıp, “Şimdi buna bakmam gerekiyor,” dedi ve kendi dairesine doğru yürüdü.
Eve gireceği esnada, “O ne?” diye sordum meraklı bir ifadeyle. “Kim gönderdi?”
Karun başını eğip ayakkabı kutusu büyüklüğündeki kutuya baktı. “Bilmiyorum,” dediğinde gözleri kutunun kadife siyahında gezindi. “Az önce bir kurye getirdi, üzerinde siyah bir kuş sembolü var,” dediğinde güldüm. “Benden gelmediği çok açık çünkü ben kahverengi olanıyım,” dedikten sonra onu daha fazla meşgul etmemek için daireme girdim.
Kapıyı kapatıp holde birkaç adım atmıştım ki sertçe yutkunarak durdum. Kuş mu? Kuş sembolü biz Saka’lara aitti! Carlos’un sembolü nasıl ki cenazelerde yakaya takılan siyah kurdele, yani ölümün yasıysa bizim sembolümüz de kuşlardı. Saka ailesinde hayatta kalan sadece dört Saka vardı, yani o kutu bizden biri tarafından Karun’a gönderildi. Ben kahverengi Saka olduğum için birine bir hediye göndersem kutu ve üzerindeki sembol kahverengi olurdu.
Kutu ve kuş siyahtı ve ailede sadece iki siyah Saka vardı. Babam ve ablam. Bu olabilir miydi? İkisinden biri Karun’a bir hediye göndermiş olabilir miydi? Babam olamazdı çünkü babam Karun ile olan ilişkimi öğrenince ona bir hediye göndermek yerine benim canıma okurdu. Babam değilse geriye sadece tek bir kişi kalıyordu.
Gazel! Allah kahretsin, ablam neyin peşindeydi?
“Hey, iyi misin?” Biri kolumu dürtünce irkilerek başımı kaldırıp Kadem’e baktım. “Gazel,” dedim hızlıca. “Kadem ablam bir işler karıştırıyor!”
Kadem beklenmedik telaşlı çıkışımla kapıya kısaca baktı. “Gelen Gazel miydi?”
“Hayır, büyükbabamdı.”
Tekrar kapıya baktı. “Onu dışarıda mı bıraktın?” Ay çıldıracağım!
“Bırak şimdi büyükbabamı!” diye aceleyle kollarına tuttum. “Karun’un elinde siyah kuş sembolü olan bir kutu vardı. Onu Gazel göndermiş olabilir, içinde ne olduğunu bilmiyorum ama hoşuma gitmeyecek bir şeyler olduğuna eminim.” Karun’dan önce kutuyu almalıydım.
Kollarını benden kurtaran Kadem kendisine güvenli bir bölge bulmak için birkaç adım geriye çekildi. “Kutu Gazel’den olsa bile bunun seninle ne ilgisi var?”
“Ablam kocama bir hediye kutusu gönderiyorsa çok ilgisi var!” diye ona sesimi yükselttim. “Şimdi Karun’un evine gidiyoruz ve sen onu oyalarken ben kutuyu alıyorum.”
“Sanrı’nın inine mi gireceğim?” Ürkmüş gözlerle bana bakıp başını iki yana salladı. “Henüz yirmi sekiz yaşındayım ve ölmek için hiç acelem yok.”
“Kadem lütfen.”
“Hayır,” diye son kararını vermiş gibi omuz silkti. “Ondan bir şey çaldığımı anlarsa beni çok pis silkeler.”
“Ya ama lütfen.” Dolu dolu gözlerle ona bakmaya başladım. “Anlamıyor musun, çok müşkül bir durumdayım.”
“Ulan bitmiyor ki senin bu müşküliyetlerin! Hep müşkül bir durumdasın!”
“Bana bak oturur yere ağlarım görürsün!”
Yüzünü buruşturdu. “Sanki yapmadığın bir şey rezil varlık,” dediğinde gerçekten yere oturup ağlamak için eğildim. Fakat ensemi sıkıca tutarak beni doğrulttu. “Tamam, lan tamam!” Bana ters ters bakmaya başladı. “Gidip yapalım şu işi. Hele ki bir dondurma yedirdin ya illa fitil fitil burnumdan getireceksin!”
