Roman
  • 01/12/2025

26-DENEMEDİM DEMEYECEĞİM

“Dikkat et, bana yaptığın her şey sana yapacaklarımın başlangıcı olabilir.”

Son günlerde bana en iyi gelen tek şey bu evlilikti ve babam onu bitirmek için gelmişti. Oysaki ben dün gece Karun’un gerçek anlamda karısı olmuştum. Güzel bir gece geçirmiştik ve evliliğimizi birbirimizin teninde ve evlilik yüzükleriyle taçlandırmıştık. Duygu yok demiştik ama birbirimizin adını yazan yüzükleri parmağımıza takacak kadar hisli ve duyguluyduk. Gece boyunca benimle sevişirken kulağıma tatlı sözler fısıldamış, dokunuşlarıyla beni şımartmış ve küçük esprileriyle beni gülümsetmişti.

Karun her şeyi fazla doğru yapmıştı, bende öyle. Dün gece bizim için tek gecelik bir ilişkinin çok dışındaydı. Şimdi ise her şeyi kaybetmek üzereydim. Duha’da aramıza katıldığında avluda gergin bir sessizlik yaşanmaya başlamıştı. Duha’nın gözleri dikkatli bir şekilde Elay’ın üzerinde oyalanıyordu. Bir ayı geçkin görmediği kadını düşmanının bahçesinde görmenin şaşkınlığını gizlemeye çalışıyordu. Neden buradasın der gibi Elay’a bakıyordu ama aslında cevabını çok merak ettiği farklı bir soru vardı. Bunca zamandır neredeydin?

Duha’nın soru dolu bakışlarının aksine Elay bir kez bile başını çevirip ona bakmamıştı. Elay’ın mavi gözleri bir tek bana bakıyor, benden hesap soruyordu. “Evet?” diyen Karun beklemekten sıkılmış gibi gözlerini babama dikti. “Tunus’ta geldiğine göre artık bana bu ani ziyaretinizin sebebini açıklayacak mısınız?”

Babam bir hasmına bakar gibi, bir düşmanını zayıf noktasından vurur gibi düşmanca gözlerle Karun’u izliyordu. “Kızımı almaya geldim.”

Karun’un yanından geçip, “Baba,” demiştim ki Karun ona gitmemi engelledi. Kolumu tutarak beni yanına, yani hep olduğu gibi soluna çekti. Oysaki ben buradan ayrılmak için değil, onunla gelmeyeceğimi söylemek için babamın yanına gitmeye kalkışmıştım.

Karun başını çevirip omzunun üzerinden bana baktığında onu bırakacağımın endişesini gözlerinde taşıyordu ve zamansız bir terk edilişin hummalarıyla boğuşuyordu. Önce sakince, “Gitmek mi istiyorsun?” diye sordu fakat daha sonra bunun seçimini bana bırakmadı ve “Gidemezsin,” diyerek benim adıma karar verdi.

Kurşun kalemiyle özene bezene çizilmiş yüzünde gezindi bakışlarım. “Gitmeyeceğim,” dedim onu rahatlatmak isteyerek. Bu gözlerdeki kayıp endişesini silmek istiyordum. “Babamla gitmiyorum.”

İnce parmaklarım ürkekçe Karun’un iri elini sardı. Eli yine fazla soğuktu ama, “Kocamın yanında kalacağım,” dediğimde bana olan bakışları yüreğimi kor gibi yakacak kadar sıcaktı.

Gülümsedi ve elimi avuçlarının içine hapsedip hafifçe sıktı. Artık onu bırakmayacağımı biliyordu. Başını çevirip eskisinden daha kararlı gözlerle babama baktı. “Karım benimle kalacak ve o istemediği sürece kimse onu benden alamaz.” Gözlerinde babama karşı herhangi bir alay kisvesi yoktu. Tek istediği başta babam olmak üzere herkesin bizi rahat bırakmasıydı.

Birleşen ellerimize kızgın gözlerle bakan babam, “Efil ne istediğini bilmiyor!” dediğinde benim için benimle savaşmaya hazırdı. “O kendi kararlarını verecek bir psikolojide değil, kızımın gel gitlerinden faydalanmayı bırak!” Belki haklıydı, belki de gerçekten birbiri ardına hortlayan travmaların etkisindeydim. Fakat yanlışsa bu benim yanlışım olmalıydı, babam hayatıma müdahale etmemeliydi. İleride keşke dememek için şimdi denemeli ve evliliğime bir şans vermeliydim.

“Baba.” Derin bir nefes alarak yumuşak bir sesle onu yatıştırmaya çalıştım. “Ben kocamın yanında kalacağım.”

Dudaklarımdan çıkan her kelime babamı kızdırdığı için sıktığı çenesinden bir kas seğirmişti. “Hangi kocadan bahsediyorsun, Efil?” Sinirli bakışlarındaki alaycılıkla alelade beni aptal olmakla suçluyordu. “Çok yakında o senin kocan olmayacak!” Elinde tuttuğu belgeleri bize doğru fırlatınca kâğıtlar havada uçuşarak ayağımızın önüne düşmüştü.

Sahip olduğum küçücük bir mutluluğu insafsız ellerle benden almak isteyen babam çattığı kaşlarıyla bana haddimi bildiriyordu. “Başta Duha Tunus olmak üzere seni bu işe bulaştıran herkes hakkında soruşturma başlattım!” Kalbim kasıldığında nefes alamadım. Elay ona her şeyi anlatmıştı.

Dizlerimin bağını titreten bir korkuyla elimi Karun’un elinden çekmiştim. Bırakmak istemediğim bir eli ani bir panikle bırakmanın pişmanlığını çok hızlı yaşadım çünkü Karun’un yargılayan bakışları yıldırım gibi üzerime düşmüştü. Ne yapıyorsun sen der gibi bana bakarken bana kızmayı sonraya sakladı ve yere eğildi. Yerdeki birkaç belgeyi alıp kontrol etmeye başladığında ifadesi fazla ciddiydi. Babamın açtığı suç duyurusunun dokümanlarıydı bunlar. Duha’yı nikâhta sahtecilikle suçluyordu.

Karun belgeleri kontrol etmeyi bırakıp anlamaz gözlerle babama bakınca Elay, “Hâlâ anlamadın mı?” diyerek başıyla Duha’yı gösterdi. “Rengin’i ondan çaldın diye sizi evlendiren ve herkesin hayatını mahveden oydu!”

Elay şimdi de beni gösteriyordu. “Karın ve Kenan bunu sana söylemedi mi?” Söylemediğimizi çok iyi bilmesine rağmen Elay yüzüne fazladan bir şaşkınlık ifadesi kattı. “Oysaki ikisi de en başından beri her şeyi biliyordu.” Duha’nın evinde kaldığı süre boyunca onların konuşmalarından Kenan’ın da bildiğini öğrenmişti. Oysaki ben bile Kenan’ın da bildiğini daha yeni ondan öğreniyordum.

Elay ve babam her şeyi mahvetmişti.

Elay’ın sustuğunda Karun’un yüzündeki her kas seğirdi. Elinde tuttuğu belgeleri buruşturarak avucunun içinde sıkarken sert bakışlarını Duha’ya dikmişti. Havadaki gergin atmosfer Karun’un öfkesiyle birleştiğinde ortaya dehşet verici anlar çıkartıyordu. Karun her şeyin altında Duha’nın olduğunu öğrenmesiyle kan beynine sıçramış gibi kaskatı kesilmişti. Çenesi kenetlenmişti, şakaklarındaki damarlar belirginleşip nabız gibi atmaya başlamıştı.

Karun hızlı adımlarla Duha’nın üzerine atılıp tek bir yumrukla onu yere sermişti.  “Senin işin olduğunu anlamalıydım!” Sesindeki hiddetli tını onu duyan tüm kulaklara işkence ediyordu. “Her taşın altında sen varsın!”

Karun, Duha’nın yakasına yapışıp onu ayağa kaldırdığında beyninden vurulmuş gibi korkutucu bir yüz ifadesiyle dişlerini sıktı. “Beni aptal yerine koydun!” Gırtlağından çıkan kalın bir sesle sabırsızca sıktığı yumruğunu ikinci kez onun yüzüne geçirmişti.

Duha onun ayaklarının önüne düşünce ağzındaki kanı tükürerek kaşlarını çattı. “Sevdim lan!” diye bağırdı güçlükle ayağa kalkarak. Çattığı kaşlarının altındaki gece karası gözleri intikamını almak ister gibi Karun’a bakıyordu. “Değmeyecek birini sevmek nedir bilmiyorsun çünkü sen kimseyi sevmedin!” Düşmanca bakan gözleri beni buldu. “Belki de artık biliyorsun,” dedikten hemen sonra onun da Karun’a vurmasıyla aralarındaki ipler iyice gerilmişti. Artık yumruk yumruğa birbirlerine girmişlerdi.

Duha buraya tek gelmişti yani onu savunacak adamları yoktu fakat Karun’un tüm adamları buradaydı. Duha’nın Karun ile şiddetli bir şekilde kavga ettiklerini görünce bahçedeki tüm korumalar buraya doğru bir adım attı. Fakat Çağıl elini kaldırarak onları durdurdu. “Siz karışmayın. Bırakın enerjilerini birbirinin üzerinde atıp iyice yorulsunlar.”

Kimse onları ayırmadı veya dışarıdan herhangi bir müdahalede bulunmadı. İki erkeğin yumruklarını konuşturduğu bir kavganın seyircisi olmak düşündüğümden daha ürkütücüydü. Bu en sarsıcı korku filmlerinden daha dehşet verici ve akılda kalıcıydı. Birbirlerine acımasızca vururken hangisinin daha zayıf ve daha güçlü olduğunu kestirmek çok zordu. Avantaj sürekli birinden diğerine geçiyor ve uzun süre bir bedende kalmıyordu.

Karun’un yumruğu Duha’nın çene kemiğini çatlatacak kadar sert ve şiddetliydi. Fakat yerinde sendeleyen Duha’nın hemen sonra attığı yumruk ise Karun’un burnundan kanlar fışkırtacak kadar güçlüydü. Durmuyorlardı, birbirlerini tamamen kana bulamadan da durmayacaklardı. Duha, Rengin’in ölüm haberini aldığında ondan beklemediğim bir olgunlukla bunu karşılamıştı ama şimdi görüyorum ki hiçbir şeyi sağduyulu karşılamamıştı.

Duha o esnada canının ne denli yandığını rahat tavırlarının ardına gizlemiş, şimdi attığı her yumrukla içini yakan şeyleri dışarıya yansıtıyordu. Yanlış bir kadını sevdi ve hâlâ seviyor diye ona kızamam çünkü kalp kimi seveceğine kendi karar veriyordu. Karun ise bugün duyduğu bilgilerle ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Her şeyin sorumlusu olarak Duha’yı görüyor ve bana atamadığı yumruklarını ona geçiriyordu. Her şeyi bilmeme rağmen susmamın acısını Duha’dan çıkartıyordu.

Duha onun kaburgalarına sert bir yumruk atınca Karun’un arkaya doğru attığı tek bir adım ondan çok benim canımı yakmıştı. Fakat şaşırtıcı bir şekilde kendini çok hızlı toparlayıp yeni bir yumrukla Duha’nın burnunu dağıttı. Şimdi ikisinin de burnu kanıyordu. Duha’nın onu benimle evlendirmesine mi bu kadar çok kızdı, yoksa arkasında iş çevirmesine mi, bilmiyorum.

Belki de ikisi, belki de onu kızdıran bir diğer şey, her şeyi bildiğim halde susmuş olmamdı. Karun kim bilir sessizliğime şu anda ne anlamlar katıyordu. Ve daha da acı olansa Kenan’ın da susmuş olmasıydı. Biri karısı diğeri en yakın arkadaşıydı. Hayatındaki en önemli iki insanın ondan böylesine büyük bir gerçeği saklaması kim bilir canını ne denli yakıyordu.

Bir süre sonra ikisinin de elini kaldıracak gücü kalmamıştı çünkü Çağıl’ın düşündüğü gibi birbirlerinin üzerinde çok fazla efor harcamışlardı. Kıyafetleri dağılmış, beyaz gömlekleri kan içinde kalmış ve yumruk attıkları ellerinin parmak boğumları kızarmıştı. Göğüs kafesleri hızla hareket ediyordu ve ayakta bile zor duruyorlardı. Duha sarsak adımlarla Karun’a yaklaşıp ona doğru rastgele bir yumruk salladı ama eli Karun’a değmeden yere düşmüştü.

Tam da Çağıl’ın istediği kıvama gelmişlerdi. Artık silahlarına davranıp birbirlerine ateş bile edemezlerdi. Buna rağmen ikisi de o kadar inatçıydı ki yere yıkılmamak için üstün bir çaba sarf ediyorlardı. Karun’un durumu Duha’ya göre sanki biraz daha iyiydi çünkü Duha’nın nefesi çok hızlı kesilmişti. Kvga esnasında birçok kez elini göğsüne attığını, hemen sonra da kimse görmesin diye elini hızlıca göğsünden çektiğini görmüştüm. Tıpkı şimdi de olduğu gibi.

Duha soluklanma bahanesiyle öne doğru bükülünce eli yine sol göğsüne doğru uzanmıştı. Yüz hatlarında acı kol gezerken başını biraz kaldırınca Elay’ın kıvrılan dudaklarıyla karşılaştı. Duha sertçe yutkunmuştu. Elay’ı mutlu eden bir şeyler vardı. Sanki Duha’nın Karun’la olan kavgasından daha fazla onu mutlu eden bir şeyler vardı. Ve aynı zamanda ters giden bir şeyler vardı.

Karun’un öfkeden gözü karardığı için görmüyordu. Çağıl ise abisinin yanında durup ona destek olduğu için göremiyordu fakat Duha’nın sol elinin parmakları artık hiç kıpırdamıyordu. Bunu fark etmemin sebebi Elay’dı. Duha’nın acısından zevk alır gibi belli belirsiz gülümserken dikkatli bir şekilde Duha’nın koluna bakıyordu. Duha ise yüzündeki sarsıcı bir acı kisvesiyle bitik hâlinden zevk alan kadını izliyordu.

Tam şu anda hak etmese bile Duha için üzüldüm çünkü yalnızlığı içime işlemişti. Karun’un burada adamları, karısı ve kardeşi vardı fakat Duha’nın kimsesi yoktu. Üstelik Çağıl abisinin yanına koşmuşken Duha’yı eğildiği yerden doğrultacak kimsesi yoktu. Ve en önemlisi sol kolu hiç hareket etmezken aynı zamanda bir şeylerle daha boğuşuyor gibiydi. Bu öyle içler acısı bir görüntüydü ki kendime hâkim olamadım ve Duha düşeceği esnada ona doğru koştum.

