“Eğer beni kaybetmekten bu kadar çok korkuyorsan, beni bulmadan önce kendine neden diye sor.”
Daha önce sadece gazetelerde gördüğüm ama bizzat hiç tanışmadığım insanlarla sahte bir muhabbetin içine girmiştim. Bakanın konukları Karun Kalender’in eşi olduğumu duyunca yanıma geliyor, benimle tanışıyor ve ayak üstü küçük bir sohbetin içine beni çekiyorlardı. Karun gibi bir adamın diplomasiyle ne işi vardı, bilmiyorum ama meclisteki çoğu kişiyi yakından tanıyor gibiydi. Neden şaşırıyorum ki adam ülke ekonomisine büyük bir katkıda bulunan trilyonluk biriydi.
Belki de trilyonun da üstündeydi, o kadarını hesaplayacak kadar güçlü bir beynim yoktu. Herkes onu yanına çekip gücüne güç katmayı istiyordu. Çoğu zaman kiminle evli olduğumu unuttuğum oluyordu. Boşanırken nafaka işini ciddi anlamda düşünmeliydim. Etrafıma toplanan kadınların can sıkıcı tüm sorularına yapmacık bir gülümsemeyle cevap verirken gözlerim Karun’u arıyordu.
Kadınlar nasıl beni hararetli bir sohbetin içine çektiyse buradaki adamlar da onu meşgul etmeye başlamıştı. Aynı salonun içinde birbirimizden çok uç noktalardaydık. Ne zaman başımı onun olduğu tarafa çevirsem onu beni izlerken görüyordum. Beni katılmaya mecbur bıraktığı bu davetin üstesinden gelip gelmediğimi kontrol ediyordu. Bu onun dünyasıydı ve uyum sağlayamazsam diye endişeliydi.
Karun ne zaman bana baksa yüzünde küçük bir tebessüm oluştuğuna göre onu hayal kırıklığına uğratmıyordum. Evde ona çirkeflik yapan karısı tüm iş ortaklarının olduğu bir yerde onu utandıracak her şeyden kaçınıyordu. Her ne kadar burayı havaya uçurmayı istesem de gitmeden önce büyük bir skandala imza atmak istemiyordum. Nerede nasıl davranmasını bilen bir kadın olduğum için Karun benim adıma endişelenmeyi bırakmalıydı.
Ona kızgın olsam bile kalabalık ortamlarda onu utandıracak biri değildim. Kadınların arasında çok bunaldığım için son bir kez yalandan gülümseyip, “Birazdan dönerim,” dedikten sonra yanlarından ayrıldım.
Kapıya doğru yürürken başımı çevirip arkama bakınca Karun’un beni izlediğini gördüm. Yanındaki adama bir şeyler söyleyip peşimden gelmeye başlayınca hemen önüme döndüm. Bu gece kolay kolay dışarı çıkmama izin vermeyecekti, değil mi? Karun peşimden gelirken dışarı çıkarsam yakalanırdım, bu yüzden bende salondan çıkıp üst katın merdivenini tırmanmaya başladım. Aşağıya inen bir garsonu durdurup tepsideki kokteyllerden birini almıştım.
Yukarı çıkmaya devam ettim. Merdivenin en üstüne gelince durup arkama baktım. Basamakları çıkarken Karun’un bir eli korkulukların üzerindeydi. Başını kaldırıp kısa bir an benimle göz göze gelince gözlerinin içine bakarak içkimden bir yudum aldım. Dudakları kıvrıldı ve elini uzatıp yanından geçen garsonun tepsisinde sert bir içki aldı. Bir dikişte hepsini içip boş kadehi tepsiye bırakınca dudağımın köşesi yukarı doğru büküldü. Hızlı içerdi.
Ona sırtımı dönüp elbisemin eteklerini savurarak ilerlemeye başladım. Peşimden geldiğini biliyordum. Kaçan her zaman kovalanırdı. Hızlı adımlarla ilerleyip kolonların arasından geçmeye başladım. Kale gibi olan bu evin koridorlarında yürürken içkimden küçük bir yudum alıp onu bir heykelin avucuna bıraktım. Kaçmak için ayık olmalıydım bu yüzden bir yudum alkol şimdilik yeterliydi. Terazi şeklinde iki elini açan heykel benim yerime onu içebilirdi.
Koşarak kolonlardan birinin arkasına saklanıp beklemeye başladım. Bir süre durup saklandığım yerde kafamı yavaşça uzatınca Karun görüş açıma girmişti. Smokinin içinde tüm kadınları büyüleyen adam beni bir anda kaybettiği için etrafına bakıyordu. Heykelin düz avucuna bıraktığım kokteyli görünce ona yaklaştı. Bardağı eline alınca bardağın kenarına gözleri ilişti. Kırmızı ruj bardakta dudaklarımın izini bırakmıştı.
Karun bardağı çevirdi ve dudaklarımın değdiği yerden tüm kokteyli içince kalbim hızlanmaya başladı. Baş döndürücü dudaklarını tekrar dudaklarımın üzerinde isteyecek kadar bu hareketi beni etkilemişti. Tekrar beni aramaya başladığında, “Ne güzel bir tesadüf,” diyen bir kadın sesi duydum. “Bu gece Karun Kalender ile karşılaşmayı beklemiyordum.” Bu kimdi şimdi?
Kafamı tekrar uzatınca Karun’un önünde duran bir kadın gördüm. Sırtı bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum. Kadın uzun boyluydu, üstelik yüksek topuklu ayakkabılarla boyu iyice uzamıştı. Kafası Karun’un yüzünün tam karşısında olduğu için Karun’un da yüzünü göremiyordum. Fakat Karun’un, “Beni gördüğünüze neden bu kadar şaşırdınız, Sanem Hanım?” diyen düz sesini duyabiliyordum. “Aynı davetin konukları olduğumuza göre karşılaşmamız tesadüf olmasa gerek.” Güzel cevap vermişti.
“Adımı biliyorsunuz.” Bu kadının sesi neden bu kadar cilveli çıkıyordu? “Sanırım çabalarım meyvesini veriyor.” Ne çabasından bahsediyordu? Kocamı ayartmaya çalışmıyordu, değil mi?
Karun’un gerçeklikten çok uzak gülüşünü duydum. Kadından kalan boşlukta elini kaldırdığını gördüm. “Bu yüzüğü görüyor musunuz?” dediğinde Sanem denen kadına parmağındaki alyansı gösterdiğini anladım.
“Bunu bana takan kadın bir şehrin hanımefendisi olduğu kadar aynı zamanda karşı köyün delisi,” dedi ve keyifli bir sesle devam etti. “O Çeyrek Mafya sizin meyve toplamak istediğiniz bir ağacı kurşuna dizer. Gerçek anlamda sıkılan kurşunlardan bahsediyorum.” Güldü ve bu seferki gülüşü gerçekti. “Sizce ölmek isteyen birine mi benziyorum?”
Şehrin hanımefendisini kabul ediyorum ama karşı köyün delisi şahsıma atılan bir iftiradır.
Sanem Hanım abartılı bir ifadeyle, “Ondan korkuyor musunuz yoksa?” dediğinde eliyle dudaklarını örtmüş olmalı ki yanında duran eli yüzüne doğru havalanmıştı. “Öyleyse karınız müthiş derecede fena bir kadın olmalı.” Bu bir övgü değil, birini yermekti ve o mağdur ben oluyordum. Çok acilinden bir yerlerden silah bulmalıydım. Bıçak da işimi görürdü. İkisi için güzel planlarım vardı.
“Her neyse ondan bahsetmeyelim, neden bana terasta biraz eşlik etmiyorsunuz?” diyen Karun’un sesiyle dişlerimi gıcırdatacak kadar sıktım. Bahsetmek istemediği ben miydim? Hayır, benden bahsetmeliydi çünkü ben o hayvan herifin karısıyım! Onu bu gece terk etmek üzere olan karısı ve gitmeden önce canına okuyacak olan karısı!
Saklandığım yerden çıkıp bende terasa doğru yürümeye başladım. Bunu yaparken kolonların gölgesinde hareket ediyordum. Baskın yapar gibi terasa çıktığımda Karun beni gördüğüne hiç şaşırmamıştı. Aksine geleceğimi biliyormuş gibi keyifliydi. “Beni yanıltmayacağını biliyordum.” Neyden bahsettiğini bilmiyorum ama gülmemek için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıyordu.
Karun’un yanında sigara içen kadın beni görünce, “Merhaba,” diyerek davetsiz misafirini sıcak bir gülümsemeyle karşıladı.
“Merhaba,” dediğimde kadınla olan benzerliğimizin şaşkınlığını yaşıyordum.
Tıpkı benim gibi kahverengi saçları ve kahverengi gözleri vardı. Düz saçlarının uzunluğu bile benim saçlarımın uzunluğundaydı. Kaşlarının altında kestirdiği kakülü ve normalde benim giyeceğim tarzda olan açık kıyafetiyle bana benziyordu. Saç ve giyim tarzımız aynı olabilirdi ama yüz hatlarımız bizi birbirinden ayırıyordu. Sonuçta tüm kaküllü kadınlar birbirinin aynısı değildi.
Onun yüzü daha uzundu benimki ise küçük ve biraz yuvarlak. Üstelik benim sadece burnumda estetik vardı ama onun törpülettiği elmacık kemiklerinde ve dolgun dudakları bile işlem görmüştü. Yakıştığı sürece estetiğe karşı değildim ve ona yakışmıştı. Onlara doğru yürüdüğümde açık hava tenime küçük ısırıklar bırakıyordu. Nedenini bilmediğim gereksiz bir kıskançlık dört bir yanımı sardığı için bunu gizlemeye çalışıyordum.
Kıskandığımı belli etmemeliydim bunu yapmak ne kadar zor olabilir ki? “Kocamla burada ne halt ediyorsun?” Evet, iki saniye önce asla kıskandığını belli etmeme kararı almışken söylediklerime bak. Kararlılık seviyem müthiş derecede hızlı değişiyordu.
Sanem denen kadın daha önce hiç doğrudan böyle bir soruyla karşılaşmamış olmalı ki afalladı. Fakat Karun benden böyle bir çıkış bekliyor olacak ki gözleri kısıldı ve gülüşünü saklamak için başını eğdi. Eğleniyor muydu? Sanem ne sorduğumu çok iyi anlamasına rağmen rol yaparak dudaklarını büzdü. “Anlamadım?”
“Ah, sanırım soru sorma şeklim yanlıştı.” Karun’a daha fazla eğlenme zevki yaşatmak istemediğim için kadına gülümsedim. “Burada yalnız ne yapıyorsunuz demek istedim?” Serin havayı içime çekip tebessüm ettim. “Aslında buraya kaçmak çok akıllıca çünkü içerisi fazla boğucu.” Pekâlâ, vahim durumu biraz kurtarmaya çalışmıştım.
Gerçek niyetimi çok iyi bilmesine rağmen ısrarla aptalı oynayan Sanem Hanım, “Buraya çok hızlı bir giriş yaptınız,” dedi kinayeyle. “Birinden mi kaçıyordunuz?” Sigaradan bir nefes çekti ve derin bir ima barındıran gözlerini bana dikti. “Belki de birkaç kişiden birden?” Bu da neydi şimdi?
Daha ben cevap vermeden Karun konuştu. “O kaçmayı bilmez.” Gözleri manidar bir şekilde üzerimde oyalandı. “Kaçırtır,” dedi. “Bazen keçileri bazense bizzat sizi.” Her ikisini de ona yapmışlığım vardı.
Sanem’in yanında durup korkuluğun üzerine koyduğu sigara paketini gösterdim. “Size eşlik etmemin sakıncası var mı?” Karun’un hafifçe çatılan kaşlarını gördüm. Sigara içmemden hoşlanmıyordu.
“Buyurun lütfen.” Sanem paketi bana uzatınca içinde bir dal sigara çıkardım. Sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde yaktığı çakmağı bana doğru uzattı. “Teşekkür ederim.” Eğilip sigaranın ucunu benim için yaktığı çakmakla tutuşturdum. Sigaranın dumanını içime çekerek başımı kaldırdım. “Aramızdaki benzerlik oldukça şaşırtıcı, Bige Hanım.”
Arkaya doğru birkaç küçük adım atıp sırtımı korkuluklara yasladım. “Öyle görünüyor.” Yüzünde bir gülümseme oluştu ama gülüşünün sahteliği o kadar belliydi ki. “Neden artık tanışmıyoruz?” diyerek elini uzattı. “Sanem Kadırga.”