Kabul edince elini tutup ona kocaman gülümsedim. “Yaparız ya biz bu işi. Biz seninle Batman ve Robin gibiyiz, halletmeyeceğimiz bir şey yok,” diyerek onu biraz cesaretlendirmeye çalıştım ama iğrenerek benden uzaklaştı. “Sana çok teessüf ederim,” dediğinde yüzünde kızgın bir ifade oluştu. “Strawberry adam varken o ikisi de kim oluyormuş!” Gerçekten tek sorunumuz bu muydu?
Kapıyı gösterdim. “Pekâlâ, Çilek Adam şimdi görev zamanı.”
“Çok heyecanlandım.” Gözlerini irice açıp elini kalbine bastırdı. “Acaba tanınmamak için bizim de bir kostümümüz falan mı olsa?” Ciddi ciddi bunu düşünüyor olmalı ki elini çenesine koydu ve düşünen bir adam pozu vermeye başladı. Biraz sonra yaz kızım deyip isteklerini sıralayacakmış gibi görünüyordu. “Tayt üstüne don giymeyi sevmiyorum bu yüzden bana pembe bir pelerin ve pembe maske yeter,” dediğinde ben artık içten içe baygınlık geçiriyordum. Bunu söylerken gerçekten ciddi olması da kriz geçirmem için farklı bir unsurdu.
“Olur paşam,” dedim göz devirerek. “Pembe bir taç da ister misin?”
Parmaklarını saçlarına daldırıp onları havalandırdı. Bunu yaparken bana yandan bir bakış attı. “Sence yakışır mı?”
“Bak satırım mutfakta!” diye bağırdığımda irkilerek, “Allah derdini almasın senin!” dedi ve baş parmağını ağzına sokup üst dişlerini yukarı doğru kaldırdı. “Ödümü kopardın ne bağırıyorsun? Tamam, taç olmasın ama maske ve pelerinden vazgeçmem!”
“Seni bir döverim görürsün pembe maskeyi ve pelerini!” Üzerine yürüdüğüm esnada dışarıdan gelen gürültüyle ikimizde kapıya baktık. Duyduğumuz gürültü azımsanmayacak kadar büyüktü.
Kadem ile göz göze geldiğimizde ikimizde aynı anda, “Kutuyu açtı!” deyip kapıya doğru koştuk. Evet, bu sesler karşı dairemden geliyordu.
Kapıyı açıp dışarı çıktığımızda Karun’da evden çıkmıştı. Kapıyı bile kapatmadan bir hışımla dışarı çıktığında telefonla konuştuğu kişiye, “Hemen uçağı hazırla İstanbul’a dönüyoruz!” diye bağırdığını duydum. Gözü öylesine dönmüştü ki bizi görmemişti bile. Yüzü dışarıya atamadığı bir öfkeyle kasılıp korkutucu bir ifadeye bürünüyordu. Her zamankinden daha sert ve soğuk görünüyordu. Yan tarafında duran elinin parmak boğumları kanarken adeta bir rüzgâr gibi yanımızdan geçti. O kadar sinirliydi ki asansörü beklemeden hızlı adımlarla merdiveni inmeye başlamıştı.
Arkasından bakarken, “Söyle çocuklara Rengin’i bulsunlar bana!” dediğini duydum. “Ben oraya geldiğimde tüm adamlar hazır olsun, bu sefer o Tunus itinin ecdadını sikeceğim!” diyen sesi apartman boşluğundan yayılırken o, çoktan gözden kaybolmuştu. Duha ve Rengin’in işini bitirmeye karar verdiyse bunun tek bir anlamı olabilirdi, gerçeği öğrendi.
Başımı çevirip Kadem’e baktığımda bembeyaz bir suratla Karun’un arkasında bıraktığı boşluğa bakıyordu. “Rengin’in çalıştığı adamlar sonunda istediklerini aldılar.” Endişe dolu kısık sesini güçlükle duydum. “İkisini birbirine kırdıracaklar.”
