Roman
  • 01/12/2025

21-SIRTINDAN VURULMAK

“O, kızım sana emanet diyen bir annenin kızını öldürmeye gelen biriydi. En acısı da o, kızını ona emanet eden bir annenin iki kızından biriydi.”

Acı da benliğimizin bir parçasıydı ama bazen katlanamayacağımız kadar şiddetli oluyordu. Her 13 Haziran’da öyle darbeler alıyordum ki her defasında bir sonraki yıla kadar nasıl yaşıyordum, bilmiyordum. Hayatımda eksilenler oluyordu, içimde ta en derinimde kaybını hissettiklerim oluyordu. Her biri geceleri gördüğüm kâbuslarıma ortak olurken ben yaşamanın bir yolunu buluyordum. Aslında dışı süslü bir kabuk gibiydim çünkü içeride yaşayan biri yoktu. Boş bir evin içindeki onlarca ceset biriydim, kuru bir kalabalıktan farkım yoktu.

Onlarca ceset vardı içimde çünkü onlar beni öldürdükçe ben kendimden yeni bir Bige yaratıyordum. Saçma biliyorum ama belki de hayatta kalmaya çalışıyordum. Bir benliğim öldükçe farklı bir benliğim ortaya çıkıyordu çünkü hayatta kalmak için yeniden doğmalıydım. Bu yüzden evimin içi benden oluşan onlarca cesetlerle doluydu ve ben, tıpkı bir Anka kuşu gibi öldükçe yeniden diriliyordum. Nafile bir çaba biliyorum ama son gözyaşını dökmemek için direniyordum. Çünkü Saka kuşu son gözyaşını döktüğünde şarkı söylemeyi bırakırdı.

Karun gitmişti çünkü Rengin’in Duha ile olan ilişkisini öğrenmişti. Aynı zamanda babamda bir tokatla benden büyükbabamı alıp gitmişti çünkü o da bir metres olduğumu düşünüyordu. Carlos beni arayıp her şeyin daha yeni başladığını, bu geceye özel sürprizleri olduğunu söyleyince ne yapacağımı bilememiştim. Bugün doğum günümdü yani 13 Haziran ve her 13 Haziran’da Carlos’un benim için korkunç planları olurdu.

Ben artık annemin güvenli kollarına ve arkadaşlarımın yanına gitmek istiyorum.

Kısacası ben artık ölmek istiyordum.

Ama öncesinde hak etmeyen biri için yapmam gereken son bir iyilik vardı. Furkan’ı arayarak pencereye doğru yürüdüm. Karun gideli sadece on beş dakika olmuştu, henüz uçağı kalkmamış olabilirdi. Telefonlara bakmadığı için Furkan’ı aramaktan başka çarem yoktu. Karun eğer İstanbul’a giderse onu çapraz ateşe tutup işini bitireceklerdi. Bugün Adana’dan çıkmamalıydı çünkü tüm düşmanları birleşmiş, onu yıkmak için pusuda bekliyorlardı.

Telefonu açan Furkan, “Sizi dinliyorum, Bige Hanım,” deyince derin bir nefes aldım. Korumaların içinde özellikle onu aradım çünkü aklımdaki delice şeyi yapmama bir tek Furkan yardım edebilirdi. Evet, Furkan’da bu potansiyeli görüyordum.

“Neredesiniz?” diye sorduğumda, “Daha yeni havaalanına geldik, birazdan uçağa bineceğiz,” deyince rahat bir nefes aldım. Şükürler olsun ki geç kalmamıştım.

“Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum Furkan.” Camdan dışarıya bakarken sık sık gözlerimden akan yaşı siliyordum. Babamın attığı tokat hâlâ yanağımda sızlıyordu. “Ben oraya gelene kadar o uçak kalkmamalı. İster pilotu bayılt istersen de tehdit et, umurumda değil ama o uçak kalkmamalı. Ben gelene kadar Karun’u bir şekilde oyalayın ve bana bir insanı kolayca uyutacak bir şeyler temin edin,” dedikten bir süre sonra duraksadım. “En az on hayvan gücünde olan bir insanı uyutacak bir şeyler olmalı.” Cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattım.

Aklımda bir şeyler vardı ama bu Karun’un pek hoşuna gitmeyecekti.

***

Havaalanına geldiğimde Celil piste kadar bana eşlik etmişti. Karun’un özel uçağını görünce, “Vay canına,” diye hayranlıkla fısıldadım. “Bildiğin uçak bu.”

Yanımda yürüyen Celil güler gibi bir ses çıkardı. “Havaalanında uçak yerine ne görmeyi bekliyordunuz?”

“Daha küçük bir şeyler.” Celil’i görmek için başımı bir hayli kaldırmak zorundaydım. Biraz daha kafamı kaldırırsam arkaya doğru sendeleyip kafa üstü yere çakılabilirdim. “Sahte kocamın kendi uçağı var, ekonomide uçanlar ne yapsın.”

Çok absürt bir şey söylemişim gibi Celil garip gözlerle bana bakmaya başlamıştı. “Daha önce hiç ekonomide uçtunuz mu?”

“Tatlım kocam kadar olmasa da bende zengin biriyim.” Bunları söyledikten sonra önüme döndüm çünkü ona bakmak için başımı kaldırdıkça boynum ağrıyordu. “Hayır, uçmadım ve param bitmedikçe de uçacağımı sanmıyorum.”

Gözlerimle gittikçe yaklaştığımız uçağı işaret ettim. “Ülkenin en zengin adamlarından biriyle evliyken paramın biteceğini de sanmıyorum.” Sonuçta kocamın adı Karun’du ve Karun kadar zengindi. Sanırım bu espriyi yapmaktan hiç vazgeçmeyecektim.

Uçağın yanına geldiğimizde Furkan, Nedim ve İsa beni bekliyordu. Furkan ara ara uçağın kapısını kontrol ederken hemen bana doğru yürüdü. “Ne biz ne de pilot onu daha fazla oyalayamaz.” Karun her an bir yerlerden çıkabilirmiş gibi başını çevirip arkasını kontrol etti. “Burada olmanız bile onu çok kızdırabilir.”

Furkan kısa bir an sustuğunda rahatsızlığını gergin bakışlarına yüklemişti. “Rengin Hanım’ın yaptıklarından sonra bugün etrafında bir kadın görmek istediğini sanmıyorum.” Eski nişanlısı onu aldattı diye tüm kadınlara düşman olacak değildi ya. Üstelik Rengin’i gerçek anlamda sevmiyordu bile. Sevmediği bir kadının ihaneti onu bu kadar kızdırdıysa sevdiği bir kadının ihaneti kim bilir ona neler yaptırırdı.

Furkan ve diğerlerinin uçağa attığı korku dolu bakışlardan Karun’un içeride olduğunu anlamıştım. Her an uçaktan inip bizi görecek diye ödleri kopuyordu. “Senden istediğim şeyi temin ettin mi?” diye sorduğumda Furkan başını sallayarak belinde bir silah çıkartıp bana uzattı. “Uyuşturucu bir silah.”

Furkan bana kısa bir açıklama yaptığında silahı almam için bekliyordu. “İçindeki kurşun uyuşturucu iğneden ama etkisi en fazla birkaç saat sürer.” Sorgularcasına kaşlarını yukarı kaldırdı. “Bu ne için gerekli?”

Silahı alıp çantamın içine koyarken alay ederek güldüm. “Bir hayvanı uyutmam gerek.”

Onları bırakıp uçağa yürüdüğümde Furkan arkamdan, “Bige Hanım uçağa neden gidiyorsunuz?” diye seslendi. “Uçakta hayvan yok.”

Yürümeye devam ederken zoraki bir şekilde güldüm. “Bence var.” Hayvanın en büyüğü uçaktaydı ama bundan haberleri yoktu.

Merdiveni çıkıp uçağa arka kapıdan bindiğimde Karun’un, “Bu pilot biraz daha oyalanırsa eceline uçacak!” diyen kızgın sesini duydum. Koridorda bana sırtı dönüktü ve hızlı adımlarla pilot kabinine doğru yürüyordu. Korumalar ise koltuğuna oturmuş sabırla uçağın kalkmasını bekliyorlardı.

Sırtı dönük olması işime geldiği için çantamdaki uyuşturucu silahı çıkartıp, “Hey, Sanrı,” dedim. Çok fazla vaktim olmadığı için bu işi oyalanmadan yapmalıydım.

Karun bana doğru dönünce elimdeki silahı görüp kısa bir an şaşırdı. Kısık sesle küfreder gibi bir şeyler söylerken uyuşturucu silaha bakıyordu. Şaşkınlığından faydalanıp onu kolundan vurmuştum. Kısık bir inilti Karun’un dudaklarından döküldüğünde başını eğip koluna baktı. Kaşları çatılırken kolundaki minik oku hırsla çıkartıp yere atmıştı.

Rengin’e olan tüm öfkesini benden çıkarmak ister gibi dişlerini sıkıp, “Sen iyice zıvanadan çıktın!” diye üzerime yürüdü. Fakat ikinci adımında yerinde sendeledi, üçüncü adımında ise düşmemek için koltuklardan birinin kenarına tutundu. İğne etkisini çok hızlı gösteriyordu.

Karun’un gözleri kayarken kendine gelmek için başını iki yana sallayıp, “Bu siktiğim yerinde ne halt oluyor!” diye bağırdı ama bir anda yere yığılıp bilincini kaybetti. Uyandığında çok fena kızacaktı.

Koltuklarında oturan korumalar hemen ayağa kalkıp, “Bige Hanım!” dediler ama devamını getiremediler. Hepsi koridorda boylu boyunca yatan Karun’a bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir yandan da Karun için tehlikeli olup olmadığımı tartıyorlardı. Hey, buradaki tehlike ben değilim, ben onu korumaya çalışıyordum.

Arkamı dönünce Celil, Nedim, İsa ve Furkan’ın şaşkın suratıyla karşılaştım. Furkan güçlükle yutkunup, “On hayvan gücünde deyince bunu anlamalıydım,” diye mırıldanınca gülmeye başladım. Komik biriydi.

Uçaktan çıkmak için yanlarından geçerken başımla omzumun arkasını işaret ettim. “Onu alın gidiyoruz.” Bu en kolay kısmıydı çünkü zor olan kısım Karun uyandıktan sonra başlayacaktı.

***

Korumalar Karun’u uçaktan indirdikten sonra hep birlikte yola çıkmıştık. Yol boyunca çok fazla soru sordular ama hiçbirine cevap vermemiştim. Henüz bana tam olarak güvenmedikleri için uyuyan Karun’un yanında bir dakika bile ayrılmıyorlardı. Özellikle Rengin’in yaptıklarından sonra kadınlara olan güvenleri büyük bir darbe almıştı. Bu yüzden Karun’u düşmanlarından birine teslim etme ihtimalime karşı tetiktelerdi. Böyle oldukları için onlara kızamam çünkü onlar işini yapıyordu.