Uzattığı elini tutup hafifçe sıktım. “Bige Efil Saka.”
“Kalender,” diyerek beni düzeltti Karun.
Başımı çevirince ters bir şekilde bana baktığını gördüm. “Bige Efil Saka Kalender diyeceksin!” diyerek beni sinirli bir şekilde uyardı. “Eksik söyleme.”
Sanem Hanım abartılı bir ifadeyle ortalığı kızıştırmaya çalıştı. “Yeni evliler arasında bir gerginlik mi seziyorum?” Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Eğer evlilik terapisti değilse aramızdaki ilişkiye karışmamalıydı.
“Gerginlik mi?” Gülerek başımı iki yana salladım. “Kocam sadece bu konuda çok hassas.” Sır verir gibi gizemli bir ifade takınıp kadına doğru kafamı uzattım. “Soyadını yakıştırdığı tek kadın olduğum için eksik söyleyince haliyle sinirleniyor.” Başımı geriye çekip omzumun üzerinde Karun’a baktım. “Değil mi kocam?”
Tatlı tatlı ona bakmama alaycı bir ifadeyle karşılık verdi. Olumsuz bir yanıtın aleyhine olduğunu iyi bildiği için bu sefer gülüşünü gizleyemedi. “Öyle,” dedi keyifli bir sesle. “Sen diyorsan doğrudur.”
Birbirimize attığımız ima dolu bakışları görmek Sanem’in canını sıkmış olmalı ki, “Hava serinledi sanki,” diyerek üşümüş gibi kollarını sıvazladı. Neredeyse gülecektim. Ah, şu klişe üşüdüm ceketini ver diyen taktik.
Elimdeki sigarayı terastan aşağıya attım. Karun’a yaklaşıp, “Bende üşüdüm sanki,” dedim. Gülümseyip ellerimi göğsüne bastırarak ona sokuldum. “Beni ısıtır mısın?”
Başımı kaldırıp ona tatlı tatlı bakarken Karun’un gözleri büyüdü. Şaşırdı hatta afalladı. Tüm gün ondan kaçmışken şimdi bir anda ona yakın olmamın şaşkınlığını yaşıyordu. O kadar afallamıştı ki Sanem Hanım’ın burada olduğunu unutup, “Hemen sonrasında fırlatacak ölümcül bir şeylerin var mı?” diye sorunca kıkırdadım. “Aşk olsun yapar mıyım hiç öyle şeyler.”
Gözlerini kısarak, “Hiç yapar mısın,” dedi kuşkulu bir ifadeyle.
Neşesiz bir şekilde gülümsedim. “Ellerin hâlâ belimde değil kocam,” dedim. “Üşüyeyim mi?”
Nedendir bilmiyorum ama ona nazlanmam Sanem Hanım’ın hoşuna gitmediği için, “Kocam mı?” diye sorduğunda yüzünü abartıyla buruşturmaya çalıştı. Yaptırdığı Fransız askısı buna izin vermediği için istediği yüz ifadesini yakalayamadı. “Kocam kulağa çok kaba geliyor neden sizde diğer kadınların söylediği gibi kocam yerine kocacığım demiyorsunuz?”
Kadının bana olan sözlü saldırısını Karun belimi tutup beni göğsüne çekerek karşılık vermişti. Beni ısıtmak için kollarını bana sararken, “O zaman diğer kadınlardan ne farkı kalır?” diyerek Sanem Hanım’ı büyük bir bozguna uğrattı. “Yanılıyor muyum?”
Başım Karun’un göğsünde olduğu için Sanem Hanım’ın yüzünü bu sefer göremedim ama, “Muhakkak öyledir, Karun Bey,” diyen keyifsiz sesini duydum. “Ben yeni evlileri biraz yalnız bırakayım,” dedikten sonra terastan ayrılmıştı.
Sanem Hanım’ın gittiğine emin olunca hemen Karun’u itip göğsünden çıktım. “Dokunma bana fırsatçı herif!”
“Fırsatçı herif mi?” Alelade iftiraya uğruyormuş gibi kaşlarını yukarı kaldırdı. “Göğsüme sokulan sendin.” Sanem Hanım yanımızda diye yaptığımı çok iyi biliyordu.
“Sende kollarını sarmak için hiç vakit kaybetmedin.
Güldüğü için mavi gözleri kısıldı. “Karımı geri çevirecek kadar aptal biri değilim.”
“Karşı köyün delisi öyle mi?” Söylediği şeyi ona hatırlatıp dik dik baktığımda, “Yalan değildi,” diyerek beni deli olmakla suçladı.
“Onunla buraya gelmekteki amacın neydi?” Her an yumruğumu suratına geçirecekmiş gibi bakıyordum. “Beni aldatıyor musun?”
“Duyduğunu biliyordum.” Dudağının köşesi büküldü. “Yoksa karım beni kıskanıyor mu?”
“Kocam hayal görüyordur,” diyerek terastan çıkmak istedim ama yolumu kesti. Dimdik bir şekilde karşımda durarak geçmeme izin vermedi. “Artık konuşalım mı?”
“On üç gün boyunca aklın neredeydi?” Alay ettiğimde yüzünde hoşnutsuz bir ifade oluştu. “On iki gün,” diyerek can sıkıcı bir yanlışı düzeltti. “Bugün tüm gün bana soğuk yapan sensin.”
Elbisemin kabarık eteğini tutup yanından geçmeye çalıştım. “Hak etmediğin hiçbir şey yapmıyorum.” Kapıya doğru bir adım attım fakat kolumu tutarak gitmeme engel oldu. Başımı çevirip ona baktığımda gözlerinde yoğun bir pişmanlık vardı. “Saka,” diyerek beni yakınına çekti. Bir eli kaçmamdan korkarcasına kolumu tutarken diğer elini dokunmak için yüzüme uzattı. “Seni özledim.”
Soluğumu kesen itirafı hain kalbimin ritimlerini değiştirmeye başlamıştı. Büktüğü elinin tersi yanağıma sürtünerek beni hipnoz ederken, “Duha bana tüm gerçeği anlattı,” deyince artık bu değişimin nedenini daha iyi anlamıştım. Üzerime eğilip kısık ama sıcak bir sesle mırıldandı. “Bunu düzeltmem için bana bir şans ver.”
Ona doğru süzülen ruhumun hâkimiyetini güçlükle sağlayıp arkaya doğru birkaç adım attım. Onun temasından kurtulduğumda aramıza koyduğum mesafe hoşuna gitmediği için kaşlarını hafifçe çatmıştı. “Eğer dinleseydin bende sana gerçekleri anlatırdım.” Sesimdeki hüzünlü tını kırgın bakışlarıma eşlik ediyordu. “Bunu düzeltemezsin.” Kendimden emin bir şekilde başımı iki yana salladım. “Artık olmaz Sanrı çünkü Saka senden gelen acıya yeterince doğdu,” dedikten sonra hızlı adımlarla terastan çıktım.
On iki günde yıktığı bir kalbi on üçüncü gün toparlayamazdı.
Aşağıya inip insan kalabalığının arasına girdiğimde bir köşede konuşan Kadem ve Elay’ı görünce durdum. Duha’da davetlilerden biri olduğu için Kadem’in burada olmasını anlardım ama Elay neden buradaydı? Onlara doğru yürüyüp etrafında durdukları küçük masaya yaklaştım. “Burada ne yapıyorsunuz?”
Beni görünce Kadem gülümserken Elay’ın suratı düşmüştü. Benimle göz teması kurmak istemeyen kadın, “Buraya hiç gelmemeliydim,” diye homurdandı ve yaşlı bir adama doğru yürüyüp onun yanına gitti.
Onun arkasından bakarken Kadem, “Konuştuğu o kişi amcası,” diyerek bana küçük bir açıklama yaptı. “Amcası ün kazanmış bir başhekim.” Onun da gözleri amca ve yeğenin üzerinde oyalanıyordu. “Şadi Bey ev sahibinin şahsi doktorlarından biri. Elay yeniden doktorluğa geri döndüğü için ona cemiyette bir yer kazandırmak için onu zorla buraya getirmiş.” Yaşadığı her şeye rağmen Elay’ın yeniden işinin başına dönmesine sevinmiştim. Onun mutlu olmasını istiyordum.
Amcası Elay’ın koluna dokunup tebessüm etti. Ona bir şeyler söyledikten sonra masadan ayrılınca hemen Elay’ın yanına gittim. Kadem onunla konuşmaya ihtiyacım olduğunu bildiği için peşimden gelmemişti. Beni görünce Elay tam masadan ayrılacaktı ki, “Lütfen gitme,” diyerek kolunu tuttum. “Babam, kocam ve sen,” dedim acı çeken bir sesle. “Hepinizin tek ortak noktası beni dinlemeden yargılamak ama gerçekten artık birilerinin beni benden dinlemesine ihtiyacım var.”
Etrafımdaki insanların benimle ilgili konularda benim dışımdaki herkesi dinlemesinden çok yorulmuştum. Birazdan bu ülkeden ayrılacağım ama gitmeden önce en azından Elay ile konuşmalıydım. “Bu işi tezgâhlayan Duha ama Karun onu bile dinledi, beni dinlemedi.” Yüzümdeki acı emaresiyle ona Kadem’i gösterdim. “Evliliğimle ilgili rezil planı uygulayan Kadem ama sen onunla bile konuşuyorsun, benimle konuşmuyorsun.” Oysaki bende en az onun kadar bir oyunun masumu ve kurbanıydım.
Elay boşluğa bakmak yerine nihayet bana dönünce bir süre beni gerginlikten rahatsız edecek kadar dik dik baktı. Suçlayıcı bakışlarına daha fazla dayanamadığım için, “Bilmiyordum,” diye iç çektim. Bugünün gelmesinden hep korkmuştum çünkü onunla yüzleşmeye hiçbir zaman hazır olamayacağım ama bundan daha fazla kaçamazdım.
Tuttuğum kolunu bırakıp pişmanlık dolu bakışlarımı ona çıkardım. “Serhat’ın evli olduğunu bilmiyordum. Ne senden haberim vardı ne de bebeğinden.” Aslında bana Elay’dan bahsetmişti ama karısı olarak değil, kız kardeşi olarak. Bu kadarını söyleyip onu üzmek istemiyordum.
Karun’un gözlerinden daha açık renkte olan mavileri duyduklarına rağmen hâlâ suçlayan gözlerle bana bakıyordu. “Senden nefret ediyorum,” dediğinde bunu söylemese de bakışlarıyla nefretini çok iyi hissettiriyordu.
“Ama kocamla bir ilişkin olduğu için değil, sizin yüzünüzden bebeğimi kaybettiğim için.” Elay elini kaldırıp düz karnına bastırdığında güçlü durmaya çalışıyordu ama aslında hiç olmadığı kadar zayıftı. “Onu kaybettim.” Bakışlarında bir annenin derin ıstırabını görünce ağlamamak için tırnaklarımı avuç içlerime bastırmaya başladım. Böyle bir faciaya sebep olmak istememiştim.
Gözlerimin içine baktı ve “Bige ben bir daha asla anne olamayacağım,” dediğinde sesi öyle bir titredi ki en şiddetli depremden daha sarsıcıydı.
Bir yaz yağmuru gibi birkaç gözyaşı ilişti gözlerine, göz bebekleri çalkalandı fakat ağlayamadı. “Kendimden daha çok nefret ediyorum çünkü anne olmayı hak etseydim bebeğimi korurdum.” Titreyen elini karnından çektiğinde eli öylesine yanına düşmüştü.
“Düşünüyorum belki Serhat’ın ihanetini öğrenince daha az üzülseydim, daha az ağlasaydım veya karnımda ölmeye başladığını daha erken hissetseydim belki kaybetmeyecektim onu. Düşünüyorum ve her defasında kendimi yetersiz buluyorum. Sanki tek suçlu benmişim gibi ama suçlu ben olamam.” Farkında olmadan ona yaşattıklarım için öyle bir ağlamak istiyordum ki kimse beni durdursun istemiyordum. Bu onun suçu değildi, Allah kahretsin ki tek masum o ve bebeğiydi.
