Roman
  • 01/12/2025

24-BENİ NASIL UNUTURSUN?

“Bana dünyanın en acı şeyi ne diye sorsalardı, hiç şüphesiz bir an bile unutamadığınız biri tarafından unutulmak derdim.”

Tekerlekli sandalyede otururken iç çekerek yerdeki kumlara izliyordum. Vücuduma giren o camların da bu kumlardan bir farkı yoktu. Tek fark kumlar gözlerime girince acıtıyordu camlar ise vücuduma. Şimdilerde deli diyorlardı bana ama kimse tüm bu deliliğin içindeki yardım çığlıkları attığımı görmüyordu. Beynimde ansızın bir göçük meydana gelmişti ve o göçük gittikçe büyüyüp oradaki her şeyi yutuyordu. Kafamın içinde başlayan bir iç savaşta ağır yaralıydım, belki de ölmek üzereydim.

Gazel’in sırtıma sapladığı bıçaktan daha ağır yaralarım olmuştu ama hiçbiri beni böylesine dağıtmamıştı. İnsan kendi kanında olanların ihanetine uğramaya görsün, asıl o zaman yıkılıyordu. Sekiz yaşındayken arkadaşlarımı kaybettim, üstesinden gelemedim ama bir şekilde yaşamaya devam etmiştim. On üç yaşında annemi yitirdim ama kandırdım kendimi. Herkese annem trafik kazasında öldü derken bir süre sonra bende bu yalana inanmıştım. Zor olmuştu ama annemin ölümünden sonra da bir şekilde yaşamaya devam etmiştim.

Ablam ve köpeğim Kıtmir beni terk edince de çok üzülmüştüm ama bir şekilde hayata tutunmuştum. Ancak son yaşadıklarım o kadar ağırdı ki bunun üstesinden nasıl geleceğimi bilmiyordum. Bahçedeki kamelyada dinlenirken hasta bakıcım Rebeca bana eşlik ediyordu. Yabancı uyruklu olmasına rağmen Türkçeyi benden daha iyi konuşuyordu. Düşüncelerimin içinde kaybolmuşken kimseyle sohbet edecek durumda değildim.

Bir süre sonra malikanede çıkan Çağıl’ı gördüm. “Çiçek!” diye sinirli bir şekilde bağırarak dışarı çıkmıştı. “Bu gömleğin hali nedir!”

Çağıl elinde siyah bir gömlek tutuyordu ve üst tarafı tamamen çıplaktı. Üzerinde kot pantolon dışında hiçbir şey yoktu. Rebeca ile ikimizin gözleri onun çıplak kaslarında oyalanmaya başlamıştı. Çağıl bir asker olduğu için fit bir vücudu ve sıkı kasları vardı. Pantolonun kemerinde belli eden adonis kasları bile insanın aklına olmayacak şeyler getiriyordu. Levent’i saymazsak Çağıl görünüş olarak ateş ediyordu. Levent’in biraz evrilmesi gerekiyordu ama diğer iki Kalender kardeşler taş gibiydi.

“Sevişmek istiyorum.” Ağzımdan çıkan bu sözler en çok beni afallatmıştı. Ne dedim şimdi ben? Bunları biraz yüksek sesle söylemiş olmalıyım ki Çağıl, “Höst lan,” diyerek elindeki gömleği hemen göğsüne bastırdı. Ona söylediğimi sandığı için suratında ürkmüş bir ifade vardı. “Senin o ağzın ne diyor abimin karısı?”

Küçük bir gömlekle göğsünü kapatmaya çalışınca gülmeye başladım. “Yanlış anladın senden bahsetmiyordum.” Kocamın kardeşine göz koyacak kadar çıldırmamıştım.

Bu aralar kontrolümü kaybettiğim için Çağıl gömleği göğsünde indirmeye cesaret edemedi. “Anladık benden bahsetmiyorsun ama bunları böyle ulu orta yerde söyleme,” derken aynı zamanda gömleği biraz aşağılara çekiyordu.

Gülerek başımı eğdim. “Tamam, bakmıyorum giyin hadi.” Benim karşımda yarı çıplak durmaktan rahatsız olmuştu.

Ben kafamı eğdim ama yanımda duran Rebeca’nın onu dikizlediğine eminim. Bir süre sonra adım sesleri duyunca başımı kaldırdım. Çağıl gömleğin düğmelerini kapatarak yanımıza geliyordu. Büyükbabam bahçenin ta diğer tarafında, “Benim de kaslarım var!” diye kıskanarak bağırdı. “Dur göstereceğim.” Hayır, göstermesin çünkü yoktu.

Büyükbabam gömleğinin düğmelerini açmaya çalışınca Furkan hemen onu durdurdu. “Fehmi amca torununa kaslarını gösterip de ne yapacaksın?” Furkan büyükbabamın yapışmış, ellerini gömleğin düğmelerinden çekmeye çalışıyordu. “Dur yapma o da görmeyiversin.”

Büyükbabam Furkan’a yanımda duran Rebeca’yı işaret etti. “O görsün istiyorum.” Şimdi anlaşıldı asıl derdi.

Soyunmak için Furkan’a zorluk çıkardığını görünce, “Büyükbaba!” diye bağırdım. “Bana bak getirtme beni oraya!” Sesim tehditkârdı. “Eli kolu tutmuyor diye düşünme, hele o gömlek bir çıksın bak nasıl geliyorum yanına. Yahu yaşına uygun davran biraz!”

Büyükbabam Furkan’ı iterek kaşlarını çattığında beni dövecekmiş gibi bu tarafa doğru birkaç adım attı. “Yaşımda ne varmış benim?” derken mahalle karısı gibi elini beline koymuş bana bağırıyordu. “Yirmi yedi yaşındayım ben! Burnun bükülmüş senin!”

“Yahu konu yine nasıl benim burnuma geldi!” Ayağa kalkacakmış gibi ellerimi sandalyenin kenarına bastırdım. “Bak geliyorum!”

Eğilip yerden bir taş aldı. “Gel hadi!” deyince bahçedeki herkes gülmeye başlamıştı.

“O taşı atacak gücün var sanki.” Fenalık geçirir gibi elimi alnıma bastırıp, “Furkan,” diye sızlandım. “İlaç saati geliyor, içeri götür ki bir şeyler yesin.”

Furkan inatçı büyükbabamı içeri girmeye ikna ederken Çağıl gülerek kamelyaya girdi. “Sevimli bir ihtiyar.” Büyükbabam sevimli olmak dışında her şeydi.

Çağıl karşıma oturduğunda gömleğinin ilk birkaç düğmesi dışında diğerlerini kapatmıştı. Gözleri hınzırca üzerimde oyalanmaya başladı. “Eee yenge hanım,” diyerek beni süzdü. “Beynin bugün nasıl?”

“Uzak dur beynim ağır bir depresyonda,” diyerek suratımı astım. “Tüm sistemim hasar görmüş gibi içeride neler olup bittiğini artık bende bilmiyorum.”

“Tahmin edebiliyorum.” Cebindeki sigara paketini çıkarınca nikotin bağımlılığım kabardı. “Koy onu cebine,” diye homurdandım. “Ben bu ellerle içemiyorsam sende yanımda içemezsin.”

Paketin içinde sigarayı çıkaran eli duraksayınca başını yavaşça kaldırıp bana baktı. “Sen normalde de sigara içiyor musun?” Onun yanında hiç içmemiş olmalıyım ki bunu bilmiyordu.

Başımı salladığımda Çağıl’ın ela gözlerinde uyarıcı bir ifade oluştu. “Karun’un sizi tanıştıracağına hiç ihtimal vermiyorum ama olur da es kaza Levent’in anne ve babasıyla tanışırsan onun yanında içme,” dediğinde dostane bir tavsiye verir gibiydi. Eğer niyeti kafamı karıştırmaksa bunu çok iyi yapmıştı.

“Levent’in anne ve babası senin veya Karun’un da öz ailesi değil mi?”

Tiksintiyle yüzünü buruşturdu. “Ne yazık ki öyle.”

“O zaman onlardan niye anne ve baba diye bahsetmiyorsun?” Anne ve babalarıyla aralarının kötü olduğu anlaşılıyordu.

Çağıl içine çektiği nefesi sesli bir şekilde verirken bahçedeki ağaçlara baktı. Duvarın önündeki defne ağaçlarında gözleri oyalandı. Çağıl bakana kadar bahçede bu kadar çok defne ağacı olduğunu hiç fark etmemiştim. Konudan alakasız olarak, “Sence de defne ağaçları çok güzel değil mi?” diye sordu.

Çağıl defne ağacının her yaprağına büyük bir kederle bakıp, “Bu ağaçlara bakınca ne görüyorsun?” diye sordu. “Karun’u üşüten benim de içimi kor gibi yakan bu ağacın adı defne.” Neden artık ağaçtan bahsetmediğimizi düşünüyordum?

Ölen ablalarının adı Defne’ydi, değil mi?

Ablalarının yasını hâlâ tuttuklarını görebiliyordum. Bu yüzden bahçede bu kadar çok defne ağacı vardı. “Karun neden hep üşüyor?” Ansızın sorduğum soruyla defne ağacına bakmayı bırakıp ela gözlerini bana dikti. Bir süre sessiz kalarak sadece beni izledi fakat daha sonra, “Ona sor belki anlatır,” dedi. “Geçmiş biraz karışık.” Hangimizin öyle değildi ki?

Kimisi gücüyle kimisi de gülüşüyle acısını gizlerdi.

Başımı eğip tekrar yerdeki kumlara bakarak iç çektim. Kafamın içindeki tüm çarklar kısa devre yaptığı için beynim bomboş gibiydi. Çağıl beni izleyerek sigarasını içerken, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Sen söyle.” Başımı kaldırıp gözlerimi ona diktim. “Sence neyi düşünmeliyim? Sen bir askersin kendini benim yerime koy ve bu durumda ne yapacağını söyle.”

Çağıl baygın gözlerle bana baktığında bir aptala bakar gibiydi. “Sende bir asker kızısın bence ne yapman gerektiğini zaten biliyorsun.”

Sözlerine karşılık olarak başımı iki yana salladım. “Hiçbir şey yapamam neden biliyor musun?” Ona acı acı gülümsedim. “Çünkü beni doğru zamanda öldürdüler.” Savunmasız olduğum tek günde yani 13 Haziran’da saldırmışlardı.

Bu kadar umutsuz olmam Çağıl’ın hoşuna gitmiyordu. “Sen artık bir Kalender kadınısın.” Kendine gel dercesine bana bakıyordu. “Nefes alıyorsan öldüğünü iddia edemezsin.”

“Sen buna yaşamak mı diyorsun?” Yıpranan sinirlerim yüzünden gülerek ona sargıdaki ellerimi gösterdim. “Beni bir kafesin içine girmeye zorladılar, kimse değil ablam zorladı beni.” Kaldırdığım ellerimi sertçe sandalyenin kenarına vurdum. “Ama ben bu ellerle yakasına yapışıp ondan hesap soramıyorum!”

Tıpkı ellerim gibi sarılı ayaklarımı gösterdim. “Yardım almadan lavaboya bile gidemezken ona gidemiyorum.” Sırtımı işaret ettim. “Orada ablamın bıçağının keskin izi var. Biliyorum geçecek ama izi kalacak. Sırtımın tam ortasında ablamın bıçağının izi kalacak. Sen buna yaşamak mı diyorsun?” Beni ablam bıçaklamıştı, başka kimse değil, bunu yapan öz ablamdı. Bununla yaşamak kolay mıydı sanıyordu?

Çağıl aklımdan geçenleri tahmin ediyormuş gibi ela gözleri katı bir ifadeyle bana bakıyordu. “Zor biliyorum ama üstesinden gelmenin bir yolunu bulmalısın.” Diğerleri gibi acıyarak bana bakmak yerine kızar gibiydi. “Ablan bile olsa aranızda gönül bağı yoksa onu bir yabancının yerine koy ve silkelenip kendine gel.”

“Anlamıyorsun çok müşkül bir durumdayım.” Benden istediği şeyi yapmak hiç kolay değildi.

Bir anda yetişkin bir kadından küçük bir çocuğa dönüşüp, “Ölüyorum,” diyerek ağlamaya başladım. “Kimse görmüyor ama ölüyorum.” Gözlerimdeki yaşlar yanaklarıma yuvarlanırken hıçkırdım. “Saçma biliyorum, bak nefes alıyorum görüyorum ama ölüyorum.” Çocukken onca şeyi nasıl atlattığımı bilmiyorum ama şimdilerde sadece ölüyordum.

Artık çocukken olduğu gibi güçlü değildim.

“Sen buna ölmek mi diyorsun?” Çağıl kaşlarını çattığında beni tam olarak anladığını sanmıyorum. “Ölümü bana sor, git kocana sor!” Kızgın gözlerle beni tersledi. “Sen kendi kanında olanların ihanetini görmemişsin!”

Elinde tuttuğu sigarayı yere atıp yanıma gelince çıldırmış gibiydi. Arkama geçip tekerlekli sandalyeyi sertçe iterek beni kamelyadan çıkardı. Çağıl beni duvarın yanındaki defne ağacının yakınına getirmişti. Beni bırakıp ağacın yanında durdu ve ağacın toprağını gösterdi. “Defne’ye sor ölümün ne olduğunu!” dediğinde sertçe yutkundum. Defne bu ağacın altında mı yatıyordu?

Bahçede bir ceset mi gömülüydü?

Bu manyaklar ablalarını buraya mı gömdü?

Artık asla gece yürüyüşleri yapmayacağım!

Kaskatı kesildiğimde Çağıl’ın sinirli yüzü büyük bir acıyla kasıldı. “Sadece dirisine değil onun çocuk cesedine bile zulmettiler.” Sesi kısıldığında ela gözlerine gizleyemediği yaşlar doluşmuştu. “Katili hâlâ dışarıda ve biz ona baba diyoruz!” Baba mı? Olamaz, bu çocuk neler diyordu böyle?

Defne’yi babası mı öldürdü?

“Hani sordun ya Karun neden hep üşüyor diye?” Çağıl gözlerimin içine uzun uzun baktığında beni birazdan söyleyeceği şeye hazırlar gibiydi. “Çünkü Karun ablasının cesediyle buz gibi bir yerde iki gün boyunca kapalı kaldı,” dedi. “Bir babanın oğluna verdiği cezaydı bu. Karun o günden sonra hiç ısınmadı.” Soluğum kesilerek donup kalmıştım. Karun bu yüzden mi hep üşüyordu?

Karun’un vücut ısısının bu kadar düşük olmasının altında ciddi bir psikolojik sorunu olduğunu tahmin ediyordum. Ancak sebep olarak böylesine ağır bir travma beklemiyordum. Bir seferinde Adana’dayken bana ablasından bahsetmişti. Bana panzehri vermediği için özür dilemeye çalışırken Defne’den bahsetmişti. Ancak onun nasıl öldüğü hakkında hiçbir şey söylememişti.