Karun’u bana ait olan evlerden birinin deposuna getirtmiştim. Onu bir sandalyeye sıkıca bağlamalarını istediğimde başlarda tereddüt etmişlerdi ama hepsini bir şekilde ikna etmiştim. Gece yarısına çok az kalmışken buradaki işimi halledip geri dönmeliydim. Carlos bu gece için benim için ne planlıyorsa Karun bunun dışında kalmalıydı. Karun’un uyanmasını bekleyene kadar çoktan akşam olmuştu.

“Uyandırın hadi,” dediğimde depodaki korumalar birbirine bakınca, “Ne?” dedim sorunu anlamaya çalışarak. “Uyandırın işte.”

Celil utangaç bir ifadeyle ensesini kaşıyıp, “Şey Bige Hanım,” diye bir şeyler geveledi ama ne dediğini tam olarak anlayamamıştım.

Korumaların içinde sırf yakışıklı olduğu için favorim olan Nedim, “Bige Hanım bizim baygın insanları uyandırma yöntemlerimiz biraz farklı,” dediğinde kadın olduğum için onları yeteri kadar anlamayacağımı düşünüyordu. “Bizler genelde şiddet uygulayarak uyandırırız.” Eli kolu bir sandalyeye bağlı Karun’u gösterdi. “Burada rehin aldığımız kişi bizim patron.” Doğru, bu ciddi bir sorundu.

Furkan eline demir bir sopa alıp, “Uyandırayım mı Bige Hanım?” deyince depodaki tüm korumalar bir küfür savururken gülmeye başladım. Bu da böyleydi işte.

Gülüşümü zor durdurup sesimi kalın çıkarmaya çalıştım. “Ulan it kocama mı vuracaksın?” Karun’u taklit ederek kaşlarımı çattım. “Canını yakmadan uyandırın.”

“Yalnız onun sesi daha kalın ve daha gür,” dedi Furkan.

“Biliyorum sus!” diye onu azarladım. “Bir kova su getirin gerisi bende.”

İsa su getirmek için depodan çıkınca korumaların tedirgin bakışlarını gördüm. Karun’un uyanmasından korkuyorlardı çünkü uyanınca buna göz yumdukları için hepsinin canına okuyacaktı. Bunu benim emrimle yaptıklarını öğrenince de benim canıma okuyacaktı. Çok kızacağını biliyorum ama bunu yapmaktan başka çarem yoktu. Onu korumanın tek yolu buydu. Onu korumak için ya onu Duha’yla aldatacaktım ya da İstanbul’a gitmesine engel olacaktım. Bu durumda ikinci seçenek daha cazipti.

Babam beni evlatlıktan reddettikten sonra Carlos ile yaptığım telefon konuşması beni korkutmuştu. Bu gece neler olacağını bilmiyorum ama Karun’u bile bile ölüme gönderemezdim. Bana yaptıklarına rağmen bu kadarına izin veremezdim. Biliyorum birini rehin alarak kurtarmak biraz saçmaydı ama aklıma başka bir şey gelmemişti.

Karun sakinleşip aklını başına alana kadar burada kalmalıydı. İstanbul’a gitmezse ona kurulan tuzakların içine körü körüne atlamazdı. Duha’nın iğrenç teklifini kabul etmeden de kocamı koruyabilirdim. Ben ki Karun’dan bile medet ummayıp çatıdan atlamış bir kadındım, Duha’ya mı boyun eğecektim? Onlar tehlikeli adamlar olabilirdi ama bendeki ters köşeler hepsine haddini bildirirdi.

İsa suyu getirince kovayı alıp Karun’a yaklaştım. Bir kova suyu kafasından aşağıya dökünce irkilerek gözlerini açmıştı. “Günaydın uyuyan güzel,” diye gülümsedim ama birazdan beni çok pis benzeteceği için korkudan geberiyordum.

Bence onu aldatmak yerine onu kaçırdığım için bana minnettar olmalıydı.

Karun’un kafasından aşağıya sular akarken etrafına baktı. Henüz yeni uyandığı için neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Önce bulunduğu yere, daha sonra korumalara ve en sonunda da bana bakmıştı. Zihnini biraz kontrol edince neler olduğunu çok çabuk kavramıştı. Islak saçları alnına yapışırken kaşlarının kavisi çatılmıştı. “Ulan manyak karı, senin hiç mi ayarın yok!” diye bana bağırıp üzerime yürümek istedi ama sandalyeye bağlı olduğunu görünce, “Siktir lan!” dedi burnundan soluyarak. “Kafayı sıyırmışsın sen!”

Başını kaldırıp gazap dolu gözlerle bana bakmaya başladığında korkmadığımı söyleyemem. Gözlerinin çevresinde kırışıklıklar oluşacak kadar kaşlarını çatmıştı. “Beni ikinci kez vurduğun yetmezmiş gibi bir de kaçırıp bağladın mı?” Bunu söyleme şekli o kadar komikti ki eğer bu kadar sinirli olmasaydı kahkahalarla gülebilirdim. Her defasında onu şaşırtmayı başarıyordum.

Bu sefer uyuşturucu bir silahla vurmuştum bence bu sayılmazdı.

Buradaki sandalyelerden birini alıp onun karşısına koydum. Sandalyeye ters bir şekilde oturduğum için bacaklarım sandalyenin yanlarında duruyordu. Kollarımı sandalyenin üstüne yasladığımda çıplak bacaklarıma bakıp dişlerini sıktı. “Düzgün otur!” Sert bir sesle beni uyarınca güldüm. Bu haldeyken bile kıskançlık yapıyordu.

Karun’un çenesinden bir kas seğirdiğinde öfkeden mavi gözleri koyulaşmıştı. “Gülmeye devam et!” Hırlarcasına bir ses çıkartıp sinirli bir şekilde başını salladı. “Birazdan bu siktiğim iplerden kurtulduğumda kaçacak bir yerin olmayacak!” Sinirli gözlerle adamlarına döndü. “Çözün beni!” Furkan haklıydı kızınca sesi kalınlaşıyor ve gür çıkıyordu.

Karun’un sert sesiyle korumalar onu çözmek için bir adım atmıştı ki, “Tek bir adım daha atarsanız hepinizin leşini buraya sererim!” diyerek onları durdurdum. “Furkan silahımı getir.”

Havaalanında uyuşturucu bir silahla onu vurduğum için Karun, “Sakın!” diye Furkan’a bakıp boğazından çıkan hırıltılı bir sesle konuştu. “Zaten manyağın teki, bir de eline silah alınca iyice kontrolden çıkıyor! Onunla iş birliği yaptığınız için ecdadınızı sikeceğim doğru ama beni çözersiniz ölürken fazla acı çekmezsiniz!”

Karun’un tehdit dolu sözleriyle korumalar yine bir ikilemde kaldıkları için ne yapacaklarını bilemediler. Bence korumaların en büyük cezası Karun’un benim gibi biriyle evli olmasıydı çünkü delilik konusunda kocamdan aşağı kalır bir yanım yoktu. Adamlar bizim yüzümüzden sürekli arada kalıyorlardı.

“Sen sakinleşene kadar bir süre daha buradasın,” dedikten sonra yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. “Yöntemlerimiz farklı olabilir ama sen beni uzun süre İstanbul’da tuttuysan bende seni bir süre Adana’da tutabilirim.” Bunları söyledikten sonra ayağa kalktım. “Şimdi izninle bu gece için halletmem gereken konular var.” Ölmek gibi mesela.

Ona sırtımı döneceğim esnada Karun’un omuzları gerildi. “Yüzüne ne oldu senin?” diye sorunca kaskatı kesilmiştim. Saçlarımla yanağımı örtmüştüm ama farkında olmadan saçlarımı yüzümden çekince babamın bıraktığı izler açığa çıkmıştı. Karun’u durdurmak için evden aceleyle çıktığım için yanağımdaki parmak izlerini makyajla gizleyecek zamanım olmamıştı.

Karun ölümcül gözlerle yanağımdaki izlere bakarken korkutucu bir sesle, “Saka!” diye mırıldandı sabırsızca. “Yüzüne ne oldu?” Birinin bana vurduğunu anladığı içindi bu kadar sinirlenmişti. Babam vurdu demek hayatımın en zor cümlesiydi.

Korumalara dönüp onlara kapıyı gösterdim. “Bize biraz izin verir misiniz?”

Her birinin huysuz bakışları yanağımda oyalanırken sessizce dışarı çıktılar. Fakat Furkan, Celil, Nedim ve İsa gitmeden önce karşımda durup yanağımı göstermişlerdi. “Size bunu yapan kişi veya kişilerin ismini bize vermeniz yeterli.” Onlara tebessüm ederek hepsini buradan göndermiştim. Babamı onlara şikâyet edecek değildim.

Herkes dışarı çıkınca Karun’a döndüğümde hâlâ sinirli bir şekilde yanağımdaki izlere bakıyordu. “Kim?” Agresif bir tutumla bağlı olduğu ipleri zorladı. Bunu yaparken gözlerini yanağımdan ayırmıyordu. Çatık kaşlarının arasındaki çizgiler derinleştiğinde nefesini sertçe vermişti. “Karıma vurmaya kim cesaret etti!” Delici bakışlarını görünce ona babamdan bahsedemedim. Benim yüzümden babama bir fenalık yapmasını istemiyordum.

Tekrar sandalyeye ters oturup derin bir nefes aldım. “Bugün bir ara koltukta içim geçmiş, yani biraz uyumuşum.” Böyle bir şey duymayı beklemediği için sandalyenin kenarında duran ellerini sıkmaya başladı. “Kim?” dediğinde yüzü büyük bir öfkeyle kasılırken bileklerine sarılı ipleri koparmak ister gibi onları zorluyordu. “Sana el kaldıran kim? Söyle artık şunu!”

Öfkeli sesi deponun içini doldururken sakin bir şekilde ona bakıyordum. “Gündüz uykusunu neye yorarlar bilmiyorum ama bir rüya gördüm.” O başka bir şey soruyordu, ben bambaşka bir şey anlatıyordum. “Her zamankinden çok farklı bir rüyaydı.”

Karun ters ters bana bakarken dişlerini biraz daha sıkmıştı. “Bilmek istediğim gördüğün rüya değil.” Burnundan solurken ne kadar kızgın olduğunu gizleyemiyordu. “Bilmek istediğim tek şey yanağındaki şu sikik izlerin sahibi!”

Onu duymazdan gelip, “Uçurumun kenarına kurulu bir salıncaktaydım,” diye rüyamı anlatmaya devam ettim. “Üzerimde şu anda giydiğim eflatun elbise vardı ve boşluğa doğru sallandıkça elbisenin etekleri uçuşuyordu.” Rüyayı hissetmek ister gibi gözlerimi kapattım ve o serin rüzgârı tekrar içime çekmek istedim.

