Roman
  • 01/12/2025

32-KRALIN TAHTI YIKILDI

“Biliyorum senin dünyandaki küçük bir noktayım ama unutulmaması gereken en önemli şey, noktanın olduğu yerde tüm cümlelerin son bulduğuydu. Sonları ben aldım sen başlangıç ol.”

Hector denen adam beni kullanarak kocamın damarına, damarına basarken olmam gereken tek kişi Saka’ydı. Bu masayı Hector’un kanıyla yıkayıp üstüne bir sigara yakan kadın olmalıydım. Olmam gereken kişi ve yapmam gereken şey belliyken hiçbir şey yapamıyordum çünkü burada yalnız değildim! Çok şey yapmak istiyordum ama tüm ekibin hayatını tehlikeye atmaktan korkuyordum.

Hector onun yanına gitmemi isteyince Karun’un ona olan bakışları düz ve boştu ama hissettirdikleri dehşet vericiydi. Tedirgindim çünkü Karun her an her şeyi yapabilirdi. Bu masada dönen tek bir oyun birçok şeye sebep olabilirdi. “Sakin ol,” diyen Duha’nın sesi söyleyemediğim her şeyi onun kulağına fısıldıyordu. Burada olmasa da Duha kulaklık sayesinde etrafımızdaki sesleri duyduğu için az çok neler olduğunu tahmin ediyordu.

Duha onu sakinleştirmek için kulağına gereken her şeyi söylüyordu. “Biliyorum dayanılması güç bir olay ama sakin olmalısın. Elay anahtarı almayı başardı, şimdi odanın anahtarını Kenan’a gönderdim. Bizimkiler çalışma odasına sızarsa kasanın icabına bakmak kolay. Kenan ve Furkan için üst katta çalışma odasını gösteren kameralardan kurtulmalıyım. Kalender sen orada kalmalı ve o herifleri masada tutmalısın.”

Duha’nın sesini Karun’da duyduğu için derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalışmıştı ki Elay, “Adamın yanında karısına yürüyorlar nasıl sakin ol dersin?” dediğinde Karun’u kışkırttığının farkında bile değildi. “Sen olsan sakin kalır mıydın?” Bu soruyu Duha’ya soruyordu. “Biri karına asılsaydı sakince izler miydin onu?”

“Sikerdim lan onu! Oldu mu?” Duha’nın sesi ondan beklemediğim bir ciddiyetle çıkmıştı. “Ama söz konusu karımın hayatıysa biraz sabreder daha sonra o puştun ceddini bellerdim! Adamların yüzde sekseni aşağıda, Kalender eğer o masada olay çıkarırsa öldürecekleri ilk kişi Bige olur. Karısının ölümünü izlemek istemiyorsa Hector’a tahammül etmek zorunda.”

“Hector kim?” diye sordu Elay.

“William’ın kendi gibi it oğlu.”

“Şu takıntılı psikopat dediğin oğlu mu?”

“Evet.”

“Hani Bige ve benim dikkatini üzerimize çekmeyeceğimiz kişi mi?”

“Evet.”

“O zaman Bige onun dikkatini çekecek bir şey mi yaptı?”

Duha’nın gülüşünü duydum. “Var öyle bir huyu,” dediğinde sesi eğlenir gibi çıkmıştı. “Hangi kılıkta olursa olsun kız belayı mıknatıs gibi üzerine çekiyor.” İyi ama ben bu sefer hiçbir şey yapmamıştım ki.

Hector’un yanında durduğumda Karun’un sinirlerini kontrol altında tutmaya çalıştığını gördüm. Doğrudan benim olduğum yöne bakamıyor, burnundan sert nefesler alarak sakinleşmek için müthiş bir savaş veriyordu. Başka şartlarda olsaydı kendi hayatını zerre kadar umursamadan şimdi buranın altını üstüne getirmişti. Ancak burada, yani tehlikenin göbeğinde olmam onun elini kolunu bağlıyordu.

Beni sağ salim dışarı çıkarmak için ne yazık ki bütün bunlara katlanmak zorundaydı. Sonrası için olacakları iyi biliyordum. Karun beni güvenli bir bölgeye çıkartır çıkartmaz geri dönüp Hector’un işini bitirecekti.

Kumardan zerre kadar anlamadığım için tüm bu kâğıtlarla ne yaptıklarını bilmiyordum. Fakat masada kumar dışında da birçok oyunun döndüğünü tahmin etmek zor değildi. Yeniden oyuna döndüklerinde ilacın etkisiyle William esnemeye başlamıştı. Sorun William değildi, asıl sorun Hector’du. Ortadan bir kart çekerken Karun’a sataşmaya başlamıştı. Marasliyanların öldürmek istedikleri kadınla evlendiği için ve en önemlisi Carlos’u bana altın tepside sunduğu için Karun’a bilenmişlerdi.

Bu yüzden Hector onu kışkırtarak, “Son kabine toplantısı hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Bakanlarınız metro tünellerinde bulunan bombanın gizemiyle ilgili hâlâ bir açıklama yapmadı.”

Karun garsonlardan birinin uzattığı viskiyi alırken, “Bakanlarınız mı?” diyerek başını çevirdi ve Hector’a baktı. “Eğer onlar senin de bakanların değilse ülkemden siktir olup git,” dedi sakince. Hector’a saldırmak için fırsat aradığını o kadar belli ediyordu ki.

“Ayrıca-” diyerek gözlerini Hector’a dikti. “Bomba bir zamanlar Sovyetlerin kullandığı tank mayınlarından biriydi. Adamlarım tarafından çoktan etkisiz hâle getirildi.” Karun’un iğneleyici bakışları bu işin arkasındakilerin Azap tarikatı olduğunu doğruluyordu.

“Adamların mı?” Hector yüzüne yalancı bir şaşkınlık kondurdu. “Bu olayda sen ve adamlarının ne ilgisi var?”

Karun ona öyle bir bakıyordu ki tek bir yumrukla suratını paramparça etmek istercesine. “Meclisteki çoğu bakanın güvenliğinden sorumlu olduğumu bilmiyor olamazsın.” Tabii ki biliyordu.

“Metrodaki patlayıcının koruduğun bakanlarla bir ilgisi olduğunu mu düşünüyorsun?” Hector’un sinsi bakışları onun üzerindeyken ısrarla aptalı oynuyordu. “Bomba patlasaydı sadece insanlarınız ölecekti, bakanlarınız değil.” İnsanlarımız mı? Bu Ermeni piçi en az amcası kadar Türk düşmanlığına sahipti.

Karun soğukkanlılığını bozmadan elindeki kart destesinden bir kart seçip ortaya attı. “Bomba patlasaydı üç bloğu birden havaya uçuracak donanıma sahipti ve o gün Savunma Bakanımız metronun bir blok ötesinde bir basın açıklaması yapıyordu.” Kaşlarını yukarı kaldırdığında yüzünde bir alay kisvesi vardı. “Ne komplo değil mi? Halkı hedef almış gibi gösterdiler ama asıl hedefleri bakandı. Bunu sıradan bir terör saldırısıymış gibi göstereceklerdi.”

Karun’un dudağının köşesi büyük bir kibirle kıvrıldı. Hector’un gözlerinin ta içine baktı ve “Bombayı fark eden bizim insanlarımızdan biriydi,” dedi övünerek. “İntihar etmek için tünellere inen sıradan bir üniversite mezunuymuş. Gördüğün gibi bizim insanımız ölmeyi düşünürken bile onlarca can kurtarabilir.” Hector’a misilleme yaparak insanımız kısmına bilerek vurgu yapmıştı.

Karun son darbeyi vurarak, “Ve o insanımız-” diyerek gururlandı. “Artık ekibimin bir parçası. Bundan sonraki işi ölümü düşünmek değil, öldürmek olacak ama bizim insanımızı değil, insanlarımızın canına kastedenleri.” Hector’un bozulan suratına bakıp alenen güldü. “Tıpkı benim gibi.”

Hector ona karşı olan söz düellosunda yenik düştüğü için beklediğimden daha çok sinirlenmişti. Sıktığı dişlerinin gıcırdamasından bunu anlıyordum fakat öfkesini gizlemeye çalışarak, “Üsteğmen Çağıl Kalender nasıl?” diyerek Karun’u kardeşiyle vurmaya çalıştı.

Siyah gözlerinin ardında apaçık bir tehdit oluştuğunda sırıtarak Karun’a bakıyordu. “Duyduğuma göre Suriye’ye giden birliklere öncü eden komutanlardan biriymiş.” Karun’u kardeşiyle tehdit ederken bakışları şeytaniydi. “Sence de bir görev için Suriye tehlikeli bir yer değil mi? Oradaki savaş durmaksızın devam ediyor. Kardeşinin geri döneceğinin bir garantisi var mı?” Çağıl’ı öldürmekten bahsediyordu!

Karun bir süre sessiz kalarak ona boş gözlerle bakmakla yetindi. Onun en çok bu huyunu seviyordum çünkü fevri bir şekilde acemice bir savunma yapmak yerine susardı ve rakibini can evinden vuracak en sağlam cümleleri seçerdi. “Kız kardeşin nasıl?” diyerek Hector’un tehdidine aynı şekilde karşılık verdi.

Gözlerini Hector’un gözlerinden ayırmadan az önce onun yaptığı gibi sırıttı. “Duyduğuma göre İtalya’da okuyormuş peki, İtalya onun için ne kadar güvenli? Bisikletle kampüse giden, ders aralarında kütüphanede erkeklerle yiyişen, korumalarını sık sık atlatıp hep aynı barda takılan bir kız için İtalya ne kadar güvenli?” dediğinde Hector kaskatı kesilmişti çünkü Karun onun kardeşini yakından takip ettirdiğini açık bir şekilde ifade etmişti.

Karun’un ne demek istediği çok açıktı. Çağıl ölürse kız da ölürdü. Kaybedilen bir kardeşe karşılık Hector’un kardeşi. Karun’un tehdidini çok iyi sezen Hector masadaki elini sıktı. “Eminim kardeşin güvende olacaktır.” Çağıl hakkındaki tüm komplolardan vazgeçtiğini doğrudan olmasa da kapalı cümlelerle belirtmişti.

Önüne dönen Karun bir kez daha misilleme yaparak, “Eminim ki kardeşim güvende olduğu sürece kardeşin güvende olacaktır,” dedi. Bu adamı seviyordum be!

Hector ona olan her saldırıda bozguna uğradığı için morali bozuk bir şekilde oynamaya devam etti. Bir süre sonra yine rahat durmayıp, “Karın nasıl, Kalender?” diye sordu. Ben ne alaka şimdi?

“Bana karımı mı soruyorsun?” Karun başını çevirip dik dik ona bakmaya başladığında mavi gözlerinde gazap vardı. “Hem de bir kumar masasında?” Hector dahil masada olan diğer üç adamı işaret etti. “Ben onu anlatacağım ve siz siktiğim herifleri karımı benden dinleyeceksiniz, öyle mi?”

Elini ceketinin içine daldırdı ve belindeki silahı çıkartıp kaba bir hareketle masaya vurdu. “Şimdi bana tekrar karımı sor orospu evladı!” Öfkeden hiddetlenen gözlerini Hector’a diktiğinde bakışları fazla korkusuzdu. “Sor ki karımdan bahseden ağzını sikeyim!”

Masada buz gibi bir hava oluştuğunda, “Bunu hep yapar mısınız?” diyen Elay’ın sesini duydum. “Başkalarının mekânında hep ev sahibini tehdit eder misiniz?”

Burada yoklardı ama seslerini duyuyorduk. Duha keyifli bir şekilde, “İşin eğlencesi zaten bu değil mi?” dedi. “Herkes kendi çöplüğünde aslan kesilir ama önemli olan başkalarının çöplüğünde kükremek.”

“Sen kendini aslan mı sanıyorsun?” diyen Elay hiç susmuyordu.

“Kedi de sayılmam doktor.”

“Daha çok köpek.”

“Mesafeni koru o zaman çünkü her an ısırabilirim.”

“Kuduz aşılarım tam.”

“Yani gel ısır beni diyorsun öyle mi?”

“Sana hakaret ediyorum ama zerre kadar işlemiyor!”

“Hakaret miydi onlar?” Duha üzülmüş gibi hayıflandı. “İltifat sanmıştım. Kalbim kırıldı doktor, öp de geçsin,” dediğinde az kalsın kahkaha atacaktım. Hiç uslanmıyordu.

Onları duymazdan gelerek masada olanlara odaklandım. Hector’un gözleri Karun’un masaya koyduğu silahta gezindiğinde bakışları gaddarca kısıldı. “Sakin ol Kalender,” diyerek başıyla Cassandra’yı gösterdi. “Masadaki kadını korkutuyorsun.” Daha sonra beni işaret etti. “Ve onu.”

Karun kısa bir an bana bakınca bakışları fazla düzdü. “Böyle bir yerde çalışıyorsa gereken cesarete sahip olmalı.” Şu anda baktığı kişi karısı değilmiş gibi mavileri fazla hissizdi. İyi rol yapıyordu. “Yanılıyor muyum?”

Sesimi olabildiğince ürkek çıkartarak, “Yanılıyorsunuz efendim,” dediğimde korkmuş bir kadın gibi rol yapmaya başladım. Karnımda birleştirdiğim ellerimle oynayıp başımı biraz eğdim. “Silahlar korkunç oyuncaklardır.”

Furkan’ın, “Dedi gözlerimin önünde Carlos’u havaya uçuran kadın,” diyen sesini duydum. Şu kulaklığı kapatmanın bir yolunu bulmalıydım.

“Kasayla işimiz bitti!” Kenan’ın sesi heyecanlı geliyordu. “Furkan camı kullanarak dışarı çıkalım.”

“Abi Bige Hanım ne olacak?”

Kenan, “Kocası olacak piç onu dışarı çıkartır,” deyince Karun’un belli belirsiz çatılan kaşlarını görmüştüm.

“Sen git abi, ben Bige Hanım’ı burada bırakamam,” dedi Furkan. “Ağlamak istediğinde zaman mekân dinlemeden yere çöküyor.” Furkan kısa bir an onu duyduğumuzu unutmuş olmalı ki, “Öyle anlarda çok savunmasız oluyor. Yanında olup onu korumalıyım,” deyince gülümsedim. Seviyorum bu çocuğu.

“Oğlum böyle bir yerde de ağlayacak kadar deli değildir herhalde!” dedi Kenan.

“Abi o tertemiz sıyırmış bir deli. Furkan deyip sağına baktığında ve beni bulamadığında ne olacak?”

“Karun’un şu anda seni duyduğunu biliyorsun değil mi?”

“Bige Hanım umurumda değil, gidelim abi!” dediğinde Kenan’ın attığı kahkahayı duydum. Karun’a baktığımda o bile gülüşünü saklamak için başını eğmişti. U dönüşlerimiz Furkan ile yarışırdı.

Sanırım görev tamamlandı, şimdi tek sorun buradan çıkmaktı. Hector’un, “Silahlar tüm kadınları korkutur,” diyen sesini duyunca bizimkileri dinlemeyi bıraktım.

Bir garson hepsine içki servisi yaparak geriye çekildi. Bu gece için hafif bir kokteyl seçen Hector, “Kadınlar bizim aksimize zayıf yaratıklardır,” dediğinde bundan emin gibiydi. “Onları korumalı ve onlarla sevişmeliyiz. Bunun için varlar.” O öyle sanıyordu çünkü biz kadınlar bir erkeğin yatağını süslemekten çok daha fazlasıydık.

Karun onun kadınlar hakkındaki sözlerini komik bulmuş gibi güldü ama bir yorumda bulunmadı. Hector’un ortaya yem attığını anlamayacak kadar aptal bir adam değildi. Hector kadınları küçümseyerek Karun’un benden bahsedip ona öyle olmadığımı söylemesini bekliyordu. Böylece konuyu benden açıp Karun’un benim hakkımdaki düşüncelerini öğrenebilirdi. Karun için değerimin ne olduğunu bilmek istiyordu.

Başımı çevirince kapıdan içeri giren Gazel’i gördüm. Kalbim kasılmıştı. Gazel burada mıydı? Bu nasıl olabilirdi? Fransa’dayken tam olarak neyi kaçırmıştım? Gazel bu son dört ayda Karun’un tutsağı değil miydi? Rezil bir depoda aylardır işkence görmesi gereken bir kadın tam karşımdaydı. Üstelik hiç de yeni kaçmış gibi görünmüyordu. Vücudunda tek bir çizik dâhi yoktu, beklediğimden daha iyiydi.

Gazel siyah saçlarını sımsıkı bağlayarak at kuyruğu yaptığı için yüzü gerilmişti. Kedi gibi olan kısık gözleri etrafını tarıyor, bir şeyler arıyordu. Başını çevirdikçe kulağındaki büyük halka küpeler hareket ediyordu. Dudaklarında ona çok yakışan siyah rujuyla dişi bir yırtıcıdan farklı değildi. İnce askılı bir atlet ve deri pantolonla yine çok ateşli görünüyordu. Kimi arıyorsun Gazel? Kim için buradasın? Yoksa aradığın kişi ben miyim? Nasıl özgür kaldı, bilmiyorum ama bugün onu teğet geçmeyeceğim.

