Roman
  • 01/12/2025

25-TUTKULARIN ÖTESİNDE

“Gördüğüm her güzel düş bir kâbusa dönüşmeye mahkûmdu. Ancak kâbuslarım hiçbir zaman uyanmak istemediğim güzel bir rüyaya dönüşmüyordu. Kötü olan her şey kalıcı ve etkisi sonsuz mu olurdu?”

Elimde birazdan birini havaya uçuracak bir bombanın kumandasını tutarken mutluydum. Kendimle ilgili yeni yeni keşfetmeye başladığım bu karanlık ve tehlikeli tutkunun adı öldürme isteğiydi. Daha önce de isteyerek veya istemeyerek birçok kişiyi öldürmüştüm ancak hiçbiri içimde böylesine bir hazzı uyandırmamıştı. Plansız bir şekilde öldürdüklerin için üzül, istemeyerek öldürdüklerin için gözyaşı dök, fakat bile isteye öldürdüklerin için gülümse.

Carlos’un her yanı bombalarla sarılı ve bağlıydı. En son bana küfrettiği için Furkan onun ağzını da bantlamıştı. Bu yüzden Kadem ile ikimiz onun karşısında durduğumuzda hiçbir şey söyleyemedi. Ağzındaki bant olmasaydı belki çok şey söylerdi ama bunun için izni yoktu. Bandı sertçe çekip çıkardım. “Bize iyi bak,” dedim büyük bir kinle. “Gördüğün son yüz bize ait olacak.”

“Duyduğun son ses bizim sesimiz olacak,” dedi Kadem.

“Cehennemde görüşürüz rezil herif!” dedikten sonra ona sırtımızı dönerek uzaklaşmaya başladık. Arabalara doğru yürümeye başladık. Sadece saniyeler içinde ölmüş olacaktı.

Aramıza yeteri kadar mesafe koyunca Carlos’a bakıp sırıttım. “Oğlun David’e benden selam söyle,” dedikten sonra kolumu havaya kaldırdım. Onu parçalarına bölmek için tam kumandanın düğmesine basacaktım ki, “Dur!” diyen Gazel boğazını parçalarcasına haykırdı. “Efil yapma, sana yalvarıyorum dur!” diye bağırınca kolum havada, parmağım kumandanın üzerinde öylece kalmıştı.

Ablam durmamı istiyordu.

Ablam Carlos’un hayatı için bana yalvarıyordu.

O gece beni affetmesi için ona yalvardığım gibi Gazel’de bana yalvarıyordu ama af dilenmek için değil, Carlos’u yaşatmak için. Kollarını tutan çocuklardan kurtarmaya çalışırken bir süre onu izledim. Gözlerinin siyahındaki korkuyu buradan bile görebiliyordum. Gözlerinde büyük bir endişe ve orada olmaması gereken yoğun bir korku vardı. Carlos’un hayatına yönelik bir korku. Ne acı değil mi, kendi öz kardeşini sırtından bıçaklarken bu kadar korkmamıştı.

“Bana Efil deme.” Buz gibi bir sesle konuşup ona kendi sözlerini hatırlattım. “Unuttun mu, ben babamın kızıyım.”

Bugün ablamın yaşatmak istediği adam gelecekte katilim olacaksa onu sağ bırakmam büyük aptallık olurdu. Kendi Azrail’imi bürgün gelip beni öldürsün diye serbest bırakacak değildim. Carlos ile aramızda ölümüne bir düşmanlık vardı ve sadece birimiz hayatta kalabilirdi. Elime geçen bu fırsatı şimdi kaçırırsam bir dahaki sefere oklar tamamen bana dönebilirdi. Hiçbir zaman bu kadar aptal biri olmadım.

Carlos’a doğru dönüp delice dönen gözlerine baktım. Tüm umutları Gazel’in beni ikna edeceği yönündeydi ama şimdi ne kadar kararlı olduğumu bir kez daha görüyordu. Gözlerimde kendi ölümünü görene kadar kuyruğunu dik tutmaya çalışmıştı ama şimdi yolun sonuna geldiğini anlıyordu. “Seni paraya boğarım!” Ölüm korkusuyla şu anda istediğim her şeyi yapacak gibiydi. “Seni bu ülkenin en zengin kadını yaparım!”

“Zaten öyleyim,” diyerek ona gülümsedim. “Kocam trilyonluk bir adam olduğuna göre bende öyle oluyorum.” En basitinden boşansam açacağım nafaka davasıyla bile büyük bir servetin sahibi olabilirdim.

Carlos telaşlanarak, “Güç ve iktidar sahibi yaparım seni!” diye bağırınca ona baygın gözlerle bakmaya başladım. “Şu anda hayatın benim elimde olduğuna göre zaten istediğim güçteyim.” Çırpınışlarından hastalıklı bir derecede zevk alıyordum.

Carlos hiçbir şekilde beni ikna edemeyeceğini anlayınca bana karşı son kozunu oynadı. “Ya taktığın o toka?” Kaskatı kesildiğimde şimdi sırıtan oydu. “O tokadan kurtulmak istemiyor musun? Bunu her şeyden çok istediğini biliyorum.”

Artık onu öldürmeyeceğimden o kadar emindi ki neredeyse kahkahalar atacak, bana karşı olan büyük zaferini kutlayacaktı. Ancak unuttuğu bir şey vardı ve o da saçımdaki tokaya rağmen onu öldüreceğimdi. “Kalan hayatımı siyah kurdeleli bir tokayla geçirebilirim ama seninle asla,” dedikten sonra celladının gözlerine son kez bakmasına izin verdim daha sonra, “Seni oğluna kavuşturduğum için bana teşekkür etmeyi sonraya sakla,” dedim hissizce. “Belki bende öldükten sonra!” Daha fazla uzatmadan kumandanın düğmesine bastım.

Bitti.

Yılların düşmanlığı tek bir düğmeyle bitmişti.

Bombanın düğmesine bastığım an Kadem ile ikimiz arkaya doğru savrulmuştuk. Güvenli bir bölgedeyken bile patlatmanın şiddeti bizi arkaya savuracak kadar büyüktü. Patlamanın çıkardığı gürültülü ses Gazel’in çığlığını bastırmıştı. Kulaklarımda bombadan kalan uğultu varken her saniyesini soluksuz bir şekilde izlemiştim. Vücudum arkaya doğru savrulurken kalçamın üzerine düşmeden hemen önce onun nasıl paramparça olduğunu görmüştüm.

Önce şiddetli bir ses duymuştum daha sonra ayaklarımın altında başlayan bir sarsıntı ve en sonunda güneşin kızıllığıyla yarışan bir ateş belirmişti. Sadece birkaç saniye beliren bu ateş Carlos’un vücudunu parçalamış, her uzvunu bir yere savurmuştu. O öldü, ben öldürmüştüm.

Ellerimi yere bastırıp ayağa kalktığımda Gazel düştüğü yerde hâlâ ağlıyor, bana nefret kusuyordu. Dümdüz bir şekilde uçuruma bakarken ablamın arkamdan söylediği her şeyi duyuyordum. “Sen bir canavarsın! Neye sebep olduğun hakkında bir fikrin yok!” diyordu. Sesi titriyor, çektiği bedbaht acı içime nüfus ediyordu. “Dokunduğun her şey ölüyor!” Son söylediklerinden haklı olmasından daha acı bir şey yoktu.

Ablam Carlos’u bile benden daha çok seviyordu.

Uçuruma doğru yürürken Carlos’un parçalanmış uzuvlarının arasından geçtim. Sekiz yaşındayken arkadaşlarımın kopmuş uzuvları arasında geçtiğim gibi hissizdim. Yerlere saçılmış iç organları arasında yürürken korkutucu denecek kadar duygusuzdum. Birini parçalarına ayırmıştım ama ne mutluydum ne de üzgün. Sanki tek derdim ayakkabılarımın kirlenmesiymiş gibi dikkatli adımlar atıyordum. Ayakkabılarımı seviyordum.

Öylesine gereksiz bir telaş vardı dikkatli adımlarımda. Carlos’un yarısı olmayan kafatasına tekme atarak uçurumdan aşağıya fırlattım. İğrenç bir görüntüydü ama gözleri yerinde fırlayan kanlı kafatasını görmek bir o kadar da tatmin ediciydi. Arkamda her yere saçılmış insan parçaları varken uçurumun kenarına oturdum. Mutlu olmam gerekiyordu ama değildim.

Ayaklarımı boşlukta sallandırarak havayı içime çektiğimde duygularım fazla karışıktı. Rüzgârın barut ve kanla karıştırdığı kirli havayı içime çekerek derin bir nefes aldım. Daha iyi hissetmem gerekmiyor muydu? Hep Carlos ölünce içimdeki tüm bu kinin yok olacağını, daha iyi hissedeceğimi düşünmüştüm. Daha iyi hissetmiyordum, belki daha kötü fakat hissettiğim şeyin adı daha iyi değildi.

Çantamdaki paketi çıkartıp bir dal sigara yaktım. Dumanı içime çekip başımı güneşin sararttığı solgun ama parlak gökyüzüne doğru kaldırdım. “Bitti ama henüz bitmemiş çok şey var gibi geliyor.”

Siyah kurdeleli toka hâlâ saçlarımdaydı.

***

Malikaneye döndüğümüzde hepimiz çok gergindik çünkü Karun eve dönmüştü. Sabah kahvaltısından hemen sonra işe gitmişti ve bizde ondan sonra oyalanmadan çıkmıştık. Hazırlanıp evden çıkmam ve Carlos’u öldürüp geri dönmem toplamda üç saatimi almıştı. Bunun iki saati güzel görünmek için yaptığım hazırlığa gitmişti. Karun’un eve erken dönmesinin sebebini az çok tahmin edebiliyordum. Canımıza okumak için dönmüştü. Kendim için sıkı bir savunma hazırlasam iyi olacaktı.

Malikaneye girdiğimde artık ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Kanayan ayak tabanlarım her adımımda ağlama isteğimi pekiştiriyordu. Bu durumdayken basamakları çıkmak belki de hayatımın en zorlu sınavıydı. Çiçek bana Karun’un beni çalışma odasında beklediğini söylemişti ama ben odama geçip dinlenmek istiyordum. Tabii öncesinde kanayan yaralarım için doktora pansuman yaptırmalıydım.

Üst kata çıkınca kendimi zorlayarak Karun’un çalışma odasının önünde durdum. Elimi kaldırıp kapıyı tam çalacaktım ki içeride Kenan’ın, “Gurur yanında onu da getirmiş olabilir mi?” dediğini duyunca hiç kıpırdamadan durdum. Kimden bahsediyorlardı? “Karun onu daha fazla insanlardan saklayamazsın.”

“Ne yapmamı bekliyorsun? Kenan o kız bir utanç kaynağı!” Karun’un sesi sert ve tahammülsüzdü. Hangi kızdan bahsediyordu?

“O Defne’nin kızı ve senin de yeğenin.” Karun’un bir yeğeni mi vardı?

“Bu kadarıyla sınırlı olmadığını iyi biliyorsun!” Karun bağırdığında içeride bir şeylerin kırılma sesi gelmişti. “O piç hiç doğmamalıydı. Sikerim böyle işi, onu görmeye bile tahammülüm yok!”

“Kız kanser lan!” Kenan’ın da ona bağıran sesini duydum. “Doktor raporlarını okudun mu? Melek için yapılacak hiçbir şey kalmadığı için doktorlar onu taburcu etti. Gurur neden şimdi Türkiye’ye döndü sanıyorsun? Çünkü yeğenin ölüyor, Karun! Gurur beni aradı, kızın son isteği annesinin mezarına gitmek dedi. İzin ver buraya gelsinler.”

“Ölmeli de Kenan!” Karun’un acımasızlığı karşısında iliklerime kadar ürpermiştim. Ölmesini istediği kişi kendi öz yeğeniydi. “En başında benim yapmam gereken şeyi bir hastalık yaptığı için üzülecek değilim!”

“Ablanı severken onun kızına karşı nasıl bu kadar taş kalpli olabiliyorsun? Melek’in neye benzediğini bile bilmiyorsun çünkü onu hiç görmedin! Defne burada olsaydı çok üzülürdü.”

“Ama yok!” diye bağırdı Karun. “O piçi doğururken öldü!” Bu yüzden mi yeğenine karşı bu kadar gaddardı? Defne’nin bir kızı olduğunu bile bilmiyordum. Kimse bilmiyordu çünkü onu sır gibi saklamışlardı.

“Kenan benim ablam on üç yaşında öldü, on üç yaşında anne oldu. Sen hâlâ bunun ne demek olduğunu idrak edemedin mi? Bir çocuk, çocuk doğururken öldü!” Karun’un söyledikleriyle başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. On üç yaşında mı? Defne on üç yaşında doğum yaparken mi ölmüştü? Allah kahretsin, bu nasıl mümkün olabilirdi?

O yaştaki bir çocuk, nasıl çocuk doğurabilirdi?

Ortada çirkin bir istismar olduğu çok açıktı. Kulaktan dolma duyduğum eksik bilgilerle ortaya çıkardığım şeyler kanımı dondurmuştu. Çağıl bana Defne’nin katilinin babası olduğunu söylemişti. Bu da demek oluyor ki Defne hamile kalıp çocuk doğurduğu için babası onu öldürmüştü. Bu tür namus kavramları ülkenin her yerinde vardı. Kız çocukları sevgili yaptıklarında bile ailelerinde ölesiye şiddet gördükleri oluyordu.

Belki de babası bu hamilelikte Defne’yi suçlayıp onu ortadan kaldırmıştı. Bu yüzden Kalender erkekleri anne ve babalarından bu kadar çok nefret ediyorlardı. Oysaki burada suçlu olan Defne değildi çünkü on üç yaşındayken hamile kalıyorsa bu onun istismar edildiğini gösteriyordu. Birileri küçük bir çocuğa dokunmuş, onu hamile bırakmıştı. İğrenç bir dünyada yaşıyorduk!

“Kapat artık şu konuyu,” diyen Karun’un soğuk sesini işittim. “Saka hâlâ dönmedi mi? Son günlerde o da fazlasıyla canımı sıkmaya başladı. Karım benden adam kaçırıp onu havaya uçuruyor!” Anlaşılan günlük öfke nöbetini benden de çıkartacaktı.

“Seni anlamıyorum,” diye homurdandı Kenan. “Her şeyden haberin vardı ve sessiz kalıp onun yaptıklarına göz yumdun. Şimdi bu öfken niye?” Nasıl yani, Karun başından beri ne planladığımı biliyor muydu? Ah, tabii ki biliyordu! Onu kandırdığımı düşünmek büyük hataydı.

“Olacaklara göz yummam arkamdan gizli saklı iş çevirmeye kalkıştığı gerçeğini değiştirmiyor,” dedi. “Bu ikinci kez tekrarlanırsa o da sonuçlarına katlanır!”

Biraz daha onları dinlersem yakalanacağımı bildiğim için kapıyı çaldım. Karun’un, “Gel!” diyen sert sesini duyunca derin bir nefes alıp içeri girdim. Hadi bakalım, gazamız mübarek olsun.

Çalışma odasına bir suçlu gibi mahcup bir ifadeyle girdiğimde masanın önünde yere saçılan belgeleri gördüm. Karun ayaktaydı ve kollarını iki yanından ayırıp ellerini masaya bastırmıştı. Başı öndeydi ve sakinleşmek için hızlı hızlı nefesler alıyordu. “Kenan bizi yalnız bırak.” Gelenin ben olduğumu nasıl anladığını merak ettim çünkü başını hiç kaldırmamıştı.

Kenan dışarı çıkmadan önce dudaklarını oynattı ve kısık bir sesle, “Fazla üzerine gitme,” diye beni uyardı. Onu kızdırmak için üzerine gitmeme gerek yoktu ki bu adam her saniye kızacak bir şeyler mutlaka buluyordu.

Kenan dışarı çıkıp kapıyı kapatınca, “İçeri girenin ben olduğumu nasıl anladın?” diye sordum. Kapının önünde dikilirken öfkesini yatıştıracak bir şeyler düşünüyordum.

Karun başını yavaşça kaldırıp öylesine bakar gibi bana baktı ama aslında öylesine bakmıyordu. Korkunç sanrıların esir aldığı mavi gözleri baştan ayağa beni süzerken öylesine değildi bakışları. Hafif çatık kaşlarla beni izledikçe bakışlarının değdiği her nokta karıncalanıyor, kendimi gizleme dürtüsüyle dolup taşıyordum. Gözleri ayaklarımda duraksadı. “Topuklu ayakkabılarının tıkırtısından,” diyerek sorumu yanıtladı.

Soğuk bakışları bana çıplak hissettiriyordu. Üşüme hissini yaşatmayı iyi biliyordu. Ayakkabılarıma bakarken, “Hep aynı ahenkte yürüdüğün için ayakkabılarının çıkardığı tıkırtı hiç değişmiyor,” diye burnundan soludu. “Bir piyanonun kör notası gibi kalın ama uğultulu.”

Ayakkabılarımın çıkardığı sesi bile beynine kaydedip onu tarif etmesini beklemiyordum. Her an kaçacakmışım gibi kapıya yakın durduğumu görünce yüz ifadesi alaycı bir şekle büründü. “Seni hiçbir zaman anlayamayacağım.” Başını omzuna doğru eğdiğinde mesafeli bakışlarına bir tutam sinsilik eklenmişti.

Bana yan bir bakış atarak kapıya olan yakınlığıma değindi. “Benden korkuyorsun ama kaldırdığın çenen, dikleştirdiğin ince omuzların ve korkuna direnen kahvelerin cesur bir kadın izlenimi yaratıyor.”

Araladığı dudaklarının arasına sessizce boğucu bir nefes çekti ve içine aldığı nefesi aynı sessizlikle serbest bıraktı. “Neden gerçeği anlamıyoruz?” Ellerini masadan çekip doğruldu ve belinden çıkardığı silahın emniyetini açtı. Silahı bana doğrultup tepkimi ölçmeye başlamasını beklemiyordum. Ne yapmalıyım veya o ne yapıyordu?

