Roman
  • 01/12/2025

31-BENİ BENİMLE ALDAT

Ruju dudaklarıma sürdükten sonra aynadan kendime bakmaya başlamıştım. Ortaya çıkardığım eserle gurur duyuyordum. Siyah göz makyajıyla yüzüme marjinal bir ifade katmıştım. Kavruk tenimi açık tonlardaki makyaj ürünleriyle açtığım için ten rengim değişmişti. Makyajla insan kendini yaşlandırabilir, gençleştirebilir, güzelleştirebilir hatta çirkinleştirebilirdi de. Benim gibi bir makyaj ustası ise daha fazlasını yapabilirdi.

İki saatlik bir uğraştan sonra şu anda ben bile kendimde tanıdık bir şeyler bulamıyordum. Elmacık kemiklerimi ortaya çıkarmak için yanaklarıma yaptığım gölgeler ve dudaklarımı olduğundan daha dolgun göstermem bile bende çok şey değiştirmişti. Uzanıp korumaların getirdiği eşyalar arasında lenslerin olduğu kutuyu aldım. Yeşil lensleri sırasıyla gözlerime takınca gözlerim sulandı ama birazdan geçeceğini biliyordum.

Sarı peruğu alarak balkon kapısına yürüdüm. Siyah kurdeleli tokayı çıkartamazdım. Peruğun altında da olsa tokanın saçımda olduğu bilinmeliydi. Balkonun ışığını yakarak dışarı çıkıp mermer korkuluğa yaklaştım. Takipçim kendini hiç göstermese de bir gölge gibi yıllardır beni izlediğini biliyordum. Bu yüzden tokayı hiç çıkarmıyordum. Malikânenin uzun duvarlarının dışında kalan binalara bakarken onun nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum.

Buralarda bir yerde olmalıydı. Şu anda beni izlediğini umut ederek elimdeki peruğu düzelttim. Kakülümü tel tokalarla saçlarımın arasına sıkıştırmıştım. Saçımı ise peruğun altında dikkat çekmeyecek şekilde topuz yapmıştım. Siyah kurdeleli toka hâlâ saçımdaydı. Tokayı peruğa takarsam tarikattakiler kim olduğumu anlardı. Bu yüzden onu gizlemeliydim.

Peruğu dikkatli bir şekilde takıp kafamda düzelttim. Perukla işim bittikten sonra, “Bir, iki, üç, dört,” diye sessizce saymaya başladım. “Beş, altı, yedi,” dediğimde bekleyişim ölümden daha beter ve stresliydi. “Sekiz, dokuz, on, on bir, on iki ve on üç.” Gözlerimi korku içinde yumdum ve göğsüme gelecek olan kurşunu bekledim.

Bir şey olmadı.

Gözlerimi yavaşça açıp rahat bir nefes almıştım. Peruğu kabul etmişti, etmesiydi beni vururdu. Peruğun altında da olsa toka hâlâ saçımda olduğu için peruğu kabul etmiş ve kural ihlali yaptığımı düşünmemişti. Şükürler olsun.

Odaya girdiğimde boy aynasından kendime bakınca sırıttım. Siyah çerçeveli gözlüğü de taktıktan sonra çantamı alıp odadan çıktım. Çok geç kalmıştık çünkü sadece makyajımı yapmam bile iki saat sürmüştü. Merdiveni indiğimde Duha ve Karun’un korumaları hâlâ antredeydi.

Kendi aralarında konuşan korumalar fazla rahattı hatta beni umursamıyor gibilerdi. “Hâlâ salondalar mı?” diye sorduğumda tanıdık sesimle birlikte hepsi şaşkınca, “Bige Hanım?” deyip hemen kendilerine çeki düzen verdiler. Dikkatli bakmadıkları sürece ben olduğumu anlamamışlardı çünkü yüzümde bir kutu fondöten vardı.

“Güzel.” Gülerek salona doğru yürüdüm. “İki saat süren çabam bir işe yaramış.” Onlar bile dikkatli bakmadıkça tanımadığına göre William hiç tanımazdı.

Kapıya adımlar atarken içeriden Duha’nın, “Saat akşamın onu,” diyen sızlanan sesini duydum. “Elay bile hazırlanıp döndü ama senin karın yukarıdan aşağıya inemedi.”

“Görünüşü konusunda fazla takıntılı,” diyen Karun’un sesini duydum. “Geliyor.”

“Hani nerede?”

“Dışarıdaki adım seslerini duymuyor musun?”

“Hizmetçi de olabilir,” diyen Duha canından bezmiş gibiydi. “Her on dakika da içeri girip ısrarla bir şey isteyip istemediğimizi soran şu can sıkıcı hizmetçi.”

Kapıya doğru yürürken Karun’un gülüşünü duydum. “Çiçek değil,” dedi kendinden emin bir sesle. “Gelen Saka topuklu ayakkabısının tıkırtısından tanırım.” Evet, bu konuda uzmandı. Adım seslerimin çıkardığı ritmi beynine kazıyan manyak bir kocam vardı.

“Oğlum sen kaçıncı seviye bir hastasın?” Duha’nın şaşkınlığı beni güldürebilirdi. “Kızın adımlarındaki ritimleri bile ezberleyecek kadar ne yaşıyorsun?”

Kapıyı açıp içeri girdiğimde beni gören Duha, sadece bir saniye gibi kısa bir an bana bakıp Karun’a dönmüştü. “Gelenin hizmetçi olduğunu söylemiştim.” Beni tanımamıştı. Üzerimde beyaz bir gömlek ve yüksek bel siyah bir etek vardı. Bu yüzden beni evdeki hizmetçilerden biri sanmıştı.

Camdan dışarıyı izleyen Karun içeriye girenin hizmetçi olmadığına emin bir şekilde, “Bu mümkün değil, gelen Saka olmalıydı,” diyerek yönünü kapıya çevirdi ve beni gördü.