Duha hayatımın içine edecek kadar kötü biri olabilirdi ama çoğu konuda bana yardımı dokunacak kadar da iyi yanları vardı. En önemlisi bu adam benim için Korhan’ın sıktığı kurşunun önüne atlamıştı. O gün üzerinde çelik yelek olmasaydı vurulan o olacaktı. Hiçbir şey yapmadan vurulmamı da izleyebilirdi ama yapmamıştı. Duha seyirci kalmak yerine beni göğsüne çekmiş ve sırtını kurşuna siper etmişti.

Duha düşeceği esnada koşarak yanına gittim ve sol koluna girip onu tutmaya çalıştım. Telaşla ve çokça korkuyla kolunun altına girip, “Bana tutun,” dedim. Yardım hiç ummadığı birinden geldiği için Duha başını çevirip şaşkınca bana baktı. Beni izleyen gözlerinde büyük bir afallama vardı ama en önemlisi endişeliydi. Ne yaptın sen der gibi bana bakarken kendi için değil, benim için endişeleniyordu. Bu hareketimle Karun ile olan ilişkimi onarılması güç bir hale getirdiğimi biliyordu.

Karun’a baktığımda yıkıcı gözleri Duha’nın omzumdaki koluna bakıyor, sadece bakışlarıyla beni defalarca öldürüyordu. Gözleri öyle bir bakıyordu ki Duha’nın omzumdaki kolunu söküp parçalamak ister gibiydi. Karun gördüğü manzarayla gözü dönmüş bir şekilde belindeki silahı çıkardı ve silahın emniyetini açtığı gibi Duha’ya doğrulttu. Yüzündeki her kas yoğun bir kıskançlıkla seğirirken sıktığı dişlerinin arasından sertçe konuştu. “O senin kirli oyununun tam olarak neresinde? Daha bilmediğim ne var!”

Karun tetiğe basmamak için kendini zor tutarken sinirden yüzündeki kılcal damarlar bile belirginleşmişti. Nefret ve öfkeyle Duha’ya bakıp, “Konuş!” diye bağırdı gür bir sesle. “Karımla aranızda ne var!” Sertçe yutkunarak gözlerimi irice açtım. Duha eğer tam şu anda onunla yattım diye yalan söylerse Karun bir an bile tereddüt etmeden önce onu sonra da beni vuracak gibiydi. Erkeklik gururunun kınamaları ona şu anda her şeyi yaptırabilirdi.

Avludaki herkes Karun’un her şeyi yapacak kadar kontrolünü yitirdiğini anladıkları için endişelenmeye başlamıştı. Bugün burada sadece yumruklar değil silahlar da konuşabilirdi. İşler gittikçe içinden çıkılmaz bir hale geliyordu. Duha’nın canımı yakacak yalanlarına kendimi hazırladığım esnada derin bir nefes aldı. “Bige evlendiği gün bu işin içinde olduğumu Serhat’tan öğrendi. O suçsuz.” Duha beni şaşırtarak gerçekleri itiraf etmişti. Karun’u bitirecek bir yalanla her şeyi sonlandırabilir ve onu yıkabilirdi ama bunu yapmamıştı. Karun onun yalanlarına inanmaya bu kadar hazırken Duha beni yakarak ona yalan söylememişti.

Duha eğildiği yerden güçlükle doğrulduğunda hâlâ benim desteğimle ayakta duruyordu. Kolu hiç kıpırdamıyor olabilirdi ama kendini tamamen yalnız hissettiği bir anda yanında olmama ona yalnız olmadığını hissettiriyordu. Beni Karun’dan korumak ister gibi korumacı bir tutumla çenesini dikleştirdi. “Bige benim için çalışıyor hatta onunla yattım demeyi çok isterdim.” Aldığı hızlı hızlı nefeslerin arasında kaşlarını çattı. “Rengin ile canımı yaktığın gibi senin de canın yansın isterdim!”

Dinmek bilmeyen bir ıstırabın sızısını hâlâ içinde taşırken, “Ama yapamam!” diye bağırdı. “Yalan ve hilelere bu sefer başvuramam. Hayır, senin için değil, Bige ve Kadem için bunu yapamam! Bige üzülürse Kadem’de üzülür!” Duha’nın son söyledikleriyle gözlerimi yenilgi içinde yumdum çünkü beni savunması her şeyi bitirmişti.

Artık Karun eskisinden daha çok ikimizden şüphe ediyordu çünkü en son ikisi kavga ettiğinde nişanlısı onun değil, Duha’nın yardımına koşmuştu. Tıpkı şu anda benim de yaptığım gibi ve daha sonra Duha ile Rengin’in ilişkisi patlak vermişti. Karun için ben şu anda Rengin’den farklı değildim. İyi niyetimin başıma bela olacağını anlayıp Duha’nın kolundan çıktım ama artık çok geçti. Karun’un bana olan sert bakışları bile ne düşündüğünü çok açık belli ediyordu.

Duha’nın onun canını her şeyden daha çok yakmayı istediğini iyi biliyordu. Duha bunu yapmak yerine beni ondan korumak için savunuyordu. Sanki Duha için değerli biriymişim gibi beni Karun’dan korumaya çalışmıştı. Üstelik Karun yerine Duha’nın yardımına koşmam da Karun’a bambaşka şeyler düşündürüyordu. Kalbim tekledi. Onu Duha ile aldattığımı düşünüyordu, değil mi?

Bu evliliğin arkasında Duha’nın olduğunu ondan gizlemem ise Karun’un şüphelerini güçlendirmişti. Artık Duha’yı korumak için gerçekleri ondan gizlediğimi düşünüyordu. En acısı da Karun tıpkı Rengin’in yaptığı gibi benim de onu aldattığımı düşünmeye başlamıştı. Sadakatimden şüphe eden adam ikinci kez bir kadının sadakatsizliğini yaşıyordu. En azından o öyle düşünüyordu.

Karun tiksinircesine bize bakarken bana olan soğuk bakışları benimle ilgili her şeyi bitirmişti. Bir şeyler söylemesini bekledim çünkü kendimi savunmam için önce bir şeyler söylemeliydi. Ancak o zaman gereken savunmayı yapıp yanıldığını iddia edebilirdim fakat o bunu yapmayınca, “Yanlış düşünüyorsun,” diyerek aceleyle ona doğru bir adım attım. “Ne düşündüğünü biliyorum ama hiçbiri doğru değil.”

Aceleyle ona doğru yürümüştüm ki Karun bana sırtını dönerek beni susturdu. Hızlı adımlarla malikaneye girip beni arkasından bırakınca, “Dinle!” diye bağırıp peşinden koştum. Böyle çekip gidemezdi, gerçekleri benden duymalıydı.

Merdiveni çıkarken ona yetişip kolunu tuttum. “Beni dinlemelisin, onunla aramda hiçbir şey yok!” Karun durdu ve başını çevirip kolundaki elime baktı. Sert bakışları elimin orada olmaması gerektiğini açıkça belirttiği için elimi hemen çektim.

“Demek aranızda bir şey yok?” Gözleri gözlerimle buluştuğunda insafsız sayılabilecek bir alay kisvesiyle dudağının köşesi kıvrıldı. “O yüzden mi birbirinizi koruyordunuz?”

Başımı iki yana sallayarak aceleyle, “Hayır-” demiştim ki, “Sus!” diyerek sertçe beni susturdu. Dün geceki sevişmenin acısını onun aralanan iki dudağının arasında çektim. Bana bakarken kalbinden bir şeyler gasp edilip ondan zorla alınmış gibi, “Hayatımdan silinip yok olmanı o kadar çok istiyorum ki,” dediğinde bunun olması için dua eder gibiydi. “Ama kahretsin sana git bile diyemiyorum!” Öyle bir acıdım ki sanki içimde bir şeyler çatırdadı veya kırıldı. Onu aldattığıma dair bir ihtimali vardı.

Beni de Rengin gibi görüyor, sadakatimden şüphe ediyordu. Son bir çabayla, “Seni hiç aldatmadım,” dedim ama kızan, afallayan hatta şaşırıp kaşlarını çatan ondan başkası değildi. “Sana inanmıyorum!” Yüzündeki tüm renkler silinmeye başlamıştı. Bir adam böylesine daha solgun, daha belirsiz ve daha hissiz olamazdı. Karun benimle ilgili her şeyin kalbine ok gibi saplandığını gizleyemiyordu.

Yönünü tamamen bana doğru çevirdiğinde bana metres dediği o günden bile daha acımasız bakıyordu. Gözleri henüz benimle doğrudan konuşmuyordu çünkü o, ona ihanet ettiğime çoktan ikna olmuştu. Mesafeli sesi soğuk bakışlarına eşlik ederken iliklerime kadar beni ürperten bir sakinlikle, “Sana sadece üç soru soracağım,” dedi. “Sadece üç soru ve üç cevap, anladın mı?”

Başımı salladığımda, “Biliyor muydun?” diye ilk sorusunu sordu. “Bu evliliği tezgâhlayan kişinin Duha olduğunu en başından beri biliyor muydun?”

Suçluluk duygusundan gözlerimi kaçırmamak için kendimi zorlarken, “Evet,” dedim. Karun’un cevabımla birlikte değişen gözlerini gördükçe evet diyen dilimi ısırmak istiyordum. “Üzgünüm ama evet, biliyordum.”

Son günlerde bir tek onun mavilerine uçmak isterken şimdi gökyüzü bana küsmüş gibiydi. Anladım dercesine başını ağır ağır sallarken, “Duha’yla daha önce görüştün mü? Telefonda veya herhangi bir yerde?” diye sorunca dur artık demek istedim çünkü çoktan tokmağı kürsüye vurmuş ve beni yargılamıştı. Onun gözlerinde yargılandım, soğuk sıfatında hüküm giydim ve aklının kuytularında çoktan infaz edildim.

Bir ihanetin tacı çoktan başıma takıldığı için dik tuttuğum başım omuzlarıma doğru düşmek üzereydi. İstemeye istemeye, “Evet,” dedim bir kez daha. “Görüştüm.” Duha beni kaçırdığında, hakkımda çıkan metres haberlerini kaldırması için telefonda ondan yardım istediğimde ve Karun’un hayatına karşılık benden kocamı onunla aldatmamı istediğinde onunla görüşmüştüm. Ancak hiçbir görüşme Karun’un düşündüğü şekillerde değildi.

Hepsinin bir açıklaması vardı ama Karun şu anda beni dinleyecek durumda değildi. Dedim ya çoktan vermişti kararını ama adaletli görünmek için son soruyu da sordu. Büktüğü dudakları aralandığında artık cevabımla bile ilgilenmediğini görebiliyordum. “Ve hâlâ aranızda bir şey olmadığını mı savunuyorsun?”

Aklıma bana metres dediği gün geldi, sinsi şeytanlarım evet demem için kulağıma fısıldadı. Eflatun elbise ve beni intihara zorladığını hatırlayınca her şeyden çok evet demek istedim. Bir zamanlar canımı yaktığı kadar canını yakmak istedim. İntikam için önüme bir fırsat gelmişti fakat bunu yapmadım ve tüm fırsatları elimin tersiyle ittim. “Hayır.” Son soruya da yalansız bir şekilde cevap vermiştim. “Onunla aramızda hiçbir şey yok.” Onun canını yakmak için işlemediğim bir suçu üstlenmedim. Yapamadım çünkü kıyamadım ona.

Fakat Karun küçük bir dudak bükmesiyle zayıf bir iyileşme belirtisini yok ederken, “Üç cevabın ikisi yanlış,” diyerek ne güzel kıyıyordu bana. Gözlerimin içine tüm gaddarlığıyla acımasızca bakarken bundan kaçamıyordum. “Ve iki yanlış her zaman bir doğruyu götürür.” Bir gün bu sözlerin kendisine döneceğinden habersiz canımı yakıyordu. Çok uzakta değil, belki de birkaç gün sonra.

Onu aldattığımdan emin bir şekilde bana sırtını dönüp merdiveni çıkarken, “Git,” diyen boş sesini duydum. “Seni evimde, hayatımda ve bana ait olan herhangi bir yerde istemiyorum.” Kovuldum, ondan, evinden ve hayatından.

Arkasından, “Pişman olacaksın,” dedim.

Bir kez bile olsun bana doğru dönmeden, “Seninle evli olmaktan daha fazla pişman olamam,” dedi.

Bu fazla ağırdı.

Aşağılayıcı.

Can yakan.

Ve yürek burkan türden bir ağırlığı vardı.

***

Gitmedim, kovulduğum bir evde hâlâ neden kaldığımı bile bilmiyordum ama gitmedim. Aslında gidecektim ama şu an gitmek için doğru bir zaman değildi. Giderken arkamda hiçbir pişmanlığı bırakmak istemediğim için kalmıştım. Masumiyetimi kanıtlamadan bu evden gidemezdim. Bir gün gideceksem bile herkesin aklında ahlaksız bir kadın olarak kalmak istemiyordum.  En azından ilk fırtınaya yenik düşen ben olmamalıydım.

Giderken her şeyi denediğimi bilmeliydim ve kendimi suçlayacak her şeyden arınmalıydım. Öyle bir gitmeliydim ki bir daha geri dönüşü olmamalıydı. Her şeyi kafamda bitirip bu evliliğin günahını arkamdan bırakmalıydım. Ve bunun için kendime verdiğim on üç günlük bir süre vardı. O süre dolunca gideceğim. On üç gün sonra Karun istese de beni bu evde tutamazdı.

Çağıl’ın gidişinden sonra malikane benim için büyük bir azaba dönüşmüştü. Çağıl buradayken bana arkadaşlık ediyordu ama izin süresi bittiği için görevine dönmüştü. Levent tüm gününü dışarıda arkadaşlarıyla geçiriyordu, büyükbabam ise Furkan ile takılıyordu. Karun’a gelince… Günlerdir ne benimle konuşuyordu ne de yüzüme bakıyordu. Çok fazla yalnızlık çekiyordum.

Birlikte geçirdiğimiz o geceden sonra Karun tanımadığım birine dönüşmüştü. O kadar mesafeli ve soğuktu ki ona doğru bir adım atmaya cesaretim yoktu. Tüm gününü işte geçiriyor ve gece geç saatlerde eve dönüp kendini odasına kapatıyordu. Sabah kahvaltılarını ve akşam yemeklerini bile dışarıda yiyordu. Benden kaçıyordu ya da beni görmek istemiyordu. Aslında her ikisi de. Beni görmezden geliyordu ama öyle bir görmezden geliyordu ki kendimi bu dünyadan silinmiş hissediyordum.