Karun bana doğrulttuğu silah karşısında kaçıp kaçmayacağımı veya herhangi bir korku belirtisi gösterip göstermeyeceğimi merak ediyordu. Hiç kıpırdamadan dümdüz bir şekilde ona baktığımı görünce kalbimdeki namluyu biraz sağa doğru kaydırdı. Silahın namlusu göğsümü saf dışı bırakacak kadar kayınca kolumun çok yakınına ateş edeceğini anlamıştım. Göz göze geldiğimizde Karun tetiğe bastığı an sağa doğru bir adım attım. Tetiğe basınca yana kaydığım için silahtan çıkan kurşuna göğsümü siper etmiştim.

Kulağımızda tık sesi çınlarken Karun’un beti benzi atmıştı. “Siktir, manyak karı!” Gözlerinde inanamayan bir ifade oluştuğunda elindeki silahı sertçe masanın üzerine attı. Ruhunu ezen derin bir şaşkınlıkla beni izliyordu. “Ya dolu olsaydı?” Bunun cevabını ikimizde iyi biliyorduk.

Kalp atışlarım hızlandı, içim titredi ve korktum ama o, bunu hiç anlamadı. Namlunun önüne neden atladığımı bende bilmiyordum bu tamamen iç güdüseldi. Bu bile son yaşadıklarımdan sonra gerçekten iyi olmadığımı gösteriyordu. Gazel geri döndüğünden beri hiç iyi değildim. Ya o silah dolu olsaydı?

Ne yaptığımı daha yeni yeni fark ederken titreyen yüreğimin gözyaşları gözlerimin çukuruna akın etmişti. Karun bunu anladı, iyi olmadığımı, bazı şeyleri kontrolüm dışında yaptığımı anladı. Tıpkı attığım çığlıkları ve hızlı duygusal geçişleri kontrol edemediğim gibi bunu da kontrolüm dışında yaptığımı anlamıştı. Değişen yüzüme baktıkça içimde kopan fırtınaları görüyordu.

Ötelerden annemin sesi duyuluyordu, ölmeden önce beni Gazel’e emanet eden kısık sesi. Ve bugün Gazel’in, ”Dokunduğun her şey ölüyor,” diyen sesi annemin sesini bastırıyordu.

Aşırıya kaçan hareketleriyle herkesi usandıran bir kadının utancıyla Karun’a bakıyordum. “Ben.” Dudaklarımı birbirine bastırıp sustum çünkü alışkın değildim doğrudan ne hissettiğimi söylemeye. Ben korktuğumda bile çok cesur görünürdüm hatta en cesur göründüğüm anlar gerçek anlamda korktuğum anlardı.

Karun onun karşısında dimdik durmama rağmen gözlerimde biriken yaşları gördü. Dudaklarındaki belli belirsiz tebessümü gizlediği saklı bir korkunun eseriydi. “Varsayalım ki çok korkuyorum beni nasıl yatıştırırdın?” diye sorduğunda bir gizemin kapılarını kendi için aralamak üzereydi.

“Sana sarılırdım.” Sesim benden beklenmedik bir şekilde cılız ve yardıma muhtaçtı.

Karun her hareketimi izlerken gözleri hafifçe kısıldı. “İyi gelir miydi?”

Onu bilmem ama bana iyi gelirdi. Korktuğumda birinin bana sarılması bana iyi gelirdi çünkü kendimi güvende hissederdim. Bu yüzden ona da iyi geleceğini düşündüm. “Belki iyi gelir.”

Net bir cevap olmadığı için Karun hoşnutsuzluk içinde güldü ama bu gerçek bir gülüş değildi çünkü kıvrılan dudaklarının ışığı gözlerinin mavisine yansımıyordu. “Belki mi?” Ağır adımlarla masanın arkasından çıktı. “Bu bir cevap değil.”

Masanın önünde durdu ve kalçasını masaya yaslayarak ellerini masanın yanlarına bastırdı. “İyi gelir mi gelmez mi, onu söyle.” Bunu sorarken ürkütücü sayılacak derecede ciddi ve soğuktu.

“İyi gelir,” dedim bir öncekinden daha kararlı bir sesle.

“Bana sarıl.”

“Ne?”

“Korkuyorum gel bana sarıl,” dediğinde kaskatı kesildim.

Karun korkmuyordu.

Korktuğumu biliyordu.

Ve bana iyi gelecek şeyi benden öğrenmişti.

Hayallere kapılmaktan korkan bir hayalperestin sezgisiyle ona doğru küçük bir adım attım. Kanayan ayaklarımın canımı yaktığı bir adımdı bu. İkinci adımımda Karun sıkıntılı bir nefes daha çekti içine ve “Dur,” diye beni uyardı. Birden hatasını anlamış gibi topuklu ayakkabıların gizlediği ayaklarıma bakıyordu.

Önce bakışlarını ayaklarımdan çekti hemen sonra da iri vücudunu yaslandığı masadan ayırdı. Bana doğru yürüyüp tam karşımda durduğunda ayakkabılarının ucu ayakkabılarımın ucuna değiyordu. Başımı kaldırdığımda o da başını eğmiş beni izliyordu. Burada hissettiğimiz tek tuhaflık küçük bir sarılma faslının bile bizi haddinden fazla zorluyor olmasıydı. Oysaki evliydik değil mi?

Karun biraz daha üzerime eğilerek yüzlerimizi hizaladı. “Şimdi sarıl.” Her zamanki düz bakışları ve hissiz sesiyle bu gergin olayı kapatmak istiyordu.

İkimizin de çok istediği ama ilk adımı karşı taraftan beklediği küçük bir sarılma faslı müthiş bir komediye dönmek üzereydi. Buna bir son vermek için ellerimi beline bir emanetçi gibi koydum ve başımı göğsüne yasladım. Seçkin bir hayalin peşinde koşar gibi, “Sende sarıl,” dedim kendimden beklemediğim bir çekingenlikle.

Bu konuda Karun bana göre daha cesurdu, bunu herkes bilir, herkes kabul ederdi. Kollarını bana sarıp sımsıkı sarıldığında bile iri kollarında yoğun bir güç fışkırıyordu. Burnunu saçlarıma gömüp kokusunu içine çekmesi şaşırtıcı denecek kadar sahipleniciydi. “Bu küçük yakınlaşma bile bizim için neden bu kadar zor?” Yüzünü göremiyorum ama sesinde nikâhında olan bir kadına gönlünce dokunamamanın sitemi vardı.

“Çünkü birbirimize ait değiliz.” Bunu söylediğim an Karun kaburgalarımı sıkıştıracak kadar kollarını sıkılaştırdı. Beni göğsüne sıkıca hapsederken ait olduğum tek yerin onun kolları olduğunu göstermek ister gibiydi. “Benden başka birine ait olduğunu mu düşünüyorsun?”

Başım onun göğsüne yaslıyken ve kalp atışlarını bir ninni tadında dinlerken, “Sen kendini bana ait hissediyor musun?” diye sordum. Uykulu bir sesle ona farklı bir soru yöneltmiştim. Karun’un kolları çok huzurluydu. Yuva gibi hissettiriyordu.

Burnunu saçlarımın tepesine gömüp kokumu uzun uzun içine çekerken sessizce mırıldandı. “Birine ait olacaksam bu neden sen olmayasın?” Tek bir sözüyle hızlanan kalbimin saflığına hayret etmiştim.

Başımı kaldırıp ona baktığımda çenem göğsüne sürtünmüş ve göğsüne yaslı durmuştu. Karun başını eğip beni izlerken gözlerini çevreleyen kirpiklerin arasında bir münzevinin seyahat aşkıyla bana bakıyordu. Ruhu yorgun bir gezgin gibi artık durmak ve bir kalpte soluklanmak istiyordu. Hayattaki tüm dünyevi zevkleri tatmış, tüm acıları görmüş ve tüm ruhların çıplaklığına dokunmuş gibiydi. Yolculuğunun sonuna gelmiş gibi yorgun bakıyor, son durak olarak bende durmak ve dinlenmek istiyordu. Belki de kalmak ve hiç gitmemek istiyordu.

Bir sanat eserine bakar gibi mavileri kahvelerimde oyalanırken, “Hiç ihtimal vermiyorum ama beni kendine ait kılabilir misin?” diye sordu. Bu onun için imkânsız ötesi bir ihtimaldi.

Dudaklarımı bükerek göğsündeki çenemi biraz dikleştirdim. “Kimin kollarındaysan o an için ona aitsindir.” Üçgen kaslı göğsüne yapışmış bir vaziyette dururken belindeki ellerimi kaydırdım ve ellerimi belinin arkasında birleştirdim. “Şu an için sadece bana aitsin.”

Karun’un yüzünde kavrulmuş denecek kadar sıcak ve yanık bir ifade oluştuğunda yukarıdan beni süzdü. “Ben sadece şu an için sana aitim,” dediğinde hiçbir fikrin sığamayacağı bir tehdit oluştu mavilerinde. “Ama sen kollarımın arasında çıktığında bile sadece bana ait olacaksın.”

Tüm alaycılığımla güldüm. “Zorunlu bir evliliğin zorunlu bir şartı mı bu?”

Açık pencereden esen ılık rüzgâr bir kez daha beyaz tül perdeyi dalgalandırırken, “Hayır,” diye mırıldandı boğuk bir sesle. “Bir suçu başka bir suçla kapatamam.” Evliliğimizi bir suç olarak görüyordu.

Bu suçu sadece aşk telafi edebilirdi.

Ona âşık değildim.

Bana âşık değildi.

Beş ay daha bir suçun iki mahkûmu olacaktık.

“Anlıyorum.” Rastgele dudaklarımdan çıkan tek bir kelime anlamadığım her şeyin sönük hissizliğini taşıyordu.

Karun’un koyu mavi gözleri tüm alaycılığıyla beni izlerken, “Henüz hiçbir şey anlamayacak kadar toysun, Saka,” diyerek son derece ciddi bir sesle beni uyardı. “Sana zarar vereceğim şeylerden kaçın ve bunu yapmaya bana sadık kalmakla başla. Kimse vazgeçilmez değildir.” Kolları arasında gerildim. İki yıl boyunca ilişki yaşadığım bir kadını bile intihara zorlamışken sana neler yapmam diyordu. Karun beni açık ve net bir şekilde tehdit ediyordu.

Bu gözdağının sebebi arkasından iş çevirerek Carlos’u öldürmemdi. Arkasında oynanan oyunlara tahammülü olmadığını çok iyi bir şekilde anlatmıştı. Bir kadının yalancı sihri olan ucuz bir gülümsemeyle ona karşılık verdim. “Desene ben senin hayatında en kısa kalan kadın olacağım.” Ellerimi belinden çekerek kollarının arasından çıktım. “Çünkü ben bile kendimi durduramazken sen hiç beni durduramazsın.”

Maviye öfkesinin siyahı karışan ve yine baktığında sadece mavi görünen gözlerine baktım. “Beni durdurmanın tek yolu öldürmekse,” diyerek titrek bir nefes çektim içime. “O zaman öldür beni.”

“Henüz değil,” dedi.

“Ama bir gün olacak,” dedim.

“Olmamasını sağlamak senin elinde.”

“Senin de öyle.”

Tabiatım gereği ters biriydim bu yüzden bir gün mutlaka isteyerek ya da istemeyerek onun damarına basacaktım. “Öldürmek sadece tetiğe basmakla olmuyor.” Uzun beyaz perdelerin arasında sızan günışığının kumral saç tutamlarına nasıl yansıdığını izledim.

Saçlarına olan ilgim aşırı sayılabilecek bir bakıştı lakin saçlarında oyalanan bakışlarım gerçek niyetimi gizleyemiyordu. Göz kontağı kurmaktan çekindiğim için yüzüne bakmaktan kaçındığımı ve bu yüzden saçlarına baktığımı biliyordu. “Birini intihara zorlamak da öldürmekle aynı şey.” Rengin’e yaptığı şeyden bahsettiğimi anladığı için gerilmişti.

Saçlarına bakmayı bırakıp başımı biraz eğdim. Göğsüyle bakışırken, “Bana yapmak istediğin şey bu mu?” diye sordum. “İntihar mı?”

Bakışlarım beyaz gömleğinin kristal düğmesinde öylesine oyalanırken sinirli ve sert sesini duydum. “Sana yapmak istediğim çok şey var.” Onu kınayan bakışlarımdan kurtulmak için sesini sert tutuyor, ona yönelik bir saldırıdan kısmen kaçıyordu. Alaycı cümlelerin kapısını daha açılmadan sıkıca kapatıyordu. “Ama içlerinde senin intiharın yok.” Sesinde benim için bir alçalma, bir kınama yoktu ama bir ödülün varlığı da şüpheliydi.

Onun tarafından uzanan bir el zarif sayılacak bir yumuşaklıkla çeneme dokundu. Diğer üç parmağı avucunun içine doğru bükülürken baş ve işaret parmağının arasına çenemi hapsetmişti. “Sence de beni çok zorlamıyor musun?”

Soru soran sesi yaptıklarıyla örtüşmüyordu çünkü daha benim cevabımı beklemeden tekrar konuşmuştu. “Carlos’u benden isteseydin onu sana vermeyecek miydim? Bu tür küçük oyunlara ne gerek vardı?”

Göğsüyle bakışmama son vermek için iki parmağının arasına sıkıştırdığı çenemi kaldırdı. Artık ona bakıyordum. “Bir daha arkamdan iş çevirme aksi takdirde işler ikimiz için de çirkinleşir.” Bir kez daha beni uyardı ama bu sefer sesi daha sakindi.

Böyle basit bir şey için bile beni tehdit ediyorsa, bizi evlendiren kişiyi en başından beri bildiğimi ve bunu ondan gizlediğimi öğrenirse kim bilir bana neler yapardı. Karun gerçekten çok keskin kuralları olan biriydi. Çenemdeki parmakları dudağımın tam altında durmuştu. Parmağını hafifçe bastırıp aşağıya çekince dişlerimin arasındaki dudağımı serbest bıraktı. Bunu yapana kadar alt dudağımı dişlediğimin bile farkında değildim.

Karun’un gözleri yoğun bir şekilde dudaklarımda oyalandığında başparmağı alt dudağıma temas etmişti. Kırmızı rujumu dudaklarımda taşıyarak parmağını dudağımda gezdirdi. Parmağını dudağıma bastırıp okşar gibi gezdirdikçe nefes alışlarım daha çok hızlanıyor, dudaklarım aralanıyordu.

“Rujumu taşırdın,” diye küçük bir serzenişte bulundum. “Bu halde biri görse-”

“Ne düşünür?” Dudağının köşesi yavaşça kıvrıldığında gözlerinin mavisinde muzır parıltılar vardı. “Seni öptüğümü mü?” Bunları söylerken gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu.

Elimi kaldırdım ve dudağımı okşayan iri elini ince parmaklarımla sardım. “Parmağına ruj bulaştı.” Beni tahrik ettiği için sesimdeki arzuyu gizleyemedim. “Temizleyeyim.” Dudağımın üzerindeki parmağını ağzıma aldığımda sertçe yutkunmuştu. Dudaklarım parmağını sarıp emmeye başladığında Karun artık nefes dahi almıyordu. Bunu tahrik edici bir yavaşlıkla yapıyor, parmağını emerken kirpiklerimin altından ona bakıyordum.

Önce parmağının küçük bir kısmını ağzıma aldım ama daha sonra tamamını. Kafamı biraz çekip parmağının bir kısmını dışarı çıkardım ve tüm ruju emerek birazını daha ağzıma aldım. Sıcak ve etli dudaklarımın parmağına yaptığı şey onu iliklerine kadar titretmeye yetmişti. Şu anda bana baktıkça aklında bambaşka görüntüler canlanıyordu ve düşündüğü şeyleri tahmin etmek zor değildi.

Gözlerinin içine bakarak parmağının ucunu ısırdığımda genizden çıkan hırıltılı bir sesle, “Sikeyim!” diye küfretti. Kontrolünü kaybederek belimden tuttuğu gibi sırtımı masaya dayamıştı. Şaşkındım çünkü bir anda onunla yer değiştirmiştik. Konuşmak için tam dudaklarımı aralamıştım ki, Karun aceleci bir şekilde üzerime eğildi ve az önce parmağını emen dudaklarımı öpmeye başladı.

Beni öpmesine hiç şaşırmadım çünkü parmağına yaptığım şeyle onu tahrik etmiştim. Bunu bekliyordum hatta bunu istiyordum. Bu yüzden dudakları dudaklarımla buluştuğunda ona karşılık vermekten çekinmedim. Gazel’in kafeste dudağımda açtığı o küçük yara bile birbirimizi öpmemize engel değildi. Aramızda sevgiden çok tutku ve inkâr edemeyeceğimiz bir çekim vardı.

En önemlisi evliydik, yani birbirimizle canımızın istediği her şeyi yapabilirdik ve bunun için kimseye hesap vermek zorunda değildik. Karun’un öpüşü tutku dolu ve aceleciydi fakat dokunuşları ürkütmekten korkar gibi yavaş ve hassastı. Dudakları sadece birkaç saniyeliğine benden ayrıldı. O sürede ben hızlanan nefeslerimi düzene koymaya çalışırken o, belimden tuttuğu gibi beni masanın üstüne oturtmuştu.

Karun’un elleri bacaklarıma sürtünerek elbisenin dar eteğini yukarı topladığında yine alt dudağımı dişlemeye başlamıştım. Mavi gözleri davetkar dudaklarımı bulunca kısık sesle bir şeyler söyledi ama ne söylediğini anlamadım. Etekten kurtardığı bacaklarımı hafifçe ayırarak bacaklarımın arasına girmişti. Üzerime eğildiğinde daha fazla bekleyemedim. Ondan önce davranıp ensesinden tuttuğum gibi onu üzerime çektim ve öpmeye başladım.