Elay benim yanımda ağlayıp kendini kaybetmek istemediği için bir süre susup aradığı gücü bulmaya çalıştı. Mavi gözlerinde dalgalanan ufak gelgitleri benden gizlemeye çalışıyordu. “Odası bile hazırdı.” Başını yavaşça salladı. “Her şeyi hazırdı bir tek o eksikti.” Daha fazla kendini tutamadığı için gözlerinden taşan bir damla yaş yanağından süzüldü. “Kızım olacaktı.”
Hayatımda kimseyi bu kadar susturmak istememiştim. Elay sussun istiyordum çünkü dudaklarından dökülen her kelimeyle vicdan azabım büyüyordu. Farkında olmadan öyle bir vebal aldım ki bir annenin ahı altında eziliyordum. Dünyanın gamını omuzlarında taşıyormuş gibi omuzları çökmüştü. “Onunla ilgili o kadar çok düş kurdum ki ilk adımlarından düğününe kadar hatta daha fazlası.” Yanağımda hissettiğim sıcaklıkla sessiz gözyaşları dökenin sadece o olmadığını anladım.
Elay’ın umutsuzdu ıslak bakışları. “Kızımla ilgili tüm düşlerim yarım kaldı çünkü onu benden aldılar.” Yaşamın bile azap olduğu bir kadının gözlerine bakıyordum.
“Bebeğimi kaybettiğim gün ölmeni isteyecek kadar senden nefret ettim çünkü hikâyenin tamamını bilmiyordum.” Sustu ve dilini ısırdı. Belli ki büsbütün söyleyeceği bir şeyler vardı lakin daha fazlası için henüz hazır değildi. Belki de bir tek benim karşımda ezilip bükülmek istemiyordu çünkü bir erkek ikimizi de tek bir hikâyede buluşturmuştu. Yan yana değil karşı karşıya olduğumuz bir hikâyede.
Elay göz ucuyla bana bakarken tuhaf sayılabilecek bir suretle, “Duha’nın evinde kaldığım sürede Kadem ile olan konuşmalarına birçok kez tanık oldum,” diye itiraf etti. “Senin de tıpkı benim gibi bir oyunun kurbanı olduğunu öğrendim.” Ama buna rağmen bana kızgın ve kırgındı, değil mi?
Acısıyla yüzü kayboluyor, nefretiyle yeniden beliriyordu. Elay Zemheri üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken çok garip bir kadındı. Tüm çıplaklığıyla onu görüyordum. Benden daha zayıf olduğunu ama şu an için benden daha güçlü görünmeye ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Yeteri kadar gizleyemediği tek şey kalbinde sır gibi sakladığı derin acısıydı ve onu görebildiğim gibi acısını görmüyordum çünkü acıyı ta derinlerimde hissediyordum.
Gözlerini yere indirdi ve başını biraz büktü. “Biliyorum sende suçsuzsun ama gördüğüm her bebekle içim acıdıkça, kalbim sızladıkça ve gözlerim doldukça senden nefret edeceğim.” Dolan yaşlar yüzünden gözleri titrerken, “Sende ederdin,” diye fısıldadı.
“Biri isteyerek veya istemeyerek senin bebeğinin ölümüne sebep olsaydı sende ondan nefret ederdin. Bunu ne sen değiştirebilirsin ne de ben.” O kadar haklıydı ki ne diyeceğimi bilemedim. Haklı ve olgundu onun yerinde olsaydım bu kadar sağduyulu olamayacağımı biliyordum. Hiçbir zaman Elay’ın olgunluğuna erişeceğimi sanmıyordum.
Yanında duran elini kaldırıp gözyaşlarını parmağının ucuyla sildi. “Duha’dan evliliğinle ilgili kanıtları çalıp babana veren bendim,” diye itiraf etti. “Amacım sana veya kocana zarar vermek değildi. Ben sadece Duha’nın adalet karşısında yargılanmasını istiyorum ama bu düşündüğümden daha zor olacak. Bu adamlar için bir adalet yok.” Onların neler yapabileceğini bildiği için bu konudaki tüm umutları tükenmişti. Savcıya da hakime de çok kolay kendi doğrularını kabul ettirebilirlerdi. Gerek tehdit gerekse şantaj, onlar kirli oynadıkça onlara karşı kazanmak çok zordu.
Elay’ın gizlemeye çalıştığı kıvranışları benim bilmediğim başka bir üzüntünün çırpınışlarıydı. Nasıl veya niçin bilmiyorum ama sakladığı bir şeyler daha vardı. Söyleyemediği şeyler üzerine küçük bir tahminde bulunarak, “Sana yardım ederim,” dedim. “Duha’nın canını yaktığı tek kişi sen değilsin bu ikimizin ortak intikamı.” Eğer intikam istiyorsa bu konuda elimden geleni yapardım.
Elay gözleriyle bir masada tek başına durarak bizi izleyen Kadem’i gösterdi. “Ya o? Ondan da intikam alabilecek misin?” Çocukluk arkadaşım olduğunu öğrenmişti.
İçimi yakıp kavuran ılık bir nefesi dudaklarımın arasından koyuverdim. “Geçmişimdeki bir patlamada ondan küçük kız kardeşini aldım. Bana yaptığı şey ona yaşattıklarımın yanında hiç kalır. Ben hâlâ onun Uğur olduğunu bile kabullenmiş değilim.” Ona ne zaman baksam bir türlü Uğur’u göremediğim için döndüğüne yeteri kadar mutlu olamıyor, bunca zamandır neredeydin diye soramıyordum.
Sanki Uğur hâlâ bir ölüydü ve benim için hiç geri dönmemişti. Kadem veya Uğur fark etmez, aramızda yıllar önce kopan bağı yeniden onaramıyorduk. İkimizin arasında kolay kolay kapanmayacak bir boşluk vardı ve biz o boşluğu dolduramıyorduk. Konuşmamızın bittiğini düşünen Kadem masamıza gelince ikimiz de susmak zorunda kaldık.
Kadem elinde iki içkiden birini bana uzattı diğerini Elay’a. Elay suratsız bir şekilde onun uzattığı kadehi alırken, “Şu kadını tanıyor musun?” diyerek bana bir yeri gösterdi. “Uzun zamandır seni izliyor.”
Kimden bahsettiğini anlamak için başımı çevirince Sanem denen kadınla göz göze geldim. Kadının bakışlarını yakaladığımda hafifçe tebessüm ederek yanındaki adama döndü. Onunla sohbet etmeye başlayınca, “Emin misin?” dedim hâlâ Sanem’i izlerken.
“Evet.” Elay tıpkı benim gibi kıstığı gözleriyle Sanem’i izliyordu. “İçeri girdiğinden beri gözlerini senden ayırmadı.”
“Karadul mu?” Kadem’in söylediği şeyle ikimizin bakışları onu buldu. Sanem’i işaret etti. “Cemiyetteki lakabı Karadul.”
“Kocası mı ölmüş?” diye sordu Elay.
“Kocaları,” diyen Kadem sırıtarak onu düzeltti.
“O nasıl oluyor ya?” dedim safça.
“Şimdi şöyle Efil’ciğim,” diyen çocuk sır verecekmiş gibi ikimizin arasına girdi. Kolunun birini benim omzuma diğerini de Elay’ın omzuna atarak bizi yakınına çekti. “Bu kadın şu ana kadar birçok evlilik yaptı ve hepsinde de kocaları bir şekilde öldü.”
“Tahminen kaç evlilik yaptı?” diyen Elay’ın şaşkın suratı çok komikti. “İki tane mi?”
“Üçtür ya,” dedim. “Allah’ın hakkı üç sonuçta.”
Kadem gülerek başını iki yana salladı. “Biraz daha yukarı çıkın.” Ciddi olamazdı.
“Dört,” dedi Elay.
“Altı,” diyerek ortaya çok uçuk bir teklif attım.
Kadem kaşlarını daha da arttırın der gibi yukarı kaldırınca Elay, “Yedi deyiver de bayılayım şuracıkta,” dediğinde gülmeye başladım.
Gerçekliğine hiç ihtimal vermeyerek, “Sekiz mi yoksa?” dedim.
Kadem, “Doğru,” deyince şaşkınlıkla gözlerimi belerttim. “Dokuz derken bildiğimiz dokuz mu?” Ellerimi açıp bir parmağımı kapatarak ona gösterdim. “On parmaktan biri eksik olan dokuz mu? Hani sekizden sonra ve ondan önce gelen dokuz mu?”
“Evet, işte o dokuz.”
Elay ile aynı anda, “Yuh!” dediğimizde bunu söylerken biraz yüksek sesle söylemiş olmalıyız ki birkaç kişi bize doğru dönmüştü.
Elay tuhaf bir suratla, “Bir kadın başına dokuz koca düşüyor muydu?” diye sordu şaşkınca.
“Demek ki düşüyormuş.” Hemen Kadem’in kolunu iterek onun kanatları altından çıktım. “Gidip geriye kalan sekiz kocamı bulacağım.”
Kalabalığa doğru bir adım attığımda Kadem kolunu uzatarak ensemi yakaladı. “Senin neyine dokuz koca!” Ensemden tutarak beni yanına çekti. “Daha bir tanesini idare edemiyorsun.”
“Çek be şu elini zevzek!” Ensemdeki eline vurarak önüme döndüm. “Sanem’in yanında staj görmeliyim özellikle koca öldürmek konusunda.”
Gözlerini bile kırpmadan Sanem’i izleyen Kadem’in bakışlarında can sıkıcı bir hayranlık vardı. “Onun öldürdüğüne herkes emin ama asayişin elinde hiç kanıt yok.” Kadının ortaya çıkardığı temiz işi takdir eder gibiydi.
“Kadın görüp görebileceğiniz en büyük mirasyedi. Kumar tutkusu yüzünden uzun süre zengin kalamıyor. Paraları suyunu çekince bekâr ve çocuksuz erkekleri avlamaya çıkıyor.” Kadem bizi Sanem hakkında bilgilendirirken sık sık gözleri bana kayıyordu. Bakışlarıyla sanki beni Sanem konusunda uyarıyordu.
“Kimseyle miras kavgasına tutuşmak istemediği için çocuksuz adamları tercih ediyor. Çocuksuz ve tabii ki bekâr olduğu sürece yaşlı genç ona fark etmez. Onları kendisine âşık edip evleniyor ve sıkılınca onları farklı yöntemlerle öldürüp ona kalan mirasın keyfini çıkartıyor. Duyduğuma göre son kocasından kalan parayı da bir gecede kumar masasında harcamış.” Ağzım açık bir şekilde onu dinliyordum çünkü bu kadarını gerçekten beklemiyordum.
Üçümüz Sanem’i izlerken Elay, “Keşke kancayı Duha’ya taksa,” diyerek iç çekti. “Duha’yı onuncu kocası yapıp hakkın rahmetine kavuşturması o kadar iyi olurdu ki. Hem bekâr hem de çocuksuz, Duha onun için ideal kurban.”
Kalabalığın içinden sıyrılıp bu tarafa doğru gelen Duha’yı görünce gülmeye başladım. “İti an çomağı hazırla diyen atalarımızın ellerinden öpesim var.” Ondan bahsedince hissetmiş gibi bu tarafa gelmeye başlamıştı.
Yanımıza gelen Duha masadaki atıştırmalıklara baktı. “Bu masada da her halt var ama güllü lokum yok,” diyerek hayıflandı. Adam o kadar rahattı ki ben ve Elay’ın ona attığı kötü bakışları zerre kadar takmıyordu.
Elay daha fazla dayanamayıp, “Yüzsüz herif!” diye kızarak elindeki kadehi sertçe sıktı. “Utanma duygusu zerre kadar olmayan şerefsiz herif!”
Duha gülerek onun önündeki kurabiyeye uzandı. “Devam et kulağım sende.” Fıstıklı kurabiyeden bir ısırık aldı ama tadını beğenmemiş gibi yüzünü buruşturdu. “Hiç yapamıyorlar bunları.” Bu adamdaki umursamazlık seviyesinden istiyordum!
Küfretse bile Duha’ya işlemeyeceğini anlayan Elay, sinirden titreyerek dudaklarını birbirine sımsıkı bastırdı. İlginç bir olaya tanık oluyormuş gibi bir izlenim yaratan Duha, “Hepsi bu mu doktor?” diyerek Elay’ı kışkırtmaya devam etti. “Tek yapacağın bu mu?”
Duha, Kadem’i aradan çekerek Elay’ın karşısında durdu. “Belki bana birkaç tokat atmak istersin.” Elay’ın bileğini tuttu ve avucunda tüm gücüyle sıktığı kadehi elinden aldı. “Bunu yapmak için ellerin sağlam olmalı, değil mi?” Böylelikle kırılacak bir kadehe karşı Elay’ın elini korumuştu.