“Boşluğa doğru sallandıkça saçlarım dalgalanıyor, yüzümde küçük bir gülümseme oluşuyordu.” Bunları söylerken tebessüm ettiğimin farkında bile değildim. “Uçmak gibiydi bu his, sanki uçuyordum. Bu hissi sevdim, gördüğüm rüyayı sevdim çünkü uzun yıllar sonra gördüğüm tek güzel rüya buydu.” Gözlerimi açtığımda Karun artık kurtulmak için çırpınmıyordu. Bunu yapmak yerine beni dinliyordu.

“Biliyor musun, ben sekiz yaşından beri hiç güzel rüya görmedim.” İçimi kor gibi yakan mavi gözlerine bakarak başımı salladım. “Benim gördüğüm rüyalarda arkadaşlarım ölür, annem ölür ve güzel olan her şey son bulur.” Karun nefesini içine çektiğinde yüreği sıkışmış gibi göğüs kafesinin içine çektiği nefesi geri veremedi.

“Ama bu öğle gördüğüm rüya güzeldi.” Hüzünlü bir sesle konuştuğumda sesimde buruk bir şeyler vardı. “Ta ki arkamda bir siluet belirene kadar,” dediğimde rüyanın içine sızma şansı yoktu ama kaşlarını çatmıştı. Bana tehdit olan o gölgeyi yok etmek ister gibi ifadesi sertti.

“Biri salıncağımın arkasında belirdi.” Sanki o biri hâlâ buradaymış gibi ürpermiştim. “Salıncağımın kenarlarını tutup beni uçurumdan aşağıya itti. Düşerken Bige diyen birinin haykıran sesini duydum.” Başımı omzuma doğru eğip nemli kirpiklerimin arasından Karun’a baktım. “Duyduğum ses sen ve babamın sesine çok benziyordu ama hanginiz olduğunu anlayamadım.” Burukça gülümsedim. “Babam ikinci adım olan Efil’i hep kullanır sen ise Saka dersin.” Neyse dercesine omuz silktim. “Büyük ihtimalle ikinizde değildiniz.”

Karun beni rahatlatmak ister gibi bakarken bakışlarını yumuşattı. “Üzerinde çok düşünme bu sadece bir rüya.” Şimdi daha sakin bakıyordu ve sesi daha ılımlıydı.

Başımı eğip dalgın gözlerle yerdeki solgun lekelere bakmaya başladığımda bu benim için bir kaçıştı. “Benim için değişeceğini söylemiştin ama sen yanımda kalmak yerine Rengin’e gitmeye kalkıştın.” Ona sitem ederken sesim kırgın birazda küskün çıkmıştı.

“Sandığın sebeplerden Rengin’e gitmiyordum.”

Boş bakışlarım yerdeki lekelerde gezinirken acınası halime güldüm. “Hiçbir sebep böyle bir günde beni yalnız bırakmanı telafi edemez.” Bugünün anlamını yeteri kadar iyi bildiğini düşünmüyordum.

Sandalyenin üstüne koyduğum kollarıma çenemi yaslayıp zemini izlemeye devam ettim. Sandalyeye ters oturmanın böyle bir yanı vardı. “Ben böyle bir günde arkadaşlarımı öldürdüm, böyle bir günde annemi kaybettim ve böyle bir günde ölümü öğrendim. 13 Haziran’da taktılar saçlarıma siyah bir kurdele ve 13 Haziran’da yürüdüm birçok cesedin içinde. 13 Haziran’da sürtük ve fahişe dedi babam bana.” Kafamı kaldırıp bembeyaz olan suratına bakıp başımı salladım. “Babam vurdu bana çünkü Serhat ve seni öğrendi.”

Karun duyduklarıyla buz kestiğinde bana bakmak dışında hiçbir şey yapmadı. Mavi gözleri üzerime kilitlenirken gözleri bir kez daha yanağımda oyalandı. “Baban mı?” derken güçlükle konuşmuştu çünkü babamın bu kadar ileri gideceğini o da beklemiyordu.

“Seni kaçırdım,” dedikten sonra başımı çevirdim. “Diğer yanağıma da sen vurmak ister misin?” Sürekli konudan konuya geçiş yapıyordum.

Ağlamamak için sandalyenin üst kısmını sıkarken gözlerinin içine tüm kırgınlığımla baktım. “Tıpkı babamın yaptığı gibi sende öfkeni çıkarmak için bana vurmak ister misin?” Kaskatı kesildiğinde susmamı ister gibi bakmaya başlamıştı.

“Belki babamın dediği gibi sende bana ucuz bir sürtük veya fahişe dersin.” İçimdeki acılara rağmen güçlü görünmek için ona gülümsemeye çalıştım. “Eğer seni rahatlatacaksa sende vur, sende söyle.” İç çekerek burukça tebessüm ettim. “Koymaz bana, alışığım ne de olsa.”

Son söylediklerimden sonra bir kez daha yanağıma baktığında Karun’un mavi gözlerine derin bir keder yerleşti. “Böyle konuşma.” Kaşları büküldüğünde karşımdaki bu güçlü adam acımla acır gibiydi. “Bana bırak her şeyi halledeceğim.”

“Artık çok geç, Sanrı.” Son derece ciddi bir ifadeyle gözlerimi onun mavilerine kenetledim. “Buraya gelmeden önce Carlos beni aradı, bu gece benim için büyük planları var.”

Carlos’un adını duyunca kaşlarını büyük bir hiddetle çatarken, “O siktiğim piçi ben varken sana dokunamaz!” diye bağırdı. Yüzündeki her kas seğirirken beni koruyacağına yemin eder gibi kararlıydı bakışları. “Ben varken o herif senin tırnağına bile dokunamaz!”

“Ama sen yoksun.” Soluğunu kesen bir gerçeği ona hatırlatırken mutlu değildim. “Unuttun mu, sen beni böyle bir günde bırakıp gidiyordun? Sen arkadaşlarımın ve annemin öldüğü bir günde beni bırakıp gidiyordun, yani sen yoksun.” Bunu ona doğrularcasına başımı salladım. “Sen gittin.” O burada değildi, onu gitmiş sayıyordum çünkü engel olmasaydım çoktan gitmişti.

“Sen öfkeni bana tercih ederek gittin.” Yanağımdaki izleri gösterdim. “Tıpkı babam gibi gittin çünkü o da öfkesini bana tercih etti.” Hıçkırıklarla ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırarak derin derin nefesler aldım. “Neden babama bu kadar çok benziyorsun? Neden bu kadar kolay acıtıyorsunuz?” Ondan hesap sordum ama aslında cevabıyla ilgilenmiyordum. Farkında değildi ama ona içimi döküyordum.

Karun’un bana bakmaya yüzü bile yokken bunun için kendini zorladı. Ağlamak üzere olan gözlerim karşısında çaresizdi ve bunu nasıl düzelteceğini bilmez bir haldeydi. “Bazen canımı yakacak öyle şeyler yapmanı istiyorum ki içimdeki bu suçluluk duygusu dinsin,” dediğinde gözlerimin içine bakarak başını salladı. “Bundan nefret edeceğimi biliyorum ama sana verdiğim acıyla eşdeğer bir acıyı bana yaşatmanı istediğim çok oluyor.” Yalan söylemiyordu bakışları söylediklerini doğruluyordu.

Doğru kelimeleri bulmak istercesine bir süre duraksayıp, “Saka,” diye mırıldandı güçlükle duyulan bir sesle. Islak yüzüme iç çekerek bakıyordu. “İhaneti bundan muaf tutarak o gece sana yaşattığım her şeyi bana yaşatabilir misin?” dediğinde boğazım düğümlendi, yutkunamadım. Karun ödeşmek istiyordu.

Eflatun elbisenin telafisini istiyordu.

“Bunu neden istiyorsun?” diye sorduğumda cevabını zaten biliyordum.

Gözlerinin mavisine yoğun bir azap çökerken kederini iliklerime kadar hissediyordum. “Ancak o zaman yüreğinle beni affedebilirsin.” Affedilmeyecek tek şeyi yapmışken affedilmek istiyordu.

“Ancak o zaman bizim için yeni bir başlangıç doğar.” Kaşları hafifçe büküldüğünde benimle en baştan başlamayı her şeyden çok istediğini saklamıyordu. “O gece benim yüzümden dudaklarından dökülen her bir damla kanın büyüklüğünde olsun intikamın. Öyle bir dağıt ki beni yaşadığım tüm o dağınıklığın içinde aklıma ilk gelen eflatun gece olsun.”

Dudakları arasında sızan nefesi ikimizin umutsuzca bakan yüzleri arasına karışırken, “Bunu yapabilir misin?” diye sordu. O gecenin pişmanlığını taşıyan gözlerle, “Bunu yap,” dedi.

“O geceyi sana yaptıklarımla değil yaptıklarınla bana hatırlat,” dediğinde başımı iki yana salladım ama Karun bu konuda fazla ısrarcıydı. “Bana karşı acımasız olmanı istiyorum.” Ödeşip vicdanını rahatlatmak istiyordu ama benim bunu yapacak gücüm veya isteğim kalmamıştı. Artık ne intikam istiyordum ne de yaşamak. Ben sadece herkesin hayatında silinip yok olmak istiyordum.

Sessizliğimi koruyup ıslak gözlerle ona bakmaya başladığımda beni böyle görmeye katlanamıyormuş gibi, “Böyle bakma,” diye yalvardı. Ona olan bakışlarımı yüzümde silip atmak ister gibiydi.

“Nasıl bakıyorum?”

“Her şeyden vazgeçmiş gibi.” Yanağıma süzülen yaşlarla birlikte ona burukça gülümsedim. “Çünkü artık her şeyden vazgeçiyorum.”

Gözlerimi yumdum ve bir süre kendime gelmek için öylece kaldım. “Carlos’un oğlunu istemeden öldürdüm ama o, benden intikam almak için her şeyi isteyerek yaptı. İntikam yüzünden ikimizi de affı olmayan günahlara sürükledi. Ben Carlos ile savaşacağım diye tüm güzel huylarımı yitirdim, artık bir çocuk saflığında değilim.” Bu intikam oyunu her iki tarafı da çok kirletmişti. Artık masum değildik.

Gözlerimi açıp Karun’un darmadağın olan gergin yüzüne baktım. “Bana yaptığın şeyler için intikam peşine düşmeyeceğim. İntikam almıyorum ama son nefesime kadar affetmiyorum da” dediğimde sanki intikamın en büyüğü buymuş gibi yüzündeki tüm kan çekilmişti. İtiraz etmek istedi ama tek kelime diyemedi.