Çağıl’da söylemiyordu, bilmem gerektiği kadarını anlatıyor ama detaylara değinmiyordu. Sürekli kendime acıyıp durmasaydım belki de Karun’un neden hep üşüdüğünü anlatmayacaktı. İki kardeşin itinayla kaçtığı bu konunun altında kim bilir daha bilmediğim ne acılar saklıydı.

En önemlisi Karun o yıllarda kaç yaşındaydı? İki gününü ablasının cesediyle soğuk bir yerde geçirdiğinde kaç yaşındaydı? Bu nasıl insanlık dışı bir cezaydı ki bir baba oğluna hayatının travmasını yaşatmıştı. Karun otuz yaşında olmasına rağmen hâlâ üşüyecek kadar geçmişinin içinde kapana kısılmıştı. Hiç de belli etmiyordu. Ben yaşadıklarım yüzünden günlerdir ağlayıp dururken o, kendi yaşadıklarını hiç dışarıya yansıtmıyordu.

Daha önce de dediğim gibi kimi gücüyle gizlerdi acısını kimisi de gülüşüyle.

Artık Karun’un hangisi olduğunu biliyordum. O gücüyle gizliyordu yaşadıklarını. Ağladığımı görünce Çağıl üzerime çok geldiğini anladı ama buna rağmen geri adım atmadı. “Kocan bir şekilde bununla yaşamayı öğrendiyse sende öğreneceksin.” Tekerlekli sandalyemi çevirerek tekrar kamelyaya doğru beni itmeye başladı. “Sen hâlâ kimin karısı olduğunu anlamadın, değil mi?”

Çağıl beni eski yerime bırakıp karşıma geçti. “Elin kolun tutmuyorsa ne olmuş?” Başıyla bahçedeki korumaları işaret etti. “Kocana ait her şey artık senin,” dedi. “Onları nasıl kontrol edeceğini bilirsen hepsi senin elin ayağın olur.” Haklıydı. Elimin altında sınırsız bir güç varken ben günlerdir kendime acıyıp duruyordum!

Artık ağlamıyordum aksine yapacaklarımın heyecanıyla dolup taşıyordum. Çağıl gözlerimdeki tehlikeli parıltıyı görünce bundan memnun kalmış bir ifadeyle, “Ha şöyle,” dedi keyifli bir sesle. “Bir albayın kızına yakışanı yap.” Öyle de yapacağım.

“Bir asker olarak sen benim yerimde olsaydın ne yapardın diye sordun ya.” Çağıl’ın dudaklarında acıyla karışık bir tebessüm oluştu. “Biz bayrak sevdalıları için gök girsin kızıl çıksın,” diyerek vatan aşkıyla iç çekti. “Ölümden korkmayız yenge hanım, bizi asıl korkutan şehadet şerbetini içmeden göçüp gitmek. Senin yerinde olsaydım hepsinin inini basar, eceli olurdum çünkü kurt uludu mu itler saklanacak yer arar.” Yaşımız birbirine yakın olmasına rağmen bir abi sıcaklığıyla bana bakıyordu. “Sen bir kurt kızısın,” diyerek göz kırptı. “Artık ne yapacağını biliyorsun.”

Teşekkür edercesine içli gözlerle onu onayladım. Etrafımdaki tüm kara bulutlar dağılmaya başladığında artık bir şeyin farkına varmıştım. Karun’un gücünü kendi çıkarlarım için kullanabileceğimi artık biliyordum. Eflatun elbise sadece benim için değil düşmanlarım için de ölüm anlamına gelmeliydi. Evet, artık benim için eflatun elbisenin anlamı sadece ölmek değil öldürmek de olacaktı. Bundan sonra ne yapacağımı çok iyi biliyordum.

Çağıl gereken tavsiyeleri bana verdiği için beni bırakıp malikaneye yürüdü. Fakat aklına ne geldiyse durup bana döndü. “Her ne yapacaksan muhtemelen bu Karun’un hoşuna gitmeyecektir,” diyerek güldü. “Sorarsa benimle hiç konuşmadın. Bu servetin sahibi olmam için onun ölmesi gerekiyor, benim değil.” Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Sanırım bu konuda suç ortağımın adını gizli tutabilirdim.

Çağıl malikaneye girince başımı çevirip nöbet tutan Celil’e baktım. “Tüm çocukları buraya topla konuşmalıyız.” Hazır Karun evde yokken onlara gereken talimatları vermeliydim. Hiç vakit kaybetmeden işe koyulacağım.

Karun’u en son bu sabah beni odama bırakırken görmüştüm. Ondan bana banyo yaptırmasını isteyince suratının rengi değişmiş ve kaçarcasına odamdan çıkmıştı. Teklifim onun için fazla beklenmedikti bu yüzden kaçıp gitmişti. Evde kalıp benim gelgitlerimle uğraşmak yerine Kenan ile dışarı çıkmıştı. Rengin’in canına okumak için gittiğini tahmin edebiliyordum. Mademki Karun, Rengin için beni evde tek başına bıraktı, o zaman bende bundan faydalanıp yeni planım için gereken tüm hazırlıkları başlatırdım.

***

Gecenin ikisiydi ama Karun hâlâ eve dönmediği için bir türlü uykum gelmiyordu. Sabah çıktığından beri bir daha ondan haber alamadım üstelik telefonlarını da açmıyordu. Gecenin bir yarısı olmasına rağmen uyuyamadığım için avlunun ortasında tekerlekli sandalyemle duruyordum. İçeri girmedikçe bahçedeki korumalar endişelenerek bana bakıyordu. Yeni ameliyat olduğum için odama gidip dinlenmemi istiyorlardı.

Furkan daha fazla dayanamayıp, “Bige Hanım,” diyerek öne çıktı. “Lütfen odanıza dönün. Karun Bey bu saatte burada olduğunuzu görünce bize çok kızar.”

İnat ederek omuz silktim. “Sizde çağırın gelsin o zaman.”

“Ulaşsak çağıracağız,” dedi Celil. “Ama telefonu kapalı.”

“Kenan’ı aramayı denediniz mi?”

Hepsi aynı anda, “Hayır,” deyince kaşlarımı çattım. “Siz bu kadar aptalken acaba bugün bahsettiğim operasyonu nasıl gerçekleştireceğiz?”

İçlerinden biri bu konudaki endişesini gizlemeden, “O plan için kararlı mısınız?” diye sordu. “Patron öğrendiğinde hepimizi kovar.”

“Yapamaz canım çünkü çok sağlam bir mazeretiniz var,” diyerek ona gülümsedim. “Karun daha bu sabah size karım ne istiyorsa yapın demedi mi? Kızınca ona bunu hatırlatırsınız.”

“Şeytan kadınların yanında halt etmiş,” diye homurdandı Furkan. “Henüz sizinle tanışmadıysa şeytan bile kendine şeytan demesin.”

Korumalar ona hak verircesine bıyık altından gülmeye başlayınca, “Çok komik değil mi?” diye onlara çıkıştım. “Şimdi oturur yere ağlarım görürsünüz!”

“Tehdide bak, nasıl da tatlı vicdansız,” diyen Furkan bunları ağzından kaçırmış olmalı ki hepimizin sorgulayan bakışları onu bulmuştu. Panikleyerek hemen, “Nedim!” diyerek bize onu gösterdi. “Nedim’e dedim.”

Nedim ürkerek ondan birkaç adım uzaklaştı. “Beni tatlı mı buluyorsun?” Kahkaha attım.

Düştüğü durum karşısında Furkan’ın yüzü utançtan kıpkırmızı olmuştu. Ensesini kaşırken bir şeyler geveledi. “Bir kertenkelenin tatlılığına sahipsin.”

Nedim yüzünü buruşturdu. “Tam olarak neyden bahsediyorsun?”

“Bilmiyorum lan konuşturmayın beni.”

Bu koca adamlarla vakit geçirmek her şeyden daha eğlenceliydi. Celil tam yeni bir şey söyleyecekti ki telefonu çaldı. Cebinden telefonu çıkardığında başını çevirip bahçe kapısını kontrol etmişti. “Güvenlik kulübesindeki çocuklardan biri arıyor.” Etrafımdaki tüm korumalar tedirginlik içinde kıpırdanmıştı. Neler oluyor dercesine onlara baktığımda Furkan, “Bizden biri gelmediği sürece aramazlar,” deyince davetsiz bir misafirimizin olduğunu anladım.

Celil kulağındaki kablosuz kulaklığa dokunarak aramayı cevaplayınca hepimiz sustuk. Karşı tarafı dinlerken gözleri bahçenin büyük çift kanatlı kapısında oyalanıyordu. “Bir dakika bekle,” dedikten sonra Celil’in bakışları beni buldu. “Ümit Bey ve Korhan Bey büyük bir konvoyla kapıya dayanmış. Ne yapmamızı istersiniz?”

“Bana niye bakıyorsunuz?” dedim şaşkın bir sesle. “Onların kim olduğunu bile bilmiyorum.”

Celil sık sık kapıyı kontrol ederken, “Gelenler konseyin çok önemli iki liderlerinden biri,” diyerek bana hızlıca açıklama yapmaya başladı.

“İstanbul’da her liderin bölgesi farklıdır ve kimse o bölgede iş yapamaz veya haraç kesemez. Raconu hepsi bilir ama hepsinin de bir diğerinin bölgesinde gözü vardır. Yeraltının karanlık adamları sık sık birbirlerinin kanını akıttıkları için bir konsey kurdular. Büyük kararları tartışacakları ve oylamaya sundukları bir konsey. Sadece bölge liderlerinin olduğu bir konsey.” Celil’in anlattığı bu şeyleri zaten biliyordum.

Celil beni bilgilendirmeye devam ederken çok gergin görünüyordu. “Karun Bey’de o liderlerden biri ve şimdi diğer iki lider kapıda. Korhan Bey, Güven Bey’in destekçisi. Ümit Bey’in kızını kaçırıp onunla evlenende Namı diyar Deli Gurur, yani Karun Bey’in amcası. Anlayacağınız bu gelenlerin Kalender ailesiyle şahsi sorunları var.” Demek istediği baskın yapar gibi gecenin bir yarısı kapıya dayananların gelişi iyi değildi.

Karun’un karısı olduğum için ondan sonra karar verme hakkı bana aitmiş gibi hepsi bana bakıyordu. Ben ne yapabilirim ki u benim meselem bile değildi. Nedim endişeyle, “Bige Hanım,” diyerek kapıyı işaret etti. “İki bölge liderini daha fazla bekletemeyiz.”

“Kapıyı açmazsak ne olur?” diye sordum.

“Zorla içeri girmeyi deneyeceklerdir.” Yani bir çatışmayla.

“Kapıyı açarsak ne olur?”

“Hangi amaçla geldiklerini bilmiyoruz ama bu saatte gelişleri iyi niyet taşıyamaz.”

Nedim’e başımı salladıktan sonra Celil’e döndüm. “Söyle kapıdaki çocuklara onları biraz bekletsinler.” Daha sonra Furkan’a baktım. “İçeri girip Rebeca’yı uyandır. Dolapta dantel eldivenlerim olacaktı onları sana versin. Benim için bir hırka ve ayakkabı da getir. Nedim sende Kenan’ı ara, eğer ona da ulaşamazsan Karun’un yanında kim varsa onları arayıp haberdar et.” Herkes komutlarımı yerine getirmek için harekete geçmişti. Bakalım bu işin sonu nereye varacaktı.

Furkan ondan istediklerimi getirmek için koşarak malikaneye girerken Celil kapıdaki çocuklarla konuşuyordu. Nedim, Kenan’a ulaşmış olmalı ki ona davetsiz misafirlerden bahsediyordu. Bir süre sonra Furkan malikaneden çıkıp ondan istediğim şeylerle gelmişti. Ellerimi ona doğru uzatınca bunu hiç istemese de mecburen sargılarımı açtı. Tüm sargılar çıkınca kesiklerle dolu avuçlarım içler acısıydı.

Furkan ondan istediğim gibi siyah, dantelli kısa eldivenleri elime geçirmişti. Daha sonra istediğim gibi ayağımdaki sargıları da çıkardı ve spor ayakkabıları bana giydirdi. Dikkatli bir şekilde yün hırkayı bana giydirip omuzlarımda ve elbisenin açıkta bıraktığı yaraları gizledi. Bu haldeyken ayağa kalkmam hiçbirinin hoşuna gitmiyordu ama buna mecbur olduğumu biliyorlardı. İlk izlenim çok önemli olduğu için gelenlerin beni ciddiye alması gerekiyordu. Bunun için de karşılarında güçlü bir kadın görmeleri gerekiyordu.

Sandalyeden ayağa kalktığımda cam kesikleriyle dolu ayak tabanlarım acıdı. Yüz ifadem beni ele verdiği için Furkan dayanamayıp, “Bige Hanım,” demişti ona tebessüm etmek için kendimi zorladım. “Merak etme iyiyim.” Çocuklardan birine tekerlekli sandalyeyi gösterdim. “Bunu içeri götürün.” Daha sonra Celil’e döndüm. “Çağırın gelsinler,” dediğimde bu haldeyken bile onları güldürmeyi başarmıştım.

Korumalardan biri tekerlekli sandalyeyi hemen içeri götürdü. Celil güvenlik kulübesindeki çocuklara kapıyı açmalarını söyledikten sonra gelip solumda durdu. Furkan’da sağımda durunca diğer tüm korumalar arkama geçip beklemeye başlamıştı. Bu gece neler olurdu, bilmiyorum ama verdiğim her emri yerine getireceklerini biliyordum. Kalender hanesinin hanımı olduğum için beni koruyacaklarını biliyorum.

Bahçenin demir kapıları iki yanından açılmaya başlamıştı. Birbiri ardına bahçeye giren siyah arabalar fazlasıyla ürkütücü görünüyordu. Bahçe o kadar büyüktü ki kırka yakın arabanın hepsi buraya sığmıştı. Arabalardan takım elbiseli adamlar inmeye başlayınca arkamdaki korumaların tetikte beklediğini hissettim.

Furkan kısık bir sesle, “Bige Hanım,” diye seslenince ona baktım. Gözlerini bize doğru yürüyen adamlardan ayırmadan aynı fısıltıyla, “Silahım kolayca ulaşabileceğiniz bir yerde,” dedi. Başımı biraz eğince içerdeyken ceketini çıkardığını gördüm. Hemen sağımda durduğu için silahı belinin yanına takmıştı. İhtiyacım olduğunda ondan kolayca almam için bunu yapmıştı.

Hiçbir şey söylemeden önüme dönüp en önde yürüyen iki yaşlı adama baktım. “Soldaki Ümit Tozlu,” dedi Celil. Onlar bize yaklaşırken kısık bir sesle bana bilgi veriyordu. “Kızı en büyük zaafı ve aynı zamanda ayyaş bir oğlu var. Konseyde sözü dinlenen prensip sahibi bir adam. Gerekmedikçe onun damarına basmamaya çalışın.” Benim damarıma basmadıkları sürece bunu denerim.

Celil bu seferde, “Sağdaki kişi Korhan Yağcı,” dedi. “Kimse onun gibi soyadının hakkını veremez. Güven’in dalkavukluğunu yapan bir sırtlan. Daha fazla para için yapamayacağı şey yok.” Kolay kolay gözü doymayan biri olmalıydı.