Kenan ve Furkan kasayı soyduğu için görevi zaten tamamlamıştık. O zaman kopsun kıyamet, umurumda değildi! Gazel Saka’dan alacağım bir rövanşım vardı. Hector ve Karun kendi aralarında konuşurken kimseden izin almadan masadan uzaklaştım. İnsanların arasından geçerken kinle bakan gözlerimi Gazel’den ayırmıyordum. Kulağımda, “Bige dur!” diyen Duha’nın sesini duyunca başımı küçük bir açıyla çevirdim ve içeri giren Duha’yı gördüm.

Bana bakıp belli belirsiz başını iki yana sallayarak, “Yapma doğru zaman değil,” dedi. Gazel’in buraya girdiğini görünce beni durdurmak için onun peşinden hemen gelmiş olmalıydı.

“İşine bak, Tunus!” Yanından geçtiğim bir masaya elimi uzatıp birinin dolu kadehini aldım. “Onun da dediği gibi ben babamın kızıyım, kendi kanında olsa bile babam ihaneti affetmez. Bende öyle.”

Kadehi başıma dikip hepsini içtikten sonra yürüdüğüm yola atıp kırdım. Gazel’e çok yaklaştığım için kırılan kadehin sesinden başını benim olduğum tarafa çevirmişti. Onun yaptığı gibi onu sırtından bıçaklamayacağım için gelişimi bilmeliydi. Bu yüzden kadehi bilerek kırmıştım. Fakat Gazel bana doğru döndüğü an nereden çıktığını anlamadığım Celil bir anda karşımda belirmişti. Dev adam iri vücuduyla Gazel ve benim aramda bir duvar oluşturduğu için Gazel beni görmemişti.

Sağa doğru bir adım attım fakat Celil’de aynı yöne hareket ederek yine beni gizledi. Diğer yöne adım attım ancak Celil yine beni taklit etmişti. “Çekil yolumdan koca adam.” Kaşlarımı çatarak neredeyse benim iki katım olan adama ters gözlerle bakıyordum. “Cüssene fazla güvenme çünkü daha sen ne olduğunu anlamadan bacaklarını beş farklı yerden kırarak boyunu kısaltırım.”

Celil hiç alınganlık göstermeden, “Buna hiç şüphem yok,” dedi uzlaşmacı bir sesle. “Tüm kemiklerimi kırmadan geçmenize izin veremem. Üzgünüm Bige Hanım ama Karun Bey’in kesin emri var, size bir şey olmasına izin veremem.” Bu da ne demek oluyordu? Gazel’in üstesinden gelemeyeceğimi mi düşünüyorlardı? Aptal bir kafesin içinde bilerek ona yenildiğim için mi böyle düşünüyorlar? O gerçek bir müsabaka bile değildi!

Kısık bir sesle, “Gazel’in bana karşı hiç şansı yok!” dedim.

“Var efendim.” Celil derin bir nefes alarak başını salladı. “Ona olan sevginiz ablanızın elindeki en güçlü silah.”

Bunları söylediği için özür diler gibi bakarken ellerini önünde birleştirmişti. “Ona karşı hiçbir zaman kazanamazsınız çünkü yenilgiye yaklaştığı an sizi ona olan hislerinizle zayıflatacaktır. Tıpkı o kafeste yaptığı gibi.”

“O kafesteki yenilgim sırtımdan bıçaklanmadan önceydi. Asla tekrarı olmayacak.” Yanından geçerek Gazel’in olduğu yöne baktığımda onu bulamadım. Sırf bunun için bile Celil’in tüm kemiklerini kırabilirdim! O beni oyalarken Gazel aradığını bulamadığı için salondan çıkmıştı.

Hızlı adımlarla salondan çıkıp kulaklarıma dokunarak kulaklığı kapattım. Gazel’i bulana kadar diğerlerinin sesini duymak istemiyordum. Beni manipüle edip durdurmalarını müsaade edemem. Yürüyerek etrafıma bakarken Gazel’i merdiveni çıkarken gördüm. Bizim ekipten kimseye yakalanmadan kalabalığa karışıp hemen peşine takıldım. Bir kat yukarı tırmanarak koridora çıkmıştık.

Bu kattaki korumaların arasında ikimizde geçmeye başladık. Burada çalıştığımı düşündükleri için kimse bana sorun çıkarmıyordu. Gazel bir odanın önünde durunca adımlarımı hızlandırdım. Onu kaçıramazdım. Cebinden çıkardığı kartla kapıyı açıp içeri girdi. Dikkat çekmeyecek bir şekilde hızlanırken önünde geçtiğim korumalardan birinin, “Aşağıda olup Kalender’in suratını görmek isterdim,” diyen sesini duyunca yavaşladım. “Onun için büyük bir aşağılanma olacak.” Neyden bahsediyordu bu?

Karun ile ilgili dönen oyunu öğrenmek için Gazel’in odasına yürümek yerine sola döndüm. Sırtımı duvara yaslayıp korumaların konuştuklarına kulak kabartmaya başlamıştım. İçlerinden biri, “Sizce Hector neyin peşinde?” diye sordu. “Kalender buna kayıtsız kalacak bir adam değil.”

“Hector bunu tüm düşmanlarına yapar ve şu zamana kadar hiçbiri onun mekânında ona sorun çıkarmaya cesaret edemedi.”

“Düşmanlarını yemek masasına davet eder ve onları ahşaptan ucuz sandalyelere oturturken kendisi görkemli tahtına kurulur. Bu şekilde onlara bu âlemin kralının kim olduğunu gösterir.” Duyduklarımla kaşlarımı çatmıştım. Hector denen bu herif narsis bir hasta olmalıydı. Kral tahtı ve ahşap sandalyeler mi? Karun gibi ağzında gümüş kaşıkla doğan birinin karşısında tahtta oturacak ve onun kralıymış gibi davranacaktı öyle mi? Öyle bir şey yaparsa bu sefer Duha bile Karun’u tutamazdı.

“Karun Kalender’in kötü ününü duymamış olamazsın,” dedi biri. “Böyle bir aşağılanmaya sessiz kalacak biri değil. Olay çıkartacaktır.”

“Hector’un da istediği tam olarak bu. Yeraltının Sanrısı sorun çıkardığı an salonda onu kurşuna dizecek birçok adamımız var.” Yani Hector, Karun’dan kurtulmak için onu kışkırtacaktı.

Böylece diğer konuklarına düşmanlarını bile iyi ağırladığını ama sorun çıkartanlardan kurtulmak zorunda olduğunu gösterecekti. Ev sahibini kızdırmadığınız sürece burada güvendesiniz mesajı veriyordu öyle mi? Pekâlâ, Gazel bekleyebilirdi çünkü ilgilenmem gereken bir şeytan ve onurunu korumam gereken bir kocam vardı.

Düz bir şekilde ilerleyip buradaki odaların kapılarına göz ucuyla baktım. Kapısı açık bir oda görünce hemen içeri girip odanın içini kontrol ettim. Çekmeceleri hızlıca karıştırınca bulduğum bıçağı almıştım. Eteğimi biraz yukarı sıyırıp bıçağı siyah, tül çorabımın içine yerleştirdim. Eteği çorabın üzerine çekerek banyoya yöneldim.

Banyoya girdikten sonra hızlıca dolabı karıştırmaya başladım. Ne aradığımı bile bilmiyorum ama burada işime yarayacak bir şeyler olmalıydı. Belki bir şişe aseton işimi görebilirdi ama onun yerine kolonya buldum. Kolonya da iş görürdü. Hiç vakit kaybetmeden odadan dışarı çıkmıştım. Koridorda gezen garsonlardan birinde bir kadeh viski aldım. Viskiyi hızlıca içtikten sonra kadehi bırakmadan kadınlar tuvaletine girdim. Bununla ne yapacağımı çok iyi biliyordum.

İçeride kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kadehi lavabonun önüne koydum. Kolonya şişesinin kapağını açıp tüm kolonyayı kadehin içine döktüm. Limon kolonyası tıpkı bir içki gibi görünüyordu ama onun gibi kokmuyordu. Kolonya şişesini çöp kutusuna attıktan sonra kulaklıkları aktif bir hâle getirerek kadehi elime aldım. Birazdan gösteri başlayacaktı.

Kadınlar tuvaletinden çıkarken, “Celil,” diye mırıldandım. “Son durum hakkında bilgi ver. Neredesiniz?” Celil’i en son bıraktığımda Karun ve Duha’nın olduğu salondaydı. Bana neler kaçırdığımı söyleyebilirdi.

“William ilacın etkisiyle uyukladığı için masadan ayrıldı,” dedi Celil. “Dinlenmek için odasına çıkıyor.”

“Nedim her ne yapıyorsun bırak ve William’ın odasına sızmanın bir yolunu bul,” dedim hızlıca. “Deliksiz bir uyku çekecektir bu yüzden odada olduğunu bile anlamaz. Kapı yerine pencere veya yan odanın balkonunu kullanarak onun odasına gir ve içeriden tüm kapıları kilitle. İkinci bir emre kadar o odaya kimse girmeyecek ve çıkmayacak.”

“Emredersiniz Bige Hanım,” diyen Nedim hiç sorgulamadan emrime itaat etmişti.

“Devam et Celil.”

“Yemek salonuna doğru gidiyoruz efendim. Salon beş.”

Hiç vakit kaybetmeden yönümü değiştirip adımlarımı hızlandırdım. Celil’in bahsettiği salonu biliyordum. Buraya geldiğimizde ilk bir saat boyunca alt kattaki tüm salonları gezip içki servisi yapmıştım. Özel localara doğru yürürken, “Dışarıda kim var sesimi duyan?” diye sordum.

Kenan, “Ben ve Furkan,” dedi.

İnsanların arasından geçerken usulca başımı salladım. “Tüm arabaları otogardan çıkartıp hazırlayın. Arabaları çalışır vaziyette tutun ve geriye kalan tüm adamlar hazırda beklesin. Benden komut geldiği an içeri girecekler.”

“İpleri eline almış gibisin,” diyen Kenan benimle uğraşmaktan geri durmadı. “Aklında ne geçiyor? Karun veya Duha’nın bundan haberi var mı?” İkisi de şu anda beni duyuyordu zaten ama Hector’un yanında oldukları için cevap verip müdahale edemiyorlardı.

“Sorgulamayı bırakıp sana söyleneni yapar mısın?” dediğimde Kenan’ın, “Ben senin çalışanın değilim,” diyen kızgın sesini duydum.

“Bu gece için herkes öyle,” diyerek omuz silktim. “Elay sen hangi cehennemdesin?”

Elay’ın, “Kayboldum!” diye sızlanan sesini duydum. “Bir odaya girip kazayla bir şeye çarptım ve duvarda bir kapı açıldı. Olamaz, Bige burada birçok patlayıcı madde var! Kim bir duvarın arkasına bu kadar şeyi saklar ki,” deyince dudaklarım kıvrıldı. “Elay sen müthişsin bebeğim.” Keşfettiği şeyin ne kadar çok işime yarayacağını tahmin bile edemezdi.

Locaların terasında dolanarak Celil’in bahsettiği salonun tam üstünde durdum. Aşağıya bakınca hazırlanan büyük masayı görüyordum. “Patlayıcılardan anlayan kim var hatta?” diye mırıldandım. Kendi kendine konuşuyormuş gibi görünmemek için konuşurken dudaklarımı mümkün olduğunca az kıpırdatmaya çalışıyordum.

Kadem, “Bombalar uzmanlık alanım,” diye beni yanıtladığında kafası karışmış gibiydi. “Hâlâ bize ne planladığını söylemedin?”

“Elimizi güçlendiriyorum, Çilek Adam. Şimdi her neredeysen Elay’ın yanına git ve o odadaki tüm patlayıcıları aktif hâle getir. Zamanlayıcı istemiyorum uzaktan kumandayla kontrol edilmeli. İşini hallettikten sonra kumandayı bir şekilde bana ulaştırmalısın.”

Aynı anda birçok küfreden ses duydum. “Bizi havaya mı uçuracaksın?” diyen kişi Elay’dı.

Kadem’in gülüşünü duydum. “Daha önce yapmadığı bir şey değil. Neyse bana yerini tarif et geliyorum.”

Onlar kendi aralarında konuşurken Karun ve diğerlerinin henüz salona gelmediğini gördüm. Korkuluklara yaklaşarak aşağıda masayı hazırlayan garsonları izliyordum. Tam altımdaydılar ve Hector’un görkemli tahttı masanın bu ucundaydı. Altın varaklı kral tahtının kırmızı, ipek kumaşı hoş görünüyordu. Kolonyayla ıslanacak olması kötü.

Tahtın yakınında olan garsonun oradan uzaklaşmasını bekledim ama masadaki süslemelerle uğraştığı için bir türlü gitmemişti. “Sende diğerleri gibi masanın diğer ucunda oyalansana!” Bu aptal kadın yüzünden burada işimi yapamıyordum.

Kadın beni kızdırmaya yemin etmiş gibi bir türlü tahtın yanında ayrılmadı. Acaba aşağıya inip aralarına karışarak bunu bizzat orada mı yapsam? Aklımdan geçeni uygulamayı düşünürken can sıkıcı garson diğerlerine doğru yürüdü. Toplamda dokuz garson servis arabalarındaki yemeklere yönelince hemen harekete geçmiştim. Elime geçen bu fırsatı kaçıramazdım.

Etrafımı kontrol ettim ve kimsenin bakmadığına emin olunca aşağıya sarkıp kadehteki tüm kolonyayı tahtta doğru savurdum. Bir kısmı yere dökülmüştü ama yarısından fazlası tahttın minderine dökülmüştü. Arkamdan, “Hey, sen!” diyen bir ses duymayı beklemiyordum. Olamaz, yakalandım!

Sıçrayarak arkamı dönünce çam yarması gibi iri bir korumanın bana doğru geldiğini gördüm. Çatık kaşlı adamın ceketinin yakasındaki siyah kurdeleye bakarken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Sinirli gözleri bile az önce yaptığım şeyi gördüğünü gösteriyordu. Pekâlâ, B planı: onu aşağıya tahtın üzerine atarak kaç buradan! Yukarıdan biri tahtın üzerine düşerse çıkan gürültüden herkes beni fark edip kurşuna dizerdi. Tamam, B planı iptal!

Boştaki elim usulca eteğimin altına sakladığım bıçağa uzanırken iri adam yanıma gelip, “Çalışmak yerine neden burada tembellik yapıyorsun?” deyince içimde tuttuğum nefesi sesli vermemek için kendimi zor tuttum. Ne yaptığımı görmemişti.

Tembellikten yakalanan bir garson gibi, “Şey efendim,” dedim yalancı bir ürkeklikle. “Ben sadece-”

Adam bilmiş bir suratla başını omzuna doğru eğdi. “Olacakları izlemek için buradaydın, değil mi?” Ne demek istediğini zerre kadar anlamadım ama her ne düşünüyorsa o sebeple burada olduğumdan çok emindi.

Başımı hızlıca salladım. “Evet, efendim,” dedim kadehi bir kenara bırakarak. “Bunu inkâr edemem.” Ellerimi önümde birleştirip başımı saygı gösterir gibi eğdim. “Tam olarak o sebeple buradayım.” Hangi sebeple burada olduğumu biri bana da söyleyebilir mi?

Başımı eğdiğim için yüzünü göremiyorum ama, “Tarihi bir olay,” diyen keyifli sesini duydum. “Kalender ve Tunus’u herkes kolay kolay küçük düşürmeye cesaret edemez. O köpeklere gereken dersi vererek Hector büyük sükse yapacak.” Kocamın aşağılanmasını izlemek için burada olduğumu mu düşünüyordu? Ayrıca o kimin kocasına köpek diyordu? Şimdi döverim onu görür!

“İzlemene izin verirsem benim mükâfatım ne olacak?” diyen gevşek sesini duyunca başımı kaldırıp yüzüne baktım. Pörtlek gri gözleri vücudumu alıcı gözlerle süzüyordu. Sarılsa kolları arasında kaybolacak zayıf vücudumu ne şekillerde kullanacağını düşündüğünü biliyorum. Boş bir odada garson kızlardan birini becermek eminim ilk kez yaptığı bir şey değildi.

Alt dudağımı ısırarak ona göz süzdüm. “İzlememe izin verirseniz eminim karşılığını bir şekilde ödeyebilirim.” Kısık ama kışkırtıcı bir sesle konuşurken altına girmeye dünden razıymışım gibi davranıyordum.

“Eğer tam şu anda bana verecek bir dal sigaranız varsa-” Susup ona yaklaştım. Aramızda milimlik bir mesafe bırakıp başımı kaldırdım ve sıcak nefesimi dudaklarına üfleyerek, “Her şeyi yaparım,” diye fısıldadım. Çakmağa ihtiyacım vardı.