Neler olduğunu öğrenmek için yürüyüp Karun’un dairesine girdim. O öfkeyle evden fırladığı için kapıyı kapatmayı unutmuştu. İçeri girip hızlıca odalara baktım ama her şey yolunda görünüyordu. Salona girdiğimde yere saçılan fotoğrafları ve kırılan cam masayı gördüm. Eğilip fotoğraflara baktığımda Duha ve Rengin’in sarmaş dolaş olduğu fotoğrafları gördüm. Yatakta oldukları bir fotoğrafa bakınca altındaki tarih bir yıl öncesine aitti.
“Bu fotoğraflardan Duha’nın haberi olduğunu sanmıyorum,” diyen Kadem’in sesi hemen arkamdan geliyordu. “Duha mahremini gözler önüne serecek biri değil.” Ona inanıyordum çünkü bu fotoğraf çekilirken Duha yatakta uyuyordu. Rengin ise onun çıplak göğsüne başını yaslayıp kameranın olduğu yöne bakıyordu.
“Uzun zamandır ilmek ilmek işlenen bir tuzak olduğu belli,” dediğimde Kadem endişesinden hiçbir şey kaybetmeden başını salladı. “İki taraftan da çok kan dökülecek. Birbirlerini zayıflattıklarında bu işin arkasında olanların saldırısı başlayacak. Geri dönüp Duha’nın yanında olmalıyım,” dedikten sonra hiç vakit kaybetmeden o da evden çıktı. Ne yapacağımı bilmez bir halde tüm bu dağınıklığın içinde kalmıştım.
Bütün bunları başlatan gerçekten Gazel olabilir miydi?
“Umarım sen değilsindir,” diye fısıldayıp Karun’un dairesinden çıktım. Umarım bu kavganın fitilini çeken kişi ablam değildir.
Kendi daireme girip elimdeki telefonla dönüp durmaya başladım. Karun’u arayıp duruyordum ama telefonu açmıyordu. Peşine takılıp bende onunla gidebilirdim ama babama doğru düzgün bir açıklama yapmam biraz zaman alabilirdi. O zamana kadar Karun çoktan İstanbul’a gitmiş olurdu. Lakin burada durup olacakları beklemek de istemiyordum. Ne yapacağımı bilmiyorum! Evde duramadığım için kapıyı çekerek hemen dışarı çıktım.
Asansöre bindiğimde Karun’a ulaşamadığım için bende Duha’yı aradım. Telefonu açtığında daha ben konuşmadan, “Haberim var,” dedi sıkıntılı bir sesle. “Senden önce Kadem aradı.”
“O zaman Karun’un senin için geldiğini de biliyorsundur,” diyerek duran asansörden indim. “Çok sinirli hiç iyi şeyler olmayacak.”
Bu durumdayken bile güldüğünü duydum. “Burada tam olarak kim için endişeleniyorsun? Kocan için mi yoksa benim için mi?”
“Bana ne ya senden, benim tek düşündüğüm kocam!” dedim kaşlarımı çatarak. “Karun öfkesiyle bir çılgınlık yapabilir ama burada strateji dehası olan sensin. İki taraftan da kan dökülmeden bu işi halletmen gerekiyor. Bunun ikinize kurulmuş bir tuzak olduğunu bilecek kadar akıllısın!” Karun değil Duha bu savaşı başlamadan bitirebilirdi. Bunu yapacak kadar sinsi ve zekiydi.