Odadaki diğer herkes gibi o da önce evdeki hizmetçilerden biri olduğumu sandı fakat daha sonra gözleri kirpiklerimde oyalandı. Karun donup kalmıştı. Kirpiklerimde nasıl bir detay yakaladığını bilmiyorum ama ben olduğunu bilir gibi bakıyor, fakat ben olduğuma dair hiçbir bulamıyordu. Gözlerimin kahvesini görmek istedi lakin bir çift yeşil gözle karşılaşmıştı.

Kavruk tenim yerine solgun bir ten, öpmeyi sevdiği dudaklarım yerine ruj ve dudak kalemleriyle daha dolgun görünen dudaklarla karşılaşmıştı. Yanaklarımdaki tüm yağları aldırmışım gibi makyajla dolgunluk kattığım elmacık kemiklerime tuhaf gözlerle bakıyordu lakin tanıyamıyordu. Karun gözle görülür bir şekilde bocalamıştı. Yakından görmek için bana doğru yürürken gözleri siyah çerçeveli gözlüklerimde oyalanmaya başlamıştı.

Delice bir arzuyla gözlük ve lenslerin gizlediği gözlerimi arıyordu. Sürekli açık ettiğim vücudumu gizleyen beyaz gömleğin açık yakasına baktı. Otel odasında bir hafta boyunca sabahlara kadar seviştiği o yanık teni görmek istedi fakat yine makyajın eseri olan açık bir tenle karşılaştı. İnce belimi ve kalçamı saran dar eteği kontrol edip bacaklarımı görmek istedi ancak siyah tül çorapla büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Karun’un gözleri yukarı kayıp sarı ve kısa saçlarımda oyalandı. Dokunurken kokusunu içine çektiği o kahverengi saçları bulamayınca huzursuz olmuştu. Şaşkındı çünkü karşısında duran kadının karısı olduğuna emindi ama bir o kadar da yabancıydım. Mavi gözleri kirpiklerimde oyalandıkça ben olduğuma emin oluyordu ama diğer yerlerime bakınca kararlılığı sönüyordu.

Karun tam karşımda durduğunda daha fazla dayanamayıp, “Bir yabancıya bakar gibiyim,” diye yüzünü buruşturdu. “Bundan hiç hoşlanmadım.” Sesi rahatsız olmuş gibi çıkmıştı.

“Eğer heyecanlanınca kirpiklerini haddinden fazla kırptığını bilmeseydim belki de sen olduğunu anlamazdım.” Makyajla insan gerçekten de her şeyi yapabilir hatta istediği herkes olabilirdi. Doğru şekilde yapıldığında bir kadın erkek, bir erkek de kadın gibi görünebilirdi. Karun’un verdiği tepkileri gördükçe bunu daha iyi anlıyordum.

Gözlerimi kırpıştırarak Karun’a gülümsedim. “Nasıl? Sence William bu hâlde beni tanıyabilir mi?” dediğimde Kadem’in elindeki içki kadehinin yere düştüğünü gördüm. Sesimle birlikte herkes o kadar hızlı bana dönmüştü ki salonda birkaç hayret nidası yükselmişti. Evet, değişimim karşısında hepsi çok şaşkındı.

Onlara kıyasla bunu en sakin karşılayan Karun oldu çünkü o, daha ben içeri girmeden geldiğimi anlamıştı. Tüm şaşkınlığını az önce beni incelerken yaşadığı için onlara göre daha iyi durumdaydı. Tekrar ve tekrar yüzümü incelerken dudakları kıvrıldı. “Bu hâlde değil William, baban bile seni görse tanıyamaz,” dedi keyifli bir sesle. Gözleriyle yanaklarımı gösterdi. “Gamzelerin nerede?” Şu an için en büyük sorunu buymuş gibi davranıyordu.

“İçini fondötenle doldurdum.” Yüzümde çok fazla boya vardı. Parmağını bastırıp aşağıya doğru çekse ince bir yol açılırdı.

Karun ciddiyet içeren bir sesle, “Peki, geri gelecekler mi?” diye sorunca ne demek istediğini anlamadım. “Ne geri gelecek?”

Mavi gözlerini bir türlü yanaklarımdan ayırmıyordu. “Güldüğünde yanaklarında beliren o iki çukur işte.”

“Yüzümü temizleyince gelir.”

Rahatlayarak nefesini koyuverdi. “Güzel.”  Olmayacak şeylere takıyordu.

Diğerlerine döndüğümde hepsi dilini yutmuş gibi bana bakıyordu. Beyaz gece elbisesinin içinde kızıl saçlarıyla çok güzel görünen Elay, “Size bir tavsiye beyler,” diye mırıldandı şaşkınca. “İleride bir gün evlenmeye karar verdiğinizde yıkamadan almayın.”

Kadem hızlıca başını salladı. “Haklısın erkek bile çıkabilir.”

“Zemzem suyuyla kırklayacağım,” diye homurdandı Kenan. “Bu gördüklerimden sonra makyajlı kadınlara olan inancımı yitirdim.”

Duha gülerek ayağa kalktı. “Süslü kuş da geldiğine göre artık yola koyulalım.” Hepimizi kumarhaneye götürüp öldürtmek için fazla heyecanlıydı. Karun hâlâ ara sıra yüzüme bakarken girmem için kolunu uzatınca onun koluna girdim. Gidelim bakalım.

***

Şu ana dek her şey plana uygun bir şekilde gitmişti. Karun beni kumarhaneye yakın bir yere bıraktıktan sonra Duha bana bir yaka kartı vermişti. Onlar içeri girdikten yarım saat sonra gidecektim. Duha nasıl başardı, bilmiyorum ama malikaneden çıkmadan önce fotoğrafımı çekmişti. Biz kumarhaneye gelene kadar benim için o kadar hızlı bir yaka kartı çıkarmıştı ki afallamıştım. Yaka kartında Duha’nın çektiği fotoğrafım ve Çisem Yılmaz diye sahte bir isim vardı.