“Bir dal sigara için size aklınızın alamayacağı birçok şey yaşatabilirim,” dediğimde adam sertçe yutkundu, Duha öksürdü ve Karun, “Ne diyor lan bu!” diye hırladı sinirli bir sesle. Olamaz, onlar da duyuyordu, değil mi? Karun az önce bir dal sigara için bir adama kendimi nasıl sunduğumu duymuştu. Aslına bakarsak herkes duymuştu. Karun bu sefer beni öldürecekti.

“Abi sakin ol,” diyen Kadem’in endişesini duydum. “Tamam, bu geri zekâlı azgın falandır ama bir dal sigara için de seni boynuzlayacak kadar değil. Vardır bir planı.”

“Ben olsam bu kadar emin olmam,” diyen Elay ortalığı kızıştırıyordu. “Az önce bir dal sigara için her şeyi yapabileceğini söyledi.”

“Sektir git kız!” diye tersledi onu Kadem. “Onu benden daha iyi tanımıyorsun. Karun onu aldatmadığı sürece aldatmaz.”

Elay merakla, “Ya Karun onu aldatırsa?” diye sordu.

Kadem güldü. “Aklı varsa yapmaz çünkü o zaman Efil takar ona boynuzu.” Bu aptallar tüm bunları Karun’un da duyduğunu unutuyorlardı!

Onları dinleyeceğim diye karşımdaki adamın beni öpecek kadar yaklaştığını fark etmemiştim. Sıçrayarak kendimi arkaya atınca piç bir şekilde güldü. “Anlaşılan ilk senin istediklerin.” Sabırsız bir sesle konuşup, “Burada bekle,” dedi ve hemen bulunduğum terastan çıktı. Nereye gidiyordu?

Omuz silkerek önüme dönüp aşağıda olanlara baktım. Erkek bir garsonu tahtın yanında görünce kaşlarımı çattım. Minderdeki kolonya ıslaklığını görmüştü. Bir peçete alıp onu sileceği esnada Hector ve diğerleri içeri girdi. Tüm suç üzerine kalmasın diye garson kimseye bir şey söylemeden hemen tahttan uzaklaşmıştı.

Hector’un yanında içeri giren Karun’un heyheyleri yine tepesindeydi. Duyduklarının cinnetini geçirmek üzere olduğunu sinirli suratından anlayabiliyordum. Suratı kaskatıydı ve omuzları gergin. Kulaklıktan duyduklarından sonra çenesini sıkıyordu. Hector onun hemen yanında olduğu için az önceki konuşmalara gerektiği gibi tepkisini koyamamıştı. Bu bile onu deli ediyordu. Ve Gazel, Hector’un hemen sağındaydı. Evet, o da buradaydı.

Garsonlar kenara çekilince Hector tüm konuklarına tek tek oturacakları yeri gösterdi. Hector’un tahtı kadar olmasa da diğerlerinin de koltukları fena değildi. Bir tek bizimkilerin oturacağı şeyler içler acısıydı. Hector yan yana duran iki ahşap sandalyeyi Karun ve Duha’ya gösterip onlardan oturmalarını istedi. Yalancı bir tebessüm ve kibarlıkla, “Oturun lütfen,” dedi sinsice. “Artık yemeğe başlayalım değil mi?” Bir anda aşağıda buz gibi bir atmosfer oluşmuştu. Bu onları aşağılamaktan da ağır bir şeydi.

Cemiyetin gözde zenginleri bir masanın etrafına oturarak keyifli bir şekilde Karun ve Duha’ya izliyordu. Hepsinin koltuğu oldukça rahat görünüyordu ama Karun ve Duha için bir koltuk ayırmak şöyle dursun, onlar için ayırdıkları ahşap sandalyenin bir minderi bile yoktu. Bu ikisi için çok aşağılayıcı ve küçük düşürücü bir muameleydi.

Hector yeraltının tehlikeli adamlarını bir masada toplayarak onlara düşmanlarını nasıl küçük düşürdüğünü göstermeye çalışıyordu. Karun ve Duha’nın adamları kaskatı bir suratla bir köşede duruyor, her an silahlarını çıkaracaklarmış gibi kaşlarını çatıyorlardı. Karun ve Duha ise onlar için ayrılan sandalyeye düz bir şekilde bakıyordu. Hayır, o sandalyelere oturmayacaklardı çünkü ikisinin de bakışlarında saf ölüm vardı.

Böyle aşağılanmak yerine bu salonu kana bulayacaklarına emindim. Bana çok acilinden ateş lazımdı! Planımda eksik olan tek şey ateşti. Eğer çantam yanımda olsaydı gereken ateşi kolayca temin edebilirdim ama çantam yanımda değildi! Çakmağım çantanın içindeydi. C planı: bir silah bul ve tahta ateş edip küçük bir kıvılcım çıkar. Sonra da aşağıdaki tüm adamlar sana ateş edip vücudunda binlerce kıvılcım çıkarsın. C planı iptal!

Hector masanın en başındaki altın varaklı, kral tahtına doğru yürürken iyi bir ev sahibiymiş gibi, “Hadi, oturun beyler,” dediğinde yüz ifadesi çok yapmacıktı. Durdu ve iki düşmanının yüzüne sevecen bir ifadeyle baktı. “Bir sorun mu var?” Şaka mı yapıyordu?

Karun ve Duha yan yana dururken başını çevirip ikisi de omzunun üzerinden birbirine baktı. İkisinin bakışlarında gördüğüm kan donduran ifade birazdan burada çok şey olacağını gösteriyordu. İkisi gözleriyle anlaşıyor, yapacakları katliamı onaylıyorlardı. Hayır, buna sessiz kalacak adamlar değillerdi.

Arkamdaki adım sesleriyle başımı çevirdim. Az önceki abaza koruma elinde bir paket sigara ve çakmakla yanıma gelmişti. Önce benim isteklerim derken sırf onunla yatayım diye bana sigara getirmeye mi gitmişti? Sırf bunun için bile bu adamı öpebilirdim. Ya da öpmem çünkü kendi iğrenç zevkleri için bana istediğim şeyi getirmişti.

Paketin içinde bir dal sigara çıkartıp çakmakla bana uzattı. “Al bakalım,” dediğinde aç gözleri eteğimin yırtmacında oyalanıyordu. Pişkince sırıtıp, “Hemen iç de keyfimize bakalım,” dedi sabırsızca. “Ya da gittiğimiz yerde de içebilirsin.” Bunları söylerken gözleriyle adeta beni soyuyordu.

“Ama o zaman aşağıdaki eğlenceyi kaçırmaz mıyız?” Sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirip başımı eğerek yaktım.

Başımı kaldırıp içime çektiğim dumanı yavaş bir hareketle yüzüne üfledim. “Birkaç dakika içinde senin için kıyafetlerimi çıkarıyor olacağım.” Sesimi şehvetli çıkarmaya çalışarak, “Belki de sen kıyafetlerimi çıkartırsın,” diye göz kırptığımda adam ayak üstü ereksiyon olmuş gibi kaskatı kesilirken Kadem’in, “Az önce söylediklerimin hepsini geri alıyorum!” diyen kızgın sesini duydum. “Kudurmuş bu!”

O kadar da değil herhalde!

Başımı çevirip aşağıya baktığımda Karun’un öfkeden cayır cayır yanan gözleriyle karşılaşınca, “Hay aksi,” diye mırıldandım. Karun bulunduğum yeri çok hızlı tespit etmişti çünkü başını kaldırmış, öldürecekmiş gibi kızgın gözlerle bana bakıyordu. Bu gece çok fazla kıskançlık krizine girdiği için bir daha öldürseniz beni böyle yerlere getirmezdi.

Duha dirseğiyle onun kolunu dürtünce dişlerini sıkarak tehditkâr bakışlarını benden çekmek için kendini zorladı. Bana olan tüm sinirini Hector’dan çıkarmak ister gibi gözlerini ona dikmişti. Hector’un gözleri Karun’un sıktığı elinde oyalandı ve pişkin bir şekilde, “Bir sorun mu var, Kalender?” diye sordu. “Bana söylemek istediğin bir şey mi var?”

Daha Karun konuşmadan, “Evet, var!” diye sesimi yükselterek hepsinin dikkatini üzerime çektim. Başlıyoruz.

Aşağıdaki herkes başını kaldırıp bana bakınca kimseye baktığında benim gözlerimin odağında Hector vardı. Kahvelerim onun siyahlarıyla buluşunca, “İzin verin Karun Bey’in duygularına tercüme olayım,” dedim sakince. Gazel’in gerginliğini ta buradan soluyordum. Kardeşini sesinden tanımıştı.

Hector’un arkasında duran Karun’u işaret edip gözlerimi Hector’a diktim. “Diyor ki bu âlemin kralı da benim efendisi de. Kral ölmedikçe soytarılar tahtta oturamaz!” Sigarayı dudaklarıma yerleştirip büyük bir nefesi içime çektim.

İçime çektiğim dumanı havaya üflerken masadaki herkesin üzerinde gözlerim oyalandı. Sırasıyla hepsine baktım hatta Gazel’in bozguna uğrayan suratına bile. Bakışlarım tekrar Hector’da durmuştu. Kaşlarını çatarak tam konuşacaktı ki, “Kurt ulurken köpekler havlamaz, Marasliyan,” diyerek onu susturdum. “Hele ki bu konuşan bir kurt kızıysa-” deyip sırıttım. “Yedi cihana kendimi dinletmesini bilirim!” Karun’un gözlerinde bir gurur ifadesi, dudaklarında ise çarpık bir gülüş oluşmuştu.

Hector yutkunduğunda gözleri irice açılmıştı. “Kurt kızı mı?” diyen şaşkın sesi ve afallayan bakışları bana kenetlenmişti. “Se-sen, sen olamazsın!”

“Ta kendisi.” Saçımdaki peruğu çıkartıp aşağıya ayaklarının önüne fırlattım. Elimi arkaya atıp saçımı tutan tokayı çıkardım ve başımı iki yana sallayarak saçlarımı dalgalandırdım. Saçlarım omuzlarıma dökülünce saçımda gördüğü siyah kurdeleyle Hector’un değişen suratına güldüm. “Hoş geldin demek yok mu, Marasliyan?”

Kaskatı kesilerek başını kaldırıp yüzüme bakıyor, fotoğraflarda gördüğü o kadına ait bir şeyler arıyordu. Yüzümdeki makyajda tuhaf bakışları oyalanırken, “Bige Efil Saka,” dediğinde kendini ben olduğuma ikna eder gibiydi.

“Kalender!” dedi Karun.

“Neyden bahsediyorsun?”

“Bige Efil Saka Kalender diyeceksin! Eksik söyleme belanı sikerim!”

Kocamın tek derdi buydu.

“Şimdi şu taht kavgasına bir son verelim değil mi?” dedikten sonra herkesin gözleri önünde sigaradan bir nefes daha içime çektim. Gri duman dudaklarımın arasında süzülürken elimdeki sigarayı aşağıya attım. Sigara aşağıya doğru düştü, düştü ve küçük yolculuğu tahtın üzerinde son buldu. Tam isabet.

Sigara tahtın kolonyalı minderiyle buluştuğu an minder alev alınca dudaklarımı üzülmüş gibi büktüm. “Ama taht yanıyor, şimdi Hector nereye oturacak?” Elimi kaldırıp Karun için ayırdığı ahşap sandalyeyi gösterdim. “Orası nasıl?”

Hector, Karun’a kurduğu tuzağa kendisi düşüp en büyük aşağılanmayı yaşadığı için boynundaki damarlar belirginleşmişti. Kaskatı olan çenesindeki kaslar seğirirken deliye dönmüştü. “Bu kadar yeter!” Yumruklarını sıkarak yanımdaki adama beni gösterdi. “Getir onu buraya!”

Karun zerre kadar endişe duymadı çünkü yapacağım şeyi tahmin etmek zor değildi. Yanımdaki adam kim olduğumu öğrenince küçük çaplı bir şok geçirmişti. Nihayet kendisini toparlayıp bana doğru bir atakta bulununca havadaki elini yakaladım. Elini yakaladığım an ona sırtımı dönüp kolumun dirseğini karın boşluğuna geçirdim. Arkamdaki iniltisi kulağıma gelince ona doğru döndüm ve yumruğumu suratına geçirdim.

Sapık adam geriye sendeleyince kaburgalarına öyle bir tekme attım ki tekmenin şiddetiyle arkasındaki korkuluklara çarpmıştı. Kendisini toparlamasına izin vermeden az öncekinden daha sert bir tekme atınca yaslandığı korkuluk kırıldı ve o, bağırarak yere düştü. Yürüyüp aşağıya bakınca yemek masasının üzerine küt diye düştüğünü gördüm. Harika.

Bunu gören Hector kendi mekânında küçük düştüğü için, “Vurun!” diye bağırarak silahını çıkarttı. “Hepsini vurun!”

Daha Hector ve adamları tetiğe basmadan, “Tabii William’ın ölmesini istiyorsanız!” diye bağırarak hepsini durdurdum. Arkamı sağlama aldığım için buraya çıkıp ahkâm kesiyoruz herhalde. Yoksa sıkardı biraz.

Babasının adı geçince silahını yukarı kaldırıp bana doğrultan Hector âdeta ağzından köpükler çıkartıyordu. “Babamın bununla ne ilgisi var!”

“Ara hadi babacığını,” diyerek omuz silktim. “Bakalım telefonu kim açacak?” Umarım Nedim zamanında William’ın odasına girmiştir yoksa hiçbirimiz buradan sağ çıkamazdık. O kadar artistlik yaptım hepsi boşa giderse kimse Nedim’i elimden alamazdı.

Hector babasını aramak için telefonunu çıkartırken Gazel gözlerini bana dikmişti. “Buraya gelerek kendi sonunu hazırladın!” Sevgili ablam çok sinirli görünüyordu. “Büyük aptallık.”

Ona göz devirip bulunduğum yeri gösterdim. “Neden yanıma gelmiyorsun?” Kahkaha atarak kollarımı iki yana açtım. “Hadi Gazel Saka buraya gel!” diye bağırarak ona meydan okudum.

Üzerime doğrultulan onca silaha rağmen Gazel’i kışkırtmaktan geri durmuyordum. “Bak küçük kardeşin silahsız ve seni bekliyor. Gel ve annenin emanetini bir kez daha sırtından vur hain!” Gazel gerildi, taş kesildi ama tek kelime edemedi. Hadi gel yürek sızısı, gel ve yine canımı yak. Sanki daha fazla yakabilirmişsin gibi gel.

Gazel davetime kayıtsız kalırken Hector telefonu kapatıp bağırarak duvara fırlatmıştı. Babası yerine Nedim’in sesini duymak onu çıldırtmıştı. Burnundan soluyarak delici bakışlarını Karun’a dikti. “Ne istediğini söyle!”

Karun kalçasını masaya yaslayarak rahatça içkisini yudumlarken gözleriyle beni gösterdi. “Anlaşman gereken kişi ben değilim, Saka.” Bunları söylerken kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Kaşla göz arasında Hector’u köşeye sıkıştırdığım için Karun’un keyfine diyecek yoktu. “Karım ne derse o.”

Hector dişlerini sıkarak belerterek kaşlarını çattı. “Sen dururken karınla mı anlaşacağım?”

“Karımın sözü benim sözümdür ya onunla anlaş ya da kapat o sikik çeneni.”

Duha onun Hector’la olan konuşmalarına bir anlam veremediği için Karun’a yaklaşıp, “Ne halt ediyorsun?” diye sordu kısık bir sesle. “Anlaşmayı Bige’yle yaptırmak da ne demek oluyor?” Diğerleri duymadı ama kulaklıktan Duha’nın fısıltıyla söylediklerini duyuyordum. “Lan oğlum William’ın hayatına karşılık ya ondan ruj falan isterse?”

Karun’un yakışıklı yüzünde tuhaf bir ifade belirmişti. “Ruj mu?”

“Dudaklarında eksik etmediği şu kırmızı boya işte!”

“O boyayı neden Hector’dan istiyor lan! Benden istesin ben alırım ona!” Bu ikisi şaka gibi bir şeydi.

“Oğlum karının sağı solu belli mi oluyor! Dudak boyası da ister, yere oturup ağlayacak açık alanı da! Anlaşmayı o deli yapmasın.”

“Karım kapalı alanlarda da ağlayabiliyor, bunun için özellikle bir yer ayırt etmiyor.”

“Karun sen ne sikimden bahsediyorsun? Konumuz karının ağladığı ortamlar değil.”

“Konumuz karımın kırmızı ruju da değil! Aşağıya attığı şu piçi gördükçe zaten nevrim dönüyor, bir de sen sinirlerimi bozma! Kafasını dağıtıp karımla kurduğu tüm o fantezileri beyninden sökeceğim!”

“Beni dinle ve anlaşmayı sen yap.” İkisi kısık bir sesle konuştukları için kulaklıkları olmayan kimse onları duymuyordu. Lakin tıpkı benim gibi bazı bahtsızlar bu sıra dışı konuşmaya tanık oluyordu.