Ara sıra Kadem ziyaretime geliyordu ve ondan duyduğuma göre Karun, Kenan ile olan dostluğunu da bitirmişti. Aralarında tam olarak ne geçtiğini bilmiyorum fakat Kenan şirketten ve evden ayrılmıştı. Bir otelde kalıyormuş ve Kadem’in söylediğine göre o da pek iyi değilmiş. Karun hepimizi bir yere dağıtmıştı. Evet, onun evindeydim ama aslında en uzağa ittiği bendim.

Son günlerde düzenli bir şekilde ziyaret edip görüştüğüm bir tek babam vardı. İstanbul’da bir arkadaşının evinde kalıyordu ve harıl harıl çalışıp bizi boşamanın bir yolunu arıyordu. Oysaki Haziran çoktan bitmiş ve biz Temmuz’un sonlarındaydık, yani babam yapmasa bile Kasım’da duruşmamız vardı. Duruşmaya sadece iki ay, beş gün kalmıştı ve Karun böyle yaptıkça boşanmayı her şeyden daha çok istiyordum.

Fırçam tuvalin üzerinde hareket ederken kendimi huzurlu hissediyordum. Bahçede resim çizmek beni rahatlatıyordu. Gökyüzünde parlak bir güneş, etrafımda yemyeşil ağaçlar ve kulağımda tatlı bir melodi gibi duran kuşların cıvıltısı vardı. Fırçanın ucunu kahverengi boyaya daldırıp fırçayı tuvale yaklaştırmıştım ki, “Ne düşündükleri umurumda değil!” diyen Karun’un kızgın sesini duydum.

“Onların hepsi durması gereken yeri bilecek! Altında benim imzamı taşıyan bir hediye gönder her birine.” O hediyenin göz korkutan bir şey olduğunu tahmin etmek zor değildi. Bana olan öfkesiyle kim bilir yine kimin canını sıkıyor ve yeni düşmanlar ediniyordu.

Eğer Karun bahçedeyse burada durmanın bir anlamı olmadığı için oturduğum tabureden kalktım. Şu bir haftada beni görmek istemeyen bir adamın gözüne daha fazla görünmemek için adeta onunla saklambaç oynuyordum. Yaptığım saka kuşunun kanatları henüz bitmemişti ama daha sonra da devam edebilirdim. Resmini yapmaktan en çok hoşlandığım şey saka kuşlarıydı.

Çimenlerin üzerine bıraktığım mendili alıp ellerimdeki boyayı silmeye çalıştım. Aceleyle buradaki işimi bitirip odama gitmek istiyordum çünkü Karun’un beni gördükçe değişen yüzünü görmek canımı yakıyordu.

Elimdeki mendili yere atıp arkamı döndüğümde onu tam karşımda görünce irkildim. Yakalandım. Aramızda sadece birkaç adımlık mesafe vardı. Ağaçların arasından çıkınca beni görmüştü. Neden arkasını dönüp gitmek yerine bu kadar yakınıma gelmişti?

İyi görünüyordu, neden bu kadar iyi görünüyordu? Aramızdaki bu mesafeler veya gerginlik hiç mi canını yakmıyordu? Mavileri bana küsmüşken soğuk bakan bu gözlerde neden hiç uykusuzluk yoktu? Geceleri beni uyku tutmazken o nasıl rahat uyuyabiliyordu? Aklına geldikçe uykuları nasıl kaçmazdı? Duha’yla olan kavganın izleri yüzünde silinmeye başlamıştı. Artık eskisi gibi belirgin değildi yaraları.

Siyah takım elbisenin içinde tüm ciddiyetiyle gölgeler lordu gibi karşımda duran bu adam, bu kadar iyi ve duygusuz görünmeyi nasıl başarıyordu? Bu haksızlıktı burada acı çeken sadece ben olmamalıydım. O bu kadar iyi görünürken ben iyi görünmek için yüzümü süslü makyajların ardına gizliyordum. Uyuyamadığım her geceyi gizlemek için gözlerimin altındaki izlere fazladan bir şeyler sürüyordum. Kendimde yaptığım tek değişiklik gözlerimi kapatacak kadar uzanan kaküllerimi kaşlarımın altında kesmekti.

Bir de daha önce hiç olmadığı kadar kapalı giyiniyordum. Bir haftadır pantolon ve salaş tişörtler dışında bir şey giymiyordum. Biliyorum çok saçma ama belki de açık giyindiğim için beni hafif bir kadın olarak değerlendiriyor ve bu yüzden sadakatim konusunda çok kolay benden şüphe ediyordu. Böyle düşündüğüm için vücudumu gizliyordum ve beni buna zorladığı için ondan nefret ediyordum. Ne düşündüğü umurumda olmamalıydı ama umurumdaydı işte.

Karun beni her yönden değiştirmeye başlamıştı.

Gözleri baştan ayağa beni incelerken yine kapalı kıyafetlerin içinde olduğumu görünce kaşlarını hafifçe çattı. Ne zaman beni böyle görse kaşlarını çatıyor ve bunu yaptığını anladığı an tıpkı şu anda yaptığı gibi kaşlarının eğilimini çok hızlı düzeltiyordu. Tam olarak ne yapmamı veya ne olmamı istediğini bir türlü anlamıyordum. İşin trajik yanı ne istediğini anlarsam onun istediği kalıba girmeye hazır olmamdı. Bu iyiye giden bir değişim değildi. Gerçekten bu ben miydim? Bana ne yapıyordu?

Her ne yapıyorsa durmalıydı artık çünkü ben kendimle ilgili bir şeyleri kaybettikçe o da beni kaybediyordu. Bir zamanlar beni ben yapan ve bende sevdiği her şeyi öldürmek üzereydi. Beni incelemeyi bırakıp göz göze geldiğimizde iki saniyeden fazla bakmadım gözlerine. Yanından hızlıca geçerken arkamdan kısık iç çekişini duymuştum. Bahçenin bu tarafına sırf beni görmek için geldiğini düşünmek istemiyordum.

Benden bu kadar nefret ederken ve beni görmek istemezken burada karşılaşmamız tamamen tesadüftü. Durmasın ve bana işkence etmeye devam etsin. 13 gün dolduğunda evinden ve ondan gitmiş olacağım. Bir şeyleri düzeltmek için bize verdiğim şans sadece 13 günden ibaretti ve çoktan yedi günü bitmişti.

***

“Sonra güzel prenses taş kalpli prensin kalbini göğsünden söküp onu öldürmüş.” Omuzlarımı kaldırıp indirerek büyükbabama gülümsedim. Mutlu son hadi, şimdi uyu.”

Büyükbabam yatakta suratını asarak bana bakarken pikeyi boynuna kadar çekmişti. “Ben bu masalı sevmedim bana yeni bir tane anlat.” Huysuz ihtiyar bugün uyumayacak gibiydi.

Yatağın kenarında otururken uykulu bir şekilde esnedim. “Ama zaten bu gece sana on üç farklı masal anlattım. Bana işkence etmek hoşuna mı gidiyor?” Ilık sütünü balla karıştırıp ona içirmiştim. İlaçlarını kontrol edip hepsini tek tek ona vermiştim. Banyo yapmasına ve pijamalarını giymesine yardım etmiştim ama bir türlü onu uyutamıyordum.

Büyükbabam dudaklarını sarkıtıp bana bakınca yaşlı bir adamın dudak bükmesi pek de sevimli değildi. “Anlattığın tüm o masalların sonunda prens hep ölüyor,” diye sızlandı. “Prenses onu öldürüyor. Ben prensesin cani bir katil olmadığı bir masal istiyorum.”

“Tüm prensesleri delirtmişler. Masallar diyarında prenslere karşı bir isyan ve av kararı var,” diyerek ona şirince gülümsedim. “Kararı çıkartan ve avcı olanların hepsi prenses. Bırakalım öldürsünler kendini prens sanan taş kalpli, bencil, kibirli ve soğuk adamları.” Kafamın içindeki evren düzelmedikçe kimse benden mutlu sonlu masallar beklemesin.

Allah o prenslerin cezasını versin.

Büyükbabam bana ters ters bakarak, “Masalları değiştirme de doğru düzgün anlat!” diye kızdığında kırışıklıklarla dolu yüzünde tatmin edici bulmadığı masalların hoşnutsuzluğu vardı.

“Değiştirmiyorum,” diyerek kendimi savundum. “Nasıl yazılmışsa öyle anlatıyorum.”

“Nasıl yazılmışsa öyle mi anlatıyorsun?” Sinirlenerek kaşlarını çattı. “Peri, Külkedisine ne zamandan beri demirden ayakkabılar veriyor? Anlattığın masalda Külkedisi demir ayakkabısının tekini merdivende kaybediyor ve prens ayakkabıyı alacağı esnada Külkedisi uzun menzilde diğer ayakkabıyı atıp prensi öldürüyor!”

“O da kızı kovalamasaydı. Saat on iki olmuş ne diye peşinden geliyorsun, değil mi?”

“Bige, Pamuk Prenses uyandığı an sen beni nasıl öpersin, deyip zehirli hançeri prensin kalbine sapladı!”

“Öpmeseymiş!” diye ona çıkıştım. “Tacize girer bu bir kere!”

“Rapunzel saçlarıyla prensi tavana asıp öldürdü!”

“Müstahak o prense. Kızın saçlarına asılıp kuleye tırmanırken iyiydi ama!”

“Prenses kurbağayı öpmek yerine ona tekme atıp göle fırlattığı için prens hiç insan olamadı!” diye bana kızıp yumruk yaptığı elini yatağa geçirdi. “Yediği tekmeden sonra baygınlık geçiren kurbağa prens, gölde boğulup öldü!”

“Bunda benim ne suçum var ya, o kadar çirkin görünürken prensesin onu öpmesini beklemek hata olur. Bence tekme çok yerinde bir karardı.”

“Pinokyo doğru söylediğinde bile burnu uzamayı hiç bırakmadı. Masalın sonunda tahta kuruları onu yedi!”

“O da zamanında daha az yalan söyleseydi.”

Büyükbabam baygınlık geçirir gibi bana bakarken sinirden üzerine attığım pikeyi sıkıyordu. “Üç Silahşorlar birbirini çapraz ateşe tuttuğu için üçü de öldü!”

“He ben onlara dedim o kadar içip birbirinizi vurun, diy öyle mi? Sana inanamıyorum büyükbaba.” Beni neyle suçladığına dikkat etmeliydi.

“Ama Kibritçi Kız ölmedi,” dediğinde bir açığımı yakalamış gibi üzerime gelmeye başladı. “Son kibrit çöpü söndükten sonra kız kendini sıcak ve güvenli bir evin içinde buldu.”

“Sokakta mı kalsaydı yani?” İnanamayan gözlerle ona bakıyordum. “Erkeklere gelince nasıl da savunuyorsun ama küçücük bir kız yaşadı diye burada olay çıkartıyorsun!” Ayağa kalkıp sinirli adımlarla kapıya yürüdüm. “Hepinizin köküne kibrit suyu!”

Arkamdan, “Doğru düzgün anlat sende!” diye bana kızıyordu. “Sadece burnun değil, kafanda bükülmüş senin! Git kendini doktora göster.”

“Öyle yapacağım zaten!” Dışarı çıkıp kapıyı sertçe kapattım. Bugün on ikinci gündü, yani yarın son gün. Eğer yarın da Karun ile değişen bir şey olmazsa gittiğim yerde hem burnuma hem de kafama baktıracaktım.

Büyükbabamın odasından çıkıp kendi odama yürürken merdiveni çıkan Karun’u gördüm. Başı hafifçe önde basamakları çıkıyordu. Gömleğinin yakasını açmış ve kravatını gevşetmişti. Omuzları biraz düşüktü oysaki o hep dimdik yürürdü. Öylesine yorgun, öylesine bezgin görünüyordu ki hiçbir şey yapamamak beni üzüyordu. Son basamağa geldiğinde beni görünce durdu. Bana bir asır gibi gelen günlerden sonra ilk kez göz göze gelmiştik.

Bahçede onu gördüğüm günden beri benden kaçan adamın gözleri bu gece gözlerime yakalanmıştı. Hâlâ aynı bakıyordu hâlâ kızgın ve tahammülsüz bakıyordu ama aslında içten içe o da özlüyordu. Aradan geçen günlerde benim de durulduğumu iyi biliyordu. Ona sorun çıkartan, onu deli eden, kocam diyerek şirinlik yapan ve arsızca ona sırnaşan o kadın bir süredir yoktu.

Bir kere bile onunla konuşmaya çalışmamıştım, ondan af dileyip beni dinlemesi için çırpınmamıştım. Geride bıraktığımız her yeni günle sadece o değil, bende aramıza mesafeler çekiyordum. Gökyüzünü kıskandıran mavileri yüzümden biraz aşağılara kaydı. Uzun kollu gömleğime ve giydiğim pantolona baktı. Neredeyse tanıştığımızdan beri beni hep kısa etekler ve dekolteli elbiselerin içinde görmeye alışıktı.

Nadiren giydiğim pantolonlar ve uzun kollu gömlekler bir süredir üzerimdeydi. Seviştiğimiz o geceden beri bu şekilde giyindiğimi biliyordu. Nedense bu durum hoşuna gitmiyordu. Bakışlarımı ondan çekip biraz aceleci adımların genişliğinde odama yürümeye başladım. Adım seslerini duymadığıma göre hâlâ son basamakta durup arkamdan bakıyordu.

Ölçüyü kaçıran bir yarış vardı aramızda ama çok geç olmadan artık iki taraftan biri ilk adımı atmalıydı.

***

Karun Kalender

Yanımda öylece geçip gidişini izlerken onu görmek işkence gibiydi ama görmemek daha büyük bir işkenceydi. Onunla ilgili her şey o kadar çok canımı sıkıyordu ki ne onunla olabiliyordum ne de onsuz! Hangi ara böyle histerik düşüncelere kapıldığımı hiç bilmiyordum. Karımla ilgili olan her şey sinirlerime dokunmaya başlamıştı! Odama çıkmaktan vazgeçip merdiveni tekrar indim. Onunla aynı çatı altında kalmaya bile dayanamıyordum. Neden hâlâ gitmiyor ki?

Onu burada istemiyordum ama git de diyemiyordum. Bige ikimiz için buna bir son vermek için artık gitmeliydi. İstenmediği bir yerde daha fazla durmak yerine gitmeliydi. Peki, gidişine hazır mıydım? Duha’yla ilgili şeyler aklıma gelince kaşlarımı çattım. Evet, gidişine hazırdım!

Dışarı çıkıp, “Arabayı hazırlayın,” dediğimde bahçedeki çocuklardan biri koşarak garaja gitti. Karanlık havanın serin rüzgârını içime çekerken sanki her zamankinden daha fazla üşüyordum.