Daha düne kadar intikam istiyordum ama bugün yaşadıklarımdan sonra ona vereceğim hiçbir acının bende açtığı yaraları kapatmayacağını anladım. Alacağım bir intikam onun için de yeni bir intikam doğuracaktı. İkimizi kısır bir döngünün içine çekip kalan son güzel huylarımızın katili olmak istemiyordum. “Ben affetmiyorum,” dedim küskün ve kırgın bir sesle. “Allah da affetmesin.” Son sözlerimle Karun başını eğmişti çünkü daha fazla yüzüme bakamamıştı.

Onu ve babamı Allah bile affetmesin.

Telefonumun yükselen sesi aramızdaki gerginliği bir bıçak gibi kesmişti. Telefonu çıkartıp kimin aradığına bile bakmadan açtım. Kulağıma yasladığım telefonda Carlos’un, “Zaman geldi Saka,” diyen sesini duyduğumda derin bir nefes aldım. Bunu bekliyordum, bu gece beni tekrar aramasını bekliyordum.

“Ne istiyorsun Carlos?” Karun duyduğu isimle başını hızla kaldırıp kaşlarını çattığında, “Seni,” dedi Carlos. “Seni istiyorum, Saka. Baban ve büyükbabanı kurtarmak istiyorsan her şeyin başladığı yere gel.” Korkuyla irkilirken az kalsın elimde tuttuğum telefon yere düşecekti. Babam ve büyükbabam onun elinde miydi?

Değişen yüzümü görmek Karun’un gerilmesine neden olurken Carlos, “Tek başına gelmezsen onlara ne olacağını çok iyi biliyorsun!” diyerek telefonu suratıma kapatmıştı. Kalbime korku tohumları düşerken elimdeki telefonla donup kalmıştım. Carlos ailemden geriye kalan son kişileri de elinde tutuyordu.

Karun çatık kaşlarla bana bakarken, “Ne dedi?” diye sordu ama ona cevap vermek yerine ayağa kalktım. Artık gitmeliydim.

Carlos’a gideceğimi anlayınca iplerden kurtulmak için çırpınmaya başladı. Onu tutan tüm ipleri parçalamak ister gibi çırpınışları hoyrat ve agresifti. “Hiçbir yere gitmiyorsun!” Daha önce ondan duymadığım yüksek bir sesle, “Her ne dediyse bu bir tuzak!” diye bağırdı. Bana kızarken bir yandan da kollarını çekiştirerek kendini çözmeye çalışıyordu. Çırpındıkça bileğindeki ipler derisini tahriş edip yara ediyordu ama buna rağmen durmuyordu.

Karun başını kaldırıp sinirli gözlerle bana bakarken, “Çöz şu siktiğim ipleri!” dedi ama kızgın sesinde gidecek olmama yönelik büyük bir korku vardı.

Ona doğru yürüdüğümde ipleri açacağımı düşündüğü için çırpınmayı bırakmıştı ama ben ipleri açmak yerine karşısında durdum. “Senin yardımına ihtiyacım olduğu zamanlar ya beni yüzüstü bırakıyorsun ya da çekip gidiyorsun.” Belimi öne doğru bükerek üzerine eğildim. “Bu yüzden artık senden hiçbir konuda yardım istemiyorum.” Sinirden hızlı hızlı nefesler alırken tam konuşacaktı ki üzerine iyice eğildim. Dudaklarımız arasında çok az mesafe bırakmam onu susturmuştu.

Başımı biraz daha eğerek yanağına dudaklarımı bastırdım. Dudaklarım onun soğuk yanağına temas ettiği an yutkunuşu kulağıma gelmişti. Geriye çekilip Karun’un gergin yüzüne son bir kez baktım. “Burada güvende olacaksın.” Bunları söyledikten sonra ona sırtımı dönüp kapıya yürüdüm.

Karun arkamdan daha çok çırpınıp, “Gitme!” diye haykırdı ama ona doğru dönmedim. Çırpındıkça sandalyenin sallanan sesi kulağıma geliyordu. “Saka!” diyen bağırışı adeta çocukken beni korkutan gök gürültüsü gibiydi. “Gitme bu bir tuzak!” Sonlara doğru sesi kısık çıkmıştı. “Gitme üzerinde eflatun bir elbise var!” Biliyorum. Artık o da biliyordu.

Bundan günler önce öleyim diye bana eflatun bir elbise göndermişti.

Günler sonra ise eflatun elbiseyle öleceğim diye korkuyordu.

Kapı kolunu kavradığımda Karun beni durdurmak için son kozunu oynadı. Aceleyle, “Öpücüğünü eşitlemeyecek misin?” dediğinde sesindeki endişeyi soludum. Beni durdurmak için her yolu deniyordu.

Burukça tebessüm ettim. “Beni bulduğunda belki eşitlerim.”

Dışarı çıktığımda Karun’un arkamdan, “Seni öldürecek!” diyen kızgın sesini duydum. “Anla artık ölüme gidiyorsun!” Bunu zaten biliyordum.

Depodan çıktığımda bu seferde korumaların adını haykırmaya başlamıştı. Ben uzaklaşmadan onu çözmelerini istiyordu. Merdiveni çıkarak üst kata çıktığımda Karun’un sesi buradan bile duyulacak kadar yüksekti. Onun kızgın sesini korumalar da duyduğu için, “Her şey yolunda mı?” diye soran Celil’e başımı salladım.

“Yarım saat bekledikten sonra çözün onu.” Yarım içinde ben çoktan arabama atlayıp izimi kaybederdim. Eğer babamla bugün olanları yaşamasaydım belki hayata daha sıkı tutunur ve Karun’un yardımını isterdim ama babamın bugün söylediklerinden sonra artık yaşamak bile boş geliyordu.

Uyarırcasına korumalara baktığımda fazla ciddi göründüğüme emindim. “Onu çözmek için en az yarım saat bekleyeceksiniz anladınız mı?” Hiçbiri bir şey anlamadı ama vardır bir bildiği diye düşünüp beni onayladılar. Onlardan gereken onayı alınca vakit kaybetmeden hemen dışarı çıkmıştım. Gitmem gereken son bir yer vardı.

Arkadaşlarıma mezar olan bir yere yıllar sonra ilk kez gidecektim.

***

Arabadan indikten sonra karşımdaki iki katlı eski depoya ürkerek baktım. Carlos’a zimmetli bu yerde açtığım hasara durgun gözlerle bakıyordum. İnşaat halindeki devasa bir galeriyi andırıyordu. Neredeyse tüm camları patlamış, duvarları yıkılmış ve eskiyen boyası dökülmüştü. Her detayını görüyordum çünkü her odanın camının önüne büyük bir varil konulmuştu. Varillerin içine bolca odun atıp üzerine benzin dökmüş olmalılar ki hepsi de yanıyordu. Varillerdeki ateş baktığım her yeri aydınlatıyordu.

İşin garip yanı kapıya kadar uzanan yolun sağına ve soluna da aynı variller konulmuştu. Onların içindeki odunlar da yanarak geçeceğim yolu aydınlatıyordu. Tüm bu hazırlık tamamen benim için yapılmıştı. Elimde sıkıca tuttuğum telefonumun ışığı yanınca ekrana baktım. Duha arıyordu. Tiksinti içinde telefonu açıp kulağıma yasladığımda, “Neredesiniz?” diyen endişeli sesini duydum.

Hâlâ ahlâksız teklifine kızgın olduğum için, “Biz derken?” diye kaşlarımı çattım. “Yine ne saçmalıyorsun?”

“Sen ve Kadem!” dedi sabırsızca.

“Kadem İstanbul’a senin yanına geldi.”

“Kadem hiç İstanbul’a gitmemiş!” diye bağırdığında onun için korktuğunu telaşlı sesinden anlayabiliyordum.

“İstanbul’a gitmemiş demek yerine İstanbul’a gelmedi demen gerekmiyor muydu?” Sanki kendisi de İstanbul’da değilmiş gibi konuşuyordu.

“Bırak şimdi bunları!” diye beni tersledi. “Kadem’in bu gece yalnız olmaması gerekiyor. Bana yerini söyle çünkü sen neredeysen o da muhakkak oradadır!”

Deponun önündeki yirmiye yakın arabaya bakıp derin bir nefes aldım. Carlos tüm adamlarını buraya yığmıştı. “Kadem burada olamaz ama nerede olduğumu merak ediyorsan sana şu kadarını söyleyebilirim ki hiç istemeyeceğim bir yerdeyim. Carlos’la küçük bir randevum var.”

Duha’nın yutkunuşunu duyduğumda, “Sen çıldırmışsın!” diye hiddetlenerek bağırdı. “Seni öldürecek aptal kız!”

Güldüm. “İyi ya bundan sonra beni çirkin oyunlarına alet edemezsin işte.”

Ne demek istediğimi çok iyi bildiği için, “Düşündüğün gibi bir teklif değildi,” diye küçük bir açıklama yaptı. “Sandığın gibi bir aldatma olmayacaktı sadece Karun’un öyle düşünmesini sağlayacak birkaç fotoğraftan bahsediyordum. Bilirsin işte sarılırken çekilen fotoğraflar.”

Son konuşmamızdaki iğrenç teklifine bir açıklık getirirken onu zerre kadar umursamıyordum. “Sana o teklifi yaparken aklımda olan tek şey Karun’a yakınlaştığımızı düşündürecek birkaç fotoğraftı. Bunun için yatağıma girmen gerekmeyecekti!” Bu aşağılık herif bunu basit bir şey mi sanıyordu? Sonuçta Karun onun yatağına girdiğimi düşünecekti!

Karanlıkta uzun süre kalmaktan hoşlanmadığım için, “Kapatmam gerekiyor,” dedim fakat Duha telaşlanarak, “Bekle!” diye bana engel oldu. “Bilmen gereken çok fazla şey var. “Elay’da kayıp! Karun’un Serhat’a yaptıklarından haberin var mı? Serhat’ı hadım edip o iti serbest bırakmış!” Afallayarak gözlerimi büyüttüm. Karun bunu gerçekten yaptı mı?

Ceza yöntemi ölümcül boyutlarda olacak kadar korkunçtu. İçimden bir ses henüz beni Sanrı’yla hiç tanıştırmadığını söylüyordu. Bana panzehri vermediği o gece bile aslında sadece Karun’du, değil mi? Sanrı olan yönüyle henüz hiç karşılaşmadım.

Üzüldüm, kahretsin ki Serhat’a üzüldüm çünkü kimse böyle bir şeyi yaşamayı hak etmiyordu. Artık ne bir kadını sevebilirdi ne de baba olabilirdi. Duha’nın, “Tüm bunlar benim otelimden ayrıldığınız günün gecesinde olmuş,” diyen sesini duyunca o gün Karun’un ne kadar kızgın olduğunu hatırladım. Ona hiçbir açıklama yapmadan otelden ayrıldığım için öfkesini Serhat’tan çıkarmış olmalıydı.