Kumarhaneye girerken kapıdaki korumalar kim olduğumu anlayacak diye çok korkmuştum. Neyse ki korktuğum gibi olmamıştı ve içeriye sorunsuz bir şekilde girmiştim. Hepimizin kulağında ten rengi kulaklıklar vardı böylece içeride birbirimizle iletişim halinde olabiliyorduk. Kulaklıkları dışarıdan içeriye sokamazdık bu yüzden Karun’un William’ın yanında olan köstebeklerinden biri içeride onları bizim için temin etmişti.

Bir saattir kumarhanedeyim ve şu zamana kadar herhangi bir sorun yaşamadım. Saat ilerledikçe zengin iş insanları buraya akın etmeye başlamıştı. Burası gittikçe daha fazla kalabalık olmaya başladığı için dikkat çekmeden bir yerleri kurcalamak hiç kolay değildi. Üstelik adım başı karşıma güvenlikten sorumlu birileri çıkıp duruyordu. William denen adam burayı korumalarla doldurmuştu.

Casino gibi bir yerdi çünkü kumarhane çok büyük olduğu için her salonda farklı oyunlar oynanıyordu. VIP müşterileri için özel bir salon hatta eğlence yeri bile vardı. Birçok striptizci kadın sürekli üst kattaki VIP bölümüne çıkıyordu. Özel müşterilere sadece özel garsonlar hizmet edebilirdi. Benim gibi dışarıdan getirdikleri kiralık garsonlar o kata çıkamazdı. Evet, çok sonradan anladım sadece bu gece için kiralanan garsonlardan biri olduğumu. Gerçek Çisem kimse ben onun yerine geçmiştim.

Görünüş olarak eminim ona hiç benzemiyordum ama kapıdaki kontrol sadece isim için geçerliydi. Neyse ki fotoğrafları karşılaştırmadılar. Hepimiz bir yere dağıldığımız için bu kalabalıkta ekipteki çoğu kişiyi göremiyordum. Ancak Karun’un masası görüş açımdaydı. Karşısında oturan kişi William olmalıydı. Çaktırmadan ona baktığımda ellili yaşlarında olduğunu gördüm. Sarı saçlarının yanlarında yer yer aklar vardı ve yeşil gözleri sinsice ara ara Karun’u kontrol ediyordu.

Acaba Karun şu ana dek ne kadar kaybetti?

Bu gecenin sonunda fakir kalırsak boşarım bu adamı!

Yan masadan buram buram içki kokan şişman bir adam, “Hey, sen,” diyerek bana seslendi. “Buraya gel.”

Elimdeki tepsiyi sıkıca tutarak ona doğru yürüdüm. Bu işte çok acemi olduğum için adım attıkça tepside duran kadehlerin içindeki içki çalkalanıyordu. Adamın yanında durduğumda kendine bir içki almak için elini uzattı fakat dikkatli bir şekilde bana bakınca durdu. Yüzüme bir kez bile bakmadı çünkü ilgilendiği yüzüm değil, vücudumdu. Dikkatini çeken şey de üzerimdeki gömlek ve etek olmuştu. “Bu nedir?” dediğinde memnuniyetsizliğini çok iyi belli ediyordu. “Kumarhanede artık rahibe mi çalıştırıyorlar?”

“O kadar meraklıysan sen soyun,” dedim ama der demez pişman oldum çünkü garsonlar böyle konuşmazdı.

Adam masasındaki kadınlara gövde gösterisi yapacak diye, “Ne dedin sen?” diyerek hemen ayağa kalkıp karşıma dikildi. “Cesaretin varsa tekrar söyle!” Cesaretimi mi sorguluyordu?

“O kadar meraklıysan sen soyun,” dedim sakince. Bana vurmaya kalkışırsa parçalarını morgda toplamak zorunda kalırdı.

Hadsiz adam ikinci kez aynı ters cevabı alınca yüzü sinirden kıpkırmızı olurken, “Ne diyorsun lan sen!” diye hırlayıp üzerime atıldı.

Elimde tepsi tuttuğum için ellerim boş değildi. Ellerimdeki şeyden kurtulmadan kendimi koruyamazdım. Bu yüzden o üzerime atılınca aceleyle birkaç adım geriye çekildim. Sırtım bir şeye çarparken adamın yüzüme doğru gelen tokadını gördüm. Arkamdan bir kol kulağımın yakınında o kadar hızlı uzandı ki yüzüme değmeden şişman adamın bileğini havada yakalamıştı. İçki ve sigara kokan bu yerde ansızın burnuma serinletici ferah bir koku gelmişti. Arkamda biri vardı ve bu koku ondan geliyordu.

Arkamdaki kişi her kimse beni şişman adamın tokadından kurtarmıştı. Öfkeli adam bileğini tutan kişiye kızmak için başını kaldırınca gözleri irice açılmıştı. Arkamda duran adama baktıkça gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi büyüyordu. Ve işte o sesi duydum. “Ne yaptığını sanıyorsun?” Tam arkamda duyduğum bu ses kalın ve keskindi.

“Hector,” diyen adam bileğini hemen çekip panik olmuş bir hâlde ona beni gösterdi. “Bu saygısız garsona haddini bildirmek üzereydim. Bana hakaret ederek sınırlarını aştı!”

“Hımm,” dercesine bir ses duydum. “Böyle bir şey yaptın mı?” diyerek kolumu tuttu ve ani bir hareketle beni kendisine çevirdi. Ellerimin dolu olduğunu fark etmeyip sert bir şekilde beni çevirince öne doğru sendeledim ve tepsideki her şey onun üzerine döküldü. Hay aksi!

Buz gibi içkiler üzerine dökülünce irkilerek bir adım geriye sıçradı. Beyaz gömleğindeki lekelere bakıp çatık kaşlarla başını kaldırmıştı. Simsiyah gözleriyle karşılaşınca hissettiğim yoğun ürpertiyi anlatamam. Tıpkı Duha gibi onun da gözleri siyahtı ama Duha’nın aksine gözleri alaycı bakmıyor, fazla donuktu. Gözleri gibi saçları da siyahtı. Tavandaki avizenin ışığı bile koyu saçlarının rengini açmıyordu.