Ümit Bey ve Korhan Bey gelip tam karşımda durduklarında arkalarında küçük bir orduya sığacak kadar adam vardı. Acıdan sızlayan ayak tabanlarımı yok sayarak onların karşısında dimdik duruyordum. “Size hoş geldin demek isterdim ama gecenin bir yarısı evime gelmeniz ne kadar hoş karşılanır bilemem,” dediğimde sesimde zerre kadar korku yoktu. “Sabahı beklemeyecek kadar önemli olan nedir?”

Ümit Bey’in kahverengi gözleri baştan ayağa beni süzerken ne düşündüğünü anlayamıyordum. “Kocanı çağır.” Sesi soğuk ve otoriterdi. Kocanı çağır dediğine göre kim olduğumu zaten biliyordu. “Muhatabım sen değilsin!” Ne kadar da kaba bir adam.

Korhan denen yaşlı bunak beni küçümsercesine güldü. “Karun Kalender ne zamandan beri bir kadının eteğinin altına saklanıyor?” Fıldır fıldır dönen gözleri aslandan bir parça et koparmaya çalışan sırtlan sürüsünü andırıyordu.

“Kocam karısının arkasına saklanacak biri değil.” Sakince konuşup bakışlarımı Korhan Bey’e çıkardım. “Benim yanımda durur, arkamda durur ama beni öne sürüp kendisi saklanmaz. Bunu herkes bilirken sen nasıl bilmezsin?” Ona doğru bir adım atarak öne çıktım. “Sanrı’yı herkes tanır, Saka’yı da sana bizzat tanıtmamı istemiyorsan sözlerine dikkat et.” Bu adamı dövebiliyor muyum?

Korhan Bey kaşlarını çatarken Ümit Bey sabırsızca, “Kocan nerede kadın!” deyince, “Evde yok be adam!” dedim aynı sertlikle. “Bunun nesini anlamadın?”

Ümit Bey’in derdi Karun’laydı onun evde olmadığını anlayınca benimle daha fazla tartışmayı uygun görmedi. “Dönünce beni bulmasını söyle,” diyerek gitmeye yeltendi fakat yanındaki tilki bu gece sorun çıkarmaya kararlıydı. “Tabii dönmeye cesareti varsa,” diyerek beni kışkırtmaya başladı.

“Yeter!” Ümit Bey sert bir sesle konuşup uyarıcı bakışlarını Korhan’a dikti. “Benim sorunum onun karısıyla değil.” Bu adam diğerine göre daha düzgün birine benziyordu.

“Ama Korhan Bey’in derdi benimle, değil mi?” Dudağımın köşesi yavaşça kıvrılırken gözlerimi Korhan’dan ayırmıyordum. “Kocam bugün Rengin’in işini bitirmek için dışarı çıktı. Tesadüfe bak ki sende aynı günün gecesinde kapıma dayanıyorsun.” Sakince gülümsedim. “Söylesene Rengin senin neyindi? Karın, metresin, kızın veya bir yakının mı? Ölüm haberini almış olacaksın ki kapıma dayandın.”

Son sözlerimle Korhan dişlerini sıkarak üzerime yürüdü. Bana yaklaşmasına izin verecek değildim. Elimi arkaya doğru uzattım ve Furkan’ın belindeki silahı aldım.

Silahı ona doğrulttuğumda durdu ama arkasındaki tüm adamları da silahını bana çekmişti. Tabii benim arkamdaki adamlarda silahlarını onlara doğrulttu. Ümit Bey ve adamları bu olayın dışında kalmayı seçmişti.

Ümit Bey çatık kaşlarla yanındaki moruğa döndü. “Söyle adamlarına indirsinler silahlarını,” diye onu uyardı. “Gayrı meşru kızını iğrenç bir tuzakla Karun’un koynuna sokan sensin. Rengin’in cezası ölümdü ve hak ettiğini buldu.” Gözleriyle beni işaret etti. “Bu kadın burada seni vursa kimse ona bir şey diyemez çünkü haklı, hanesini koruyor!” İşte bunu söylemeyecekti.

Rengin aslında Korhan’ın gayrı meşru kızı mıydı? Ve bu adam kızını böylesine çirkin bir oyuna alet mi etmişti? Korhan Bey nevri dönmüş gibi ona yapılan uyarıyı zerre kadar umursamadı. “Bu aileden bıktım artık!” Kontrolsüz bir öfkeyle silahını çıkartıp bana doğrulttu. “Bu gece canı yanan sadece ben olmayacağım. O Kalender piçi de bir kadın kaybedecek!” Buraya gerçek anlamda kan dökmeye gelmişti.

Elim bile titremeden silahı karşımdaki yaşlı adama doğru tutarken, “Furkan,” dedim gözlerimi rakibimden ayırmadan. “Ateş ettiğim an hepsinin leşini buraya serin!” Korhan Bey’in parmağı tetiğe baskı uygularsa ondan önce davranıp ateş edeceğim.

Karşı taraftan üzerime doğrultulan onca silah varken dimdik bir şekilde hepsini göğüslemem Ümit Bey’i şaşırtmıştı. Bu kadarını bir kadından beklemiyor olacak ki kısık bir sesle, “Söylentiler doğruymuş,” diye bir şeyler mırıldandı. “Sanrı kendi gibi bir kadına nikâh kıymış.” Bunları söylerken onu duymamızı istemiyor gibiydi. Sanki kendi kendine konuşmuştu.

Onun aksine cesaretim karşısında iyice hiddetlenen Korhan Bey, “Ve şimdi o kadını kaybedecek!” diye tıslayıp silahını daha kararlı bir şekilde bana doğrulttu. İkimizde tetiğe basmaya hazırlanıyorduk ki bahçeye son sürat giren bir araba bizi durdurmuştu.

O arabanın arkasında da uzun bir konvoy vardı. Şimdi bahçenin içi tamamen arabalarla dolmuştu. Bu gelenler Karun veya onun adamları değildi çünkü Karun’a ait plakayı tüm adamları kullanıyordu. Bu gelen Duha Tunus’tu evet, arabalarda onun plakası vardı. Bu adam kahramanım mı yoksa düşmanım mı, bir türlü anlamıyordum. Duha Tunus anlaşılması zor bir adamdı.

Duha arabasını bahçenin ortasında durdurup hızlı bir şekilde Kadem’le birlikte indi. Adamları onları takip ederken Duha’nın siyah gözleri önce benim üzerimde daha sonra da karşımdaki adamın üzerinde oyalandı. İki tarafın birbirine silah çektiğini görünce gözleri Korhan Bey’de durdu. “Sen hayırdır Korhan?” Adımlarını hızlandırdığında kaşları çatıktı. “Hangi kitapta yazar hane basıp bir kadına silah çekmek!” Birazdan burasının karışacağını biliyorlarmış gibi Duha’nın adamları Korhan’ın adamlarını çembere almıştı.

Duha’nın adamları silahını çıkartıp onlara doğrulturken Duha gelip yanımda durdu. Hem benim adamlarım hem de Duha’nın adamları tarafından ateş hattında kalan Korhan, “Sen karışma Tunus!” diyerek ona sesini yükseltti. “Bu senin meselen değil!”

Avuçlarımdaki yaradan dolayı silahı tutan elim acımaya başlarken Duha, “Benim meselem değil öyle mi?” diye alay etti. Korhan Bey’e olan bakışları tiksinti doluydu. “Kızını bir tek Karun’un koynuna mı soktun lan it!” Doğru söze ne denir ki.

Duha’nın yüzü sinirden seğirirken bıraksan Korhan’ı parçalayabilirdi. “Oynadığınız tüm oyunlar ortaya çıktığı için bugün saldıracak yer arıyorsun. Güven ve Rengin öldü, Karun öldürdü onları! Şimdi buraya gelse ve karısına silah çektiğini görse sence seni yaşatır mı?” Duha, Rengin’in ölümüne olan üzüntüsünü öfkesiyle bastırmaya çalışıyordu. Karun onun sevdiği kadını öldürmüştü fakat buna rağmen Karun’un karısını kurtarmak için buraya gelmişti. Duha gerçekten inanılmaz bir adamdı.

Duha’nın beni korumaya çalışmasıyla Korhan’ın pörtlek gözleri irileşmişti. İnanamayan gözlerle Duha’ya bakıp çatık kaşlarla ondan hesap soruyordu. “Rengin’i sevdin!” diye bağırdı hiddetlenerek. “Sevdiğin kadının celladını koruyacak kadar midesiz biri misin?” Duha’nın onun safında yer almasını istiyordu.

Duha’nın gözlerinin ardında yoğun bir keder geçtiğinde acı acı gülümsedi. “Ben yanlış bir kadını sevdim.” Gülüşü bile can yakacak kadar buruktu. “Sevgim içimde kangren olmaya başladığı için kesip atmanın zamanı gelmişti.”

Korhan ondan beklediği desteği bulamamıştı. Duha onu hayal kırıklığına uğratınca daha fazla konuşarak vakit kaybetmek istemedi. Namluyu kalbime doğru indirip tetiğe basmak üzereydi ki Duha ve Ümit Bey aynı anda, “Dur!” diye bağırdı. Fakat Korhan onları dinlemeden beni vurmaya çalıştı. Hem onun hem de benim silahım aynı anda patlamıştı. Ne o geri adım attı ne de ben. Ben onu göğsünden vurdum peki, o kimi vurdu?

Son anda önüme atlayıp kendini kurşuna siper eden kimdi?

Korhan ve benim silahlarımız patlayınca Korhan’ın leşi yeri boylamıştı. Ümit Bey Korhan’ın adamlarını dizginlemeye çalışırken yutkunarak neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Beni göğsüne çekip sarılan kişinin kimdi? Bu kişi önüme atlayıp beni göğsüne çekmiş ve sırtını kurşuna siper etmişti. “İyi misin?” diyen Duha’nın sesi çok yakınımda geliyordu. Ilık nefesini saçlarımın tepesinde hissediyordum. Şu anda kollarında olduğum kişi Duha mıydı?

Duha beni kurtarmıştı.

Başımı kaldırdığımda çenem onun göğsüne sürtündü. Başını biraz aşağıya eğince onunla göz göze geldik. İlk kez bu yakınlıkta onun siyah gözlerine bakarken, “Duha,” diye fısıldadım. “Vu-vuruldun mu?” Yaşadığım korkudan dolayı sesim titremişti çünkü bu baş belası adamdan nefret ettiğim kadar onu seven bir yanım da vardı. “Ölecek misin şimdi?”

Sesimdeki korkuyu hissetmek onu afallattığı için belimdeki kolları kaskatı kesildi. Göz bebekleri büyürken daha önce hiç bakmadığı bir ifadeyle bana bakıyordu. Bilemiyorum ama bana olan bakışları bir şeylerden etkilenmiş gibiydi. Sırtına yediği kurşunun acısıyla yüzü kasıldıkça boynundaki damarlar belirginleşiyordu. Acıya direnip çenesini sıktığı için dudaklarında kısık iniltiler çıkıyordu.

Buna rağmen güçlükle sesini bulup gözlerimin içine baktı. “Ölürsem üzülür müydün?” Sesinde garip bir şeyler vardı.

Yalan söyleyip, “Hayır,” dediğimde gülümsemeye çalıştı. “Yeteri kadar ikna olmadım.” Beni bırakıp uzaklaştığında canı çok yanıyor olmalı ki yerinde sendelemişti. Furkan onun düşmesine izin vermeden hemen onun yanına gidince Duha ondan destek alarak ayakta durabildi. “Çelik yelek var üzerimde.” Rahatlayarak nefesimi verdim. Gün içinde duyduğum en iyi şey buydu.

Ümit Bey zor olsa da Korhan’ın adamlarını durdurabilmişti. Duha ve Karun’un adamlarıyla girecekleri bir çatışmada sağ çıkamayacaklarını bildikleri için Korhan’ın adamları karşılık vermemişti. Şu anda ateş üstünlüğü bizdeydi. Yerdeki Korhan’a baktığımda göğsünde kanlar akarken çoktan öldüğünü gördüm.

Ortalık yatışmaya başladığı esnada Karun ve adamları gelmişti. Arabadan inen Karun bahçedeki kalabalığı görünce kaşlarını çatarak adımlarını hızlandırdı. Karun’un yüzüne sıçrayan kanlara bakarken pek mutlu değildim. Yaklaştıkça yakışıklı çehresindeki kanları daha iyi görüyordum. Yüzünde hatta kumral saçlarının ön kısmında bile kan vardı ama bu onun kanı değildi. Birine yakın mesafeden ateş etmiş olmalı ki kanı yüzüne sıçramıştı.

Başımı biraz eğince Karun’un beyaz gömleğinin ön kısmında da aynı kan lekelerini gördüm. Üstelik parmak boğumları da soyulmuş, eski yaraları yeniden açılmıştı. Depoda beni kurtarmaya çalışırken attığı yumruklar yüzünden ellerinin üstü zaten tahriş olmuştu ama şimdi daha kötü görünüyordu. Şu saate kadar çok fazla kan dökmüştü, değil mi?

Karun’un gözleri kalabalığı hızlıca tarayarak birini aradı. Mavileri etrafımdaki tüm bu adamları eleyip bende durunca neredeyse adım atmayı bırakacaktı ama bunu yapmadı. En derinime sızmak ister gibi beni izlerken iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Ayakta durduğumu görünce sertçe yutkunarak ayaklarıma indirdi bakışlarını. Sanki spor ayakkabıların içinde ayak tabanlarımın kanadığını biliyormuş gibi kaşlarını çatmıştı.

Karun’un gözleri biraz yukarı kayınca elimde tuttuğum silahı gördü ve soluğunu tuttu. Yaralı bir elle silah kullanmak zorunda kaldığım için ölümcül bakışlarını Ümit Bey’e çıkarmıştı. “Bana öyle bir açıklama yap ki hasta karımı zorladığınız şey için sizi affedebileyim!” dediğinde sesi yeri göğü inletir gibi gür ve kızgın çıkmıştı.

Ümit Bey aklı başında birine benziyordu. Bu gece burada olanlardan sonra destursuz bir şekilde buraya gelmenin büyük hata olduğunu anlamıştı. Yaşlı adamın yüzü kendi hatasından dolayı mahcup bir ifadeye bürünürken, “Korhan’ın oyununa geldim,” dedi. “Bana senin evde olduğunu söylemişti.” Yerde yatan cesede yüzünü buruşturarak bakıyordu. “Belasını karından buldu.” Karun’un gözleri hızla beni bulmuştu. Evet, artık onun kimin öldürdüğünü biliyordu.

Onun işine karıştığım için bana kızmasını bekliyordum ancak Karun etkilenmiş gibi bakıyordu. Gözlerinin mavisi yoğun bir duyguyla adım adım değişirken bana olan hayranlığını gizleyemiyordu. Hasımları karşısında elimde bir silah tutarak korkusuzca durduğumu görmüştü. Bana ve arkamda dağ gibi duran adamlarına baktı. “Ulan çeyrek mafya,” dediğinde sinirleri yatışmış gibi sesinde keyifli bir şeyler vardı. “İki dakika rahat durmuyorsun.” Sesi sitemliydi ama gördüğü tablo hoşuna gitmişti.