Karun kimse onu duymasın diye başını Duha’nın kulağına doğru uzatıp kısık bir sesle konuştu. “Adamın babasını ben mi rehin aldım?” Bunu söylerken sesi kulağa fazla sitemkâr geliyordu. “Manyağın tekiyle evli olduğumu bilmiyormuş gibi konuşma. Akıl hastası kadın ipleri çoktan eline aldı ve gördüğün gibi gayet iyi idare ediyor. Bırakalım bildiği gibi halletsin. Kırmızı ruj istemediği sürece sıkıntı yok.” Taktılar kırmızı ruja. Onların inadına Hector’dan kırmızı ruj istemek vardı ama bu sefer kimse onu zapt edemezdi.

“Umarım kırmızı ruj ister de dediğime gelirsin,” diye homurdandı Duha. Ciddi bir ortamda Karun ve Duha gibi olmak vardı.

Karun elindeki kadehi sıkarak, “Sikerim!” diyerek kaşlarını çattı. “Bu heriften kırmızı ruj istemediği sürece istediği gibi at koşturabilir. Onun işine karışırsam sence eve döndüğümüzde bana ne yapar?”

Kimse duymasın diye etrafını kontrol edip tekrar Duha’ya doğru eğildi. Fısıltıyla, “Silahla kovalayacağı kişi sen olmayacaksan kapat çeneni!” deyince Duha başını geriye atıp gür bir kahkaha patlattı. Karun’un benden ödü kopuyordu.

Gülüşünü durduramayan Duha, “Beni silahla kovalayacak bir karım olmayacaksa neden evleneyim ki?” diye ona takıldığında Karun’un benimle olan evliliğini kıskanmış gibiydi. “Bir ikizi olmaması büyük kayıp.”

Karun sırıtarak başıyla Gazel’i işaret edince Duha, “Siktir git lan!” diyerek yüzünü buruşturdu. “Kendimden daha kötü kadınlar artık ilgimi çekmiyor.” Rengin’in yaptıklarını düşünürsek tabii ilgisini çekmezdi.

Hector sabırsız bakışlarını bana çıkarttığında sinirden terlemeye başlamıştı. “Ne istiyorsun?” Babası için endişelendiğini gizleyemiyordu. “Hızlı cevap ver!”

“İstediğim şey çok basit,” diyerek omuz silktim. “Biz şimdi buradan ayrılacağız ve sizden kimse ateş etmeyecek. Aksi takdirde William tek bir kurşunla Carlos’un yanına gider.”

Karun rahatlayarak nefesini koyuverdi. “Kırmızı ruj istemedi,” diye mırıldandı.

Duha güldü. “Belki de henüz kırmızı ruju bitmedi.”

Bu ikisini döverim!

Elay’ın kıkırtısını duydum. “Siz ikiniz mümkünse yan yana gelmeyin,” dedi. “Ayrıyken çok tehlikeli ve ürkütücüsünüz ama yan yana gelince fazla şapşal ve sevimli.” Sonuna kadar haklıydı.

Konudan sapmak istemediğim için Hector’a bakıp, “Eee?” dedim sıkılmış bir sesle. “Teklifimi kabul ediyor musun? Babanın hayatına karşılık adamlarını yolumuzdan çekeceksin.”

Gözümü bile kırpmadan amcasını havaya uçurmuşken babasını çok kolay gözden çıkartacağımı iyi biliyordu. Bu yüzden öç isteyen kindar bakışlarını bana dikip, “Gidin!” dedi ama gözleri bu yanına kalmayacak der gibi bakıyordu. “Kimse size dokunmayacak terk edin mekânımı!”

Karun, Duha ve aşağıdaki adamlarımıza baktım. “Bu sıkıcı yerden gidelim beyler,” diyerek terastan uzaklaştım. Kasadan alacağımızı zaten almıştık. Daha fazla burada kalmanın bir anlamı yoktu.

Terastan çıktığımda karşımda silahlı birçok adam gördüm. Aşağıdaki olay yüzünden hepsi benim olduğum yere doluşmuştu. Bir süredir burada olduklarını ve saldırmak için Hector’un emrini beklediklerini biliyordum. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak onlara kulaklığı gösterdim. “Tek bir cümleyle William’ı öldürtebilirim. Biriniz bile beni takip eder veya bana zarar vermeye kalkışırsa o ölür!” dedikten sonra hiç korkmadan aralarından geçtim.

Peşimden gelmediler ama telsizle iletişim kurdukları için her adım başında birilerini görüyordum. Gözleri üzerimdeydi. Merdivene doğru koridorda yürürken kulaklıktan Nedim’in, “Bige Hanım kapıyı kırıyorlardı bu yüzden pencereden çıkmak zorunda kaldım!” diyen telaşlı sesini duydum. “Artık William’ın odasında değilim!”

Aşağıda birbiri ardına patlayan silah sesleriyle hemen en yakınımdaki odaya kendimi attım. Allah kahretsin, haber Hector’un kulağına çok hızlı gittiği için daha Karun ve Duha oradan ayrılmadan ateş etmişlerdi. Umarım hepsi iyidir ve bir şekilde oradan çıkmayı başarırlar. Hector’un ilk emri beni bulmak olacaktır.

Girdiğim odanın kapısını içeriden kilitleyip deli gibi odada dönmeye başladım. Buradaki adamlar kapıya abanıp açmaya çalışınca bir küfür savurdum. Daha onlar ateş etmeden bu odaya girmeyi başarmıştım ama kapı uzun süre dayanmazdı. Silah sesleri durmaksızın devam ediyordu, şimdi ne yapacağım?

“Kenan dışarıdaki adamlarla içeri dalın!” dedim aceleyle. “Karun ve Duha’nın desteğe ihtiyacı var. Mümkün olduğunca hızlı salon beşe gidin!”

Karun’un, “Bir yere saklanıp beni bekle!” diyen sesi kurşunların çıkardığı gürültü yüzünden zor duyuluyordu. “Ben gelmeden sakın kendi başına bir şey yapmaya kalkışma!”

“Peki.” Onu onaylayıp hızlıca başımı salladım. Karun aşağıda ölüm kalım savaşı verirken bir de aklı bende kalmasın.

“Son bir şey daha,” diyerek homurdandı. “O yüzünü yıkamanın bir yolunu bul. Yanına geldiğimde görmek istediğim tek yüz karımın yüzü.” Tüm bu hengamenin içinde düşündüğü tek şey bu muydu? Adamlar kapıya dayanmış onun dediğine bak!

Panikleyerek etrafıma bakınca gördüğüm tekli koltuğu kapının arkasına ittim. Bu onları bir süre yavaşlatırdı. Koşarak dolapları ve çekmeceleri karıştırmaya başladım. Şansım yaver gittiği için komodinin alt çekmecesinde bir silah bulmuştum. Silahın şarjörünü kontrol ettikten sonra emniyetini açtım. Hiç vakit kaybetmeden banyoya girip kapıyı yine içeriden kilitledim. Odanın kapısını açınca bir de banyo kapısıyla uğraşmak zorunda kalacaklardı.

Banyoya girdikten sonra banyo dolaplarına doğru yürüdüm. Onlar benim için gelene kadar belki yüzümdeki makyajdan kurtulacak vakti bulurdum. Kulaklıkları kapatarak onları çıkartıp bir kenara koymuştum. Yüzümü yıkayacağım için ıslanmalarını istemiyordum. Dolapları hızlıca karıştırıp yüzümdeki makyajı çıkartacak bir şeyler aradım. Kim olduğumu artık biliyorlardı daha fazla gizlenmenin bir anlamı yoktu.

Burası bir kadının odası olmalıydı çünkü banyoda kadınlara özgü çok şey vardı. İhtiyacım olan makyaj temizleyicilerin tamamını banyo dolabında bulamadım. Ancak benim kullandığım pahalı ürünler kadar olmasa da işe yarar bir şeyler bulmuştum.

Hiç vakit kaybetmeden bulduğum tüm ürünleri musluğun önüne bıraktım. Önce gözlük ve lensleri çıkardım daha sonra da pamuğa sıktığım losyonla yüzümdeki makyajı çıkarmaya başladım. Dışarıda tam olarak neler oluyor, bilmiyorum fakat çok fazla gürültü kulağıma geliyordu. Kulaklıkları çıkardığım için son durumu bilmiyorum ama dışarıda âdeta kıyamet kopuyordu.

Elimi hızlı tutup birkaç dakika içinde zor olsa da yüzümü makyajdan arındırmıştım. Suyla yüzümü yıkadıktan sonra askıdaki havluyu aldım. “Adamlar dışarıda birbirini vuruyor ama ben burada neyle uğraşıyorum!” Yüzümü sildikten sonra az önce dolapta bulduğum kırmızı ruju elime aldım. Ruj konusunda şanslıydım. Savaş da yaparım makyaj da kim karışabilir ki.

Ruju dudaklarıma yeni sürmüştüm ki banyo kapısında sesler gelmeye başlamıştı. Odaya çoktan girdiler şimdi sırada banyo vardı. Onlar kapıya yüklenirken hiç telaş yapmadan dudaklarımı emerek ruju dudaklarıma yedirdim. Uzanıp kulaklıkları taktıktan sonra bir kenara koyduğum silahı aldım ve beklemeye başladım. Gözümü banyonun kapısına dikip içeri girmelerini bekliyordum. Onlar kapıya yüklendikçe kapının menteşeleri zangırdıyordu. Sadece saniyeler içinde kapıdan kurtulmuş olacaklardı.

Gözlerimi kapıdan ayırmadan beklerken Kadem’in, “Elay!” diyen kızgın sesini duydum. “Az önce yanımdaydın nereye kayboldun?”

“Hangi cehennemdesin doktor?” Duha’da onu merak etmeye başlamıştı. “Bizden birini bul ve dışarı çık!”

“Abi o benimle,” dedi Nedim.

“Ve benimle de” diye ekledi Furkan.

Duha’nın hafif sinirli sesini duydum. “Peki, siz üçünüz neredesiniz ve ne yapıyorsunuz?”

Elay, “Grup,” deyince Kadem kahkaha attı. “Bu iyiydi,” dedi ama Duha’nın, “Sikerim!” diyen kızgın sesini hafife alamazdım. “Orada ne haltlar dönüyor lan!”

Elay’ın kıkırtısını işittim. “Meşgulüz rahatsız etme bizi.”

“Beni ayart diye üç aydır paramı harcamana izin veriyorum, Kalender’in korumaları için değil!”

Duha, Elay’a kızdıktan sonra bu seferde, “Uraz!” diye bağırdı. “Saklan lan bir yere tüm kurşunlarımı seni korumak için harcıyorum! Beni koru diye seni işe aldım, ben sana korumalık yapayım diye değil piç!”

“Abi sen beni değil, Karun Bey’i koruyorsun,” diyen Uraz’ın sesi kulağıma gelmişti. Bu futbolcu çocuk Duha’nın en iyi adamlarından biri olduğu için onda da kulaklık vardı. “Karun Bey neden öldürdüğü o cesede hâlâ işkence ediyor?” diye sorduğunda hiçbir şey anlamadım. Neyden bahsediyordu?

Duha’nın gülüşü keyifli geliyordu. “Tanımadın mı, masanın üzerine düşen herif o. Hani Bige’nin bir dal sigara için-” demişti ki Karun, “Devamını getirirsen sikerim o ağzını!” diyerek onu susturunca birkaç kişinin gülüşünü duydum.

Karun ilk iş olarak o adama mı saldırmıştı? İyi de ben zaten onu terastan aşağıya atarak çok kötü yaralamıştım. Anlaşılan bu Karun için yeterli olmamıştı. Kapı menteşelerinden sökülerek kırılmak üzereyken odada büyük bir gürültü duydum. Emin değilim ama sanki kırılan bir camın gürültüsüydü. Daha sonra birkaç acı dolu inilti geldi ve sonrası sessizlik. Artık kimse kapıyı açmak için zorlamıyordu. Neler oluyordu?

Elimdeki silahı sıkıca tutarak kapıya yaklaştım. Derin bir nefes alarak kapıyı açınca içeriye düşen bir cesetle sıçrayarak geriye çekildim. Bu da neydi şimdi? Alnından vurulan adamın üzerine basarak odadan çıktığımda kapının önündeki yedi cesetle bakışıyordum. Kimi göğsünde vurulmuştu, kimisi kafasında kimisi de yüzünde. Sanki kendilerini savunma fırsatı bulmadan hepsi ölmüştü.

Kasım rüzgârı saçlarımı uçuşturunca başımı kaldırdım ve gördüklerimle sertçe yutkundum. Odanın güney cephesindeki cam duvar tuzla buz olmuştu. Bu adamları vuran kişi dışarıdan ateş etmişti. Uzun menzilli bir tüfeğin kurşunları cam duvarı delip tüm adamları öldürmüştü.

Cesetlerin arasından geçerek paramparça olan cama yaklaştım. Tam o esnada biri daha odaya girmiş olmalı ki önce adım seslerini duydum, daha sonra da acı dolu iniltisini. Başımı çevirip omzumun üzerinden arkaya baktığımda kapının önünde bir ceset daha görmüştüm. O adam sadece iki saniye önce öldürüldü ama ben onu öldüren kurşunun sesini hiç duymadım. Ateş edilen silahta susturucu vardı.

Önüme dönüp kısık gözlerle karşıdaki binalara bakmaya başladım çünkü dışarıdan ateş ediliyordu. Bu odaya kim girerse girsin beni öldüremezdi. Takipçimin buna izin vermeyeceğini artık biliyordum. Saklanmak için çok doğru bir oda seçmiştim. Bu odanın bir duvarının tamamen camdan olması dışarıdaki birine odanın içini gösteriyordu. İşte bu yüzden odamın perdelerini hep kapatırdım çünkü yıllardır onun tarafından izleniliyordum.

Yanılmadığımı biliyordum, aradan geçen tüm o yıllara rağmen peşimi bırakmamıştı. Ben deli veya şizofren değildim, biri beni izliyordu. Kendi hayal gücüm yüzünden bu tokayı takmıyordum. Peşimde biri vardı. Bu adamları o öldürmüştü.

Bir uçurumun kıyısında durur gibi yıkılan cam duvarın önünde durup karşımdaki binalara göz gezdirdim. Gecenin bir yarısı olduğu için hiçbir şey görmüyordum. Ben onu görmüyordum ama şu anda onun beni gördüğüne emindim. İçinde bulunduğum odanın tüm ışıkları yandığı için beni görüyordu. Muhtemelen uzun menzilli tüfeğinin dürbününde beni izliyordu. “Bunu neden yapıyorsun?” diye fısıldadım.

Sekiz yaşından beri beni takip eden biri şimdi neden beni korumuştu? O Carlos’un kiralık katiliydi peki, o zaman kılık değiştirdiğim bilgisi neden Hector’a ulaşmamıştı? Peruğu odamın balkonunda takmıştım yani ne yaptığımı görmüştü. O zaman bu bilgiyi neden Hector’a ulaştırmadı?

Neden bu odadaki adamları öldürdü?

Neden beni koruyordu?

Bunu daha önce hiç yapmamıştı.

Dışarıdaki karanlığa bakarken bir şeyi test etmek ister gibi elimi kaldırıp saçımdaki tokaya dokundum. Parmaklarım tokayı çıkartır gibi yapıp onu kavradığında başımı eğdim ve sol göğsüme baktım. Kalbimin üzerinde lazerli bir tüfeğin kırmızı ışığı vardı. İç çekerek elimi tokadan uzaklaştırdım. “Anlaşılan benim tarafımda da değilsin.” Tokayı çıkardığım an beni öldürecekti.

Arkamı dönerek kapıya yürüdüğümde ansızın odaya dalan birini boğazından vurdum. Kapıdan dışarıya adımımı atmıştım ki üzerime yağan kurşun yağmuruyla hemen kendimi geriye çektim. Az önce gözüme birini kestirdiğim için iki saniye bekleyip tekrar kafamı dışarı çıkardım ve ateş ettim. Onu vurmuştum. Bu hareketi sık sık yapmaya başladım. Dışarıyı kontrol ediyor ve kendimi kurşunlardan korumak için aceleyle geri çekiliyordum. Daha sonra aynı saniye içinde öne atılıp ateş ediyordum.

Bu koridoru adamlarımızla birlikte daha güvenli bir hâle getirmeye çalışıyordum. Evet, ekibin büyük bir kısmı buradaydı. Ara sıra dışarıyı kontrol ettiğimde onlardan birilerini görüyordum. Kadem’in, “Yeter lan çok sıkıldım saklanmaktan!” diyen sesini duydum ama hangi katta olduğunu kestiremedim.

Dışarıyı kontrol ettiğimde karşıdaki odalardan birinde koridora fırlayan Kadem’i görünce bir küfür savurdum. “Koruyun şu aptalı!” dedikten sonra vücudumun bir kısmını dışarı çıkardım ve duvarın arkasında ateş eden Gazel’e ateş ettim. Az kalsın beynini dağıtacağım için Gazel son anda kafasını çekip, “Şu kaltağı canlı istiyorum!” diye bağırdı.