Apartmandan çıktığımda Duha’nın, “Evet, bunu yapabilirim ama neden yapayım?” diyen alaycı sesini duydum. “Bu işte benim ne çıkarım olacak? Sonuçta Kalender’le güçlerimiz eşit, yani olası bir çarpışmada benim olduğum kadar onun da ölme ihtimali var. Üstelik beni de karşısına aldığı an Güven başta olmak üzere diğer düşmanları da eş zamanlı olarak ona bir saldırıda bulunacaklar. İçeride aldığım istihbaratlar çok sağlam, yani ben yapmasam bile 13 Haziran’a gecesinde tüm düşmanları aynı anda ona saldıracaklar. Bu gece için ona büyük bir pusu kuruldu, benimle olan harbinden kurtulsa bile tek başına onlardan kurtulamaz.” Kısa bir an duraksayıp, “Ya da benim yardımım olmadan kurtulamaz diyelim,” dediğinde sertçe yutkunarak durdum. Bu gece için Karun’a pusu mu kurdular? Neden bu gece? Neden her şey 13 Haziran’da?
Bahçedeki kamelyada oturan büyükbabamı izlerken, “Ne istiyorsun?” dedim kısık bir sesle. Bütün bunları bana anlatıyorsa karşılığında benden istediği bir şeyler olmalıydı. “Bu gece ona yardım etmek için ne istiyorsun?”
“Ödeşmek,” dedi soğuk bir sesle. “Rengin beni onunla aldattıysa karısı da onu benimle aldatmalı,” dediğinde kaskatı kesildim. Başımdan aşağıya buz gibi sular dökülürken duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Aldatmak mı?
Karun’u onunla aldatma mı istiyordu?
“Sen çıldırmışsın!” dediğimde bağırdığımın farkında bile değildim. “Bu dediğin asla olmayacak! Kocama ihanet etmeyeceğim ırz düşmanı!” Böyle bir şeyi aklımın ucundan bile geçirmem!
“Sen bilirsin,” diyen rahat sesini duydum. “Bakalım değer verdiğin kocan bu gece benim, Güven’in ve Carlos’ta dahil olmak üzere diğer düşmanlarının elinden kurtulabilecek mi?” Keyifli bir şekilde güldü. “Neden bekleyip neler olacağını birlikte görmüyoruz?”
“Bu kadar aşağılık biri olamazsın!” diye bağırdığımda ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. “Bu senin için bile fazla!”
“Ona daha önce de söylediğim gibi bu evlilik onun için bir ödüle dönüşürse seni ona verdiğim gibi çekip alırım. Peşinden Adana’ya kadar geliyorsa seni benimsemeye başladı demektir. Kendi düşmanımın mutluluğunu kendi ellerimle hazırlamam beni enayi durumuna düşürür. Bu yüzden iyice düşün taşın ve kararını ver. Bana saldırmak için buraya geliyor, karşılık vermemem aptallık olur. Ona karşılık vermemi istemiyorsan ve ona yardım etmemi istiyorsan ne yapacağını iyi biliyorsun. Unutma gece yarısına kadar zamanın var,” dedikten sonra telefonu kapatınca donup kaldım. Benden nasıl bir şey istediğinin farkında bile değildi.
Bunu yapmam mümkün değildi ama oldu da yaptım diyelim o zaman da Karun beni yaşatmazdı. Daha bugün sadakat konusunda beni uyarmışken böyle bir şeyi nasıl yapabilirdim. Bu dediği şeyin kabul edilir hiçbir yanı yoktu. Kafam allak bullak olmuş bir halde öylece dururken babamın arabası süratle bahçeye girdi. Arabayı üzerime sürdüğünde büyükbabamın, “Bige!” diyen bağırışını duydum. Eyvahlar olsun babamın bu gelişi hayra alamet değildi.
Babam beni ezip geçmek istercesine son sürat arabayı üzerime sürdü. Kaçmadım hatta hiç kıpırdamadım çünkü bunu gerçekten yapıp yapmayacağını görmek istedim. Üzerime gelen arabayı hiç kıpırdamadan beklemeye başladığımda frene bastı. Arabanın tekerlekleri ani frenden dolayı yere sürtünüp gıcırtılı sesler çıkartırken araba tam önümde durdu. Hatta dizlerime hafifçe değiyordu. Eğer bir saniye geç frene bassaydı büyük ihtimalle bana çarpacaktı.
