Karun Kalender
Şu zamana kadar bize birçok müşteri gelmiştir fakat çok azıyla doğrudan muhatap olmuşumdur. Karşımdaki adam da bahsi geçen azınlıkların içindeydi. Korunma talebini oldukça ilginç bulduğum için benimle yüz yüze görüşme şansını elde etmişti. Dosyasını benim için ilginç kılan şey koruma talebindeki gariplikti. İnsanlar bize sık sık gelirdi ama kime güvenlik sağlayacağımıza biz karar verirdik. Onlara sadece işinde en iyi olan korumaları tahsis etmez, aynı zamanda onlar için tehlike arz eden şeyleri de ortadan kaldırırdık.
Ömer denen bu herifin dosyasına baktıkça gözüm tek bir isimde oyalanıp duruyordu. Sağımda dikilen Kenan’da aynı isme bakıyor, gülmek ve şaşırmak arasında gidip geliyordu. Bu daha önce başımıza gelmeyen bir olaydı. Onu korumamızı istediği kişinin adı sık sık görüş açıma giriyordu. Gerçekten büyük cesaret.
Başımı kaldırıp Ömer’in yüzüne baktığımda yutkunarak bakışlarını kaçırdı. Odadaki sessizlik daha çok ecel terleri dökmesine neden oluyordu. Fiziksel olarak da çok terlemişti çünkü elinde buruşturduğu mendili sık sık alnına veya boynuna bastırıyordu. Benim karşımda olmak onu geriyordu. “Evet, Ömer Bey?” Alayla konuşarak arkama yaslandım. “Tam olarak benden ne istiyorsunuz?”
Avucundaki mendili sıkarken sakinleşmek için birkaç kez derin derin nefes almaya başladı. “Be-ben...” Kekeliyordu ama bu normal bir kekeme değildi. Sanki konuşmayı bile unutmuştu. Kendini zorlayarak başını kaldırdı. “Hayatım tehlikede,” demeyi başardı. “Beni korumanızı istiyorum.”
“Kimden?” Gözlerimle masadaki dosyayı işaret ettim. “Burada yazan isimden mi?”
Benimle göz kontağı kurmaktan kaçınarak başını salladı. Şişman vücudu oturduğu koltuğa sığmazken gerginlik içinde oturuşunu düzeltti. Ofisimin kapısından içeri girdiği andan beri diken üstündeydi. Saygıdan kusur etmemeye çalışıyor, kelimelerini tartarak konuşmaya çalışıyordu. Çalışıyor diyorum çünkü şu son on dakika boyunca doğru düzgün tek bir cümle kuramamıştı. Terlemekten saç dipleri nemlenmiş, alnında biriken terleri ara sıra elindeki mendille siliyordu.
Güçlükle konuşup, “Evet,” dedi. “Orada yazan isimden beni korumanızı istiyorum.” Odanın içine buram buram soğuk hava sızarken onun terleyip durması normal değildi. Üstelik ben burada üşümeye başlamıştım. Nisan ayında olduğumuz için onun terlemesi normaldi fakat benim üşümem normal değildi.
Masadaki kumandayı alıp klimayı biraz daha açtım. “Kenan?” Elimdeki kumandayı işaret ettim. “Soğutma sistemimizde bir sıkıntı mı var?” Burası fazlasıyla serindi.
Koltuğumun yanında dikilen Kenan, “Çok iyi çalışıyor abi,” deyince Ömer’i işaret ettim. “Peki, o niye bu kadar terliyor?” Gözlerimi artık titremeye başlayan adama diktiğimde Kenan’ın, “Dosyasında yazan isimden kaynaklanıyor olabilir,” diyen sesini duydum. Evet, şu malum isim.
Dosyayı kapatıp omzumdan arkaya uzatınca Kenan onu aldı. Gözlerimi karşımda kıvranan adamdan ayırmazken Kenan dosyayı ona götürüp uzattı. Uzun zamandır benimle çalıştığı için artık sözlü komutlar olmadan da ne istediğimi anlıyordu. Ömer dosyayı titreyen parmaklarla alınca, “Aç,” dedim. Artık sıradan bir müşterimle konuşurken olduğum gibi resmi değildim.
Göz bebeği titreşirken dosyayı açtı ama ürkek bakışları sık sık tepesinde dikilen Kenan’a kayıyordu. Korkuyordu. “Orada yazan ismi oku,” dediğimde alnındaki bir ter damlası yanağına doğru süzüldü.
Kısa bir an bana bakma cesareti gösterdi. Göz göze geldiğimiz ilk saniyede başını hemen eğdi. Yasaklı bir şeye bakmış gibi davranıyordu. Göğüs kafesi aldığı hızlı nefeslerle yükselip alçalırken, “Ka-Karun,” diyerek dosyada yazan ismi okumaya başladı. “Karun Kalender.” Evet, onun bizzat benimle görüşmesini sağlayan şey buydu. Onu kendimden korumamı istiyordu. Adamlarım her yerde işini bitirmek için onu ararken müşteri olarak karşıma çıkmıştı.
“Kenan,” diye ellerimi masaya bastırıp öne doğru eğildim. “Sence böyle bir durumda ne yapmamız gerekiyor?” Bu adam onu korumamı istiyordu ama bir başkasından değil kendimden. “Hangisi daha cazip?” Alay ettiğim çok belliydi.
Kenan alay dolu sözlerim karşısında belindeki silahı çıkardı. “Bitirelim işini abi,” dediğinde güldüm ama her an kalp krizi geçirecekmiş gibi duran adam pek eğlenmiyordu.
Ömer’in kıvranmaları zevk verse de yapacak daha önemli işlerim vardı. “Müşterilerimin güvenliğini ne pahasına olursa olsun sağlarım.” Ayağa kalktığımda Ömer oturduğu koltuğa sindi. “Sen müşterim değilsin ama karın öyle. Eğer bugünden sonra karın senden yana bana tek bir şikâyette bulunursa bu konuşmayı farklı şartlarda yapıyor oluruz.” Kapıyı işaret ettim. “Şimdi git,” dediğimde hızlıca başını salladı ve şişman vücuduna rağmen adeta koşarak dışarı çıktı.
Onun arkasında bakan Kenan güldü. “Bu ödleğin gerçekten karısına şiddet uyguladığına emin miyiz?”