Uzun kıvrımlı kirpikleri gecenin rengini taşıyan gözlerini sarıyor, salonda yükselen sigara dumanının arasında kısık gözlerle beni izliyordu. Uzun yüzüne, köşeli çenesine hatta çenesindeki çukura kadar bakmıştım. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum sadece bakılası bir yüzü vardı. Ben renkli göz ve renkli saçlara sahip olan erkekleri çekici bulmuyordum. Tıpkı Duha’da olduğu gibi Hector denen bu adam da arzuladığım fiziksel özelliklere sahipti.

Evet, Karun kumraldı ve mavi gözleri vardı. Ancak Karun yakışıklı yüzüyle, ağız sulandıran kaslı vücuduyla ve karizmatik hareketleriyle benim için bir istisna olmayı başarmış ve kalbimi fethetmişti. Yine de siyah saç, siyah göz tutkumdan vazgeçmiş değildim. Karun bu tür zevklerim olduğunu bilmese de olurdu. Yirmili yaşların sonunda olduğunu bariz bir şekilde gösteren bu adam benden en fazla birkaç yaş büyük olabilirdi.

O değil ona haddinden fazla uzun bakan bendim. O sadece kirlettiğim gömleği için kızgındı. Hesap soran bakışları insanı ürküttüğü için, “Affedersiniz,” deyip bir mendil bulmak için etrafıma baktım ama bulamadım. Yanımda mendil taşıdığımı hatırlayınca tepsiyi masanın üzerine bıraktım. Eteğimin cebindeki mendili çıkarmıştım.

Köşesine B.E.S harfleri, yani baş harflerimin işlendiği ipek mendili onun göğsüne doğru uzattım. Beyaz gömleğindeki içki lekelerini silmek istedim fakat hatırladıklarımla yapamadım, elim havada kaldı. Ben henüz çocukken annemin bana işlediği bir mendildi. Avucumdaki mendili sıktığım için baş harflerimin olduğu kısım avucumun içinde kalmıştı.

Bu yüzden mendile işlenmiş baş harflerini görmedi ama mendile attığım yoğun ve üzgün bakışları gördü. Aynı hissizlikle gözlerime bakarken, “Bu basit mendil batırdığın gömleğimden daha değerli değil,” diye sordu alayla.

“Benim için değerli.” Şişman adam ondan çok korktuğu için buradaki önemli müşterilerden biri olmalıydı. Onu kızdırıp bu geceki planın içine etmek istemediğim için saygılı olmaya çalışarak, “Üzgünüm,” dedim. “Gömleğiniz için yapabileceğim bir şey var mı?”

Ben saygımı korumaya çalıştım ama o, en büyük saygısızlığı yaparak avucumdaki mendili çekip aldı. Gözlerimin içine baka baka mendilimle gömleğini silince kaşlarım çatılmıştı. O kadar sinirlendim ki kontrolüm dışında ona vurmak için elimi kaldırdım. Tam zamanında elimi yakalayıp sert bir hareketle bükerek belime sabitledi. “Ne büyük bir aptallık!” Asabiyet içiren bir hareketle belime baskı uygulayınca göğsüne çarpmıştım.

Başını eğip sinirli yüzüme bakarak kaşlarını hafifçe çattı. “Ucuz bir mendil için ölmeye değer mi? Eğer o elin yüzüme çarpsaydı şu anda ölmüştün!”

Başımı kaldırıp aynı sinirle üzerime eğilen adama baktım. “Sizin yüzünüz bir kadını öldürecek kadar değerli mi? Küçük bir tokadı kaldıramayacak kadar hassas mısınız?”

“Tokat değildi.” Sinirden çakmak çakmak yanan gözlerime baktıkça öfkemden besleniyor gibiydi. “Atmaya çalıştığın şey bir yumruktu.” Şimdi bakışlarında olan şey meraktı. “Kontrolün dışında gerçekleştiği çok barizdi peki, bir kadın nasıl bir yumruğu öylesine sağlam ayarlayabilir? Kolunu tutuş şeklin bile önceden çalışılmış gibiydi.”

Detayları en iyi şekilde yakaladığı için sorgulayan gözleri üzerimdeydi. “Neden içimden bir ses istesen şu anda bile çok kolay kurtulabileceğini söylüyor?”

Onun göğsüne hapsolmuşken bel boşluğuma bastırdığı elimi kurtarmaya çalıştım. “Gördüğünüz gibi deniyorum,” dedim aptalı oynayarak. “Ama benden daha güçlüsünüz.” Aslında istesem kurtulurdum. Her şey fiziksel güç değildi.

Egosunu okşayıp kafasındaki şüpheleri dağıtmaya çalıştım. “Beni bırakır mısınız?” Nefret ettiğim o cümleyi kurarken yüz ifadem nasıl görünüyordu, hiç bilmiyorum ama, “Canımı yakıyorsunuz,” dedim. Canım yanınca genelde canımı yakıyorsun diye sızlanmak yerine can yakardım. Bu yüzden bu cümleyi söylemekten hoşlanmadım.

Hector denen adam yüzümdeki rahatsız edici duyguyu yakalamış olmalı ki, “Demek canını yakıyorum?” diyerek soğukça güldü. “Yanmasın o zaman canın.” Elini çekerek bir adım arkaya çekildiğinde alay ettiği o kadar belliydi ki. “Her ne kadar canını yakmak için hiçbir şey yapmamış olsam da.” Tehdit eder gibi gözlerime baktı. “Henüz... “ Bu da neydi şimdi?

Benden uzaklaşınca gözleri gömleğimde oyalandı. Başımı eğip bakınca tıpkı onun beyaz gömleğinde olduğu gibi benim gömleğimde de içki lekeleri olduğunu gördüm. Beni göğsüne yapıştırınca haliyle bana da bulaşmıştı. Ödeşmiş gibi dudağının köşesi bükülünce öldürecekmiş gibi ona bakıyordum. “Aman çok komik,” diyerek omzuna çarpıp yanından geçtim.

Kapıya doğru yürürken arkamdan sinirli sesini duydum. “Bunun için seni öldürebilirim!”