Camdan onu izlerken babam kapıyı sertçe açarak arabadan indi. Bana doğru hızlı adımlarla yürürken, “Asım yapma!” diyen büyükbabam koşarak önüme geçti. Fakat babam onun kolunu sertçe tutarak, “Sen karışma!” diye bağırıp büyükbabamı yolundan çekti. Neler oluyordu?
Büyükbabamın kolunu çok sert sıktığı için büyükbabam koluna tutunca, “Ona böyle davranma,” dedim fakat babamın tokadı yanağımda patlayınca yere savruldum. Düştüğüm yerde saçlarım yüzüme savrularak başımı kaldırdım. Babam hayatım boyunca ilk kez bana vurduğu için şaşkındım.
Doğru düzgün saçlarımı okşamayan eli bana vururken hiç tereddüt etmemişti.
Yanağımda attığı tokadın şiddetli sancısını hissederken sinirden zangır zangır titriyordu. “Al bak!” Ceketinin iç cebinde çıkardığı siyah zarfı ve zarfın üzerindeki siyah kuş sembolünü gördüm. Zarfın içinde çıkardığı tüm fotoğrafları çıkartıp yüzüme attı. “Bir kez daha gör kendi rezilliğini!”
Fotoğraflar yüzüme çarparak yere düşünce her birine baktım. Serhat ve Karun ile olan fotoğraflarımdı bunlar. Öyle açık seçik fotoğraflar değildi ama ikisiyle olan görüntülerimdi. Bu fotoğrafı babama gönderen kişinin çok daha fazlasını da verdiğini tahmin ediyorum. Babam tepemden dikilerek, “Benim kızım evli adamlarla düşüp kalkan ucuz bir sürtükmüş!” diye bağırdığında gözlerimin ardı sızladı. Serhat ile olan karışık ilişkimi öğrenmesi umurumda değildi ama bana sürtük dedi ya, işte ben orada ölüp ölüp dirildim. Öyle biri değildim. Bu attığı tokattan daha çok acıttı.
Kendi öz kızına sürtük derken bir an bile tereddüt etmemişti.
Başımı kaldırıp ıslak gözlerle ona baktığımda, “Deme öyle,” dedi büyükbabam. Yanıma diz çöküp ağlayarak kollarını bana doladı. “Deme öyle Bige çok üzülür,” derken beni babamın çirkin sözlerinden korumak ister gibi kollarıyla sarmıştı.
Babam iğrenç bir mahlukata bakar gibi bana baktıkça canım daha fazla yanıyordu. “Bunun başka bir adı var mı?” dediğinde siyah hareleri buz kesmişti. “Evli adamlarla düşüp kalktığı yetmezmiş gibi nişanlı birini ayartıp onunla evlenmiş!” diye bağırdığında balkona çıkan insanları umursamadan beni aşağıladı. İnsanların onu duyduğunu bilerek yüksek sesle konuşuyordu. Sanki bende insan içine çıkacak yüz bırakmak istemiyordu. İşe de yarıyordu.
Yumruklarını sıkarak delice bakan gözlerini büyükbabama çıkardı. “Anla artık baba, senin torunun basit bir fahişe!” dediğinde dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırarak başımı eğdim.
Yenilgi içinde başımı eğmemin tek sebebi ağzından çıkan her kelimenin yüzüme tokat gibi çarpmasıydı. Babam bana öylesine tiksinerek bakıyordu ki onun yüzüne bakmaya dayanamadım. Benim babam bugün kızının ucuz bir sürtük hatta basit bir fahişe olduğunu söylemişti. Bunu o kadar kolay söyledi ki dayanamadım yüzüne bakmaya. Çok kolay söyledi ya, çok kolay.
Evet, bir kez daha iyi ki doğdun, Bige.
Al sana bir tane daha unutulmaz bir 13 Haziran.
Derin bir nefes alıp büyükbabamdan ayrılarak ayağa kalktım. Ayağa kalktım ama vücudumdaki tüm güç çekildiği için her an yere düşecek gibiydim. Büyükbabam bunu bildiği için bana gözyaşları dökerek yanımda duruyordu. Babamın buz gibi ürkütücü gözlerine bakmak için kendimi zorlayıp, “Önce beni dinle sonra istediğini yap,” dedim titrek bir sesle. “Baba n’olur anlatmama izin ver,” diye ona yalvardım. “Hiçbir şey düşündüğün gibi değil.”