Soluksuz bir şekilde birbirimizi öperken çıplak bacaklarımda gezinen ellerini sevmiştim. Elbisenin kalem eteği çok dar olduğu için elleri daha yukarı çıkamıyordu. Bu hoşuna gitmediği için dudakları dudaklarıma sürtünürken, “Neden her zaman giydiğin o kısacık şeylerden giymedin?” diye huysuzlandı. Kısa ama kabarık eteklerimden bahsediyordu. Elinin rahatça altına sızacağı eteklerden.

Dudağına küçük bir öpücük kondurup, “Şu öpücüğünü eşitlesene,” dedim aşırı tahrik olmuş bir sesle. “Sabah kahvaltıda eşitlemeyi unuttun.”

“Sana deli gibi yükselirken bu mu aklına geldi?”

“Eşitlersen elbisenin eteğini yırtmana izin veririm,” dediğim an dudakları yanağımla buluşunca gülmeye başladım. Hiç vakit kaybetmiyordu.

Karun’un okyanus mavisi gözlerinde muzır bir ifade oluştu. “Sen istediğini aldın.” Elleri dar eteğimi sıkıca kavradı. “Şimdi sıra bende,” dedikten sonra uçlarından tuttuğu dar eteği fazladan güç uygulamadan yırtmıştı.

Biraz fazla çekmiş olmalı ki etek iç çamaşırımı ortaya çıkartacak kadar yırtıldı. Gözleri henüz arzuladığı manzarayı doyasıya izlemeden odanın kapısı bir anda açılmıştı. Kenan’ın, “Şu ihaleyi soracaktım,” diyen sesini duyunca utanç içinde inledim. Hadi ama.

Karun öpülmekten şişen dudaklarımı ve en önemlisi yırtılan elbisem yüzünden görünen yerlerimi Kenan’ın görmesini istemedi. Bu yüzden önümden çekilmemişti. İri ve heybetli vücuduyla beni gizlerken çenesinden bir kas seğirmişti. Kenan’ın zamansız gelişine sinirlendiği için dişlerini sıkarak, “Çık dışarı piç herif!” diye gürledi. “Kaybol buradan!” Karun’un bacaklarımın arasında olması da hoş bir görüntü sunmuyordu.

Karun’un göğsüyle bakıştığım için kafamı yana doğru uzatıp Kenan’ın yüzünü göremiyordum. Yüzünü görmüyor olmam eğlenen sesini duymadığım anlamına gelmiyordu. “Ben ikinizden birinin çoktan öldüğünü düşünmüştüm ama siz-” deyip gülmeye başlayınca Karun ağız dolusu küfretti. “Kenan belanı siktirmeden git!” diye kükreyince Kenan ışık hızıyla dışarı çıkmıştı.

Gülerek masanın üzerinden atladım ve yukarı toplanan eteğimi aşağıya çektim. Karun elbisemi yırttığı için önde derin bir yırtmaç gibi görünüyordu ama aşağıya çektiğim için neyse ki iç çamaşırım görünmüyordu. Kenan’ın gelişi ikimizin de tadını kaçırdığı için Karun kapıya ters ters bakıyordu. “Puşt herifin zamanlamasını sikeyim!” Kenan’a kızmaya devam edince gülmeye başladım. Kim bilir aynı fırsatı bir daha ne zaman yakalayacaktı. Bunu bildiği için bu kadar sinirlenmişti.

Üstümü düzelttikten sonra rujumun bulaştığı dudaklarını işaret ettim. “Dudaklarını silmeden dışarı çıkma.” Bunları söyledikten sonra beni durdurmasına izin vermeden hemen dışarı çıktım. Biraz daha o odada kalırsam ilk birlikteliğimiz çalışma odasında olabilirdi.

Odama girip yatağın üzerine oturduğumda gülümsemekten kendimi alamıyordum. Karun tarafından öpülmek çok hoşuma gitmişti çünkü ilk kez sarhoş değilken onu öpmüştüm. Bundan önceki öpüşmelerimiz hep ben sarhoşken olmuştu. Yatağa uzanıp çalışma odasında olanları düşünerek uyumak istiyordum ama öncesinde yaralarıma pansuman yaptırmalıydım. Ayaklarım artık isyanlardaydı. Off!

***

Carlos’u öldürdüğüm o günden beri hem fiziksel hem de zihinsel olarak kendimi toparlamaya başlamıştım. Özellikle babama telefonda Carlos’un ölüm haberini verdiğimde sesinde hissettiğim o gururu hiçbir şeye değişmezdim. Ancak babamın sesinde beni rahatsız eden bir şeyler de sezmiştim. Emin değilim ama sanki bir şeylerin peşindeydi ve bu evliliğimle ilgiliydi. Karun’un açığını arar gibiydi çünkü benimle konuşurken evliliğim ve Karun hakkında ağzımdan laf almaya çalışmıştı.

Babam orada ne yapıyorsa bu hoşuma gitmeyecek bir şeyler olmalıydı. Her defasında bana o sahte evliliğe kendini çok kaptırma dediği için onunla olan tüm konuşmalarımızın sonunda keyfim kaçıyordu. Ona söyleyemiyordum ama kendimi bu evliliğe ve Karun’a çoktan kaptırmaya başlamıştım.

Aradan geçen günlerde Karun bana karşı o kadar nazik ve düşünceli olmuştu ki ona kapılmamak elde değildi. Yaralarım iyileşene kadar işe hiç gitmemişti çünkü ne zaman dışarı çıksa yaralarımı kanatacak bir şeyler yaptığımı iyi biliyordu. Bu yüzden evde kalıp bizzat benimle ilgilenmişti. Ellerimi tekrar kullanana kadar tüm yemekleri onun elinden yemiş, tekrar yürüyene kadar her yere beni kucağında taşımıştı. Bunu yaparken bir kez bile sıkılıp of dememişti.

Karun bir bebeğe bakar gibi üzerime titreyerek benimle ilgilenmişti. Kardeşleri ve Kenan’ın her fırsatta onunla alay etmesine bile ses çıkarmamış, onları görmezden gelmişti. Artık kendimi toparlamaya başladığım için bugün işe gidebilmişti. Biraz daha evde kalırsa tüm işleri Kenan’a yıktığı için Kenan yakamıza yapışacaktı. Uzun zamandır evde olduğum için bugün dışarıya çıkıp biraz hava almak istemiştim. Siyah şort tulumun altına beyaz bir tişört giymiştim ve beyaz spor ayakkabılarla hoş duruyordu.

Haziranı çoktan bitirmiştik bu yüzden temmuz sıcağında beni serin tutacak şeyler seçmiştim. Saçlarımı toplamadığım için isyanlardaydım çünkü sıcaktan enseme yapışmaya başlamıştı. Her mağazaya uğrayıp bir şeyler aldığım için beni takip eden korumalar delirmek üzereydi. Yirmi korumanın elinde mutlaka birkaç paket vardı. Ödemeyi yaptıktan sonra kasiyer kızın uzattığı paketleri Furkan’a gösterdim.

Furkan’ın elleri yığınla paketle dolu olduğu için, “Onları tam olarak nereme alacağım?” diye homurdandı. Kucağında üst üste dizili altı kutu tuttuğu için sadece kafası görünüyordu.

“Haklısın elindekileri düşürmemen için kafan boş kalmalı.” Başımı çevirip Nedim ve Celil’e baktım ama onların da durumu Furkan’dan farklı değildi. Diğer korumalara bakınca neyse ki içlerinden birkaç tanesinin kucağında hâlâ yer vardı. Paketleri alıp onların arasında bölüştürdüğümde hepsinin gözleriyle konuşması çok komikti. Birbirlerine bakıp onlara işkence gibi gelen bu alışverişin ne zaman biteceğini düşünüyorlardı.

Mağazadan çıktığımızda arkamdan kısık bir sesle konuştukları her şeyi duyabiliyordum. İçlerinden biri, “Olası bir saldırıda ellerimiz doluyken nasıl zamanında müdahale edeceğiz?” diye sordu.

Furkan, “Bırakalım onu öldürsünler,” dediğinde az kalsın kahkaha atacaktım. “Başımıza iş açmadığı tek bir gün yok. O patlamadan sonra Karun Bey’in yumrukları hâlâ çenemde sızlıyor.”

“Ona bir şey olursa o yumruklardan daha fazlasını yiyeceğimizi biliyorsun, değil mi?” Bu Nedim’di.

“Az önce bizi bir iç çamaşırı mağazasına soktuğunun farkında mısınız?” Sanırım Furkan’ın isyanları hiç bitmeyecekti. “Hayatımda görmediğim kadar kadın donu gördüm! Hâlâ onu yaşatmak istiyor musunuz?”

“Hangi kadın pedi daha kullanışlı diye sana sormadığı için şanslısın.” Celil güldü. “Bu benim için üstesinden gelemeyeceğim bir travma.”

“Şu anda bizi duyduğunun farkında mısınız?” İsa kısık bir sesle onları uyardı. “Sadece üç adım önümüzde yürüyor.”

“Sesi çıkmadığına göre haklı olduğumuzu biliyor.”

“Furkan seni sakince gebertirim tatlım.” Düz bir şekilde ilerlemeye devam ettim. “Yeterince dedikodumu yaptın sus artık.”

Bir kuyumcunun önünde geçerken durdum. Başımı eğip boş parmağıma bakınca iç çekmiştim. Karun, Serhat’ın yüzüğüne ne yaptıysa onu hiçbir yerde bulamıyordum. O yüzüğü çoktan imha ettiğini biliyordum. Üzerinde fazla düşünmeden kuyumcuya girdim. Yeni bir yüzüğe ihtiyacım vardı.

***

Eve geldiğimde çok yorulmuş ve çok acıkmıştım. Akşam yemeğine daha iki saat vardı, yani Karun geldiğinde yiyecektik. Güneş çoktan battığı için hava kararmaya başlamıştı, Karun’da birazdan burada olurdu. Salona geçip biraz dinlenmek istedim ama Çiçek’i elinde bir tepsiyle görünce durdum. “O nedir, Çiçek?”

Tepside içinde ne olduğunu bilmediğim bir kâse vardı. Kâsenin içindeki ilginç karışıma fazladan bakmadan bir bardak su ve bir kutu ilacı göz hapsine almıştım. Çiçek önce kâsenin içindeki koyu şeyi gösterdi. “Büyükbabanızın aşçıya yaptırdığı güç macunu efendim.” Hardal rengindeki karışımın adı çok garipti. Güç macunu mu? Bir şekilde fazladan güç veya enerji mi veriyordu? Eğer öyleyse tam olarak ihtiyacım olan bir şeydi çünkü tüm gün alışveriş yapmaktan enerjim tükenmişti.

Çiçek ilaç kutusunu gösterdi. “Büyükbabanız mutfaktan çıkarken cebinden düşürdü.”

İlaç kutusunu elime alıp kontrol ettim çünkü benim kontrolümde geçmeyen hiçbir ilacı kullanmasına izin vermiyordum. “Ağrı kesici,” dedim. Reçetelerini doktora yazdırıp ilaçlarını ben aldığım için bunun ağrı kesici olduğunu biliyordum.

Tepsiyi Çiçek’ten alarak ona tebessüm ettim. “Sen işine bak bunları büyükbabama ben veririm.”

Büyükbabam gününün büyük bir bölümünü salonda televizyon karşısında geçirdiği için büyük salona yürüdüm. Bende zaten oraya gidecektim. Elimdeki tepsiyle içeri girdiğimde Çağıl ve Kadem burada tek başına oturuyordu. Kadem’in Uğur olduğu ortaya çıktığından beri Karun onun bu eve gelmesine eskisi kadar kızmıyordu. Onların karşısındaki koltuğa oturup tepsiyi yanımdaki boşluğa koydum. Yemeğe kadar büyükbabamın karışımından biraz atıştırabilirdim.

Tabağı elime alıp bir kaşık aldığımda yüzümü buruşturdum. “Bu ne be?” Bu şeyin tatlı ve ekşi bir tadı vardı. İçinde fındık, fıstık, meyan kökü, susam ve daha tadını tam olarak alamadığım birçok şey vardı.

Kadem başını telefondan kaldırıp merakla elimdeki tabağa baktı. “Ne yiyorsun?”

“Büyükbabamın vitamin dolu gizli karışımı olmalı ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorum.” Kadem telefonu cebine koyup ayağa kalktı. “Benim de midem kazındı.” Yanıma gelip kaşığı elimden aldı. “Birlikte yiyelim.”

Bir kaşık alınca yoğun bir tada maruz kaldığı için yüzünü buruşturunca güldüm. “Hâlâ birlikte yemek istiyor musun?” Çok tatlı ve ekşi olduğu için yemeyecektim ama Kadem sırıtarak, “Peki, ya sen?” deyince sırf altta kalmamak için başımı salladım. Sanırım bunu yiyecektim.

Kaşık sırasıyla Kadem ile aramızda yer değiştirince ikimiz de bir inat uğruna bu şeyi yemeye başladık. Limonatasını yudumlayan Çağıl, “Zehirleneceksiniz ne olduğunu bilmediğiniz şeyi yemeyin,” dedi ama kendi aramızda küçük çaplı bir yarış başlattığımız için ikimizin de durmaya niyeti yoktu. Yiyen kişi kaşığı karşı tarafa uzattığı için daha şimdiden tabağı yarı etmiştik. Bu şey her neyse tutkal gibi kaşığa yapışıyor, tıpkı bal gibi kaşıktan sünüyordu.

Çağıl’ın midesini bulandırmış olmalıyız ki öğüren bir ses çıkardı. “Aynı kaşığı kullanacak kadar iğrençsiniz.” Yüzünü buruşturarak limonatayı önünde duran sehpanın üzerine bıraktı. “Zaten midem bugün fena bir de siz yiyip durmayın şunu!” Karışımın sadece görüntüsü bile Çağıl’ı rahatsız ediyordu.

“Ağrı kesici ister misin?” Kaşığı Kadem’e uzattıktan sonra tepsideki ilaç kutusunu gösterdim. “Büyükbabamın ilacı ama bizim için de uygun. Bazen kullandığım oluyor hatta az önce de kullandım.” Güç macununu yemeye başlamadan bu ağrı kesicilerden iki tane almıştım. Daha önce de kullandığım için bir tane alınca pek etki etmiyordu.

Çağıl omzunu silkerek, “Kalsın,” dedi ilgisiz bir sesle. “Bilmediğim bir ilacı kullanmam.”

“Bana ver bir tane,” diyen bu ses Kenan’a aitti. Kenan’ı iste sanıyordum ama o, uykulu gözlerle buradaydı. Üzerinde tişört ve kot pantolon vardı. Her zaman giydiği o resmi kıyafetleri olmayınca fazla insancıl görünüyordu çünkü çoğu zaman robot gibiydi.

Yanıma gelip koltuğun diğer tarafına ağır bedenini bıraktı. “Sen neden işte değilsin?” Onun için kutuda iki hap çıkardım. “Neyin var?”

Kenan ağrıyan başını ovuştururken, “Migrenim var daha neyim olsun,” diye sızlandı. Elini ilaçlara uzatmıştı ki iki tane olduğunu görünce durdu. “Fazla değil mi, bir de zehirlenmeyelim.”

“Daha önce de çok kullandım zaten iki tane kullanılıyor bunlar.” Büyükbabama verirken bile iki tane veriyordum çünkü reçetesinde günde iki tane ve aynı anda yazıyordu.

Kadem yediği şeyi bıyığının ucuna bulaştıracak kadar kendini yemeye kaptırmışken, “İki küçük haptan mı korktun?” diye alay etti. Yakışıklı yüzündeki kahve gözleri Kenan ile uğraşmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Sırf Kenan’a gösteriş olsun diye avucumdaki iki hapı aldı ve su bile içmeden onları yuttu. “Bu haplar böyle içilir oğlum.”

Kenan onun bıyıklarına bulaşan karışımı görünce tiksinti içinde yüzünü buruşturdu. “Önce ağzını sil pis herif.” Tepsideki peçeteyi alıp Kenan’ın yüzüne fırlattı. “İki haptan korkacak değiliz.” Kutunun içinden iki tane hap çıkardı ve sırf Kadem’e gösteriş yapmak için onları yuttu.

Karşımızda oturan Çağıl sırıtarak üçümüze bakıyordu. “O iki hap var ya yakacak üçünüzü.” Bizden sakladığı bir şey varmış gibi keyifliydi. “Size sabah olmayacak.”

“Bu ne demek şimdi?” diye sordum korkuyla.

Kadem bıyıklarını silerken, “Zehir miydi lan onlar?” dedi ve hemen sonrasında suçlayan bakışlarını bana dikti. “Zehirledin mi kızım beni?”

“Piç kurusu kendin zehirleniyorsun beni niye peşinden çekiyorsun!” Kenan yanındaki yastığı alıp sertçe Kadem’in yüzüne fırlattı. “Kalk git evine!”

İkisinin arasında oturduğum için Kadem sinirlenerek kaşığı tepsiye attı. “Yastığına sahip çık!” Kenan’a kızıp ayaklarının önüne düşen yastığı aldı fakat arada olduğum için, “Çekil kız aradan!” dedi ve ensemi kavrayıp başımı eğdi. Yastıkla Kenan’a vururken benim başım ayaklarıma bakıyordu.

“Ya saçmalamayın zehir değil ağrı kesici!” Başımı kaldırmıştım ki Kenan başka bir yastık aldı. Kaşlarını çatarak, “Kime vuruyorsun lan sen!” dedi ve o da ensemden tutarak başımı eğip yastığı Kadem’in suratına geçirdi.

İkisinin ensemdeki ellerini itip, “Biri daha enseme dokunursanız-” demiştim ki başımı kaldırdığım an sağlı sollu yüzüme iki yastık yedim. Bu ikisi yastıkla birbirine vuracağı anda kafamı kaldırmıştım.

Bana vurunca ikisi de durmuştu. Aralarında perişan olmuş bir halde otururken düz bir şekilde karşıma bakıyordum. Yüzüme gelen saçlarımı sertçe üfleyerek yukarı uçurdum. “İkinizi sakince gebertirim görürsünüz!” Ellerimi kaldırıp sertçe iki yanıma savurdum ve ikisinin suratına elimin tersiyle vurdum. Bunu yaparken hâlâ dümdüz bir şekilde önüme bakıyordum. “Şamar oğlanı mıyım ben, ne vuruyorsunuz!”