Gözlerindeki yoğun öfkeden hiçbir şey kaybetmeyen Elay, “Ya da yüzüne tükürürüm!” diyerek elini onun elinden sertçe çekmişti.
Duha gülmeye başladı. “Sakın bunu yapma çünkü biri yüzüme tükürünce ya rabbi şükür diyenlerden değilim.” Kafasını Elay’a doğru uzatıp gizemli bir ifadeyle, “Bunu en son yapan kişinin dilini kesmek zorunda kalmıştım,” dedi ve Elay’ın dudaklarını işaret etti. “Dilinin o güzel ağzının içinde kalmasını tercih ederim.”
Elay’ın karşısında sadece strateji ve manipüle dehası değil, aynı zamanda usta bir laf cambazı vardı. Bu yüzden Elay’ın ona karşı işi çok zordu. Elay histerik bir ifadeyle, “Bir gün tüm yaptıklarının cezasını sana çektirecek biri mutlaka çıkacak!” dedi sertçe. Böyle olmasını her şeyden çok istediğini saklamıyordu. “Tek istediğim bir çocuktu ve senin yüzünden onu kaybettim!”
“Çocuk mu istiyorsun?” Duha’nın siyahları muzır bir şekilde bakarken dudakları çapkınca kıvrıldı. “Sana istediğin çocuğu verebilirim. İhtiyacımız olan tek şey bir yatak,” dedikten sonra sinsice sırıttı. “Tabii yatakta olması şart değil.”
Kadem ile bu dengesizi ağzımız bir karış izlerken sinirden nevri dönen Elay’ın gözü seğiriyordu. “Sen iflah olmaz pisliğin tekisin!” Duha’nın suratına öyle bir tokat attı ki sesi tüm salonda çınlamıştı.
Duha’nın başı omzuna doğru düşerken insanlar konuşmayı bırakıp bize bakmaya başladı. Karun’da yanındaki adamlarla sohbet etmeyi bırakıp bu tarafa bakınca Duha’yı gördü ve kaşlarını çattı. Onu benim yakınımda görmekten hoşlanmadığı için bu yöne gelmeye başladı. Akabinde herkesin içinde sert bir tokat yiyen Duha, kızmak yerine Elay’a doğru başını çevirdi. Yüzünde büyük bir alay olan baş belası adam, “Bunu herkesin içinde yapmak zorunda mıydın?” diye sordu sakince. Elay’ın tokadının izini yanağında taşırken kınayan gözlerini ona dikmişti. “Kişisel sorunlarımızı herkese yansıtmanı hoş karşılamıyorum.”
Sinirden kendini tutamayıp gülen Kadem, “Abi sen niye bu kadar piçsin?” deyince Duha övgü almış gibi böbürlenen bir ifadeyle, “Teşekkür ederim koçum,” dedi ve Kadem bu sefer kahkaha attı. Şaka gibilerdi.
Elay onu görmeye daha fazla dayanamadığı için omzuyla Duha’nın omzuna çarparak gitmeye çalıştı ancak Duha, “Bekle,” diyerek onun kolunu tutarak gitmesine engel oldu. “Gerçekten beni yenmek istiyor musun?” Yine neyin peşinde olduğunu anlayamadım. Dudaklarını hafifçe araladı ve beyaz dişlerini bize gösterecek şekilde gülümsedi. “Sana bunun için bir fırsat sunabilirim.”
Elay, Duha tarafından hain bir oyunun kurbanı olduğunu bildiği için onun teklifleriyle ilgilenmiyordu. Duha ise onu ikna etmek için son derece ciddi bir yüz ifadesiyle karşısındaki kadını izliyordu. “Neden bir oyun oynamıyoruz? Eğer bu oyunun sonunda kazanırsan sana yaptıklarımda dahil, bugüne kadar çevirdiğim tüm pis işlerin belgelerini sana vereceğim.” Ucunda sahip olduğu tüm itibarı ve her şeyi kaybedeceği bir oyuna atılmak mı istiyordu?
Çoğunlukla alaycı üslubunun taşkınlığıyla herkesi sinir eden bir adama kuşkulu gözlerle bakan Elay, “Nasıl bir oyun?” diyerek Duha’nın teklifini daha şimdiden değerlendirdiğini belli etti.
Karun’da yanımıza gelince Duha, Elay’ın kolunu bırakıp bir elini cebine koydu. “Can sıkıntıma iyi gelecek bir oyun,” dedikten sonra başını çevirip Karun’a baktı. “Tam zamanında Kalender çünkü birinin bana kefil olması gerekebilir.” Karun’un elindeki içki kadehini alıp birkaç yudum içtikten sonra kadehi geri onun eline tutuşturdu. “Kefilim olursun, değil mi?”
Karun onun dudaklarının değdiği kadehe midesi bulanmış gibi bakıp, “Mundar ettiğin şeyi al kendin iç,” diyerek kadehi Duha’ya verdi. “Şeytanla anlaşma olmaz.” Şimdi uyaran gözlerle Elay’a bakıyordu. “Sana tavsiyem teklif ettiği hiçbir şeyi kabul etmemen.”
“Onun yararına bir teklif,” diye ısrarcı oldu Duha.
Karun benim elimde duran kadehe uzanıp onu aldı. İçkimden bir yudum aldıktan sonra bıkkın gözlerini Duha’ya dikti. “Genelde insanları böyle kandırmıyor musun? Kendi çıkarlarını onların çıkarlarıymış gibi dayatıyor ve onları manipüle ederek kandırıyorsun.” Nokta atışı olan bir tespitti.
Karun’un onun hakkındaki düşünceleri hoşuna gitmiş gibi Duha güldü. “Bunu bir iltifat olarak kabul edeceğim ama bu seferki oyunda kazancım sadece eğlenmek, kaybım ise sahip olduğum mevkii ve konum.” Gözleriyle Karun’un elinde tuttuğu kadehi gösterim yüzüne abartılı bir kınama ifadesi kondurdu. “Bir kuşun içtiği kadehten içiyorsun ama benimkinden içmiyorsun. Kalbimi kırıyorsun, Kalender.”
Karun sabır dilenircesine ondan iyice uzaklaştı. “Sevimsiz sevimsiz konuşma yine!”
Elay göz ucuyla Duha’ya bakıp, “Şu teklifinden bahset,” diyerek bu konudaki merakını daha fazla dizginleyemedi.
Duha cevap vermeden bir süre kafasındaki planı rayına oturtmaya çalıştı. Bunu yaparken sağ gözü diğerine göre biraz kısılıyor ve tek kaşı hafifçe yukarı kalkıyordu. “Gücün, paran hatta benimle mücadele edecek sağlam bir karakterin bile yok,” diyerek kıstığı gözleriyle Elay’ı incelerken onu açık bir şekilde analiz ediyordu. “Fazla naif, duygusal ve sinir bozucu bir derecede melankolik bir kadınsın. Kısacası benimle boy ölçüşecek hiçbir vasfın yok.” Gereksiz dürüstlüğü karşısında kaşlarımı çattım. Bir kadına nasıl hissettirdiğini zerre kadar umursamıyordu.
Elay’ın bakışlarına sert bir ifade konduğunda konuşmak için tam dudaklarını aralamıştı ki, “Ama-” diyen Duha onu susturdu. “Ama her kadının sahip olduğu fakat çoğu kadının kullanmasını bilmediği güçlü bir silahın var.” Başını omzuna doğru eğip baştan ayağa Elay’ı süzdü. “Neden güçlü yanın üzerine bahse girmiyoruz?” Rakibine karşı adaletli olmaya çalışıyormuş gibi iyimserdi.
“Anlamadım?” Elay bu konuda yalnız değildi çünkü bende hiçbir şey anlamamıştım. Anlaşılan ikimiz dışındaki herkes onun ne demek istediğini anlamıştı çünkü Karun’un da dudakları kıvrılmıştı. Duha’nın gizemli teklifi daha şimdiden onu eğlendirmeye başlamış gibiydi.
Duha biraz daha açık olarak ellerini masaya bastırdı ve Elay’a doğru eğildi. “Altı ay içinde benden bir öpücük almayı başarırsan beni bitirecek tüm delilleri sana kendi ellerimle vereceğim.” Elay’ın gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi büyüyünce Duha sinsice sırıttı. “Bu tamamen iradeleri zorlayacak bir bahis olacak. Sen değil, benim seni öpmemle kazanacaksın. Tüm oyunlarını sergile, kışkırt ve yoldan çıkar beni. Bunun için sana sponsor olacağım.”
Ellerini masadan çekip arka cebine attı. Cüzdanını çıkardı ve cüzdanın içindeki kartlardan birini çıkartıp masaya koydu. “Altı ay boyunca istediğin her şeye kolayca ulaşman için artık limitsiz bir kartın var. Beni etkileyeceğini düşündüğün her şeyi al, giy ve kuşat kendini. Beni yenmen için sana gereken tüm desteği sunuyorum.” Gerçekten ne yapmak istediğini anlayamıyordum. Duha Tunus onca yıllık hayatımda karşılaştığım en zor ve çözülmesi imkânsız bir bulmacaydı. Kolay görünen ama fazlasıyla karmaşık olan bir bulmaca.
Elay şaşkınlığını gizlemeye çalışarak omuzlarını dikleştirdi. Bu onun güçlü görünmek için yaptığı bir hareketti. “Sanırım şimdi eğlence anlayışını anladım,” diyerek başını öylesine salladı. “Bana seni yenmem için gereken her şeyi sunuyorsun çünkü verdiklerine rağmen kaybedeceğime çok eminsin.”
Yanında duran elini sıkarken Duha’ya attığı bakışlarda tiksinti vardı. “Oyunun sonunda sana asıl hazzı yaşatan bu olacak, sunduklarına rağmen kaybeden bir rakip. Bu sana kendini yenilmez hissettirecek ve sadist zevklerini kamçılayacak.” Elay’ın bu çıkışıyla haklı olduğunu anladım. Duha her anlamda onu küçümsüyor, kazanmasına ihtimal vermiyordu. Bu yüzden bu bahse her şeyini ortaya koymuştu çünkü Elay’ın kaybedeceğine çok emindi.
Elay kazanmak istiyordu. Gururuna tutunup bu teklifi elinin tersiyle itmek istemiyordu çünkü eline her zaman böylesine büyük bir şans geçmezdi. Yine de Duha’nın da bildiği gibi kendine güveni zayıf bir kadın olduğu için ne yapacağını bilmez bir halde masadakilere baktı. İstediği güveni ne Karun’un boş bakışlarında buldu ne de Kadem’in endişeli gözlerinde. Benim olduğum tarafa bakınca omzumun üzerinde ona destekleyici bir bakış attım.
Kahvelerim onun mavileriyle buluşunca sıcak bir şekilde tebessüm edip göz kırptım. Duha’dan intikam almak istediğinde ona yardım edeceğimi söylemiştim ve şimdi sözümün doğruluğunu kanıtlamanın zamanıydı. Bu sadece onun değil, bir nevi benim için de yerine getirilen bir adalet olacağı için kabul et der gibi ona bakıyordum.
Elay bakışlarımdan ne demek istediğimi çok iyi anladığı için rahatlayarak nefesini koyuverdi. “Anlaştık,” diyerek önüne döndü. “Peki, kazandığımda sözünü tutacağını nereden bileceğim?”
“Bizde söz senettir ama illa bir güvence istiyorsan…” Duha ona Karun’u gösterdi. “Kalender benim kefilim. Hiç sanmıyorum ama eğer gerçekten seni öpmemi sağlayacak kadar beni etkilersen gereken delilleri sana vereceğim. Vermemek gibi bir durum yaşanırsa Karun sana beni bitirecek delilleri verecek. Kefilim olduğu için bunu yapacak. İkimizde birbirimizin ipini çekecek çok şey biliyoruz sonuçta.” Ve bildiklerine rağmen bunu yapmıyorlardı. Bu ikisi birbirine yapmadıklarını bırakmıyorlardı ama ilginç bir şekilde de birbirlerinin arkasını kolluyorlardı.