Arabamı getirdiklerinde kapıyı benim için açan çocuk, “Nereye gidiyorsunuz, Karun Bey?” diye sorunca uzattığı anahtarı aldım. “Vera’ya.” Gideceğim yeri önceden bilmeleri lazımdı. Daha ben oraya ulaşmadan orayı benim için güvenli bir hâle getirmeleri gerekiyordu.

Arabaya binip çalıştırdığımda korumaların çoğu arabalarına atlamıştı. Birbiri ardına malikaneden ayrıldığımızda bana escortluk yapan arabanın öne geçmesine izin verdim. Az önce nereye gideceğimi söylediğim için bu bilgi çoktan öndeki arabaya ulaşmıştı. Vera bana ait gece kulüplerinden biriydi ve bu gece kendimden geçene kadar içmek istiyordum. Tıpkı bundan önceki gecelerde yaptığım gibi.

Telefon çalınca onu cebimden çıkarmadan kulağımdaki bluetooth kulaklığa dokundum. “Evet?” Kimin aradığına bile bakmadan gelen aramayı kabul etmiştim.

“Merhaba Karun.” O adamın aşağılık sesini duyunca tuttuğum direksiyonu sıkmaya başladım. Hâlâ ne yüzle beni arıyordu?

“Sana kaç kez beni aramamanı söyledim?” Sesim sert çıkarken şu anda onunla konuşmak bile midemi bulandırıyordu.

“Konuşmalıyız.”

“Seninle konuşacak bir şeyim olamaz, Şeref Bey!”

Sinirli çıkan sesimin aksine onun sesi sakindi ama bunun uzun sürmeyeceğini biliyordum. “Evlendiğini öğreneli çok oldu ama hâlâ karını bizimle tanıştırmadın. Sence de annen ve babanla onu tanıştırmanın zamanı gelmedi mi?” Sesinde buram buram samimiyetsizlik akarken asıl amacını gizleyemiyordu. Saka’yı bahane ederek nabız kontrolü yaptığını biliyordum.

“Eğer bir daha karımdan bahsedersen Ordu’ya bizzat gelir ve seninle özel olarak ilgilenirim.” Biraz nefes almak için camı araladım. “Sadede gel ve ne söyleyeceksen karımı bu işe dahil etmeden söyle.”

Lafı dolandırmanın işe yaramayacağını bildiği için gülen sesini duydum. “Duyduğuma göre Gurur geri dönmüş bu doğru mu?” Kısa bir an sustu fakat daha sonra canımı sıkarak, “Yanında o piçle döndüğünü söylüyorlar,” dedi.

“Gurur yine senin peşine düşer diye ödün kopuyor, değil mi?” Etekleri tutuşmuş olmalıydı. “Ne de olsa Levent bana yaptığı gibi onu da durduramıyor.” Levent’in ona olan yoğun sevgisi olmasaydı çoktan işini bitirmiştim ama buna en son kalkıştığımda neredeyse kardeşimi kaybediyordum. Gerçek anlamda onu kaybediyordum. Babam olacak herif hâlâ yaşıyorsa bunu Levent’in sevgisine borçluydu.

“Gurur benim için hiçbir zaman bir tehdit olmadı, tıpkı senin de olmadığın ve olamayacağın gibi.” Kendisine fazla güveniyordu oysaki gerçekler bunun tam tersiydi.

“Emin misin?” Dudaklarım kıvrıldı. “Bu yüzden mi her gece yatmadan önce odanın kapısını hep kilitliyorsun? Bu yüzden mi içtiğin suyu bile önceden birilerine tattırıyorsun? Etrafında etten duvarlar olmadan bahçeye bile çıkamıyorsun. Söylesene korkmadığın için mi herhangi bir yerde ben veya Gurur’un adı geçince oradan hemen kaçıyorsun?” Sinirlenerek güldüm. “Sence senden kurtulmaya karar versem aldığın tüm o önlemler seni benden koruyabilir mi?” Levent gerçekleri öğrenseydi bu adama baba bile demezdi!

“Bırak şimdi bunları.” Sıkkınca nefesini verip nihayet asıl konuya geldi. “Defne’nin piçinden kurtulmalıyız.”

“O kıza parmağının ucuyla bile dokunursan kolunu kökünden kopartırım!” Arabayı sağa çekip ellerim kanayana kadar bir şeylere yumruk atmak istiyordum. Bu konunun açılması bile benim için ekstradan bir işkenceydi.

Tüm gücümle direksiyonu sıkarken, “Damarıma basmayı bırak Şeref Bey yoksa bu sefer Levent bile seni benden kurtaramaz!” dedim. “Kıza dokunmayacağım ve sende dokunmayacaksın. Eceliyle ölürse ölür ama ne sen ne de ben onun Azrail’i olmayacağız!” Annesinin Defne olduğu bir çocuğu istesem de öldüremezdim veya öldürtemezdim. Melek kalan hayatını bizden uzakta geçirmeliydi.

“Onun varlığı ortaya çıkarsa neler olacağını iyi biliyorsun!” diyen sinirli sesini duyduğumda kan beynime sıçramıştı. Yaradan beni böyle bir babayla cezalandırıyordu.

“Şu zamana kadar bu kirli sır hiç ortaya çıkmadı, çıkmayacak da!” dedikten sonra telefonu yüzüne kapattım. Soy öyle bir illetti ki ne kadar uzağa kaçarsan kaç hep peşinde gelirdi. Köklerimin bağlı olduğu herkesten midem bulanıyordu. Gurur, Çağıl ve Levent dışındaki kimseyi ailemden biri olarak kabul etmedim ve etmeyeceğim.

Bir süre sonra arabayı Vera’nın önünde durdurdum. Arabanın anahtarını bizim çocuklardan birine verdikten sonra peşimden gelen korumalarla içeri girmiştim. Beşiktaş’ın en gözde mekânlarından biri olan bu yere son zamanlarda her gece uğruyordum. Burası benim bölgemdi ve iznim olmadan diğer bölge liderleri bile destursuz bir şekilde bana ait bir yere giremezdi. Hemen karşısında Duha denen itin mekânı olması canımı sıkan şeylerden biriydi.

Üst kata çıkarken beni gören herkesin gereksiz selamlarına dudak bükmekle yetindim. Bu gece istediğim şey fazladan saygı değildi, sadece sarhoş olmaktı. Üst kata çıkıp sadece bana ait locaya girdiğimde korumaların hepsi dışarıda kalmıştı. Etrafımda pervane olan garsonlar ne istediğimi bildikleri için beni fazla bunaltmadan masayı her zamanki şeylerle donattılar. İçkimi yudumlarken kafamdaki tüm düşüncelerden kurtulmak için aşağıda dans eden insanları izliyordum.

Neon ışıkların altında sarmaş dolaş dans eden, birbirine sürtünen bedenleri boş gözlerle izliyordum. Erkeklerin dudaklarında bir gülümseme, kollarına aldıkları kadınların dudaklarında tatlı bir kıkırtı vardı. Gerçekten göründükleri kadar mutlular mıydı? Her şeyin sahibiyim ama bu mutluluk denen illeti satın almanın bir yolu yoktu.

Dans eden insanları izlerken aşağıda yanıp sönen ışıkların yüzüne yansıdığı bir kadın dikkatimi çekmişti. Işıltılı gümüş tonlarında kısa bir elbise giymişti ve kalçasını saran elbise her kıvrak hareketinde vücut hatlarına dikkat çekiyordu. Dikkatimi çeken vücudu değildi, kaşlarının altına kadar kestirdiği kakülüydü. Kakülü hatta uzun saçlarının düz kesimi bile bana Saka’yı hatırlatmıştı.

Her isteğimi yerine getirmek için belli bir mesafede duran garson, “Efendim onu buraya getirmemi ister misiniz?” diyerek hep olduğu gibi beni memnun etmeye çalıştı.

Nereye baktığımı gördüğü için aşağıdaki kadını gösterdi. “Sanem Hanım VIP üyelerimizden biri ve buraya her gelişinde sizden bahsediyor.”

Kadın izlendiğini hissetmiş gibi başını kaldırıp benim olduğum yere bakmaya başlamıştı. Bulunduğum locanın ışığı kısıktı bu yüzden beni net bir şekilde göremiyordu ama gölgemden burada olduğumu biliyordu. Bu uzaklıkta bile ne istediğini bilen gözlerinin kısıldığını görebiliyordum. Kırmızı rujun süslediği dudakları bir kadının karşı konulmaz cazibesini yansıtırcasına kıvrıldı.

Daha sonra tekrar dans etmeye devam etti ama bu sefer daha kışkırtıcı ve daha yavaş hareketlerle. Etrafındaki erkekleri savuşturdu ve ellerini vücudunda gezdirmeye başlayarak dansına devam etti. Bunu yaparken başını kaldırıp benim olduğum yerden bir saniye bile gözlerini ayırmıyordu. Artık kimin için dans ettiği çok belliydi.

İzlediğim kadına karşı içimde zerre kadar bir arzu oluşmazken, “Saçları hep böyle miydi?” diye sordum. “Kahverengi ve kaküllü mü?”

Garson başını iki yana salladı. “Hayır, efendim.” Onu dinlerken küçük yudumlarla viskimi içmeye devam ediyordum. “Saçları sarıydı ve kakülü yoktu. Bir süredir böyle.” Dikkatimi çekmek için karıma benzemeye çalıştığı çok aşikârdı. Her ne yapıyorsa işe yaradığını inkâr edemem çünkü iki dakika boyunca ona bakmamı sağlamıştı. Kolay kolay bir kadına bu kadar uzun bakmazdım.

Bakışlarımı aşağıdaki kadından çekip önüme döndüm. Evde orijinali yeterince canımı sıkıyordu bir de burada onun çakmasıyla uğraşamazdım. “Masamda kadın istemiyorum çekilebilirsin.” Başını sallayan çocuk nihayet beni rahat bırakmıştı. Onu bana önermesi için kim bilir Sanem denen kadından ne kadar para almıştı.

Uzun bir süre tek başıma içtim. Normalde buraya ne zaman gelsem Kenan yanımda olurdu ve tam karşımda oturarak benimle içerdi. Canımı yakan bir diğer şey de buydu, Kenan’ın suskunluğu. Onun ihaneti belki Saka’nın suskunluğundan bile daha büyüktü çünkü Kenan benim dostumdu. Sadece arkadaşım değil, kardeş yerine koyduğum ailemden biriydi.

Rengin ile nişanlandığım gün Rengin’in Duha ile olan ilişkisini öğrendiğini itiraf etmişti. Bu itiraftan sonrasını dinlemeden onu hayatımdan çıkarmıştım. Anlatacağı hiçbir şey bana yaşattıklarının bir mazereti olamazdı. Saka ben nişanlandıktan dört ay sonra çıkıp gelmişti ama öncesinde dört ay boyunca Rengin benim nişanlımdı. Kenan sessiz kalarak dört ay boyunca sadakatsiz bir kadını evimde ağırlamama izin vermişti.

O kadın evimde yaşamış, soframa oturmuş ve koynuma kadar sızmıştı. Düşmanlarıma casusluk yapan zehirli bir yılanı aramıza almama Kenan izin vermişti. Onun kardeşlerimin içinde yaşadığı bir evde yaşamasına izin vermiş, tehlikeyi göz ardı etmişti. En önemlisi kendimi onursuz bir kadınla küçük düşürmeme seyirci kalmıştı. İşte bu yüzden Kenan defteri benim için kapanmıştı çünkü sırtımı yasladığım bir dosttan sağlam bir dost kazığı yemiştim.

Sarhoş olmaya başladığımı hissettiğimde locaya giren Duha’yı gördüm. Ne cesaretle elini kolunu sallayarak benim mekânıma gelebilirdi? Özellikle geride bıraktığımız günlerde onu öldürmemek için irademin son kalıntılarına tutunurken! Masanın yanında durunca gözleri boş şişede oyalandı. Biten bir şişe sinirlerimi yatıştırdığı için tekrar suratını dağıtmayacağımı sanıyordu.

Duha karşımdaki koltuğa şuursuzca oturup, “Merhaba Kalender,” deyince bu rahatlığı karşısında belimdeki silahı çıkardım. Bu sefer ikimizi de hiç uğraştırmadan bu işini bitireceğim.

Silahı ona doğrultup hiç düşünmeden tetiğe basacağım sırada, “Önce dinle sonra yine vurursun,” dedi aynı rahatlıkla. Masadaki atıştırmalıklara uzanırken o kadar rahattı ki onu tanımayan herkes deli olduğunu düşünürdü. Fakat öyle değildi, son derece sinsi, zeki ve tehlikeli biriydi.

Karşıma geçip masadaki çerezlerden ağzına birkaç tane atarak gözlerini bana dikti. “Bence anlatacaklarım dikkatini çekebilir,” diyen bu adamdaki rahatlık doğuştan gelen bir şeydi. Onunla yıllardır birbirimizi tanıdığımız için en uzun ciddiyet süresinin yarım saat olduğunu biliyordum.

Gün veya bir saat bile değil, sadece yarım saat. Doğuştan gelen alaycı bir mizacı olduğu için onu tanımayan herkes Duha için hayatın hep eğlence ve şamatadan ibaret olduğunu düşünürdü ama aslında bu sadece onun için bir kamuflajdı.

İçtiğim bir şişe içki gerçekten sinirlerimi yatıştırmış olmalı ki onu vurmak yerine ne anlatacağını merak ettim. “Konuş!” Silahı masaya sertçe bıraktım. “Anlatacakların hoşuma gitmezse cesedini almaları için adamlarının buraya girmesine izin vereceğim.” Tehdit barındırmadığını göstermek için korumalarını dışarıda bırakıp tek başına gelmişti.

Birini arar gibi etrafına bakıp umursamazlığıyla sinirlerimle oynamaya devam etti. “Önce bir şeyler içmeliyim.” Bir garson aradı ama bulamadı. Garson için fazla beklemek zorunda kalmadı çünkü bir tane kadın garson bu tarafa geliyordu.

Önüme dönüp masaya bıraktığım yarım kadehe uzanmıştım ki Duha, “Hey, sen küçük kız,” diye seslenince başımı kaldırdım. Hangi küçük kızdan bahsediyordu?

Bize sırtı dönük olan ve muhtemelen diğer localardaki insanların servisini götüren kız durdu. Hızlıca yanımızdan geçmek istemişti ama Duha onu durdurunca hemen ikimize sırtını dönmüştü. “Bu-buyrun efendim,” diyen zayıf sesi de tıpkı onun gibi titriyordu. Sırtıyla bakışıyor olabiliriz ama sıkıca tuttuğu tepsideki kadehlerin birbirine çarpma sesini duyabiliyorduk. Titriyordu.

