Roman
  • 01/12/2025

34-ERKEK DAYANIŞMASI

“Ben her şeyle ve herkesle savaşırım ama bir tek sana teslim olurum.”

Bige Saka Kalender

Karun ile evlenmeden önce sık sık magazin haberlerinde duyduğum bir restorana gelmiştik. Uçuk fiyatlarıyla gündeme gelen bir yerdeydim. İnsanların sırf burada görülmek için birkaç aylık birikimini hatta daha fazlasını masaya bıraktığı ünlü bir yerdi. Küçük bir fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmak için kendilerini aç bıraktıkları bir yerde olmaktan mutlu değildim. Bu tür yerler Karun gibi adamların uğrak yeriydi çünkü onlar için menüdeki yemeklerin fiyatı sorun değildi. Benim gibileri için boyumuzu aşan bir mekandı. Böyle abartılı yerlerde yemek yemeyi tercih etmezdim. Enayi değildim sonuçta.

Karun ve Duha beni İstanbul’un en nezih mekânlarından birine getirerek işimi iyice zorlaştırmışlardı. Üstelik mekân kapattılar ve tüm masaları kendi adamlarıyla doldurmuşlardı. Bu adilikti! Bu hesabı ödemem mümkün değildi. Bizim masada sadece Karun, Duha, Kadem, Kenan ve Elay vardı fakat hepsi dersine önceden çalışmış gibi tüm menüyü istemişlerdi. Altı kişilik masada en az yirmi kişilik yemek olduğu için masa tıklım, tıklım doluydu.

Buraya geldiğimizden beri etrafımdaki masaları röntgenliyordum. Korumalar bile menüde ne var ne yok sipariş etmişti. Garsonlar her masanın yanına tüm rafları dolu servis arabalarıyla gelip gidiyordu. Tüm bu siparişleri yetiştirmek için koşturup duruyorlardı. Karun sırf bana bir ders vermek için villa parasını buraya harcayacaktı! Bu delilik hatta savurganlıktı.

Keyifsiz bir şekilde karidesli salatamı yiyip duruyordum. Onların aksine işimi biraz kolaylaştırmak için kendime sadece salata sipariş etmiştim. Menüdeki en ucuz şey buydu. Daha doğrusu diğer şeylere göre bunun fiyatı daha düşüktü ama bir salataya göre aslında oldukça pahalıydı. Bir salata nasıl 250 dolar olabilir ki? Neredeyse beş bin Türk parasına tekabül ediyordu. Salatanın içindeki karidesleri altın denizinde mi yüzdürdüler? Bunlar inci yiyip pırlanta mı sıçtı? Alt tarafı bir karides be!

Üstelik menüdeki en ucuz şey buydu, diğer şeylerin fiyatına değinmek bile istemiyordum. Ve bu adamlar tüm menüyü sipariş ettiler hem de hepsi yapmıştı bunu. Büyük enayiyiz bunun başka bir açıklaması olamazdı. Fırsatını bulunca bari bende burada bir selfie çekip paylaşayım. Biraz takipçi kasmak belki ödeyeceğim paraya değerdi. Moralim o kadar bozuk ki kendimi teselli ettiğim şeylere inanamıyordum.

“Tabağındaki karidesi neden hunharca bıçaklıyorsun?” Kenan elimdekinin bıçak olmadığını fark edince, “Pardon,” diyerek güldü. “Çatallıyorsun diyecektim.” Belki de yemeye korkuyorumdur sonuçta 250 dolarlık kıymetli bir karidesti.

Çatalı delik deşik ettiğim karideslerden birine batırıp yedim. O kadar parayı vereceksem yiyeyim bari. Neyle ödeyeceksem param bile yoktu. Kendimi daha önce hiç fakir hissetmemiştim. Yeniliklere açığım ama yoksulluğa hayır.

Benim dışımdaki herkes kıtlıktan çıkmış gibi iştahlı bir şekilde yemeğini yiyordu. Başımı çevirip yan masamızda duran hainlere baktım. “Afiyet olsun, Furkan. Nasıl? Yemekler iyi mi?”