“Şu haini ölü istiyorum!” diye bende bağırdım.

Kadem kendini tam karşımdaki odaya atarken güldü. “Kim inanır kardeş olduğunuza.”

Diğerleri Hector’un adamlarına ateş ediyordu ama Gazel ile ikimiz sadece birbirimize. Aynı anda vücudumuzun bir kısmını dışarı çıkartıp silahlarımızı birbirimize doğrulttuk. Tetiğe ilk basan kazanacaktı. Onun tereddüt etmeyeceğini iyi bildiğim için ateş ederken kendime fazladan düşünme şansı tanımadım. Kısa bir an göz göze gelince aynı anda ateş etmiştik. Benim kurşunum onun kulağının yakınında geçip onu teğet geçmişti. Şaşırtıcı olansa Gazel’in kurşununun da kolumun çok yakınında geçip gitmesiydi.

Hemen kendimi geriye çektiğimde karşı odanın açık kapısında ateş eden Kadem’in ters bakışlarıyla karşılaştım. “Bilerek ıskaladın onu!”

“Saçmalama!” diye homurdandım. “Kafasına nişan almıştım.”

“Kafasına nişan alsaydın vururdun.”

“Seninle bunu tartışmayacağım!” Ona kızacağım diye dışarıyı kontrol etmeden çıkmak gibi bir hata yapmıştım. Kulağımın yanında cızırtılı sesler çıkaran bir kurşun süratle geçti ve arkamda bir gürültü koptu. Hemen kendimi içeri çekip bir süre bekledikten sonra kafamı uzatarak az önce gürültünün geldiği yöne baktım.

William’ın adamlarına ait bir cesetle karşılaşınca kafamı içeri çekip Kadem’e baktım. “Onu kim vurdu? Koridorun sağında ateş edildi.”

“Mümkün değil.” Kadem buna hiç ihtimal vermiyordu. “Biz soldayız, sağ tarafı Gazel ve itleri tutuyor.” Kurşunun sağ taraftan geldiğine yemin edebilirdim ama belki de yanılıyordum.

“Kurşunum bitti,” diye sızlandım.

“Yakala.” Kadem ceketinin iç cebinde çıkardığı dolu şarjörü bana fırlattı. Arkama düşen şarjörü yerden alıp doğrulduğumda bir şey alnıma çarpıp ayaklarımın önüne düşmüştü. Kafamı eğip bakınca araba anahtarı gibi küçük bir kumandayı gördüm. Bunu da Kadem atmıştı.

Kumandayı alıp sutyenimin arasına sıkıştırdım. Silahın şarjörünü değiştirirken, “İşe yarayacak mı?” diye sordum kısık bir sesle.

Kadem başını dışarı çıkartıp Gazel’in olduğu yöne ateş ederken güldüğünü gördüm. “Hepimiz dışarı çıktığında düğmeye basarsan nasıl işe yaradığını görürsün.” Elay’ın kazara keşfettiği patlayıcılardan bomba düzeneği kurmayı başarmıştı.

Kadem kendini içeri çekip, “Gazel!” diye bağırdı. “Çok sıkıldım neden silahları bırakıp yakın temasla bu işi halletmiyoruz?”

Duvarın arkasında ateş eden Gazel’in, “Benimle yakın temasta bulunmak istemezsin çocuk,” diyen alaycı sesini duydum.

Kızgınlıkla kaşlarını çatan Kadem, “Bir yaş var lan aramızda, kime çocuk diyorsun!” diye bağırıp Gazel’i vurmak için kafasını dışarı çıkardı. Fakat Gazel’in kurşunu kafasının üzerinden geçince hemen kendini geriye çekmişti. “Sektir git akıl hastası!” Kadem’in kızgın sesinden sonra Gazel’in gülüşünü duydum. “Hâlâ yakın temasta bulunmak istiyor musun?”

“Kendimden yaşlılarla değil!”

Gazel kahkaha attı. “En azından çocuk değil.” İkisinin arasındaki o bir yaş çocukken de en büyük kavga sebeplerinden biriydi. Gazel yirmi dokuz yaşındaydı yani Kadem’den bir yaş büyüktü.

Kadem ile göz göze gelince dudaklarını oynatıp, “Aynı anda,” diye mırıldanınca başımı salladım.

Karşı odalarda saklanırken aynı anda dışarı çıkıp Gazel’in bulunduğu yere hedef aldık. O esnada Gazel’de ateş etmek için dışarı çıktığı için biz bir anda ortaya çıkınca hazırlıksız yakalanmıştı. Üçümüz de birbirimize ateş ettik ama ikisi ıskaladı. Kadem ve Gazel birbirine silah çekmişti ancak ikisi de birbirini ıskalayarak saklandıkları yere geri döndüler. Ben ise Gazel’in arkasındaki birini gözüme kestirmiştim ve dışarı çıktığım an onu vurup tekrar saklandım.

Kaşlarımı çatarak Kadem’in olduğu tarafa ters ters baktım. “Bilerek ıskaladın!”

Az önceki sözlerimi taklit ederek, “Saçmalama,” diye homurdandı. “Kafasına nişan almıştım.”

“Kafasına nişan alsaydın vururdun!”

“Seninle bunu tartışmayacağım!” Bu hayvan herifle daha önce yaşanan bir konuşmayı tekrarlıyorduk!

Bilerek ıskaladı çünkü bize yaptığı her şeye rağmen Gazel’i vuramamıştı. Tıpkı benim de vuramadığım gibi. Gazel bizim merhametimizi hak eden biri değildi ama onun gibi vicdansız olmadığımız için onu vurmak istemiyorduk. Bir anda koridorun sağ tarafındaki silah sesleri iki kat artınca endişem büyümüştü. Hector’un bölgesindeki adam sayısı arttığı için o taraftan daha çok kurşun sesi geliyordu.

Köşeye sıkıştığımızı düşündüğüm için korkmaya başlamıştım ki, “Hector vuruldu!” diyen bir ses odanın içinde duyulmaya başladı. Hızlıca içeri girip odadaki cesetlere yaklaştım. Duyduğum o ses adamın kemerindeki telsizden geliyordu.

Telsize konuşan kişi, “Ateşi sakın kesmeyin!” diyordu. “Kalender ve Tunus’un adamlarına göz açtırmayın. Sanrı, Hector’u vurduğu için bu gece buradan sağ çıkmamalı!” Duyduklarımla gülmeye başladım. Karun, Hector’u vurdu mu?

Karun ve Duha alt katı ele geçirmeye başlamış olmalıydı. Yukarıda çoğalan bu kurşun sesleri bizden geliyordu çünkü Karun adamlarıyla yukarı çıkmıştı. Üstelik ayağının tozuyla Hector’u vurmayı başarmıştı. Yaşadığım heyecanın mutluluğuyla, “Kocam geldi!” diye kuş gibi şakıdım.

Kulaklıktan Karun’un gülüşünü duydum. “Tüm bu kargaşadan sorumlu değilmiş gibi kocam deyişi yok mu... “

“Ben ne yaptım ya?”

“Yavrum adamın tahtını yakıp babasını rehin aldın, daha ne yapacaksın? Kasayı zaten soymuştuk yemekten sonra kavga gürültü çıkmadan ayrılacaktık. Ta ki sen ortaya çıkana kadar.”

“O ahşap sandalyeye oturacak mıydınız? Hem de Hector karşınızda bir tahtta otururken?”

Karun yerine bana cevap veren Duha olmuştu. “Çoğunluğu korumak için gururdan ödün verilebilir.” Bu yalandı çünkü ben yapmasaydım onlar yapacaktı. Bunu biliyordum.

“Kapat çeneni, Tunus,” diye homurdandım. “Kocamın gururunu ayaklar altına almaya çalışan birinde gurur namına bir şey bırakmam.”

Karun’un keyifli sesini işittim. “Ulan Çeyrek Mafya,” dediğinde artık kızgın değil gibiydi. “Nasıl bir şeysin sen?”

Ona şirinlik yapıp kapıya doğru yürüdüm. “Sen nasıl istersen öyle olurum kocam.” Duyduklarıyla yüksek çıkan gülüşü kalbimi hızlandırıyordu. “Hep böyle kal kâfi.”

“Yani bir sigara için hep birilerini ayartsın mı?” diye sordu Elay.

Duha kahkaha attı. “İyi yerden vurdun doktor.”

“Tahtı yakmak için ateş gerekliydi!” Kendimi savunurken aynı zamanda kapıya yaklaşıp gördüğüm adamları vurmaya çalışıyordum. “Mazeretim var gelmeyin artık üzerime.”

“Tahttan çok o herifi ateşe verir gibiydin,” dedi Kenan.

“Görev içindi dedim ya.”

Benimle aynı cephede savaşan Kadem hayvanı, “O piçin seni soymasını istedin lan!” diyerek iyice sinirlerimi bozdu. “Aktris misin sen? Ne diye rol gereği soyunuyorsun?”

“Ama çok üstüme geliyorsunuz.” Sinirlerim bozulduğu için gözlerim çok hızlı dolmuştu. “Şimdi buraya oturup ağlarım görürsünüz.” Gözlerime akın eden yaşlar yüzünden burnumu çekerken, “Anlamıyorsunuz çok müşkül bir durumdayım,” dedim ağlamaklı bir sesle.

“Bitmiyor bu kızın müşküliyetleri!” diyen kişi Kadem’di.

“Şu siktiğim konuyu bir daha açarsanız leşinizi yere sererim!” Karun’un sesi artık mutlu gelmiyordu. O adamla olan kışkırtıcı sohbetimi unutmak istiyordu.

Bir süre sonra bu kattaki silah sesleri azalmaya başlamıştı. Etrafımı kontrol ederek başımı dışarı uzattığımda gördüğüm tüm adamlar bize aitti. Koridorun sağ tarafında çıkan Karun’u görünce hemen saklandığım yerden çıktım. Karun’a doğru hızlı adımlarla yürüdüğümde beni görünce, “İçeri gir!” diye bağırdı ama tekrar içeri girmek için çok geç kalmıştım çünkü çoktan dışarı çıkmıştım.

Nedim’in, “Bige Hanım eğilin!” diyen sesini duyduğum gibi yere diz çöktüm. Nedim’in komutuna çok hızlı karşılık verdiğim için neyse ki bana sıkılan kurşun üzerimden geçmişti.

Aceleyle ayağa kalktığımda Karun’un koşarak yanıma geldiğini gördüm. Üzerime atlayıp beni yere düşürdüğünde birkaç kurşun sesi daha duydum. Burada hâlâ Hector’un adamları vardı! Bir anda kendimi sırtüstü yere düşerken bulmuştum ve Karun üzerimdeydi. İkimiz düşerken üzerimizde geçen birçok kurşunu hissetmiştim.

Başını kaldıran Karun hızlı hızlı nefesler alırken kaşlarını çatmıştı. “Bu işler böyle yürümez!” Bana kızmıştı ki korkudan dolan gözlerimi görünce üzerimde kaskatı kesildi. Soluğu durdu, endişesi büyüdü. “Bige.” Sesindeki korkuyu iliklerime kadar hissettim. “Vuruldun mu?” Şimdi değişen suratının sebebini anlıyordum. Vurulduğum için gözlerimin dolduğunu düşünmüştü.

Sadece öleceğimi düşündüğü anlarda korkup bana Bige derdi. Artık biliyorum bir gün son nefesimi verdiğimde Karun’dan duyacağım son şey adım olacaktı. Onu rahatlatmak için, “Vurulmadım,” dedim buruk bir sesle. “Adımı ölümle lânetleme, Karun,” diye fısıldadım. “Normal zamanlarda da bana adımla hitap et.”

Derin bir nefes aldığında gözlerimin içine bakıyordu. “Bilinçli bir şekilde bunu yapmıyorum. Adınla bir sorunum yok ama ezberimde olan isim soyadın.” Karun bunları söylerken kurşunlar üzerimizde vızır vızır geçiyordu. Diğerleri bizi korumaya çalışırken Karun üzerime kapanmış, bir kalkan gibi beni sararak koruyordu.

Silah sesleri tekrar kesilince üzerimden çekilip yerdeki adamlardan birinin silahını aldı. Karun ayağa kalkınca bende kalkıp kendime çeki düzen verdim. Bittiğini düşündüğüm esnada arkamda bulunan odadan beş kişi çıkarak üzerime atladı. Hadi ama bitmiyor bunlar!

Nedim ve diğerleri bizi korumak için silahlı olanlara nefes bile aldırmıyordu. Karşı taraftan biri kafasını dışarı çıkardığı an onu vuruyorlardı ama doğrudan bize saldıranların icabına biz bakmalıydık. Odadan çıkan adamlar üzerime atlayınca hemen geriye çekilip aramıza biraz mesafe koymuştum. Hızlı hareket ederek birinin karnına tekme atıp onu yere düşürdüm.

Ne ben ne de Karun kalan kurşunları onlara harcamak istemiyordu. Bu yüzden Karun hızlıca yanıma gelip yakın mesafeden bana ateş etmek üzere olan birinin bileğini yakaladı. Onun elini yukarı kaldırdığı için kurşun tavana isabet etmişti. Adamın suratına yumruğunu geçirdiği gibi onu yere sermişti.

Bende bu esnada birinin bacak arasına tekme atarak onu yere düşürmüştüm. Diğer adamın saçıma uzanan elini yakalayan Karun olmuştu. Saçıma uzanan eli bileğinden bükerek kırınca duyduğum kemik sesi mide bulandırıcıydı. Adam acıdan bağırdığında Karun onu bana bırakıp diğer adama yöneldi. Onun yaraladığı kişiyi tek bir yumrukla yere serdim ama bundan mutlu değildim. “Yaralayıp bana bırakma!” diye sitem ettim. “Senden kalanlarla idare etmeyecek kadar iyiyim.”

Kendi rakibiyle uğraşırken kaşlarını çatarak, “Benimle yarışmayı bırakıp arkanı kolla!” deyince arkamı döndüğüm gibi başımı geriye çektim. Bir saniye geç kalsaydım bu adamın elindeki bıçak yüzümü kesecekti. Eğer Karun zamanında uyarmasaydı belki de o bıçak sırtıma girecekti.

Bıçağı tekrar bana doğru savurunca bu sefer geriye çekilmek yerine bileğini yakaladım. Diğer elini yumruk yapıp bana vurmaya çalıştı ama onu da bileğinden tuttum. İki bileğini tuttuğum gibi onu kendime doğru çekip dizimi karnına geçirdim. Bacağımı kaldırdım ve tüm gücümle ikinci kez karın boşluğuna dizimi vurdum. İniltiler çıkardığı esnada bıçağı tuttuğu bileğini tuttum ve çok hızlı bir hareketle elini boynuna doğru savurdum.

Bıçak onun elindeyken yarısına kadar boğazına saplanınca hemen arkaya doğru birkaç adım atmıştım. Havaya sıçrayıp boynundaki bıçağa tekme atarak tamamını onun boğazına soktum. En sevdiğim hareket buydu. Boğazından kanlar akan adam sırtüstü yere devrilince Karun’un, “Muazzam,” diyen sesiyle başımı çevirip omzumun üzerinden ona baktım. Mavi gözleri irileşmiş, göz bebekleri büyümüş ve o, yüzündeki büyülenmiş ifadeyle beni izliyordu.

Şaşkındı ama aynı zamanda hayran kalmıştı. “Dövüş becerilerinin iyi olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum.” Ne kadar etkilendiğini gizleyemiyordu. Beni ilk kez dövüşürken görüyordu.

Gülümseyerek hızlı adımlarla ona yaklaştım. “Ben her konuda iyiyim,” dedikten hemen sonra yumruk yaptığım elimi kaldırıp onun suratına doğru savurdum. Refleksleri çok iyi olduğu için başını omzuna doğru eğince, yumruğum onu teğet geçti ve arkasındaki adamın suratıyla buluştu.

Karun bunu görünce, “Eğil demen yeterliydi!” diyerek beni azarladı.

“Reflekslerini test ediyordum.”

Yerden kalkan bir adama doğru yürüdüm. “Sürekli bana kızıyorsun ama senin yaptığın işlerde çok mantıksız!” dedikten sonra adam silahına davranınca eline tekme atarak silahı düşürdüm. “Onca telaşın içinde yüzümdeki makyajı sildiren sensin!” Rakibimin saldırılarından kurtulmak için bir süre savunmada kaldım. Fakat bulduğum ilk boşlukta omuzlarını kavradığım gibi kafa atarak onu yere devirmiştim. Bunu yaparken burnuma dikkat ediyordum çünkü burnum estetikliydi benim.

Karun ensesini kavradığı bir adamın suratını duvara çarparken, “Karıma bakarken daha fazla bir yabancının yüzüne bakmak istemedim!” dedi ve bayılttığı adamı yere fırlattı.

Kafa attığım adam yerden kalkmaya çalışınca karnına tekme atarak onu sırtüstü yere devirdim. “Evde de yıkayabilirdim yüzümü.” Tüm o şeyleri yüzümden çıkarmak kolay mıydı sanıyordu? Hem de beş dakika içinde!