Kızın titreyişleri garip bir şeyler olduğunu gösterdiği için, “Bu tarafa dön!” dedim sert bir sesle. İrkildi. Dışarıdan mekâna sızan bir casus veya tetikçi olma ihtimalini düşünmeliydik.

Kontrol edemediğim sinirli sesimle kızın titreyişleri daha da artarak bize döndü. Döndü dönmesine fakat bu seferde başını yerden kaldırmıyordu. O kadar çok titriyordu ki elinde tuttuğu gümüş tepsi her an yere düşebilirdi. Üstelik tepsinin içinde bir kova buz ve kovanın içinde bir şişe içki vardı. Tek elle kolayca kaldıracağım bir şeyi ince kollarıyla güçlükle taşıyordu. Çok zayıftı.

Haddinden fazla dikkat çektiğini anlamış olmalı ki başını yavaşça kaldırdı. Bunu yaparak sarı saçlarının tepesine bakmaktan bizi kurtarmıştı. Nihayet başını tamamen kaldırınca yüzünü görebildik. Neden bu kadar solgundu? Kızın yüzü morgdaki bir hastayı aratmayacak kadar solgundu. Bembeyaz tabirine bundan daha iyi kimse uyamazdı. Yüzü solgundu, kaşları ise fazla seyrekti bu yüzden makyaj kalemiyle kaşlarındaki boşluğu doldurmuştu.

Titreşen kirpikleri zümrüt yeşili bir çift iri gözü bizden saklayamıyordu. Türk kadınlarının ortalama boyuna sahipti ne uzun ne de kısa. Ancak sağlıklı hiçbir kadının olamayacağı bir zayıflıktaydı. Beyaz gömleği üzerine tam olsa da gömleğin kollarını topladığı için ince bilekleri görünüyordu. Sıska bir vücudu ve ince bacakları vardı. Yüksek bel siyah eteği dardı ve dizlerinin hemen üstünde bittiği için ince bacaklarını görebiliyordum.

Burada kendi bedenine göre bir üniforma bulduğuna şaşırdım çünkü buradaki tüm garsonlar onun gibi giyinirdi ama şu ana dek ondan daha zayıfını görmemiştim. Ben onu izlerken o da içli gözlerle beni izliyordu. Ona pek iyi şeyleri hatırlatmıyor olmalıyım ki bana olan bakışlarında mutluluk yoktu. Kadınların bana baktığında alıştığım o beğeni veya hayranlık da yoktu. Garson kızın gözlerinde gördüğüm tek şey hüzündü, bir de emin değilim ama sanki özlem de vardı o gözlerde.

Bana olan bakışlarına bir anlam veremediğim için, “Seni tanıyor muyum?” diye sordum soğuk bir sesle.

Ruhsuzca sorduğum soru onu kendisine getirmiş olmalı ki başını iki yana sallayıp derin bir nefes aldı. “Hayır, efendim.” Son derece saygılı ve bir o kadar da ürkekti. Çok fazla titriyordu ve tuttuğu tepsinin üzerindeki şeyler sallanmaya devam ediyordu.

Koltuğumdan arkaya yaslanıp gözlerimi ona diktim. “Peki, sen beni tanıyor musun?” Bakışlarında gördüğüm şeyler bir tanıdığa karşı duyulan özlem gibiydi.

Başını hafifçe öne doğru bükerek yine, “Hayır, efendim,” dedi aynı saygıyla. Bu sefer cevap verirken gözlerime bakmamıştı.

“Alkollü bir mekânda çocuk işçi mi çalıştırıyorsun?” Duha’nın kendi gibi gereksiz sorusuyla bıkkın gözlerimi ona diktim. Başıyla garson kızı gösterdi. “Reşit bile değildir.”

Duha’nın bu ani çıkışıyla ürkek garsonumuz bakışlarını ona çıkardı. “Yirmi yaşındayım efendim,” dedi ve sahte bir tebessümle devam etti. “Arkadaşlarım sizinle ilgilenecektir şimdi izninizle Murat Bey’in servisini götürmeliyim.”

Kız arkasını dönüp gitmek üzereydi ki Duha ile göz göze geldik. İkimiz de Murat Çorum’un pedofili bir sapık olduğunu bilecek kadar onu iyi tanıyorduk. Buradaki VIP üyelerinden sadece birinin adı Murat’tı ve o da o zihniyeti bozuk sapık herifin tekiydi. Kız yirmi yaşında olmasına rağmen gerçekten çocuk gibi görünüyordu. Zayıf vücudu ve ürkek hareketleri de onu daha çocuksu gösteriyordu.

Murat denen o piçin locasına girerse onun ilgisini çekeceğinden hiç şüphem yoktu. Benim mekânımdayken çalışanlarımdan birine askıntılık yapmaya cesaret edemezdi ama kız bir kez onun radarına girerse sonrası için rahat durmazdı. Daha ben müdahale etmeden Duha, “Bekle,” diyerek onu durdurdu. Arkasına yaslandığında bir tek ayaklarını masaya uzatmadığı kalmıştı. “Siktir et o piçi, bu gece sen bize hizmet edeceksin.”

Eğer bu çıkışının altında iyi bir niyet olduğunu bilmeseydim benim mekânımda ve benim yanımda çalışanlarıma emir vermesini hoş karşılamazdım. Garson kız ona doğru döndüğünde gözlerinde oluşan korkuyu gizleyemedi. Yanlış bir şey yaptığı için onu cezalandırdığımızı düşündüğü aşikârdı. “Neden?”

Duha’nın dudakları küstahça büküldü. “Çünkü ben öyle istiyorum.”

Küçük garsonun kaşlarını kısa bir an çattığını gördüm ama bunu ustaca gizledi. “Her istediğiniz hemen oluyor mu öyle?”

Duha güldü. “Şu karşımda oturan piç olmasa aslında her istediğim hep oluyor.” Yakın zamanda havaya uçurduğum yazlık evinden bahsettiğini biliyordum. O evi almayı çok istiyordu ve aldı da ama ertesi gün hızlı bir şekilde kaybetti. Bunun için pişman değilim, aslında son on iki gündür ona maddi ve manevi verdiğim zararların hiçbirinden pişman değildim.

Duha’nın beni hedef göstermesiyle küçük garson önce kısa bir an bana baktı daha sonra bir şeyi yeni fark etmiş gibi Duha’ya dönüp o ince sesiyle, “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Karun Bey’in masasına öylece oturma cesareti gösterdiğinize göre siz de önemli biri olmalısınız, değil mi?” Onu tanımadığına göre burada gerçekten çok yeniydi.

Daha Duha konuşmadan, “O önemsiz biri,” diyerek ona kapıyı gösterdim. “İşine bak artık.”

Kız buna dünden razı olduğu için hızlıca başını salladı. “Tabii efendim.” Titreyen kollarının güçlükle taşıdığı tepsiyi işaret etti. “Bunu ne yapayım? Kollarım yoruldu çok ağır bunlar,” diye sızlanınca neredeyse beni güldürecekti. Garsonluk için hiçbir vasfı yoktu.

Gülüşünü gizlemeye çalışan Duha bizim masayı gösterdi. “Buraya bırak ve Murat için yerine başkasını gönder.”

Başını sallayan kız tepsiyi masaya bıraktıktan sonra tekrar bana bakmaktan kendini alamadı. Utangaç bakışları yanaklarına hoş bir pembelik katarken ona bir kez daha kapıyı gösterdim. “Yalnız bırak bizi çocuk,” dediğimde bu sefer sesim daha yumuşaktı. Masumiyeti utangaçlığına yansırken ona karşı sert olamadım.

Sık sık yaptığı bir hareket olmalı ki yine başını hızlıca salladı. “Tabii efendim.” Arkaya doğru bir adım attığında ellerini saygıyla önünde birleştirdi. “Bir arzunuz olursa beni çağırmanız yeterli.” Elini kaldırıp bana doğru uzattı. “Adım Melek.” Benimle tanışmaya can atıyormuş gibi heyecanlı bir ifade vardı yüzünde.

Duha ile göz göze geldiğimizde ikimizin birbirimize attığı garip bakışlar çok yeni bir şey yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyordu. Garsonlar genelde masamızda bu kadar uzun kalmaz veya doğrudan bizimle tanışmak için elini uzatmazdı. Nedendir bilmiyorum ama kızın yeşil gözlerini kırpıştırması ve sıkmam için titreyen elini uzatması onu geri çevirmemi engelledi. Görmezden gelemeyeceğim bir masumluktaydı.

Elini tuttuğumda eli avucumun içinde kaybolacak kadar narin ve küçüktü. Canını yakmak istemediğim için hafifçe sıktım ve “Karun,” diyerek ona istediği tanışmayı verdim. Gülümsedi. Ne güzel gülüyordu, yanağındaki gamzeleri ortaya çıkaracak kadar içtendi gülüşü.

Onun elini çekmeye niyeti olmadığı için elini çeken ben oldum. Dudaklarındaki o güzel gülümsemeyle Duha’ya dönüp ona da elini uzattı. “Melek,” diyerek bir kez daha kendini tanıtınca Duha’da kızın iç ısıtan gülümsemesini yüzünde silmek istemedi. “Duha,” diyerek onun elini sıkmıştı.

“Dua gibi mi?” diye sordu Melek.

Ve böylece Duha’yı da güldürdü. “Düşmanlarım için daha çok beddua gibi,” diyerek ona göz kırpınca Melek kıkırdadı.

Duha onun elini tıpkı benim gibi incitmekten korkarcasına hafifçe sıkıp bırakınca garson kız, “İzninizle efendim,” diyerek son kez bize tebessüm etti ve masamızdan ayrıldı.

Başını çevirip onun arkasından bakan Duha, “Masumiyeti yüzüne yansıyor,” diye mırıldandı. “Bu çocuğu burada tutma, Kalender çok kolay harcarlar. Ona başka bir yerde iş ver. Otellerinde birinde resepsiyonda çalışabilir.” Tunus çocuklara karşı her zaman fazla korumacı biri olmuştur. Garson kız yirmi yaşında olduğunu söylemesine rağmen görünüşü, hal ve hareketlerinden Duha onu bir çocuk olarak görüyordu.

Bir garsonla ilgilenmekten çok daha önemli işlerim vardı ama, “O da isterse neden olmasın,” dedim dil ucuyla. Otelde çalışması Murat gibi adamlara hizmet etmesinden daha iyi olabilirdi.

Duha sırıttığında gözlerinin ardında canımı sıkacak bir kinaye belirdi. “Senin daha az uğradığın bir yerde çalışmak onun hoşuna gitmeyecektir. Sana nasıl baktığını görmemiş olamazsın.”

“Kirli düşüncelerini kendine sakla.” Kadehimdeki viskiyi tek bir dikişte içip boş kadehi masaya bıraktım. “O çocuğun bakışlarında herhangi bir beğeni veya arzu yoktu. Daha çok hayranlık diyebilirim.” Ve anlam veremediğim bir şekilde özlem.

Tepsideki iki kadehi masaya koyup kovadaki şişeyi alan Duha, “Seninle konuşmak için biraz sakinleşmeni bekliyordum,” diyerek kadehlerimizi doldurmaya başladı. “Şu iki haftada maddi yönden bana birçok zarar vermen seni yeteri kadar sakinleştirmiş olmalı.” Her bir saldırının karşılığını vermemiş gibi konuşması bende suratını dağıtma isteği uyandırıyordu.

Önüme ittiği kadehi aldım. “Biraz sarhoş olmama aldanma eğer bir an önce konuşmazsan her an masadaki silahı kullanabilirim.” Onu hâlâ öldürmemiş olmam bile onun için bir mucizeydi.

Gülerek kendi kadehine uzandı. “Eğer gerçekten karınla bir ilişkim olduğunu düşünseydin şimdiye bunu çoktan yapmıştın.” İçkiden birkaç yudum alarak ıslanan dudaklarını emdi. “İçten içe Bige’yle bir ilişkimiz olmadığını sende iyi biliyorsun.” Biliyorum ama emin değildim! İşte asıl beni çıldırtan buydu, şüphelerimi doğrulayacak hiçbir kanıt bulamamak.

Avludaki o yüzleşmeden sonra ikisinin arasındaki ilişkiyi en ince ayrıntısına kadar araştırdım ama hiçbir şey bulamamıştım. Bu beni rahatlatmalıydı ama Duha’nın delilleri saklama konusunda ne kadar iyi olduğunu bildiğim için asla emin olamıyordum. İçime düşen şüphe beni yiyip bitiriyordu. Haklı olmasını her şeyden çok istiyordum ama ya değilse? Rengin ile yaşadığım şeyi karımla da yaşıyorsam? Ya o da beni Duha’yla aldatıyorsa?

Farkında olmadan Duha’dan Rengin’i çalmıştım bunun karşılığında neden o da aynı şeyi bana yapmasın? Sonuçta bizi evlendiren oydu ve avluda ikisi de birbirini korumaya çalışmıştı. Ya Duha ona çalışan bir kadını karım yaptıysa ve onunla bir ilişki içindeyse? İçinde bulunduğum şartlarda kimse böyle düşündüğüm için beni suçlayamazdı çünkü Saka benden gerçekleri saklayarak sürekli bu tür düşüncelere yer veriyordu.

“Bir ilişkiniz yok öyle mi?” Ne kadar sinirli olduğumu istesem de gizleyemiyordum. Sert bakışlarla ona bakarken, “Bu yüzden mi seni benden sakladı?” dedim kan donduran bir sesle.

“Beni korumak için değil, başlarda Serhat’ı korumak için gerçeği sakladı.” Bu konuda konuşmak onu da rahatsız ediyor olmalı ki sıkıntılı bir şekilde nefesini koyuverdi. “Daha sonra da Kadem’i korumak için sustu çünkü onun Uğur olduğunu hissettiği için onu sevdi. Nikâh için gereken her şeyi Kadem’in ayarladığını biliyordu sonuçta.” Başını omzuna doğru eğip bu gerçeği kabullenmemi ister gibi bakmaya başladı. “Her iki durumda da benim için susmadı.”

Kaşlarımı çatmaktan kendimi alıkoyamadım. “Avluda birbirinizi koruyordunuz!” dedim sertçe. “Karım benim değil, senin kolunu tutuyordu!”

“İyi bir insan olduğu için olabilir mi?” Açıklama gereği duydukça izbe karanlıklarda boğuluyormuş gibi hızlı soluklar alıyordu. Rahat nefes almak için boynundaki kravatı sağa sola çekiştirdi. “Orada tek başıma kaldığımı gördüğü için bana yardım etti ve bende ona yaptıklarımın vicdan azabını çektiğim için bunları sana anlatıyorum!”