Karun her zamanki soğuk tutumunu koruyup bir detaya dikkat çekti. “Kefilin olmayı kabul etmedim henüz.” O da masadaki tabaktan bir tane kurabiye aldı. Daha önce Duha’nın yaptığı gibi ilk ısırıkta yüzünü buruşturup, “Fındıklı bir şeyler yok mu?” deyince biz tuhaf tuhaf ona bakarken Duha kahkaha attı. Fıstıklı kurabiyeye karşı ikisi de benzer tepkiler vermişti. Biri güllü lokum isterken diğeri bir Ordu’lu olduğunu fazla belli etmiş ve fındık istemişti. Sanırım Duha’da Ispartalıydı.
Duha arkadaki masalardan birini işaret etti. “Orada fındıklı atıştırmalıklar vardı.” Kadem’e baktı. “Git biraz getir koçum.”
“Üst katta güllü tatlılar var,” diyen Karun’da Kadem’e döndü. “Şu piçe onlardan getir de sussun,” deyince Kadem gülmemeye çalışarak masadan ayrıldı. Kadem bile yıllardır yanlarında olmasına rağmen onları anlamıyordu.
Elay bana yaklaşıp Karun ve Duha’ya tuhaf tuhaf bakarken onlar duymasın diye, “Bu ikisi dost mu yoksa düşman mı, sen anladın mı?” diye sordu kısık bir sesle.
“Anlamaya beynim yetmez,” diye homurdandım. “Bence onlar da anlamıyor.”
Duha tekrar konuya dönüp gözlerini Karun’a dikti. “Neden kefilim olmuyorsun?”
Karun rahatça omuz silkti. “Kendi pis işlerin için beni şahit tutmayı bırak. Bir süre siktir olup git hayatımdan.”
“Evlendiğinden beri sana bir haller oldu, Kalender. Sence de beni çok ihmal etmiyor musun?”
“Hangi yönden?”
“Artık eskisi gibi yaratıcı saldırılarda bulunmuyorsun bile. Gerçekten artık böyle mi olacak?” diyen Duha sahte bir şaşkınlığı kucakladı. “Gümrükteki tırlarını yakalatmamın tek karşılığı gemilerimden birini batırmak mı? O hamlem en az beş gemi ederdi.” Bir dakika, ne? Karun onun daha fazla gemisini batırmadı diye mi kızıyordu?
“Aslında altı.” Karun sırıtarak omzunun üzerinden ona baktı. “Altı gemini batırdım. Anlaşılan adamların sana eksik bilgi vermiş.” Evet, biz bu akıl dışı konuşmaya gerçekten tanık oluyorduk.
Duha rahatlayarak elini göğsüne bastırdı. “Bir an performansından düştün diye ödüm koptu. Beni böyle korkutmayı bırakmalısın.” Karun gülmeye başlayınca ben ve Elay’ın yüzünün aldığı şekil inanılır gibi değildi.
Sanırım şoke olduk.
Ben bunların dilini anlamıyorum. Deniyordum ama gerçekten anlamıyordum. Birbirlerine verdikleri zararla mı eğleniyorlardı? İkisinin kafası gerçekten çok farklı çalışıyordu. Uçağımın kalkış saati yaklaştığı için artık gitmeliydim. Karun’a görünmeden gitmenin yollarını ararken Elay’ın hâlâ masadaki kredi kartını almadığını fark ettim. “Al şunu.” Kartı aldım ve Elay’ın masanın üzerinde duran küçük el çantasının içine attım.
Elay’a nasihatler verip, “Altı ay boyunca harcamaktan çekinme sonuçta zafere giden tüm yollar mübahtır,” dediğimde Karun kaşlarını büyük bir alay kisvesiyle yukarı kaldırdı. “Tüm yollar mı?”
“Bu senin için geçerli değil,” dedim tersçe. “Bana giden tüm yollar artık kapalı sana.”
Gülümseyerek bana yaklaşıp elimi tuttu. “Eğer birine gitmek istersem ve tüm yollar kapalıysa-” dedikten sonra üzerime eğilip dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. “Onun bana gelmesini sağlarım.” Başını çekip sinirli yüzüme bakınca daha bir keyiflendi. “Şimdi dans et benimle.”
Karun fikrimi bile almadan elimi iri parmaklarının içine hapsedip beni dans eden insanların arasına çektiğinde buyurgan tavrına inanamadım. Onunla dans etmek ister miyim, diye sormamıştı. Emreder gibi dans et benimle deyip beni buna mecbur bırakmıştı. Karşı karşıya durduğumuzda onu geri çevirmeyi her şeyden çok istediğim için hayır demeyi düşündüm.
Ancak buradaki çoğu insan önemli bir ana tanık oluyormuş gibi gözlerini dikip bize bakmaya başlayınca gerildim. “Neden herkes bize bakıyor?”
Karun yüzündeki sırıtışı gizlemeden elime uzandı. Sağ elimi tekrar avuçlarının arasına alıp, “Muhtemelen beni ilk kez dans ederken görecekleri içindir,” dedi basitçe. Keyifli bakışları üzerimizdeki davetsiz gözleri zerre kadar umursamıyordu. Boştaki elini sırtımın tam arkasına koyunca bende mecburen sol elimi onun omzuna koymuştum.
Karun başını eğip gözlerimin içine aklımı başımdan alan bir güzellikte baktı. “Seninle konuşmam gereken şeyler var.” Ne konuşacaksa bunun bir an önce olmasını istiyordu.
Tam, “Saka-” demişti ki, “Eve dönünce konuşuruz,” dedim hızlıca. Artık ne söyleyeceğiyle ilgilenmiyordum. “Bekleyebilir.”
Kaşlarını belli belirsiz çatıp sabırsızca, “Bekleyemez!” dedi. Bugün tüm gün sürekli onu susturmam canını sıkmış olmalı ki agresiflik göstermeye başlamıştı. Bakışları sabırsız, sinirli ve sitemkârdı. Aklındaki konuşmaya geç kalma kaygısı taşıyordu. “Beni dinlemelisin.”
“Sen beni ne kadar dinledin?” Müziğin ritmiyle uyumlu bir şekilde onunla dans ederken sorduğum soruyla yanaklarının içini sertçe ısırdı. İçe doğru gömülen yanakları tekrar eski halini aldığında canını yakarak kendini dizginlemeye çalıştı. Hatalı olduğunu bildiği için altta alan bu sefer o olmalıydı.
“Biliyorum hatalıydım ama-”
“Evet, hatalıydın.”
“Bunu inkâr etmiyorum.” Gözlerindeki dalgalar kükrercesine kimsenin uğramaya cesaret edemediği kıyılarına çarptığında bu benim için bir uyarıydı. “Müsaade edersen bir şey konuşmaya çalışıyorum.”
“Seninle dans etmek hoşuma gitmedi, bırakalım mı?” Konuyu değiştirmek için söylediğim şey onu olduğundan daha huzursuz biri yaptı. Kaşlarının kavisi belirgin bir şekilde birleşirken çattığı kaşlarının altında sinirli bir şekilde beni izliyordu. “Kiminle dans etmek hoşuna giderdi?”
“Kıskançlık yapmadığın bir konu var mı?”
Belimdeki parmakları bel boşluğuma baskı uygulayarak beni iyice göğsüne yapıştırdı. “Kıskançlık değil bu.” Başımı kaldırdığımda üzerime eğildiği için yüzlerimiz birbirine çok yakındı. “Başka biriyle olma ihtimalin beni delirtiyor.” Gözlerim şaşkınlığımı yansıtırcasına büyürken kalbim güm güm diye sesler çıkarmaya başlamıştı. Küçük itirafı benden tahmin bile edemeyeceği bir etki bırakmıştı.
“Neden?” Şaşkındım ve istesem de bunu ondan gizleyemiyordum. “Neden bu seni rahatsız ediyor.”
Onu sorguya alıyormuşum gibi bana ters ters bakıyordu. “Bilmiyorum!” Asıl kaçtığı şey kendi iç muhakemesiydi. “Belki de karım olduğun içindir, soyadımı taşıyorsun sonuçta.” Bu yalana kendi bile inanmıyordu.
“İki ay sonra senden boşandığımda o çok kıymetli soyadını sana geri vermiş olacağım.” Temmuz’un sonlarındaydık şunun şurasında Kasım’a ne kalmıştı.
“Üç ay sonra,” diye beni düzeltti.
“Anlamadım?”
“Kasım’a daha üç ay var, aradaki bir ayı harcama.”
“Öyle olsun üç ay sonra senden kurtulacağım.”
“Sen öyle san.”
“Bu da ne demek oluyor?” diye sorduğumda kararlılığını yansıtırcasına dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. “Seni boşamayacağım.”
“Neden ama!” Sesimin hiddetini fark edince başımı çevirip göz ucuyla etrafımdaki insanları kontrol ettim. Daha sonra tekrar ona dönüp daha kısık bir sesle, “Beni bu saçma ve gereksiz evlilikle cezalandıramazsın!” dedim.
“Saçma mı?” Bu küçük kelime bir an için kurtulması gereken en zor bir cümlenin başlangıcı gibi bakıyordu. Kasılan yüz hatları onunla ilgili küçük bir sırrı benimle paylaşmanın gerginliğini taşıyordu. “Evliliğimiz saçma değil.” Donuk bir ifadeyle devam etti. “Gereksiz hiç değil.”
Alaycı gözlerle soğukça güldüm. “Kime gerekli?”
Bir an bile tereddüt etmeden kendini gösterdi. “Bana.”
Son söyledikleri ve birbirimize olan yakınlığımız bir süre beni susturmuştu. Benimle uzlaşmayı her şeyden çok ister gibi bakışlarını yumuşattı. “En azından bu dans bitene kadar benimle savaşmayı bırakabilir misin?” Gözleri bana teslim olmuş bir adamın isyanıyla kavruluyordu. Bundan memnun değildi, gittikçe daha çok bana bağlanmaktan hiç memnun değildi. O hâlâ benimle ilgili her konuda çelişkideydi.
Başımı göğsüne yaslayarak benden istediği şeyi kabul ettim. Bir ayrılığı ilk ve son dansımızla taçlandırarak başımı göğsüne yaslamıştım. Kollarının arasına sokulup başımı göğsüne yaslamam bana bir ayrılığın hüznünü yaşatırken, ona iki bedenin kavuşma sevincini sunuyordu. Karun’un yakınlığı ölü bir gelinin kara duvağı gibi beni sarmıştı. Bir evliliğin hazin sonuyla cezalandırılan bir gelinin matemi vardı üzerimde.
Karun bugün diğer günlerden farklı davranıyor olabilir ama bugün yaptıkları bundan önceki günlerde yaptıklarını değiştirmezdi. Aslında hiç anlamıyordu, değil mi? Bugün değişmiş olmasının beni etkilemeyeceğini anlamıyordu. Dün bile bir şans vardı ama bugün için her şey için çok geçti. On üçler benim için yıkım, ölüm ve zamansız ayrılıkların günüydü. On üçler benim için her zaman sonun başlangıcı olmuştur.
Bir şeyi bitireceksem bu sadece on üçüncü günde olabilirdi. Ben onu bir günde terk etmemiştim, bunu zamana yayarak on üç güne sığdırmıştım. Bu evlilikte kendinden tavizler veren ve fedakârlıklar yapan sadece bensem artık kalmanın bir anlamı yoktu. Karun hiçbir zaman değişmeyecekti, asla bana güvenmeyi öğrenmeyecekti. Kalıp onun bana yaptığı gibi onu değiştirmeye çalışmaktansa giderdim ve yoluma bakardım.
Karun çenesini başıma yasladığında saçlarımın kokusunu özlemiş gibi iç çekmişti. Alelade bir şekilde saçlarıma burnunu gömüp kokusunu soluyamadı, bu kadarına o da cesaret edemedi. Bu kadar yakınken bile aramızda aşamadığımız duvarlar vardı ve bu duvarları ne o yıkabiliyordu ne de ben.
Göğsüne yaslıyken gözlerimi büyük bir huzura kapattığımda bile yüzü gözlerimin önünde canlanıyordu. Dudaklarında oluşan küçük bir tebessümün sert yüz hatlarına nasıl yayıldığını düşledim. Soğuk bir duvardan farksız olan yüzünü küçük bir tebessüm yumuşatamazdı. Göğsüm göğsüne yaslı olduğu için hızlanan kalp atışlarımı duyacak diye korkuyordum. Omurgamdan aşağıya ılık ılık akan heyecanım onun bel boşluğumdaki eline sızıyordu sanki.