“Meydan ucuz adamlarla dolu.” Kalçamı masaya yasladım. “Dışarıda kuzu kesilen evdekine kurt oluyor.”
Ömer zengin bir iş adamıydı fakat aynı zamanda ahlâksız biriydi. Sonradan görme olduğu için parayı bulunca azıtanlardandı. Her gün farklı bir kadınla gününü gün etmeye başlayınca karısı ondan boşanmaya karar vermişti. Ömer denen herif boşanmayı sorun etmedi fakat karısı ondan yüklü miktarda tazminat isteyince işin boyutu değişti. Karısının elinde çok sağlam kanıtlar vardı, yani mahkeme büyük ihtimalle kadının lehine sonuçlanacaktı.
Ömer’de bunu biliyordu. Bu yüzden adam tutup kadını hastanelik ettirmişti. Bu şekilde gözünü korkutacaktı. Fakat kadının bana geleceğini tahmin bile etmemişti. Karısı henüz istediği tazminata kavuşmadığı için bana gelse bile onu kabul etmeyeceğimden çok emindi çünkü biz peşin parayla çalışırdık. Bu işi tamamen keyfi olarak almıştım. Kadının yanına iki koruma verdiğim an Ömer’in etekleri tutuştu çünkü işi kabul ettiğimi anladı.
Karısının artık müşterim olduğunu anladığı için sonraki adımımı tahmin etmek zor değildi. Sıradaki adımım müşterimi her anlamda korumaktı, yani ona tehlike arz eden her şeyi ortadan kaldırmak. Ömer uzun süre saklanamayacağını bildiği için bugün buraya gelmişti. Bir daha o kadının yanına bile yaklaşmaya cesaret edemezdi.
Kenan çıkardığı ceketini koltuğun üzerine bırakırken ben askıdaki ceketimi giyiyordum. Yaz olması üşümeme engel değil. Terasa çıktığımda peşimden geldi. “Yakında evleniyorsun ama hiç heyecanlı görünmüyorsun.” Yanımda durup bana baktı. “Bir sorun mu var?” Sıkıntılı yüz ifadesi benimle ilgili şeyleri sorgular gibiydi. Bende değil ama son zamanlarda onun davranışlarında bir sorun vardı. Sürekli konuyu evliliğime getiriyor, bir sorun bulmaya çalışıyordu.
“Duygularımı dışarıya vurmamam bu evliliği istemediğim anlamına gelmez.” Ellerimi terasın korkuluklarına bastırıp derin bir nefes aldım. “Sana bir sorun olduğunu düşündüren sebep nedir?” Onu tanımasam evlenmemi istemediğini düşünürdüm.
Yerinde rahatsızca kıpırdandı. “Her şeyden önce ben senin yakın arkadaşınım,” dediğinde içini kemiren şeyi anlamak ister gibi bakıyordum. “Yanlış bir karar vermeni istemiyorum. Rengin’i gerçekten seviyor musun?” Son zamanlarda hep yaptığı gibi yine Rengin’e olan duygularımı sorgulamaya başlamıştı.
“Sevmediğim bir kadınla neden evlenmeye kalkışayım?” Rengin’i sevdiğimi çok iyi biliyordu. İki yıldır sır gibi sakladığım kadını seviyorum. Son dört ayı saymazsak kimse onun hayatımda olduğunu bile bilmiyordu. Onu gölgesinden bile korumak isterken ona olan sevgim sorgulanmaya açık değildi.
Bana sıradan bir bahane sunarak, “Şu zamana kadar onu bir kez bile kıskandığını görmedim,” dedi. Bu sevgimi sorgulayacak bir bahane olamazdı. Kıskançlık denen duyguyu hep fazla basit bulmuşumdur. Birine her konuda güveniyorsan kıskanmana gerek kalmazdı. Sevmenin kıskançlıkla bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Şu zamana kadar ki ilişkilerimde hiçbir zaman kıskanan taraf olmadım.
Kenan sıkıntısından bir şey kaybetmeden, “Seven kıskanır,” derken düşünceliydi. Aklını kurcalayan bir şeyler olduğu çok açıktı. “Rengin’e olan duygularını aşk sanıyor olabilir misin?” Kehribar gözleri yine haddinden fazla durgun bakıyordu. Sakin olduğu anlarda genelde çok fazla düşünürdü.
“İki yıl öncesine kadar ona karşı bir şeyler hissetmiyordun. Yine etrafındaydı ve dikkatini çekmeye çalışıyordu fakat onu görmezden geliyordun.” Derin bir nefes alıp sıkıntılı bakışlarını bana dikti. “Ne zamanki hayatını kurtardı işte o zaman ona ilgi duymaya başladın.” Gözlerini kısarak üzerime gelmeye devam etti. “Acaba minnet duygusunu aşk sanıyor olabilir misin?”
Hayır, sanmıyorum. Aşk zaten hayatındaki kişiye değer vermek değil miydi? Rengin’e değer veriyorsam ona zaten âşığımdır. Bu kadar basit. “Onu seviyorum.” Boş bir sesle konuşup aşağıdaki insanları izlemeye başladım. Bu yükseklikte bakınca hepsi fazla küçük görünüyordu. “Rahatla artık, Kenan sevmediğim bir kadınla evlenecek değilim.” Birkaç gün içinde düğünüm olacağını iyi biliyordu. Sevmeseydim evlenmeye kalkışmazdım.
“Bilemiyorum, Karun.” O da benim gibi manzarayı izlemeye başladı. “Kafamı kurcalayan çok fazla şey var. Gün içinde onun nerede olduğunu ve ne yaptığını hiç merak etmiyorsun. Aklına bile gelmiyor. Evleniyorsun ama zerre kadar heyecanlı değilsin. Bu ilişkiyi fazla düz yaşıyorsun. Sanki ona olan can borcunu ona soyadını ve servetini vererek ödemeye çalışıyorsun. O bile ısıtmıyor seni, onun yanında da üşüyorsun,” dediğinde güldüm. Her şeyi fazla abartıyordu.
“Doktorun kansızlıktan üşüdüğümü söylediğini sende duydun.” Son yirmi yıldır vücut ısım fazla düşüktü.