“Eminim yaparsınız!” dedikten sonra adeta koşar adım dışarı çıktım. Öldürecekmiş, hadsiz piç! Sen kimsin ki beni öldüreceksin.

Geri dönüp ona haddini bildirmemek için hemen buradan uzaklaşmalıydım. Neyse ki kulağımdaki kulaklığı henüz açmadığım için Karun olanları duymamıştı. Kendimi kadınlar tuvaletine atınca hemen kabinlerden birine girdim. Kapıyı kilitlerken fazla aceleciydim. Hızlı hızlı nefesler alırken bir adım öne atıp yumruklarımı sıktım ve başımı yukarı kaldırıp boğazımı yırtarcasına haykırdım. Annemin mendilini mahvetmişti, üstelik mendil onda kalmıştı.

Üç ayda gördüğüm o terapiler hiçbir işe yaramamıştı benim hâlâ sorunlarım vardı. İçimde yılların azabı varken bozulan bir psikolojiyi üç aylık bir terapiyle düzeltemezdim. Bastırdığım her şeyi attığım çığlıklarla kontrol altında tutmaya çalışıyordum ama biliyorum ki bir süre sonra çığlıklarım bile duygularımı dizginlemeye yetmeyecekti. Yaşadığım bu öfke patlamaları beni korkutuyordu.

Kabinden aynı hızla çıkarken, “Şerefsiz piç!” diyerek ona sövmeye başladım. Umarım tekrar karşıma çıkmazdı!

Musluğu açıp elimden geldiğince gömleğimdeki lekeyi çıkarmaya çalıştım ama işe yaramadı. On dakika boyunca aralıksız uğraştım fakat bariz bir şekilde belli eden kırmızı şarabın tamamı çıkmamıştı. Böyle bir gömlekle dışarı çıkamazdım ama yapacak bir şey de yoktu. Yürüyüp kapıya açmıştım ki kapının dış tarafında kapı koluna asılmış beyaz bir gömlekle afalladım. Gömleği elime alıp etrafıma baktım ama yarı çıplak dolaşan garsonlar dışında kimseyi bulamadım.

Gömleği alıp içeri girdikten sonra kontrol ettim. Beyaz gömleğin bir erkeğe ait olduğu çok açıktı çünkü bedeni büyüktü. Gömlekte aldığım kokuyla ikinci kez afallamıştım. Bu kokuyu o hadsiz adamdan da almıştım. Onun gömleği miydi? Ben on dakika boyunca içeride gömleğimdeki lekeyi çıkarmaya çalışırken bana kendi gömleklerinden birini mi getirdi? İnanılır gibi değildi.

Normal şartlarda olsa annemin mendilini öyle hunharca kirleten birinin gömleğini asla giymezdim. Fakat kirli bir gömlekle dolaşamayacağım için buna mecburdum. Hızlıca kendi gömleğimi çıkartıp onun kapıya astığı gömleği giydim. Erkek gömleği olduğu için haliyle bana çok bol olmuştu. Gömleğin eteklerini eteğimin içine koydum ve kollarını da toplayarak dışarı çıktım. Kendi gömleğimi çöpe atmıştım. Bol olsa da bu gece bununla idare edeceğim.

Saçlarımı düzeltiyormuş gibi yapıp kulağımdaki kulaklığı açtım. Karun’un kumar oynadığı salondan içeri girmiştim. Etrafta yarı çıplak dolaşan garson kızlardan birinin tepsisini elinden aldım. Buradaki kadın garsonlar kalçalarının arasına giren mini, deri bir şort ve zımbalı sütyen takıyorlardı. Onlardan çok farklı giyindiğim için göze batıyordum ama umurumda değildi. Tangadan farkı olmayan o şortu ve sadece göğüs uçlarını kapatan o sutyeni burada asla giymezdim.

İlla giyeceksem yatak odamda Karun’un aklını başından almak için giyerdim. Etrafıma bakınca Hector denen o hadsiz adamı görmeyince rahat bir nefes almıştım. Üzerini değiştirmek için gitmiş olmalıydı. Konukların arasından geçip onlara içki servisi yaparken Duha ile göz göze geldim. Pencerenin yanında ayakta durup bir adamla sohbet ediyordu. Duha kısa bir an bana bakınca başını çok az bir açıyla sallamıştı.

Hayır, bu selam vermek değildi, bunun anlamı başlıyoruz demekti. Nihayet zamanı geldi çünkü işi tamamlayıp bir an önce bu rezil yerden ayrılmak istiyordum. Duha’dan gereken işareti aldığım için elimdeki içki tepsisini sıkıca tutarak Karun’un olduğu masaya yürümeye başladım. Masada kumar oynayan sevgili kocam şimdiden çok para kaybetmişti ama bunu zerre kadar umursamıyordu. William’ın keyfini yerinde tutmak için o masada kaybeden taraf olmalıydı.

Karun’un koltuğunun kenarına kalçasını yaslayıp kocama sırnaşan kadını görünce durdum. Çatık kaşlarla kadına baktığımı gören Duha’nın sesini kulağımdaki kulaklıktan duyuyordum. “O kadın William’ın göstermelik nişanlısı Cassandra,” diye bana küçük bir açıklama yapmıştı. “Ona aldırma ve bir arıza çıkarma.” Kocama asılmasını görmezden mi geleceğim? Denerim!

Ya da denemem doğrudan dalarım sonra da hepimizi öldürürler.

Tamam, tamam, görmezden gelebilirim.

Kadına bakmak bile ciddi anlamda sinirlerimi bozuyordu. Cassandra aslında Karun’a asılıyormuş ayaklarıyla onun kartları hakkında gereken bilgiyi William’a küçük işaretlerle veriyordu. Eminim Karun’da bunun farkındaydı ama bu gece kumarda kazanmak gibi bir niyeti olmadığı için bunu sorun etmiyordu.