Karun’un romantik sayılacak tutuşuna direnecek gücü kendimde bulamamıştım. Benimle dans ediyor, bunu benimle yapıyor ve muhtemelen daha fazlasını yapmak istiyordu. O bugün çok farklıydı. Farklı davranıyor, farklı şeyler yapıyor ve farklı cümleler kuruyordu. Onun gaddar yüzüne alışkındım ama bu yüzüyle ilk kez tanıştığım için beni savunmasız yakalamıştı.
Başımı göğsünden ayırıp ona baktığımda o da beni izliyordu. Karun’un tutkulu bakışlarından kaçmak için alaycı bir yol seçtim. “Bunun devamında sıkı bir aşk itirafı gelecek, değil mi?” Keyifsiz bir şekilde kıkırdadım. “Sırada ne var? Beni ne kadar çok sevdiğin mi?”
Yüksek sesle gülmeye başladığında beni buradaki çoğu kadının kıskanç bakışlarına maruz bırakmıştı. “Bunu çok isterdin, değil mi?” dedi gülüşlerinin arasından. “Rüyanda görürsün.”
“Rüyamda neler gördüğümü bir bilsen.”
“Durma, anlat bana.”
“Karısına yanlış yapan bir kocanın hazin sonuyla ilgili şeyler.” Gözlerimi kısarak ona baktım. “Hâlâ bilmek istiyor musun?”
“Bir ara şirkete gel de bilinçaltına en acilinden bir format atalım.” Fena fikir değildi.
Karun elimi bırakmadan beni göğsünden hafifçe arkaya doğru itti. Kendi etrafımdan dönerek kendimi tekrar ona çekilirken bulmuştum. Belimi yay gibi bükerek beni yere doğru eğdiğinde üzerime eğilmişti. Bakışlarında kanımı kaynatan, yanaklarımı ısıtan bir şeyler vardı. Sebepsiz yere utanıp gözlerimi kaçırdığımda Karun’un kısık gülüşünü duydum. Beni utandırmak hoşuna gitmişti.
Beni tekrar doğrultunca tekrar onun göğsüne çarptım. Yakınlığımızın beni etkisi altına almasına direnerek, “Terastaki şu kadın var ya,” dedim kısık bir sesle. “Şu zamana kadar dokuz tane kocası olmuş ve hepsi de ölmüş.”
Gülmemeye çalışarak muzır bir ifadeyle tek kaşını yukarı kaldırdı. “Seninle dans ederken insanların dedikodusunu yapacağımı düşünmüyorsun, değil mi?”
“Sence dokuzunu da o mu öldürdü?”
“Saka ben dedikodudan hazzetmem.”
“Polisler nasıl hiç kanıt bulamaz ki. Eğer o öldürdüyse sence de çok temiz çalışmamış mı?”
“Yavrum sen beni hiç dinlemiyor musun?”
“Kesin onları öldürdü. Dokuzu da eceliyle ölmüş olamaz ya,” dediğimde Karun daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı. “İnanılır gibi değilsin.” Erkeksi gülüşünü duyan çoğu kadın ona bakıp iç çekiyordu. Karun ise gözlerini dahi kırpmadan bir tek bana bakıyordu.
Müzik durduğunda gülüşü dudaklarında kuruyup soldu çünkü bu yakınlıkta benimle daha çok zaman geçirmek istiyordu. Onun kollarından çıkıp masaya yürüdüğümde kalan keyfi de kaçmış gibi suratsızdı. “Lavaboya gitmeliyim,” diyerek ona yalan söyledim. “Birazdan dönerim.”
Dans ederken ona karşı fazla sert olmadığım için aramızdaki küskünlüğün gittikçe son bulmaya başladığını düşünmüştü. Bu yüzden, “Çabuk dön,” derken az da olsa sıkıntılarından kurtulmuş gibiydi.
Onu onaylayıp kalabalığın arasına karışarak yürümeye başladım. Salonun kapısının önüne geldiğimde neden yaptım, bilmiyorum ama durup arkama baktım. Karun bıraktığım yerde duruyor ve beni izliyordu. Tüm bu kalabalığın içinde belki de bir tek beni görüyor, gözleriyle beni takip ediyordu. Salonun iki farklı ucunda dururken göz göze geldiğimizde aramızda birçok kişi vardı ama sanki sadece ikimiz vardık.
Buradaki herkes kaybolmuş gibi bir tek o vardı. Ona bakarken gidiyorum ben demek istedim. Tam bu noktada çıkıyorum hayatından demeyi çok istedim ama yapamadım. Beni bırakmama ihtimali çok güçlü olduğu için son kez baktım gözlerine ve buruk bir tebessümle ona sırtımı döndüm. Hoşça kal, Sanrı.
Düşündüğü gibi salondan çıkıp lavaboyu aramak yerine hemen dışarı çıkmıştım. Karun ile gelmişken tek başına dışarı çıkmam gazetecilerin dikkatini çektiği için hemen etrafıma doluştular. Hepsi beni kameraya çekiyor, neden tek başına davetin olduğu yeri terk ettiğimi soruyorlardı. Etten bedenlerini iterek kalabalığın içinden sıyrılıp Karun’un arabasına yürüdüm.
Karun’un arabasının hemen yanında Duha’nın arabası vardı ve iki arabanın arasında tanıdık üç kişi duruyordu. Kadem ve Elay, Kenan ile konuşuyordu. Yaklaştıkça seslerini duyuyordum. Kenan perişan bir halde, “Onunla konuşmalıyım,” dediğinde bahsettiği kişinin Karun olduğunu anladım. Buraya onunla konuşmak için gelmişti.
Kadem ona engel olmaya çalışarak, “Burada olmaz,” diyerek onu gitmeye ikna etmeyi denedi. “İçeride çok fazla insan var. Seni görünce ne yapacağını kestiremeyiz.” Haklıydı.
Ben Karun ile dans ederken Elay o boşlukta biraz fazla içmiş olmalı ki hafif sarhoş bir sesle, “Son zamanlarda hep ölmeyi istiyorum,” diyerek dudaklarını sarkıttı. “Ama siz de ölün istiyorum. Niye herkes ölmüyor ki?” Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Kafası hafiften güzel olduğu için Kenan ve Kadem’in konuşmalarını duymuyordu bile.
Kadem koluna yapışıp ondan destek alarak ayakta duran Elay’ı itmeye çalıştı. “Git öteden öl kendine.” Elay’ın sırnaşık dokunuşlarından kurtulmaya çalışıyordu. “Ben bir süre daha yaşamak istiyorum.”
Beni görmemelerini umut ederek Karun’un arabasının yanında duran Furkan’a yaklaştım. Furkan kendine çekidüzen vererek ellerini önünde birleştirdi. “Bir sorun mu var, Bige Hanım?”
Gazeteciler hâlâ beni çektiği için, “Anahtarı ver,” dedim aceleyle.
Furkan arkamdan bir yere baktı ama Karun’u bulamayınca tam itiraz edecekti ki, “Lütfen,” diye fısıldadım. “Ver şu anahtarı.”
Furkan telaşlı halimi ama en önemlisi dolan gözlerimi görünce cebinden çıkardığı anahtarı bana uzattı. Tek yaptığı kederli gözlerle, “Gidince iyi olacak mısınız?” diye sormaktı. Midem kasıldı. Furkan kaçacağımı anlamıştı.
Anahtarı ondan alırken burukça tebessüm ettim “Öyle umuyorum.” Ona gülümseyip arabaya bindiğim esnada, “Bizi de bekle!” diye bağıran Kadem ile kısık bir sesle küfrettim. “Bu sarhoşun eve gitmesi gerekiyor!” Elay’ı başka bir arabayla götürebilirdi.
Onlardan kurtulmak için arabayı hemen çalıştırdım fakat daha araba hareket etmeden Elay ön koltuğa, diğer ikisi de arka koltuğa oturmuştu. Kaşlarımı çatarak onlara tam inmeleri gerektiğini söyleyecektim ki Elay, “Hadi sür şunu!” diyerek ellerini karnına bastırdı. “Her an kusabilirim.” Karun’un arabasına kusmak isterse bunun için ona hiç kızmazdım. İşese bile sorun olmazdı. Tabii bu kadarını yapmasa daha iyi olurdu.
“Bir siz eksiktiniz!” Onlara kızarak gaza yüklenip arabayı bahçeden çıkardım.
Karun’un arabasını aldığım için dışarıda olan korumalar hemen telefona davranmıştı. Siyah filmlerden arabayı kullanan kişiyi göremiyorlardı. Bu yüzden neler olduğunu anlamak için Karun’u arıyorlardı. Karun telefonu açtığı an kaçtığımı anlayıp adamlarını peşime takacaktı. Bu yüzden gaza basarak süratle ilerlemeye başladım.
“Evet?” dedim davetsiz misafirlerime kızarak. “Neler oluyor?”
“Bir şey olduğu yok,” diyen Kenan’ın sesi sıkıntılıydı. “Karun beni kovdu.” Güldü ama bu mutluluktan değil, kederden kaynaklı bir gülüştü. “İnsan yanında çalıştırdığı kişiyi kovup hayatından çıkarır, dostunu değil. Eğer bunu yapıyorsa demek ki onun için bir çalışandan farklı değildim.”
“Beni de kovdu.” Somurtarak başımı salladım. “Elay sağ olsun babamla iş birliği yaptığı için o gün beni de kovdu.”
“Hak etmediğiniz hiçbir şey yapmadım,” diye homurdandı Elay. “Suçlu ben değilim.” İki elini sıkıca karnına bastırıp yüzünü ekşiterek öne eğildi. “Ve farkındaysanız benim hâlâ midem bulanıyor!”
“Elay sen aptal mısın?” Kadem bunu sorarken yüz ifadesi bıkkındı. “Kocan olacak o it eğer benden evli olduğunu gizlemesiydi şimdiye seni tanımıyor olurduk!” Kadem artık onun bunu anlamasını istiyordu çünkü her şeyin tek suçlusu biz değildik.
Kadem arka koltukta savunmaya geçtiğinde diziyle Elay’ın koltuğunun arkasına vurmuştu. “Ben ne yaptıysam Efil’e yaptım ama sana olanlar benim suçum değil. Aslında Duha’nın bile suçu değil zaten bu yüzden pişmanlık duymuyor çünkü bekâr bir erkek bulmamı özellikle söylemişti. Daha fazla para için evli olduğunu gizleyen kocandı. Bizi suçladığın kadar arada onu da suçla.” Haklıydı ihanetin en büyüğü Serhat cephesinden gelmişti.
Göz ucuyla Elay’a bakınca Serhat’ın adı geçince bile suratının bembeyaz olduğunu gördüm. “Onu görmek bile istemiyorum ama boşanma evraklarını imzalaması için onunla son bir kez görüşmeliyim. Tabii nerede olduğunu bulursam!”
“Onu sana bulurum,” diyen Kadem’in gülen sesini işittim. “Sana hiç zorluk çıkarmadan o belgeleri imzalamasını da sağlarım.”
Elay koltukta hareket ederek başını arkaya doğru çevirdi. “İmzalaması için ona işkence mi edeceksin?”
Kadem merakla gözlerini kıstı. “Buna üzülür müsün?”
Elay hepimizi afallatarak güldü. “Hayır, sana katılırım.” Kadem gülerken ben yüzümü buruşturdum. Bunu da kaybettik.
Benimle aynı fikirde olan Kenan’ın, “Hayatımıza giren kadınlar da bir süre sonra bize benziyor,” diyen sitemini duydum. Uzun zamandır uyumuyor olmalı ki esnedi. “Hepimizin bir psikoloğa görünmesi gerek.”
“Valla ben kendim için bir doktordan randevu aldım bile,” dedim rahatça. “Gittiğim yerde bozuk psikolojimi tamir ettireceğim.”
“Nereye gidiyorsun ki?” Kadem’in tedirgin sesine karşılık tebessüm ettim. “Öylesine dedim.” Kaçış planımdan ona bahsetmeye niyetim yoktu.
Aynadan bakınca Karun’un tüm adamlarının peşime takıldığını gördüm. Üstelik arka koltukta duran çantamdaki telefon da çalıyordu. Karun arıyordu. Elay, uzanıp çantamı aldı ve kucağıma bırakarak yerine oturdu. Telefonu açmak yerine hızımı en üst seviyeye çıkardığımı gören Elay, “Açmayacak mısın?” diye sordu. Atlatmam gereken yığınla adam ve yetişmem gereken bir uçak varken açamazdım.