Kenan dalgın bir sesle, “Ama psikolog da geçmişe dayanan bir olaydan kaynaklı olabileceğini söyledi,” diyerek her zamanki gibi yine kendine sıkıntı yapacak bir şeyler buldu. “Doktorun her şey kafada bitiyor dedi. Psikolojin ne boyuttaysa vücut ona göre reaksiyon gösterebilirmiş.” Bu zırvalıklara inanabilirdi ama benim için aynı şeyler geçerli değildi. Onun ısrarı üzerine sadece bir kere psikoloğa gitmiştim. Doktorun uydurduğu şeyleri tekrar duymamak için ikinci kez gitmedim. Geçmişi kendimle yaşatıyorsam bundan kime ne?
Karşımızdaki ofisin açılan kapısını gördüm. Duha ve Kadem’de terasa çıkmıştı. İki şirket karşı karşıya olduğu için cam duvarların ardında çoğu zaman birbirimizin ofisini görürdük. Başını kaldırınca bu uzaklıkta bile kaşlarını çattığını görebiliyorum. Yanımdaki Kenan başını hafifçe öne doğru eğerek Duha’ya selam verdi. Aynı şekilde Duha’nın yanında duran Kadem’de ceketinin önünü düğmeleyip bana başıyla selam vermişti.
Eminim Kenan’ın üzerinde ceketi olsaydı aynı şeyi o da yapardı. Yakın korumalarımızın ezeli düşmanımıza karşı bu kadar saygılı olması hem Duha’yı hem de beni çok fazla çileden çıkartıyordu. Ancak ne yaptıysak bu iki serseriyi dize getiremedik. Kenan ve Kadem bir tek bu konuda başına buyruk davranıyordu. Onları öldürerek bu kepazeliği de son veremiyorduk çünkü ikimizde kendi adamımıza fazla değer veriyorduk.
Adamlarımın içinde bir tek Kenan, Duha’ya saygıdan kusur etmezdi. Aynı şekilde Duha’nın adamlarının içinde de bir tek Kadem bana karşı hep saygılı davranırdı. Baktık bir türlü olmuyor bizde bir süre sonra bu ikisini kendi haline bıraktık.
Kenan karşımızdaki iki adamı izlerken, “Sence bu tarafa her baktıklarında ne hissediyorlar?” diye sorunca güldüm. “Adamların karşısına koskoca bir şirket diktik. Sence nasıl hissediyor olabilirler?” Üstelik özellikle kat sayısını arttırarak onu gölgede bırakmıştım. Duha uzun süre bunun öfkesini yaşamıştı.
“Onlarda bizim malikânenin karşısına koskoca bir malikâne diktiler,” diye güldü. “Üstelik Duha kat sayısını arttırarak karşılık verdi.”
“Bu komik mi, Kenan?” Kaşlarımı çattığımı görünce gülüşü büyüdü. “Kabul et pek normal bir durum değil. Yıllardır gündemde olan tek şey sizin aranızdaki bu rekabet. Biriniz bir şey yaptırsa diğeri de karşısına daha büyük bir şey yaptırıyor. Biriniz bir şey alsa diğeri daha büyük bir şey alıyor. Yıllardır yapmadığınız tek şey bu kavgaya son vermek.” Duha öldüğünde neden olmasın? O ölürse ortada herhangi bir sorun kalmazdı.
“Duha’yla yarıştığım yok!” Kızgın bir sesle konuşup önüme döndüm. “Sandığın gibi onunla rekabet etmiyorum çünkü benimle yarışacak kriterlere sahip değil.”
“Özel jeti var diye kalktın uçak aldın.”
“İhtiyaçtan.”
“Yunanistan’da madenleri var diye gittin o madenlerin içinde olduğu adayı satın aldın.”
“Keyfi bir şeydi. Bilirsin ben rahatıma düşkün biriyim.”
Kaşlarını alayla yukarı kaldırdı. “Artık kendimize ait bir bankamız var artık farkında mısın? Yani bunun Duha’nın kentsel dönüşüm projesiyle hiçbir ilgisi yok öyle mi?”
“Etrafındaki her şeyi satın alıp dönüştürebilir.” Aklıma gelenlerle sırıttım. “Ama banka hep onun projesinin tam ortasında olacak.”
Kenan yüksek sesle güldü. “Tam olarak bundan bahsediyorum. İkinizde de bok gibi para olduğu için nereye harcayacağınızı bilmiyorsunuz.”
“Adam kalktı kitap okuduğum kütüphaneyi satın aldı, bana neyden bahsediyorsun?” Bu sürtüşmeyi tek taraflı yürütüyormuşum gibi davranıyordu.
“Uçak aldıysam o da havaalanı yaptırdı,” dedim. “Ada aldım diye okyanusu satın almaya kalkıştı.” Sinirden güldüm. “Ama neyse ki o kadarını satmıyorlarmış.” Aksi takdirde karadaki her su parçasını satın almak zorunda kalırdım.
Hatırladıklarımla güldüm. “Ama madenleri hâlâ benim adamın içinde.” Üstelik kütüphaneyi satın aldı diye artık onun yüzünden bir yayınevim vardı. Ne işe yaradığını bile bilmiyorum ama bilen birilerini işe almıştım.
Birbirimizi kızdırmak için sürekli bir şeyler alıyor veya yaptırıyorduk fakat bunların hiçbiri ölü yatırım değildi. Aksine bu rekabet farklı sektörlerde de iş yapmamızı sağlıyordu. Hepsi bu da değildi işsizlik oranını da farkında olmadan düşürüyorduk. Çünkü bu holding, banka ve daha birçok gayrimenkulün yapımında çok fazla kişi çalışmıştı. Haddinden fazla kişi bu sayede evine ekmek götürme şansı elde etmişti.
Aynı şekilde Duha’nın beni kızdırmak için yaptırdığı malikâne, havaalanı ve daha birçok şey de buna dahildi. İnşaatında çalışacak işçilerden tutun elaman alımına kadar birçok kişiyi iş sahibi yapmıştık. İnşaatların bitiminden sonra bile işsizlik oranı düşürüyordu çünkü bankada, havaalanında, şirkette, kütüphanede ve yayınevinde de işini bilen insanlara ihtiyacımız oluyordu. Yaptırdığımız şeyler hem ülke ekonomisine katkıda bulunuyordu hem de işe ihtiyacı olanları iş sahibi yapıyordu.