“Çok iyi, Bige Hanım,” dedi yüzsüz herif. Sırıtarak masadaki yemekleri gösterdi. “Sizin ödeyeceğinizi duyunca tüm menüyü istedim.”

“Çıkışa gel, Furkan!”

“Anlamadım efendim?”

“Ayağının nasıl olduğunu merak ediyorum.” Dirseklerimi masaya bastırıp ellerimi çenemin altında birleştirdim. “Ayağının durumu çok mu kötü?” Sırıttım. “Belki öpersem acısı geçer.”

Karun’un delici mavileri o kadar hızlı Furkan’ı buldu ki Furkan korkudan, “Abi daha yeni hastaneden çıktım,” diye titredi. “İyileşeyim öyle vur.” Hemen sonrasında kızar gibi sitemli bakışlarını bana çıkardı. “Bige Hanım canıma kastınız mı var? Burada yemek yiyen sadece ben değilim.”

“Nedim ve Celil’i göremiyorum.” Ellerimi çenemden çekip, “Yemekten sonra dans edelim mi?” diye sorduğumda Karun’un gözleri seğirince Furkan aceleyle, “Ben doydum,” diyerek hemen ayağa kalktı. Benim adamımsa bana karşı olan bir komplonun içinde yer alamazdı.

“Otur yerine,” diye homurdandım. “Yemeğini ye öyle git.” Zaten sipariş etmişti yani yese de yemese de hesap her şekilde bana girecekti.

Karun’un gazap dolu bakışları onun üzerinde oyalandıkça Furkan daha çok kaçmak istiyordu. Sırf Karun’un bakışlarından kurtulmak için masasındaki çocuklardan biriyle yer değiştirmişti. Bize sırtı dönük bir şekilde oturunca güldüm. Şapşal.

Önüme döndüğümde gözlerim Kadem’i buldu. Benden sonra somurtan tek kişi Kadem’di. Duha’nın hasta olduğunu öğrendiğinden beri keyifsizdi. Bir sepet çilek istediği için gerçekten de bir sepet çilek getirmişlerdi. Kadem depresyona girmiş gibi habire çilekleri yiyip duruyordu. Başka hiçbir şey yemiyordu. Duha onun somurtan hâlini görünce tüm keyfi kaçmıştı. “Oğlum yapma şöyle. Dünya’da hasta olan bir benmişim gibi davranıyorsun.”

Kadem çileklerini yerken sinirli bir sesle, “Sektiğim dünyası veya içindeki hastalardan bana ne!” diye somurttu. “Benim sorunum hasta olman ve bunu uzun zamandır benden saklaman.”

Duha masadaki insanlara kısaca göz gezdirip, “Bunu evde konuşalım,” diye onu uyardı. “Yalnız kaldığımızda.”

“Gerek yok!” Kadem ona küsmüş gibi yönünü başka tarafa çevirdi. “Daha önce anlatmadıysan şimdi de konuşma benimle.” En az benim kadar biraz çocuk kaldığını anlayıp iç çektim. Biz onunla sanki hiç büyümemiştik.

Yemeği ilk bitiren bendim çünkü hesap yüzünden keyifsizdim. Bu yüzden içki kadehine uzanıp brendiyi yudumlarken masadakileri izliyordum. Elay sipariş ettiği balığı kılçıklarından ayırmaktan güçlük çekiyordu. Duha’nın hemen yanında oturduğu için çıkardığı çatal ve bıçak sesleri Duha’nın dikkatini çekmişti. Elay’ın yemeğiyle girdiği çetin savaşı görüp güldü. “Neşter kullanmaya benzemiyor, değil mi doktor?”

Elay’ın önündeki tabağı kendi önüne çekti ve onun için balığı kılçıklarından ayırmaya başladı. Bunu yaparken tabaktaki etle meşgul olduğu için Elay’ın dudaklarında oluşan küçük tebessümü görmedi. Duha’nın onun için yaptığı bu küçük jest hoşuna gitmişti. Duha balığı kılçıklarından ayırdıktan sonra tabağı Elay’ın önüne itti. “Al bakalım.”

“Teşekkür ederim.”

“Eyvallah.”