Peşimdekileri atlatmaya çalışırken nedendir bilinmez ama Kadem, “Sen neden yalnızsın?” diyerek herkesin atladığı önemli bir konuya değindi. “Karun ile oradan ayrılman gerekmiyor muydu?”
Omuz silktim. “Böyle gerekti.”
“O ne demek şimdi?” diyen kişi Kenan’dı.
“Sana ne?”
Bu sefer Kadem, “Kızım doğru düzgün cevap versene!” diyerek bana kızdı. “Ne işler karıştırıyorsun?”
“Araba kullanırken konuşturmayın dikkatim dağılıyor!” Kaşlarımı çatarak hepsini tersledim. “Size hesap vermek yerine peşimdekileri atlatmalıyım.”
“Yapamazsın.” Aynadan Kenan’ın arkadaki arabalara baktığını gördüm. “Karun’un tüm arabalarında yerini gösteren takip cihazları var. Nereye gidersen git izini bulurlar. GPS denen şeyden haberin var, değil mi?”
Bunu beklemediğim için ilk birkaç saniye moralim bozuldu ama havaalanına girdikten sonra beni durduramayacaklarını hatırladım. Check-in işlemlerini bile online yapmıştım, yani bana engel olacak hiçbir şey yoktu. Normal şartlarda olsaydı Karun uçak bileti aldığımı bile öğrenirdi ama son zamanlarda yüzleşmesi gereken çok fazla şey olduğu için beni her yönden takip ettirmeyi bırakmıştı. Sonuçta kovduğu hâlde evinde ayrılmayan bendim bu yüzden kaçacağım aklının ucuna bile gelmemiştir.
***
Karun’un adamları ve muhtemelen Karun’da peşimdeydi. Telefonum durmaksızın çalıyordu ama ne telefonu açıyordum ne de duruyordum. Havaalanına çok az bir yolum kalmışken, “Beni görmezden geldi,” diye fısıldadım. Birileriyle konuşmaya ihtiyacım vardı.
“Bu süreçte tek kelime etmedi, hiç kızmadı veya hesap sormadı.” Dolan gözlerimden süzülen tek bir damla yaşın sıcaklığını yanağımda hissettim. “Ama öyle bir görmezden geldi ki kendimi bu dünyada silinmiş gibi hissettim.” Her şeyi arkamdan bırakıp gittiğim için biraz duygusaldım. Gitmeden önce birilerine içimi dökmemin sakıncası yoktu.
Gaza biraz daha yüklenerek son sürat giden arabayla diğer arabaları solladım. “Bugün bu davete benimle katılarak herkese karısı olduğumu duyurdu, beni onlardan artık gizlemiyor.” Gülerek başımı iki yana salladım. “Ne yapmaya çalıştığını bile bilmiyorum zaten beni boşamıyor da!” Beni boşamıyordu çünkü onun karısı olmakla cezalandırıyordu.
“Bana inanmadı, o da tıpkı babamın yaptığı gibi benim dışımdaki herkese inanıyor.”
Çok fazla hızlı gittiğimiz için Elay koltuğun kenarlarını sıkıca tutarken, “Kocasıyla ilişki yaşadığın bir kadına içini dökmen ne kadar doğru, bilmiyorum ama beni de kendinle öldüremezsin!” diye çirkefleşti. “Sence de çok hızlı gitmiyor muyuz?”
“Ya sen demedin mi ölmek istiyorum diye, o zaman niye ölümden korkuyorsun?” Arabanın yanında beklerken ölmek istediğini söylemişti. Bu iyiliği ona yapabilirdim.
Elay’a kızdığımda yola odaklandığım için yüzünü göremiyorum fakat, “Ölmek istiyorum dedim, öldür beni demedim!” diyen kızgın sesini duydum. “Durdur şu arabayı inmek istiyorum!” Sanki zorla onu arabaya almışım gibi konuşuyordu. Arabaya binen oydu.
“Tatlım şöyle bir sorun var ki ben arabanın frenlerini kestim,” dediğim an arka koltukta oturan Kadem’in bağırtısını duydum. “Ne yaptım dedin sen?” Aynada ona baktığımda panikleyerek uyuyan Kenan’ın suratına okkalı bir Osmanlı tokadı geçirdiğini gördüm. “Uyan çabuk ölüyormuşuz!”
Yediği sert tokatla Kenan’ın sıçrayarak uyandığını aynadan gördüm. Çattığı kaşlarıyla Kadem’in yakasına yapışıp, “Ne vuruyorsun lan!” diye ondan hesap sordu. Çocuk haklı kimse tokatla uyandırılmak istemezdi.
Yolu kontrol edip tekrar aynaya baktığımda Kadem onun ellerini sertçe yakasından çekiyordu. “Bırak şimdi bunları arabanın frenlerini kesmiş birileri!” diyerek Kenan’ı gerçek anlamda uyandırdı.
Önüme dönüp tekrar yola odaklandığımda Kenan’ın, “Kim kesmiş frenleri?” diyen şaşkın sesini duydum.
Korkudan titremeye başlayan Elay, “Bige kesmiş!” diye bağırarak kafasını arkaya uzattı. “Hepimizi öldürecek!”
Kendimi savunarak, “İftira atma,” diye ona çıkıştım. “Ben sadece kendimi öldürmeyi planladım.”
“Sebep?” diye sordu Kenan şaşkınca.
“Çünkü depresyona girdim.”
“Lan geri zekâlı, sende herkes gibi depresyona girince film izleyip kaşık kaşık çikolata yesene!” Kadem bu durumdayken bile arka koltukta bana kızıyordu. “Arabanın frenlerini kesmek de nedir!”
“Bir şey yapın ben bu kadınla ölmek istemiyorum!” Elay ciddi anlamda sinirlerimi bozmaya başlamıştı. “Ölümü paylaşmak istediğim biri değil!”
“Sus kız sende!” diye onu tersledi Kadem. “Ben sanki Kenan’la ölmeye çok meraklıyım!”
“Kulağımın dibinde biraz daha bağırırsan zaten öleceksin ama araba kazasında değil, benim elimde!” diyen Kenan’da ona laf yetiştirmek için fazla beklemedi. Bunlar niye arabaya bindi ki.
Suratımı asarak, “Şurada ağız tadıyla ne güzel intihar edeceğim ama bir susmadınız,” diye sızlandım.
Kadem sinir krizleri geçirerek, “Kızım yine öl kendine ama bizi niye yanında götürüyorsun!” deyince gülmeye başladım.
“Gülüyor bir de.” Elay artık ağlayarak arkadakilere bakıyordu. “Yanınıza gelebilir miyim, ondan korkuyorum.”
Ters şeritten bu tarafa doğru gelen tırı işaret ettim. “O şeride girip tıra çarpalım mı? Tüp mü taşıyor o? Tamam, büyük bir patlamayla ölümü garantileriz!” Yüksek sesle kahkaha attım. “Bilirsiniz büyük patlamalar benden sorulur.”
“Lan biz ölmek istemiyoruz ki!” diye bağırdı Kadem. “Bizim adımıza karar verip durma!”
Gülmeye başladığımda hepsinin korkusu iyice artmıştı. Direksiyonun başında bir deli varmış gibi bana bakıyorlardı. Arabayı yavaşlatıp sağa çekerek durdurdum. “İnin hadi.” Küçük bir şakayı bile kaldıramıyorlardı.
Üçü o kadar hızlı bir şekilde arabadan atladı ki neredeyse kahkaha atacaktım. Gerçekten onları öldüreceğimi düşünmüşlerdi. Onlar arabadan indiği an tekrar binmesinler diye hemen kapıları kilitledim. Camı araladığımda araba kazasız belasız durdu diye üçü de şaşkındı. Onları gerçek anlamda korkutmuş olmalıyım ki bembeyaz suratla bana bakıyorlardı. Kadem cama yaklaşıp, “Frenleri kesmemiş miydin?” deyince iç çekerek başımı iki yana salladım. “Bir erkek için intihar edecek kadar zayıf biri değilim.”
Tamam, daha önce Karun yüzünden bir kez intihara kalkıştım ama orada bana başka seçenek bırakmamıştı. Ona boyun eğmektense ölmeyi seçmiştim. Aslında beni buna zorlamıştı. Kimseyle vedalaşmadan öylece çekip gitmek istiyordum ama Kadem’in çocuksu kahvelerine bakınca bunu yapamadım. Bir vedayı ona çok göremezdim. Bu kadarını hak etmiyordu.
Arabadan inip karşısında durduğumda gözlerimin ardı sızlamıştı. “Affet sana da çok haksızlık yaptım, Uğur.” Gerçek ismini benden duymanın sarsıcı dürtüsüyle yutkundu. Yutkunuşu bile boğazında düğümlenmişti.
Dudaklarım titrerken Kadem’in gözlerine bakmak için kendimi zorladım. “Bir kere bile sormadım bensiz neler yaşadığını.” Sadece dudaklarım değil, sesim de titriyordu. “Sana değil, kendime bile sormadım bunu. Kendi sorunlarımla o kadar meşguldüm ki sanki sen hiç dönmeden, hiç beni bulmadın ve en acısı da sanki hiç dostum olmadın.” Yanaklarımdan süzülen birkaç damla yaş ona yaptığım haksızlıktan dolayı vicdanımın kan kaybetmesiydi.
“Özür dilerim, Uğur.” Islak kirpiklerimin arasından yaşlar akarken acıyan bir sesle, “Çok özür dilerim,” diye fısıldadım. “Bunu nasıl telafi edebilirim, bilmiyorum ama ben hiç iyi değilim. Bir gün kendimi yeniden bulduğumda sana gelecek ve senden geçmişini dinleyeceğim.” Islak gözlerle başımı salladım. “O gün geldiğinde ikimizi de affedip öpücüğümü eşitleyeceğim.” Aramızda yıllar öncesinden kalan eşitlenmemiş bir öpücük vardı.
Beni ağlarken görmek benden çok onun canını yakıyormuş gibi Kadem’in sevdiğim gözleri buğulandı. “Efil bunlar nasıl sözler böyle.” Acı çeken bir sesle konuşup bana doğru bir adım attı. “Aramızda küslük mü olurmuş, kızım ben sana dargın değilim ki.” Daha önce ona söylediğim onca şeye hiç üzülmemiş gibi hâlâ beni teselli ediyordu. Oysaki üzüldüğünü biliyordum. Hem de çok üzülmüştü.
Karun’a ait arabalar görüş açıma girince hemen arabaya bindim. Kapıları tekrar kilitleyip arabayı çalıştırdığımda Kadem nihayet olanları anlamıştı. Beti benzi atarak dudakları güçlükle aralandı. “Gidiyorsun.”
Açık camdan kısık sesini duyarken sersemlemiş yüzüne baktım. “Hoşça kal, Çilek Adam.”
Araba hareket edince Kadem nihayet şaşkınlığı üzerinden atıp, “Efil,” dedi ama gittikçe ondan uzaklaştığımı görünce, “Efil gitme!” diye bağırıp arabaların vızır vızır geçtiği yola atladı. Aynadan arabanın peşinden koştuğunu görünce ağlamaya başladım. “Gitme Efil!” diyen veryansını kulağıma gelmişti. Beni durdurmak için tüm gücüyle koşuyor, “Yine mi Efil!” diye bağırıyordu. “Yine mi ayrılıyoruz? Efil n’olur gitme!”
Üzgünüm.
Üzgünüm Çilek Adam ama ikimiz için yine ayrılık göründü.
Bir süre sonra Kadem’i tamamen arkamdan bırakıp kaybettim. Artık ne yakarışlarını duyuyordum ne de onu görebiliyordum. Son gazla ilerlerken bir araba arkamdaki tüm arabalardan sıyrıldı. Araba hemen yanımda ilerlerken açılan camla Karun’u gördüm. Tıpkı benim gibi süratli bir şekilde araba kullanırken, “Durdur şunu!” diye bağırdı. Çocuklarla çok fazla vakit kaybettiğim için beni yakalamıştı. Göz ucuyla ona baktığımda çatık kaşlarının arasındaki çizgiler derinleşmişti. “Durdur şu siktiğim arabayı!”
“Bırak artık peşimi!” Çok hızlı gittiğimiz için kaza yapmak istemiyordum. Bu yüzden onun olduğu tarafa uzun süre bakamıyordum. Gözümü yoldan ayırmamam gerekiyordu. “Seni istemediğimi anla artık!”