“Kocan o gün Serhat’a gereken dersi verip onu serbest bırakmış O it hastaneden taburcu olduktan sonra bir şekilde Elay’ın karşısına çıkmayı başarmış. Adamlarım onu zamanında uzaklaştırmış ama Elay’ın onu gördüğü çok açık. Her şeyi hatırladı mı, bilmiyorum ama Elay o günden sonra çok fazla değişti. Artık bana abi demiyordu ve hiçbir şey söylemese de bakışları fazla düşmancaydı! İki saat önce Kadem için Adana’ya geldiğimizde Elay havaalanında birden ortadan kayboldu!” Duha’nın kızgın sesi canından bezmiş gibi geliyordu.

“Hanginizin peşinden koşacağımı şaşırdım. Şu anda seni bulmak için Adana’nın altını üstüne getiren kocandan bir farkım yok! Önceliğim Kadem ve onu bulmanın tek yolu da seni bulmak!” Ona yerimi söylemediğim için bana kızmaya başlayınca hemen telefonu kapattım. Herkes kendi işiyle meşgul olsun çünkü ben, babam ve büyükbabamı bulmalıydım.

Yol boyunca Karun beni ne kadar arayıp ulaşamadıysa bende sevdiğim iki insana bir türlü ulaşamadım. Karun’un telefonlarını açmadığım gibi babam ve büyükbabamda benim telefonlarımı açmıyordu. İki yanımda yanan ateşlerin içinden geçerken adımlarım geri geri gitmek istiyordu ama kendimi zorlayıp yürümeye devam ettim. Yaklaştıkça kapısı olmayan yerin önünde küçük bir çocuk silüeti beliriyordu.

Benim üzerimde zarif ve derin yırtmaçlı eflatun bir elbise vardı ve elbisem temizdi. Fakat onun üzerindeki eflatun elbise kir ve kan içindeydi. Benim saçlarım menekşe esansı şampuanın kokusuyla parlıyor, rüzgârda dalgalanıyordu. Lakin onun kahverengi saçları kan kokuyordu ve toz toprak içindeydi. Benim yüzüm temiz ve güzeldi ancak onun yüzü cam kesikleriyle doluydu. Kafasında, alnında ve gözlerinde akan kanlar yüzünü tanınmaz bir hale getirmişti.

Ona doğru attığım her adımla onu daha iyi görüyordum fakat o, yıllar sonra dönüşeceği kadını göremiyordu çünkü gözlerine sıçrayan camlar ona ilk körlüğünü yaşatıyordu. Kanayan göz kapaklarının arasında bir şeyler görmeye çalışıyordu. Kucağında Uğur’un kız kardeşi Oya’yı tutarak etrafına bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Şoktaydı ve uzun süre öyle kalacaktı. Evet, o bendim, benim çocukluğumdu. En büyük yıkımı burada yaşamıştım.

Attığım her adımla geçmiş gözlerimin önünde canlandığı için onun tam karşısında durdum. Şizofren değilim ama kendi geçmişimi sekiz yaşındaki bir çocuğun hayaliyle kafamda canlandırmıştım. Önce kucağındaki küçük bebeğe sonra da ona baktım. Kanlı yüzüne nemli gözlerle bakıp, “O öldü,” dedim Oya’yı göstererek. Kırptığım kirpiklerim ıslanırken ağlamaklı bir sesle, “Hepsi öldü,” dedim. “Onları biz öldürdük.” Birinin ona bunu söylemesi gerekiyordu. Biz katildik.

Sekiz yaşındayken babam bizi bir katile dönüştürmüştü.

İlk kanı dökenin günahı daima daha büyük olurdu.

Çocukluğumun hayali gözlerimin önünde kaybolunca içim acıyarak içeri girdim. Yıkılan duvarların ve çöken tavanın enkazı sandığımdan daha büyüktü. Topuklu ayakkabılarla molozların arasından geçmek hiç kolay değildi. Sürekli bir şeylere takılıp düşecek gibi oluyordum. Basamak taşları yerinde oynayan ve çoğu kırılmış merdivenin önünde durdum. Alt kattaki depoda çıkarmıştım patlamayı ama üst katta da annem ölmüştü. Tam olarak nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum.

Adım sesleri duyunca başımı kaldırıp yukarıya baktım. İki adam merdivenin üstünde durup bana bakıyordu. “Bu taraftan.”

Yakalarındaki siyah kurdeleye bakıp kaşlarımı çattım. “Babam nerede?” Evet, bunlar Carlos’un adamlarıydı! Babama bir fenalık yaptılarsa hiçbiri buradan sağ çıkamazdı!

Carlos beni buraya getirtmek için babamı kullanmıştı. Umarım babamın canını yakacak kadar ileri gitmemiştir. Babamın hayatı için endişelenmeye başladığım için hızlı adımlarla basamakları çıkmaya başladım. Yukarı çıkıp adamları takip ederken fazla gergindim. Korkuyordum ama kendim için değil babam ve büyükbabamın hayatı için korkuyordum. Ayakkabılarımın topuğuyla yerde sararmış gazete ve çöp parçalarını ezerek yürüdüm.

Sağımda ve solumda silahlı iki adam varken onların arasında fazla korkusuz görünüyordum. Geçtiğim her yerde Carlos’un adamlarını görüyordum. Şu ana kadar otuzdan fazla adam saymıştım ve hâlâ bitmemişti. Carlos bu gece kimse onu rahatsız etmesin diye buraya çok fazla adam yığmıştı.

Annemin öldüğü büyük odanın önüne gelince durdum. Menteşeleri dökülmüş kırık kapıya bakarken donup kalmıştım. Burada farklı yıllarda iki kıyım yaşanmıştı. Bu kapıdan içeri girmek benim için hiç kolay değildi. “Hadi.” Yanımdaki adam beni uyardı ama donmuş bir şekilde kapıya bakarken hiç kıpırdayamadım. Annem bu odanın içinde ölmüştü.

Onu burada öldürmüştüm.

Kendimi toparlayıp sık sık kâbuslarımı süsleyen odaya girdim. Bu oda buradaki tüm odalardan daha büyüktü çünkü burası da normalde depo olarak kullanılıyordu. İçeri girdiğimde burayı aydınlatsın diye her köşede yanan variller gördüm. Yanımdaki adamlar beni itince yürümeye devam ettim ama odanın tam ortasındaki cam kafesi görünce durdum. Kafes o kadar büyüktü ki bana çocukken annemle izlediğimiz bir filmi anımsatmıştı.

Orada da böyle bir kafes vardı ama o, bir balinanın kafesiydi. Bu kafes de bir balinanın çok rahat sığacağı büyüklükteydi. Yaklaşıp bir oda büyüklüğünde olan cam kafese yakından baktım. Kafesin tam ortasında camdan bir duvar vardı ve bu duvar kafesi ikiye bölüyordu. İki tarafın da camdan kapısı vardı. Kapıların kolları yoktu çünkü özel bir şifre sistemiyle açılıp kapanıyordu. Giriş için şifre isteyen güvenli kapılardandı.

Cam bir duvarla birbirinden ayrılan kafesler görünürde aynıydı ama içinde olan şeyler aynı değildi. Duvarın sağ tarafında kum tanesi büyüklüğünde eflatun camlar vardı. Bu camların hepsi yere saçılmıştı. Evet, eflatun camları kum tanesi büyüklüğünde öğütüp kafesin içine dökmüşlerdi. Kafesin zemini eflatun camlarla doluydu hem de beş santimlik bir kalınlıktaydı. İçine girsem ayakkabımın topuğu eflatun camların içine gömülürdü.

Acaba bunun amacı neydi?

Kafesin diğer tarafında eflatun camlar yoktu ama tavanın köşelerinde hoparlörler vardı. Dört köşesinde de bunlardan vardı. Kafesin bir tarafı eflatun camlarla doluyken diğer tarafında hoparlör vardı. Bütün bunların anlamı neydi? Bilemiyorum ama sanki iki kişiye kurulmuş bir tuzak gibiydi çünkü kafesin iki ayrı bölümü vardı.

Ne demek oluyordu bunlar?

“Hoş geldin, Saka,” diyen bir ses duyunca irkilerek arkamı döndüm. Adamlarıyla içeri giren Carlos’u görünce onun yüzünü unutan hafızam yeniden onu hatırlamama yardımcı oldu. Evet, artık onun yüzünü hatırlıyordum.

Ölümsüzlüğün formülünü bulmuş gibi pek yaşlanmamıştı. Altmışlı yaşların ortasındaydı ama en az babam kadar dinç görünüyordu. Yıllar önce onu gördüğümde sarı saçları vardı fakat artık tamamen keldi. Saçlarının büyük bir bölümü dökülünce kalanları da kazıtmış olmalıydı. Onu izlerken onun da yeşil gözleri baştan ayağa beni izliyordu. Alnında ve göz çevresinde görünen kırışıklıklara baktım. Sahip olduğu kırışıklıklar hastalıklı yüzünde onun yaşını gösteren tek şeydi.

Cildi ise kireç kadar solgundu. Takım elbisenin içinde oldukça dinç ve korkutucu görünüyordu. Bugüne özel yeni tıraş olmuş olmalı ki fazla bakımlı görünüyordu. Delici bakan yeşilleri sol göğsümü işaret etti. “Yüreğindeki anne ve arkadaş acısı ne alemde?” dediğinde yaraya tuz basar gibiydi. “Kaç gün sürdü geçmesi?” Geçmediğini çok iyi biliyordu.

“Üzerinde hâlâ çalışıyorum,” diye onu taklit ettim ve aynı lakayt tavrı takındım. “Oğlun,” dediğimde üzülmüş gibi dudaklarımı büzdüm. “Kaç gün sürdü onu unutman?”

Aynı şekilde o da beni taklit ederek, “Üzerinde hâlâ çalışıyorum,” dedi duygudan yoksun bir sesle. “Acımı daha katlanır kılmak için iyi bir oyuncağım var.” Kimden bahsediyordu? Beni kastetmediğini iyi biliyorum çünkü hiçbir zaman onun oyuncağı olmamıştım.

“Babam ve büyükbabam nerede, Carlos?” Endişelendiğim için sesimin telaşlı çıkmasını kontrol edememiştim.

En can alıcı soruyu sormuş olmalıyım ki gözlerinin yeşili şeytani bir duyguyla ışıldadı. “Buradalar.” Sakince konuşup odanın diğer ucuna döndü. “İşte oradalar.”

Carlos’un baktığı yere döndüğümde gördüklerim karşısında nevrim dönmüştü. Babam ve büyükbabam bileklerinden duvara zincirlenmişti. Babam onlara çok direnmiş olmalı ki kötü hırpalanmıştı. Kafasında akan kanlar yüzünün yarısını kırmızıya boyamıştı. Neyse ki büyükbabamda bir şey yoktu ama mahzun bir şekilde bana bakıyordu. Kolları yukarıdan duvara zincirlendiği için ayakta uzun süre durmaktan bacakları titriyordu.