William Marasliyan’ın kumarhanesine gelmek benim için çok tehlikeliydi çünkü amcası Carlos’u öldürdüğüm için peşimdeydi. Ancak sarı bir peruk, yeşil lensler ve cildimi açacak makyajla beni tanıyacağını sanmıyorum. Üstelik daha önce onunla hiç yüz yüze gelmemiştik. Beni en fazla fotoğraflarımdan görmüştür. Kılık kıyafetimi değiştirerek onun mekânına gireceğimi aklından bile geçirmezdi.

Onların yanına giderken Kadem’de bana doğru yürümeye başladı. Yanımdan geçerken elindeki brendi bardağını hızlıca tepsime bırakmıştı. Karıştırmayayım diye bardağı diğer kadehlerden farklı bir yere koymuştu. Kadem’in omzu omzuma sürtünerek yanımdan geçmişti ama kulağımdaki kablosuz kulaklıktan, “İçkiyi William içmeli,” diyen sesini duymuştum.

İnsanların arasından geçerek kocamın masasına doğru yürürken Furkan’ın sesini de kulaklıktan duydum. “Kenan Bey ile üst kata çıkıyoruz acele edin, Bige Hanım.” Hepimizin kulaklığı birbiriyle bağlantılı olduğu için birbirimizi duyuyorduk.

“Kasanın olduğu odanın anahtarını aldım,” diyen Elay’ın sesini duydum. Bekle, ona da mı görev verdiler? Buraya sadece birimiz yaralanırsak ilk müdahaleyi yapmak için geldiğini sanıyordum. Sarhoşlara içki dağıtacağım diye planın çok gerisinde kalmıştım. Kulaklığı daha erken açsaydım daha çok şey öğrenebilirdim.

Elay, “Kenan her neredeysen derhal koridorun sonundaki odaya gel,” dedi. “Olamaz, birileri odaya geliyor. Dövüşmeyi bilmediğimi biliyorsunuz! Beni bu işe bulaştırdığınıza inanamıyorum!” diyen isyanıyla Duha’nın gülüşünü duydum.

Başımı Duha’nın olduğu yöne çevirince insanların arasından geçerek kapıya yürüdüğünü gördüm. “Sakin ol doktor, bir yerlere girip saklan yanına geliyorum.”

“Odada baygın bir adam var, nasıl saklanabilirim?” diye sızlandı Elay.

“Çok ayıp doktor,” dedi Duha eğlenen bir sesle. “Senin işin insanları ayıltmak, bayıltmak değil.”

“Beni soymaya kalkıştı.”

“Sikeceğim onu bekle geliyorum!”

Onları dinlemeyi bırakıp William’ın masasının yanında durdum. “Brendiniz efendim,” diyerek en sevdiğim sert içkiyi tepsiden aldım.

Gözlerimde yeşil lensler ve gözlük olmasına rağmen William ile göz teması kurmaktan kaçınıyordum. Bardağı önüne koyacağım esnada, “İstemez,” dedi kaba bir sesle. Masadaki kart destesinden bir kart çekerken ilgisiz görünüyordu. “Bu gece daha fazla içmeyeceğim.” Hay aksi, bunu içmeliydi!

Karun ona sırnaşan kadına gülümserken, “Bana ver onu,” diyerek rahat davrandı. “William bir bardak daha içerse masaya yığılabilir.” Onu kışkırtıyordu.

Cassandra sevgilisinin gözleri önünde yüzünü Karun’un boynuna doğru uzatıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Koltuğun kenarına kalçasını yaslayıp oturduğu için biraz daha Karun’a doğru kayarsa onun kucağına düşebilirdi. Biliyorum her şey planın bir parçasıydı ama bunu görmek zorunda mıyım? Özellikle Karun ona tatlı tatlı gülümserken. Bana bile bir kez böyle gülmedi be!

Acaba plan ayağıyla şu anda gözlerimin önünde beni aldatıyor mu? Bana bir kez baksa ölümcül bakışlarımdan nasibini alacaktı ama bunu bildiği için Cassandra dışında kimseye bakmıyordu! İçkiyi Karun’a vereceğim esnada William, “Ver şunu içeceğim,” deyince gülmemek için yanaklarımın içini ısırdım. Ah, şu erkek egosu, her yerde iş görüyordu.

Brendiyi onun önüne koyduktan sonra boş bulunup başımı kaldırmak gibi bir hata yaptım. William ile göz göze geldiğimizde sertçe yutkundum çünkü düşmanımın gözlerine bakıyordum. Beni tanıdı mı diye soluğumu tutarak beklemeye başlamıştım. İçimden bir ses Karun’un artık sadece Cassandra’ya bakmadığını söylüyordu.

William beni tanımamış olmalı ki boyalı yüzüme iki saniyeden fazla bakmamıştı. Neden diğerleri gibi giyinmediğimi sorgularcasına baktı ama kafası Karun ve Duha’nın ani ziyaretiyle dolu olduğu için giydiklerimin üzerinde durmadı. Önüne dönüp oyununa kaldığı yerden devam etmişti. Karun’un rahatlayarak nefesini verdiğini gördüm.

Gitmeye hazırlanıyordum ki tam arkamda mendilimi kirleten o hadsizin, “Masada bana da yer var mı?” diyen sesini duydum. Buraya da geldi densiz herif.

Panik olduğum için bir an önce buradan uzaklaşmak istedim. Bu yüzden Hector’un arkamdan durduğunu fark etmedim. Arkamı dönerek aceleyle bir adım atınca yine ona çarptım! Ve evet, ona çarpınca yine tepsideki her şey onun üzerine dökülmüştü. Hadi ama şaka mı bu?

İlk seferinde olduğu gibi soğuk içkiler yüzünden irkilerek bir adım geriye çekilmişti. Hector başını eğip yeni değiştirdiği beyaz gömleğindeki sarı ve kırmızı içki lekelerine bakınca dişlerini sıktı. Beni gördüğüne şaşırmadı ama ikinci kez gömleğini kirletmeme haliyle sinirlendi. “Bilerek mi bunu yapıyorsun!” diye hırlayıp üzerime yürüdü.