Karun kaşlarını çatarak hızlı adımlarla bana doğru yürürken, “Endişen olmasın eve gidince ben seni zaten yıkayacağım!” dedikten sonra bana yaklaştı ve silahını kaldırıp arkamdan bir yere ateş etti.

Başımı çevirince arkamda alnının tam ortasında vurularak yere düşen birini gördüm. Adeta gözlerimden kalpler çıkartarak Karun’a döndüm. “Çok iyi atıştı kocam.”

Heyecanım karşısında hâlâ bana sinirli olsa da gülüşüne engel olamadı. “Buradan çıkana kadar bana kocam deme. Bu itlerden kurtulmamız için sinirli kalmalıyım,” deyince kıkırdadım ve o, hiç akıllanmayacaksın dercesine homurdanarak bana baktı. “Gülme de” diye söylendi. “Şu an için aklım senin sevimli gülüşüne takılmamalı!” O kadar tatlıydı ki.

Silahını bırakmadan yerdeki adamların silahlarını da aldı. Nedim ve diğerleri çok iyi bir iş çıkarmış olmalı ki şu an için bu koridorda silahlar susmuştu. Yine de bazı odalarda hâlâ birileri vardır diye Nedim ve diğerleri saklandıkları yerden çıkmadılar. Tamamen dışarı çıkmak yerine kapıların önünde durup koridoru kontrol ediyorlardı. Karun bana iki şarjör daha uzatınca onları da alıp belimin arkasına eteğin kemerinden içeriye soktum.

İki silahı beline takan Karun, bir eliyle silah tutarken boştaki eliyle elimi tuttu. Tekrar birileri gelmeden önce asansöre doğru koşmaya başladık. Kendimizi asansöre atar atmaz hemen kapıyı kapattım. Karun düğmeye basarak asansörü durdurunca sebebini anlamadım. Bir adım geriye çekilerek silahını beline takmıştı. Ceketini çıkartıp yere attıktan sonra gömleğinin düğmelerini açmaya başlayınca heyecanlandım. Onun soyunduğunu görünce bende hemen üzerimdeki gömleğin düğmelerini açmaya başladım. Yeterince savaştık biraz da sevişelim.

Karun üzerinde çıkardığı siyah gömleği bana uzatınca, “Ne bu?” dedim şaşkınca. “Yere atsana bana niye veriyorsun?”

Kaşlarını hafifçe çattı. “Giy diye veriyorum.” Üzerimdeki gömleği gösterdi. “Ben parçalamadan o itin gömleğini çıkar!” Gömleğin düğmelerini yarısına kadar açtığımı görünce bundan memnun kalarak başını salladı. “Aynı şeyleri düşünmemize sevindim.” İyi de ben bunun için çıkarmıyordum ki.

“Ne yani sevişmeyecek miydik?” diye sordum safça.

Karun donup kalırken bizimkilerin küfreden sesini kulaklıktan duymuştum. En yaratıcı olanlar Duha’nın ettiği küfürlerdi. “Libidosu yüksek aptal kuş!” diyerek bana kızıyordu. “Şimdi sevişmenin sırası mı!”

“Kulağıma, kulağıma bağırma!” diye somurttum. “Asansörün kapısını kapatıp soyunmaya başlayınca aklıma başka bir şey gelmedi.”

“Çünkü kafan hep oraya çalışıyor!” diyen Kadem’in sesini duymaz olaydım. “Biz burada ateş hattındayız ama sen farklı ateşlerin peşindesin!”

“Görmüyor musunuz, bende çok müşkül bir durumdayım,” diye sızlandım. “Doğru düzgün sevişemiyoruz bile.” Karun başını geriye atıp kahkaha atarken diğerlerinin ettiği küfürler birbiriyle yarışırdı.

Tüm keyfimin içine ettikleri için üzerimdeki gömleği çıkartıp sertçe yere attım. Karun’un bana verdiği şarjörleri ona uzattım. İkisini de pantolonun kemerine sıkıştırdı. Eteğimin fermuarını açtıktan sonra eteği kalçamdan sıyırarak çıkardım. Etek çok dar olduğu için hareketlerimi kısıtlıyordu. İç çamaşırlarıyla kalınca Karun’un gülüşü yavaş yavaş solmaya başlamıştı. Artık gülmüyordu çünkü artık aklındaki şeyler daha yakıcı ve tutkuluydu.

Gözlerinin mavisi koyulaşmaya başladığında sutyenden taşan göğüslerime bakıp sertçe yutkundu. Arzu dolu bir sesle, “Bence de sevişmeliyiz!” diyerek üzerime yürüyünce duyduklarıyla cinnet geçiren Duha, “Lan oğlum bir durun!” diye bağırdı. “Adamlar üzerimize kurşun yağdırıyor siz orada ne yapıyorsunuz! Burası Fransızların oteli değil, kendinize gelin!” Bu da taktı Fransızların oteline.

Suratımı asarak Karun’un elindeki gömleği aldım. “Bir daha içinde sevişme olmayan hiçbir operasyona katılmayalım kocam,” dediğimde Kenan’ın kahkaha atan sesi kulağıma geldi. “Duydun Duha,” dedi eğlenen bir sesle. “Bir daha plan yaparken Bige’nin şartlarını göz önünde bulundur.”

Elay’ın kıkırtısı müzik gibiydi. “Haklı tabii sevişmek önemli.”

“Sende mi doktor?” diyen Duha sinirleri bozulmuş gibi güldü. “Şu karşıdaki odaya ne dersin?”

“Ne için?”

“Sevişmek için.”

“Çatışmanın ortasında dediğin şeye bak!”

Duha güldü. “Hani sevişmek önemliydi? Gördüğün gibi doktor tavsiyesi dinliyorum.” Yalnız bu adam lafı hep doksandan vuruyordu.

Hızlıca Karun’un gömleğini giyip önünü düğmeledim. Kalçamın altına kadar uzanan gömlek üzerimde kısa bir elbise gibi durmuştu. Karun bana yaklaştığında gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Gömleğin uzun kollarını benim için toplamaya başlamıştı. İkimizde gördüğümüz manzaradan memnunduk. Onun üzerinde siyah bir tişört vardı, benim üzerimde ise onun siyah gömleği. Birbirimizle uyumluyduk.

Karun’un kol kaslarını gördükçe kollarının arasına sokulmayı, tişörtten belli eden sıkı kaslarına dokunmayı istedim. İçimdeki şehvet dizginlenemezdi ama ne yazık ki şimdi sırası değildi.

Yerdeki silahlardan birini aldı ve diğer silahın mermilerini de bana vereceği silahın şarjörüne koydu. Benim için hazır ettiği silahı ondan alınca asansörü çalıştırdı. Yan yana durarak düz bir şekilde asansörün kapısına bakmaya başladık. Aşağıya inerken ikimizin de aklında farklı şeyler vardı. Çoğunlukla sevişmek ama tekrar Duha’nın kızgın sesini duymak istemiyordum. Yine konuyu Fransızların oteline bağlamasını beni deli ederdi.

Asansör alt katta durunca Karun başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı. “Hazır mısın?”

Elimde tuttuğum silahı daha sıkı kavradım. “Sence?”

“Hadi gidip buradaki herkese Kalender çiftini yakından tanıtalım!” dediğinde asansörün açılan kapısıyla aynı anda dışarı çıktık.

Dışarı çıkar çıkmaz sırtımızı birbirimize yaslayıp ikimiz de ateş etmeye başladık. Koridorun iki farklı ucuna ateş ederken bu bölgede de sayı üstünlüğü bizdeydi. Duha ve Karun’un tüm o uzun konvoyları çoktan içeri sızdığı için avantaj bizdeydi. İkinci katta daha çok adamımız olduğu için her delikten geriye kalan adamlara ateş ediyorlardı.

Karun’un, “Dikkatli ol,” diyen sesini duyduğumda büyük salon bitkisinin arkasına saklanarak bana ateş eden adamı indirmekle meşguldüm.

Orta alanda kurşunların hedefi olmak yerine ikimizde bir yerlere saklanmak için koştuk. Karun bir duvarın arkasına geçerken ben koşarak kumar oynanan salonlardan birine girdim. Burada kimse yoktu, sadece cesetler vardı. İçeriye doğru bir adım atmıştım ki kulaklıklarda duyduğum rahatsız edici sesle inleyerek dişlerimi sıktım. Bu ses o denli yüksek ve rahatsız ediciydi ki kulak zarım patlayacak sandım. Acı dolu iniltiler çıkartırken güç bela kulaklıkları çıkartıp yere atmıştım.

Aynı sorunu diğerlerinin de yaşadığına eminim. Bunu nasıl yaptıklarını bilmiyorum ama aramızdaki bağlantıyı koparmak için bir şekilde kulaklıkları sabote etmişlerdi. İleri teknolojinin böyle sakıncalı tarafları da vardı. Tüm bu kurşunların içinde şimdi nasıl birbirimize sesimizi duyuracaktık?

Birinin haykırışını duyunca koşarak cesetlerin arasından geçtim ve salonun diğer kapısından başka bir koridora çıktım. Duha’yı bir adamı yumruklarken görünce rahat bir nefes almıştım. En azından acı dolu o ses Duha’dan gelmiyordu. Çığlık sesi Elay’dan geliyordu çünkü duvarın dibine sinmiş, ara ara bağırarak Duha’yı kızdırıyordu.

Duha köşeye sıkıştırdığı adamı yumruklarken, “Doktor biraz daha çığlık atarsan sıradaki sen olacaksın!” diyerek arkasındaki kadına kızdı. “Beni iyi yönden hiç motive etmiyorsun. Karun’un azgın karısından bir şeyler öğren.” Son söyledikleriyle onu öldürmek istedim. Azgın değilim ki! Belki biraz.

Hiç vakit kaybetmeden Duha’nın yumrukladığı adamın kafasına hedef alıp ateş ettim. Adamın kafasından fışkıran kan Duha’nın yüzüne sıçrayınca küfrederek başını kaldırdı. Beni görünce dişlerini sıkarak, “Kurşunlarını böyle heba edemezsin!” diye söylenip ayağa kalktı.

Koluyla yüzündeki kanları silerken dik dik üzerimdeki siyah gömleğe bakıyordu. “Ne bu hâl? Çatışmanın içinde neden üzerinde sadece bir gömlek var?” Gözlerini irice açarak bir küfür savurdu. “Gerçekten seviştiniz mi?”

“Bize engel olmamış gibi konuşup durma.” Ona doğru yürürken her an biri önüme fırlayacakmış gibi etrafımı kontrol ediyordum. “Elay sen iyi misin?”

Saklandığı yerden çıkan Elay, Duha’nın kanlı yüzüne ürkerek bakıyordu. “Bu canavara uzun süre maruz kalan biri ne kadar iyiyse o kadar iyiyim.” Kızarak yanıma geldi. “Bunlar kaba kuvvetten başka bir şey bilmiyor. Bari sen beni buradan çıkar,” deyince Duha başını iki yana sallayarak güldü. “Denize düşen gerçekten de yılana sarılıyormuş.”

Kınayan bakışları Elay’ın üzerinde oyalanırken gözleriyle beni gösterdi. “Tüm bu katliamın sebebi ondan başkası değil. Gecenin başından beri sorun çıkarmaya yemin etmiş gibi hiç plana sadık kalmadı.” Bunun için neden beni suçluyordu ki? Her şey kontrolüm dışında gerçekleşmişti.

Duha bize yürü dercesine koridoru işaret edince onu dinledik. Üçümüz etrafımızı kontrol ederek yürürken aklıma gelenlerle başımı çevirip Duha’ya baktım. “Kulaklıklara ne oldu?”

“Aramızdaki iletişimi kesmek için imha ettiler.” Sol tarafta ne gördüyse kaşlarını çatarak eliyle kafama sertçe bastırdı. Hızlı bir hareketle kafamı eğdiği an solumda gelen kurşun sesini duymuştum.

Başımı çevirip arkama bakınca solumdaki kapının önündeki cesedi gördüm. Önüme dönünce Duha’nın kızgın bakışlarıyla karşılaşmayı beklemiyordum. “Asiler gibi önde yürümek yerine Elay gibi sende bir adım arkamdan yürü.” Elay savaşmayı bilmediği için korunmaya muhtaçtı, beni onunla kıyaslaması doğru değildi.

Koridorun ortasında durup vurulmayı beklemek yerine ilerlemeye devam ettik. Koridordan sola dönmek için bir adım atmıştım ki Duha ensemden tutarak beni yanına çekti. Yanlış bir şey yapmışım gibi bana öldürecekmiş gibi bakıyordu. “Düşünmeden hareket eden tedbirsiz kuş!” deyip yine beni azarladı. “Önce kontrol et sonra ilerle! Doğrudan mevzuya dalamazsın.”

Hızlıca başımı sallayıp duvarın arkasına geçtim. Kafamı uzatıp koridorun diğer tarafını kontrol edip, “Temiz,” dedim. “Sadece cesetler var.”

“Öyle olmasaydı çoktan alnına kurşunu yemiştin.” Çaylağına ders veren bir eğitmen gibi katıydı. “Bir dahaki sefere kafanı boynun görünecek kadar uzatma.”

Ben ve Elay’ı bir adım arkasında tutarak koridordan sola döndü. Biz ona yaklaştıkça adımlarını daha büyük atıyor ve önümüze geçerek arkasında durmamızı sağlıyordu. Burada ne olmuşsa çok kötüydü çünkü iki tarafa da ait birçok ceset vardı. Duha’yı takip ederek güvenli bir şekilde asansörün önüne gelmiştik. Duha asansörü çağırmak için düğmeye basarken ben etrafımızı kontrol ediyordum. Asansörün açılan kapısıyla yedi kişi karşımızda belirince üçümüz aynı anda küfrettik. Bunlar Hector’un adamlarıydı.

Daha adamlar silahlarına davranmadan, “Üçü senin üçü benim, geriye kalan buçuğu da Elay sen al!” dedim.

Duha, “Bitmiyor bu herifler!” diye söylenerek asansörün içine atladı. Bizi vurmak üzere olan iki kişinin bileğini yakaladı ve havaya kaldırarak bizi kurşunlardan korudu.

Diğerlerinin silahı veya kurşunu yok ki asansörden çıkıp üzerime atladılar. Üzerime diyorum çünkü Elay korkağı onları görür görmez bağırarak yine bir yerlere saklanmıştı. Duha silahlı o iki adamla ilgilenirken bu beşiyle ben mi ilgileneceğim? “Hadi be!” Şansıma küfrederek etrafımı saran adamlara baktım. Hiç olmazsa Elay kendi payına düşen buçuğu alsaydı.

“Şu işi biraz kolaylaştıralım.” Silahımdaki son kurşunla birini tam gözünde vurarak sayıyı dörde düşürdüm.

Fakat o esnada biri arkadan saçıma yapışıp sertçe çekince önümde beliren adamın yumruğu karnımla buluşmuştu. Acıyla haykırırken, “İstediğiniz kadar vurun ama yüzüme dokunmak yok!” diyerek onları uyardım. Hemen sonrasında kolumu kaldırdığım gibi arkamda saçıma yapışan adamın karnına dirseğimi geçirdim.

Saçımı kurtarıp doğruldum ve önümdeki adama tekme atarak onu geri püskürttüm. “Elay buçuğunu alırsan memnun kalırım!” Dört kişiyle dövüşmek sandığı kadar kolay değildi.

Öndeki adamı birkaç adım geriye püskürtmüştüm fakat sağdan biri dizime öyle bir vurdu ki iniltime engel olamadım. Bir dizimin üzerine düştüğüm gibi aceleyle kalktım lakin daha kendimi toparlamadan kollarıma yapıştılar. İki kişi kollarımı sıkıca tutarken arkadaki kişi tekrar saçımı yapışmıştı.

Saçlarıma asılarak başımı arkaya doğru çekti ve kolunu boynuma dolayıp beni boğmaya başladı. Kafam tavana bakarken boğazımı sıkan kol yüzünden nefes alamıyordum. Bu da yetmezmiş gibi dördüncü kişi önde durup kaburgalarıma öyle bir yumruk attı ki boğazım yırtılırcasına haykırmıştım.

Alamadığım nefeslerin içinde kendi çığlığımda boğulurken, “Sikerim ulan belanızı!” diyen Duha’nın kükremeyi andıran sesini duydum. Önümdeki adamdan gelen acı dolu haykırışı duyduğum esnada sağ ve sol kolum özgür kalmıştı. Duha tam zamanında yardımıma yetişmişti.

Kollarımı tutan adamlar beni bırakıp Duha’ya yönelmiş olmalılar. Asıl sıkıntı arkamda olan ve koluyla boğazıma baskı yaparak beni boğan adamdı. Yüzüm balon gibi şişmişti, gözlerim yuvalarından fırlamaya başladı ve gözlerimde yaşlar akmaya başlamıştı. Gerçek anlamda boğuluyordum.