Havaalanının yoluna girdiğimde hızını arttırarak, “Hiçbir yere gidemezsin!” diyen kızgın sesi kulaklarımda çınladı. “Gidemezsin!”
“Öyle bir giderim ki aklın şaşar!” diye öfkeyle bağırdım. Yolumu kesip beni durdurmak için hızını arttırdıkça bende gaza yükleniyordum. Onun öne geçmesine izin vermeyecek kadar iyi bir şofördüm. “Bu gece defolup gidiyorum uğursuz hayatından!”
“Kemerin bağlı mı?”
“Ne?”
“Bağlı mı şu sikik kemer!”
“Evet,” dediğim an arabasıyla arabama sertçe vurunca az kalsın direksiyon hakimiyetini kaybediyordum. Öne geçmesine izin vermeyeceğimi anlayınca bu yola başvurmuştu. Yaşadığım sarsıntıyı atlatınca kaşlarımı çattım. “Hayvan!” Direksiyonu ona doğru kırıp bende onun arabasına çarptım. “Amacın beni öldürtmek mi?”
Kısa bir an ona bakınca dudaklarının kıvrıldığını gördüm. “Yaralamak belki, öldürmek hayır.” Sesini bana duyurmak için bunları yüksek sesle söylemişti.
Beni durdurmak için her şeyi yapacağını anlayınca sıradaki adımını tahmin etmek zor olmadı. Aynı anda hızımızı biraz düşürdük ve aynı anda silahlara davrandık. O belindeki silahı çıkartırken ben torpido gözüne uzandım. Onun arabasında olduğum için tam da tahmin ettiğim gibi torpido gözünde yedek silahı vardı. Silahı hızlıca alıp doğrulduğum gibi onun olduğu tarafa hedef aldım. O da öyle yapmıştı.
Kısa bir an göz göze geldiğimizde namlunun ucunu arabamın tekerine doğrulttuğunu gördüm. Dudaklarım kıvrıldı. “Şunu izle sevgili kocam.” Ondan önce davranıp ateş ettim ama arabasının tekerine değil, koluna. Evet, onu silahı tutan kolundan vurmuştum.
Onu vurduğum için kolu kısa bir an yanına düşünce Karun çıldırarak, “Akıl hastası manyak karı!” diye bağırmıştı. “Tekere ateş etmek aklına gelmiyor mu? Neden ilk seçeneğin hep beni vurmak oluyor!”
Gülerek onu taklit ettim. “Ama öldürmeyecektim ki! Yaralamak belki, öldürmek hayır,” diye bağırdım ve dikkati dağıldığı için arabasının tekerine hedef aldım. “Tavsiye için teşekkürler,” dedikten sonra arabanın ön tekerine ateş ettim.
Arabanın tekerini vurduğum an gaza yüklendim çünkü tekeri patlayan araba zikzaklar çizmeye başlamıştı. En önde ilerlerken aynadan arkaya bakınca arabanın kaldırıma çarparak durduğunu gördüm. “İşte bu be!” diye bağırarak kahkaha attım. “Sen harikasın kızım.” Kendimi seviyordum.
Bunun Karun’u durdurmayacağını bildiğim için hızımı hiç kesmedim. Arkadan gelen korumalardan birinin arabasını alıp tekrar peşime düşecektir. Bu ona birkaç dakika kaybettirmişti üstelik yaralıydı. Her şey onun aleyhineyken ondan önce havaalanında olmalıydım. Bir kez daha havaalanında bir uçağa binmeden dönmeyeceğim.
“Şu hâle bak!” diye isyan ettim. “Sanki karı koca değil, düşmanız. Bir tek çatışmaya girmediğimiz kaldı.”
Daha önce hiç evlenmediğim için tüm evliler böyle mi, diye kıyaslama bile yapamıyordum. Herkes kocasıyla silahlı bir çatışmaya girip onu vurmuyordur herhalde. Belki de vuruyordur nereden bileyim ben.
Bir süre sonra yakaladığım o küçük fark sayesinde havaalanına Karun’dan önce geldim. Arabayı ani bir frenle durdurup hemen kemerimi çıkardım ve çantamı alıp arabadan inmiştim. Havaalanının kapısına doğru koşarken panik içindeydim çünkü uçağım her an kalkabilirdi. Hemen ayakkabılarımı çıkardım ve elime alıp koşarak içeri girdim. Topuklu ayakkabılarla yeterince hızlı değildim. Sırada bekleyen insanların homurtusunu ve bana yönelik olan sert eleştirilerini umursamadan en öne geçmiştim.
Karun her an burada olabilirdi ama artık istese de beni durduramazdı. Tüm işlemlerden geçtikten sonra kendi kapımı bulmak için koşmaya başladım. Kapıların kapanmasına sadece on dakika kalmışken kaybedecek bir dakikam bile yoktu. Uçağımın olduğu kapıya gelmem beş dakikamı almıştı. Son bir kez daha pasaport ve bilet kontrolünden geçtikten hemen sonra uçağa binmiştim.
Son dakikada uçağa binen tek yolcu olduğum için kalkış için çok fazla beklemedim. Uçağın kapıları tamamen kapandıktan sonra kaptanın yaptığı anonsları ve hostesin rutin bilgilendirmelerini sabırsızlığımı arttırıyordu. Sonunda bu şehirden ve içindeki insanlardan kurtuluyordum.
Telefonu tam uçak moduna alacaktım ki Karun’un bir kez daha aradığını gördüm. Bu sefer görmezden gelmek yerine telefonu açıp kulağıma yasladım. “Binmediğini söyle!” diyen telaşlı ve sinirli sesini duydum. “O uçağa binmediğini söyle!”
Çok hızlı koşuyormuş gibi sesi nefes nefeseydi. Fakat kabin kaptanının son anonsuyla yutkunuşunu duydum. “Gerçekten gidiyorsun,” diye fısıldadı. Koşmayı bırakmış olmalı çünkü hoparlörden gelen sesi duymuştu. “Beni bırakıp gidiyorsun.” Hem de engel olmak için yaptığı her şeye rağmen.
“Git diyen sen değil miydin, Sanrı? Evinden ve hayatından kaybolup gitmemi isteyen sendin.” Avludaki o büyük yüzleşmeden hemen sonra peşinden gidince beni bu sözlerle kovmuştu.
Ona kendi sözlerini hatırlattığımda kederli bir sesle, “Hayır,” diye sitem etti. “Gitmeni söylediğimde bile hep kalmanı istiyordum. Gerçekten gitmeni isteseydim seni evden atmak çok zor muydu sanıyorsun?”
“Artık çok geç.”
“Değil!” diye hiddetli bir sesle bağırdı. “Kırgınsın biliyorum ama bunun çözümü gitmek değil!”
“Kalmak da değil.”
“Gitme!” diyen sesi kızgındı ama öfkesinde bile acı bir yakarış vardı. “Henüz seninle hiçbir şey başlamadı gitme.”
“Ama benimle çok şey bitti.”
“Hayır!” dedi sertçe. “Bu doğru değil.”
“Doğru olduğunu çok iyi biliyorsun.” İkimizin bildiği bir gerçeği inkâr ediyordu ama gerçek bunun tam tersiydi.
“Ben bir şeyleri başlatmak için değil, son vermek için doğmuşum,” dedim içli bir sesle. “Sekiz yaşında da bu böyleydi şimdi de böyle oldu. Tıpkı seninle olan evliliğim gibi hayatımdaki her şeyi başkaları başlatır ama ben bitiririm.” Gerçek bundan ibaretti.
Uçak pistte ilerlerken gözlerimi kapatarak başımı koltuğun arkasına yasladım. “Bazen tek bir kibrit çöpüyle bir depoyu, bazen bir kurşunla sevdiğim birini, bazense küçük bir biletle evliliğimi bitiririm. Hâlâ anlamadın değil mi, Sanrı? Ben yeni başlangıçlar için değil, sonlar için varım. Seni bile bir günde terk etmedim, on üç güne sığdırdım bunu.”
“Saka-” demişti ki gözlerimden süzülen yaşlarla, “Bütün seçimlerin bir nedeni ve bedeli vardır,” diye fısıldadım. “Bir şeyleri gözden çıkarmadıkça yeni şeyler amaçlamalıyız. Gözden çıkardığım sensin ve amaçladığım artık sadece bir tutam huzur.”
“Özür dilerim!” Karun’un özrü beklenmedik, plansız ve aceleciydi. Belki de biraz korku doluydu çünkü bunun için bir daha şansı olmayabilirdi. “Milyonlarca kez özür dilerim gitme Saka,” diyen sesi bile kararımı etkilemiyordu.
Tekrar konuştuğunda yüksek çıkan ama aslında yüreğinin en kısık sesini duydum. “Nasıl bu kadar acımasız olabiliyorsun?”
“Bunu bana sen öğrettin.” Kontrol edemediğim yaşlar yanaklarımda süzülürken ağladığımı ondan gizlemeye çalışıyordum. “Nasıl acımasız olunduğunu ben senden öğrendim, Sanrı.”
Telefonu kapatmadan hemen önce, “Seni bulacağım!” diyen kararlı, kızgın ve çaresiz sesiyle ürperdim. “Nereye gidersen git seni bulacağım, hep bulurum!” Bu sefer değil, bu sefer beni bulmaya ne gücü yetecekti ne de kudreti.
Telefonu kapatıp uçak moduna aldıktan sonra camdan dışarıya bakmaya başladım. Gökyüzüne süzülen uçakla nihayet rahat bir nefes almıştım. Arkamda bıraktığım ülke kendi anavatanım Türkiye’ydi, gitmekte olduğum yer ise Fransa. Neden mi Fransa’yı seçtim? Çünkü en iyi cerrahi işlemler orada yapılıyordu ve halletmem gereken bükük bir burnum vardı. Artık sadece kendimle ilgileneceğim için bana iyi hissettirecek şeylerin peşinden koşacaktım.
Farklı yönlerden çok değişmiştim. Olur olmadık her şeyde Karun’a bir şeyler fırlatmayı ve onu öldürmeye teşebbüs etmemi çok düşündüm. Onu ilk kez Adana’dayken öldürmeye çalışmıştım. Satırı ona fırlattığım günden sonra devamı gelmişti. İlk hamlenin öncesini düşününce panzehri vermeyerek beni intihara zorladığını hatırladım. O günden sonra çok değişmiştim.
Sorunun kaynağına inince aslında beni intihara zorladığı o günün üstesinden bir türlü gelemediğimi fark etmiştim. Ona kadar kızgındım ki o günden sonra olur olmadık her şey beni tetiklediği için içgüdüsel olarak onu öldürmeye çalışıyordum. Bu yüzden basit bir şeyde bile kontrolümü yitirip onu yaralıyordum.
Gazel’in geri dönmesiyle de psikolojim iyice darmadağın olmuştu. Kafeste yaşadıklarım beni öyle bir dağıtmıştı ki sağlıklı kararlar almayı bırakmıştım. Normal şartlarda Karun’un evine asla taşınmaz, masasında yemek yemez, belki yatağına bile girmezdim. Aslında son zamanlarda yaptığım hiçbir şeyi kendi irademle yapmıyordum.
Her şeyi geride bırakıp yeniden kendimi bulmak için gidiyordum. Gittiğim yerde düzenli bir şekilde psikoloğa gidecektim. Kafamın içindeki sorunlardan çok geç olmadan kurtulmanın tek yolu buydu. Kendimi iyi hissettirecek her şeyi yapacak ve hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak daha sağlıklı biri olacaktım.
Buna ihtiyacım vardı.
Başımı cama yaslayıp gözlerimi yumdum. Gidiyordum ama içimde buruk bir acı vardı. “Zihinsel olarak hiç iyi değilim,” diye mırıldandım gözlerimi kapatırken.
Bunu ilk kez sesli bir şekilde kendime itiraf ederken birilerinin duyup duymaması umurumda değildi. “Sekiz yaşındaki o patlamada bedenim ölümden döndü, ruhum yaşamdan,” diye fısıldadım. “O kadar iyi kayboldum ki kendimi bulamıyorum.”
Bu kaçışım aslında kendimi bulmak için çıktığım bir yolculuktu.
Biliyorum Karun beni er veya geç bulacaktı. Hep bulur ama bu ayrılık beni yenilerken onu yakıp küllerini savuracaktı.
Biliyorum çünkü o da artık biraz bendi.
Yorumlar