Uluslararası çalışıyor olabilirdik ama genelde tüm yatırımlarımız kendi ülkemizde olurdu. Bunu iyi insanlar olduğumuz için yapmıyorduk çünkü her yatırımımızın önceliği bize olan getirisiydi. Bize kazandırmayacak hiçbir işe kalkışmıyorduk. Fakat sonuç odaklı düşünürsek bu durumda hem biz kazanıyorduk hem de sokaklarda boş boş gezen insanlar. Tabii biz daha çok kazanıyorduk çünkü bizler işveren onlar ise çalışanlardı.
Daha fazla kazanıyor olmamız bu ülkeye faydamız dokunduğu gerçeğini değiştirmezdi. En azından çoğu kişinin yaptığı gibi kendi ülkemizi satmak yerine ekonomiye büyük bir katkıda bulunuyorduk. Ödediğimiz vergiler bile dudak uçuklatan türdendi lakin buna rağmen vergilerimizi düzenli bir şekilde ödüyorduk. Ödemeyenler çoğunluktaydı ama biz bunu yapmıyorduk.
Sadece bu bile bizi bu ülke için kolay kolay gözden çıkaramayacakları adamlar yapardı. Ödediğimiz vergiler bile mal varlığımızı ortaya koyuyordu çünkü sahip olduğun şeylerin küçük bir kısmı kadar vergi alınıyordu. Ve bir yıllık vergimizle bir şehir satın alınırdı. Her yıl adımız vergi rekortmenleri diye gazetelerde geçiyordu. O sikik gazetelerde bile Duha ile başa baş gidiyorduk. Vergi konusunda bile rekabet içindydik.
Aramızdaki mesafeye rağmen Duha’nın delici bakışlarını üzerimde hissedince dudaklarım kıvrıldı. “Son zamanlarda fazla sessiz.” Tunus’un bu suskunluğu iyiye işaret değildi. “Hiç bu kadar sessiz kaldığı olmamıştı. Sence yine başımıza ne gibi işler açacak?” Onun tüm hamlelerini bertaraf etmek benim için zor değildi.
Kenan onu izlerken yine fazla düşünceliydi. “Belki de bir sıkıntısı vardır,” diye mırıldandı. Bir sorunu olduğuna eminmiş gibi bakıyordu. “Kendini toparlayınca yine saldırıya geçecektir.”
“Onun doktor raporlarına hâlâ ulaşamadınız mı?” Duha sır gibi saklıyordu ama ciddi bir rahatsızlığı olduğunu seziyorum. Zoraki bir şekilde aynı ortamlarda bulunduğumuz oluyordu. Çoğu zaman bir rahatsızlığı olduğunu gizleyemiyordu.
Bir seferinde tüm gece boyunca soğuk terler dökmüş, daha sonra hiç adedi olmamasına rağmen erken ayrılmıştı. Başka bir davette ise onu burnu kanarken görmüştüm. Herkese bir şeyler uydurmuştu ama pek inandırıcı değildi. Tiryakisi olduğu sigarayı bırakması ve içkiyi azaltması da onun hakkında aldığım duyumlardan biriydi. Bir rahatsızlığı olduğu çok açıktı. Onunla ilgili her sır işime yarayabilirdi.
Kenan başını iki yana sallayarak gözlerini karşımızdaki şirketin terasına dikti. “Hastane kayıtları fazla temiz. Grip bile olmamış.” Bu bile bir şeyler sakladığını gösteriyordu çünkü kayıtlardaki en küçük rahatsızlıklarını bile sildirmişti.
“Kadem’in ağzını ara bakalım bir şeyler çıkacak mı?” dediğimde Kenan iğrenerek yüzünü buruşturdu. “Kimse beni onunla muhatap edemez. Çok değişik biri,” diye homurdanınca güldüm. Kadem’e tahammül edemiyordu.
“Ne kadar kötü olabilir ki?”
Gözleriyle karşı binadaki çocuğu işaret etti. “Yüzüne çilek maskesi uyguluyor!” Geçen yılki olayı hâlâ atlatamadığını bir kez daha anladım.
Geçen yıl bir iş için Kenan’ı görevlendirmiştim. Duha’da aynı işin peşinde olduğu için o da bu işi Kadem’e vermişti. Bu iki aptal işi berbat ettikleri yetmezmiş gibi geceyi birlikte geçirmişlerdi. Otelde sadece bir tane boş oda kaldığı için aynı odayı paylaşmak zorunda kaldılar. O gece ne yaşandıysa Kenan, Kadem’den köşe bucak kaçıyordu.
“Cilt bakımı sadece kadınlara özgü bir şey olmasa gerek,” dediğimde alay ediyordum.
Kenan’ın ifadesi fazla komikti. “Ben yapmıyorum, sende yapmıyorsun, tanıdığım hiçbir erkek yapmıyor ama o yapıyor.” Suratında iğreti dolu bir ifade oluştu. “O vıcık vıcık olan pembe şeyi yüzüne sürdüğü yetmezmiş gibi kalanını yemeye kalkıştı.” Şoke olmuş gibi bana bakıyordu. “Bir saat boyunca ona yenilecek bir şey olmadığını anlatmaya çalıştım ama hepsini yedi!” dediğinde kahkaha attım. Uzun süre bunun etkisinden çıkacağını sanmıyorum.
Şimdi ise Kadem’in olduğu tarafa ters ters bakıyordu. “Çilekli süt içmeden uyumadığını biliyor musun? Otelde çilekli süt yok diye yüzündeki o maskeyle rezillik çıkardı. Tüm gece onun için açık bir market bakıp çilekli süt aradım!” dediğinde bunları hatırladıkça tekrar sinirleniyordu. “Bunu neden yaptığımı bile bilmiyorum sadece artık rahat durmasını istedim!”
“Farklı biri olduğunu kabul ediyorum.”
“Farklı mı?” İnanamayan gözlerle bana bakıyordu. “Adam türünün son örneği!”
“Abartma Kenan.”
“Karanlıkta uyuyamıyor!” Çatık kaşlarla konuşurken sinir krizleri geçirir gibiydi. “Sütünü içti ama bu seferde ışığı sorun etmeye başladı. Üstelik süt için bana teşekkür bile etmedi.”
Gülüşümü durdurmaya çalışırken, “Çok ayıp etmiş,” dedim.