Yanlarındaki adamlar her an onları vuracakmış gibi silahlarını çıkarmıştı. “Büyükbaba!” Bağırıp ona doğru koşmak için bir adım atmıştım ki yanında duran adam silahını büyükbabamın kafasına bastırınca, “Yapma!” diye hemen durdum. Ellerimi kaldırıp göğsümün hizasında tutarken aceleyle, “Tamam, yaklaşmıyorum ama n’olur yapma,” dedim.

Şükürler olsun ki adım atmayı bıraktığımda silahını büyükbabamın kafesinden çekmişti. Büyükbabamın kırışıklarla dolu yüzünde bir damla yaş süzülürken, “Bige,” diye acıyla mırıldandı. “Neden geldin kızım?” Sesinde bir babanın çaresizliği vardı. Benim için çoğu zaman baba olmuştu.

Islak gözlerle içinde bulunduğumuz yeri işaret etti. “Burası Begüm’ün öldüğü yer. Bige’m neden geldin buraya, seni de annen gibi öldürecek.” Ağlamamak için dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Ağlamasın, bana ağlamasın çünkü görmeye katlanamadığım tek şey onun gözyaşlarıydı.

“Sana bir şey olmayacak,” dedim kısık bir sesle. “Buna izin vermeyeceğim.”

“Sana bir şey olmasın, Bige,” derken büyükbabam gözlerime öyle bir baktı ki bu acıyı ona yaşatan kişinin ben olması içimi parçalıyordu. Kendinden çok benim için endişeleniyordu. “Sana bir şey olmasın,” dedi dua eder gibi. Bana değil ona bir şey olmasın çünkü o, beni hayatta tutan tek kişiydi.

Büyükbabamın ıslak gözlerine dayanamadığım için başımı çevirip babama baktım. O da beni izliyordu. Bu öğle bana vuran elleri şimdi bileklerinden zincirliydi. Günün yarısında canımı yakan ellerle beni korumak ister gibi bakıyordu. Hayatım tehlikeye girince babam benim hakkımda düşündüğü onca yanlış şeye rağmen beni korumak ister gibi bakıyordu. Bugün bana tiksintiyle bakan gözlerinde bir babanın kızını kaybetme korkusu vardı.

Bunun birbirimizi son görüşümüz olduğunu düşündüğü için babamın bana söylemek istediği çok fazla şey vardı. Fakat bugün beni o kadar kırmışken söyleyeceği hiçbir şeyi duymak istemiyordum.

Babam konuşmak için dudaklarını aralayınca başımı iki yana sallayarak onu susturdum. “Bir şey söyleme.” Gözlerime akın eden yaşları durduramadım. “Bugün bana zaten çok fazla şey söyledin, o yüzden artık kızın bile olmayan birine bir şey söyleme.”

Babam bende açtığı yarayla yüzleşirken gözlerine akın eden yaşlarla başını ağır ağır salladı. “Bizim için değil, kendi hayatın için bu gece yapman gereken her şeyi yap.” Bana bir şey olacak diye çok korktuğunu görebiliyordum.

Yanaklarımdan süzülen yaşlarla gözlerine bakıp, “Öleyim veya öldüreyim mi baba?” dediğimde babam irkildi. Yıllar sonra geçmiş hakkında ilk kez ona bir şey söylediğim için yıkıldı ama onu tutan zincirler yere düşmesine engel oldu. Şimdi ikimizin de kulaklarında bir babanın sekiz yaşındaki kızına öl veya öldür diyen sesi vardı.

Neden baba, neden?

Babam içinde bulunduğumuz tüm şartlara rağmen neden diye sormamı bekledi. Belki de bu soruyu yıllardır bekliyordu ama yine ben sormadım o da konuşmadı. Neden diye yıllardır hiç sormadım çünkü bana vereceği hiçbir sebep beni bir katile dönüştürdüğü gerçeğini değiştirmeyecekti. Ondan hesap sorarak vicdanını hiç rahatlatmadım ve ölürken bile bunu yapmayacağım. Bu konudaki sessizliğim onun en büyük yenilgisiydi.

“Ama ben bu şartlar altında burada kalamam ki.” Kadem’in alay eden sesini duyunca hemen arkamı döndüm. İki adam onun kollarına girerek onu yaka paça içeri fırlatmıştı. Onun burada ne işi vardı?

Kadem düştüğü yerden ayağa kalkınca baştan ayağa onu süzdüm. Neyse ki ona hiç zarar vermemişlerdi. Onu son gördüğüm gibiydi. Beni ve arkamda bağlı duran ailemi görünce beti benzi atmıştı. Özellikle beni burada görmek korkuyla yutkunmasına neden olmuştu. Böyle bir durumda bile sansür kullanıp, “Sektir,” diye küfretti. “Bu piç bu gece büyük oynayacak!” Evet, bu bariz bir şekilde ortadaydı.

Kollarımı göğsümde birleştirip hesap soran bakışlarımı ona diktim. “Neden buradasın?”

Kadem sanki dünyanın en aptalca sorusunu sormuşum gibi baygın gözlerle bana baktı. “Keyfimden değil herhalde.” Gömleğinin yakasını düzeltip etrafındaki adamlara kızgın gözlerle baktı. “Senin yanından ayrıldıktan sonra havaalanına gitmeden geri döndüm çünkü seni yalnız bıraktığımı hatırladım.” Sinirli bakışları Carlos’un üzerinde oyalanmaya başlamıştı. “Ama bu herif bana pusu kurduğu için öğleden beri burada tutsağım!”

Yönümü Carlos’a çevirip ona Kadem’i gösterdim.  “O neden burada? Onun 13 Haziran’la bir ilgisi yok.”

Carlos’un alay dolu bakışları üzerimde gezinirken, “Gerçekten yok mu?” diye güldü. “Anlaşılan bu gece çok fazla sır açığa çıkacak.” Bu herif tam olarak neyden bahsediyordu?

Carlos soru dolu bakışlarımı görmezden gelerek önceden onun için hazırlanan masaya yürüdü. Masa büyük kafesin tam karşısındaydı. “Elliden fazla adam deponun etrafında pusuda bekliyor ve bir o kadar da deponun içinde var.” Gereksiz bir ayrıntıyı bizimle paylaşırken sesi ilgisizdi. “Ne dışarıdan birileri buraya girebilir ne de siz tek parça halinde dışarıya çıkabilirsiniz.” O söylemese de bunu zaten tahmin ediyordum çünkü dışarıda çok fazla araba görmüştüm.

Masanın üzerinde duran içki şişesini alıp kadehine biraz koyduktan sonra Carlos, “İster misin?” diye elindeki kadehi bana gösterdi. “Senin de en sevdiğin içecek brendi.” Senin de dediğine göre sanırım onun da en sevdiği içki buydu. Gözlerini gözlerime dikip bir şeyleri ima ederek, “Sanırım ikimizde sert şeyleri seviyoruz,” dedi.

Sinirden yumruklarını sıkan Kadem, “Ne ima ediyorsun lan piç!” diye onun üzerine yürüdü ama Carlos’un adamları ona silah çekince durmak zorunda kaldı. “Onunla konuşurken sözlerine dikkat et!” Kadem, Carlos’tan zerre kadar korkmuyor gibiydi.

Kadem’in beni savunmasıyla gülen Carlos, “Her neyse,” diyerek sandalyeye yaslanıp bize bakmaya başladı. “Buradan çıkmanın bir yolu var.” Şeytani bakışları cam kafesi buldu. “Tek bir müsabaka istiyorum sizden. Rakiplerinizi alt ederseniz söz veriyorum sevdiklerinizi alıp gitmenize izin vereceğim.” Büyük bir kinaye barındıran gözleri bende durdu. “Yaptığımız anlaşmalara sadık kaldığımı çok iyi biliyorsun küçük kuş.”

Yalan söylemiyordu çünkü 13 yaşındayken onunla bir anlaşma yapmıştım. O gün anlaşmanın şartlarını yerine getirdiğim için Gazel ve beni hayatta bırakmıştı. Fakat anlaşmanın içeriği beni öldürmekten beter etmişti. O gün annemi öldürmüştüm. Carlos oyun oynamayı seven bir hastaydı, oynadığı oyunlar sıradan şeyler değildi.

Anlaşmaya sadık kalarak sizi öldürmüyordu ama aslında herkesten daha fazla öldürüyordu. Onunla yapılan bir anlaşmada her şekilde ölümcül ve unutulmaz yaralar alıyordunuz. Kazanma şansı olmayan bir oyunu kabul etmek bile bile lades demekle aynı şeydi.

Kadem gözlerini kısarak öne doğru bir adım attı. “Kazanırsak bizi bırakacağına nasıl inanacağız?”

Carlos son derece sakin bir şekilde ona beni gösterdi. “Bana değil ona inanmalısın çünkü verdiğim tüm sözleri tuttuğumu iyi biliyor.”

Kadem başını çevirip bana bakınca isteksiz bir şekilde Carlos’un sözlerini onayladım. “Bu konuda yalan söylemiyor ama şeytanla anlaşma yapmayacağız.” Geçmişte olanlarla boğuşuyordum. İkinci kez bir şeytanla anlaşma yapıp ruhumu yine ona satmayacaktım. O hatayı zaten bir kez yapmıştım ve o gün annemi kaybetmiştim.

Sırıtarak beni izleyen Carlos onunla bir anlaşmaya varacağımdan çok emindi. “Seni ikna edebilirim.” Başını küçük bir açıyla babamların olduğu duvara çevirdi. “Öldürün.”

Bir saniye bile düşünmeden, “Tamam!” derken ona yenilmekten nefret etmiştim. “Anlaşmanın detaylarından bahset!” Birkaç saniye önce kabul etmeyeceğime çok emindim ancak sevdiklerimin hayatı söz konusu olunca fikrim değişmişti.

Carlos kabul ettiğimi görünce bundan memnun kalarak içkiden bir yudum aldı. “Kafesin içinde ölümüne bir müsabaka istiyorum. Kafesin içinde ya ölerek ya da öldürerek dışarı çıkabilirsiniz.” Kafesin hoparlörlü kısmını göstererek Kadem’e baktı. “Sen rakibinle bu kısımda kozlarını paylaşacaksın.” Anlaşılan eflatun camlı taraf bana kalmıştı.

Carlos bana baktığında gözleri kısa bir an üzerimdeki eflatun elbisede oyalanmıştı. Ruhsuzca gülümsedi. “Senin kafesini sana özel en sevdiğin renkle süsledim.” Evet, bunu görebiliyordum.

İşin en can alıcı kısmına gelmiş gibi bir katilin öldürme arzusuyla ayağa kalktı. “Şimdi rakiplerinizle tanışın.” Bunları söylerken Carlos sesindeki heyecanı gizleyemiyordu. “Merak etmeyin kişi başına sadece bir kişi.”