Elay balıktan küçük bir parça alırken, “Herkes çok sessiz sıkıldım,” diye sızlandı. “Hadi herkes en utanç verici bulduğu bir anısını anlatsın.” Neden? Aptal mıyız biz? Tabii ki böyle bir şey yapmayacağız.

“Çocukken Kadem’in babasına âşıktım,” dedim birdenbire. Hay ben şu ağzıma! Kararlılık seviyem yerlerdeydi. Gerçi hiç yukarı çıktığını görmedim.

Başımı çevirince Kadem’in artık çilek yemediğini gördüm çünkü gözünü dikmiş bana bakıyordu. “Babama mı âşıktın?” Şaşkın yüzü çok komik görünüyordu.

“Evlenme teklifimi kabul etmedi.” Hâlâ o olayın acısını yaşıyormuşum gibi üzgünce iç çektim. “Sanırım o yıllarda sekiz yaşındaydım. Size gelmiştik ama sen hasta olduğun için uyuyordun. Zaten hasta ziyaretine gelmiştik. Yolda bizimkilere çiçek ve çikolata aldırmıştım.” Dudaklarımdan dökülen kıkırtıya engel olamadım. “Senin için istediğimi sandıkları için almışlardı.” Herkes devamını merak ettiği için çıt çıkarmadan dinliyordu.

Kadem yönünü bana doğru çevirerek tek kaşını yavaşça yukarı kaldırdı. “Sonra ne oldu?”

“Yahu anlasana aldım çikolatamı çiçeğimi babanı istemeye geldim,” dediğimde Karun gür bir kahkaha kopardı. “Hiç şaşırmadım.”

Herkes gülerken Kadem duydukları karşısında ne tepki vereceğini kestiremedi. “Kimden istedin babamı?” Şaşkın yüz ifadesi görülmeye değerdi.

“Annenden.”

“Annemden mi?”

Hızlıca başımı salladım. “Annenden babanı kendime istediğimde gülerek bana verdi. Annen verdi ama Yusuf amca büyü gel, tekrar konuşalım dedi. Bence babamdan korktuğu için kabul etmedi.”

Kadem sepetteki çileklerden birini kafama atmıştı. “El kadar bir çocuk olduğun için kabul etmemiş olabilir mi?”

“O da bir ihtimal tabii.”

“Benim için her gün eve geliyorsun sanıyordum meğer niyetin babamı ayartmakmış. Babama yürüdüğüne inanamıyorum!”

“Kızmayı bırakıp aşka saygı duymalısın. Herkes karşı çıkarken ben senin Perihan ile olan aşkına saygı duyuyordum. Sizi bir tek ben destekliyordum.”

“Perihan kim?” diye sordu Elay.

“Kurbağa,” dedi Kadem.

Kenan güldü. “Kurbağaya mı âşıktın?”

“Ne var bunda? O yaşlarda Efil dışında insan sevmiyordum.” Ne hatırladıysa Kadem öldürecekmiş gibi ters ters bana bakmaya başladı. “Aşkıma o kadar saygı duyuyordu ki Perihan’ı yedi bu yamyam!” Herkes bir anda kahkaha atmıştı.

Gülmedim Kadem’de gülmüyordu. Şaka yapmadığımızı anlayınca onlar da gülmeyi bırakmıştı. Karun tuhaf bir suratla, “Saka,” diyerek sandalyeden bana doğru döndü. “Kurbağayı gerçekten yemedin, değil mi?” Neden herkes bana bakıyordu?

“Hiç olur mu öyle şey kocam.” Ona gülmeye çalıştım. “Midesiz miyim ben?”

“Öylesin.” Kadem bunları söylerken tereddüt dahi etmemişti. Başını çevirip masadakilere beni gösterdi. “Efil çocukken et tutkusu ürkütücü boyutlardaydı. Begüm teyze et pişirmediğinde Efil bahçeye çıkıp kendine et arıyordu. Fare veya böcek artık ne olursa.” Her şeyi anlatmak zorunda mıydı?