İki kişinin konuştuğu mahrem bir konuşmayı zamanın içine gömmek ister gibi dişlerini sıktı. “Eflatun bir elbiseyle onu intihara zorlayan seni bile korumadı mı? Seni Güven ve Rengin’in tuzağında korumak için kaçırmadı mı?” dediğinde bazı şeyleri düşünmem için beni zorlamaya başlamıştı.

“Ona yaptıklarına rağmen seni bile koruduysa benim için niye aynı şeyi yapmasın? Anla artık karın böyle biri! Sevdiklerine yapılanları asla affetmiyor ama ona yapılanları bir şekilde görmezden geliyor!”

Oturuşunu dikleştirip bana doğru biraz eğildi. “Senin haberin olmadan onunla kaç kez görüştüm gerçekten bilmek istiyor musun?” Elimde tuttuğum kadehi sıkmaya başladığımda gerçeği bilmek istiyor muyum, emin değildim. Bu şekilde bir yanım Saka’yı suçlasa da bir yanım da onu savunuyordu. Ya tüm şüphelerimden haklıysam? O zaman ne olacaktı? Onu boşayıp hiçbir şey olmamış ve yaşanmamış gibi Duha’ya gitmesine izin mi verecektim? Siktir! Ne boktan bir durumun içindeydim!

Her şeyi bilmek isteyen yanım daha baskın olduğu için, “Anlat!” diye soludum. Bu şüpheyle yaşamaktansa gerçeklerin altında ezilmeyi tercih ederdim.

Dinlemek istediğimi görünce memnun bir ifadeyle yeniden koltuğuna yaslandı ve bir bacağını diğerinin üzerine attı. “Seni bulmak için İstanbul’a geldiğinde onu havaalanında kaçırdım.” Duyduklarımla damarlarımdaki kan buz kestiği için yoğun bir öfkeyle dolmaya başladım. Onu kaçırma cüretini mi gösterdi?

“Karımı kaçırdığını mı söylüyorsun?” O kadar hızlı ayağa kalkmıştım ki yanına gitmem ve yakasına yapışıp onu ayağa kaldırmam aynı saniyeler içinde olmuştu. “Ne cüretle lan!” Suratına geçirdiğim yumrukla onu tekrar koltuğa düşürdüğüm için gülmeye başladı. “Oğlum sen bir şişeyi devirmişken hâlâ yumruk atacak gücü nasıl buluyorsun?” Patlattığım dudağına dokunup parmağındaki kana baktı. Yüzünü buruşturmuştu. “Otur yerine yoksa hiçbir şey anlatmadan giderim.”

Her ne kadar ona daha fazlasını yapmak istesem de sırf anlatmaya devam etsin diye kalktığım koltuğa geri oturdum. “Konuş!” derken sesimin hiddetini kontrol edemiyordum. Onu kaçırdığı için bir yumruktan daha fazlasını hak ediyordu ve bu konuşmanın sonunda hak ettiğini alacaktı!

Tunus kanayan dudağı için masadaki peçeteye uzanırken, “Rengin yüzünden sana kızgındım ve benimle çalışması için Saka’yı kaçırdım,” dedikten sonra peçeteyi dudağına bastırdı.

Konuşmaya devam ettiğinde dudağının üzerinde hâlâ bastırdığı peçete vardı. “Benimle iş birliği yapması için ona güç, para ve ün teklif ettim ama hiçbirine yanaşmadı. Onu ölümle tehdit ettiğimde bile kararını değiştirmediği için Kadem’in ısrarları üzerine onu bıraktım.” Yani Saka ona çalışmıyordu öyle mi? O zaman neden onunla görüşüyordu?

Dudağındaki peçeteyi rastgele masanın üzerine attığında peçete az önce zıkkımlandığı çerez tabağının üzerine düşmüştü. “Bige benimle hiçbir şekilde görüşmemeye kararlıydı ama sen onu buna zorladın.” Bu sikik herifin söylediklerinden hiçbir halt anlamıyordum. Duha’yla görüşmesi için Saka’yı nasıl zorlamış olabilirdim?

“Hatırla.” Sinsi yüzünde esrarengiz bir ifade vardı. “İstanbul’u terk etmek üzereyken seni hiç aramadı mı? Hakkında çıkan metres haberlerini kaldırman için senden hiç yardım istemedi mi?” Aklıma gelenlerle tüm vücudum gerilmişti. O gün beni arayıp yardım istemişti.

Evli bir adamla ilişkisi olduğu ortaya çıkınca asistanıma bir metresle görüşmek istemediğimi söylemiş, telefonuna bakmamıştım. O an bile benden gerçekleri gizlediği için öyle bir önyargıya kapılmıştım. Aslında bana her şeyi en başından anlatsaydı şu anda yaşadığımız hiçbir şeyi yaşamıyor olurduk.

“Senden cevap alamayınca beni aradı.” Duha damarıma basmak ister gibi güldü. “Bana çalışmasını her şeyden çok isterken onu geri çeviremezdim.” Elini omzunun üstünden gelişigüzel bir şekilde salladı. “Bir şekilde onun güvenini kazanmalıydım.” Hiçbir fırsatı kaçırmayan aşağılık herifin tekiydi. Ayrıca Bige hakkında çıkan metres haberlerini Duha değil, ben kaldırtmıştım.

Aklına her ne geldiyse yüzündeki ifade değişti ve siyah gözlerinde hoşnutsuzluk kol gezdi. “Evine yerleşmesi için seni kışkırtıp onu eve aldırdım ama buna rağmen bana çalışmayı kabul etmedi. Daha da ileri gittim ve onu ihanete zorladım.” Dizimdeki elim yumruk olurken bir celladın gözleriyle ona bakıyordum. İhanet mi?

Neyden bahsediyordu?

Duha buraya geldiğinden beri ilk kez ciddi bir adama dönüşüp alaycı mizacını bir kenara bıraktı. “13 Haziran’da olanları tam olarak bilmiyorsun. Carlos, Rengin ve Güven burada senin için ölümcül bir tuzak hazırlamıştı. Carlos hem Bige’yi savunmasız bırakacaktı hem de senden kurtulacaktı.” Bu kadarını zaten biliyordum hatta bu yüzden Güven’i öldürmüştüm.

Onu terleten, gerginliğe sürükleyen bir şeyler varmış gibi gözlerini kaçırdı. Artık konuşurken doğrudan gözlerime bakmıyordu. “Bige’yi arayıp ona başına geleceklerden bahsettim. Tam da tahmin ettiğim gibi seni kurtarmak için benden yardım istedi.”

Şimdi söyleyeceklerinin bana cinnet geçireceğini biliyormuş gibi iyice gerilerek yüzünü ovuşturdu. “Bir şartla sana yardım edeceğimi söyledim.” Kafasını yavaşça omzuna doğru büktü ve eğdiği başını kaldırıp bana baktı. “Ona sunduğum şart seni benimle aldatmasıydı.” Damarlarımda gezen kanın öfkeden fokurdadığını hissedebiliyordum. Aldatmak mı?

Karımı benimle köşeye sıkıştırmış ve ona ahlaksızca bir teklifte mi bulunmuştu? Bir başkasına değil, benim karıma, Sanrı’nın Saka’sına yaptı bu teklifi öyle mi? Her hücremde yoğun bir öfke fışkırırken sıktığım dişlerimin arasında, “Senin ceddini sikerim omurgasız!” diye bağırıp önümüzde duran masayı tuttuğum gibi kenara fırlattım. Masa ters döndüğü için üzerindeki her şey yere saçılırken ona yaklaştım ve gömleğinin yakasına tutarak onu sertçe ayağa kaldırdım.

Sinirden zangır zangır titrerken, “Eğer kabul ettiyse ahtım olsun ki bu gece burada leşin çıkacak!” dedim ve sinirden aldığım hızlı nefeslerin arasından devam ettim. “Etmediyse bile buraya girdiğin gibi çıkamayacaksın!” Çenesinin altına geçirdiğim yumrukla onu yere sermiştim. Soyadımı taşıyan bir kadına yaptığı o ahlaksız teklifle bu gece başına gelen her şeyi hak ediyordu.

Çıkardığımız gürültüden dolayı bu katta kalan müşteriler ve çalışanlar koşarak buraya gelmeye başladı. Hiçbirini umursamadan Duha’nın üzerine yürüdüm. Son söylediklerinden sonra onu kafamda farklı şekillerde öldürerek adımlarımı ona doğru atıyordum. Şimdi sadece düşüncelerimde değil gerçekte de ölecekti.

Yere düşen silahımı aldığımda Tunus düştüğü yerden çenesindeki sızının geçmesini beklemeden, “Düşündüğün gibi değil!” diye bağırdı benden farklı olmayan bir sinirle. Elimdeki silahı görünce ilk kez gözlerinde korku gördüm çünkü onu gerçekten öldüreceğimi anlamıştı. Çoktan gözümü kararttığımı artık biliyordu.

Aceleyle yerden kalkıp, “Saçmalama!” diye beni tersledi. “Teklifim düşündüğün gibi değildi! Yan yanayken çekilecek birkaç poz ama o, bunu bilmiyordu!” Parmaklarını saçlarına daldırıp her bir tutamını sinirle karıştırdı. “Bige her şeyin yatakla sınırlı olduğunu düşünüyordu. Senin hayatını kurtarmak pahasına bile buna yanaşmadı! Telefonu yüzüme kapattı ve hepimizi ters köşe yaparak seni kaçırdı!” Bu bilgiyle amacı beni biraz olsun sakinleştirmekse, doğru yoldaydı. İşe yaramıştı. Tam olarak olmasa da sinirlerim biraz yatıştırmıştı.

Saka kabul etmemişti.

Beni aldatmamıştı.

Bana sadık kalmıştı.

Tunus duraksadığımı görünce hızlıca devam etti. “Hepsi bu,” dedi aceleyle. Beni buna ikna etmek ister gibi bakarken gözlerinde herhangi bir yalan bulamadım. “Onunla olan tüm görüşmelerimiz bundan ibaret!” Çatık kaşlarla başını salladı. “Ne daha fazlası ne de daha azı, sadece bu kadarı.”

Karım hakkındaki yanlış düşüncelerimi silip atmak ister gibi derin bir nefes aldı. “İntikam için bile olsa senin karınla birlikte olmayı aklımın ucundan bile geçirmedim. Teklifimin içeriği gerçek bir ihanete dayanmıyordu.” Bu konuda günlerdir suçluluk çekiyormuş gibi omuzları düşmüştü. “Öyle bir teklif bana yakışan bir şey değildi, zaten bu yüzden bu gece sana karşılık vermiyorum ve vermeyeceğim. Sana her şeyi eksiksiz bir şekilde anlattım bundan sonra neye inanacağın sana kalmış.” Hırpalanmış olmasına rağmen umursamazca güldü. “Bunları hiç anlatmayabilirdim de.”

Elimde tuttuğum silahı işaret etti. “Bence bir şey yapmadan önce bu iyiliğimi göz önünde bulundur.” İyilik mi? Bu sikik herif gerçekleri bana anlatarak iyilikte bulunduğunu mu düşünüyordu? Başıma gelen her şey onun suçuydu!

Silahımı belime taktıktan sonra aramızdaki mesafeyi kapattım. Ters ters gözlerine bakarken, “Bu beni baş belası bir kadınla evlendirdiğin için!” dedikten sonra tekrar yüzüne bir yumruk atarak onu yere serdim. Düştüğü yerden bana küfreden it herife yaklaşıp kalkması için ona elimi uzattım. “Ve bu da beni ondan başkasıyla evlendirmediğin için.” Sonuçta başka bir kadınla da evlendirebilirdi.

Duha uzattığım elime bakıp ağzındaki kanı yan tarafına tükürdü. “Bu elin amacı teşekkür etmekse,” deyip sinsice güldü. “İsteyerek yaptığım bir iyilik değildi çünkü boşayacağım sizi.” Tehdit eder gibi piç bir sırıtmayla bana bakıyordu. “Her şey kanıtları babasına vermeme bakar.”

Uzattığım elimi tutunca onu sertçe kendime doğru çekip ayağa kaldırdım. Soğuk gözlerle onu izlerken elini sertçe sıkarak canını yakmaya başladım. “Öyle bir şey yaparsan belanı sikerim,” dedim sakince.

O da benim elimi sertçe sıkarken aynı sakinlikle, “Yapmamam için ne verebilirsin?” dedi. Birbirimizle kavga ettikten sonra şimdi birbirimizin ellerini sıkmamız ve birbirimizi tehdit etmemiz acaba dışarıda nasıl görünüyordu?

“Bana şantaj mı yapıyorsun?” diye sorduğumda hâlâ parmaklarını kırmak ister gibi elini sıkıyordum.

“Şantaj mı? Bu çok çirkin bir kelime ben buna anlaşma derdim.” Altta kalmamak için sıktığı elimde o da kendi gücünü kanıtlıyordu.

“Tam olarak ne istediğini söyle!” Lafı dolandırmanın lüzumu yoktu bana ne istediğini söylemeliydi.

Duha bir süre düşündü ama benden isteyeceği her şeye zaten sahip olduğu için isteyecek hiçbir şey bulamadı. “Bir gün senden bir şey istediğimde onu bana vereceksin.” Benden isteyeceği şeyi zamana bırakmıştı. “Bunun sözünü verirsen tüm kanıtları sana vereceğim.”

Benden isteyeceği şey en fazla bana kaptırmak istemediği bir ihale veya iş anlaşması olacağını düşündüğüm için, “Söz veriyorum,” dedim. “Zamanı geldiğinde istediğin bir şey olursa onu sana vereceğim ama o kanıtları kopyalarıyla birlikte bana vereceksin!”

“Madem öyle hepsini yarın sabah kopyalarıyla birlikte sana göndereceğim.” Elini çekti ama uyaran gözlerle bana bakıyordu. “Şu zamana kadar her ikimizin de sözünde döndüğü hiç olmadı, Kalender.” Ciddi bir yüz ifadesiyle başını omzuna doğru eğdi. “Sözüne güvenerek o kanıtları sana göndereceğim ama bu söz bozulursa bu evliliği kurduğum gibi yıkmanın da bir yolunu bulurum!” Buna gerek kalmayacaktı.

Eğer benden isteyip de alamadığı bir şey olursa bir kereliğine mahsus istediği şeyi ona vereceğim. Birkaç ihale benim için kayıp sayılmazdı. En fazla ne isteyebilirdi ki? “Duha Bey iyi misiniz?” Garson kız yani Melek’in sesiyle Duha ile aynı anda başımızı çevirdik. Duha’nın kanayan dudağına ve yıpranmış hâline bakan kız yutkunarak, “Kanıyorsunuz,” dedi o naif sesiyle.