Üzerime yürüyüp, “Neyi dinleyeceğim?” diye bir kez daha bana bağırdı. Tırnaklarını çıplak kollarıma geçirip canımı yakarak beni sarsmaya başladı. “Mısır’daydın öyle mi? Nişanlı sevgilinin peşinden İstanbul’a gitmenin yeni adı bu mu? Hangi yalanını dinleyeceğim? Bana anlatmak için çok fazla zamanın vardı ama sen rezilliğini yalanlarla gizledin!” diye beni arkaya doğru savurdu.
Yerimde sendelediğimde az kalsın düşecektim fakat babam bu kadarıyla yetinmedi. Sinirden yüzündeki her kas seğirirken gözlerimin içine baktı ve “Hiç doğmamış olmanı dilerdim!” dedi gözlerimin içine baka baka. Tamam, doydum acıya artık sussun. Babam bir kez olsun bana sussun n’olur.
Bana olan tüm sevgisini öfkesiyle takas ederken, “Bugün ilk kez annenin öldüğüne üzülmedim,” dedi acımasızca. “Çünkü kızının ne hale geldiğini görmek zorunda kalmadı!” Bu ağırdı, hem de çok ağır.
Benden utandığını daha iyi anlatamazdı.
Gözyaşlarım sessizce akarken büyükbabam beni arkasına çekerek, “Yeter sus artık!” diye babamın karşısına dikildi. İhtiyar vücudunu bana siper ederken ne çok çırpınıyordu. “Onun canını yakmayı bırak bugün annesinin öldüğü gün!” dediğinde büyükbabamı belki de ilk kez babama karşı çıkarken görüyordum.
“Sen onun babasısın, yetim bir kızın canını bu kadar yakamazsın. Bunun Allah katında bile affı olmaz!” dediğinde babamın, “O artık benim kızım değil!” diyen kükreyişi kulaklarımda çınladı. “Senin de torunun değil,” dedikten sonra büyükbabamın kolunu sertçe tuttu. “Benimle geliyorsun, daha fazla onun ahlaksızlıklarına ortak olmayacaksın!” Büyükbabamın tüm itirazlarına rağmen onu peşinden sürükledi. Önce beni evlatlıktan reddetti daha sonra da beni seven tek insanı benden aldı. Babamın bana karşı hiç merhameti yoktu.
Büyükbabamı zorla arabaya bindirmeye çalışınca, “Baba yapma,” dedim. Ona doğru koşup engel olmak için kolunu tuttum ve ağlayarak ona yalvarmaya başladım. “Baba onu götürme,” dediğimde hıçkırıklar içinde ağlıyordum. “Büyükbabamı benden alamazsın. Baba o benim sahip olduğum her şey!” dediğimde farkında olmadan ona sesimi yükselttiğim için büyükbabamı bıraktı. Onu bana vurmak için bıraktı çünkü bana doğru döndüğü an yüzüme öyle bir vurdu ki yere savruldum. Düştüğüm için yere sürtünen dizlerim acırken tokadın etkisiyle kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.
Ayağa kalkacak gücü bile kendimden bulamazken, “Benim senin gibi bir kızım yoksa senin de bir büyükbaban olamaz!” diyen sert sesini duydum. Başımı kaldırdığımda büyükbabamı yaka paça arabanın içine fırlattığını gördüm. “Yapma canı yanıyor,” dedim kesik kesik ağlarken ama beni duymadı. Bana karşı tamamen sağır olmuştu.
Arabaya binip çalıştırınca hemen ayağa kalktım. “Büyükbabamı benden alamazsın!” diye ağlayarak ona koştum ama araba yanımdan geçerek kapıya doğru yol aldı. Arabanın arkasından koşarken, “Baba!” diye boğazımı yırtarcasına öyle bir haykırdım ki sesim kulağımı tırmaladı. “Baba beni dinlemelisin! Bugün 13 Haziran n’olur benden böyle gitme!” diye gözyaşları içinde arabanın peşinden koştum ama babam durmadı. Babam beni bir kalemde silmişti.