Sağımda Kadem’in iniltisini duydum. “Elin çok ağır, dul mu kalacaksın ne.”

Solumda gelen Kenan’ın kısık iniltisini de duydum. “O ne demek?”

Açıklamayı ben yaptım. “Koydu mu yerine oturtan kadınlar için söylenen bir söz. Eli ağır olduğu için kocasını öldürüp dul kalacağını söylerler.”

Karşımda bacak bacak üstüne atan Çağıl güldü. “O zaman avukatı şimdiden miras için arıyorum. Tam olarak bizimkini ne zaman öldürüyorsun?” Çağıl sinirlerimi bozduğu için gülmeye başladım. Bu niye böyleydi.

Dördümüz eğlenceli bir sohbete giriştiğimiz için zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Akşam yemeği hazır olana kadar keyifli bir sohbete tutuşmuştuk. Kenan’da çok acıktığı için tabakta kalan karışımı da o yemişti. Hepimiz hararetli bir sohbetin içine çekildiğimiz için atıştırmalık niyetine koca tabaktaki o iğrenç şeyi hangi ara yediğimizi anlamamıştık.

Bir saatin sonunda ise işler bizim için garipleşmeye başlamıştı. Nasıl söylesem sanki gittikçe daha fazla terliyor ve ısınıyorduk. Çiçek habire bizim için buz gibi su getirip duruyordu. “Çiçek su!” diye bağırdım. “N’oluyor ya içim yanıyor sanki.”

Kadem üzerindeki ceketi çıkartıp koltuğun üzerine attı. “Yanıyorum.” Aceleyle kravatını çekiştirip gömleğinin ilk birkaç düğmesini açtı. “Klima çalışmıyor mu, neden bu kadar sıcak?”

Kenan ayağa kalkıp odanın içinde dönmeye başladığında o da çok terlemişti. “Yerimde duramıyorum fazla enerji doluyum. Bize ne oluyor?” Nereden bileyim ben!

Çiçek bize su yetiştiremeyince bu sefer su dolu bir sürahiyle içeri girmişti. Kenan ve Kadem’in gözleri haddinden fazla Çiçek’in üzerinde oyalanmaya başladı. Nasıl söylesem alıcı gözlerle kızı süzüyorlardı. Hizmetçi üniformasının içindeki kızın bacaklarına baktıklarını gören Çağıl, “Çiçek!” dedi sert bir sesle. “Her ne işin varsa bırak ve müştemilata git.” Çağıl kaşlarını çatarak oturuşunu dikleştirdi. “Günün kalanında odandan hiç çıkma.”

Elinde sürahiyle donup kalan Çiçek şaşkınca, “Neden efendim?” diye soruverdi.

Çağıl’ın gözleri Kenan ve Kadem’in arsız bakışlarında oyalandıkça yumruğunu sıkıyordu. “Sorgulama ve sana denileni yap!” dedikten sonra onların Çiçek’e attığı bakışlara daha fazla tahammül edemedi. Yumruk yaptığı elini sertçe önünde duran sehpanın üzerine geçirince limonata bardağı çalkalanmıştı. Kenan ve Kadem irkilerek Çağıl’a döndüler. İkisi de az önce ne yaptığını sorgularcasına başını iki yana sallayıp silkelenmişti. Sanki şu anda onlara kadın olsun da kim olduğu hiç önemli değildi.

Çağıl’ı ilk kez ürkütücü bir ciddiyetle görüyordum çünkü genelde evin haylaz ve yaramaz çocuğuydu. Fakat şimdi Karun gibi sert bakıyor, onun gibi tek bir bakışıyla insanın yüreğine korku tohumları ekiyordu. Neden şaşırıyorum ki o da bir Kalender’di ve abisinin genlerine sahipti. Göz ucuyla kapıya baktı ve Çiçek’in dışarı çıktığını görünce bizimkilere döndü. Öldürmek ister gibi Kadem ve Kenan’a bakıyordu. “Bir daha o kıza yan gözle bile baktığınızı görürsem leşinizi buraya sererim!”

Çağıl çenesini sıktığında boynundaki nabzı şiddetle atıyordu. “Neyin etkisinde olduğunuzu bilmeseydim şu anda o gözleriniz yerinde olmazdı! Evdeki hizmetçilere baktığınızı görmeyeceğim.”

“Çiçek’ten mi bahsediyorsun?” Kenan ona göz devirerek kaldığı yerden odanın içinde dönmeye devam etti. “Çocuklarla işim olmaz.” Çiçek çocuk değildi çünkü yirmi üç yaşındaydı.

Kadem alnındaki teri silerken pişkince sırıtarak Çağıl’a gözlerini dikti. “Ona bakmamız seni neden bu kadar rahatsız etti?” Kafası karışmış gibi terli yüzünü ovuşturdu. “Neden baktığımızı bile bilmiyorum.”

Birden Çağıl koltuktan dönerek yönünü ona Kadem’e çevirdi. “Neyin etkisinde olduğunuzun hâlâ anlamadınız mı?” Kadem’in sorusunu ustaca savuşturarak bizi üzerinde düşünmemiz gereken trajikomik bir olayın içine çekti. “Bu akşamüstü Fehmi amca ve Furkan’ın bahçedeki konuşmalarına kulak misafiri oldum.” Büyükbabamın adı geçince gerilerek Çağıl’ın sözlerine dikkat kesildim. O baş belası ihtiyar kim bilir yine ne yapmıştı.

Çağıl gülmemeye çalışarak üçümüzün kıvranan halini izliyordu. “Fehmi amca yalvar yakar Furkan’ı ikna edip kendi için özel bir ilaç getirtmiş.” Kaşlarımı çattım fakat içimde volkan gibi patlayan bir şeyler varken yeteri kadar sinirli görünemiyordum. Omurgamdan ılık ılık akan garip bir sıcaklık tüm vücudumu ele geçiriyordu.

Kasıklarımdan başlayan yakıcı ateşi gizlemek için bacaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. “Ne tür bir ilaç getirtmiş?” Olamaz, cayır cayır yanarken konuya yeteri kadar odaklanamıyordum.

Çağıl’ın gözlerinin derinlerinde kopan şeytanî ve kötücül bir ifade bana korkmam gerektiğinin sinyallerini veriyordu. “Çok güçlü bir performans arttırıcı ilaç.” Odadaki üç kazazedenin soluğu kesilmişti. Ne diyor yahu bu? Büyükbabam performansımızı arttırdığı için mi bu haldeydik?

Çağıl eğlenen gözlerle tepsideki ilaç şişesini gösterdi. “Fehmi amcanın Furkan’dan aldığı hapları bu şişenin içine koyduğunu gördüm. Daha sonra mutfağa girdi ve aşçıdan performansını daha da arttıracak bir karışım istedi. Doping etkisi yaratacak kadar güçlü bir karışım.” Karnıma kramp girmişti. Büyükbabam yüzünden biz şimdi cinsel açlık mı çekiyorduk?

Çağıl boş tabağa bakıp gülmeye başladığında sinirlerimizin içinden geçiyordu. “Ve siz üçünüz hem performans arttırıcı hapları hem de karışımı yediniz. Üstelik midesiz gibi aynı kaşıkla onu yediniz. Haplardan ikişer tane kullanmanız da başka bir trajedi.” Bu sinsi adamı hayretler içinde izliyorduk. Sıfır tepkiyle donup kalmış bir halde onu izliyorduk. Her şeyi bilmesine rağmen bizi uyarmayacak kadar adi biriydi.

Ağlamaklı bir sesle, “Bir şeyler anladım ama anladıklarım hoşuma gitmiyor,” diye sızlandım.

“Anladıklarımı anlatmaya terbiyem müsaade etmiyor,” dedi Kenan.

“Azıyoruz işte lan!” diyen Kadem sinir haliyle ayağa kalktı. “Fehmi amca yüzünden bu gece uçacağız. Hadi biz yatacak birilerini buluruz ama sen ne yapacaksın?” Kadem bana bakınca yanımdaki yastığı alıp kafasına fırlattım. “Sus artık!”

Kadem hemen ceketini alıp kapıya yürüdü. “Alacağın olsun Fehmi amca. Çok acilinden gidip bir kadın bulmalıyım!”

Kenan onun peşine takılırken aceleci ve sabırsızdı. “Belki de birkaç tane!”

Arkalarından bakarken ihanete uğramış gibi hayal kırıklığıyla doldum. “Ben ne olacağım?”

Kenan adisi hızlı bir şekilde kapıdan çıkarken, “Senin için kötü, Karun için iyi bir gece olacak,” diyerek güldü.

Kadem küfrederek sitem etmeye başladı. “Her türlü felaket Karun’a ödül olarak dönüyor.” Bu sözlerle zorunlu evliliğimizi de kastettiğini biliyordum. “Adam efsunlu!”

Onlar gidince tüm sinirimi Çağıl’dan çıkarmak ister gibi ters bakışlarımı ona yönelttim. “Abisi kılıklı alçak herif!” Sinirden bağırarak tepsideki boş tabağı kafasına fırlattım. “Tüm bu haltları yemeden önce beni uyarmalıydın!”

Porselen tabak kafasına çarpmadan hemen önce Çağıl kendini koltuğun arkasına atmıştı. “Önceden söyleseydim ne eğlencesi kalırdı?” Koltuğun arkasından kafasını çıkartıp gülmeye başladı. “Taarruza geçmeden önce bu gecenin evdeki son gecem olduğunu hatırla.” Sinsi herif gülüşünü durdurmaya çalışarak bana duygu sömürüsü yapıyordu.

“Sen iyileşene kadar izin süremi uzattığımı iyi biliyorsun. Şimdi bana bir şeyler fırlatıyorsun ama yarın beni evde bulamazsan çok sıkılırsın.” Haklıydı! Sinir bozucu biri olsa da Çağıl tekrar yürüyene kadar bana hep arkadaşlık etmişti.

“Ben kime kızacağımı iyi biliyorum!” Bir hışımla ayağa kalkıp sinirli adımlarla kapıya yürüdüm. Büyükbabam bana bütün bunların hesabını verecekti. Yaşlı bir adamı kalpten götürecek her türlü çılgınlığın peşinden koşuyordu! Alışverişte o kadar çok yorulmuştum ki kutunun içindeki hapların farklı olduğunu şeklinden bile anlamamıştım.

Çağıl gülerek peşimden geliyordu. Ona da eğlence çıktı ya gelirdi tabii. Merdivende Levent’e karşılaştık ve ben çıkarken Çağıl, Levent’e yediğim haltı anlatıyordu. Şimdi ikisi de beni takip ediyordu! Büyükbabamın kapısının önünde durduğumda odaya girmemi engelleyen tek şey kilitlediği kapıydı. Suçlu olduğunu bildiği için hemen kapıyı kilitlemişti. Kadem’in onu arayıp olanları hızlıca anlattığına eminim çünkü şoku üzerimden atar atmaz büyükbabamın kapısına yapışacağımı iyi biliyordu.

“Aç şu kapıyı!” Bağırarak kapıyı zorlamaya başladım. “O yediğim şeyin ne olduğunu bana açıklayacaksın!”

Kapının diğer tarafından büyükbabam, “Benim bir suçum yok!” diye o da bana bağırdı. “Kör tavuk gibi her bulduğunu yemeseydin!” Çağıl’ın attığı kahkaha sinirlerimi bozuyordu.

“Allah’ın cezası sapık herif!” Sinirden kapıyı yumruklamaya başladım. “Hele bu gece başıma bir iş gelsin, bak nasıl seni doktora götürüp kısırlaştırıyorum!”

“Hiçbir şey yapamazsın ben hür bir erkeğim!” Erkekliği batsın başımıza ne geliyorsa hep uçkuru yüzünden geliyordu.

“Bundan sonra sana sıkı yönetim, hayatını bitireceğim senin!” Avucumun içiyle kapıya sertçe vurdum. “Karı kız diye diye ömrümü yedin be!”

“Git buradan!” diye bağırdığında bu kapının onu benden uzun süre koruyacağını düşünüyorsa büyük yanılıyordu. “Rahat bırak beni, burnun bükülmüş senin!”

“Allah derdini alsın inşallah, sapık adam!” Bağırarak kapıya tekme attım. “Çık dışarı!”

Yanımda dikilen Çağıl gülmemeye çalışarak haylaz gözlerini bana dikti. “O kadar kötü olmasa gerek.” Çatık kaşlarla üzerine yürüdüğümde irkilerek bir adım geriye çekildi. “Tamam, bir şey demedim.”

“Çok abartmıyor musun?” Levent’i sadece bu cümlesinden dolayı bile öldürebilirdim. “Alt tarafı bir ilaç sana ne etkisi olabilir ki?”

Sinirden zangır zangır titrerken tuvaletim gelmiş gibi bacaklarımı birbirine bastırıyordum. “Haklısın performans arttırıcı bir ilacın ve o rezil karışımın bana ne etkisi olabilir ki!” Ellerimle göğsümü serinletmeye çalıştım. “En fazla dayanamayıp gördüğüm ilk erkeğin üzerine atlarım, hepsi bu!” Büyükbabamı öldürüp kadınlar koğuşuna hızlı bir geçiş yaparsam belki bu geceyi sağ salim atlatabilirdim.

Vücudumun maruz kaldığı şeyler yüzünden yerimde duramadığım için merdiveni inmeye başladım. Yoğun bir enerjiyle dolup taşmaya başlamıştım ve içimden bir ses bu daha başlangıç diyordu. Karun’un kardeşleri peşimden gelirken Çağıl, “Nereye gidiyorsun?” diye arkamdan seslendi.

“Ateşim gittikçe yükseliyor bu gece kendimi karantina altına almalıyım.” Koşar adımlarla çıkış kapısına doğru yürüdüm. “Burada korumalar dahil çok fazla erkek var. Onlardan değil ama kendimden ve yapacaklarımdan korkuyorum.” Gittikçe daha çok azgınlık belirtisi gösteriyorken burada kalamazdım. Şakasız yanıyordum.

“Ömrümü yedi bu adam, ömrümü!” Söylenerek dışarı çıktığımda Karun daha yeni eve gelmişti. Hay aksi!

Arabadan yeni inen adama bakmaktan kendimi alamadım. Karun yine birilerinin yakasına yapışıp canını yakmış olmalı ki kumral saçları dağınıktı. Avuçlarım karıncalanıyordu çünkü parmaklarımı o saçlara daldırıp her bir tutamına dokunmak istiyordum. Yakışıklı yüzüne yakından bakmak ve etli dudaklarını nefessiz kalana kadar öpmek istiyordum. Onu sıcak tutan ama baktıkça beni daha çok kavuran o ceketten kurtulmak ve gömleğinin tüm düğmelerini koparmak isteyen ateşli bir yanım vardı.

Üzerine yürüyüp sırtını önünde durduğu arabaya yaslamak ve onunla sevişmek için çıldırıyordum. Aman Allah’ım bunu yapmak için can atıyordum! Karun’a doğru bir adım atmıştım ki son anda kontrolümü sağlayıp kendimi durdurdum. “Allah sana başka dert vermesin büyükbaba!” Kısık bir sesle kızdığımda yerimde kıpırdanıp duruyordum. Kasıklarımın arasındaki zonklama beni deliye çeviriyordu.

Karun bana doğru adımlar attıkça etrafıma bakıp kaçacak bir yer aramaya başladım. En sonunda daha fazla dayanamayıp bahçe kapısına yürüdüm. Buradan bir an önce çıkmalıydım. Arkamdan Karun’un soğuk ama sorgulayıcı sesini duyduğumda bile durmadım. “Bu saatte nereye gittiğini sanıyorsun?” Bunu bende bilmiyordum!

Arkamı döndüğümde Karun olduğu yerde durmuş, cevap bekleyen gözlerle bana bakıyordu. Çağıl gülerek onun dibine kadar girdi. “Boynuz sevmiyorsan bence bu akşam karına göz kulak ol birader.” Bu hain ortalığı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kardeş terörü dedikleri bu olsa gerek.

Karun kardeşinin ne demek istediğini anlamayınca Çağıl iyice ona yaklaştı. Korumaların duymasını istemediği için Karun’un kulağına uzanıp ona olanları anlatmaya başlamıştı. Çağıl başıma gelenleri Karun’a anlatırken ben burada alnımdaki teri siliyordum. Mart ayında azan kedilere dönmüşken ne yapacağımı bilmiyordum. İçimde başlayan bu yangın gittikçe daha fazla alevleniyordu.

Çağıl sustuğunda Karun’un yüzünde tuhaf bir ifade oluşmuştu. Gözlerini hafifçe belerterek, “Ciddi misin?” diye bana döndü. O bile başıma böyle bir şeyin geldiğine inanamamıştı.

Çağıl’ın anlattıklarına hiç ihtimal vermiyormuş gibi gözlerini kısarak beni izlemeye başlamıştı. Terden parlayan yüzüme, dipleri nemli saçlarıma ve yerimde rahatsızca kıpırdanan halime uzun uzun baktı. Saçlarımı arkaya atıp elimle kendimi serinletmeye çalıştığımı görünce hiç beklemediğim bir şey oldu. Karun gülmeye başladı. Gülmek ne ki bildiğin kahkaha atıyordu. Başıma gelen bu felaketi komik mi buldu?

Korumalar ve kardeşleri onu ilk kez bu kadar yüksek sesle gülerken görüyor olmalı ki hepsi afallamıştı çünkü Karun, arada tebessüm ederdi ama çok az böyle içten gülerdi. Gülüşünü durdurmaya çalışırken, “Yani şimdi sen-” deyip tekrar gülmeye başlayınca somurtmaya başladım. “Evet, alev almış vaziyetteyim,” diye homurdandım. “Erkek dolu bu evden hemen gitmeliyim.”

Gitmekte kararlı olduğumu görünce Karun gülmeyi kesmişti. “Bu gece hiçbir yere gidemezsin.” Gerekirse beni zorla evde tutacakmış gibi otoriter görünüyordu.