Karun, Korhan’ın adamlarına döndüğünde ifadesi sertleşti. Onlara yerdeki cesedi gösterip dişlerini sıktı. “Size ait olanı alıp kaybolun evimden!”

Adamlar hemen cesedi sırtlanıp arabalarına bindiler. Onlar malikaneyi terk edince Karun, Ümit Bey’in karşısında durdu. “Destursuz bir şekilde evime gelmenin bir affı olamaz.” Buz gibi bir sesle konuştuğunda kaşlarının arasında derin çizgiler oluşmuştu. “Önemli olmasa böyle bir şeye kalkışacak bir adam olmadığını biliyorum. Seni haklı çıkaracak gerekçen nedir?” Her anlamda bir lider gibi davranıyordu.

Ne hatırladıysa Ümit Bey’in gözleri öfkeden kor gibi yanmaya başladı. Yumruklarını sıkarken çenesinden bir kas seğirmişti. “Amcan Gurur.” Bu ismi küfreder gibi söylemişti. “Türkiye’ye dönmüş. Onu benden kaçırırken bir daha kızımın olduğu bir ülkeye giremeyeceğini söylemiştin!”

Şimdi yüzünde mahcup bir ifade taşıyan Karun’du. “Birkaç saat önce döndüğünü öğrendim.” Başını ağır ağır sallayarak derin bir nefes aldı. “Adamlarım her yerde onu arıyor. Seni temin ederim ki Gurur, tekrar Farah’a yaklaşmayacak.”

“Gurur’u sende iyi tanıyorsun, Karun!” Ümit Bey yanında duran ellerini sinirden sıkarken Karun’un sözlerine zerre itimat etmiyordu. “O piç kural tanımaz herifin teki! Onu dizginlemenin tek yolu öldürmek!”

Karun’un kaşları çatıldığına göre amcasına değer veriyordu. Sinirlendiğini gizlemek için çatılan kaşlarını düzeltti ve düz bir ifadeyle karşısındaki yaşlı adama baktı. “Kendin söyledin Gurur kimse tarafından dizginlenmeyecek kadar deli fişek,” dedi sakince. “Ama Farah’a dokunmadığı sürece ölmesine de gerek yok. Sana karşı bir yanlış yaptı ve bedel olarak onu yıllarca bu ülkeden sürgün ettim. İkinci kez aynı yanlışı yaparsa bu sefer gözünün yaşına bakmadan onu öldüreceğimi biliyorsun.”

Karun, Güven vermek istercesine tüm ciddiyetiyle Ümit Bey’in gözlerine bakıyordu. “Gurur’un kefili benim,” dedi. “Sözüm namustur eğer aynı şeye tekrar kalkışırsa sana kalmadan onu ben vuracağım.” Karun çok büyük bir söz vermiş olmalı ki Kenan ve Kadem yutkunarak göz göze gelmişti. Karun’un kendi amcasının katili olmasından korkuyorlardı.

Ümit Bey biraz sakinleşerek sıktığı ellerini açtı. “Umarım sana bu sözünü hatırlatmak zorunda kalmam.” Bunları söyledikten sonra adamlarını toplayıp gitmişti.

Onlar malikaneden ayrılınca Karun başını çevirip Duha’ya baktı. Duha’ya olan bakışları huzursuz ve nefret doluydu. “Evimi terk etmek için neyi bekliyorsun, Tunus?”

Duha kısık bir sesle küfredip ters ters ona bakmaya başladı. “Sen niye bu kadar nankörsün?” Kafasıyla beni işaret etti. “Beni arayıp karımın başı belada ona yardıma git dediğinde evimde dinleniyor ve kahvemi içiyordum.” Arkasını dönerek Karun’a sırtını gösterdi. Kurşun ceketinde küçük bir delik açmıştı. “Karını kurtarırken en sevdiğim ceketime bak ne oldu.” Karun’a doğru dönüp inatçı bir tutum sergiledi. “Aynı ceketten sende de olduğunu biliyorum. Onu bana vermeden ve yarım bıraktığın kahvemin yenisini içirmeden hiçbir yere gitmiyorum.”

Karun başını kaldırıp gökyüzüne baktığında kendi için Allah’tan sabır ister gibiydi. “Hikmetinden sual olunmaz bereketi de belayı da yağdırıyorsun,” dedikten sonra yüzünü buruşturarak Duha’yı gösterdi. “Ama bunu hak edecek ne yapmış olabilirim?”

Duha sırıttı. “Sayayım mı hepsini tek tek?”

Karun, “Bitirmen yıllarını almaz mı?” diye sordu sakince.

“Haklısın,” dedi Duha. “Saymaya ömür yetmez,” dedikten sonra kendi evine giriyormuş gibi rahat bir tavırla malikaneye yürüdü. “Kahveyi nasıl sevdiğimi iyi biliyorsun ve yanında güllü lokum olsun.”

Her iki tarafın korumaları bıyık altından gülerken Karun, “Bu iti arayan beynimi sikeyim!” diye küfredip bana doğru yürümeye başladı. “İşin yoksa gece gece uğraş dur!” Duha’dan benim için yardım istediğine göre aralarındaki buzlar yavaş yavaş eriyordu.

Karun yanıma gelip karşımda durduğunda bana bakan gözlerinde tekrar endişe yer edindi. Ayakta durmakta güçlük çektiğimi görünce derin bir nefes aldı. “Buraya gel.” Üzerime eğildi ve beni kucağına alarak doğruldu. Gerilen sırtım canımı yakınca, “Belini dik tut,” diye beni uyardı ama bu pozisyondayken bunu yapmak hiç kolay değildi.

Karun beni salona kucağında taşıyarak getirmişti. Eğilip koltuğun üzerine yavaşça bıraktı. “Kenan doktoru çağır,” dediğinde, “Hayır,” diye hemen itiraz ettim. “Doktor değil sen yap pansumanı.”

Bu çıkışım karşısında bakışları yumuşadı ve yüzüne huzurlu bir ifade yerleşti. “Yaparım.” Buna dünden razıymış gibi yanıma oturmuştu. “Kenan ilk yardım çantasını getirmelerini söyle.” Daha sonra gözleriyle eve yerleşen Duha’yı gösterdi. “Ve iki kahve.”

“Üç olsun,” dedi Kadem.

Kenan kapıda dikilen Furkan’a dönüp, “Dört olsun,” dedi.

Furkan arkasına baktı ama kimseyi bulamayınca tekrar Kenan’a doğru döndü. “Tüm çalışanlar uyuyor, ben mi yapacağım kahveyi?”

“Tatlım sen git dinlen,” dedim ilgi dolu bir sesle. “Kenan ve Kadem hayvanı yapar kahveleri.”

Karun kaşlarını tehlikeli bir ifadeyle çattığında yerinde dikleşti. “Tatlım mı?”

“Kadem hayvanı mı?” diyen Kadem gözlerini bana dikmişti.

Duha sıkılmış gibi ofladı. “Kahvemi biri yapsın artık.”

Kenan karşı çıktı. “Ben yapmam.”

Ve Furkan, Karun’un gazabından kurtulmak için, “Nedim beni çağırıyor,” dedikten sonra koşarak dışarı çıkmıştı.

Kimse kahve yapmaya yanaşmayınca Kadem’in gözleri bir köşede duran Rebeca’yı buldu. Silah sesleri onu da uykusunda ettiği için sessizce bir köşede oturuyordu. Kadem onu hizmetçilerden biri sandığı için, “Kalk kız bize kahve yap,” dedi. Sonra buna hayvan deyince alınganlık yapıyordu.

“Rebeca bize kahve yapar mısın?” diye sorduğumda hasta bakıcım göğüs dekoltesini gere gere ayağa kalkmıştı. Kapıya yürüyen kadının arkasında bakan Kadem ince sesimi taklit ederek, “Rebeca hazır gidiyorken oradan da giyinir misin?” dediğinde Rebeca’nın gecelikle olduğunu daha yeni fark ediyordum. “Duha abi gözünü dikmiş sana bakıyor.”

Telefonla meşgul olan Duha, “Ben mi?” diyerek başını kaldırdı. “Oğlum telefonda takılıyordum ben!” Yanlış anlaşılmak istemediği için Rebeca’ya döndü. “Bakmıyordum.”

Kadem güldü. “Şimdi bakıyorsun abi.”

“Kadem senin o ağzını si-” demişti ki Kadem hemen araya girerek beni gösterdi. “Kızın yanında küfretme.”

Duha onunla uğraşmak istemediği için söylenerek önüne dönmüştü. Çocuklardan biri ilk yardım çantasını getirince Karun onu aldı. Ellerime uzandığında, “Acelesi yok,” diye onu durdurdum. “Daha sonra yaparsın.” Duha’nın yanında yaralarımla ilgilenmesini istemiyordum, özellikle ayak tabanlarımda olanlarla. Duha’nın onunla alay edeceği bir şeyler bulmasını istemiyorum.

Karun aklımdan geçenleri bilmediği için neyin peşinde olduğumu anlamadı ama Duha buradayken daha fazla üstelemedi. Çantayı yanıma koyup Duha’nın karşısındaki tekli koltuğa oturunca rahat bir nefes almıştım. Karun’un yanında çok geriliyordum. Karun soru dolu bakışlarını Duha’ya dikmişti. “Rengin’in Korhan’ın kızı olduğunu biliyor muydun?” 

Rengin’in adını ondan duymak bile Duha’yı rahatsız etmişti. “Hayır.” Sıkıntı içinde göğsünü havayla doldurdu. “O nasıl öldü?” Hâlâ onu önemseyen bir yanı vardı.

“Hak etmediği halde kolay bir ölümü oldu.” Karun bunu söylerken fazla duygusuz görünüyordu. “İçin rahat edecekse işkence görmedi.”

Karun hafifçe öne doğru eğilerek yüzünü sertçe ovuşturdu. “Bu sikik konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum çünkü onu öldüren ben değildim. Köşeye sıkıştığını anlayınca benim elime düşmektense kendini öldürmeyi tercih etti.” Rengin’in başına gelenlere üzülemiyordum çünkü planı başarılı olsaydı onun yerine ölen Karun olacaktı. Rengin aynı anda iki erkeği idare ederken bunun sonuçlarını düşünmeliydi.

Karun ve Duha bugün olanlar hakkında konuşurken Kadem ayağa kalkıp yanıma geldi. “Bugün hiç yemek yedin mi?” İlgili çıkan sesine düşmanca gözlerle karşılık verdim. “Sekiz yaşındayken o patlamadan sonra da uzun süre yemek yemedim.” Koltuktan yana kayarak ondan uzaklaştım. “Ama sen gelip bir kez bile sormadın aç mısın diye. O zaman sormadıysan şimdi de sorma.”

“Haksızlık yapma.” Kadem anlayış isteyen gözlerle bana bakıyordu. “Neler yaşadığımı hiç bilmiyorsun.”

“Bilmem için hayatımda olmalıydın ama sen kaybolmayı seçtin.”

“Yeter artık, Efil anlamıyorsun mazeretim var.”

“Yetmez!” diye ona sesimi yükselttim. “Yanımda olsaydın her şey farklı olurdu! Ya ben seni korurdum.” Sonlara doğru sesim kısık çıkarken gözlerimin dolmasına engel olamadım. “Benden iki yaş büyüktün ama mahallenin çocuklarından koruyordum seni. Gazel üzerine her yürüdüğünde ablamdan koruyordum. Hepsi şöyle dursun, olacaklara aklım ermediğinde bile sana gideceğin yönü tarif ederek o patlamadan bile korumuşum seni. Bana gelseydin seni yine korumanın bir yolunu bulurdum.” Ama gelmedi, yıllarca yasını tutmama izin verdi lakin hiç gelmedi.

Geçmişte onun için yaptıklarımı hatırlattığım için Kadem kaşlarını çatarak, “Unuttum!” diye bağırdı bir anda. “Hafızamı kaybettim, Efil. Geçen yıla kadar hiçbir şey hatırlamıyordum!”

“Beni unutamazsın!” Bende ona bağırarak ayağa kalktım. “Karşıma geçip seni unuttum diyemezsin.” Gözlerimden yaşlar akarken titremeye başladım. “Nasıl unutabildin beni?”

Gözlerinin en derinine baktığımda ona çok kızgın ve kırgındım. “Onca yılı nasıl beni unutarak geçirdin? Ben karanlıkta seni hatırlarken, içtiğim sütte anımsarken ve her çilek kokusunda gözlerim dolarken sen beni nasıl hatırlamadın?” İçim acıyordu bana bunu yapamazdı. Burnumun direği sızlarken, “Hiç mi hatırlamadın beni?” diye fısıldadım. “Bir menekşe kokusunda bile mi?”

Kadem ayağa kalkıp aceleyle, “Efil-” demişti ki, “Yaklaşma,” dedim ağlayarak. Canım acısa da birkaç adım arkaya atarak aramıza mesafe koydum. “Nasıl unutabildin beni? Bensiz nasıl acı çekmedin? Ben her gün Uğurlar Olsun diyerek senin şarkını söylerken sen nasıl benim şarkımı söylemedin? Nasıl Yüreğimden Tut demedin?” Sol gözümden bir damla gözyaşı yanağımdan süzülerek sessizliğimize kor gibi düşmüştü. “Kadem sen nasıl kahrolup acı çekmedin? Unuttun öyle mi, öylece unuttun beni?” Arkaya doğru adımlar atarken ondan en uzak köşeye kaçmak istiyordum.

Unutmuştu beni, bu kadar basit.

Kontrolümü kaybetmeye başladığım için Karun endişeyle ayağa kalkarken gözlerim bir tek Kadem’i görüyordu. Gözleri dolarak içli bir ifadeyle beni onayladı. “Haklısın ama-” demişti ki yine onu konuşturmadım. “Rahat bırak beni,” dedikten sonra hızlı adımlarla kapıya yürüdüm. “Öylece unuttun beni.” Attığım her adımda canım iki misliyle yanıyor, ayak tabanlarım daha fazla kanıyor ve sırtımdaki dikişler sızlıyordu. Buna rağmen kalan son gücüme tutunup salondan dışarı çıktım.

Birbirine ölesiye bağlı iki çocuğu öylece unutmuştu.

Merdivene doğru bir adım atmıştım ki yaralı vücudum beni daha fazla taşımadı. Yerimde sendelediğim esnada belimin iki yanında beni tutan eller düşmeme engel oldu. Başımı omzuma doğru çevirip arkaya baktığımda Karun’u gördüm. Peşimden gelmişti. Gözleri biraz sinirli ve biraz da sitemli bakarken, “Kendini yormaya bayılıyorsun,” diye hayıflandı.

Karun eğilip beni kucağına aldığında çok yorulduğum için onun göğsüne sokuldum. Beni her kucağına aldığında sırtımdaki dikişler geriliyor, daha çok canımı yakıyordu ama kendi başıma merdiveni çıkamazdım. Karun beni bir üst kata çıkartıp yavaşça yatağın üzerine bıraktı. Hemen sonra banyoya girmiş ve otuz saniye içinde elinde bir ilkyardım çantasıyla geri dönmüştü.