“Dalga geçme o gerçekten sorunlu biri.” O gecenin etkisinden çıkmak için derin bir nefes aldı. “Beni hiç uyutmadı. O koltukta uyuyacaktı bende yatakta.” Yüzü kızarınca utanmış gibi kısık bir sesle güçlükle konuştu. “Ama gece uyanınca onu yatağımda buldum.” Yüksek sesle gülmeye başladım. “Neden senin yatağına gelmiş?”
“Çünkü kâbus görmüş! İnanabiliyor musun, kâbus gördüğü için korkmuş!”
“Parmak kesen Kadem mi? Uydurmadığına emin misin?” Kadem’in bir şeylerden korktuğunu düşünmek çok güçtü.
“Göründüğü gibi biri değil.” Yalan söyler gibi bir hali yoktu. “Keşke kâbus gördüğü için yatağımı işgal etmekle kalsaydı.”
“Bundan daha berbat bir şey düşünemiyorum.”
“Ona ninni söylememi istedi,” deyince artık sesli gülüyordum. “Paşamızın canı ninniyle uyumak istedi! Abi ben ne anlarım ninni söylemekten? Hayır, türkü de kabul etmiyor ki illa ninni olacak!” diye dert yandı. “Mini mini bir kuşu bile kabul etmedi!”
“Ha kabul etseydi söyleyecektin yani?” dediğimde gözlerinden resmen ateşler çıkartıyordu. “Ona maruz kalan sen değildin. Beni rahat bırakması için her şeyi yapabilirdim. Kırmızı balık şarkısıyla uyudu. Sabah uyandığımda çilekli kız mı, yoksa çilek kız mı, bilmiyorum ama öyle garip bir çizgi film izliyordu. Ayaklarını yatağa uzatmış, bir elinde kumanda diğer elinde bir tabak çilek vardı. Sanki tüm gece bana sorun çıkartan o değilmiş gibi rahattı!” O odada bir kamera olmasını ne çok isterdim. Tüm gece ikisini izlemek tam bir komedi olabilirdi.
İfadem ciddileşti. “Bunları başka birine anlatmadın değil mi?” Duha’dan nefret ediyor olabilirim ama Kadem ile herhangi bir sorunum yoktu. Bu alemde bir ağırlığı ve bir adı vardı. Kendine özel garip alışkanlıkları var diye insanların maskarası olmasını istemem.
Kenan böyle şeylerin dedikodusunu yapacak bir adam olmadığı için, “Hayır,” diye ofise yürüdü. “Her ne kadar hak ediyor olsa da kimseyi kalleşçe vuracak değilim. Gündüz parmak kesen biri ama gece tam bir çocuğa dönüşüyor! Buna rağmen saygınlığına gölge düşsün istemem.” Zaten böyle biri olduğu için Kenan hem sadık adamım hem de yakın arkadaşımdı. Kenan tanıdığım en dürüst insanlardan biriydi.
İlkeleri olan insanlar düşmanlarına karşı bile ölçülü olurdu.
***
Malikâneyi bir tek kardeşlerim evde olmadığı zamanlarda seviyordum. Bu ev bir tek onları içinde barındırmadığı zamanlarda daha çekilir oluyordu. Çalışma odamdayken dışarıdan gelen sesleri duymazdan gelmeye çalışıp duruyordum. Fakat Çağıl ve Levent’in çıkardıkları gürültü göz ardı edilecek gibi değildi. Okuduğum evraklara yeteri kadar konsantre olamadığım için, “Kenan!” diye burnumda soludum. Köşedeki koltukta gazetesini okuyan adama gözlerimi diktim. “Dışarıdaki serserilerin derdi ne?” Bugün her zamankinden daha fazla gürültü yapıyorlardı.
Kenan gazeteyi katlayıp kenara koyarken gülüyordu. “Fransa’ya gidecekler. Daha oraya gitmeden güney kanadındaki oda için tartışıyorlar,” dediğinde her an gür bir kahkaha atacakmış gibi bakıyordu.
“Fransa’da babamın kardeşi olacak piç yaşamıyor mu? Bildiğim kadarıyla güney kanadındaki odada o kalıyor.” Sırf babamın kardeşi orada yaşıyor diye bir süredir hiçbirimiz Fransa’ya gitmiyorduk.
Kenan yönünü bana doğru çevirdiğinde gözlerinde muzır bir ifade vardı. “Amcan buraya yerleşmeye karar verdiği için kardeşlerin bavullarını topluyor.” O piç benim amcam değildi.
Güldüm. “Tüm yargara bunun için mi? Gurur her yıl Türkiye’ye dönmeye çalışıyor.” Bunu sürekli deniyordu ama bir türlü benim radarımdan geçip buraya ulaşamıyordu. O iti yakınımda istemiyorum.
Kenan’ın bakışları fazla muzırdı. “Gurur’u fazla hafife alıyorsun. O da bir Kalender ve eninde sonunda buraya gelecek. Önüne çıkardığın tüm engelleri er veya geç aşacak.” Kapıdaki adamlara uzun zaman önce verdiğim emir hâlâ geçerliydi. Gurur, Türkiye sınırları içine girdiği an onu yakalayıp tekrar Fransa’ya postalayacaklardı. Başıma açtığı sorunlarla uğraşırken o akıl hastasını burada istemiyordum.
Masadaki telefonumu kontrol edip, “Rengin hangi cehennemde kaldı?” diye sordum. Eve geldiğimde yoktu üstelik telefonunu da açmıyordu. Düğünle ilgili her şeyle bizzat kendi ilgilenmek istediği için fazla yoruluyordu. Bugün nikâh dairesine gidip gün alacaktı. Bunun için birilerini görevlendirmek varken kendisi yapmak istemişti.
Endişelenmeye başladığım için ayağa kalktım. “Rengin’in yanındaki adamları ara,” dedikten sonra kapıya yürüdüm. “Nerede olduğunu bilmek istiyorum.”
Çalışma odasından dışarı çıktığımda Çağıl ve Levent’in sesi kesilmişti. Sanki benim çalışma saatlerimde özellikle ses çıkartıyorlardı! Rengin’in odasına yürürken telefonla hâlâ onu arıyordum. Telefonlarıma bakmaması her defasında beni kızdırıyordu. Bunu bilmesine rağmen açmıyordu! Belki eve dönmüştür diye kapıyı açıp odasına baktım. Kokusu buram buram burnuma gelirken burada olmadığını anladım.