Bugün 13 Haziran böyle gitmemeliydi.
Araba hızlandıkça benim adımlarım yavaşladı. En sonunda dizlerimin üzerine düşüp omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Ellerimi yere bastırıp başımı eğdiğimde saçlarım yere doğru süzülüyordu. Lakin ben hiçbir şeyi umursamadan sadece ağlıyordum çünkü yapacağım başka hiçbir şey yoktu. Annemin yokluğunda büyükbabam benim için bir anne, ilgili bir baba hatta yokluğunu çektiğim abla olmuştu. Gözlerim görmüyorken bile büyükbabam beni hayatta tutan tek ışık olmuştu. Ve şimdi babam onu benden alarak beni kimsesiz bırakmıştı.
Yığıldığım kaldırım kenarında başımı kaldırıp ıslak gözlerle etrafıma baktım. “Mutlu musun?” diye bağırıp Gazel’i bulmaya çalıştım. “Söyle artık mutlu musun? Büyükbabam benden ayrı yapamaz kahrından ölür! Böyle mi ödeşmek istiyorsun!” dedikten sonra önüme dönerek tekrar ağlamaya devam ettim.
Evet, babama giden zarf da Gazel’e aitti.
“Babam benim gibi büyükbabama bakamaz ki,” diye fısıldadım gözyaşları içinde. “Kimse benim gibi ona bakamaz.” Saçma biliyorum ama ben ona çocuğum gibi bakıyordum.
Yaşlandıktan sonra çocuklaşan bir adama hep anne şefkatiyle yaklaşmıştım. Bazen arkasından terlik fırlattığımda oluyordu bazen de sabahlara kadar iyileşsin diye başucunda beklediğim oluyordu. Büyükbabam ailemde bana herkesten daha fazla değer veren tek kişiydi. Babamın onu benden alması attığı tokatlardan veya söylediği ağır sözlerden daha çok canımı yakmıştı.
Uzun süre düştüğüm yerde ağladım ta ki yoldan geçen herkes başımda toplanana kadar. Kimsenin sahte ilgisini istemediğim için bahçeye girip eve doğru yürüdüm. Yerdeki telefonum çalmaya başlayınca gözyaşları içinde telefonu aldım. Telefonu açıp kulağıma yasladığımda Carlos’un, “Ne hüzünlü bir sahne,” diyen eğlenen sesini duydum. “Hemen gardını düşürme küçük Saka,” diye alay etti. “Henüz kanatlarını kırmadım bunun için bu geceyi bekliyorum.” Buralarda bir yerdeydi değil mi?
Karun, Kadem ve babam gitmişti, yani onun için tek başına kalan kolay bir hedeftim. Hepsini benden uzaklaştıran Gazel değil oydu, değil mi? Tabii ya ablam bana bu fenalığı asla yapmazdı. Siyah bir kuş sembolüyle ablam olduğunu düşünüp daha çok üzülmemi istemişti. Bu akşam benim için çok farklı planları olduğu için etrafımdaki insanları benden uzaklaştırmıştı. Böylelikle benim için geldiğinde savunmasız ve yalnız olacaktım. Planlarında başarılı olmaya başladı çünkü etrafımda beni koruyacak kimse kalmamıştı. Böyle bir günde herkes öfkesine yenik düşüp beni yalnız bırakmıştı.
“Bu gece daha fazla canımı yakamazsın,” dediğimde ağlamaktan sesim kısık çıkmıştı. “Bundan daha fazla canımı yakamazsın, Carlos.” Babamın yaptıklarından daha fazla canımı yakamazdı.
“Bu kadar emin olma,” dediğinde sesinde sadist bir zevk vardı. “Bu gece seni fazlasıyla şaşırtacağıma eminim.” Beni tek başıma ve savunmasız bırakmıştı.
Bundan daha kötü ne yapabilirdi ki?
Yorumlar