Kadem iğrenerek yüzünü buruşturup başını iki yana salladı. “Büyükbabasının fare kapanına fare yakalanmış mı diye her gün kontrol ediyordu. Begüm teyze onun midesizliği yüzünden az fenalık geçirmemişti. Doktora da götürdü düzelsin diye ama bu yamyam orada da doktorun papağanını yemeye kalkışmış.” Herkes gülerek bana bakınca çok utanmıştım. Masanın altına girip uzun süre orada kalmayı istiyordum.

“Öpüyordum papağanı, annem yanlış anlamıştı!”

“Kafasını ısırmışsın lan!” diyen Kadem çatık kaşlarla bana çıkıştı. “Begüm teyze ağlayarak anneme anlatmıştı.”

“Öperken kafası ağzıma girdi onu yemiyordum!”

“Seni odamda bulduğumda Perihan’ın kopmuş bacağı ağzındaydı. O görüntüyü bana unutturmak için annem beni psikoloğa götürmeye başlamıştı!”

“Perihan’ı bulduğumda çok fazla zıpladığı için bacağı kopmuştu. Ben yapmadım!”

“Bacağı ağzındaydı.”

“Nasıl ağzıma girdiğini bilmiyorum gelme üzerime!” Kendimi savunma çabalarım Karun’u güldürdüğü için gözlerinde muzır bir ifade belirmişti. “Bundan sonra masada hep et olduğuna dikkat edeceğim. Bizi de yer bu kadın.” Sinirlerimi bozuyorlardı.

Duha güldükçe kadehindeki içki çalkalanıyordu. “Tadı nasıldı?”

Çok fazla utandığım için gözlerim çok hızlı dolmuştu. “Hatırlamıyorum tadını.” Başımı önüme eğerek somurtmaya başladım. “Babamı kızdırdığım için sebzeyle beslemeye başlamıştı beni,” dedim acıklı bir sesle. Burnumun direği sızlarken, “Anlamıyorsunuz çok müşkül bir durumdaydım,” diye mırıldandığımda hepsi tekrar gülmeye başlamıştı. Bu komik değildi.

Kadem söyleyene kadar onun kurbağasını yemeye kalkıştığımı bile hatırlamıyordum. Karun her an ağlayacağımı görünce, “Tamam, kapatın şu konuyu,” dedi fakat gülmemek için yanaklarının içini ısırıp duruyordu. “Hayatta kalmaya çalışıyormuş.” Bunu söylerken bile gülüyordu.

Onlar bu konu üzerinde bir şeyler söyleyip güldükçe ben daha fazla somurttum. Neyse ki bir süre sonra Elay, “İlk öpüşmem bir kızlaydı,” diyerek utanç verici bulduğu anısını anlattı. Böylelikle konu benden uzaklaşmıştı.

Bunu itiraf etmek bile Elay’ı utandırmıştı. “On dört yaşlarındaydım ve arkadaşımla nasıl bir his olduğunu öğrenmek için öpüşmüştük.”

Başını çevirip sırasıyla her birimize baktı. Şaşırmamızı veya onunla dalga geçecek bir şeyler söylememizi bekliyordu. Duha ifadesiz bir şekilde ona bakıp kuru bir sesle konuştu. “Ne tür ortamlarda bulunduğumuzu biliyor musun?” Bilmiyorduk ama tahmin etmek zor değildi.

Duha sandalyesinin sandalyesine yaslanarak Karun ile ikisini gösterdi. “Bizim gibi kodomanların partilerinde her şey sınırsızdır. VIP odalarında neler döndüğünü tahmin bile edemezsin. Grup yapanlar da vardır, aynı cinste olanları seviştirenler de. Bazen sadece seyirci olursun bazen de keyfin isterse onlara katılırsın. Seks partilerini hiç duymadınız mı?” Nereden duyalım sanki her gün öyle partilere katılıyorduk.

Duha meyve bıçağını alıp kendi için bir elma soymaya başladığında her zamanki gibi yine Elay ile uğraşmaya başlamıştı. “Senin kız arkadaşınla amatörce yaptığın bir öpüşme bizim için yeteri kadar utanç verici değil.”

Elay merakla gözlerini kırpıştırdı. “O partilere sende katıldın mı?”