Odaya kısaca göz atıp kapıyı kapatacaktım ki yatağın üstündeki zarf dikkatimi çekti. Kapının önünde dikilmeyi bırakıp odanın içine girdim. Zarfı alıp açtığımda Rengin’in el yazısını hemen tanıdım. Zaten zarfın üstünde de benim adım yazıyordu. Ne bu, mektup mu? Açıp okumaya başladığımda bile bu mektubun amacını sorguluyordum.
“Seninle konuşmayı istedim ama ne yüzünü görmeye tahammülüm vardı ne de sesini duymaya. Bugün nikâh dairesinde öğrendiklerimden sonra sana karşı olan tüm tahammülümü ve saygımı yitirdim. Başka bir kadınla evli olmana rağmen beni oyalayacak kadar aşağılık birisin! Seninle ilgili çok fazla şey duydum, çok fazla şey öğrendim ve gördüm. Fakat hiçbir zaman karaktersiz biri olduğunu düşünmedim.
Bugün öğrendiklerimden sonra artık çok daha fazlasını düşünüyorum. Sen beni hak etmiyorsun. Benim aşkımı, saygımı ve benimle ilgili hiçbir şeyi hak etmiyorsun! Gidiyorum daha fazla bu rezilliğin bir parçası olmayacağım. Beni aldatan, sevgime ihanet eden bir adamın yanında kalacak kadar gurursuz bir kadın değilim!”
Mektubun sonuna geldiğimde ilk birkaç dakika hiç tepki veremedim. Burada yazanları anlamaya çalışıyordum ama hiçbir şey anlaşılır değildi. Yatağın kenarına oturup tekrar okumaya başladım. Burada yazdıklarının mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Beni terk mi etmişti? Hem de bir mektupla mı? Bu ne tür bir zırvalıktı! Evli olmadığım halde evli olduğumu iddia ediyor, yüzüme karşı asla söylemeye cesaret edemeyeceği hakaretleri hiç gocunmadan yazıyordu!
“Kenan!” diye bağırıp bir hışımla odadan çıktım. Rengin’i bana hemen bulmalıydı ama öncesinde bu mektupta yazanlara bir cevap vermeliydi! Evli olmam mümkün değildi.
Kenan çalışma odasından çıkıp elindeki telefonu gösterdi. “Rengin bugün eve uğradıktan sonra sahile gitmiş,” diye hızlı bir açıklama yaptı. “Şu saate kadar orada tek başına denizi izlediğini söylediler. On dakika önce sahilden ayrılıp izini kaybettirmiş. Bizim çocuklar eve döndüğünü düşündükleri için seni aramamışlar.” Ortaklıktan kaybolmasının üzerinde sadece on dakika geçmişken aramamaları normaldi.
Rengin daha önce de çok sık izini kaybettirir ve bir süre sonra ortaya çıkardı. Etrafındaki tüm korumalardan bunaldığı için onaylamasam bile bunu yapardı. Fakat hiçbir zaman arkasında saçma bir mektup bırakmazdı.
Kenan’ın yanına gidip mektubu ona uzattım. “Oku şunu!” Neler olduğunu anlamadığım için sinirden dişlerimi sıkıyordum. “Burada yazanlar ne anlama geliyor!”
Kenan mektuba garip bakışlar atarak onu benden aldı. Hızlıca okumaya başlayınca bitirmesini bekledim. Mektubun sonuna gelince başını kaldırıp anlamaz gözlerle bana baktı. “Evli olduğunu mu iddia ediyor?” O da buna anlam vermiyordu çünkü yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmediği için attığım her adımı biliyordu. Evli olmadığımı biliyordu.
“Bu mümkün değil,” dediğinde kaşlarımı çattım. “Biliyorum ama Rengin’de böyle bir şeyi kafasında uyduracak bir kadın değil!” Evli olduğumu düşünüyorsa geçerli bir sebebi olmalıydı.
Kenan mektubu bana uzatıp çalışma odama doğru yürüdü. “Şimdi gerçeği anlarız.” Bir cevap beklediğim için hızlı adımlarla onu takip ettim. Biri bana burada neler döndüğünü açıklamalıydı.
Evli olmam mümkün değildi çünkü Rengin dışında hayatımda hiç kadın yoktu. Onun dışında şu zamana kadar hiçbir kadınla evliliğe sıcak bakmamıştım. Rengin dururken başka bir kadınla evlenmek şöyle dursun yan gözle bile bakmam. Bu kadar karaktersiz bir adam değildim.
Tahammül edemediğim tek şey ihanetti. Rengin dışında başka bir kadından hoşlansam bile ikisini aynı anda idare etmek bana yakışmazdı. Öyle bir durumda Rengin’den ayrılırdım çünkü ikinci bir kadın devreye giriyorsa zaten ilkine karşı olan duygularım bitmiş demektir.
Kenan’da en az benim kadar kafası karışmış bir halde burada olanları anlamaya çalışıyordu. Ona verecek bir cevabım yoktu çünkü bende burada olanları anlayamıyordum. Çalışma odasına tekrar girdiğimizde Kenan sorularını daha sonraya saklayıp masaya yürüdü. Dizüstü bilgisayarın üzerine eğildikten sonra hızlı bir şekilde kişisel bilgilerimi girmeye başladı.
Kimlik numarama kadar her şeyi ezbere bildiği için e-devlete gereken tüm bilgilerimi hızlıca girdi. Neyi beklediğim hakkında en ufak bir bilgim yoktu ama sessizlik içinde gereken kontrolü yapmasını bekledim. Kenan’ın girdiği bilgileri sorgulatması birkaç dakikamızı almıştı.
Bilgilerimin içinde olduğu tablo ekranda belirince Kenan’ın yüzü bembeyaz kesildi. “Bu da ne?” diyen şaşkın sesi benim yaşadığım şaşkınlıktan daha büyük olamazdı. Medeni durumuma baktıkça orada yazan tek bir kelime yüzünden donup kaldım. Evli evet, orada evli olduğum yazıyordu!
“Evli miyim?” Kelimenin tam anlamıyla afallamıştım. “Siktir evli değilim!” Burada yazan şey mümkün değildi çünkü kimseyle evlenmedim!
Bir imkânsızı yaşarken Kenan şaşkın gözlerini irice açıp, “Karun,” diye mırıldandı. Başını çevirip afallayarak bana baktı. “Evlendin mi?