Yatağın kenarına oturarak çantayı yanına bıraktı. Ayaklarımı bileklerinden tutarak dizlerinin üzerine koymasını izledim. Spor ayakkabıların bağcığını açarken sessizce onu izliyordum. Ayakkabılardan birini çıkardığında önce ayakkabının tabanına yapışan kana daha sonra da ayağıma baktı. Gördüğü manzara hoşuna gitmemişti. Dudaklarını sıkıntıyla birbirine bastırdı, burnundan sert bir nefes verdi. “Kendine bunu nasıl yaparsın?” Yaralarıma dikkat etmediğim için kızgındı.

Kadem’le olan tartışmadan dolayı suspus olmuş bir halde boynumu bükmüştüm. Artık ağlamasam da ara ara içimi çekiyordum. Karun çantadan gazlı bezi çıkartıp ayağımın tabanındaki kanları temizlerken sessizce onu izliyordum. Canımı yakmamak için çok dikkatli ve yavaş hareket ediyordu. Kanları temizledikten sonra tentürdiyot sürdü ve ayağımı yeniden sarmaya başladı.

Karun aynı işlemi diğer ayağıma da yaptıktan sonra başını kaldırıp asık suratıma baktı. Onun mavi gözlerinde bana kıyamayan bir şeyler vardı. “Somurtmayı bırakıp bana ellerini uzat.” Suratımı asmaya devam ederek ona elimi uzattım.

Bileğimdeki eldiveni tutarak aşağıya doğru çekti ve yavaşça parmaklarımdan çıkardı. Neyse ki sol elimin içi hiç kanamamıştı. Bu yüzden yaraya merhem sürüp hızlı bir şekilde yeniden sardı. Silah tutan elimdeki eldiveni çıkardı. Bu elimde de cam kesikleri belirgin bir şekilde duruyordu ama kan yoktu. Karun rahat bir nefes alarak parmağını kreme daldırdı. Masaj yapar gibi küçük dokunuşlarla kremi avucuma sürerken çok dikkatliydi.

Karun yaralarımla ilgilendikçe sinirlerim yatışıyor, bu gece yaşadıklarımı unutmaya çalışıyordum. İyileştiren sürdüğü krem değildi, onun ilgisiydi. Sağ elimi de sardıktan sonra başını kaldırıp ilgili gözlerini bana çıkardı. “Sırtını dönebilecek misin?” Sırtımdaki yarayı da kontrol etmek istiyordu.

Başımı sallayıp yatağın kenarına kaydım. Ayaklarımı yataktan sarkıtarak oturduğumda Karun arkama geçmişti. Hırkamın yakasını tutarak onu çıkarmama yardım etti. İnce askılı elbisenin sırt kısmı açıktı ama yaranın hepsini göreceği kadar değil. O yarayı kontrol etmesinin tek bir yolu vardı ve bu yol ikimizin de tercih edeceği bir yol değildi. “Belki de doktoru çağırmalıyım,” dediğinde bu ses tonunu tanıyordum. Sabah ondan bana banyo yaptırmasını istediğimde mazeret üretirken olduğu gibi sesi gergindi.

En az onun kadar gerildiğimi gizlemeye çalışarak, “Haklısın senin yapman doğru olmaz,” dedim. “Beş ay sonra boşayacağım bir adamın yanında üstsüz durmak doğru olmaz.”

“Boşanmak mı?” Karşımda duran dolabın aynasından kaşlarını çattığını gördüm. “Daha bu sabah boşanmayacağını söylüyordun. Fikrini değiştiren ne oldu?”

“Bu sahte evliliğin bitmesi gerektiğini iyi biliyorsun. Sende en az benim kadar boşanmayı istiyordun.” Aynadaki yansımasından ona baktım. Tüm keyfi kaçmış gibi yüzü kaskatıydı. “Boşanmayı hâlâ istiyorsun, değil mi?”

Bir süre karşımdaki aynadan yüzümü izlemeye başladı ama bunu yaparken bana cevap vermedi. Soru dolu bakışlarımı görmezden gelerek yataktan çıktı. “Doktoru gönderiyorum.” Canı sıkılmış gibi hızla odadan çıkmıştı. Yine kaçıyordu.

Karun gittikten kısa süre sonra doktor gelip sırtımdaki yaraya pansuman yapmıştı. Bir serum takıp içmem için birkaç ilaç vermişti. İlaçlarımı su yardımıyla Rebeca bana içirmişti. Serum bittikten sonra Rebeca dolaptan benim için kolay giyeceğim bir gecelik çıkardı. Ellerimi kullanamadığım için Rebeca beni giydirecekti. Elbisenin askılarını omuzlarımdan çekerek aşağıya kaydırdı.

Elbise karnımın hizasında toplandığı için göğüslerim görünüyordu. Odada sadece Rebeca olduğu için bunu sorun etmedim. Kollarımı çekerek askıların içinden çıkarmıştım. Rebeca geri çekilip giymem için yatağın üzerine bıraktığı geceliğe uzandı. Fakat tam o esnada Karun, “Sen yemek yedin mi?” diyerek kapıyı açınca hem o hem de biz donup kalmıştık. Hay aksi!

Göğüslerim meydandaydı!

Karun’un boğazındaki adem elması sertçe hareket ederken gözlerini dik göğüslerimden ayırmıyordu. Odaya girerken böyle bir manzarayla karşılaşmayı beklemediği çok açıktı. Donup kalmış olabilirim ama değişen gözlerini görebiliyordum. Karun’un göğüslerime olan bakışları saf şehvetten ibaretti. Yoğun bakışları beni utandırmak dışında her şeyi hissettiriyordu.

Gittikçe koyulaşan gözleri içimde onlarca duyguyu uyandırmaya yetmişti. Bir anda oda ısınmaya başlamıştı hatta soluduğum hava bile fazla sıcak ve boğucuydu. Evli olabilirdik ama aramızdaki ilişki hiçbir zaman daha ilerisine gitmemişti. Bu ikimiz için de beklenmedik bir şeydi. Ne Karun bu odanın dışına çıkabiliyordu ne de ben kendimi örtmek için bir şeyler yapıyordum.

İkimizde kontrolümüz dışında tutku dolu bir atmosferin içine çekilmiştik. Karun hipnotize olmuş gibi çıplak göğüslerime bakarken acaba onun için kaç edepsiz hayalin baş rolünü süslüyordum. Şu anda benimle ilgili masumca düşünceleri olmadığı kesindi. Gözlerinin mavisi koyulaşmıştı ve nefes alışları hızlanmıştı. Dudakları karıncalanmaya başlamış gibi aralıklı duran dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdığında tüm vücudu titremişti.

İçine çekildiğimiz hararetli yangından bizi çıkaran Rebeca’nın yalancı öksürüğü olmuştu. Karun hemen başını eğerek kısık bir sesle küfrederken bende kollarımla göğüslerimi kapatmayı akıl edebilmiştim. Karun kapıyı çekip apar topar dışarı çıktığında kendime yeni gelmiş gibi, “Hayvan!” diye bağırdım.

Sanki az önce göğüslerini ona sergileyen ben değilmişim gibi sinirlenmiştim. “Kapıyı çalmak aklına gelmiyor mu?” Yüksek çıkan bir sesle ona kızdığımda dışarıda gülüşünü duydum. “Kusura bakma.” Bir de gülüyor muydu?

***

Annemi öldürdüğüm bir kâbustan sıçrayarak uyandığımda nefes nefese kalmıştım. Yatakta oturup saati kontrol edince çoktan sabah olduğunu gördüm. Benim için artık gece gündüz hiç fark etmiyordu. Yıllardır süren bu işkence hiç bitmeyecekti. Tam toparlamaya başladım diyorum ama sonra öyle bir şey oluyordu ki yeniden dağıtıyordum. Ellerimi iki yanıma koyup yatağa bastırdım.

Başımı tavana kaldırıp boğazım yırtılırcasına haykırdığımda yolumu kaybetmiş gibiydim. Göğüs kafesimde başlayan çığlığımın basıncı yukarı tırmanıp boğazımı yakarak havaya karışmıştı. Sesimi anneme duyurmak istercesine avaz avaz bağırıp, “İstemeden oldu!” diye kendimi harap ettim. “İstemeden oldu bırakın artık peşimi!” Ben annem için ölürdüm onu nasıl öldürebildim, bilmiyorum.

Ben kendi annemi öldürmüştüm.

Gazel bu acıyı yeniden diriltmek için dönmüştü ve başarmıştı da.

Tüm enerjim çekildiği için ellerim gevşedi, başım önüme düştü. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladığımda ne yapacağımı bilmiyordum. Acınası bir durumdaydım. Etrafımdaki insanların attığım çığlıkları ve döktüğüm gözyaşlarını görmesi artık umurumda değildi. O kadar dağılmıştım ki kimsenin ne düşündüğü umurumda değildi. İstediğim tek şey yalnız kalmaktı.

“Nasıl bir bıçak yarası seni kırk yerinden öldürebilir?” İrkilerek başımı kaldırdığımda ıslak bakışlarım Karun’un mavileriyle kesişti. Kapının önünde dikiliyordu, çığlığımı duyunca içeri dalmış olmalıydı.

O da iyi değildi. Yakışıklı çehresi düşünceli ve sıkıntılıydı. Benimle ne yapacağını bilmiyordu, bunu görebiliyordum. Sürekli ona sorun çıkartan karısıyla ne yapacağını bilmiyordu. Bu durum en çok onun canını sıkıyordu ama sabrediyordu. Belki de daha önce kimseye göstermediği bir sabrı bana gösteriyordu.

Karun bakışlarını yere eğmişti çünkü ıslak gözlerimi görmekten hoşlanmıyordu. “Gazel sende neyi diriltti?” Sesi hafif bir titremeyle çıkıyordu. Sanki duyacağı şeylere hazır değildi. Geçmişimde korkunç bir sırrın saklı olduğunu içten içe biliyordu.

Gözlerimden yaşlar akarken dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Anlatamam, kimseye anlatamam. “Kendimden korkuyorum.” Geçmişin ürkütücü gölgeleri her nefesle gözlerimin önünde beliriyordu. “Yapacaklarımdan korkuyorum çünkü artık hiçbir şeyin kontrolü bende değil.” Gösterdiğim ani reaksiyonların tekrar ne zaman ortaya çıkacağını bilmiyordum. Her şey fazla içseldi.

“Sende bir kliniğe yatmam gerektiğini düşünüyor musun? Herkes öyle düşünüyor.” Kısık sesim gözlerimdeki acıyla bütünleştiğinde beni duyduğundan bile emin değildim. Çığlık atmadığım zamanlarda sesim duyulmayacak kadar azdı. “Söyle,” diye ısrar ettim. “Sence ben deli miyim?”

Karun bir süre sessizce beni izledi. Gözlerimden süzülen her damlanın ağırlığını yüreğinden hissederek sessizliğini korudu. Bana olan bakışları yumuşadığında başını belli belirsiz iki yana sallamıştı. Deli olduğuma inanıyordu ama bunu sesli onaylamıyordu. “Siktir et onları sen zaten hep biraz deliydin.” Kapının önünde dikilmeyi bırakıp odanın içine yürüdü. “Biraz kontrolünü kaybettin hepsi bu.”

“İyi değilim, değil mi?” Onun mavilerine hapsolmuşken gözlerim yine dolmuştu. Kimse duymasın diye kafamı ona doğru uzattım ve sır verir gibi, “Sanırım çok müşkül bir durumdayım,” dedim ağlamaklı bir sesle.

Nedendir bilmiyorum ama Karun’un bana olan bakışları değişmişti. Karşısında yetişkin bir kadın yerine küçük bir çocuk varmış gibi dudağının köşesi yana doğru kıvrılmıştı. Son zamanlarda onun gözlerinde gördüğüm merhametin bir sonu yoktu. “Hallettiğimiz sürece sıkıntı yok.” Dudaklarındaki çarpık gülüşüyle bana göz kırptı. “Severiz senden gelen müşküliyetleri.”

Gülümsediğimi görünce sonunda keyfi yerine gelmiş gibi rahat bir nefes almıştı. Karun ağlamamdan hiç hazzetmiyordu. Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama benim için savaşıyordu. Sanki beni kaybetmek istemiyordu. “Neden kafesin içindeyken ona karşılık vermedin?” Beni konuşturarak içimdeki zehri dışarı atmamı istediğini biliyorum.

“Çünkü-” dedikten sonra başımı eğip derin bir nefes aldım. “Kafesteki camları kumlara benzettim.” Sesimin bir hüznü vardı. “Gazel bunu bildiği için kafesi camlarla doldurdu, bu benim için bir gözdağıydı.” Gazel’in o camları özellikle kafese koydurduğunu biliyorum. Karşılık verirsem gözlerime cam tozu atacağını bana hatırlatmak istemişti.

Mağrur bir ifadeyle omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Ben kolay kolay yıkılmazdım ama gel gör ki mazinin acısı büyük.” Annemi öldürdüm diyemezdim, bunu sesli bir şekilde itiraf edecek gücüm yoktu. “Ablamın bıçağı beni yıllar öncesine götürdüğü için eve dönüş yolunu bulamıyorum.”

Kayboldum yardım et.

Sakladığım sırrı bilmemek Karun’u delirtiyordu, bunu yeteri kadar saklayamıyordu. Önceden ruhsuz bir bakışı vardı ama şimdilerde gözlerinde birden fazla duygu vardı ve endişede bunlardan biriydi. “Bununla yaşamayı öğreneceksin.” Bu bir istek değil emirmiş gibi otoriterdi. “Sana öğreteceğim.”

“Bilmediğin bir şeyi bana öğretemezsin.”

Mavileri geçmişe doğru küçük bir yolculuğa çıkmış gibi durgun bir hal aldı. Yüzündeki hissiz ifade gözlerini esir alan gizli kederle uyuşmuyordu. “En iyi bildiğim şeyi sana öğreteceğim.” Başını omzuna doğru eğdi ve dudaklarında hoşuma gitmeyen kırık bir gülümseme belirdi. “Kendi kanında olanların ihanetiyle yaşamayı iyi bilirim.” Midem kasılmıştı.

Yaşadığım şeylerin benzerini yaşamış gibi konuşmuştu. Karun geçmişte her ne yaşadıysa o günden sonra ihanetin cezasını ölüm olarak görüyordu. Bu yüzden Rengin’i intihara zorlamıştı çünkü o yapmasaydı Karun onu öldürecekti. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum kapalı bir kutu gibiydi. Karun ile ilgili her şey gizemini koruyordu. Üstü kapalı bahsettiği şeyin Çağıl’ın anlattıklarıyla bir ilgisi olduğunu tahmin ediyordum.

Ne olduğunu sormadım çünkü anlatmayacağını biliyordum. Ben nasıl anlatmıyorsam o da anlatmazdı. Kelimeler boğazında büyüyüp düğüm oluyormuş gibi yutkunmaya çalışmıştı. “Sendeki sorunun ne olduğunu biliyorum. Uğradığın ihanetin hezimeti hâlâ içinde.” Haksız değildi.