Buradaki kimse bizim kavgalarımıza karışmaya cesaret edemez ve yorumda bulunamazdı. Bu korkak garson farkında olmadan aslında hiçbir çalışanın yapmaya cesaret edemediği bir şeyi yapıyordu. Duha’da bunu fark ettiği için sert ifadesini yumuşatıp kızın ürkek bakan yeşillerini izledi. “Ben iyiyim çocuk.” Onu terslemek yerine insan gibi cevap vermişti. Bu her zaman yaptığı bir şey değildi.

Melek başını bana doğru çevirip, “Siz iyi misiniz, Karun Bey,” diye sorunca kaygısız bir ifadeyle omuz silktim. “Ona vuran benim neden iyi olmayayım?”

Gülümsedi. “Buna sevindim.”

“Bana vurduğu için mi seviniyorsun?” Duha yüzüne büyük bir alay ifadesi kondurunca telaşa kapılan Melek, “Hayır, efendim,” dedi hızlıca. Ellerini önünde birleştirip başını eğmişti. “Yanlış anladınız.”

“Kızın üzerine gitmeyi bırak.” Kapıya doğru yürürken buradaki çalışanlara, “Servis açmayın bu ite,” dedim. “Gitsin kendi mekânında zıkkımlansın!”

Arkamdan Tunus’un, “Piç kurusu benim otelimde kalırken böyle demiyordun!” diyen kızgın sesini duymak keyfimi yerine getiriyordu. “Kaldığın gecenin parasını bile ödemedin lan!”

“Otelinde kalarak seni onurlandırmışken üstüne bir de para mı verecektim?” diyerek locadan çıktığımda arkamdan ettiği küfürleri duyabiliyordum.

Dışarı çıkıp arabama bindiğimde yüreğimdeki tüm karabasanlar kalktığı için günler sonra rahat bir nefes almıştım. Yanılmıştım Saka beni hiç aldatmamıştı. İhanet ihtimali benden sakladığı şeylerden daha ağır olduğu için şu iki haftada ne yaşadığımı hiç bilmiyordum. Daha fazla bu dargınlığı sürdürmek yerine buna bir son verecektim. Otuz yıllık hayatımda daha önce hiç bu kadar yanıldığım için mutlu olmamıştım.

Bir an önce eve gitmek istediğim için hızımı arttırdım. Ben hızlanınca önde bana escortluk yapan arabada hızlanmıştı. Tek istediğim eve gidip Saka’yı görmekti. Peki, o beni görmek isteyecek miydi? O gün peşimden koşup açıklama yapmak için çırpınmıştı ama onu dinlemek istememiştim. Bilmek istediklerimi sorduktan sonra onu orada öylece bırakmıştım.

Şu an için tek artım bu süreçte onu daha fazla kıracak şeylerden kaçınmış olmamdı. Daha önce yaptığım hataları tekrarlamamak için bu sefer ne ona hakaret etmiştim ne de başka bir şey yapmıştım. Tek yaptığım öfkem dinene kadar onu görmezden gelmek ve Duha ile aralarında bir şey var mı diye araştırmaktı. Tabii yapmadıklarım beni masum kılmıyordu çünkü on iki günlük bir sessizlik de çok canını yakmış olmalıydı. Özellikle her anlamıyla karım olduğu o geceden sonra.

Yıktığım her şeyi bir şekilde geri onarmalıydım.

***

Malikaneye geldiğimde merdiveni çıkan ayaklarım sabırsızlığımı yansıtırcasına hızlıydı. Onun odasının önünde durduğumda saat beşti, neredeyse sabah olacaktı. Eğer uyuyorsa onu uyandırmak istemediğim için kapıyı yavaşça araladım. İçeri girince uyuduğunu gördüm. Ses çıkarmaktan kaçınarak dikkatli adımlarla yatağına yaklaşmıştım. Yaz olduğu için üzerini örtmeden yatağa girmişti. Bu yüzden üzerindeki pamuklu pijamayı görebiliyordum. Normalde hep gecelikle uyurdu ama bugün yine pijamaylaydı.

Kendime hâkim olamayıp geceleri kapı aralığında onu kontrol ettiğim için şu son on iki günde hep vücudunu gizleyen pijamalarla uyuduğunu biliyorum. Neredeyse iki haftadır hep kapalı giyindiği gibi geceleri bile vücudunu gizliyordu. Benimle seviştiği geceden sonra vücudunu gizlemeye başlamıştı. Kendini benden mi gizliyordu? Ne sanıyordu, onun rızası olmadan zorla ona dokunacağımı mı?

Ona kızgın olduğum için böyle bir şeye kalkışacak kadar alçak değildim. Bu yüzden onu ne zaman kapalı kıyafetler içinde görsem sinirleniyordum çünkü bundan nefret etsem de o, açık giyinmeyi seviyordu. Bir anda giyim tarzını değiştirmesinin aklıma getirdiği tek şey vücudunu benden gizlemesiydi.

Saka benim aksime hiç üşümezdi ama yine de ayaklarıyla tekmeleyerek yere attığı pikeyi aldım. Cenin pozisyonunda yatakta uyuyan kadının üzerini örterken içim sızlamıştı. Dizlerini karnına kadar çekmiş ve ellerini yanağının altında birleştirerek uyumuştu. Sanki uzun süre bu pozisyonda ağladıktan sonra uykuya dalmıştı. Üzerini örttükten sonra parmak uçlarımla yüzünü gizleyen saçları çektim.

Ona doğru eğilip dudaklarımı kulağının yakınına getirdim ve pişmanlığımı yansıtan kısık bir sesle, “Özür dilerim,” dedim. “Özür dilerim, Saka,” diye kulağına fısıldadım. Gördüğü kâbusların etkisiyle kısık iniltiler çıkartırken beni hiç duymadı. Evet, hep olduğu gibi yine bitip tükenmeyen kâbusların içinde kaybolmuştu. Keşke tüm o kâbusları ondan almanın bir yolu olsaydı.

İyice ona yaklaştım ve ondan izinsiz bir şekilde yanağından küçük bir öpücük çaldım. Dudaklarım yanağına tüy kadar hafif bir dokunuş bıraktıktan sonra iç çekmiştim. Her şeyi batırmıştım bu sefer beni affeder miydi, emin değilim.

Yataktan uzaklaşıp kapıya yönelmiştim ki masanın üzerinde duran şeyler dikkatimi çekti. Bunlar daha önce her gün için benden istediği on üç boya kalemi ve on üç şeffaf poşetin içinde olan topraktı. Onlarla ne yapacaktı? Daha önce masanın üzerinde değildi, çekmecesinin içinde duruyordu. Şimdi onları neden çıkarmıştı? Masanın üstünde sadece bunlar değil küçük bir el kamerası da vardı. Bütün bunların anlamı neydi?

Genelde onun yaptıklarına akıl sır erdiremediğim için düşünmeyi bırakıp odasından çıktım. Üst kata çıkıp kendi odama girdiğimde her gece olduğu gibi yine hizmetçiler benim için şömineyi yakmıştı. Üzerimdeki ceketi çıkartırken gözlerim şöminenin olduğu köşede yine oyalandı. Bu köşede onunla sevişmiş, bu köşede onu kendime ait kılmıştım. Tüm o basit sevişmelerden arınıp gerçek ihtirası onun teninde bulmuştum.

Bütün o hatıralar ve tek gecelik kadınlarla yaptığım ucuz sevişmeler vücudumda ve ruhumda arınmıştı ve yerini karımın eşsiz dokunuşları almıştı. Onu özlüyordum hem de her şeyiyle. Artık benim için hayatımın iki farklı dönüm noktası vardı. Saka’dan önce ve Saka’dan sonra. Ondan öncesi yırtılıp atılacak, yakılıp kül edilecek şeylerle doluydu. Ondan sonrası da öpüp koklanacak, sır gibi saklanılacak sevimli hatıralarla doluydu.

Bunları daha önce fark etmediğime şaşıyordum. Hayatımı işgal eden o kadını her şeyiyle arzuluyordum. Bu tensel bir arzu değildi, ben onunla ilgili her şeyi istiyordum. Kalbi de başta olmak üzere… Beni sevmesi çok mu uzak bir ihtimaldi? Daha önce onun sevgisine ihtiyacım yok derken ne çok yanılmıştım. Belki de ihtiyacım olan tek şey buydu.

Bu gece Duha’yla konuştuktan sonra bir kez daha anladım ki Saka her şeyiyle aradığım kadındı. Bu odadaki izleri hâlâ silinmemişken, yatağımda hâlâ menekşe kokusunu ararken onu kaybedemezdim. Bu evliliğin gerçek olmasını istiyordum. Parmağımdaki alyansa baktıkça bu konuda ne kadar kararlı olduğumu bir kez daha anlıyordum. Onun hakkında ileri geri şeyler düşündüğümde bile bana aldığı yüzüğü çıkaramamıştım.

Defalarca parmaklarım bu yüzüğe dokunmuştu ve sayısız şekilde çıkarmak istemiştim ama yapamamıştım. O gece ona karım olduğu sürece bu yüzüğü takacağımı söylemiştim. Ona kızgınken bile onu karım olarak görmeyi bırakamadığım için bu yüzüğü çıkaramamıştım. Sanki bunu yaparsam parmağımda yüzüğünün olmadığını görecek ve beni bırakıp gidecekmiş gibi hissetmiştim. Korktum çıkartamadım. Gitmesi gerektiğini düşündüğümde bile aslında gitmesini istemiyordum.

Onu artık bu odada istiyordum. Aynı evin içinde farklı odalarda uyumak yerine karımı odamda görmek istiyordum. Yatağımda olmalıydı ve o gece yaptığı gibi kollarımın arasına sokulup göğsümde uyumalıydı.

Bundan sonra bunun olması için uğraşacağım çünkü onu tamamen kaybetme ihtimali beni korkutuyordu. Avluda olan o tartışmadan sonra bir kere bile bana gelmemiş, onu dinlemem için ısrar etmemişti. Oysaki kocam diyerek bana yakın olduğu sürece yaptığı her şeyin bir affı olur demiştim. Saka bunu yapmamıştı, normalde hep yaptığı bir şeyi bu sefer hiç yapmamıştı. Sanki bedeni burada durarak ruhu beni çoktan terk etmişti.

Onu geri kazanmanın bir yolunu bulmalıydım.

***

Bige Saka Kalender

Sabah saat altıda uyanıp siyah bir tayt ve yarım bir atletle hep yaptığım gibi bir saat boyunca koşmuştum. Malikânenin etrafındaki boş arazide biraz koştuktan sonra odama girip hızlı bir duş almıştım. Saat tam yedide kahvaltı masasında olmam gerektiği için aceleyle giyinmeye başladım. Masada beni bekleyen kimse yoktu hatta neredeyse iki haftadır o masada tek başıma kahvaltı yapıyordum çünkü Karun yüzümü bile görmek istemiyordu.

Levent ise saat yedide kahvaltı yapmak istemediği için masada bile yalnızdım. Yemek saatlerim hep aynı olduğu için hayati bir sağlık sorunu olmadığı sürece hiç aksatmazdım. Saatin yedi olmasına sadece üç dakika kalmıştı. Hazırlığım bittiği için son kez aynadan kendime baktım. Makyajım yüzümde, siyah kurdeleli toka her zamanki gibi saçımdaydı. Üzerimde uzun kollu, beyaz bir bluz vardı ve altına da yine pantolon giymiştim.

Aceleyle spor ayakkabıları ayağıma geçirdim ama bağcıklarını bağlamaya vaktim yoktu çünkü geriye sadece iki dakikam kalmıştı. Odamdan çıkıp koşarak merdiveni inmeye başladım. Zamanla yarıştığım için holü geçip yemek salonuna doğru koşuyordum. Bir yandan koşuyor bir yandan da bileğimdeki saati kontrol ediyordum. Son otuz saniye. Otuz saniye içinde masadaki yerimi alıp sandalyeme oturmalıydım.

Aslında yapabilirdim çünkü her sabah tam vaktinde yemek masasında olduğum için hızımı ona göre ayarlıyordum. Fakat kapıyı açıp içeri girdiğimde gördüğüm adamla kapının önünde dikilip kalmıştım. Karun neden buradaydı? İki haftadır bu koca salonda tek başıma kahvaltı yapıyordum ama şimdi Karun buradaydı. Buradaydı ve masanın en başındaki yerini almıştı. İçeri girdiğimde saatinin takılı olduğu kolunu aceleyle masaya indirdiğini görmüştüm.

Çok dakik biri olduğumu bildiği için sanki gelmeme ne kadar kaldığını kontrol eder gibiydi. Tabii ben içeri girince bunu çok hızlı gizlemişti. Göz göze geldiğimiz an hemen ona sırtımı döndüm. Hiç vakit kaybetmeden geldiğim hızla dışarı çıktım. Yine beni görünce görmezden gelerek beni üzmesini istemiyordum. Yüzüme bakması için kimseye yalvarıp medet umacak değildim.

Holde hızlı adımlarla ilerlerken ayakkabımın bağcığına bastığım için yere kapaklandım. Yere değen dizlerim fazla acımadı ama gözlerim doldu çünkü acıyan başka yerlerimdi. Daha fazla kendimi tutamadığım için yere bağdaş kurup ağlamaya başladım. Beni bir sandalyeye bağlayıp gece gündüz işkence etseler zerre kadar gözyaşı dökmezdim ama böyle anlarda ağlardım işte. Özellikle son iki haftada olanlar yüzünden.

Hizmetçiler yanımdan geçerken bana attıkları o garip bakışlar sinirlerimi bozuyordu. Karun ile aramızdaki gerginliği bilmeyen yoktu. Bu çenesi düşük hizmetçiler iki haftadır benim hakkımda fısır fısır konuşuyor ve Karun’un benden ne zaman kurtulacağını tartışıyorlardı. Oysaki bugün gidecek olan sadece bendim. Bugün on üçüncü gündü yani bize verdiğim şansın son günüydü.

Antrenin ortasında bağdaş kurarak ağlarken bana doğru uzanan bir el gördüm. Başımı kaldırınca ıslak gözlerim bana elini uzatan Karun’u buldu. Uykusuzluğu gözlerinin altındaki belli belirsiz çizgilere yansırken, “Neden ağlıyorsun?” diye sordu yumuşak bir sesle. Soğuk bakışlarının çok ötesinde karşılıklı konuşmaya ihtiyacı olan bir adam görüyordum.

Elini tutmadım. “Çünkü düştüm,” dedim soğuk bir sesle.