Kadem bana bakarak sinirden güldü. “Neyse ki bu sefer buçuk ihtimali yok.” Bu durumdayken bile beni güldürmüştü. Anlaşılan son buçuktan yediği dayakları hâlâ unutmamıştı.

Adım sesleri duyduğumuzda rakiplerimizi görmek için gözlerimizi kapıya diktik. Kadem’in iki katı iriliğinde bir adam içeri girince Carlos, “Kadem rakibinle tanış,” dedi eğlenerek.

Kadem kazanma ve kaybetme ihtimalini düşünerek rakibini incelerken içeriye bir kadın girmişti. Kadem’in rakibi Carlos’un sağında dururken içeri giren kadın da Carlos’un solunda durdu. Carlos elini kadının ince beline koyarak onu bana gösterdi. “Bu da senin rakibin.” Sinsilik akan gözlerinde büyük bir gizem vardı.

İlk kez gördüğüm bir kadına öylesine gözlerle baktım çünkü bana yabancıydı. Kadının boş bakan siyah gözlerine aynı hissizlikle karşılık verdiğimin farkında değildim. Birazdan ölümüne kapışacağım birine dostça bakamazdım. Onda bana tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Benden birkaç yaş büyük gösteriyordu. Siyah saçlarının her bir telinde yoğun bir asilik fışkırıyordu.

Uzun saçlarını sıkı bir at kuyruğu yaparak dövüş esnasında işini kolaylaştırmıştı. Gözlerinin siyahını ön plana çıkarmak için sürdüğü siyah far ona çok yakışmıştı. Aynı şekilde kalp şeklindeki dudaklarına da siyah bir ruj sürmüştü. Yüzündeki kadınsı hatlardaki sertlik onu olduğundan daha gizemli ve alımlı gösteriyordu. Rakibim çok güzel ve çok acımasız görünüyordu.

Üzerinde siyah bir atlet ve deri bir pantolon vardı. Birazdan camların içinde benimle dövüşeceği için deri ceketini elinde tutuyordu. Ayağında bile uzun çizmeleri vardı. Kısacası düşerse yerdeki cam parçalarından kendini koruyacak her şeye sahipti çünkü ellerinde bile deri eldivenler vardı. Benim üzerimde ise ince askılı, omuzları düşük ve derin yırtmaçlı bir elbise vardı. Burada avantajlı olan oydu. Vücudumdaki çıplak yerler her düşüşte bana çok fazla acı verecekti.

Tamamen siyahlara bürünen kadının seksi vücudu giydikleriyle daha da ilgi çekiciydi. İnce boynunu süsleyen şeyi görene kadar ona boş bakışlar atıyordum. Boynundaki kolyeyi gördükten sonra işin boyutu bir anda değişmişti. Ablamın kolyesi neden ondaydı?

Annemin ablama son doğum gününde taktığı siyah saka kuşu kolyesi neden bu kadının boynundaydı? Anneme onu hiç çıkarmayacağını söylerken şaka yapmıyordu çünkü giderken bile kolye boynundaydı. Fakat şimdi gümüş kolye yabancı ellere geçmiş gibi bu kadındaydı. Tam ona bu kolyeyi nereden bulduğunu soracaktım ki arkamdan babamın, “Gazel?” diyen şaşkın ve sersemlemiş sesini duydum. “Kardeşinle mi dövüşeceksin?” Bir dakika, ne? Kardeş mi? Neler oluyor?

Düşündüğüm şeyler olmuyordu, değil mi?

Başımdan aşağıya kaynar sular dökülürken bir gerçeği en acı şekilde fark ediyordum. Kafesin içindeki camlar çocukken ablamla yaptığım müsabakalardaki kumlar gibiydi. Kazanmak için gözlerime attığı o küçük kumlar… Aslında her şey çok açıktı ama ben görmek istememiştim. Başımı çevirip karşımda duran genç kadına bakarken gözlerim doldu, dudaklarım titremeye başladı. “Se-sen Gazel misin?”

Bu soru dünyanın en acınası sorusuydu. Bu soru bir kardeşin en büyük yenilgisiydi çünkü hep korktuğum gibi onu tanımamıştım. On üçüncü yaş günümden sonra gitmişti ve on üç yıl sonra geri dönmüştü. Hem de hiç ummadığım bir anda ve şekilde. Şimdi onunla ilgili her şey fazla yanlış ve yabancı geliyordu. Ona neler olduğunu sormak istiyordum çünkü babamın son söylediklerinin kabul edilir hiçbir yanı yoktu.

Ablam bana bu kadarını yapmazdı, yapmazdı çünkü ben onun kardeşiydim. O beni öldürmek için değil kurtarmak için gelmişti. Evet, evet, bunun için gelmiş olmalıydı. Tam ona bunu soracaktım ki Carlos’un onun belindeki elini görünce nefesim kesildi. Carlos’un yanında durduğunu fark ettiğimde ise büyük bir darbe almışım gibi her şey etrafımda dönmeye başladı.

Beynimin ısrarla bana sunduğu gerçeği kabul etmek istemezcesine başımı iki yana sallıyordum. “Gazel buraya gel.” Aceleyle yanına gitmek istedim ama o kadar çok afallamıştım ki kendi ayağıma takılıp yere düştüm. Hiç olmadığım kadar şaşkındım.

Düştüğüm yerde başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasından ona bakıyordum. “Abla onun yanında durma,” dedim ona yalvararak. “Belini tutmasın!” Ben neler olduğunu anlayamıyorum ama iyi şeyler olmuyordu.

Aceleyle ayağa kalkıp ona gitmeye çalıştığımda Kadem kolumdan tutarak bana engel oldu. “Bırak beni!” Çıldırmış gibi bağırarak Kadem’i ittim ve ona ablamı gösterdim. “Neden Carlos’un yanında duruyor?” Hiçbir şey anlayamıyordum.

Aklımı yitirmekten korkarcasına, “Baba!” diye ağlayarak ona döndüm. “Baba sen bana neler olduğunu anlat çünkü ben iyi anlamıyorum.” Ben bugün çok üzüldüm, o yüzden her şeyi yanlış anlıyordum ama babam bana doğrusunu anlatacaktı. Düşündüğüm sebeplerden ablamın burada olmadığını söyleyecekti.

“Baba konuş.” Sesim titreyip hıçkırdığımda babamın gözleri dolmuştu “Özür dilerim, Efil.” Bakışlarında bir babanın yıkılışı vardı. “Seni bundan korumaya çalışıyordum çünkü bugünün gelmesinden hep korktum.”

Sol gözümden bir damla yaş süzüldüğünde babamın dudakları titremişti. “O bizden ayrıldığı gün senin ablan olmayı bıraktı.” Ne demek bıraktı? Buradaydı işte bıraksaydı neden burada olsun ki? İnsan kardeşini öylece bırakamazdı, babam ne dediğini bilmiyordu.

İtiraz ederek başımı iki yana salladığımda babam gözlerimin içine baka baka duymaktan nefret ettiğim o cümleyi kurdu. “O uzun zamandır senin ablan değil, ablan on üç yıldır Carlos’a çalışıyor.” Hayır, bunları duymuyorum, babam da bunları söylemiyordu. Sorun bendeydi ben her şeyi yanlış anlıyor ve yanlış duyuyordum. Sorun ablamda değil bendeydi. Sorun bende olmalıydı çünkü babamın söyledikleri hiç mantıklı değildi.

Ablam, annemin ölümünde büyük bir rol oynayan birine çalışamazdı.

“Hayır, baba hayır.” Onu rahatlatmak için gülümsemeye çalıştım. “Ablam değildir o,” dedim kendimi buna inandırmaya çalışarak. “Ablam bana bunu yapmaz. Bu kadının sadece saçları ve gözleri siyah, ablama benzemiyor ki.” Bıraksalar hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. “Gazel bana gelecek ama bu gelen Gazel değil.”

Babam yanılıyordu bu benim ablam değildi çünkü ablam benimle ölümüne bir müsabakaya girmezdi. Girmezdi çünkü yaşasın diye ona karşı kaybedeceğimi iyi bilirdi. Benim ablam beni öldürmeye yanaşmazdı. Bu gelen kadın benim ablam değildi ama ablam bana gelecekti. Geleceğini biliyorum.

“Büyü artık babasının kızı,” diyen sesini duyunca her şeyiyle bana yabancı olan kadına döndüm. “Böyle deme.” İçimdeki yoğun acı çaresizliğe dönüştüğünde gözlerimdeki yaşı hırsla sildim. “Bu ablamın lafı senin değil!” Anneme olanlardan sonra ablam bana kızıp hep böyle derdi. Babasının kızı… Bu Gazel’den duymaktan nefret ettiğim tek şeydi.

Her şeyiyle bana yabancı olan bu kadın ağlayıp durmamdan sıkılmış gibi ağırlığını bir ayağının üstüne verdi. “Hâlâ çocuk olduğunu görüyorum.” Hem sesi hem de bakışları fazla duygusuzdu. “Anlaşılan baban seni yeteri kadar büyütememiş.”

“Sen büyütseydin lan!”  Kadem gözyaşlarıma daha fazla kayıtsız kalamamıştı. Kaşlarını çatarak ona Carlos’u gösterdi. “Annenin katiline köpeklik yapacağına kardeşini sen büyütseydin!” Kadem’de en az benim kadar burada olanların şaşkınlığını yaşıyordu ama benim için güçlü durmaya çalışıyordu. Nedendir bilmiyorum ama Kadem’de yıkılmış gibiydi.

Kadının siyah gözleri Kadem’i bulunca dudağının köşesi küstahça kıvrıldı. “Ses tonuna dikkat et çocuk.” Onu küçümsüyordu ama aralarında en fazla bir yaş var gibiydi. Gözleriyle Kadem’in bileğinin iç tarafındaki yara izini işaret etti. “Benimle nasıl konuşacağını sana öğrettiğimi sanıyordum?”

Kadem yanımda dimdik dururken ona bakarak güldü ama bu gülüşü gerçek değildi. “Senin bana öğreteceğin hiçbir şey olamaz, Gazel Saka.” Israrla ona Gazel demelerine katlanamıyordum çünkü o Gazel değildi.

O kadının belini Carlos’un çirkin eli süslerken Kadem’in elini belimin arkasında hissettim. Gözlerini kadından ayırmadan ona meydan okudu. “Bige yerine benimle dövüş.” Bunları söylerken Kadem dik durmamı istercesine belime hafif bir baskı uyguluyordu. Olanlar karşısında omuzlarım çökmüş, belim bükülmüş olmalı ki Kadem bana dik durmam gerektiğini söylüyordu.

Düşmanca gözlerle Kadem’e bakan kadın, “Kafesin içinde ölmemeye çalış,” diyerek ona beni gösterdi. “Sevgilinle işim bittiğinde senin kafesine gelebilirim.”