Bakışlarını biraz aşağıya kaydırarak artık kullanamadığım ellerime baktı. “Ellerin sarılı yumruk atamıyorsun.” Ayaklarımı işaret etti. “Ayakların kullanılmaz bir halde o sandalyeden kalkamıyorsun. Yıkıp dökmek istiyorsun ama yapamıyorsun. İşte seni bu hâle getiren bu.” Başını kaldırdı ve gözlerime baktı. “Yaşatamadığın kaos,” dedi. “Bunu biliyorum çünkü sende biraz bensin.”

“Sen acımasız olansın,” diye homurdandım. “Ben, sen olamam.”

Güldü. “Belki de sen hep biraz bendin.”

Bana bakınca yüzümde ne görüyor, bilmiyorum ama benim aynaya baktığımda gördüğüm şeylerden çok daha fazlasını gördüğünü hissettim. “Benim gibi olduğunu göreceksin.” Mavi gözlerindeki kararlı bakış bundan emin gibiydi. Onun gibi olmak istemiyordum ama yaşadığım her şey beni onun gibi biri olmaya zorluyordu.

Karun yatağımın kenarına oturup içli gözlerle beni izlemeye başladığında dudaklarında buruk bir tebessüm vardı. “Güçlü insanların düşüşü çok ses çıkartır, gök gürültüsü gibidir.” Uzanıp bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında parmakları yanağıma sürtünmüştü. “Daha dizleri yere değmeden gölgesi kükrer. Vücudu yere yığılsa bile başı hep yukarı bakar.”

Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmasına rağmen elini yüzümden çekmemişti. Parmaklarının ucuyla yanağıma dokunmaya devam ettikçe kalbim hızını ve şiddetini arttırıyordu. Karun ise vücudumdaki tepkilerin farkında olmadan beni izliyordu. “Güçlü insanların veryansını tıpkı bir kurt uluması gibidir, onu duyan herkesin içi ürperir.” Attığım çığlıklara değinerek gözleriyle beni gösterdi. “Şanslıysan ve fırsatını bulmuşsan böyle bir insanı hemen oracıkta öldürürsün çünkü yaşar ve senin darbenden sağ kurtulursa…” Dudağının kenarı yavaşça kıvrıldığında gözlerimin içine baktı. “Peşine düşer ve o seni öldürür.”

Çenemin altına hafifçe dokunduğunda elini yüzümden hiç çekmesin istedim çünkü dokunuşu rahatlatıyordu. Karun parmağıyla çeneme biraz baskı uygulayarak başımı yukarı kaldırmıştı. “Saka,” dedi ve bir süre gözlerime dalıp gitti. “Sen çığlık attığında tıpkı bir kurt gibi başını hep yukarı kaldırıyorsun.” Yutkunduğumda nefes dahi alamadım. Bunu yaptığımı daha önce hiç fark etmemiştim.

Karun güçlü olduğumu savunuyordu ama öyle değildim, yani en azından artık öyle değildim. “Gidip onları bulamam çünkü beni doğru zamanda öldürdüler.” Gözlerim sızlarken bu yaşların bir sonu yoktu. “Yeri boyladığım bir anda saldırdılar.”

“Hayır.” Kaşlarını çattığında bir yanlışı düzeltmek ister gibi dudakları düz bir çizgide buluştu. “Yeri boylamadın çünkü tam zamanında oradaydım. Kollarımdaydın Saka, seni tutuyordum.”

Karun beni buna inandırmak ister gibi bakıyordu. Elimi tutarak iri avuçlarının içine hapsettiğinde gözbebeklerim irileşmişti. “Onların senden kurtulma şansı vardı, üstelik sen buna izin vermişken.” Yüzünü yüzüme yaklaştırarak gözlerini benim nemli kahvelerime kenetledi. “Ellerindeki şansı değerlendiremediler.” Elimdeki sargıya rağmen onun elindeki sıcak dokunuş tenime nüfus ediyordu. “Şimdi sıra sende.”

Karun benden daha güçlü bir kadın yaratmaya kararlıydı. Sanki bundan daha fazlası oluğumu bilircesine beni cesaretlendiriyordu. “Bir an önce iyileşmeye bak çünkü birlikte bu âlemin içinden geçeceğiz.”

“Mafya mı olacağım?” diye sordum safça. “Bir albayın kızını mafya mı yapacaksın?”

Karun güldüğünde ona hayatının en komik sorusunu sormuşum gibi eğlenmeye başlamıştı. “Hayır, sen hep çeyrek olarak kalacaksın.”

“Çeyrek mafya mıyım ben? Bu ne ya küfür gibi bir şey bu!” Kaşlarımı çattığımda Karun keyifli bir şekilde ayağa kalktı. “Bundan öteye geçemezsin.” Beni bırakıp kapıya yürüdü. “Benim dünyamdaki insanlarla oynayacak kadar iyi değilsin.” Gülmek istedim çünkü bugün için planladığım şeyi öğrenince ne kadar iyi olduğumu anlayacaktı. Tercihim hiç bilmemesiydi.

***

Yemek bile yemediğim halde Karun beni zorla kahvaltıya çağırmıştı. Beyefendinin katı kuralları varmış, yemesem bile herkes gibi bende o masada olacakmışım. Belki yemekleri görünce dayanamayıp yerim diye malikaneye böyle bir kural getirmişti. Rebeca giyinmeme yardım ettikten sonra Furkan gelmiş ve beni aşağıya indirmişti. Furkan tekerlekli sandalyemi iterek beni yemek salonuna getirmişti.

İçeri girdiğimde kahvaltı masasındaki herkes susarak bana bakmaya başlamıştı. Anlaşılan ben gelmeden önce dün gece avluda olanları konuşuyorlardı. Eğer Çağıl dün gece evde olsaydı işim daha kolay olurdu ama Çağıl arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Bu yüzden Korhan ve Ümit Bey evi bastığında burada yalnızdım.

“Günaydın,” dediğimde masanın en başında oturan Karun’un gözleri giydiğim bluzun açık yakasında oyalanıyordu. Daha fazlasını görmek ister gibi gözlerini biraz aşağıya kaydırınca utanmaya başlamıştım. Göğüslerime mi bakıyordu?

Dün geceyi ikimizde daha yeni hatırlamıştık. Bu adam göğüslerimi tüm çıplaklığıyla görmüştü! Karun o sahneyi tekrar aklında canlandırmak ister gibi göğüslerime bakınca kaşlarımı çattım. Sinirli yüzümü görünce neşeli bir sesle, “Günaydın,” diyerek önüne döndü. Gülüşünü saklamak için kafasını eğmişti!

Furkan benim isteğimle beni Karun’un soluna bırakıp dışarı çıktı. Benim gelişimle herkes kahvaltıya başlamıştı. Tıpkı babamın bir zamanlar bize yaptığı gibi Karun tüm ciddiyetiyle masanın en başındaki yerini aldığı için herkes sessizlik içinde yemeğini yiyordu. Masayı etle donattığı için ara ara göz ucuyla soluna, yani benim olduğum tarafa bakıyor ve yiyor muyum diye kontrol ediyordu.

Levent suratını asarak masadaki yiyecekleri gösterdi. “Neden her şeyin içinde et var?”

Kenan’ın ima dolu bakışları dakikasında beni bulmuştu. “Belki birileri yemeye karar verir diye.”

“Aç değilim.” Dünden beri susmayan midem tekrar guruldayınca hepsinin alay dolu bakışları beni buldu. Omuz silktim. “Yine de aç değilim.”

“Gebereceksin açlıktan.” Çağıl tabağımdaki leziz kavurmayı gösterdi. “İnadı bırakıp bir şeyler ye.” Çağıl masada duran sargılı ellerimi görünce istesem de bunu yapamayacağımı anladı. Şimdi kınayan gözlerinin hedefinde abisi vardı. “Yeterince doyduysan karına da bir şeyler yedir birader.”

Karun tabağındaki köfteleri küçük parçalara bölerken ilgisizdi. “Ona zorla bir şey yaptıramazsın. Sen kendi işine bak, iznin ne zaman bitiyor?”

“Bir hafta sonra dönüyorum.” Çağıl kendisine çay doldururken gitmek için fazla sabırsızdı. “Burası çok sıkıcı dağları özledim.”

Karun onun asker olmasından memnun değilmiş gibi huzursuz bir yüz ifadesiyle kardeşine izliyordu. Mafya bir abinin asker kardeşi kulağa küfür gibi geliyordu. Çağıl’ın mesleği en çok Karun’u kızdırıyor olmalı ki ters gözlerle kardeşine bakıyordu. “Bir gün o dağlarda öleceksin, bırak artık bu işleri.”

Çağıl onun bu sözlerine sadece gülmekle karşılık vermişti. “Sen dert etme bizler bir ölür bin diriliriz,” diyerek göz kırptı. “Olur da şehit haberim sana ulaşırsa…” dedikten sonra sustu ve bir süre abisinin gözlerine derin bir manada baktı. “Beni de göm bir defne ağacının gölgesine.”

Kenan kaskatı kesildi.

Karun yutkundu.

Ve Levent başını eğdi.

Defne bu ailenin dinmek bilmeyen bir sızısıydı.

Masada acı verici bir gerginlik yaşanmaya başlayınca konuyu değiştirmeye çalıştım çünkü herkes buz kesmişti. “Dün tam olarak ne oldu?” diye sordum. “Güven’i neden öldürdünüz?” Sebebini bilmiyormuş gibi davranıyordum.

Karun’un bana olan bakışları alayla dolup taştı. Mavi gözlerinin ardında sinir bozucu bir kinaye vardı. “Sen beni hangi sebeple kaçırdıysan o piçi aynı sebeple öldürdüm.” Diyecek hiçbir şey bulamadım. Bu kadar açık sözlü olmasını beklemiyordum.

“Neden bana söylemedin?” Karun gözlerini dikip bana bakınca umursamaz bir ifadeyle omuz silktim. “Sana yardım ettiğimi öğrenirsen benden hiç boşanmazsın diye korktum.” Kaşlarımı alay ederek yukarı kaldırdım. “Hayatını kurtaran kadınlarla evlenmeye kalkışacak kadar değişik birisin,” dediğimde Karun dışında masadaki herkes gülmüştü.

Sabah sabah onun tüm keyfini kaçırmışım gibi Karun yemek yemeyi bırakmıştı. Bana olan bakışları fazla sinirliydi. “Sen başka bir şey söylemeyi bilmez misin?”

“Hayır, zamanı geldiğinde boşanacağım senden.”

“Tamam, anladık! Şimdi yemeğini ye.”

“Aç değilim.”

Tabağımda hiç eksilmeyen yiyecekleri görünce kaşlarını çatarak bana uzandı. “Bu böyle olmayacak.” Tekerlekli sandalyemi kendine doğru çekmişti. Yönünü bana doğru çevirdiğinde sert bakan gözlerinde meydan okuma vardı. “Sen şimdi yemek yemiyor musun?”

Kararlı bir şekilde başımı salladığımda, “Öyle olsun bakalım,” dedikten sonra sandalyesinden bana doğru uzandı. Ne yapacağını merakla beklerken yüzünü yüzüme yaklaştırınca, “Sakın!” demiştim ki daha ben kaçmadan yanağımdan çok hızlı bir şekilde öptü. Allah’ın cezası herif!

Bunu neden yaptığını bildiğim için kan beynime sıçramıştı. “Eşitle şu öpücüğünü!” Öpmediği yanağımı ona doğru çevirdim. “Oradan da öp!”

Beni hiç duymuyormuş gibi önüne dönüp bir fincan çay doldurdu. “Kahvaltını yaparsan neden olmasın.” Çayı önüme ittikten sonra soğumaya bıraktı çünkü sıcak bir çayı bana içirtemezdi. Az önce çatalı batırdığı köfteyi bana uzattı. “Ye şunu.”

“Yemeyeceğim şimdi öp beni!”

“Öpmeyeceğim şimdi ye şunu!”

“Beni öpmeden hiçbir şey yemem!”

“Bunu yemeden seni öpmem.”

En büyük kozum olan gözyaşlarına sığındım. Gözlerimin çok hızlı dolduğunu görünce güldü. “İşe gidiyorum arkamdan istediğin kadar ağla.” Sandalyeden kalkıp kapıya yürüyünce gözlerim masadaki bıçağı buldu. Karun artık saldırılarıma karşı bağışıklık kazandığı için sıradaki hamlemi tahmin etmişti. Hiç arkasını dönmeden, “Bu sefer seni saçlarından tavana asarım!” deyince Kenan kahkaha attı.

Dişlerimin arasından, “Tamam!” diyerek pes ettim. “Yiyeceğim şimdi öpücüğü eşitle.”

Karun bana döndüğünde mavilerinde gördüğüm o çarpık ifade sinirlerimi bozuyordu. Takıntılarımı kullanmadan bana karşı kazanma şansı yoktu. “Ha şöyle.” Bana doğru yürüyünce somurtarak önüme döndüm. Sinirlerimi bozuyordu.

“Neden bu kadar öpücük delisi bu kadın?” diyen Levent’e öldürecekmiş gibi bakıyordum. Öpücük delisi değildim, tüm uğursuzlukları üzerime çekmek istemiyordum.

Çağıl, Kenan ve Levent bizi yalnız bırakarak dışarı çıkınca Karun yanıma oturdu. Masadaki yiyecekleri gösterdi. “Hangisinden başlamak istersin?”

“Hiçbirinden.”

“Saka!”

“Tamam kavurma olsun,” diye homurdandığımda tavayı önüme koydu. Umarım hepsini yememi beklemiyordur.

Karun çatalı ete batırarak bana uzattı. İsteksizce dudaklarımı araladım ama etin tadını alınca içimdeki et canavarı kükreyerek ortaya çıkmıştı. Hızlı bir şekilde çiğneyip yuttuğumda Karun bundan memnun kalarak bana yemek yedirmeye devam etti. Yalnız öyle böyle acıkmamışım. Karun’un uzattığı her lokmayı ona zorluk çıkarmadan yiyordum.

Kaç gündür doğru düzgün yemek yemediğim için tavadaki kavurmanın neredeyse hepsini yemiştim. Karun hiç bıkıp usanmadan masadaki her şeyden bana yedirmişti. Ellerimi kullanamadığım için beni kendi elleriyle besliyordu. Karnım doyunca Karun benim için doldurduğu çay fincanına uzandı. Fincanı dudaklarımı yaklaştırınca bir yudum aldım ama fincandan taşan çayın küçük bir kısmı dudaklarıma akmıştı.

“Bu konuda berbatım.” Karun kısık bir sesle söylenerek peçeteye uzandı. “Daha önce kimseye yemek yedirmedim.” Bir ilki benimle gerçekleştirmesi nedense beni heyecanlandırmıştı.

“Bende daha önce annem dışında kimsenin elinden bir şey yemedim.”