Hemen bir adım geriye çekildim. “Bunu verebilirim size.” Karun’un yanında bir arıza çıkarmasın diye üzerimdeki gömleği gösterdim. “Geri ister misiniz?” diyerek büyük bir pot kırmıştım. Olamaz, Karun bunu duymuştu.

Hector üzerimdeki gömleğine bakıp isteksizce gür kaşlarını büktü. “Kalsın!” Tıpkı ona yaptığım gibi omuzuyla omzuma sertçe çarparak yanımdan geçmişti. Masadaki bir adamı kaldırıp onun yerine oyuna dahil olmuştu. Ödeşmek gibi bir takıntısı mı vardı bu hayvanın? Omzumu çürüttü!

Başımı çevirip Karun’a baktığımda delici bakışları üzerimdeki gömlekteydi. Hector’a ait bir gömleğin nasıl benim üzerimde olduğunu düşünüyor, kafasında binlerce senaryo kurarak içten içe çıldırıyordu. Aklından geçenleri öğrenmeye bile korkuyordum. Gömleğe baktıkça değişen bakışları ürkütücü bir boyuta ulaşmıştı. Onun bakışlarından kurtulmak için aceleyle, “İzninizle,” deyip gitmeye çalıştım.

Çalıştım diyorum çünkü gidemedim. Hector, “Kal,” diyerek beni durdurmuştu. Karun’u ne denli kızdırdığını bilmeden koltuğunun yanını gösterdi. “Buraya gel. Bakalım şansın da hizmetin kadar iyi mi?”

Hector sürekli üzerine bir şeyler döktüğüm için beceriksizliğime dem vurarak alay etmişti. Fakat üzerimdeki gömlek yüzünden her şeyi yanlış anlayan Karun, “Hizmeti iyi mi?” diye sordu. Öfkesini bastırmaya çalışıp buz gibi gözlerini ona dikmişti.

Karun tüm dikkatini Hector’a vererek başıyla beni gösterdi. “İçki servisi yapmak dışında bir garsonun ne gibi iyi hizmetleri olabilir?” Ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Hector’un ağzını arayarak bu gömleğin nasıl üzerime geçtiğini öğrenmeye çalışıyordu. Ne düşünüyordu, Hector ile seviştikten sonra onun gömleğini giydiğimi mi? Delirmiş olmalıydı.

Annesinden dolayı mı yoksa Rengin’in ihanetinden sonra mı böyle oldu, bilmiyorum ama Karun’un kadınlara karşı büyük bir güven problemi vardı. Karısı olsam bile yeteri kadar bana güvenmiyordu. Bunu değiştirmeye çalıştığını, bana güvenmek için kendini zorladığını biliyorum. Evet, bu konuda çaba sarf etmediğini söyleyemem ama güven sorunu öyle birkaç ayda üstesinden geleceği bir şey değildi. Böyle anlarda hep patlak veriyordu.

İkimizin de çok ağır sorunları olduğu için ya üstesinden gelmenin bir yolunu bulacaktık ya da birbirimizi yıpratıp duracaktık. Masa görevlisi onlara kartlarını hızlıca dağıtırken Hector başını çevirip omzunun üzerinden Karun’a baktı. “Bir garsonun bizi eğlendirmesinin birçok yolu var.” Güldü. “Bunu bilmiyor olamazsın.”

Karun’un koltuğun kenarında duran parmaklarının avucuna doğru büküldüğünü gördüm. Tüm öfkesini yumruğuna hapsetmek istercesine elini sıkmaya başlayınca, “Evet, bizim işimiz bu,” diyerek gülümsedim. Çıldırıyordu.

Karun’a doğru yürürken onu yatıştırmak için sesimi mümkün olduğunca yumuşak tutmaya özen gösterdim. “Eğer isterseniz sizi de eğlendirebilirim.” Yiyecekmiş gibi ona yapışan Cassandra’yı işaret ettim. “Ama sizi zaten eğlendiren biri var, değil mi?”

Karun buz gibi gözlerle bana bakarken, “Cassandra,” diye yanındaki kadına seslendi. “Neden birazda William ile ilgilenmiyorsun? Bakalım bir garson beni ne kadar eğlendirebilir?”

Kibarca kovulmak Cassandra’nın hoşuna gitmedi ama kalmak için ısrar edecek durumda da değildi. Asılan suratını gizlemeye çalışarak, “Tabii,” dedi kuru bir sesle. Karun’un yanından kalktı ve nişanlısına doğru yürüdü. Bunu yaparken kısa bir an bana bakıp yüzünü tiksinti içinde buruşturmayı ihmal etmemişti.

Yürüyüp Cassandra’dan kalan boşluğa, yani Karun’un koltuğunun kenarına oturdum. William, Hector ve masada tanımadığım üçüncü bir adamın bakışları eşliğinde Karun’un üzerine eğildim. Elimi uzatıp avuç içimi sakallarına sürterek çenesini hafifçe tuttum ve yüzünü kendime doğru çevirdim. Üzerimdeki gömlekle ilgili gereken yanıtı alamadığı için bana olan bakışları donuktu. Bu yüzden dokunuşlarım onu mutlu etmiyordu.

Başımı eğip dudağımı yanağına sürterek kulağının yakınına getirdim. “Düşündüğün gibi değil,” diye fısıldadım. Ona gereken açıklamayı yapmanın tek yolu buydu.

Dudaklarım kulağına sürtünürken, “Onun yüzünden gömleğim kirlendi,” dedim kısık bir sesle. Dudaklarımı aşağıya kaydırıp boynuna küçük öpücükler kondurarak onu sakinleştirmeye çalıştım. Başımı geriye çektim ve yüzünün diğer tarafına geçtim.

Yine dudaklarımı yanağına sürterek kulağına uzandım. Tabii bütün bunları yaparken ellerim hep göğsünde hareket ediyordu. “Kadınlar tuvaletinde gömleği temizlemeye çalışırken temiz bir gömleği kapıya asıp gitmiş,” diye fısıldadım.