Çırpınıp tırnaklarımı boğazımı sıkan koluna geçiriyordum ama yine de kendimi kurtaramıyordum. Yaşlar akan gözlerimin önünde küçük yıldızlar yanıp sönmeye başlayınca fazla zamanımın kalmadığını hissettim. Vücudum oksijensiz kaldığı için parmaklarım uyuşmaya başlamıştı ve çırpınışlarım azalmıştı.

Vücudumda oluşan hissizlik endişe vericiydi. Son anda aklıma gelen şeyle elimi bacağıma doğru uzattım. Gömleğin eteğini yukarı sıyırıp çorabıma sıkıştırdığım bıçağı aldım. Vücudumda kalan son enerjiye tutunup kolumu kaldırdım ve elimdeki bıçağı arkamda duran adamın karnına sapladım.

Onu yaraladığım için boynumu sıkan kolu gevşemişti. Bu fırsatı değerlendirip kollarımı arkaya doğru uzattım. Kafasını yakalayınca ellerimi ensesinde birleştirdim ve öne doğru çekerek omzumun üzerinden ona takla attırdım. Tam önüme düştüğünde boynumdaki kolu yüzünden bende onunla düşmüştüm.

Yüzüm onun boynunun yakınındayken öksürmeye başlayarak hemen kafamı çektim. Nefes almak için şiddetli bir şekilde öksürürken onun kalkmasına izin vermedim. Yaralı olduğu için artık onun da hareketleri kısıtlıydı. Çevik bir hareketle uzanıp karnındaki bıçağı aldım ve gözüne sapladım. Böğürerek kulak tırmalayan sesler çıkardığında gözündeki bıçağı sertçe çıkardım.

Bir yandan öksürük krizine tutularak nefes almaya çalışıyordum ama bir yandan da bıçağı üst üste onun boğazına saplıyordum. Boğazını deştiğimi bulanık gören gözlerle güçlükle görüyordum. Can acısından hareketlerim şuursuz ve kontrolüm dışındaydı. Beni boğmaya kalkıştığı için özellikle boynunu deştiğimi idrak edecek durumda değildim. Aklımda olan tek şey ödeşmekti.

Onunla işim bitince kanlı bıçağı sıkıca tutarak ayağa kalktım. Uzun süre nefessiz kaldığım için başım hafiften dönüyor, her an düşecekmişim gibi yerimde sendeliyordum. Birinin bana yöneldiğini hayal meyal gördüm. Omuzlarım sarsılarak hızlı hızlı nefesler alırken ağır küfürler ederek bana doğru koştu.

Sırtımı duvara yaslayıp duvardan destek alarak bekledim. Bekledim, bekledim ve vurmak için yeterince bana yaklaşınca başımı sağ omzuma doğru eğdim. Yüzüme savurduğu yumruğu duvarla bütünleştiği an elimdeki bıçağı tam kalbine sapladım.

Önce gözleri irileşti daha sonra da göz bebekleri büyüdü. Başını eğip göğsündeki bıçağa baktığı esnada dudaklarındaki kanla sırtüstü yere düştü. Ona zerre kadar acımadan duvara yaslanıp kendime gelmeyi bekledim. Boğazını bıçakla deştiğim adama bakınca yüzümü buruşturdum. “Kesin bu herif buçuk olandı!” Buçuklar fenaydı!

Başımı kaldırıp baktığımda asansörün içinde iki ceset vardı. Birinin kafası asansörün dışında kaldığı için kapılar kapanmıyordu. Duha silahlı olanları öldürmeyi başarmıştı. O ne âlemde diye ona baktığımda gördüğüm manzara içler acısıydı. Diğerlerini etkisiz hâle getirmeyi başarmıştı lakin bunu yaparken çok fazla darbe aldığı için sonuncuya karşı hiç şansı yoktu. Geriye kalan adam Duha’yı kum torbası niyetine yumrukluyordu. Duha’nın ağzından ve burnundan akan kan beyaz gömleğinin ön tarafını kıpkırmızıya boyamıştı.

Gidip onu yumruklayan adamla dövüşebilirdim ama bu daha fazla zaman kaybetmek olurdu. Zaten çok fazla oyalandığımız için her an yenileri gelebilirdi. Bu yüzden koşarak asansörün içine girdim ve yerdeki adamlardan birinin silahını alıp asansörden çıktım. Duha’ya bir kez daha vurmak üzere olan adamı boğazından vurdum.

Ondan kurtulunca Duha dizlerinin üzerine küt diye düşmüştü. Aceleyle yanına gittiğimde sol göğsüne tırnaklarını geçirerek acı içinde inliyordu. “Neyin var?” Önünde diz çökerek beni görmesi için kolunu tuttum ama başını eğdiği yerden kaldırmıyordu. Hızlı hızlı nefesler alıyor, içine çektiği her solukla acı dolu iniltileri gittikçe artıyordu. Ona neler oluyordu?

“Duha!” Onu sarstığımda acıdan dolayı kısık bir sesle, “İy-iyiyim,” demeyi başardı fakat iyi olmakla yakından uzaktan alakası yoktu.

İyi olduğunu söylemesinin üzerinden henüz üç saniye bile geçmemişti ki sol göğsünü sıkarak öyle bir bağırdı ki iliklerime kadar titredim. Acısının şiddeti içinde tutamadığı feryadından anlaşılıyordu. Gözlerimin önünde sırtüstü yere yığıldığında nöbet geçirir gibi sarsılmaya başlamıştı. “Elay!” Avazım çıktığı kadar bağırarak Duha’nın üzerine eğildim. “Buraya gel ve bir işe yara!” Vücudunda kurşun yarası bile yoktu, o zaman neyi vardı? Allah kahretsin, Duha ölüyor gibiydi!

Elay saklandığı yerden çıkıp koşarak yanıma geldi. “Önce onu güvenli bir yere götürmeliyiz,” deyince hemen ayağa kalkıp asansöre koştum.

“Yardım et bana!” Ona bağırdığımda Elay yanıma gelip benimle asansörün içindeki iki cesedi dışarıya sürükledi. Asansörün kapısı kapanmasın diye arasına ayakkabımı koymuştum. Duha’nın yanına geldiğimizde Elay onun bir kolunu bende diğer kolunu tuttum. Duha’yı sürükleyerek asansörün içine çekince hemen kapıları kapatıp asansörü durdurdum. Artık güvenli bir yerdeydi. Şimdi gerisi tamamen Elay’a kalmıştı.

Duha’nın suratı bembeyaz olunca ellerimi saçlarımın arasından geçirip onu gösterdim. “Elay korkmaya başladım bir şey söyle.” Duha kısık iniltiler çıkartırken ne bizi duyuyordu ne de görüyordu.

Yere diz çöküp yüzünü ellerimin arasına aldım. “Duha,” diye seslendim ama hiç tepki vermiyordu.

Sadece otuz saniye içinde Duha’nın göğsünü sıkan parmakları açılmıştı. Parmakları gevşedi, titremeleri durdu ve eli yan tarafına düştü. Gözlerinin siyahi kayıp gözleri kapandığında kaskatı kesilmiştim. Göğüs kafesi artık hareket etmiyordu. Yüzündeki ellerime ne nefesinin buğusu nüfus ediyordu ne de en küçük bir vücut ısısı. Kasım soğuğu yüzünden ellerim mi çok üşüdü, yoksa Duha’nın yüzü mü çok soğuk, bilmiyorum. Nasıl söylesem o artık yaşamıyor gibiydi.

Şoke olmuş gibi ellerimi yavaşça yüzünden çekip, “Elay?” diye kısık bir sesle ona seslendim. “Du-Duha öldü mü?” Kulaklıklardan kurtulduğumuza artık seviniyordum çünkü Kadem, Duha’ya olanları duymuyordu.

Elay bana cevap vermek yerine aceleyle bir şeyler yapıyordu ama hiç işe yaramıyordu. Duha, Elay’ın komutlarına hiç tepki vermeyince üzerine eğilip kulağını onun sol göğsüne yasladı. Elay hiç kalp atışı alamayınca, “Olamaz!” diye söylenip hemen başını geriye çekti.

Benim gözlerim doldu ama Elay benim aksime çok soğukkanlıydı. Birilerinin hayatını alırken ben fazla cesurdum, korkan taraf oydu. Fakat iş birini yaşatmaya gelince ben korkaktım, o cesurdu. İkimizde iyi olduğumuz konularda soğukkanlıydık. Elay, Duha’nın gömleğinin ilk birkaç düğmesini açarak onu rahatlatmaya çalıştı. Hemen sonrasında bir elini diğerinin üzerine koyarak onun göğsüne bastırmıştı. Elleriyle belli bir ritim tutturarak kalp masajı yapıyordu.

Bir yandan saçma sapan şeyler söylerken bir yandan da Duha’nın kalbini çalıştırmaya çalışıyordu. “Ölmeni her şeyden çok istesem de böyle ölemezsin!” Elay ona kızarken aynı zamanda onu kurtarmak için işini yapıyordu. “Bana yaptıklarının cezasını çekmeden ölemezsin.”

Duha’nın burnunu ve çenesini tutarak üzerine eğilip suni teneffüs de yapmaya başladı. Dudaklarıyla onun ciğerlerine hava üfledikten sonra yeniden kalp masajı yaptı. Elay bu iki hareketi o kadar sık tekrarladı ki hiç yaşam belirtisi almamak direncimizi kırıyor, bizi deli ediyordu. Duha neden hiç tepki vermiyordu? İşe yaramalıydı!

Elay eskisinden daha şiddetli onun sol göğsüne baskı uyguladıktan sonra tekrar dudaklarına uzandı. Bir kez daha dudaklarını birleştirip kendi nefesini onunla paylaştığı esnada Duha’nın kısık iniltisini duydum. Elay hemen başını çekince Duha’nın göğüs kafesi balon gibi şişti ve büyük bir nefesi içine çekti. Gözleri hâlâ açılmamıştı bilinci kapalıydı ama geri dönmüştü.

Elay rahat bir nefes alıp baygın yatan adama ters ters bakmaya başladı. “Sen adi herifin tekisin!” Ayağa kalkıp Duha’nın bacağına sertçe vurdu. “Hayatımın içine etmek için doğmuşsun!”

“Nesi var?” dediğimde Elay soluklanmak için bizden en uzak köşeye oturmuştu. “Kalp hastası.” Bunları söylerken gözlerini Duha’dan ayırmıyordu. “Geçirdiği bu kriz onun durumundaki biri için aslında en hafif olanı. Daha büyük krizlerde bu kadar şanslı olmayabilir.” Midem kasılmıştı. Duha kalp hastası mıydı? Bakışlarım hızla yerde yatan adamı bulduğunda beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Hasta mıydı?

Duha’nın kalp hastası olduğuna inanmak çok güçtü çünkü o, her zaman fazla mutlu ve güler yüzlüydü. Hasta insanlarda olan o depresif bozukluk onda hiç yoktu. Ölümün eğişinden olan birine göre karamsarlıktan çok uzaktı. Hatırladıklarımla omuzlarım yenilgi içinde çökmüştü. O gerçekten hastaydı.

Malikânenin avlusunda Karun ile yumruk yumruğa kavga ettiğinde orada yaşadığı da tam olarak buydu. O gün kolunu hareket ettiremediğini görmüştüm ama sebebini bilmediğim için hasta olduğunu anlamamıştım. Elay bile onun hastalığını teyit etmişken hiçbir inkâra yer kalmıyordu. Peki, Kadem bunu biliyor muydu? Hayır, bildiğini sanmıyorum çünkü bilseydi Duha’nın yanından bir dakika bile ayrılmazdı.

“Hastalığı ne boyutta?”

Elay bakışlarını Duha’dan çekerek yüzünü ovuşturdu. “Kalbi tükenmek üzere, eğer bir an önce nakil olmazsa fazla yaşamaz.”

“Nakil olsun o zaman.”

“Bu o kadar basit değil.” Bana bu işlerin nasıl yürüdüğünü öğretmek ister gibi bakıyordu. “Kaç kişi nakil sırasında uygun bir donör bekliyor, biliyor musun? Duha neredeyse listenin sonlarında.”

“O çok zengin istese sıranın başına geçebilir. İllegal yollarla bunu yapacak biri, neden yapmıyor?”

“Bilmiyorum.” Elay’ın bakışlarındaki endişe hâlâ dağılmamıştı. “Yeni bir kriz daha geçirirse bu sefer geri dönmeyebilir. Bir an önce hastaneye gitmeli.” Yani tehlikeyi hâlâ atlatmış değildik.

Duha’nın ceplerini karıştırarak telefonunu çıkardım. Telefondaki şifreyle kaşlarımı çatarak telefonu geri cebine koydum. Ayağa kalkıp asansörün içindeki cesede yaklaştım. Tüm şansımı denemeliydim. Onun da ceplerini hızlıca kontrol edip telefonunu aldım. Neyse ki bu telefonda herhangi bir şifre yoktu.

Hemen Karun’u arayıp telefonu kulağıma yasladım fakat Karun, çatışmanın ortasında yabancı bir numaraya bakmadı. Kadem, Kenan hatta Furkan’ı bile aradım lakin hiçbiri telefona bakmadı. Birilerine ulaşmam gerekiyordu! Son olarak Nedim’i aradığımda neyse ki o telefona açtı. Şükürler olsun.

Henüz Nedim konuşmadan, “Nedim benim, Bige,” dedim hızlıca. “Duha’nın acilen hastaneye ulaşması gerekiyor. Alt kattaki adamlara söyle ikinci asansörün olduğu yere bir güvenlik çemberi oluştursunlar. Kapılar açıldığı an hiç vakit kaybetmeden dışarı çıkmalıyız. Geri çekiliyoruz, Nedim! Bizimkilere hızlıca ulaşıp dışarı çıkmalarını söyle.”

“Emredersiniz Bige Hanım.”

Aklıma gelenlerle, “Bir dakika bekle,” dedim aceleyle. “Çoğu telefonunu açmıyor, hepsine ulaşman mümkün olmayabilir. Buradaki güvenlik odalardan birine gir veya bunun için birilerini görevlendir. On dakika içinde burayı havaya uçuracağım bu yüzden bizden kimse içeride kalmamalı.” Bu gece bizden kimseyi öldürmek istemiyordum.

“Nedim tarikattan kimse dışarı çıkmamalı. Hepsi parçalanarak ölsün istiyorum. Güvenlik odasındaki hoparlörü kullanarak anons geç. Geçeceğin anons şifreli olmalı. Diğerlerinin anlamayacağı ama tüm adamlarımızın anlayacağı bir anons olsun. Patlayıcılar için kullandığınız bir isim veya şifre var mı?” Anonsu duyduklarında Karun ve Duha’nın adamları buranın on dakika içinde patlayacağını bir şekilde anlamalıydı.

Hector ve Gazel’i itleriyle birlikte havaya uçuracağım.

Nedim bir süre düşündükten sonra, “Siyah kod efendim,” dedi. “Diğer herkes patlayıcılara kırmızı kod ismini verir fakat Karun Bey, herkesten farklı olarak bombaları siyah kod olarak adamlarımıza aşıladı. Uraz yanımda ve şu anda o da sizi dinliyor. Söylediğine göre aralarındaki yarıştan dolayı Duha Bey’de siyah kodu kullanıyor. Anonsta siyah koddan bahsedersek bize ait olan adamlar mekânın patlayacağını anlayıp dışarı çıkacaktır.” Duyduklarımla rahat bir nefes almıştım. Bunun için bir kod kullanmaları gerçekten çok zekiceydi.

“Uraz ile bu işi hallet, Nedim,” dedim. “Ama öncesinde aşağıdakileri arayıp istediğim güvenlik çemberini oluştur,” dedikten sonra telefonu kapattım.

Telefonu yerdeki cesedin üzerine attığımda Elay’ın tuhaf bakışlarıyla karşılaştım. Beni izleyen bakışlarında endişe verici bir korku vardı ama aynı zamanda çokça da hayranlık. “Kadın mafya gibisin,” diye fısıldadığında benden korkuyor mu yoksa hayranlık mı duyuyor, anlamadım.

“Gece boyunca olayları idare edişin, herkesi doğru şekilde organize etmen her kadının yapabileceği bir şey değil.” Sinirden gülümseyerek başını iki yana salladı. “Tahtını yakarak Hector’a resti çekmen falan hafife alınacak şeyler değil.”

Elay bir gerçeği yeni fark ediyormuş gibi suratı bembeyaz olmuştu. “Karun buzdağının görünen tarafı, asıl tehlike sensin. Karun senin için sadece bir kamuflaj, onun gölgesinde kalarak kendini gizliyorsun. Herkes bölge liderlerinden Sanrı’ya odaklandığı için onun süslü ve kokoş karısı gibi gösteriyorsun. Böylece hedef olmaktan kurtuluyorsun. Onlar için tehlike olan aslında Sanrı değil, Saka.” Söylediği o kadar şeyin içinde bir tek süslü ve kokoş kısmına takılmam normal miydi?