“Sevgilim değil!” dedi Kadem.

“Umurumda değil,” diye cevap verdi kadın.

Bir an önce buradaki işimi bitirip gitmek istediğim için kafese yürüdüm ama Carlos, “Sen söyle,” diye büyükbabama baktı. “Bir tek sana inanır, ona bu kadının ablası olduğunu söyle.” Carlos daha fazla acı çekmem için bu yalana inanmamı istiyordu.

Durup büyükbabama döndüğümde gözlerimdeki korkuyu gördü. “Hayır,” diye kaşlarını çatarak Carlos’a karşı çıktı. “Bunu Bige’ye söylemeyeceğim çok üzülür.” Aklı yine bir çocuğun masumluğuna kaymıştı. “Bige bugün çok üzüldü ona bunu söyleyemem,” derken Gazel’e bakıp ağlıyordu. “Ona ablan senin için geldi, kardeş kardeşin katili olacak diyemem!” Gözlerimden yaşlar akarken büyükbabam farkında olmadan bana çok fazla şey söylemişti. Kalbim inkâr etmeye devam etmek istiyordu ama beynim artık bundan kaçamazsın diyordu.

Gerçeklerden kaçmayı bırak artık, Bige o senin ablan.

Bunu kabul etmek belki de hayatımın en zor kararıydı. Korkaklığı bırakıp yüzleşmek ise üstesinden gelemeyeceğim kadar ağırdı. Az önce inkâr ederken bağırıp kızıyordum ama şimdi bir anda sessizleşmiştim. Gazel’e bakarken, “Neden?” diyebildim güçlükle. Ondan hesap sorarken artık yersiz çırpınışlarda bulunmuyordum. “O annemizin katili.” Neden öyle bir adama çalışıyordu?

Gazel içeri girdiğinden beri ilk kez bir tepki gösterip kaşlarını çattı. “Annemizin katili Carlos mu gerçekten?” Kinaye barındıran gözlerindeki gizli mesajı bir tek ben anlıyordum. “Babanın önünde bunu konuşmayı istiyor musun?” Beni gerçekleri babama anlatmakla tehdit edince şimdi olduğundan daha fazla ağlamak istedim. O gerçekten ablamdı çünkü tıpkı ablam gibi insanları zayıf noktalarında vurmayı iyi biliyordu.

“Anlatırım babama.” Boynumu büktüğümde buna bir son vermesi için adeta ona yalvarıyordum. “Bunu sonlandırman için istediğin her şeyi yaparım.” Gözyaşlarım birbiri ardına akarken, “Ben senin kardeşinim bana düşman gibi bakma,” diye ona yalvardım. “Annem ölürken bile sana söylediği son sözü, ’Efil sana emanet,’ olmuştu. Gazel yapma ben uzun zamandır öksüzüm.” Ona bugün beni evlatlıktan reddeden babamı gösterdim. “Belki de artık yetimim.”

Ablamın bana karşı içi zerre kadar yumuşamadı. Tüm gaddarlığıyla bana bakarken, “Annem seni severdi,” diye güldü ama bakışlarının bir ruhu yoktu. “Ölürken bile seni düşünecek kadar çok severdi.”

Onun da gözleri doldu ama alaycı tavırlarıyla bunu ustaca gizlemişti. “İnsan hiç katilini sevebilir mi? Annem sevdi.” Haklı olması benim için en büyük azaptı.

Benim annem katilini çok sevmişti.

Bir şeyler söylemek istedim ama Gazel’in her kelimesinde haklılık aktığı için bu beni büyük bir sessizliğin içine itti. Annem katilini severdi, bu cümle ne öldürürdü ne de yaşatırdı. Bu cümle kimsenin asla sahip olamayacağı ölümcül bir silah gibiydi ve bu silahı ben Gazel’in eline vermiştim. Beni bununla vursun diye o gece yaptıklarımla bu silahı ben ona vermiştim. O da şimdi tetiğe basmaktan çekinmiyordu.

Artık Kadem’in desteği olmadan ayakta bile zor duruyordum. “Bunu nasıl başardın?” İnanamayan gözlerle Carlos’a bakıyordum. “Gazel’e kendini nasıl affettirdin?” Onun karşısında o kadar aciz durumdaydım ki bu daha önce hiç olmamıştı.

Gözlerimin pınarında durmaksızın yaşlar akarken, “Bana da söyle,” diye bu gece ilk kez düşmanıma yalvardım. “Bana da söyle beni de affetsin.” Yalvaran gözlerle ona bakıyordum. “Para mı verdin, güç mü teklif ettin, bana da söyle beni de affetsin.”

Ona yalvarmamdan hoşlanmayan babamın acı çeken sesini duydum. “Efil yapma.” Babamı dinlemeyip Carlos’a yalvarmaya devam ettim çünkü ablam Carlos’u affettiyse beni de affedebilirdi.

Sarsak adımlarla Carlos’a doğru yürüyüp tam karşısında durdum. “Seni nasıl affetti?” diyen sesim benim gibi titriyordu. “Nasıl yaptığını bana söylersen istediğin her şeyi yaparım.” Bana bu bilgiyi vermeliydi.

Carlos katı bir şekilde bana bakarken, “Her şeyi mi?” dedi tüm iplerimi eline alarak. Başımı salladığımda ayaklarının önünü işaret etti. “Arkadaşlarının katili karşısında diz çöker misin?” Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Evet, bunu bile yapardım. Gazel beni affedecekse düşmanımın önünde bile diz çökerdim.

“Hayır!” Babam ve Kadem aynı anda tüm hiddetiyle bağırdı. “Bunu yapamazsın!” diye haykırıp bana kızıyorlardı.

Babam, “Benim kızım bir köpeğin karşısında bükülmez!” diyordu ve onu tutan zincirleri çekiştirerek kurtulmaya çalışıyordu. “Kimsenin karşısında ezilip bükülmez!”

Kadem ise, “Hepsi burada öldü lan, burada!” diye acı çeken bir yüzle bana bakıp ölen arkadaşlarımı hatırlatmıştı. “Onlara böyle ihanet edemezsin. Nereden görülmüş bir kurt kızının itlerin önünde eğildiği!”

Gözyaşları içinde omuzlarımı düşürdüm. “Ablamı kaybedemem, Kadem.”

“Siktir et o haini!” Kadem dişlerini sıkarak bana bakarken yüzündeki tüm damarlar belirginleşmişti. “13 Haziran çocuklarının anısına böyle ihanet edemezsin!”

Carlos’un karşısındaki acizliğimden nefret etmiş gibi Kadem yumruklarını sıkarak kızgın gözlerle beni izliyordu. “Bu piçin karşısında eğilirsen yemin ederim ki bende bitersin!” Çenesinden bir kas seğirdiğinde onu daha önce hiç bu kadar sinirli görmemiştim. “Kendine gel Bige Efil Saka, bu yer kardeşlerine mezar oldu!” Kadem yanıma gelip kolumdan tuttuğu gibi beni peşinden sürükledi. Eğilmeme izin vermeden beni Carlos ve Gazel’den uzaklaştırmıştı.

Buna izin vermemeye kararlıydı oysaki Gazel bana rakip olarak içeri girdiği an ben çoktan tüm düşmanlarımın önünde bükülmüştüm. Kadem beni cam kafesin önüne çekip kolumu sertçe sıktı. “Bu şeyin içine gireceğiz ve yapmamız gereken ne varsa onu yapacağız!” Kahverengi gözleri daha önce hiç görmediğim bir ciddiyetle bana bakarken, “Dik dur artık!” diye bağırıp beni göğsümden iterek beni kendime getirtmeye çalıştı. O kadar kızgındı ki zayıflığım karşısında ne yapacağını bilmiyordu.

“Kadem o Gazel,” dedim ağlayarak. “Yapamam bunu.”

Beni zorlayarak, “Yapacaksın!” dedi sert bir sesle. “O artık yanında değil, karşında!”

“O benim ablam!” diye ona bağırdığımda Kadem bana öyle bir tokat attı ki arkaya doğru savruldum ama düşmeme izin vermeden kolumu yakaladı. Sinirden zangır zangır titrerken onda hiç beklemediğim bir ciddiyetle bana bakıyordu. “Seni satan bir kardeş için arkadaşlarını harcayamazsın! 13 Haziran çocuklarını ne çabuk unuttun, Efil?” İçi sızlamışçasına kısık bir sesle, “Uğur’u hangi ara unuttun?” deyince gözlerimden yaşlar süzüldü. “Söylesene, Efil,” diye nemli gözlerini yüzüme kenetledi. “Kundaktaki Oya bebeği nasıl unuttun?”

Titreyen dudaklarımdan bir hıçkırık koptuğunda Kadem yanağımdaki parmak izlerine bakıp yüzünü sertçe ovuşturdu. Ona bunu yaptırdığım için önce benden sonra da kendinden nefret etmiş gibiydi. “Ulan kardeşim öldüğünde bile ben senin karşına geçip sana el kaldırmadım,” dediğinde bana vuran elini tüm gücüyle sıkıyordu. “Çünkü bunu yapmak zorunda olduğunu biliyordum. Gazel bunu bilmiyorsa ona abla diyemezsin!” Ablamın Carlos’a çalıştığını kabul etmek hiç kolay değildi.

Ağlamaktan başka bir şey yapmadığımı görünce Kadem bir süre sustu ve gözyaşlarıma ortak olarak, “Birlikte ölelim mi, Efil?” diye sordu kederli bir sesle. Bana bir şeyler anlatmak ister gibi ıslak gözlerle baktığında bakışları fazla anlamlıydı.

“Bende ölümün ne olduğunu bilmiyorum ama seninle öğrenirim,” diye mırıldandı kısık bir sesle. Gözlerimin içine anla artık dercesine bakarken, “Birlikte ölelim mi, Efil?” dediğinde zihnimin tüm duvarlarında büyük bir patlama meydana geldi ve ben kaskatı kesilmiştim. Uğur?

“Asım amca sana ne dedi?”

“Babam bana öl dedi, Uğur. Öl veya öldür dedi ama ölümün ne olduğunu söylemedi. Sordum ama söylemedi, sen biliyor musun, ölüm ne demek?”

“Bende ölümün ne olduğunu bilmiyorum ama seninle öğrenirim. Birlikte ölelim mi, Efil?”

Geçmişte iki çocuğun yaptığı konuşma aklıma gelince arkaya doğru sendelemeye başladım. Ayaklarımın altındaki zemin kayarken serseme dönmüş vaziyetteydim. Kalbim patlayacakmış gibi hızlanmıştı ve gözlerimin önü kararıyordu. Darmadağın olmuş bir halde, “Uğur?” diye fısıldadım ama sesim bile duyulmuyordu. “Sen Uğur musun?”

Kadem benim çocukluk arkadaşım Uğur muydu?

Yorumlar