İçinde bulunduğum rezil durum karşısında ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. “Anlamıyorsun,” dedim kısık bir sesle. “Gerçekten çok müşkül bir durumdayım.”

Karun’un mavi gözleri kor gibi yanan vücudumda arsızca dolaşırken dudağının köşesi çok az kıvrıldı. “Sıkıntı yok,” dedi arsızca. “İyi bir eş olarak karımın müşküliyetini gidermek öncelikli vazifem.” Şoke olmuş bir halde dudaklarım aralandığında Çağıl gülmeye başladı. İyi bir eş olarak mı? Bu geceyi kazasız belasız atlatacağımı hiç sanmıyordum.

“İstemez!” Söylenerek sinirli adımlarla malikaneye yürümeye başladım. “İyiyim ben!” İyi bir eşmiş! Demiyor ki buna dünden razıyım.

İçeri girer girmez hemen merdiveni tırmanmaya başladım. Peşimden malikaneye giren sözde düşünceli kocam arkamdan, “Akşam yemeğine katılmayacak mısın?” diye sorarken ne kadar eğlendiği sesine yansıyordu. Bu konu üzerinden uzun süre benimle uğraşacağını biliyordum.

Merdivende durup ona doğru döndüm ama çok sinirli olduğum için kaşlarım çatıktı. “Bana bak yanıyorum zaten oyalama beni!”

Gülerek başını salladı. “Yavrum bende onu diyorum ya, söndürebilirim.”

“Sen niye söndürüyormuşsun?”

Çenesi kasıldığında kaşlarını usulca çattı. “Ben dururken karımı kim söndürecekmiş?”

“Ben.”

“Sen?”

“Evet, ben?”

“Nasıl?”

“Tam olarak şöyle.” Holde ondan başka kimse olmadığı için bunu yapmakta bir sakınca görmedim. Elimi yavaşça kaldırıp çıplak bacağıma koyduğumda Karun’un boğazındaki çıkıntı sertçe hareket etti. Mavileri bacağımda gezinen parmaklarımın her hareketini takip ediyor, soluksuz bir şekilde beni izliyordu. Ona belki de hiçbir şeye değişmeyeceği seyirlik bir manzara sunuyordum. Gözlerinin içine bakarak parmaklarımı biraz daha bacağıma sürttüm.

Yukarı doğru tırmanan elimi kısa eteğimin altına koyduğumda Karun’un tüm vücudu baştan ayağa titremişti. “Siktir! Odanda kendine mi dokunacaksın?” Sesi gırtlağından çıkarken bunu görmek için her şeyi yapacak gibiydi.

Elimi eteğimden çekerek gülümsedim. “Kim bilir.” Ona sırtımı dönüp merdiveni çıkmaya başladığımda başını omzuna doğru eğdiğini ve kıstığı gözleriyle kalçama baktığını biliyordum.

***

“Canıma kastın var büyükbaba!” Baş belası büyükbabama kızarken alev almış bir durumdaydım. O enerji karışımı ve hapların etkisini tam anlamıyla hissetmeye başlamıştım.

Odanın içinde deli gibi dönerken hiç iyi değildim. Gece yarısına kadar kendimi durdurmayı bir şekilde başarmıştım ama artık dayanacağımı sanmıyordum. Hormonlarım uçmuşken yerimde bile duramıyordum. Kontrol edemediğim bir enerjiyle dolduğum için çok hareketliydim. Tenim terden artık parlıyor, aldığım hızlı nefeslerin sesi odamı istila etmişti. Duyduğum tek şey adım seslerim, yüksek çıkan soluklarım ve ritminden şaşan kalbimin sesiydi.

Bu nasıl mümkün, bilmiyorum ama yanıyordum. Seks açlığım beni kıvrandırırken kafayı cinsel fantezilerle bozmuştum. Benim çok acil sevişmem gereken konular vardı. Elimde sıkıca tuttuğum telefondan gelen sesle amaçsızca odada dönmeyi bıraktım. Mesaj Kadem’dendi. Aynı durumda olduğu için belki o bana ne yapmam gerektiğini söylerdi. Mesajın ondan geldiğini görünce hemen açtım. “Soğuk bir duş aldın mı, iyi gelir?”

Göz devirerek, ”Hem de üç kez ama işe yaramıyor,” yazdım.

“A planı: hiçbir koşulda Karun’un odasına gitme.”

Gülerek tuşlara dokundum. “B planını duymak istiyorum.”

“B planı: A planına uy.”

Nefesimi sesli bir şekilde verip yeni bir mesaj yazdım. “C planını duymak istiyorum!”

“C planı: hiçbir şekilde A planını çiğneme!”

Ağlamak istiyorum çünkü şu an için en büyük sorunum A planına sadık kalmaktı. “Tamam,” diye yazdıktan sonra çantamı alıp odadan çıktım. Evet, çoktan Karun’un odasına giden merdiveni tırmanmaya başlamıştım. Kimse ikizler burcu bir kadının kararlılık seviyesini sorgulamasın.

Kadem’in mesajı çok hızlı gelmişti. “Çoktan odandan çıktın, değil mi?”

Gülerek cevap yazdım. “Nasıl bildin?”

“Çok kolay tamam dedin!”

Beni bu kadar iyi tanıması her zaman iyi bir şey değildi. “Sen ne yaptın?”

“Gittiğimiz barda Duha’ya yakalandık. VIP bölümündeki odalara kilitledi bizi.”

Kahkaha attım. ”İkinizi aynı odaya mı hapsetti?”

“Hayır, salak! Yetmiş yaşında bile escortluk yapan yaşlı kadınlarla. Göz küsüyor, nefis bu ne deyip çıldırıyor artık sen düşün ne haldeyiz. Kendimizi balkona kilitleyip yan balkonlardan Kenan ile birbirimize laf atıp duruyoruz işte. İçerideki o hanım teyze gitmeden odaya girmem!” deyince kıkırdamaya başladım. Rezillerdi.

Duha’nın piçlikleri hiç bitmiyordu. Çocuklar bu kadar azmışken onları genç kadınlarla baş başa bırakmak yerine iki yaşlı kadınla odaya kilitlemek tam da onun yapacağı bir şeydi. Mideniz kaldırıyorsa bu kadınları yatağınıza alın, der gibiydi.

Çatı katına çıktığımda çok heyecanlı olduğum için derin bir nefes aldım. Karun’un odasının önünde durmuş kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Pek işe yaradığını söyleyemem. İçimdeki kontrolsüz güç yüzünden kapıyı çalmayı unuttuğumu içeri girene kadar fark etmemiştim. Adımımı içeri attığım an zaten yanan vücudumu cehennem ateşi gibi bir sıcaklık karşıladı. Odada kendimi saunaya girmişim gibi hissettirecek kadar sıcak bir hava hâkimdi.

Karun’un odasındaki sıcaklığın nedeni harıl harıl yanan şömineydi. Haziranı geride bırakmış olabiliriz ama Temmuz sıcağı da hafife alınamazdı. Malikânenin her odasındaki klimalar püfür püfür eserken Karun’un odasındaki klimanın çalışmaması şöyle dursun, şömine bile yanıyordu. Bu adamdaki üşüme hissi gerçekten hiç normal değildi. Ben böylesine yanarken cehennem gibi sıcak bir yere gelmiştim.

Karun odasındaki tüm ışıkları söndürdüğü için burayı aydınlatan tek şey şöminenin aleviydi. Loş ışığa maruz kalırken odayı incelemeyi sonraya bıraktım çünkü şu an için odasından daha başka şeyleri merak ediyor ve arzuluyordum. Karun şöminenin karşısındaki tekli koltukta oturarak içkisini yudumluyordu. İstediği ısıya nihayet kavuşmuş olmalı ki koltukta sere serpe oturuyordu.

Üzerinde ceketi yoktu ve beyaz gömleğinin düğmeleri yarısına kadar açıktı. Açtığı kravatı atkı gibi boynunda salınırken gömleğinin kollarını toplamıştı. Başı omzuna doğru hafifçe bükülmüştü ve o, şöminenin ateşini izlemeye dalmıştı. Gri koltuğun üzerinde gölgelerin içine çekilmiş bir haldeyken öylesine yorgun ve yaralı görünüyordu ki, şu anda aklını esir alan şeyin ne olduğunu merak ettim.

Nedendir bilmiyorum ama gündüzleri bize gösterdiği o güçlü adam ve geceleri ateşi izleyen bu adam aynı değildi. Böyle anlarda ne düşünüyordu? Canını yakan, mavilerine fazladan durgunluk katan o şey neydi? Geçmişiyle ilgili bir şeyler olduğunu tahmin ediyordum ama bir türlü ne olduğunu öğrenemedim. Bana anlatmıyordu ve bende hayatına burnumu sokmak istemediğim için soramıyordum.

Odanın içinde öylece dikilmiş duruyordum. Nedendir bilinmez ama bir süre sonra şöminedeki ateşi izlerken, “Orada dikilmeye devam edecek misin?” diye sordu. Bunları söylerken başını çevirip bana bakmamıştı bile.

“Bu sefer topuklu giymedim ben olduğumu nasıl anladın?” Odasında davetsiz bir misafir gibi gergince dururken her an müsaade isteyip gidebilirdim.

“Kokun,” diyerek iç çekti. “Uzaktan limon çiçeği yakından ise menekşe.” İçkisinden bir yudum almadan önce başını ağır ağır salladı. “Ne zaman yanından geçsem sende aldığım tek koku limon çiçeklerinin o sofistike notası ama burnum saçlarına değdiğinde gözlerimin önünde canlanan tek şey menekşeler.”

Başlangıç için kullandığım parfümden bahsetmesi sinirlerimi biraz yatıştırdığı için ona doğru yürümeye başladım. Odanın ortasına gelince terliklerimi çıkartıp sıcak, yumuşak halıya bastım. Onun karşısında durduğumda sırtım şömineye dönük olduğu için sıcağı daha çok hissetmiştim. Başımı çevirince Karun’un koltuğunun yanındaki sehpanın üzerinde buz kovası ve içinde açtığı bir şişe viski gördüm.

Karun’un elindeki kadeh dışında sehpanın üzerinde de bir kadeh vardı. “O kim için?”

Kuşağını sıkıca bağladığım sabahlığın altındakini görmek ister gibi bakarken, “Senin için,” dedi düz bir sesle. Damarlarımda gezen enerji arttırıcı şeylerden sonra bu gece mutlaka odasına geleceğimi biliyordu.

“Madem geleceğimi biliyordun buraya benim için niye bir şey koymadın? Nereye oturacağım?” Koltuğunun yanına benim için de bir koltuk çekebilirdi.

Başını küçük bir açıyla eğerek ayaklarının önündeki beyaz, tüylü ve yumuşak halıyı gösterdi. “Buraya otur.” Aslında oturacağım yeri bile önceden düşünmüştü, değil mi? Bir kedi gibi dizlerinin önüne kıvrılıp oturmamı istediğine göre bu geceyle ilgili her şeyin kontrolünü elinde tutmak istiyordu. Baskın bir karakteri olduğunu düşünürsek bu isteği beni şaşırtmamıştı.

İstediği gibi dizlerinin önünde oturup oturmayacağımı merakla beklerken dudaklarım kıvrıldı. “Oturacağım yeri kendim seçerim.” Siyah sabahlığın kuşağını tutarak açtım. İpek sabahlığı omuzlarımdan iterek gözlerinin önünde yere düşürmüştüm.

Üzerimdeki ince askılı siyah, dantel geceliği görünce Karun’un göz bebekleri büyümeye başlamıştı. Geceliğin ince, ipek dokusu vücuduma masaj yapar gibi rahatlatıcı bir his bırakıyordu. Göğüs kısmı dantellerden oluştuğu için göğüslerimin uçları belli oluyordu ve bir kısmı geceliğin açık yakasından taşıyordu. Geceliğin kalçamı bile zor kapatan kısalıkta olması da Karun’u etkileyen başka bir faktördü. Gözleri baştan ayağa beni süzerken elindeki kadehi dudaklarına yaklaştırdı ve bir dikişte kadehin içindeki tüm içkiyi içti.

Çıplak ayaklarım halının yumuşak dokusuna sürtünerek ona iyice yaklaştım. Gözlerimi bir saniye bile gözlerinden ayırmadan ayaklarının tam önünde dizlerimin üzerine oturdum. İtaatkâr bir köle gibi bacaklarımı altıma alıp dizlerimin üzerine oturduğumda henüz ona dokunmadan taş kesilmişti. Sözünü dinleyeceğimi beklemiyordu. Bir süre onun isteklerini gerçekleştirebilirim ama bu gece sadece onun istekleri doğrultusunda ilerlemeyecekti.

“Bana viski yok mu?” Şöminenin ateşi beni kavuruyordu ama arzu dolu şehvetli bakışlarımda onu.

Karun güçlükle bakışlarını cayır cayır yanan ve terden parıldayan vücudumdan çekip elini sehpaya doğru uzattı. Ters duran kadehi alıp kovanın içindeki şişeyi çıkardı. Önce benim kadehimi daha sonra da kendi kadehini doldurdu. Bana doğru dönüp kadehlerden birini uzattı ama tam alacaktım ki kadehi biraz kendine doğru çekince ne istediğini anlamadım. “Seninle sıradan bir gece istemiyorum.” Bunları söylerken diktatör birinin sadist zevkleri vardı gözlerinde. “Aslına bakarsan seninle sıradan olmayan her şeyi istiyorum.”

Kendi hakkında bir sır verir gibi sesi kısık ve hafiften boğuktu. Yüzünde gizemli ve karanlık bir ifade vardı. “Karımsın ama bu gece seninle nasıl olacak bilmiyorum.” Buraya onunla sevişmek için geldiğimi iyi biliyordu ve bu konuda onu endişelendiren bir şeyler vardı.

“Ne demek istiyorsun?” Sorunun ne olduğunu anlayamıyordum. “Karın olmam sevişmemize engel mi?” Kafam karışmış gibi ona bakmaya başladım. “İnsanlar bunu özgürce yapmak için evlenmiyor mu zaten?”

Güldü. “İnsanlar birbirini sevdikleri için evlenir.”

Gülüşüne eşlik ederek gözlerine baktım. “Seni sevmiyorum, biriyle sevişmek için onu sevmeye ihtiyacım yok.”

Karun başını ağır ağır sallayarak kadehi bana uzattı. “Bende seni sevmiyorum ve bu gece olacaklarda sevgi aramayacağını bilmek güzel.” Nedense birbirimizi kandırdığımızı hissettim. Sevmediğimizi söylemek en kolayıydı zor olan diğer ihtimali düşünmekti.

“Duygu yok,” diyerek uzattığı kadehi aldım.

Aynı kararlılıkla beni izlerken, “Bağlanmak yok,” diye ekledi.

“Sadece seks.”

“Ve buna farklı anlamlar yüklemek yok,” diyerek sözlerimi tamamladı. Bu gece tensel ihtiyaçlarımıza duygusal anlamlar yüklemeyeceğimize dair bir anlaşma yapmıştık.

Dizlerimin üzerinde durduğumda bacakları belimin iki yanındaydı. Duygusuzca yaşanan bir ilişkinin nasıl olacağını düşünüyordum çünkü önceki ilişkilerimin hepsinde ben genelde fazla seven taraftım. Bir elin beş parmağını geçmeyecek ilişkilerimde yatakta seviştiğim kişi genelde sevdiğim kişi olurdu. Gerçi hepsi de gençlik aşkıydı ve hep kısa süren ilişkilerdi. Sık sık geçici körlük yaşadığım için hiçbir erkek hayatımda uzun soluklu kalmamıştı.

Biraz gevşemek için viskiyi hızlı bir şekilde içip boş kadehi yere bıraktım. Duygu olmadığına göre başlangıç için romantik cümlelerle beni rahatlatmasını ondan bekleyemezdim ya da küçük tatlı dokunuşlarla sinirlerimi yatıştırmasını. Ruhsuzca bir sevişmeye kendimi hazırladığım için her şey fazla hızlı ve hissiz olacaktı. En azından içimdeki bitmek bilmeyen bu seks açlığını dindirmiş olacaktım. Bu yüzden vakit kaybetmeden harekete geçmeliydim.

Hemen her şey olup bitsin ve içimdeki bu yoğun tutku dinsin istiyordum. Ayağa kalkıp, “Yatağa geçelim mi?” diye sorduğumda Karun’un yüzünde manidar bir ifade oluştu. “Acelen ne?”

“Israrla anlamak istemiyorsun ama acilen sevişmeliyim.” Sözlerim karşısında Karun’un yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. “Hızı severim ama sadece silahlarda.” İkinci kadehini de bir dikişte içti. “Ve alkolde.” Boş kadehi sehpanın üzerine bırakıp bana elini uzattı.

Elini tuttuğumda iri parmakları avucunun içine aldığı elimin üstünü birkaç saniye başparmağıyla okşamıştı. Daha sonra hiç beklemediğim bir anda elimden çekerek beni kucağına düşürdü. Göğsüne kapaklandığımda Karun oturuşumu istediği pozisyona getirmek için belimi tuttu. Bacaklarımı iki yana açarak beni kucağına oturtunca başımı kaldırıp işgüzar yüzüne baktım. “Ama hız tutkum karımla sevişirken geçerli değil,” diye yumuşak bir sesle konuşup yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Hafifçe büktüğü parmaklarının tersiyle yanağımı okşamaya başladığında büyülenmiş gibi yüzümü izliyordu. “Bu ikimizin ilk gecesi, her anı unutulmaz olmalı.”

Yüzümdeki ellerinin hipnoz etkisi olmalı ki mayışarak başımı salladım. Vücut ısımı arşa çıkaran sıcak bir odada ne isterse yapacak durumdaydım. Karun bana istediğim şeyi verdiği sürece yapardım da. Bakışları yüzümün her zerresinde oyalanırken bu ismi seviyormuş gibi, “Saka,” diye mırıldandı. “Gözlerim seninle ilgili her şeyi neden fazla güzel görüyor?” Kendimi tutamayıp gülümsedim. Doğrudan bana güzel olduğumu söyleyemeyen bir adamla evliydim.