“Ne yaptığını gerçekten görmüyor musun?” Elay beni bir gerçeğe uyandırmak ister gibi gözlerimin içine baktı. “Farkında değilsin ama kocanı bile parmağında oynatıp onu ve adamlarını kullanıyorsun. Sen gerçekten çok tehlikeli bir kadınsın.”

Sözleri için zerre kadar alınganlık göstermeden tehlikeli bir şekilde güldüm. “Ben bir kurt kızıyım, Elay alfa olmak kanımda var. Lider olmak için doğmuşum fakat ne Karun benim sürümün bir parçası olabilir ne de ben onun sürüsüne ait olabilirim. İkimiz de baskın karakterlere sahip olduğumuz için bir diğerinin kölesi olmak yerine liderliği bölüşüyoruz. Benim olmadığım yerde kocam eser gürler, o sessiz kaldığında ise benim fırtınam başlar. Biz onunla tehlikeli bir eşleşmeden doğan kusursuz bir kaosuz.” Bunları söyledikten sonra asansörü çalıştırıp çıkış katının düğmesine bastım. Bizi daha iyi anlatamazdım.

Aşağıya inerken Elay yine rahat durmayıp, “Onu gerçekten seviyorsun, değil mi?” diye sordu. “Kaza eseri evlendiniz ama ondan bahsederken gözlerinin içi ışıldıyor.”

“Elay sözlerimin tamamında kendimi övdüm, nesini anlamadın?” diye ona çıkıştım. “O göz ışıltısı kendime duyduğum yoğun sevgiden kaynaklanıyor.”

Aşağıya indiğimizde asansörün kapısı açılınca yoğun bir sisle karşılaştık. Yangın çıkmış gibi burası âdeta duman altındaydı. Bizi bekleyen adamları gördüm. Geçeceğimiz yolun iki tarafında âdeta etten duvar örmüşlerdi. Yakın mesafeden baktığım için her birinin gölgesini görüyordum. Özel timi andıran ekibin bir kısmı içeri girince onlara yakından baktım. Kafalarında kurşun geçirmez kasklar, üzerlerinde ise çelik yelekler vardı.

İki kişi ellerinde tuttukları çelik yeleği ben ve Elay’a uzattı. “Bölgeyi sizin için sis bombalarıyla kuşattık,” dediler hızlıca. “Sizi göremezlerse zarar veremezler. Bunları giyin ve mümkün olduğunca bize yakın kalmaya çalışın.” Nedim’in hızına hayran kalmıştım. İki dakikada buradaki herkesi harekete geçirmişti.

Asansöre giren adamlar Duha’yı sırtlanırken Elay ve ben çelik yelekleri hemen giydik. Adamlar etrafımızı sararak bizi çember içine almıştı. Bu şekilde asansörden çıkıp hızlı bir şekilde ilerleyebildik. Yolumuzun iki tarafı da korumalardan oluşuyordu. Sürekli ateş edip dikkatleri üzerimizden çekiyorlardı.

Sis en büyük kurtarıcımızdı çünkü bizi görmüyorlardı fakat bu sisin amacını iyi biliyorlardı. Bizden önemli birinin dışarı çıkması için sisle güvenlik çemberi oluşturduğumuzu biliyorlardı. Bu yüzden dışarı çıkan kişinin kim olduğunu görmeseler bile üst üste ateş ediyorlardı.

Hiçbir kurşun isabet etmeden sisin içinde koşarak dışarı çıktık. Karun’un adamları beni çemberin içinde tutmaya devam ederek zırhlı araçlarımızdan birine bindirdiler. Duha’nın adamları da aynı şeyi Duha ve Elay’a yaparak ikisini farklı bir araca bindirmişlerdi. Duha’nın hastaneye yetişmesi gerektiği için araba büyük bir hızla buradan uzaklaştı. Benim olduğum aracın kapılarını sıkıca kapatıp arabayı çalıştırdılar ama kumarhanenin sınırları dışına çıkınca durduk. Araba daha fazla hareket etmedi çünkü Karun’u bekliyorduk. Arabanın içinde beni korumak için bana eşlik eden birkaç silahlı adam vardı.

Cama yaklaşıp kumarhaneye baktığımda Duha ve Karun’a ait adamların koşarak dışarı çıktıklarını gördüm. Her dakika başı bir grup adam dışarı çıkıyor, onları bekleyen arabalara binip buradan uzaklaşıyordu. Nedim gereken anonsu bir şekilde yapmış olmalıydı. Üzerimdeki çelik yeleği çıkartıp bir kenara bıraktım. Elimi gömleğin açık yakasından içeri daldırıp sutyenimin arasına sıkıştırdığım uzaktan kumandayı çıkardım. Tüm adamlarımız dışarı çıkınca onları cayır cayır yakacaktım.

Elimdeki kumandayla gözlerimi cama dikmiş sabırsızca Karun, Kadem, Kenan, Furkan, Nedim ve Celil’in dışarı çıkmasını bekliyordum. Hepsi aynı anda dışarı çıkmıyordu! Hector ve adamlarını uyandırmamak için her dakika başı bir grup dışarı çıkıyordu. Böylece içeride kalanlar diğerlerini oyalıyordu.

Arada geçen yedi dakikada Duha ve Karun’a ait tüm adamlar dışarı çıkmıştı fakat bizim grup hâlâ çıkmamıştı. Son yedi dakikadan sonra dışarıya başka kimse çıkmadı. İçeride kalan son bir grup vardı fakat onlar bir türlü dışarı çıkmamıştı. Endişelenmeye başlayarak, “Bir terslik var!” dedim. “Çoktan gelmelilerdi.”

Onların yanına gitmek için ayağa kalktığımda beni durdurdular. Adamlardan biri, “Birkaç dakika daha bekleyelim,” dedi endişelenerek. “Eğer yine gelmezlerse onları almak için içeri gireriz,” demişti ki bir şey duymuş gibi elini kaldırıp kulağındaki kulaklığa dokundu.

Onların kulaklığı bizim kullandıklarımızdan çok farklıydı. Siyahtı ve kulağın içinde kaybolmuyordu. İçeride kulaklıkları etkisiz hâle getiren bir sistem olmalıydı çünkü bu adam kumarhanenin içinde değildi ve anlaşılan kulaklığı çalışıyordu.

Karşı tarafı dinleyip, “Anlaşıldı Nedim,” diyerek kısa bir an bana baktı. “Patrona endişelenmemesini söyle, Bige Hanım bizimle.”

Nedim ona ne söylediyse başını salladı. “Evet, güvende.” Kafasını kaldırıp baştan ayağa beni süzdü. “Birkaç çizik dışında hiçbir yarası yok. Bekliyoruz,” dedikten sonra Nedim ile konuşmaya son verip bana döndü. “Karun Bey ve diğerleri kumarhanenin arka kapısından çıkmışlar efendim.” Gevşeyen bedenimdeki rahatlamayı anlatamazdım.

“Duha Bey’i görmek için Kadem ve Kenan Bey bir araçla hastaneye doğru yola çıktı,” diyen adam bana bilgi vermeye devam ediyordu. “Furkan yaralandığı için Celil ve Nedim şu anda onu hastaneye götürüyor. Karun Bey’in içinde olduğu araç da birazdan gelir.”

“Furkan yaralandı mı? Nesi var?” Korkuyla yutkunduğumda beni sakinleştirmek ister gibi, “Mühim bir şey değil,” dedi ılımlı bir sesle. “Nedim’in söylediğine göre bacağından vurulmuş.” Umarım yarası çok ciddi değildir.

Bir araba bize yaklaşınca korumaların hepsi onu karşılamak için arabalardan indi. Açılan kapıyla Karun’un dışarı çıktığını görünce hemen arabadan atladım. Şükürler olsun ki iyiydi. Karun beni görünce rahatlayarak nefesini vermişti. İyi olduğumu bizzat görene kadar ecel terleri döktüğü çok belli oluyordu. Bizi izleyen korumaları umursamadan ona doğru koştuğumu görünce dudakları kıvrıldı. “Gel başımın belası,” diyerek kollarını benim için açınca boynuna atladım.

Kollarımı boynuna sımsıkı sardığımda Karun’un güçlü kolları belime dolanmıştı. Kokuma muhtaç kalmış gibi başını eğip yüzünü boynuma gömdü. Nefesinin sıcaklığını boynumun kıvrımında hissettiğimde önce büyük bir nefesle kokumu içine çekti, daha sonra da dudaklarını boynuma bastırdı. Bu küçük öpücüğü bile kanımı kaynatmaya yetmişti. Hâlâ ona sımsıkı sarılırken, “Sanrı,” diye fısıldadım.

Boynumun kıvrımında aradığı huzuru bulmuş gibi uyuşmuş bir sesle, “Mmm,” gibi garip bir mırıltı çıkardı.

“Öpücüğünü eşitlemelisin,” dediğimde gülüşünü duydum. “Hallederiz.”

Kollarımı boynundan çözünce belimi bırakmadan başını hafifçe geriye çekti. Boynumun diğer tarafına uzandı ve dudaklarını bastırarak öpücüğünü eşitledi. Oyun oynamak istercesine sakallarını boynuma sürtünce gıdıklandığım için kıkırdadım. “Rahat dur hâlâ yapmam gereken son bir şey var.” Onun kollarının arasından çıkıp kumarhaneyi gösterdim. “Herkes dışarı çıktı mı?”

Karun başını yavaşça sallayarak beni onayladı. “İçeride sadece o it ve adamları var.”

“Güzel.” Keyifli bir şekilde yürüyüp arabalardan birine yaklaştım. Zıplayıp arabanın kaportasının üzerine oturdum ve bacaklarımı aşağıya sarkıttım. Çıplak ayağımı diğerine sürterek ayağımda kalan son ayakkabıyı da çıkardım. Ayakkabının diğer eşi asansörde kalmıştı.

Karun yanındaki adama bir şeyler söyleyerek yanıma gelmişti. Ağır abi olduğu için benim gibi arabanın ön kısmına atlayıp oturmadı ama gelip yanımda durdu. Az önce kulağına fısıldadığı adam arabalardan birinin içine girdi. Otuz saniye içinde elinde bir şişe viski ve iki kadehle yanımıza gelmişti. Karun onları alıp yanıma koydu. Şişeyi açıp kadehlerimizi doldurduktan sonra kadehlerden birini bana uzatınca güldüm. Bu kadarına gerek yoktu.

Viski kadehini alıp elimdeki kumandayı gösterdim. “En sevdiğim kısım başlıyor.” Bir patlamayı viski eşliğinde izlemek gibisi yoktu.

Heyecanım karşısında Karun gülmemeye çalışarak yanaklarının içini dişledi. “Bir şeyleri havaya uçurmayı gerçekten seviyorsun.” Kafasıyla biraz ilerideki kumarhaneyi gösterdi. “Ablan hâlâ içeride olabilir.” Sonradan üzülüp acı çekmeyeyim diye bunu özellikle hatırlatmıştı.

Viskiden bir yudum alarak gözlerimi kumarhaneye diktim. “Umarım içeridedir,” dedikten sonra bir saniye bile tereddüt etmeden kumandaya bastım. Gazel’in ne kadar sinsi olduğunu bilmiyordu. Gemiyi terk eden fareler gibi ilk kaçan o olmuştur. İçeride olmadığına emindim.

Kumandanın düğmesine bastığım an kumarhanenin tüm camları patlayarak alev almıştı. Patlama düşündüğümden daha şiddetli olduğu için altımdaki araba bile sarsılmıştı. Kadehimdeki viskinin çalkalandığını gördüm. Arabaların yanında dikilen korumalar bile sarsıntıyı hissettikleri için düşmemek için arabalara tutundular. Karun bile elini arabaya bastırarak dengesini korumaya çalışmıştı. Viski şişesini tam zamanında tuttuğum için devrilmesine engel olmuştum.

Kumarhaneyle aramızda belli bir mesafe olmasına rağmen biz bile çıkan sarsıntıdan etkilenmiştik. Hissettiğimiz deprem etkisi nihayet geçince yıkıp küllerini her yere saçtığım mekânı keyifle izliyordum. Kolonları patlamanın şiddetiyle sarsılarak yıkılmaya başlamıştı. Neredeyse tüm pencereler çıkan yangınla tutuşmuştu. Kumarhanenin bir bölümü tamamen yıkılmıştı. Diğer bölümü ise bir enkaza dönerek cayır cayır yanıyordu.

Çıkan alevlerin büyüklüğü yüzünden simsiyah bir duman gökyüzüne doğru yükseliyordu. Tıpkı benim gibi sebep olduğumuz bu cehennemi izleyen Karun, “Şimdi memnun musun, Çeyrek Mafya?” diye sordu keyifli bir sesle.

“Evet,” dedim acımasızca. “Bu gece tarikat kendi yarattığı canavarıyla yüzleşti.” Eflatun elbisenin içindeki küçük bir kızdan beni böyle bir kadına dönüştüren onlardı.

“Gazel neden buradaydı?” Şu an için bilmek istediğim tek şey buydu.

Karun derin bir nefes aldığında yüzünde hoşnutsuz bir ifade oluştu. “Sen Fransa’dayken kaçmayı başardı.”

“Peki, arayıp bana neden söylemedin?”

Yüzü sertleştiğinde bana olan kızgın bakışları fazla tersti. “Arama diyen sendin!” Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Üç ay boyunca onu kendimden uzaklaştırdığım için hâlâ kızgındı.

Kadehi kafama dikip hepsini içtikten sonra oturduğum yerden aşağıya atladım. “Tüm bu gürültüye polisler neden gelmedi?”

“Deniyorlar ama biz buradan ayrılmadan gelemezler.”

Karun soru dolu bakışlarımı görünce dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldı. “Bu tür operasyonlara katılırken kalabalık bir ekip her zaman polisi oyalar. Yakınlardaki tüm karakolları tespit ederler, onların geçeceği yolu kapatırlar. Bilirsin işte yol çalışması olduğunu gösteren levhalar, yolu tıkayan kazalar veya tırlar,” dediğinde nihayet olanları anlamıştım. Polislerin radarına girmeden hareket etmek için her defasında onları saf dışı bırakıyorlardı.

“Duha’nın kalp hastası olduğunu biliyor muydun?”

Karun bir detaya dikkat çekmek ister gibi kaşlarını yukarı kaldırdı. “Onu yumruklarken neden hiç göğsüne vurmuyorum sanıyorsun?” Tabii ki biliyordu.

“Bilmediğin herhangi bir şey var mı?”

“Dengesiz davranışların dışında mı?”

“Duha’yı görmeye gitmeli miyiz?”

“Bu gece olmaz. Onun adamları zaten yeterince hastanede kalabalık edecektir. Biz de gidersek çok fazla dikkat çeker ve tüm gözlerin hedefi oluruz.” Haklı olduğu için başımı sallayarak onu onayladım. Yarın sabah medyanın gözünü boyamak için haberi yeni almış gibi yapar ve onu ziyaret ederiz.

Buradaki işimiz bittiği için arabaya bindik. Karun ile karşı koltuklarda otururken tüm arabalar hareket etmeye başlamıştı. Karun’un gözleri yoğun bir şekilde üzerimde geziniyordu. Tekrar konuşana kadar bu bakışlarına bir anlam verememiştim.” “Krizi yönetme şeklin çok iyiydi.” Gözlerindeki o can alıcı ifadeyle benimle gurur duyuyor gibi bakıyordu.

Fakat aklına her ne geldiyse bir anda tüm keyfi kaçtı, kaşlarının kavisi usulca çatıldı. “Bir sigara için o herifle-” demişti ki, “Sevişelim mi?” dedim hızlıca. O lânet konuyu ona unutturmak istiyordum.

Karun ne yapmaya çalıştığımı çok iyi bildiği için sert bakışlarından taviz vermedi. “Önce beklenmedik davranışlarını konuşacağız.”

“Şoförün olduğu kısım paravanla kapalı bence sevişelim.”

“Hayır, beni dinleyeceksin.”

“Arabada hiç yapmadık.”

“Yavrum sinirlenmeye başlıyorum.”

“Ama kocam bende sevişmek istiyorum.”

“Tamam, ulan!” diye sinirle soludu. “Ama bu konu kapanmış değil,” deyince gülerek yerimden kalkıp onun yanına gittim. Bu konuyu açmasına asla izin vermeyeceğim.

Kucağına oturup bacaklarımı iki yanına koyunca gözleri gömleğin açıkta bıraktığı bacaklarımda gezindi. Ellerini kaldırıp bacaklarımı kavradı ve “Saka-” demişti öperek onu susturdum. Benim için her anlamda çok verimli bir geceydi. Bunu onun yersiz kıskançlıklarıyla bozmak istemiyordum.

Yarın sabah herkes Hector Marasliyan’ın tahtını yakıp mekânını havaya uçuran kadını konuşacaktı. Hector, Karun’u aşağılamak isterken en büyük aşağılanmayı yaşamıştı. Bunu ona ben yaşatmıştım.

Umarım ölmüştür çünkü kurtulmayı başarırsa peşime düşecektir.

Yorumlar