“Hayır.”
“Evlendin ve benim bundan haberim yok mu?” Beni duyduğuna emin değilim.
“Hayır, Kenan.”
“Nikâh şahidin kim oldu?” Yüzünde oluşan küskün ifadeye hayretler içinde bakıyordum. “Ben olacağım sanıyordum.”
“Hayır, dedim ya lan!” diye bağırıp masadaki bilgisayarı yere fırlattım. Sinirden zangır zangır titrerken yumruğumu sertçe masaya geçirdim. “Bana bu işin nasıl olduğunu bul!” Derhal neler olduğunu öğrenmeliydi.
Haberim olmadan evlendim mi?
Sikeyim bu nasıl olurdu!
***
Çalışma odasının içinde çılgına dönmüş bir şekilde dönüp duruyordum. Bu gerçekten olmuştu, gerçekten evliydim! Üç saatimi bu zırvalığı araştırmakla harcamıştım lakin sonuç hiç değişmiyordu; evliydim! Şu zamana kadar bana karşı kurulan birçok komplo ve suikastla karşılaştım ama otuz yıllık hayatımda böylesini görmedim! Evlenmişim ama bundan haberim bile yoktu!
Bu tezgâhı bana kuranı bulduğumda ölmek için yalvaracak hale gelecekti. Çalışma odasındaki adamlarıma baktığımda Kenan başta olmak üzere hiçbiri tek kelime etmiyordu. Hepsi de korkudan dilini yutmuş bir halde tir tir titriyordu. “Birileri beni evlendirirken siz ne halt ediyordunuz?” Sinirden bağırarak onlara döndüm. “Bu siktiğim yerinde nasıl kimsenin haberi olmaz!” Susmaları beni daha fazla çıldırtıyordu. Yanımda işe yaramaz adamlar çalıştırdığıma inanamıyorum!
Başlarını öne eğmekten başka hiçbir işe yaramayan bu adamlar beni daha fazla kızdırdığı için, “Dışarı!” dedim dişlerimin arasından. “Kimin işi olduğunu bulmazsanız mezarlıkta kendinize yer arayın!” Bunu yapanı bulacağım, bulacak ve ceddini sikeceğim! Kimi karşılarına aldıklarını bilmiyorlarsa öğretirim. Bu alemde Sanrı lakabını aldıysam beni tanıyanlar neler yapacağımı bilirdi. Kimler bu işin içindeyse onları bulup hepsinin eceli olacağım!
Odadaki adamlar hemen dışarı çıkarken sadece Kenan kalmıştı. Onun bile gözleri ara ara kapıyı yokluyor, kaçmak için uygun bir bahane arıyordu. Suçun en büyüğü ona aitti çünkü onun işi benimle ilgili her türlü gelişmeyi takip etmekti. Bir hafta önce evlenmişim ama biz bunu daha şimdi öğreniyoruz! “Kapat kapıyı!” dediğimde o kadar sinirliydim ki yüksek çıkan sesimi kontrol edemiyordum.
Kenan kapıyı kapatıp suçluluk duyan gözlerle bana bakarken masaya doğru yürüdüm. Koltuğa oturup masanın üzerinde duran dosyayı elime aldım. Hiç tanımadığım karıma aitti bu dosya. Adamlarım üç saat içinde onun hakkında kaba bir araştırma yapıp hepsini bu dosyaya toplamıştı. Asıl dosyası birkaç gün içinde elime ulaşırdı çünkü burada yazanlar genelde herkesin kolayca ulaşacağı bilgileriydi.
Onun hakkında kapsamlı bir araştırma başlatmıştım. Birkaç gün içinde ilk adımlarına kadar onunla ilgili her şeyi öğreneceğim. “Bakalım kimmiş bu, Saka,” diye dosyayı açtım.
Kenan gereksizce beni düzeltip, “Adı Bige,” deyince, “Ama soyadı Saka,” diyerek onu tersledim.
“Soyadı Saka olunca ne oluyor?”
“Güzel demek oluyor, Kenan!” dedim kızgın bir sesle. “Kızın soyadı çok güzel, oldu mu?” dediğimde şaşkına dönmüş bir halde bana bakıyordu. Bunda şaşılacak ne var, anlamıyorum. Sinirli olabilirim ama Saka ismi hoşuma gitmişti.
Dosyayı açar açmaz kızın fotoğrafıyla karşılaştım. “Karım bu mu?” derken şimdi şaşırma sırası bendeydi. Dudaklarımdan benden bağımsız dökülen kelimelere engel olamadım. “Bu kız güzel.” Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Kız sahiden güzeldi.
“Kenan bu ne tür bir oyun?” Hayretler içinde kalarak karım olduğunu öğrendiğim kadının fotoğrafına bakıyordum.
Bu evlilik hasımlarımın işiydi bu bariz bir şekilde ortadaydı. Beni kızdırmak için çirkin bir kadınla falan evlendirdiklerini düşünmüştüm. Güzellik takıntım yoktu ama bu işler genelde böyle olmaz mıydı? Kimse düşmanını güzel bir kadınla gizlice evlendirmezdi. Evet, kız güzeldi. Fazla güzeldi. Gamzeleri de var. Karımın yanaklarında gamzeleri vardı. Gülümsüyordu. Sikeyim, neler düşünüyorum ben!
Kısa bir an gözlerinin kahvesine dalıp gittim. Sanki bir fotoğrafa değil de ona bakıyor gibiydim çünkü gözleri fazla canlı ve ışıltılıydı. Gülümsediği için gözleri biraz kısılmıştı. Kalemle özenerek çizilmiş gibi görünen kaşlarının bir bölümü görünmüyordu. Kakülü kaşlarını gizliyordu. Yanaklarındaki belli belirsiz çilleri fotoğrafta bile belli oluyordu. Tek tek sayılacak kadar azdı. Kahverengi saçlarını sıkıca bağlamıştı ama saçlarına garip bir toka takmıştı. Küçük, siyah bir fiyonk. On santim büyüklüğünde olan sade ve küçük bir tokaydı.