Karun peçeteyi dudaklarıma uzatırken kısa bir an durmuştu. “Annemin elinden bir şeyler yemek şöyle dursun, sütünü bile içmemişim.” İçimi dağlayan sözlerine o güldü ama benim dudaklarım bile kıvrılmamıştı. “Bu tür şeyler için süt anneleri olması iyi bir şey.” Karun’un alaycı sözlerinin ardında büyük bir serzeniş vardı. Her geçen gün anne ve babasını daha çok merak ediyordum.

Peçete dudaklarımın üzerinde durduğunda iç çektim. “Asla senin gibi güçlü olamayacağım, değil mi?” Neler yaşadığını bilmiyorum ama benim yaşadıklarımdan daha ağır şeyler olduğunu tahmin edebiliyordum. Buna rağmen dimdik ayaktaydı.

Peçeteyi dudaklarıma yavaşça bastırıp çay lekesini silerken kısa bir an benimle göz göze geldi. Canını yakan şeyleri iyi gizliyordu. “Benim gibi olmana gerek yok.” Yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyormuş gibi bezgin bir ifadeyle, “Güç her zaman iyi hissettirmez,” dedi. “Sen kendin ol gerisini ben hallederim.”

Karun zaten çok fazla şeyle uğraşıyordu ama buna rağmen benim yükümü de sırtlanmaya hazırdı. O hep birilerinin yükünü omuzlarında taşımaya alışmış gibiydi. Birinin ona yardım edip onu korumasına bu yüzden alışık değildi. “Gücüne ihtiyacım olduğu için seninle geldim.” Biraz acımasız olabilir ama ona karşı dürüst olmak istedim.

Gözlerinin içine bakarak içten hesaplarımı yüzüne karşı söyledim. “Bir gün sana ihtiyacım kalmadığında izimi bile bulamayacak kadar hayatında kaybolacağım.” Yani Carlos’u öldürüp Gazel’e hayatının dersini verdikten hemen sonra. “Sakın bana alışma, Sanrı.”

Karun’un mavi gözlerinde beni ürkütecek bir ifade oluştuğunda peçeteyi tutan elini sıkmıştı. “Bu uyarıyı yapmak için sence de biraz geç kalmadın mı?” Peçeteyi masanın üzerine bıraktıktan sonra donuk gözlerini bana dikti. “Seni bırakmak için günlerdir seni iyileştirmeye çalışmıyorum.” Kaşlarını belli belirsiz çattığında bakışlarında beni endişelendiren bir şeyler vardı. “Bu kadar iyi bir adam değilim.”

Karun son derece kararlı bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Şu anda bana nasıl hissettirdiğini tahmin bile edemezdi. “Madem ihtiyacın olduğu sürece benim yanımda kalacaksın.” Ellerini masaya bastırarak üzerime eğildi ve tehditkâr gözlerle uzun uzun yüzümü izledi. “O zaman hayatının sonuna kadar seni bana muhtaç bir hale getiririm!” Bunları söyledikten sonra hızlı adımlarla yemek salonundan çıktı. Onun arkasından yutkunarak bakıyordum. İşte asıl şimdi başım beladaydı.

Karun’un planlarının içinde beni bırakmak yoktu, değil mi?

***

Çiçek, “Bitti Bige Hanım,” deyince aynadaki yansımamdan kendime baktım. Benim kadar olmasa da Çiçek makyajımı güzel yapmıştı.

Tekerlekli sandalyeden kalkarak boy aynasının önünde kendimi izlemeye başladım. Çiçek makyajla yüzümdeki küçük yaraları kapattığı için solgun yüzüme renk gelmişti. Kırmızı rujumu yeniden dudaklarımda görmeye memnundum. Gazel’in yumrukları dudaklarımı patlatmıştı ama buna rağmen ruj sürdüm. Saçlarım sıkı bir at kuyruğu yapıldığı için gözlerim biraz çekik görünüyordu. Siyah kurdele ise her zamanki gibi saçlarımın sol tarafındaki yerindeydi. Bu toka artık benim bir parçam olmuştu, uğursuz bir parçam.

Bisiklet yaka eflatun elbise belimi sarıyor, dolgun kalçalarımı öne çıkartıyordu. Elbisenin eteği dar olduğu için dizlerimin biraz üzerinde bitiyordu. Siyah topuklu ayakkabılarla güzel bir uyum içindeydi. Elbise vücudumu ikinci bir deri gibi sardığı için sırtımdaki yaraya yeteri kadar hava nüfus etmiyordu. Üstelik topuklu ayakkabıların içindeki ayaklarım daha şimdiden acımaya başlamıştı.

Bunlar benim umurumda değildi. Bugün sahne sırası bendeydi ve Carlos ile Gazel’in karşısına en iyi şekilde çıkmalıydım. Karun sabah kahvaltı masasında beni bırakmayacağını söyledikten sonra dışarı çıkmıştı. Onun yokluğunu fırsat bilip bende hemen hazırlanmaya başlamıştım. Karun eve dönmeden önce bugün Carlos’un işini bitirmeliydim.

Yatağın üzerinde duran eflatun, dantelli eldivenleri taktıktan sonra çantamı alıp odadan çıktım. Attığım her adımda canım daha çok yanıyordu ama dişlerimi sıkarak merdiveni indim. Dışarı çıktığımda korumaların hepsi ip gibi dizilmiş bir halde beni bekliyorlardı. Bendeki değişimi gören çocuklar ıslık çalınca kıkırdadım. Ön kapıyı korumakla görevli olan bu yirmi koruma diğerlerinden çok farklıydı.

İçinde Furkan, Nedim, Celil ve İsa’nın olduğu bu yirmi kişilik ekiple birbirimizi sürekli deli ediyorduk ama onları sevmeye başlamıştım. Bunlar Karun’un diğer korumalarından çok farklıydı. Onlara abartılı bir şekilde kendimi gösterdim. “Güzel olmuşum, değil mi?”

İçlerinden en yakışıklı olan Nedim, “Her zamanki haliniz,” deyince gülüşüm büyüdü.

Kamelyada oturup Rebeca’ya omuzlarına masaj yaptıran büyükbabam, “Ama hâlâ burnu bükük!” diye bağırınca Furkan kahkaha attı. “Fehmi amca bayılıyorum sana.”

Büyükbabam ellerini birleştirip Furkan’a kalp yaptı. “Bende sana Furki’ciğim.” Rebeca’nın masaj yapan parmakları onu gevşettiği için yüzünde baygın bir ifade vardı. “İşini bitirip hemen gel daha gecelere akacağız seninle.”

Kaşlarımı çatarak burnumdan derin derin nefesler aldım. “İkinizi de gebertirim!” Ölümcül bakışlarım Furkan’ın üzerinde gezindi. “Furkan uyma şuna diyeceğim ama al birini vur ötekine!” İkisi birbirinden beterdi.

Sinirli adımlarla arabaya yürüdüğümde Furkan ve büyükbabam hâlâ bu gece çıkacaklarına dair birbirlerine kaş göz yapıyordu. “Furkan!” diye sesimi yükselttiğimde koşarak peşimden geldi. “Geldim Bige Hanım.” Hemen ellerini önünde birleştirip saygılıyla hafifçe eğildi. “Büyük taarruza hazırız. Daha önce patronu kaçırdığımız yetmezmiş gibi şimdi de ondan adam kaçıracağız.” Furkan homurdanarak benim için arabanın kapısını açınca ona ters ters bakıp arabaya bindim. Geri zekâlı biraz daha yüksek sesle konuşursa bilmeyenler de öğrenecekti.

Arabaya bindiğimde Celil şoför koltuğuna geçti ve Nedim’de öne oturdu. Furkan hemen sağımda arka koltukta oturuyordu. Bize escortluk yapan arabanın hemen arkasındaydık ve bizim arkamızda da sekiz araba vardı. “Karun’un konvoyu daha uzun,” diye suratımı asmaya başladım. “Bana da sepetteki en kötü adamlar kaldı. Nedim sen üzerine alınma canım.” Yanımdaki Furkan’ı işaret ettim. “Bir de şuna bak.”

Nedim kısık sesle gülerken Furkan, “Neyim varmış benim?” diyerek alınganlık yaptı. “Bende yakışıklıyım.” Evet, öyleydi.

“Bir Nedim değilsin ama.”

“Bige Hanım siz kertenkele seviyorsanız ben ne yapabilirim.” Nedim’in jöleyle dikleştirdiği saçlarını gösterdi. “Arizona kertenkelesi gibi herifi yakışıklı buluyorsunuz.”

Nedim ve Celil önde gülerken cama doğru kayarak Furkan’dan iyice uzaklaştım. “En azından bakımlı bir kertenkele senin gibi ter kokmuyor.”

“Sizin ayak işlerinize koşturmaktan banyo yapmaya fırsatım mı oluyor? Kafanızdaki tahtalar kırıldığından beri beni kum torbası niyetine kullanıyorsunuz. Gözünüzü seveyim inadı bırakın ve bir kliniğe yatın.”

“Şimdi oturur yere ağlarım görürsün!” diye onu tehdit ettiğimde gülerek önüne döndü. “Adam kesmeye giderken yaptığı tehdide bak.” Her durumda ağlayacak potansiyele sahibim bir kere.

***

Araba bir uçurumun kenarında durduğunda hepimiz sırasıyla inmiştik. Arkamızda duran arabalardaki çocuklar da inip yanımıza gelmişti. Her şeyi önceden ayarladığımız için depodaki çocuklar Carlos ve Gazel’i buraya getirecekti. Çoktan yola çıkmış olmalılar birazdan burada olurlardı. Yürüyüp uçurumun kenarında durarak boşluğa baktım. Korumalar arabaların yanında durarak beni izliyordu.

Onlara dönüp gülümsedim. “Aslında Carlos çok şanslı çünkü ben hep böyle bir yerde ölmek istedim.” Giydiğim eflatun elbiseyi gösterdim. “Üzerimde eflatun bir elbise varken ve şimdi olduğu gibi en güzel halimle ölmek istiyorum.” Bir kuş gibi boşlukta süzülerek son nefesimi vermek istiyordum.

Hepsinin tadı tuzu kaçarken içlerinden biri, “Hayallerinizin içinde neden ölme şekliniz var?” diye sordu. “İnsanlar nasıl öleceğini hiç düşünmez.” Belki de benim düşüncelerim fazla kirliydi.

Bize doğru yaklaşan beş arabayla soluğumu tuttum. Nihayet yıllardır beklediğim an gelmişti. Arabaların beşi de yakınımızda durdu. Siyah takım elbiseli adamlar arabalardan indiklerinde çok gergindiler. “Karun Bey’in bundan haberi var, değil mi?”

“Olmasaydı burada ne işimiz olacaktı?” Furkan onlara yalan söyleyerek beni gösterdi. “Karısı ondan gizli iş çevirecek birine mi benziyor?” Çocuklar evet dercesine bıyık altından gülmeye başlayınca kaşlarımı çattım. Bu aptallar biraz daha böyle devam ederse bizi ele vereceklerdi.

“Siz kimi sorguladığınızın farkında mısınız?” Otoriter bir tavır sergileyerek yeni gelenlere boş gözlerle baktım. “Arayın Karun’u teyit ettirin isterseniz?”

“Aradık efendim,” dedi içlerinden biri. “Evet, bizi onayladı ama emin olmak istedik.” Saygıyla başını eğdi. “Kusur ettiysek affola.”

Aradıklarını biliyorduk çünkü bunu da düşünmüştük. Furkan, Karun’un evet diyen sesini kayıt altına almıştı. Bizim çocuklardan biri bugün Karun’un yakın korumalarından biriyle yer değiştirmişti. Ondan haber gelene kadar depodakileri arayıp Carlos ve Gazel’i istemedik. Karun’un yakınına kadar sızan çocuk bir şekilde onun telefonunu çalmıştı.

Bizi arayıp bundan bahsedince Furkan depodakileri aradı. Tabii onlar da büyük ihtimalle Furkan’ın telefonunu kapatır kapatmaz hemen Karun’u aramıştı. Oysaki hattın diğer ucunda Karun’un telefonunu açan ve elinde Karun’un evet diyen ses kaydıyla bekleyen bizden biri vardı. Aralarında şöyle bir konuşma geçtiğine eminim. Ajanımız, ”Evet?” diyen bir ses kaydıyla telefonu açmıştı. Onlar, ”Efendim Carlos ve Gazel’in çıkış emrini siz mi verdiniz?” diye sorduğunda bizim ajan tekrar, ”Evet,” diyen Karun’un sesini onlara dinletmiş ve telefonu kapatmıştı. Bu planın her detayına çok kafa yormuştum.

Karun oynadığımız oyunu öğrendiğinde hepimizi çok pis silkeleyecekti. İşaretimle kapıları açıp Carlos ve Gazel’i yaka paça arabadan indirdiler. İkisi adamlara zorluk çıkartırken beni görünce çırpınmayı bıraktılar. “Sürpriz.” Onlara tatlı tatlı gülümsedim. “Beni özlediniz mi?”

Karun her boş vaktinde depoya uğrayıp onları bir güzel hırpalamış olmalı ki ikisinin de yüzü gözü tanınmaz haldeydi. Carlos’un mosmor olan gözleri şişmiş, kırılan burnu ödem topladığı için kocaman olmuştu. Gömleğinin ön tarafı tamamen kandı ve ayakta zor duruyordu. Uzun uzun ona baktığım için onu tutan çocuklardan biri, “Karun Bey onunla yakından ilgilendi,” deyince dudaklarım kıvrıldı. Az bile yapmıştı.

Başımı çevirip Gazel’in dağılan saçlarına, patlayan dudağına ve avuç içlerinde akan kana baktım. Az önce konuşan çocuk, “Karun Bey ona elini sürmedi ama ne yapmamız gerektiğini söyledi,” diye küçük bir açıklama yapmıştı. “Biz onun avuç içlerini ve ayak tabanlarını camlarla keserken Karun Bey her saniyesini izledi,” dediğinde buz kestim. Ondan ablama dokunmasını istemediğim halde rahat durmamıştı. Bana istediğimi verip onları öldürmemişti ama ikisine de ağır bir işkence uygulamıştı.

Güçlü görünmeye çalışarak, “Sırtında da bir yara var mı?” diye sorduğumda onlardan önce Gazel cevap verdi. “Var!” Öfkeyle bağırdığında hınçla bana bakıyordu. “Sırtımda da kocanın açtırdığı bir bıçak yarası var!” Soluğumu tutarak hareketsiz kaldım. Gazel’in bana yaptığı her şeyi Karun’da ona tattırmıştı. Ellerini ve ayak tabanlarını camlarla kesip onu sırtından bıçaklatmıştı. Bütün bunları yaparken aynı zamanda onu bir şekilde hayatta tutmuştu.

Ve tüm bu yaptıklarını benden gizlemişti.

Gazel’in gözünde hep fazla duygusal ve zayıf olduğum için üzülmemi bekledi. Onun için üzülüp Karun’a kızmamı bekledi çünkü eskiden olsa böyle yapardım. Onun küçük kardeşi ablası ona ne yaparsa yapsın ablasını savunurdu. Lakin artık o benim ablam değildi ve bende onun tanıdığı Bige değildim. “Hak ettiğinden fazlasını yapmamış.” İçim acısa da sesim fazla soğuktu. “Benim yapacaklarımın yanında bunlar ne ki.”