“Belki de güzel olduğum içindir.” Şımarıkça çıkan sesim ona tebessüm ettirdi. “Belki de seninle sevişmek için sana duymak istediğin şeyleri söylüyorumdur.” Omuzlarını hafifçe kaldırıp indirdi. “Erkekler bunu hep yapar.” Hiç sanmıyorum çünkü Karun’un çoğu erkeğin denediği basit taktiklere ihtiyacı yoktu.

“Benimle sevişmek için beni güzel sözlerle avutmaya ihtiyacın yok ki.” Onu öpmek için ona doğru uzandım. “Seni istediğim için buradayım.”

Dudaklarım dudaklarına değeceği esnada Karun gülerek, “Bunu o kadar iyi saklıyorsun ki söylemeseydin hiç anlamayacaktım,” deyince onu öpmeden geri çekilip bende gülmeye başladım. Benimle şakalar yapıp eğlenmesine alışık olmadığım için bu hali beni mutlu ediyor ve daha şimdiden gerginliğimi alıyordu. Her zaman fazla ciddi olduğu için onu sert kabuğunun dışına çıkmış görmek benim için çok yeni bir şeydi.

Yüzümdeki elleri boynuma indi. Saçlarımı omzumdan arkaya atarak bana dokunmaya devam ediyordu. Karun’un parmakları tenimde sıcak bir izi, kendi mührünü bırakacak şekilde nazikçe ilerliyordu. Bu geceyi ağırdan aldığı için içimdeki sabırsız cinsel açlığı kontrol etmeye çalışıyordum. Benim olduğu kadar bu gece onun da gecesiydi ve ikimizde istediğimiz gibi bunu yaşamalıydık. Bu yüzden hızlı bir seks isteğimi bastırmaya çalışarak bana dokunmasını, vücudumu keşfetmesine izin verdim.

Bu gece beni yoldan çıkaran şeytanlarım kulağıma fısıldıyor, onunla bütünleş artık diyerek bana nutuklar çekiyordu. Karun ise tüm o nutukların aksine sakince ellerini boynumdan gezdiriyor, terli tenime küçük dokunuşlar yapıyordu. Kasıklarımdaki sızı gittikçe basıncını arttırınca dudaklarımı ısırarak suratımı astım. “İçime girmen tahminen ne kadar zamanını alır?” diye sorduğumda bu kadar açık sözlü olmam hoşuna gitmiş gibi Karun başını arkaya atıp yüksek sesle gülmeye başladı. “İnanılır gibi değilsin.” Gülüşüne hastaydım.

Elimi yüzüne doğru uzatıp yanağına dokunduğumda gülümseyen dudakları düz bir çizgide buluşmuştu. Diğer elimi de yüzüne uzattığımda Karun hiç kıpırdamadan beni izlemeye başlamıştı. Parmaklarım yavaşça yanaklarında gezindi. İçimde taşan bir heyecanla çıkık elmacık kemiklerine ve erkeksi sert yüz hatlarına usulca dokunmaya başladım. Parmaklarımı yukarı kaydırıp parmak uçlarımla uzun, kıvrımlı kirpiklerine dokunduğumda Karun gözlerini yumdu ve kendini tamamen benim dokunuşlarıma bıraktı.

Parmaklarım gözlerini benden gizleyen her bir kirpik teline dokunuyordu. Hepsini tek tek saymak ister gibi parmak uçlarımı kirpiklerinde değdirdim. Göz kapaklarında sürtünen ellerim onunla ilgili her şeyi beynime kazımak ister gibiydi. Tanışmamızın zamanı gelmişti artık.

Kaşlarını parmaklarımla ezberledikten sonra alnındaki belli belirsiz çizgilerin üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Karun sinirlendiğinde her bir kaş çatmasıyla bu çizgiler daha belirgin bir hâle geliyordu. İşaret parmağım alnının ortasından kayarak burnunun ucuna kadar kaydı. Düz burnunu belleğime kazıdıktan sonra avuçlarımı sakallarına bastırdım. Gür olmayan seyrek sakallarına avuç içlerimle dokundum ve çenesinin güzel biçimini aklıma kazıdım. Parmaklarımın uçları etli dudaklarının üzerinde gezinmeye başlayınca Karun’un dudakları yavaşça aralandı. Ilık nefesi parmak uçlarıma nüfus ederken gözleri hâlâ kapalıydı.

Birinin yüzünü parmaklarımla tanırken babam dışındaki herkes bunu yaparken çok oyalandığım için genelde sıkılırdı ve artık durmamı isterdi. Fakat on dakikadır yüzüne dokunmama rağmen Karun hiç sıkılmış görünmüyordu. Kapalı gözlerle kendini ellerimin dokunuşuna bırakan adamın yüzünde şaşırtıcı bir huzur vardı.

Yüzünün her zerresine dokunup beynimin belleğine iyice kazıdıktan sonra ona doğru uzandım. Aralıklı dudaklarına tüy gibi yumuşak bir öpücük bıraktığımda gözlerini yavaşça açmıştı. Onunla ilk kez tanışıyormuş gibi, “Merhaba,” dedim kısık bir sesle.

Karun dudaklarında hâlâ öpücüğümün belli belirsiz dokusunu hissederken bana daha önce hiç görmediğim bir güzellikte gülümsedi. “Merhaba.” Artık tanıştığımızı biliyordu.

Tekrar ona uzandığımda bu sefer beni durdurmadı. Önce dudaklarının kıvrımına küçük bir öpücük kondurdum daha sonra dudağının diğer köşesini öperek öpücüğümü eşitledim. Çift olan her şeyi eşitlediğimi bildiği için bana hiç karışmıyordu. Dudaklarım dudaklarının üzerinde milimlik bir mesafe bırakarak durmuştu. Ilık nefeslerimiz birbirine çarptığında göz göze geldik.

Karun’un gözlerinde sadece yoğun bir şehvet yoktu onun mavilerinde aynı zamanda anlam veremediğim sıcak bir his ve adını koyamadığım bir şeyler vardı. Gözlerinde oluşan bu duygu, yankısını kalbimde hissedeceğim kadar büyük ve sonsuzdu. Bana olan bakışlarını kontrol edemediği için gözlerini hafifçe kapatıp derin bir nefes aldı. Sanki benden gizlediği tüm duygularının gözlerine yansıdığını bilircesine bunu yapmıştı. Peki, benden tam neleri gizliyordu? Bana karşı hangi duygular beslediğini çok merak ediyordum.

Uzanıp dudaklarımı onun dudaklarına hafifçe sürttüm. Dudaklarımızın temasıyla içinde bir şeyler onu kamçılamış gibi daha fazla ağırdan alamadı. Gözlerini araladığında mavileri gözle görülür bir şekilde koyulaşmıştı. Yüzümü avuçlarının arasına alıp beni öpmeye başlayınca nefesim kesilmişti. Öpüşü sabırsız, saldırgan ve hoyrattı. Aynı zamanda başımı döndürüp ayaklarımı yerden kesecek kadar tutkuluydu.

Soluksuz bir şekilde birbirimizi öperken ellerimiz de uzun zamandır özlemini çektiği dokunuşları özgürce hissetmeye başlamıştı. Gömleğinin kalan düğmelerini aceleyle açıp göğüs kaslarında ellerimi gezdirdim. Yoğun bir güç fışkıran bu sıkı ve sert kaslara başından beri dokunmak istiyordum. Kendimi onun öpüşlerine ve ona dokunmaya o kadar çok kaptırmıştım ki beni derin bir hazzın içine çeken parmaklarının yaptıklarını çok sonradan fark etmiştim.

Bir eli göğüslerimde oyalanırken diğer eli çıplak bacağımda geziniyordu. Dizimde başlayan sabırsız dokunuşları bacağımı sıkarak, çoğu zaman okşayarak yukarıya doğru tırmanmaya başladı. Kucağına oturduğum için kısa geceliğin eteği iyice yukarı toplanmıştı. Karun’un eli geceliğin altına sızdığında kalçamı sertçe sıkmıştı. Parmaklarının sertliğini hissedeceğim bir şiddette bunu yapmıştı.

Parmakları bacaklarımın iç kısmına sürtünüp kasıklarımın arasına daldığında, “Siktir!” diyen boğuk sesini duydum. “İç çamaşırı giymemişsin.” Aralıksız onu öptüğüm için kesilen nefesimi düzene koymak için hızlı hızlı nefesler alıyordum. Bacaklarımın arasında rahat durmayan eli ise nefes alışlarımı daha da hızlandırıyordu.

Kasıklarımın arasında beni kavrayan, okşayan parmaklarıyla göğüs kafesim büyük bir hızla yükselip bir balon gibi sönüyordu. Karun terleyen yüzümü, alnıma yapışan kakülümü ve her parmak dokunuşuyla aralanan dudaklarıma baktıkça daha da kontrolsüz oluyordu. Bana zevk vermek, aldığım zevki yüzümde izlemek onun için hazların en büyüğüymüş gibi davranıyordu. Geceliğin eteklerini tuttum ve gözlerinin içine bakarak yukarı doğru sıyırdım.

Hızlı değil yavaş hareketlerle geceliği yukarı doğru toplamaya başlamıştım. Karun geceliğin altındaki her şeyi bir an önce görmek ister gibi sabırsız bir ses tonuyla adete hırlarcasına konuştu. “Ben parçalamadan çıkar şu şeyi!”

Onu biraz kıvrandırmak için sinir bozucu bir yavaşlıkla geceliği yukarı topluyor, ağırdan alıyordum. Dudakları kıvrıldığında meydan okur gibi kaşlarını yukarı kaldırdı. Kasıklarımdaki eli hareketsizce durunca bundan hoşlanmadım. “Devam et lütfen.” Sesimdeki yakarışın zerre kadar farkında değildim.

Her şeyiyle bana hükmeden adam, “Çıkar,” dedi otoriter bir sesle. Gözleriyle sinirlerini bozan, beni onun bakışlarından gizleyen geceliği gösterdi. “Hemen!”

Parmaklarının hareketi durduğu için eteklerinden kavradığım geceliği yukarı çekerek kafamdan çıkardım. Çıkardım çünkü bana dokunmaya devam etmesini istiyordum. Geceliği yere attığımda onun kucağında çırılçıplak kalmıştım. Karun vücudumu incelerken nefes dahi almıyordu. Boğazındaki adem elması sertçe hareket ederek şekilde yutkunmuştu. Muhtemelen avucunun içini ancak dolduracak dik göğüslerime, göğüslerimin uçlarındaki pembe tomurcukları izliyordu.

Boğazı kurumuş gibi tekrar yutkunduğunda göğüslerimi ağzına almak ister gibi dudaklarını emerek ıslatmıştı. Terden sırılsıklam olan nemli ve kavruk vücudumu aklının her köşesine kazımak ister gibi bakıyordu. Uzun boynumu, ince omuzlarımı, dik göğüslerimi, ince belimi soluksuz bir şekilde izliyordu. Beni izlerken aynı zamanda parmakları kasıklarımın arasında nefes alışlarımı hızlandıran şeyler yapıyordu.

Karun bende gördüğü her detayla kalbi hızlanıp kan akışını kesiyormuş gibi, “Saka,” dedi gırtlağından çıkan kalın bir sesle. “Sen kazanılacak bir ödül değil, her şeyinle hak edilecek bir kadınsın.”

Dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştuğunda parmaklarından birini içime daldırınca belim yay gibi arkaya doğru büküldü ve inledim. Her hareketim onu deli ediyor olmalı ki nefes alışları hızlanmıştı. “Yemin ederim intihar sebebisin!” Bir parmağını daha içime iterek hareketlerini hızlandırdı. Bana istediğimi vererek tahrik ve tatmin olan bir deliydi.

Parmaklarının dokunuşları ve içimdeki gelgitleri beni hazzın doruklarına çıkardığı için hızlı hızlı nefesler alırken, “Karun,” diye fısıldadım. Ellerimi omuzlarına bastırıp, “Dur,” dedim. Gelmek üzereydim. İçimdeki bu sarsıcı dürtüye daha fazla engel olamıyordum. Benimle bütünleştiğinde bunun olmasını istiyordum şimdi değil çünkü bir gecede birden fazla orgazm olan bir kadın değildim.

Karun ensemi kavrayıp beni üzerine iyice çekerek gözlerini gözlerime kenetledi. Bakışlarımızın kesiştiği bu noktada gözleri hafifçe kaydı ama bir türlü gözlerini benden çekemedi. “Kendini kasma nefesim,” diyerek beni öpmeye başladığında nabzım boğazımda atıyordu. Bana ilk kez nefesim demişti ve bunu söylediğinin farkında olduğunu sanmıyorum. Nefesim deyişi öylesine sahipleniciydi ki, sanki her şeyimle ona aittim.

Karun’un dudakları fazla aceleciydi ve kasıklarımdaki parmakları beni çıldırtıyordu. Omurgamdan başlayıp aşağıya inen soğuk bir ürperti onun parmaklarıyla birleşip içimi titretiyordu. Nefes alışlarım yetersiz gelmeye başladığında Karun’un dudaklarından ayrıldım. Hızlı hızlı nefesler alırken, “Karun,” diye mırıldanıp tekrar ona durmasını söyleyecektim ki, üçüncü parmağını da içime itince titremeye başladım. Kasıklarımda başlayan bir titreme tüm vücudumu sarınca aralıklı dudaklarımdan çıkan iniltilerle kasıldım.

Vücudumdaki tatlı kasılmalar ve titremeler büyük bir patlamaya dönüşünce gözlerimin önünde yanıp sönen minik noktalara hayret ettim. Tüm bedenim onun kollarının arasında şiddetle sarsıldı ve her şey bir anlığına hayal ettiğim şeylerin ötesine ulaştı. Başım döndü, bakışlarım odağını kaybetti ve nefesim kesildi. Orgazmı en uçlarda yaşarken onun kollarının arasına yığılmıştım. Bu gerçekten çok iyiydi.

Vücudumdaki titremeler bir süre sonra yatışınca başımı kaldırıp baygın gözlerle Karun’u izledim. Yüzümde ne görüyordu, bunu bilmiyorum ama büyülenmiş gibi bakıyordu. “Son günlerde kafamın içinde defalarca seninle seviştim, sayısız bir şekilde benim için geldiğini hayal ettim. O anki yüz ifadeni düşünmediğim bir anım olmamıştı.” Mavi gözleri yüzümün her detayında gezinirken onun bakışlarında beni utandıran bir şeyler vardı. “Bu anı birçok kez kafamda canlandırdım ama böylesi hayal gücümün çok ötesinde.”

“Kaşların hafifçe çatılıyor,” dediğinde onun gözlerindeki güç ve şefkati beni kucaklamıştı. “Dudakların aralıklı ama burnunda nefes alıyorsun. Gözlerin kayarken dudaklarını ısırarak başını arkaya atıyorsun.” Karun bana az önceki tepkilerimi anlattığı için yanaklarımdaki ısı artmaya başlamıştı. Karun beni izlerken her bakışı, her nefes alışı daha fazla yakınlığın habercisiydi. “Saka,” diye fısıldadı boğuk bir sesle. “Seni daha önce hiç bu kadar güzel görmemiştim.”

Beni utandırmayı bırakması için gözlerimi ondan kaçırarak, “Şimdi bana âşık olduğunu da söylersin sen,” diye ona takıldım.

Gülümseyerek başını iki yana salladı. “O kadar uzun boylu değil.”

Parmaklarını içimden çıkartınca, “Karun,” dedim alt dudağımı dişleyerek. “Bu bana yetmedi.”

Bu sefer kendini tutamayıp kahkaha attı. “Yavrum daha başlamadık bile bu kadarıyla sınırlı mı sanıyorsun?”

Gömleğini omuzlarından sıyırmaya başladım. “Çıkar şunu kocam,” dediğimde gözleri öpmekten rujumu taşırdığı dudaklarıma kaymıştı. “Emrin olur.” Etkim altında kalmış gibi kısık bir sesle konuşup gömleğini çıkarmaya başladı.

Karun beni hiç uğraştırmadan gömleğini çıkartırken şöminenin kızıl ateşi mavilerine yansıyordu yine de gözlerinin koyu mavisini açamıyordu. Gömleğini çıkartınca koltuktan indim ve elini tutarak onu da kaldırdım. Karşı karşıya dururken uzanıp onu öpmeye başladım. Yüzümü avuçlarının arasına alıp başını omzuna doğru eğerek bana karşılık vermeye başlamıştı.

Ellerim pantolonun kemerinde oyalanınca bana hiç engel olmadı, onu soymama izin verdi. Bu yaptığım belki de kendi prensiplerime bir ihanetti çünkü hiçbir zaman içinde aşk olmayan bir seksi doğru bulmamıştım. Fakat hiçbir vicdan azabı duymuyor, yaptıklarım için utanç hissetmiyor ve aşağılık duygusunu ruhumda taşımıyordum. Onunla olan her şey yanlıştı fakat bir o kadar doğruydu.

Kemerini açtıktan sonra fermuarını da aşağıya çektim. Pantolonun kenarlarını tutup aşağıya çektiğimde Karun dudaklarıma küçük bir öpücük kondurarak benden ayrıldı. Tıpkı benim gibi en küçük bir utanç duymadan gözlerimin içine bakarak pantolonunu çıkardı. Siyah boxerın önünü zorlayan şişkinliği görünce bekleyişim sabırsız bir boyuta ulaşmıştı. Boxerı kaslı bacaklarından çıkartıp tamamen çıplak kaldığında gözlerim gördüğü şeyin iriliğiyle büyüdü. “Hadi canım,” diye kontrolüm dışı fısıldayıp sertçe yutkundum. Yok artık.