Bu kurdele toka onu şirin veya sevimli göstermiyordu. Daha çok ona kasvetli bir hava katıyordu. İnce askılı, siyah bir elbise giymişti. Göğüs dekoltesi olan ve kalçasını saran dar ve kısa bir elbiseydi. Sol göğsünün üstünde gördüğüm dövmeyle gözlerimi kıstım. Fotoğrafı elime alıp yakından bakmaya başlamıştım. Dövmesinin ne olduğunu fark edince dudaklarım kıvrıldı. Bu bir saka kuşuydu. Evet, dövmesi kelebek büyüklüğündeydi ama bir kelebek değil kuştu. Kanatlarını yukarı doğru açan bir kuştu.
Saka kuşu.
Dövmeye bakarken tebessüm ettiğimin farkında bile değildim. Bunu fark edince yüzümdeki tebessüm hızla kayboldu. Ne idüğü belli olmayan bir kadının yaptırdığı dövmenin ona yakışması umurumda olmamalıydı. Bu kadın da büyük ihtimalle bana oynanan oyunun bir parçasıydı. Yakında gazabımdan payını alacak insanlardan biriydi. Bu masum yüzün arkasında kim bilir ne tür şeytanlıklar yatıyordu.
Fotoğrafına bakmayı bırakıp hızlıca onun hakkında yazanları okumaya başladım. Adana doğumluydu ve yirmi altı yaşındaydı. Fotoğrafta daha küçük gösteriyordu. Bir albayın kızı olduğunu öğrendiğimde itiraf ediyorum biraz şaşırdım. O tür adamlar bizim gibilerden uzak durur ve nefret ederdi. Eğer ilkeleri olan bir babanın kızıysa büyük ihtimalle babası bu işin içinde değildi.
Para için mesleğini hiçe sayan insanlardansa belki de babası bu işin tam ortasındaydı. Şimdi cevaplanması gereken iki soru vardı. Babası kendi hırsları için kızını bu oyuna dahil etti mi? Yoksa kız babasından gizli kendini düşmanlarımın maşası mı yaptı? Cevap bunlardan biriydi.
Okumaya devam edince ikinci bir adı daha olduğunu öğrendim. Kimliğinde geçmiyordu ama Efil onun göbek adıymış. Bige bilge kişi anlamlarına geliyordu peki, Efil’in anlamı neydi? Sert ve şiddetli rüzgâr mıydı? Daha şimdiden hayatımdan esip geçmişken ister istemez adının hakkını ne kadar verdiğini merak ettim.
Okumaya devam edince onun görme bozukluklarıyla karşılaştım. Adamlarımın düştüğü notlara göre gözlerinde kalan cam parçaları ameliyatla çıkartılamamıştı. Küçük bir kısmı kızın gözlerinde kalmış çünkü çok derine batmış ve ameliyatla alınmayacak kadar küçük, görülmeyecek kadar şeffafmış. Gözlerine aldığı hasarlar ve teleskopla bile zor görünen cam parçaları onun gözlerinde ciddi bir görme problemi yaratmış. Bir patlamadan kaynaklandığı yazıyordu fakat patlamanın detayları henüz burada yazmıyordu. Her şeyin eksiksiz yazacağı asıl dosya birkaç gün içinde elime ulaşırdı.
Sıradan insanların hayatında bir patlama olmazdı.
Burada pek bir şey yazmadığı için ölen annesini ve firari ablasını hızlıca okudum. Annesinin ölüm şekli de pek sıradan değildi. Bu ailenin yaşadıkları sıradanlıktan çok uzaktı. Bu yılın başında olduğu nakil ameliyatını okudum. Bunun dışında pek bir şey yazmıyordu. Arkeolog olması dışında kayda değer pek bir şey yoktu. Dosyayı kapatıp Kenan’a bakmaya başladım. Belki sakinleşirim diye bir kadeh brendi doldurup bana getirdi.
Uzattığı kadehi alırken, “Kim bu kadın, Kenan?” diye sordum. Onun yüzünden nişanlım izini kaybettirmişti. Başıma bela olan bu kadın kimdi?
Kenan geriye çekilerek derin bir nefes aldı. “Bilemiyorum,” diye kısık bir sesle konuştuğunda sesi şöminedeki cılız ateşle yarışır gibiydi. “Kim olduğunu bende bilmiyorum.” Başını çevirip bana baktığında en az benim kadar kafası karışmış görünüyordu. “Onu biraz araştırdık sicili temiz.”
Sinirden elimdeki kadehi kıracakmış gibi sıkmaya başlamıştım. “Senin o sicili temiz dediğin kadın haberim bile olmadan benimle evlenmiş,” dedim alay ederek. “Bu nasıl oldu?” Kadehi sertçe masaya bırakarak ayağa kalktım. “Bana bunun cevabını bul!” Daha bir hafta öncesine kadar bekar biriydim. Daha bir hafta öncesine kadar başka bir kadın hayatımda, yanımda ve yatağımdaydı. Bugün ise arkasında bir mektup bırakarak beni terk etmişti. Peki, neden? Çünkü evli olduğumu öğrenmişti!
Kimseden değil, evlenmek istediğim kadından öğrenmiştim evli olduğumu.
Hem de bir mektupla!
Kenan bana kötü haber vermeyi sürdürdü. “Avukatlar bu evliliğin gerçek olduğunu savunuyor,” dediğinde zaten bildiğim bir şeyi bana hatırlatması hiçbir işe yaramıyordu. Yarım saat önce avukatla bizzat konuşmuştum. Hiç tanımadığım, daha önce yüzünü bile görmediğim bir kadınla bir hafta önce Adana’da evlenmiştim. Üstelik son bir aydır İstanbul dışına hiç çıkmadığım halde. Adını bile ilk kez duyduğum bir kadının kocası olmuştum.
Tüm bunların takibini yapamadığı için Kenan doğru düzgün yüzüme bile bakamıyordu. “İstanbul’a bilet almış,” dediğinde yüz ifadesi sıkıntılıydı. “Buraya geliyor.” İllegal yollarla benimle evlendiği yetmezmiş gibi bir de benim şehrime mi geliyordu? Bu kadındaki büyük cesaretti.
Kenan ne yapacağını bilmez bir halde bana bakmaya başlayınca, “Dokunmayın,” dedim pencereye yürürken. Camdan dışarıya bakıp hafif çiseleyen yağmuru izlemeye başladım. “Bakalım sonraki adımı ne olacak?” Yaşadığı yerden kanatlanıp benim cehennemime uçuyorsa bir amacı olmalıydı.
Kimdi bu Saka?
Yorumlar