Gittikçe ondan daha soğuk ve sert birine dönüştüğümü fark ediyor olmalı ki derin bir nefes aldı. Hımm dercesine garip bir ses çıkartıp başını ağır ağır salladı. “Çünkü düştün,” dediğinde ilgili bir sesle sözlerimi tekrarlamıştı. Zayıf sinirlerimden yararlanmak ister gibi, “Seni ağlatan tek sebep bu mu?” diye sordu. Benimle konuşmaya çalışmıyordu, değil mi?

Yüzüme bir alaycı bir ifade kondurup, “Başka ne olacak?” dedim ve uzattığı elini tutmadan ayağa kalktım. Onun yanından ayrılmak için ona arkamı dönüp bir adım atmıştım ki ikinci kez spor ayakkabının bağcığına basıp öne doğru tökezledim. Hadi ama!

İkinci kez düşmeden bu sefer Karun beni belimden yakalamıştı. Sırtım sertçe onun göğsüne çarpınca neye uğradığımı anlamamıştım. Hemen arkamda duruyordu ve elleri belimi iki yanında sıkıca tutuyordu. Belimdeki elleri ve yaslı olduğum göğsü yüzünden hiç kıpırdamadan öylece kalmıştım. Dokunuşunu, yakınlığını ve ilgisini özlemiştim. Nefesini saçlarımın hemen üstünde hissedince ürperdim.

Sanki burnunu saçlarıma gömmek ve uzun uzun kokusunu içine çekmek ister gibi ılık nefesini saçlarımda hissetmiştim. Fakat yapamadı, bir adım ötesine geçmeye o da cesaret edemedi. “Saka-” demişti ki kısık sesi içime işlediği için hemen öne doğru atıldım ve elleri arasından kayıp merdivene yürüdüm. Kalıp yine beni suçlamasını dinlemeyeceğim.

Onu dinlemeden elleri arasından sıyrılmama kızdığı için arkamdan, “Akşama hazır ol!” diyen sinirli sesini duydum. “Katılmam gereken önemli bir davet var ve karım olarak sende benimle geleceksin.” Kaşlarımı çatarak merdiveni daha hızlı çıkmaya başladım.

Karısıymışbu gidişle bir karısı kalmayacaktı!

***

Çiçek kapının önünde dikilip, “Bige Hanım Karun Bey iki saattir sizi bekliyor,” deyince rahatımdan hiç ödün vermeden dudaklarıma kırmızı ruju sürmeye devam ettim. İşi ne, beklesin.

Ruju dudaklarıma yedirdikten sonra kapağını kapatıp küçük el çantamın içine attım. Aynanın karşısına geçip nasıl göründüğüme bakınca kendime inanamadım çünkü şu zamana kadar giydiğim en kapalı elbiseyi üzerimde taşıyordum. Uzun kollu, bordo elbisenin bisiklet yakası olduğu için hiç göğüs dekoltesi yoktu. Yakası sadece köprücük kemiklerimi gösteriyordu, onun dışında göğüslerimin çatalı bile görünmüyordu.

İnce belimi sarıyor ve belimdeki ince, altın sarısı kemerinden sonra eteği hafifçe genişliyordu. Elbisenin eteği dizlerimin altına gelecek uzunluktaydı. Siyah, sivri uçlu topuklu ayakkabılarla uyum içindeydi. Benim giydiğim açık, gösterişli ve dekolteli elbiselerden çok farklıydı.

Boynuma inci gerdanlıklarımdan birini takmıştım ve saçlarımı ensemden toplayıp gevşek bir topuz yapmıştım. Pek benim tarzım olmayan bir elbisenin içinde bile oldukça güzel görünüyordum.

Dolapta çıkardığım sırt çantamı yatağın üzerine koydum. Parmaklarımdaki yüzükleri çıkarmak belki de en zoruydu ama onlara alışmamam gerektiğini biliyordum. Onun yüzükleri benim parmağımda olmamalıydı, her ne kadar onları sevmiş olsam da. Önce tek taşı daha sonra da içinde adı yazan alyansını çıkartıp masanın üzerine bıraktım. Bunu yapmak onu terk etme kararı almaktan daha zordu benim için.

Akşam çoktan olmuştu, on üç günün dolmasına sadece birkaç saat kalmışken daha fazla istenmediğim bir yerde kalmayacaktım. Yatağın üstüne bıraktığım dantelli bordo eldivenleri takarak boş parmağımı gizledim. Bu geceki kaçış planımda Karun’a yakalanmak yoktu.

Bu elbiseyle pek uyumlu değildi ama içinde pasaportum da dahil önemli eşyalarımın olduğu sırt çantamı aldım. Karun’un evinden bir bavulla değil küçük bir sırt çantasıyla ayrılıyordum. Oysaki bundan iki hafta önce hep burada kalacakmışım gibi alışveriş yapmış ve birçok şey almıştım. Onun parasıyla değil, hepsini kendi paramla almıştım hatta parmağındaki yüzüğü bile. Evli olduğumuz süre içinde Karun’un parasını kabul ettiğim tek an parmağıma taktığı yüzüklerdi.

Odadan çıktığımda merdivenlere gelince Karun’un beni basamakların en altında beklediğini gördüm. Geç kalmış olmalıyız ki bileğindeki saati kontrol ediyordu. Sabırsızca başını kaldırınca beni gördü, donup kaldı. Kendime yakıştırmadığım bir elbiseyi o bana yakıştırmış olmalı ki gözlerinde büyüleyici bir ifade oluşmuştu. Beni beğendiğini ve güzel bulduğunu görebiliyordum.

Karun dudaklarını aralayıp tam bir şey söyleyecekti ki başımı eğerek merdiveni inmeye başladım. Ne söyleyeceğini bilmediğim için onu dinlemeye cesaretim yoktu. Son basamağı inip yanından geçeceğim esnada Karun kolumu tutarak beni durdurdu. Yan tarafımda olduğu için o bana bakıyordu bense dümdüz bir şekilde tam karşıma. “Saka-” demişti ki kolumu sertçe elinden çekerek kapıya yürümeye başladım.

Sıcak sesiyle önce beni umutlandıracaktı sonra da onu aldattığımı savunup bana verdiği küçük umudu ellerimden çekip alacaktı. Daha fazla beni kandırmasına izin vermeyeceğim. Dışarı çıktığımda peşimden gelirken, “O çanta neyin nesi?” dedi huzursuz bir sesle.

Şoförün bizim için açtığı kapıdan arabaya binmeden hemen önce küçük bir açıklama yaptım. “Üzerimi değiştirmem gerekirse diye içinde yedek kıyafetim var.” Bana inandığı için daha fazla kurcalamamıştı. Oysaki elbise çantanın içinde kırışırdı. Yanıma elbise alsaydım askılı kılıfın içine koyup arabaya asardım.

Karun karşıma oturmak yerine yanıma oturunca cama doğru iyice kayarak aramıza çantayı koydum. Bu hareketim onun tarafından derin bir iç çekişe dönmüştü ama umursamadım. O beni izlerken ben başımı cama yaslayıp hareket eden arabada yolu izlemeye başladım. Günlerdir git dercesine bana bakıyordu gözleri. Gitmemi istediğini biliyordum.

Onunla gereksiz bir sohbetin içine girip bana git demesini beklemeyeceğim. Öyle olmasa bile artık onu dinlemek istemiyordum. Şu birkaç saatte yapacağı hiçbir şey onu affetmem için yeterli olamazdı. Artık o kalmamı istese bile ben kalmayacaktım.

***

Anladığım kadarıyla Karun’un iş ortaklarından birinin evinde verdiği bir davetti. Tüm arabalar bahçeye sığamayacağı için korumaların arabaları dışarıda dururken sadece Karun’un arabası bahçeye girmişti. Korumaları dışarıda bırakıp içeriye tek başına girmek ne kadar güvenliydi, bilmiyorum ama Karun bunu sorun etmiyorsa vardır bir bildiği.

Bahçeye girdiğimizde gördüğüm gazetecilerle yutkundum. “Bu da ne demek oluyor?” Başımı çevirip Karun’a baktığımda gazetecilerin burada olmasını bekliyormuş gibi hiç şaşırmamıştı.

Araba yavaşlarken sonunda yüzüne baktığım için memnun bir ifadeyle, “İçişleri Bakanının verdiği özel bir davet,” diye bana küçük bir açıklama yaptı. “Gazetecilerin olmaması tuhaf olurdu.” Gözleriyle giren çıkan herkesi çeken gazetecileri işaret etti. “Endişe etme konukları rahatsız etmemeleri için içeri girmeleri yasak.” Büyük bir kinaye barındıran gözlerle somurtan yüzüme baktı. “Yapman gereken tek şey içeri girene kadar suratını asmaman.”

“Neden? İnsanlar aramızdaki evliliğin sahte olduğunu anlamasın diye mi?”

“Saka-”

“İniyorum ben aşağıya.”

“Bekle!” diyerek kaşlarını çattı. On iki gün boyunca beni görmezden gelirken iyiydi ama aynı şeyi ben yapınca kızıyordu. Karun bugün diğer günlerden biraz farklı davranıyor diye her şeyi unutacak değildim.

Bana sert çıktığı için kendine kızar gibi dudaklarını birbirine sımsıkı bastırdı ve burnundan derin bir nefes aldı. “Tüm gazeteciler buradayken benden önce inme.” Şimdi bakışları daha ılımlıydı. “Bu kadarını yapabilir misin?”

Cevap vermek yerine önüme dönüp beklemeye başladığımda kısık bir sesle bir şeyler homurdandı. Şoförün onun için açtığı kapıdan indikten sonra arabanın etrafında döndü ve kapımı açtı. “İnsanların gözlerini boyamayı seviyorsun,” diye söylenerek uzattığı elini tutup arabadan indim. “Normalde bu kadar kibar değilsin.”

Arabadan indiğimiz an tüm flaşlar yüzümüzde patlarken Karun dudaklarına sahte bir gülümseme kondurdu. “Sana karşı kaba olduğumu mu düşünüyorsun?” diye sordu kısık bir sesle. Dalga geçiyor olmalıydı.

Aynı sahtelikle tebessüm edip uzattığı koluna girdim. “Olmadığın bir gün var mı?”

Gazeteciler etrafımızı sarmak için koşturarak bu tarafa doğru gelirken onun kolunda ilerliyordum. Solundaydım. Yönümüz tamamen gazetecilere bakarken elini kolundaki elimin üzerine koydu. “Eve dönünce seninle konuşmak istediğim şeyler var.” İşaret parmağıyla eldivenin üstünde elimi hafifçe okşadı. “Artık konuşmamızın zamanı geldi.”

“Karun Bey hazretleri konuşmak istemiş nasıl hayır derim?” Bulursa konuşurdu tabii.

“Yapma böyle,” dedi.

“Yaptıklarına say,” dedim.

Gazeteciler etrafımızı sardığı için kısık bir sesle olan konuşmalarımız son bulmuştu. Şimdi birçok kamera ışığının altındaydık. Aynı anda bize uzatılan birçok mikrofon ve peş peşe gelen birçok sorunun içinde bulmuştum kendimi. Dik dursam da objektiflere alışık olmadığım için gerilmiştim. Karun bunu hissetmiş olmalı ki kolunu yavaşça çekti ve elini belime koyarak beni biraz daha yakınına çekti. Yakınlığı sinirlerimi yatıştırıyordu ve belimdeki eli bana güven veriyordu.

Muhabirlerden biri, “Karun Bey sizi ilk kez eşinizle birlikte kameralar karşısında görüyoruz,” diyerek mikrofonu ona uzattı. “Bu artık gizemli gelininizi insanlardan gizlemeyeceğiniz anlamına mı geliyor?”

Sık sık gazete manşetlerine konu olduğu için benim aksime çok rahat olan Karun, “Değerli olan şeyler iyi gizlenmeli,” diyerek kalbimin hızını arttırmayı başardı. Başını çevirdi ve bir süre gözlerime anlam veremediğim bir sıcaklıkla bakıp, “Bende öyle yapıyorum,” dedi.

Daha çok uğursuz şatosunda gelinine işkence yapıyordu ama neyse.

“Ani evliliğiniz akıllarda birçok soru bıraktı,” diyen bir başka muhabir mikrofonu yine ona uzattı. “Bige Hanım ile nerede ve nasıl tanıştınız?”

Karun kısa ve düz bir sesle, “Çalışma odamda,” deyince afalladım çünkü onunla ilk kez şirketteki ofisinde tanışmıştık. Ne demek çalışma odası?

Bu sefer mikrofon bana doğru uzatıldı. “Karun Bey gibi ünlü bir iş insanının eşi olmak zor olsa gerek, Bige Hanım. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?” deyince dudaklarımdaki sahte tebessümü gizlemeye çalıştım. “Herkesin kendine göre bir zorluğu vardır elbet ama benimle evli olmak da kolay değildir,” diyerek gülümsedim. “Bence sevgili kocamın işi daha zor.” Ne demek istediğimi sadece Karun anladığı için kısık gülüşünü duydum.

Bu geceden sonra benimle evli olmanın zorluğunu yaşayacaktı. Biletimi bile aldım şehir dışına değil, bu sefer ülke dışına kaçıyordum. Bir arkeolog olarak yeni bir maceraya atılacağım. Muhabirler bir süre daha soru sormaya devam etti. Kaçmak yerine onların tüm sorularına cevap vermeye çalıştık ama bir süre sonra onların arasından sıyrılıp köşke doğru yürüdük.

Merdiveni çıkarken yine Karun’un kolundaydım. “Çok garip,” diye mırıldandım. “O kadar soru sordular ama içlerinden biri bile Rengin, Serhat veya Elay’dan bahsetmedi.” Evli bir adamla yaşadığım ilişkiyi uzun uzun kurcalamalarını bekliyordum.

Karun soğukça güldü. “Cesaret edemezler,” dediğinde gülüşünde karanlık bir şeyler vardı. “Hayatlarının kalanını huzur içinde geçirmek istiyorlarsa soracakları sorular konusunda seçici olmalılar.” Gücünü konuşturarak işleri yoluna koymak en iyi yaptığı şeydi.

Bir diğer soruya geçtim. “Çalışma odanda mı?” Aklımdaki soruyu daha fazla erteleyemedim. “Seninle ofisinde tanıştık.”

Düz bir şekilde tam karşısına bakarak merdiveni çıkarken, “Sen benimle ofisimde tanıştın, ben değil,” dedi gizemli bir sesle. Başını omzunun üzerinden çevirip kısa bir an bana baktığında heyecanlanmıştım. “İlk kez çalışma odamda fotoğrafınla tanıştım, sen daha sonra geldin.”

Son gelen olabilirim ama bu gece ilk giden olacağım.

Yorumlar