Kafamı boynuna gömüp boynunun bu tarafına da aynı sayıda küçük öpücükler kondurdum. Öpücüklerimi eşitleyip tekrar kulağına dudaklarımı yaklaştırdım. “Gömleği alıp giydim çünkü ona ait olduğunu bilmiyordum.” Açıklamama küçük, beyaz bir yalan eklemek zorunda kalmıştım. Gömleğin Hector’a ait olduğunu bilmeme rağmen onu giymem Karun’u kızdırabilirdi.

Kulak memesini dişlerimin arasına alıp hafifçe ısırdım. “İnan bana kocam, kime ait olduğunu bilmiyordum,” diye fısıldadım. “Çok müşkül bir durumdaydım giymek zorunda kaldım.”

Herkes onun kulağına seksle ilgili şeyler fısıldayıp onu ayarttığımı düşünürken ben aslında Karun’a gereken açıklamayı yapıyordum. Yeteri kadar ikna edici olmalıyım ki elimin altındaki gergin bedeni gevşemeye başlamıştı. Başımı geriye çekip yüzüne baktığımda bana inandığı için gözlerinin mavisi yine sevdiğim şekilde bana bakıyordu. “Karun Bey,” diye fısıldadım ona sırnaşarak.

“Evliydiniz değil mi?” Onun parmağındaki yüzüğü dururken ben ne yazık ki bu gece için yüzüklerimi çıkarmak zorunda kalmıştım. Evden çıkarken yüzük taktığım elimi özellikle ondan saklayıp durduğum için henüz bunu fark etmemişti.

“Karınızdan ne kadar korkuyorsunuz?”

Ne yapmaya çalıştığımı anlamak için uğraşırken tek kaşını yukarı kaldırdı.  “Bunu neden soruyorsun?”

Masadaki insanlar böyle bir mekânda uluorta sevişen müşterilerine alışık oldukları için kocamla istediğim her şeyi yapabilirdim. Şu ana kadar kimse tek kelime etmediğine göre sanırım burada müşteri memnuniyeti her şeyi kapsıyordu. Parmaklarım Karun’un boynuna sürtünürken, “Karınızdan ne kadar korkuyorsunuz?” diye sordum bir kez daha. “Mesela sizi öpmek istesem bana izin verir misiniz, yoksa onun kulağına gidecek diye endişelenir misiniz?”

Karun’un dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluşurken, “Kalk yanımdan,” diyerek bana takıldı. “Çünkü karımdan ödüm kopuyor,” deyince kıkırdadım. Çok tatlıydı.

Gözlerimi yalancı bir şaşkınlıkla büyüttüm. “O kadar fena bir kadın mı?”

“Tahmin bile edemezsin.” Gözlerinde haylaz parıltılar vardı. “O Çeyrek Mafya şakaya gelmez.”

Üzülmüş gibi yaparak dudaklarımı büzdüm. “O zaman sizi öpemeyecek miyim?” dedim ama bacaklarımı iki yanından açarak kucağına oturmuştum. Kucağına iyice yerleşerek ellerimi omuzlarına koydum. “Bir gecelik küçük bir kaçamaktan bence haberi olmaz.”

Kışkırtıcı hareketlerle daha şimdiden onu baştan çıkarmış olmalıyım ki Karun yutkunmuştu. “Haklısın.” Boğuk ama eğlenen bir sesle konuşup ellerini kalçamın üzerine koydu ve beni sertçe kendisine bastırdı. “Karım evde uslu uslu oturuyordur nereden bilecek ne yaptığımı,” deyince kahkaha atmak ve onu boğmak arasında gidip geldim. Beni benimle aldatması komik olduğu kadar trajikti de.

Karun tam beni öpecekti ki Duha’nın, “Tüm ekip olarak sizi duyduğumuzun farkında mısınız?” diyen sesini işitince durmuştu. “Fransızların otelini yıktığınız yetmedi şimdi sıra buraya mı geldi?” Hayvan herifin her şeyden de haberi vardı.

“İnsanları rahat bırak da çıkar beni buradan!” diyen Elay’ın kızgın sesini duydum. “Korktuğumu görmüyor musun? Ölmüş mü adam?”

“Elay sen nesin, yani mesleğin ne?” diye sordu Duha.

“Doktor.”

“Peki, sence ben neyim?”

“Katil.”

“Adamın kafasını kim yardı?”

“Ben.”

“Şu anda adamın nabzını kim kontrol ediyor?”

“Sen.”

“Sence de bu işte bir terslik yok mu?”

“Ne gibi?”

“Elay biliyor musun, delirip beni abin sandığın o dönemlerde şu anda olduğundan daha az aptaldın,” diyen gülen sesini duydum. “Acaba şöyle en sağlamından bir tane kafana geçirsem daha az aptal olduğun o günlere döner miyiz?”

“Bu durumdayken bile alay edecek kadar hastasın!”

“Kızım ben doğuştan rahatım, en etkileyici yönlerimden biri bu ama sen farkında değilsin.”

“Baygın bir adamın başında söylediğin bu saçmalıklar o kadar etkileyici ki adeta mest oldum!”

“Yeteri kadar mest olduysan biraz sus da bende mesut olayım.”

“Mesut derken?”

“Kaliteli esprilerimi hep senin gibi yanlış insanlara harcıyorum. Sus artık doktor!” deyince Kenan ve Kadem’in kahkaha atan sesini duydum.

Hector’un Karun’a masayı gösterip, “Kızla daha sonra ilgilenirsin,” diyen sesiyle bizimkileri dinlemeyi bırakmıştım. “Şimdi biraz oynayalım.”

Karun’a zaten bilmesi gereken her şeyi anlattığım için onun kucağından indim. Bizimkileri bulmak için buradan ayrılacaktım ki Hector, “Nereye gittiğini sanıyorsun?” diyerek yine Karun’un sinirleriyle oynamaya başlamıştı. Oturduğu koltuğun hemen yanını gösterdi. “Yanımda dur,” dediği an Karun’un hiddetli bakışları hızla Hector’u bulunca gerçek anlamda korkmaya başladım.

İşler gittikçe kontrolden çıkıyordu!

Yorumlar