Bir bakirenin ürkekliğiyle onun cinsel organına bakıyordum çünkü şaşkındım. Bu kadarını beklemediğim için belki de içten içe korkuyordum çünkü yaşadığım son seksin üzerinde neredeyse beş yıl geçmişti. Beş yıldır hiçbir erkekle birlikte olmadığım için nasıl olacağını bilmiyordum. “Bu-” dediğimde şaşkın gözlerimi o noktadan ayırmıyordum. “Bu bana fazla,” dedim safça. “Çok fazla.” Tamamını içime alabileceğimi sanmıyordum.

Küçük bir öneride bulunmak ister gibi, “Acaba sadece sevişmekle mi yetinsek?” diye sordum. “Bence bütünleşmesek de olur.” Artık o noktaya nasıl bakıyorsam Karun’un gülen sesini duydum. “Sana bu kadar yükselmişken gerçekten bu odadan çıkmana izin verir miyim sanıyorsun?” Keşke işler bu noktaya gelmeden önce bana cinsel organı hakkında birkaç ipucu verseydi. Böylece beni neyin beklediğini daha iyi bilirdim.

Karun aramızdaki mesafeyi kapattığında arkaya doğru kaçmamak için kendimi zor tutuyordum çünkü gerçekten ürkmüş durumdaydım. Korktuğumu fazla belli etmiş olmalıyım ki çenemi tutarak başımı yavaşça kaldırdı. “Sandığın gibi korkunç bir şekilde sonuçlanmayacak.” Gözleri bana kendimi güvende hissettirmek ister gibi sıcacık bakarken sesi beni yatıştıracak kadar yumuşaktı.

Belimden tutup beni göğsüne çekince ürperdim. Aklımı başımdan alan o sertliği karnımda hissetmek bile soluk alışlarımı hızlandırıyordu. Kolları arasındaki ürkekliğimi görünce dudağının köşesi kıvrıldı, manidar gözlerle bana bakmaya başladı. “İşte şimdi kelimenin tam anlamıyla bir kuş gibi titremeye başladın.”

“Neden acaba?” dedim somurtkan bir arsızlıkla. “O şeyin bana girecek olması yüzünden olabilir mi?”

“Belki de önce senin şu edepsiz ağzından başlamalıyım,” dediğinde alt dudağımı dişlemeye başladım. Göz süzerek büyük bir kinayeyle, “Ne yapabilirsin ki?” diye onu kışkırtıp karnıma baskı uygulayan iri sertliği kavradım. Ona dokunmam bile Karun’un kaskatı kesilmesine yetmişti.

Elimi öne ve arkaya doğru kaydırırken, “Evet,” dedim heyecanlı bir sesle. “Bunu ağzımda istiyorum.” Beklenmedik bu çıkış karşısında tüm vücudu kasılmıştı. “Sen,” dedi ama aralıklı duran dudaklarında başka bir kelime çıkmadı. Sustu lakin bakışları sadece sözlerimle bile onun gelmesini sağlayacağımı gösteriyordu. Benimle ilgili her şeyi ve her sözü fazla tahrik edici buluyordu.

Elimi göğsüne bastırıp onu arkasındaki koltuğa ittim. Az önce kalktığı koltuğa tekrar oturduğunda parmak uçlarımdan ona doğru yürüdüm. Vücut dilimin nasıl bu kadar ürkek ve cüretkâr olduğunu düşündüğüne eminim. Odaya ilk geldiğimde olduğu gibi ayaklarının önünde dizlerimin üzerine oturdum. Elini uzatıp kendi için yeni bir viski doldurarak arkasına yaslandı. Bacaklarını aralayıp gözlerimin içine devam et dercesine bakınca dudaklarım kıvrıldı. Her şeyiyle kendini bana bırakmıştı. Onu çok şaşırtacağıma emindim.

Bacaklarının arasına girip titreyen elimle onu kavradım. Onu tuttuğum an Karun’un vücudu geriliyor, taş kesiliyordu. Başımı eğip avuçlarımdaki iri şeyin ucuna küçük öpücükler kondurmaya başladığımda viskiden birkaç sert yudum aldığını duyabiliyordum. Dudaklarımı sinir bozucu bir yavaşlıkla cinsel organının ucuna sürttükçe Karun’un bekleyişi dayanılmaz bir azaba dönüşmeye başlamıştı. Bir an önce ağzımdaki yerini alması için çıldırıyordu fakat ben bunu yapmak yerine ağırdan alıyor, onu kıvrandırmaktan zevk alıyordum.

Başımı eğip dilimi ucunda gezdirmeye başladığımda acı çeken hırıltılı bir sesle, “Al artık onu ağzına!” dedi emreder gibi katı bir sesle. Sorun şu ki daha önce kimse için bunu yapmadım.

Ve asıl sorun şuydu ki kimse için yapmadığım ne varsa Karun’a yapmak istiyordum. Kocamla her şeyi yapmak, her şeyi denemek istiyordum. Dudaklarımı aralayıp dilimle ıslattığım şeyi ağzıma aldım. Küçük bir kısmı bile ağzımı doldurmaya yetmişti. Elim kadifemsi yüzeyine sürtünüp aşağıya ve yukarıya doğru hareket ederek onu okşarken aynı işlemi dudaklarımla da yapmaya başlamıştım. Bir kısmını ağzıma alıyor, daha sonra aldığım kısmı çıkartıp daha fazlasını almaya çalışıyordum.

Ağzımla yaptığım git geller her defasında daha fazlasını almamı sağlıyordu fakat tamamını almam mümkün değildi. O kadar iri ve büyüktü ki gırtlağıma kadar alsam bile hepsini ağzıma sığdıramazdım. Bunu gerçekten bir erkeğe yapıyordum ve daha fazlasını yapmak için çıldırıyordum. Hayır, beni cesaretlendiren kanımda dolaşan o haplar veya yediğim karışım değildi. Ben aslında başından beri Karun ile hep bunu yaşamayı merak etmiş, onu arzulamıştım. Büyükbabamın ilaçları bizim için kaçınılmaz olan bir sonu hızlandırmıştı, hepsi bu.

Belli bir ritimle onu ağzıma almaya devam ederken elimin altındaki şey sanki gittikçe daha da sertleşip büyüyordu. Karun genizden çıkan hırıltılı bir sesle, “Sikeyim!” dediğinde can çekişir gibiydi. “Öğürme refleksin yok senin.” Çoğu kadının midesini bulandıracak bir şeyi büyük bir rahatlıkla yapmamdan aldığı hazzı gizleyemiyordu çünkü bu konuda şanslı olduğunu artık biliyordu.

Karun kasılmaya başladığında, “Dur!” diye gürledi kısık ama boğuk bir sesle. İçime girmeden boşalmasını bende istemediğim için başımı yavaşça çekerek ona baktım. Artık terleyen kişinin sadece ben olmadığımı gördüm çünkü ecel terleri dökmüş gibi teni nemliydi. Artık içimi doldurmaya hazırdı.

Hızlı hızlı nefesler alan göğüs kafesini izleyip gözlerine baktım. Az önce onu kavrayan dudaklarımı dilimle yaladığımda Karun’un koltuğun kenarında duran elini sıkmaya başladı. Ellerimi yere bastırarak kendimi arkaya doğru çektim. Şöminenin ateşiyle iyice ısınan halıya yayılıp başımı omzuma doğru eğdim. Bir bacağımı uzatarak otururken diğer bacağım dizimde hafif büküktü. Davetkar bakışlarımı görünce dudağının köşesi kıvrıldı.

Elindeki kadehi bir dikişte içerek boş kadehi koltuğun kenarına bıraktı. Ayağa bile kalkmadan koltuktan kayıp bana geldi. Halının üzerinde uzanarak yanımda durduğunda üzerime eğilmişti. Aralıklı dudaklarıma yumulduğunda inleyerek ensesini kavradım. Sadece öpücüğü bile beni deli ediyordu.

Şöminenin ateşi karşısında tutku dolu öpücüğümüze dillerimizin dansı da karışınca kasıklarımdaki sızı şiddetini arttırdı. Karun’un dudakları boynuma kayıp küçük ısırıklar bırakmaya başlamıştı. Önce öpüyor sonra da dişlerini geçirerek bana sadistçe bir zevk yaşatıyordu. Seks esnasında acıdan zevk aldığımı onunla keşfediyordum. Ağzıyla yaptığı şeye göğüslerimi avuçlayıp sıkan eli de katılınca odada duyulan tek şey benim yüksek çıkan iniltilerimdi.

Dudakları boynumdan göğüslerime kayınca kendimi sırtüstü halının üzerine bıraktım. Göğüslerimden birini iri avuçlarının arasına alıp yoğururken diğerini ağzına aldı. Büyük bir açlıkla emmeye başladığında artık nefes almıyordum. Ucunu dişlerinin arasına alıp hafifçe sıkınca inleyerek saçlarını kavradım ve başını kaldırdım. Hızlı hızlı nefes alırken kıvranışlarımın arasından, “Daha fazla bekleyemem,” diye ona yalvardım. “Hadi Sanrı.” Onu istiyordum, onu artık içimde istiyordum.

Karun beni getirdiği son durumdan memnun kalarak dudağının köşesi kıvrıldı. Elini uzatıp bacaklarımın arasına dokundu. Parmaklarına bulaşan ıslaklığı görünce her şeyimle onun için hazır olduğumu anladı. Üzerime uzanıp aralıklı bacaklarımın arasındaki yerini almıştı. Onu istediğim kadar ondan ve birazdan olacaklardan korktuğumu görünce, “Bunu nasıl başarıyorsun?” diyerek kendini bana doğru biraz itti ve kasıklarımın duvarlarını zorlamaya başladı.

“Her hareketin cüretkâr fakat vücudun titriyor ve ürkek.” Bunları söylerken mest olmuş gibiydi. “Dilinin söyledikleri edepsiz ve açık, lakin gözlerin fazla saf ve masum bakıyor. Sadece diğer şeyler de değil, sevişirken de onlarca kadını içinde barındıran birisin.”

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp hipnoz olmuş gözlerle, “Saka,” diye mırıldandı. “Seninle olmak tüm kadınlarla olmak gibi, seninle sevişmek tüm kadınlarla sevişmek gibi.” Bir erkeğin bir kadında aradığı her şeye sahip olduğumu söylüyordu. Bunu bana daha önce de söylemişti.

Onu delicesine etkileyen ve ölesiye korkutan bu özelliğimi sevdiği kadar nefret de ediyordu çünkü beni tanıyan her erkeğin bende sevecek bir şeyler bulacağına inanıyordu. Bunu daha önce bana itiraf etmişti. Karun sabrının sonuna gelmiş gibi cevap vermemi beklemeden kendini bana doğru sertçe itince dudaklarımda kopan çığlığa engel olamadım. Yarısına kadar güçlükle içime girdiğinde attığım çığlık onu endişelendirdiği için durmuştu.

Üzerimde kaskatı bir şekilde dururken gözleri irileşmişti. Şoke olmuş gibi yüzü bembeyazdı “Daha önce bana bakire olmadığını söylemiştin?” Şuursuzca davranıp ilkimi hoyratça almış olma ihtimali kanını dondurmuştu.

Onun altında titremeye başlarken güçlükle, “Bakire değilim devam et,” dedim. “Beş yıla yakın oldu bunu yapmayalı,” diye itiraf ettiğimde Karun bu gece için belki de benden duyduğu en güzel şey buymuş gibi belli belirsiz gülümsedi. Beş yıl boyunca biriyle birlikte olmayan bir kadın sevişeceği kişiler konusunda çok seçici demektir. Bu onu memnun etmişti çünkü ihtiyaçlarım için önüme gelen herkesle yatmadığımı bir kez daha anlamıştı.

Kalçasını hareket ettirerek biraz daha bana yüklenerek içime girince iniltilerim artmıştı. Karun düşündüğünden daha fazla dar bir engele takıldığı için bir anda yüklenip canımı yakmaktan endişe duyuyordu. Tamamını içime almam için küçük hareketlerle beni alıştırıyor, esnetiyordu. Heyecandan kalbim durma noktasına gelmişti. “Daha bitmedi mi? Gir gir sonu gelmiyor sanki.”

Bu durumdayken bile onu güldürdüğüm için sitemkâr bakıyordu ama aynı zamanda gülüyordu. “Güzelim sen çok darsın.”

“Ya da sendeki fazla büyük,” diye somurttuğumda gülmemek için yanaklarının içini dişledi. “Nasıl bir şeysin sen? Sevişirken aynı zamanda gevezelik yapabiliyorsun.” Her durumu bizim için daha eğlenceli kıldığımı inkâr edemezdi.

Karşılaştığı sıkılık Karun’u daha fazla kışkırtıyor olmalı ki hızlı hızlı nefesler alırken daha fazla kendini kontrol edemedi ve bir anda bana yüklendi. Hepsi içime girdiğinde o rahat bir nefes aldı ama benim çığlığım bir kez daha odanın içini doldurdu. Hayır, acıdan değil, zevkten atılmış bir çığlıktı. Bu Karun’u deliye çevirdiği için sertçe içimden gidip gelmeye başladı. Daha önce hiçbir erkeğin bana yaşatamadığı yoğun bir hazzın içinde kaybolmuştum.

Gözlerimin önünde küçük yıldızlar yanıp sönüyor, iniltiler çıkartarak onun altında kıvranıyordum. Bunu onunla gerçekten yaşıyordum. Asla uyanmak istemediğim bir rüya gibiydi. Karun içimde gidip gelirken bir bacağımı tutup omzuna koydu ve iyice üzerime abanıp daha hızlı git geller yapmaya başladı. Asla ama asla durmasını istemiyordum. İçime girip çıkması o kadar iyi hissettiriyordu ki bunun bitmesini hiç ama hiç istemiyordum.

Kasıklarıma vuran her sert darbesi bana aklımın almadığı bir hazzı yaşatırken bunu sabaha kadar yapsa sorun etmezdim. Terden sırılsıklam olan vücutlarımız şöminenin hoş sıcaklığıyla birleşince ortaya bir ressamın ihtiras dolu bir eseri çıkıyordu. Karun saklı kalan tüm kuytularımı kendi gücüyle doldurup beni keşfederken ne o durabilirdi ne de ben. Bir yaprak gibi onun rüzgârına kapıldığımda bu gece hiç bitmesin istedim.

Terden yüzüme yapışan saçlarımın arasından ona baktığımda Karun’un gözlerinin hedefinde her hareketimde hafifçe sallanan göğüslerim vardı. Daha fazla dayanamayıp göğüslerime uzanınca başımı geriye atarak kendimi bana yaşattığı hazzın kollarına bıraktım. Şöminedeki odunların kokusu burnuma gelirken birbirini tamamlayan bedenlerimiz odanın içine bir bahar şenliği getirmişti. İçimde kanat çırpan kelebeklerin ona doğru uçuştuğu büyülü bir anın içinde kaybolmuştuk.

Ellerimi omuzlarına bastırdığımda üste çıkmak istediğimi anlayıp bana izin verdi. Onu sırtüstü düşürdüm ve bacaklarımı iki yana açarak üzerine iyice oturdum. Hareketlerimi hızlandırdığımda ensemden tutarak beni kendisine doğru çekti. Öpmeye başladığında onun üstündeyken bir anda kendimi yine onun altında bulmuştum. Bana verdiği izin çok kısa sürmüştü.

Beni o kadar hızlı altına almıştı ki hızına inanamadım ama içime girip çıkması şiddetini arttırınca boşalmak üzere olduğunu anladım. O kadar baskın biriydi ki ben onun üzerindeyken bunu yapmak istememişti. Böyle olmasından nefret etsem de bunu fazla çekici ve seksi bulan bir yanım da vardı. Karun benim kasılmalarımı görmeden kendini bırakmamıştı. O içimdeyken kolları arasında titreyerek rahatladığımda o da bunu yaptı.

İkimizde titriyorduk ve ikimizde çok hızlı nefesler alıyorduk. Rahatlayarak soluğunu verip içimden çıkarak yanıma uzandı. Fakat benimle işi bitmiş gibi aramıza bir mesafe koymadı çünkü kolunu başımın altına koyup beni göğsüne çekmişti. Göğsünü bir yastık gibi kullanıp başımı yaslayarak kolları arasına sokuldum. Beni kollarıyla sıkıca sararak saçlarımın tepesine küçük bir öpücük kondurunca tebessüm ettim.

Duygu yok sadece seks demiştik ama gecenin başından beri bana olan her dokunuşu fazla duygu doluydu. Seks ihtiyacını gidermek için dokunduğu bir kadın gibi değil de dokunmak için yanıp tutuştuğu biriymişim gibi hissettirmişti. Bakışları seks için anlaştığı bir kadına bakar gibi değildi çünkü gece boyunca fazla hisli bakmıştı. Hani dedi ya kafamın içinde defalarca seninle seviştim diye, işte o hayallere sığdıramadığı bir kadını bu gece kollarının arasına almıştı.

Bir süreden sonra nedendir bilmem ama düşünceli bir sesle, “Pişman mısın?” diye sorduğunda sesinde saklı kalan korkuyu hissettim.

Kollarının arasında kıpırdanıp başımı kaldırdım ve çenemi göğsüne yaslayarak yakışıklı çehresini izlemeye başladım. “Hayatımda pişmanlığını çektiğim çok fazla şey var ama pişmanlıklarımın içinde bu gece yok.” Gözlerindeki telaşın mumları bir bir söndü, yaslı olduğum sinesine rahat bir nefes nüfus etti. Pişman değildim ve bunu benden duymak onun için geceyi huzurlu bir şekilde noktalamıştı.

Kollarının arasında sıyrılıp yerdeki geceliğime uzandım. Geceliği üzerime geçirdikten sonra sabırsız bir coşkuyla, “Odanı görmek istiyorum,” diyerek ayağa kalktım.

“Gör bakalım.” Karun boxerına uzandığında ben çoktan ışığı açmak için işe koyulmuştum.

Işıkları açıp içinde bulunduğum odaya göz gezdirdim. Gözlerim ilk bahçenin ön kısmını tamamen gören camı buldu. Odanın güney cephesinde duvarın olması gereken yerin tamamı camdı. Yürüyüp cama yaklaştım. Bir penceresi yoktu ama terasa açılan kapısı bile camdandı. Buraya ilk geldiğimde bahçede durup bu cama bakmış ve uzun uzun burasının benim odam olmasını istemiştim. Işık sızmayan her yer beni korkutuyordu ve bu devasa cam tüm ışığı içeri çekiyordu.