Onun küçük kardeşi kafesin içinde ablasını yere düşürdüğünde bile elinde eldiven var, canı acımıyor diye sevinen biriydi. Kendi kanarken ablasını düşünecek kadar aptal biriydi. Gazel böyle bir kardeşten bugün dönüştüğüm kişiyi yaratmıştı.

Gazel’e bakmayı bırakıp Carlos’a gözlerimi diktim. Uzun uzun ona işkence etmeyi her şeyden çok isterdim ama onu öldürmeye bu kadar çok yaklaşmışken son anda bir aksilik çıksın istemiyordum. Bu yüzden oyalanmayı bırakıp öldürücü hamleyi yapmalıydım. Karun’un da dediği gibi fırsatını bulmuşken rakibini öldürmezsen geri döner ve o seni öldürürdü. Elimdeki bu fırsatı kaçıracak kadar aptal değildim.

Eğlenen gözlerle Carlos’u izlerken keyfime diyecek yoktu. “Birazdan dünya senin gibi bir pislikten kurtulacağı için o kadar mutluyum ki.”

Carlos adeta ağzından köpükler çıkartarak öfkeyle bağırdı. “Sen beni öldürecek güçte değilsin!” Kuduz köpekler gibi tükürükler saçıp onu tutan kelepçeden kurtulmaya çalışıyordu. Evet hem ona hem de Gazel’e ters kelepçe takılmıştı.

“Gücümün sınırını ah bir bilsen,” diyerek güldüm. “Damarıma basan yedi cihanın kralı bile olsa gider o saltanatı yıkarım.” Gözlerinin içine tüm ciddiyetimle bakıp ona doğru birkaç adım attım. “Ben deli bir mayınım Carlos ve çek ayağını çünkü sen o mayına bastın!”

Bugünkü patlama büyük olacaktı.

Çantamdan bir dal sigara çıkartıp yaktığımda Carlos beni küçümsercesine güldü. “O çok güvendiğin kocan mı öğretiyor sana bu lafları?”

“Kocamın burada olduğumdan haberi bile yok.” Parmaklarımın arasında tuttuğum sigaradan büyük bir nefesi içime çektim ve dumanını kışkırtıcı bir şekilde onun yüzüne üfledim. “Sen ve ben Carlos,” dedim samimi bir sesle. “Sadece ikimiz için ayarladım bu randevuyu. Neden mi?” Gözlerinin en derinine bakarak gülümsedim. “Çünkü kocam bile artık benim kadar acımasız olamaz.” Bu adamı öldüreceğim, hem de hemen şimdi öldüreceğim.

Benden bir canavar yaratan kimseye merhamet etmeyeceğim. “Furkan başlayın!” diyerek geriye çekildim. Belli etmemeye çalışıyordum ama sigarayı tutan elimin avuç içi acıyor, her adımımda ayakkabının içindeki ayaklarım kanıyordu. Kendi kanımı akıtarak onun kanını dökecek, kendi canımı yakarak onun canını alacağım. İyileştikten sonra değil, hemen şimdi bunu yapacağım. O ölmeden asla gerçek anlamda iyileşemezdim.

Nedim ve Celil onun kollarını tutarak Carlos’u zorla uçuruma yakın bir yere sürüklediler. Furkan ve İsa’da büyük, siyah çantaları arabanın bagajından alıp geldi. Çocuklar çantayı açarken Gazel, “Ne geçiyor aklından!” diye bağırınca umursamaz gözlerle siyah Saka’ya bakıyordum. İki kişi onu yere diz çöktürmüştü ve başına silah dayadıkları için ayağa kalkamıyordu.

Birazdan olacakları izlemesi için onu buraya getirdim çünkü küçük kardeşinin artık eskisi gibi olmadığını görmeliydi! Carlos için endişelendiği kadar benim için üzülmemişti. “Neler geçmiyor ki aklımdan,” diyerek gülmeye başladım. “Bence Carlos için değil kendin için endişelenmeye başla çünkü senin için daha iyi planlarım var.” Carlos birazdan ölerek bir nevi benden kurtulacaktı ama Gazel’e kolay bir ölüm yoktu.

Ablam olması ona işkence etmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Zaten artık ablam da değildi. Çocuklar çantanın içindeki bombaları çıkartınca Carlos’un irileşen gözlerini gördüm. Sonunda ne yapacağımı anladığı için gözleri yuvalarında fırlayacakmış gibi büyümüştü. Yüzündeki her kırışık ürpertici bir şekilde seğirirken öfkenin yanı sıra suratında korku da vardı. Gizlemeye çalışıyordu ama irileşen göz bebekleri korkuyu her hücresinde hissetmeye başladığını gösteriyordu.

Carlos’un yüreğine serptiğim ölüm korkusu şu anda tüm gözeneklerine sızmıştı. Çocuklar bombaları üzerine yerleştirmeye başlayınca onlara direnip çırpınmaya başladı. “Sen bir hastasın!” diye bağırdığında kollarını kurtarmaya çalışıyordu. Onu tutanlardan kurtulduğu an üzerime atlayacağına hiç şüphem yoktu. “Sen akıl hastası bir kaltaksın!”

“Hadi ama, Carlos,” dedim yalancı bir şaşkınlıkla. “Şu zamana kadar kaç cami bombaladın, kaç karakolu havaya uçurdun ve kaç kişiyi öldürdün. Sen onlarca kişiyi patlatırken akıl hastası değildin ama ben sana aynısını yapınca deli oluyorum, öyle mi?” İncinmiş gibi dudaklarımı büzdüm. “Üzülüyorum ama.”

“Seni kaçık fahişe!” Bağırarak onu tutan çocuklara saldırmaya çalıştı ama sadece denemekle yetindi. “Sen aklını kaçırmışsın!”

Kırılmış gibi dilimi damağıma vurup cık cık sesleri çıkarmaya başladım. “Ama çok ayıp.” Yalancı bir hüzünle kaşlarımı hafifçe eğdim. “Bombaların ikimiz için anlamını biliyor olmalısın. Sen onları bir yere toplarsın bende patlatırım, bu hep böyle olmuştur.” Sırıtarak zorla gövdesine bağladıkları bomba düzeneğini gösterdim. “Tanımadın mı, seninkilerden.” Ona ait bir mekândan çıkan teçhizattı bunlar. Bizim çocuklar Karun’un haberi bile olmadan birazını almıştı.

Ölümü bile kendi silahıyla olmalıydı.

Patlayıcıları vücudunun her yerine yerleştirmeye başladılar. Öyle ki bacaklarında bile patlayıcılar vardı. “Furkan,” diyerek Carlos’un kafasını gösterdim. “Tatlım kafası boş kaldı.” Üzülmüş gibi dramatik bir ifadeyle ona bakıyordum. “Kafatasının parçalanıp beyninin dağıldığını görmeyeyim mi?”

Son söylediklerimden sonra korumaların hepsi tuhaf gözlerle beni izliyordu. Nasıl desem biraz ürkmüş gibi bakıyorlardı. Önce buraya gelmeden hemen önce yaptırdığım saçlarıma ve makyajlı yüzüme baktılar. Daha sonra ise bakışları biraz aşağıya kaydı ve eflatun elbiseyle ince topuklu ayakkabılarımı izlediler. Neden baştan ayağa beni süzdüklerini anlamadım ta ki Furkan konuşmaya başlayana kadar.

“Şöyle bir bakıyorum ve karşımda kibar, güzel ve sosyetenin göz bebeği bir kadın görüyorum.” Furkan elinde patlama gücü yüksek bir bomba tutarken sesi ona yakışmayan bir şaşkınlıktaydı. “Ama ne zaman konuşsa içinde bir psikopat çıkıyor.” Bu çocuğun açık sözlülüğünü seviyordum.

Furkan dinamiti Carlos’un ensesine koli bandıyla yapıştırınca Carlos, “Bu yanına kalmayacak!” diye bağırıp daha fazla çırpınmaya başladı. Kollarını kurtarmaya çalışırken bana doğru atılıyordu ama onu tutan çocuklar bir adım bile atmasına izin vermiyordu.

Furkan dinamiti onun ensesine sabitlemek için bandı Carlos’un boynuna doladıkça daha çok bağırıyordu. “Daha sen sekiz yaşındayken seni öldürmeliydim!” Geriye dönme şansı olsaydı o gün tereddüt bile etmeden beni öldüreceğini biliyordum. “Daha sen çocukken önce becerip sonra öldürmeliydim!” diye haykırdı.

“Senin ona uzanan dilini sikerim lan!” Furkan koli bandını bıraktı ve Carlos’un karşısına geçip çenesine öyle bir yumruk attı ki, yemin ederim çenesindeki o kırılma sesini duydum. Bu çocuk benim sağ kolum olmaya adaydı.

Carlos’un hakaretleri beni zerre kadar etkilemediği için sigaramı içerek beklemeye başladım. Çocuklar onu paket yaparken aklıma gelenlerle, “Kadem’i arayın buraya gelsin,” dedim. “O da 13 Haziran çocuklarından biri ve bunu izlemeye hakkı var.” Kadem’i görmek istemiyorum ama bunu görmeyi hak ediyordu. Tüm ailesini katleden birinin nasıl öldüğünü görmeliydi. Bugün 13 Haziran’ın çocuk kahramanlarının günüydü.

Çocuklardan biri telefonu çıkartıp Kadem’i arayınca Gazel ile göz göze geldik. Furkan, Carlos bana küfretmesin diye onun ağzını da bantladığı için artık sesi çıkmıyordu. Sigaramı içerken Gazel’in karşısında durdum, daha doğrusu tepesinde dikildim çünkü çocuklar onun ayağa kalkmasına izin vermiyordu. Omuzlarından bastırarak ona diz çöktürmüşlerdi. Gazel başını kaldırıp dağınık saçlarının arasından bana baktığında gözlerinde yersiz bir telaş ve yoğun bir öfke vardı.

“Kocanın gücü olmayınca sen bir hiçsin! Seni o kafesten kurtaran oydu. Bugün burada bana üstünlük taslıyorsan bu bile onun gücüyle, onun adamlarıyla!” Bu büyük bir suçmuş gibi bakıyordu. “Sırtını yasladığın o adam olmayınca sen bir zavallısın!”

“Bu bile benim doğru senin de yanlış seçimler yaptığını göstermez mi?” Alınganlık yapmak yerine gayet sakince onu izliyordum. “Benim sırtımı yasladığım adam dağ gibi arkamda peki, senin sırtını yasladığın adam nerede?” Gülerek adamlarımın paketlediği Carlos’u gösterdim. “Bak orada ve birazdan parçalarına ayrılacak. Seni kurtarmak şöyle dursun kendine bile hayrı yok. Benim seçtiğim adam benim beni ayakta tutuyor.” Dizleri üzerinde olmasına değindim. “Ama senin seçtiğin adam seni ayaklar altına düşürdü.”

“Bana güçlü kadın pozları kesme!” Çırpınarak ayağa kalkmaya çalıştığında gözlerinde gördüğüm o sonu gelmez öfke hâlâ canımı yakıyordu. “Sen asla şu anda bana göstermeye çalıştığın kadın olmadın ve olamazsın!” Gülerek kendi söylediklerini onayladı. “Kafesin içindeyken bana karşılık bile veremeyecek kadar zavallıydın!”

Sırtımın acımasına rağmen bunu yaptım ve üzerine eğildim. Yumruk yaptığım elimi suratına geçirerek onu yere serdiğimde içimde zerre acıma olmamıştı. “O kafesin bir rövanşı olacak!” dedim yemin eder gibi. “İşte o zaman asıl zavallının kim olduğunu göreceksin!”

Sinirlerimi daha fazla bozmaması için onu bırakıp arabaya yürüdüm. Kalçamı arabanın kaportasına yaslayarak soluklanmaya başlamıştım. Bu kadar hareket her yönden benim için tehlikeliydi. Az önce eğildiğim için sırtımdaki dikişler bile bana tarifi olmayan bir acı veriyordu ama bunu gizlemeye çalışıyordum. Bu iki hainle işim bitmeden gücüm tükenmemeliydi.

Yaklaşık yirmi dakika boyunca Kadem’i bekledik. Bu süre benim için bir asır gibi gelirken eminim Carlos hiç bitmesin istiyordur. Ancak nihayet Kadem’in arabası ufukta görünmeye başlamıştı. Kurak arazinin engebeli yollarını aşarak büyük bir süratle buraya geliyordu. “Gel bakalım Çilek Adam,” diye fısıldadım. “Bugün kaybettiğimiz herkesin ruhunun huzur bulacağı gün.” Bugün intikamımızı alacağımız büyük gündü.

Kadem yaklaşıp arabayı durdurduğunda doğrulup ona izlemeye başladım. Arabadan inen çocuk buraya neden geldiğini biliyordu çünkü yalnız gelmesi için ona konuyu kısaca anlatmışlardı. Bu yüzden gördükleri onu pek şaşırtmamıştı ama gözleri tıpkı benim gibi bakıyordu. Geç kalınmış bir intikamın kırık hüznü vardı gözlerimizde. Bunu ailelerimize borçluyduk, bunu arkadaşlarımıza ve Uğur ile Efil’e borçluyduk.

Kadem yanıma gelip karşımda durduğunda nemli gözlerle birbirimize bakıyorduk. Evet, aynı zamanda üzgündük de çünkü Carlos’un ölümü bize kaybettiğimiz insanları geri vermeyecekti. Keşke verseydi ama vermeyecekti. Lakin onların dökülen kanı yerde kalmayacaktı.

“Bitiyor mu sonunda?” diye sordu.

“Bitiriyoruz.” Başımı usulca salladım. “Biz bitiriyoruz.”

“Yalnız değil, birlikte.”

Buruk bir tebessümle onu onaylamıştım. “Olması gerektiği gibi.”

İkimizde Carlos’a doğru yürürken, “Furkan,” dedim. “Hepiniz patlama noktasında uzaklaşın.” Yerdeki Gazel’i gösterdim. “Onu da alın hepiniz güvenli bölgede durun.”

Furkan itiraz etmeye hazırlanıyordu ki, “Dediğimi yap,” dedim katı bir sesle. Bunu sadece Kadem ve ben yapacağız.

Furkan beni ikna edemeyeceğini anlayınca mecburen başını salladı. Carlos’un göğsündeki bomba düzeneğini aktif hale getirerek kumandayı bana verdi. Gazel’i sürükleyerek arabaya bindirdikten sonra hepsi arabalara atlamıştı. Arabalar birbiri ardına buradan uzaklaşmaya başladığında hiç kıpırdamadım. Bizim çocuklar burayla aralarına belli bir mesafe koyarak güvenli bir bölgede durmuştu. Hepsi tekrar arabadan çıkıp bulundukları yerden bizi izliyordu. Kadem ile birbirimize baktığımızda, “Başlayalım mı artık?” diye sordu sabırsızca.

“Başlayalım.” Elimde ölümcül bir kumanda tutarken onunla Carlos’a doğru yürümeye başladım.

Bugün kendi tarihimizi yazacağız.


Yorumlar