Yatak cama yakın bir yerdeydi ve yuvarlak yatağın büyüklüğü insanı afallatırdı. “Yatak neden bu kadar büyük?”

Karun’un üzerinde pantolon dışında hiçbir şey yokken gözlerinde manidar bir bakış oluştu. “Büyük bir yatakta her şey rahatça yapılabilir,” dediğinde gülmeye başladım. “Bence yatak dışında da her şey yapılabilir.” Sevişmek için yatağı kullanmamıştık.

Çıplak ayaklarla yürüyüp odanın batı cephesine gittiğimde Karun sessizce beni izliyordu. Mini barın yanından geçerek duvarın tamamını kaplayan kitaplığın önünde durdum. “Sen ve şu sıkıcı kitapların.” Burada çok fazla siyasi ve politik kitap vardı. İstemsizce bu adamın bilgi haznesinin genişliğini düşündüm. Birçok konuda bilgi sahibi olduğu için bu kadar başarılı bir iş insanıydı.

Temiz ve düzenli odada tek bir dağınıklık göremedim. Yürüyüp duvarın içine gömülü dolabın kapısını çekerek yana doğru kaydırdım. Kıyafetleri bile renklerine göre ayrılmıştı. İki renk gömlekleri vardı ve bunlarda beyaz ve siyahtı. Askılığın biri sadece beyaz ütülü gömleklerden oluşurken diğer askı siyah gömlekler içindi. Alt raf ise markalarına göre ayrılmış ceketleri içindi. Dolabın kapısını çekerek kapatırken diğer bölümü açmadım çünkü orada da pantolonları ve ayakkabıları olduğunu tahmin edebiliyordum.

“Bu odada en sevdiğin köşe neresi?” Ona doğru döndüğümde Karun bana şöminenin olduğu köşeyi gösterdi. “Odama çekildiğimde o koltukta oturup bir şeyler içerek kitap okumayı seviyorum.” Bunu tahmin etmiştim çünkü geldiğimde de o gri koltukta oturup içkisini yudumluyordu. Ve biz orada sevişmiştik. Artık ne zaman en sevdiği köşeye çekilse benimle olan anıları aklına gelecekti.

O da bunu yeni fark etmiş olmalı ki kaşlarını huzursuzca çatıp, “Kahretsin!” dedi. “Yatağı kullanmalıydık!” Kahkaha attım çünkü değişen bir şey olmazdı, bu seferde her yatağa girdiğinde beni düşlerdi. Yaptığı en büyük yanlış benimle kendi odasında sevişmekti.

Karun gülüşümü izlerken yüzümdeki saçlarımı çektiğim elime kaydı bakışları. Gözleri parmağımda oyalanırken düşünceli bir sesle, “Saka,” diye mırıldandı. “Acaba benim yüzüğümü parmağında taşır mısın?” Bir anda sorduğu soruyla öylece kalakalmıştım. Yüzük mü?

Karun yürüyüp kitaplığın önünde durdu. Kafam allak bullak olmuş bir hâlde onu izlerken üst raftaki beş kitabın yerini değiştirmeye başladı. Alfabetik sıraya göre dizilmiş kitapların düzenini bozduktan sonra bir adım geriye çekildi. Kitaplığın sadece bir bölümü ses çıkartarak hareket etmeye başladı. Kapı gibi öne doğru gelen kitaplık diğer kitapların olduğu yöne doğru kaymıştı. Hareket eden kitaplığın arkasında görünen kasayla gözlerimi irice açtım. Karun kasanın şifresini girip kolu çevirerek kasayı açmıştı.

Bu uzaklıkta kasanın içinde olan şeyleri net göremiyordum ama Karun kasadan küçük bir kutu alıp kasayı kapatmıştı. Az önce hareket eden kitaplığın önünde durdu ve uzanıp üst raftaki o beş kitabı tekrar alfabetik sıraya göre dizdi. Kitaplık kayarak tekrar eski yerini alınca afallayarak gözlerimi kırpıştırdım. Sanki arkasında değerli bir kasayı saklamıyormuş gibi görünüyordu.

Karun yanıma gelip elindeki kırmızı, kadife bir kutuyla karşımda durdu. Kutunun kapağını açınca gördüğüm tek taş yüzük ve alyansla afalladım. “Bana evlilik teklifi mi yapacaksın?”

Gülmeye başladı. “Yavrum biz zaten evliyiz.”

Bu gece ne çok gülmüştü.

Yüzükleri gösterdim. “Bunlar ne o zaman?”

“Bir evlilikte olması gereken şeylerden biri bu.” Kutunun içindeki yüzükleri çıkartıp boş kutuyu yatağın üzerine attı. Kalbinde bir huzur, içinde bir heyecan ve gözlerinde beni odasında görmenin sevincini yaşarken bana yüzükleri gösterdi. “Takmamı ister misin?” Bunu doğru şekilde nasıl soracağını bilmez bir halde yalandan öksürerek boğazını temizledi. “Demek istediğim benim yüzüğümü taşır mısın parmağında?”

Kalbimdeki tatlı telaşı gizlemeye çalışarak, “Neden?” diye sordum.

Anlamadı. “Ne demek neden?”

“Neden senin yüzüğünü taşıyayım?”

Okyanusu kıskandıran mavilerinde müthiş bir fırtına koptu. Kulaklarında neden diyen sesim vuku bulurken çattığı kaşlarıyla gözlerini gölgede bıraktı. “O Serhat itinin yüzüğünü bile taktın ama benim sana aldığım yüzüğü takmıyorsun öyle mi?” Sert sesi kıskanç bakışlarıyla bütünleşince artık az önce seviştiğim adamla yakından uzaktan alakası yoktu.

Buz gibi gözlerle ona bakıp, “Bana bir daha Serhat deme!” diyerek ondan uzaklaştım. “Yaptığım hataların sorumluğu sadece bende ve sen beni bununla vuracak konumda değilsin.”

Bu odadan bir an önce çıkmak istediğim için hızlı adımlarla kapıya yürüdüm. Karun peşimden gelip kızgın bir sesle, “Bekle!” diye beni durdurdu. Kolumu tutarak gitmeme izin vermemişti. Derin derin nefesler alırken öfkesini yatıştırmaya çalıştığını görebiliyordum. “Üzgünüm çok ileri gittim.”

Gergin yüz hatları yavaş yavaş gevşemeye başladığında bakışlarındaki sıcaklık beni sardı. “Tek istediğim karımın artık yüzüğümü parmağında taşıması.” Böyle bir geceyi bir kavgayla sonlandırmak istemediği için kaşlarını hafifçe bükerek, “Saka,” diye mırıldandı içten kopan yakarışla. “Yüzüğümü takamaz mısın?”

Bana zorla bir şey yaptırması mümkün değildi ama bu sıcak gözlerle bakıp yumuşak bir sesle konuşunca asi tarafım uysallaşıyordu. Beklenti dolu bakışlarına içli bir ifadeyle karşılık verip başımı yavaşça salladım. “Takarım kocam.”

Ona kocam dememle gergin bekleyişi yerini büyük bir rahatlamaya bırakmıştı. Ne zamandır tuttuğu nefesini sesli bir şekilde verip belimi tuttu. İri parmakları belimi iki yanından kavrayıp aramızdaki mesafeyi kapattığında yine heyecanlanmıştım. Karun’un elleri belimi kırılacak bir inci tanesini tutar gibi naifçe tutarken kıyamayan gözlerle beni izliyordu. Bana olan bakışlarında öylesine bir bağlılık vardı ki, insana kendini değerli hissettiriyordu.

“Saka,” diye mırıldandığında kaybetmekten korkarcasına belimi daha sıkı tutmuştu. “Günün sonunda kocam diyerek koynuma sokulacaksan, günün başında ne yaparsan yap hep bir affı olacak.” Kalbim kasılmıştı.

İster öldür istersen de yaşat ama bir yere gitme diyordu.

Ellerini belimden çekerek az önce cebine koyduğu yüzükleri çıkardı. Elimi tutup yüzük parmağıma önce alyansı daha sonra da pırlantasının iriliğiyle göz dolduran tek taşı taktı. “Bunları ne zaman aldın?” Parmağımı yüzümün yakınında tutarak yüzüklerin parmağımda nasıl durduğuna bakıyordum.

Karun’un elleri rahat durmayıp yine bacaklarımda gezinirken gözlerini göğüslerimden ayırmıyordu. “13 Haziran’da.” Her an geceliği üzerimden çıkartabilirdi. “Annenin yüzüğüyle aklımı başımdan aldığın o olayın hemen sonrasında,” diye homurdandı. “O gece yemeğe çıkacaktık yemekte sana vermeyi düşünüyordum.” Ama Carlos beni kaçırınca yemek planımız iptal olmuştu.

Elini geceliğin altına sokup kasıklarıma uzatmıştı ki hemen ondan uzaklaşıp kapıya yürüdüm. Arkamdan onun huysuz ve sitemkâr sesini duydum. “Yine nereye?” Onu bırakıp gideceğimi sanıyordu ama ben kapının yanına attığım çantamı almak için ondan uzaklaşmıştım.

Çantayı yerden alıp içinde çıkardığım kutuyu aldım. Arkamı döndüğümde Karun yatağın kenarına oturmuş meraklı gözlerle beni izliyordu. Yanına gidip kucağına çıktığımda tüm vücudu kasılmıştı. Bunu yapmama alışkın olmadığı için en küçük bir yakınlıkta vücudu bana çok hızlı tepki veriyordu. Dizlerinin üzerine oturup elimdeki siyah kadife kutuyu ona gösterdim. “Bugün alışverişe çıktığımda bende senin için bir şey aldım.”

Onun için bir şey alacağıma hiç ihtimal vermediği için Karun afallamıştı. Yakışıklı yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesini gizlemeden başını eğip elimdeki kutuya baktı. Kadife kutuyu açtığımda içinde gördüğü alyansla nabzı boğazında atmıştı. Parmağıma yüzüğünü taktığı bir gecede çantamda onun için aldığım bir yüzüğün olmasını beklemiyordu. “Sen bana yüzük mü aldın?” Afallayan sesi ve şaşkın suratı korumaların bunu ona yetiştirmediğini gösteriyordu.

Yüzüğü seçerken hepsi yanımdaydı ve onların ellerini görmek istediğimde hepsi çıldırmıştı. Tüm o kutuları indirip bana elini uzatan adamları bugün çok fazla kızdırmıştım. Karun’un iri eline benzeyen bir tek Nedim’in eliydi bu yüzden yüzüğü ona denetmiştim. Bugün kuyumcunun önünde geçerken ilk aklıma gelen şey artık parmağımda bir yüzük olmadığıydı, ikinci düşüncem ise Karun’un da parmağında bir yüzük olmadığıydı.

Onun gibi genç, yakışıklı ve trilyonluk bir adamı etrafındaki kadınlardan korumanın tek yolu bir yüzük diye düşünmüştüm. Fakat günler öncesinden onun da benim için bir yüzük alması bana da sürpriz olmuştu. Kalp kalbe gerçekten karşıydı. Bu gece odasına gelirken onun için aldığım yüzüğü de yanımda getirmiştim ve Karun, benden önce davranıp yüzüğünü parmağıma takmıştı.

Kutunun içindeki sade alyansı çıkartıp içine baktı. Yüzüğün içinde yazan Saka yazısını okuyunca, “Bak sen,” diyerek dudakları oyunbaz bir ifadeyle kıvrıldı. “Senin adının içinde yazdığı bir yüzüğü mü takacağım?”

Merak edip parmağımdaki yüzüğü ona gösterdim. “Benimkinin içinde bir şey yazmıyor mu?”

“Yazıyor.”

“Ne yazıyor?”

“Sanrı,” deyince gülmeye başladım. Gerçekten kalp kalbe karşıydı çünkü Bige ve Karun yazdırmak yerine birbirimizin yüzüklerine Saka ve Sanrı yazdırmıştık.

Karun yüzüğü parmağına takacağı esnada onu durdurup yüzüğü elinden aldım. “Ben takacağım.” Elini tutup yüzük parmağına onun için aldığım alyansı geçirdim. Tahminlerimde yanılmamıştım, Nedim’in parmak ölçüsü Karun’un parmağıyla aynıydı çünkü tam olmuştu. Karun’un bana aldığı yüzükler de parmağıma tam uyduğuna göre acaba o benim parmak ölçümü bulmak için hangi numaralara başvurmuştu.

Parmağına taktığım alyansı gösterdim. “Hiç çıkarma.”

Bunun sözünü bana veriyormuş gibi kararlı gözlerle bakıp başını ağır ağır salladı. “Karım olduğun sürece hiç çıkarmayacağım.” Gözleri parmağımdaki alyansta oyalandı. “Sende çıkarma.”

Onu taklit edip yüzüme fazladan biraz ciddiyet kattım. “Kocam olduğun sürece hiç çıkarmayacağım.”

Onu taklit etmem hoşuna gitmiş gibi dudağının köşesi kıvrıldı. “Bak sen şuna.” Belimi yakaladığı gibi beni yatağa atınca gözlerimi büyütüp, “Hayır ya,” diye yalandan sızlandım. “İlacın etkisi çoktan geçti uyuyacağım ben.”

Karun hiç vakit kaybetmeden üzerimdeki yerini alıp geceliğimi sıyırmaya başlamıştı bile. “Etkisi daha geçmemiştir sabaha kadar sürecek,” deyince gülmeye başladım ve o, bacaklarımın arasındaki yerini alıp beni öpmüştü.

Beni bu odadan kolay kolay çıkartmayacaktı, değil mi?

***

Sabah güneşi yüzüme vurunca iniltiler çıkartarak gözlerimi araladım. Vücudumun her yerinde yok sayılmayacak bir sızıyla güne gözlerimi açmıştım. Yatakta otururken bile zorlandım. Bana ne olduğunu düşünürken dün geceyi hatırlayınca dudaklarımın arasında kısık bir inilti döküldü. O hayvan herif sabaha kadar beni uyutmamıştı! Sabah ezanına kadar bana yaptıklarını hatırlayınca kanım kaynamaya başladı. Karun gerçekten fazla doyumsuz biriydi.

Çırılçıplak olduğum için çarşafı göğüslerime kadar çektim. Başımı çevirip yatağın diğer tarafına baktım ama Karun’u bulamayınca yutkundum. Sabaha karşı yorgunluktan birbirimizin kollarında sızıp kalmıştık. Kalbimde bir sızı hissettim. Karun yatakta beni yalnız bırakıp gitti mi? Kapı çalınca Çiçek’in, “Bige Hanım uyandınız mı?” diyen sesini duydum. “Karun Bey sizi avluda bekliyor ve babanız da burada.” Babam burada mı?

Babam İstanbul’a geleceğini bana hiç söylememişti. Bu gelişi iyiye işaret değildi. “Geliyorum!” Yataktan fırlayıp hemen sabahlığı üzerime geçirdim. Geceliğimi giymek için vaktim yoktu. Sabahlığın önünü iyice kapatıp kuşağını sıkıca bağladım.

Odadan çıktığımda Çiçek dışında kimseye rastlamadım. Hızlıca Çiçek’in yanından geçip bir alt kata inerek hemen odama girdim. Neyse ki Çiçek dışında kimse beni bir sabahlıkla görmemişti. Odama girip hemen çekmecedeki iç çamaşırlarını çıkartıp giydim. Vücudumdaki morlukları gizlemek için pantolon ve siyah yarım kollu bir bluz giymiştim. Bluzun ilk düğmesi dışındaki tüm düğmeleri kapattım çünkü açık yakamda Karun’un diş izlerini babam görsün istemiyordum.

Odadan çıktığımda merdiveni inerken çok telaşlıydım. Avluya çıkınca Karun ve Çağıl’ı yan yana dikilirken gördüm fakat beni asıl endişelendiren onların karşılarında duran iki kişiydi. Babam elinde birtakım evraklar tutarak Karun’un karşısında duruyordu. Babamın siyahlarında gördüğüm o ifadeyi çok iyi tanıyordum. Ne zaman kaşlarını hafifçe havalandırsa ve dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme kondursa sinsi gülüşü onun için bir zafer, düşmanları için bozgun demekti.

Babamın yanında duran kadın ise beni afallatan bir diğer faktördü. Elay’ın burada ne işi vardı? Kızıl saçlı kadın kısa bir elbiseyle babamın yanında dimdik duruyor, öç almak isteyen mavi gözlerini düşmanca bana dikiyordu. Elay her şeyi hatırlıyordu, değil mi? Bu kindar bakışları kocasıyla bir ilişki yaşadığımı, bebeğini benim yüzümden kaybettiğini adeta haykırıyordu. Elay bugün buraya benden intikam almak için gelmiş gibiydi.

Karun beni görünce günü şenlenmiş gibi içine huzur dolu bir nefes çekti. Açık ve alelade bir şekilde baştan ayağa beni süzmeye başlayınca ne yapacağımı bilemedim. Dün gece çırılçıplak gördüğü kadını oldukça mütevazi kıyafetlerin içinde görünce dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu çünkü tenimde açtığı morlukları sakladığımı iyi biliyordu. Arsız bakışlarıyla beni süzerken bana çapkınca göz kırpmıştı. Babamın burada olmasının nedenini bilmediğim için ona gergince gülümsedim.

“Gel Saka.” Karun yumuşak bir sesle konuşup yanına gitmem için bana elini uzattı. Dün geceyi koynunda geçirdiğim adam hâlâ gecenin etkisindeymiş gibi bana sıcacık bakıyor, elini uzatıyordu. “Baban ve Elay’ın bana söylemek istediği birkaç şey varmış ama Duha’nın da burada olmasını istediler.” Malikânenin açık kapısında giren arabayla Karun, “O da geldi işte,” dedi.

Neler oluyordu?

Yorumlar