Soyduğu elmadan bir dilim alan Duha sırıtarak başını salladı. “Çok fazla.”

“İzledin mi yoksa sende mi onlara katıldın?” diye sordu Elay.

“İkisi de.”

Elay yüzünü buruştururken gözlerimi dikip Karun’a bakıyordum. “Birçok kez katıldım,” diyerek merak ettiğim soruyu yanıtladı.

Karun ağır bir hareketle omuzlarını silkti. “Ne izlerdim ne de katılırdım sadece orada olmak için giderdim.” O dünyanın bir parçasıydı, bu yüzden kendini hatırlatmak için o tür davetlerde de boy göstermeliydi.

“Peki, biz evlendikten sonra hiç katıldın mı?”

“Yavrum biz evlenmedik, evlendirildik ama hayır,” diyerek başını iki yana salladı. “Hayatıma girdiğinden beri uzak duruyorum o tür davetlerden.” Her anlamıyla sadık biriydi.

Başımı kaldırıp gözlerimi Kadem’e diktim. “Sen katıldın mı seks partilerine?”

Kadem bana hiç bakmadan önündeki çilekleri yemeye devam etti. “Ne işim var benim öyle yerlerde?” Aynı anda ağzına birkaç çilek atarak yanaklarını şişirdi. “Koltuğumda oturup çizgi film izlemek daha eğlenceli,” demesi bizi güldürdü. Değişik biriydi.

Elay’ın gözleri Kenan’ı bulunca Kenan, “Yorum yok,” dedi çünkü bu konuda Duha’yla yarışırdı.

Elay öğürür gibi bir ses çıkartıp çenesini dikleştirdi. “Anladık Kenan’da Duha kadar rezil biri.” Bunları söyledikten sonra masadakileri göz hapsine almıştı. “Siz utanç verici bulmasanız da ben anlattım şimdi sıra sizde.” Ben zaten anlatmıştım.

Duha meyve bıçağını masaya bırakarak kolunu sandalyenin kenarına yasladı. “Tek utanç verici bulduğum şey bir asansörün içinde cinsel tacize uğramak.” Yine Elay’a sataşmasıyla güldüm. Bu adamın diline düşen bir daha kurtulamazdı. Sürekli bana Fransızların otelini hatırlattığı için iyi biliyordum.

Duha bakışlarını Elay’a diktiğinde siyah irislerinde onu suçlayan bir ifade vardı. “Sayende artık benim de utanç verici bir anım var.”

Elay’ın yüzü sinirden kıpkırmızı olmaya başlamıştı. Masa örtüsüne tırnaklarını geçirip kedi tıslamasını andıran bir sesle, “Sana tecavüz etmedim!” diye kızdı.

Karun konuyu bilmediği için merak ederek, “Tecavüz mü?” diye sorunca Duha yüzüne sahte bir üzüntü kondurarak başını salladı. “Başıma neler geldiğini ah bir bilsen, Kalender Bey’ciğim.”

Duha sandalyesinden yana kayarak Elay’dan uzaklaşırken başıyla onu gösteriyordu. “Kumarhanede kalp krizi geçirdiğim gece bu kadın defalarca beni öpmüş. Hızını alamayınca beni soyup seksi vücudumun ırzına geçmiş. Bende nasıl bir travma yarattığını düşünebiliyor musun?” Bedbaht olmuş gibi, “Kirlendim Kalender,” dedi acıklı bir sesle. “Artık masum değilim.” Sanki normalde çok masum biriydi.

Kadem onun sözlerine inandığı için başını masadan öne doğru eğerek Elay’ı görmeye çalıştı. “Nasıl lan?” Hayrete düşmüş gibi gözlerini büyütmüştü. “Abimi sektin mi?” Elay dışında herkes gülmeye başlamıştı. Kadem’in sansürleri müthişti.

“Hayır!” Masadaki çatalı sıkarak şiddetle karşı çıktı. “Hayatını kurtarmak dışında ona hiçbir şey yapmadım.”

“Olayın tek görgü tanığıyım.” Keyifli bir şekilde onu köşeye sıkıştırmaya başladım. “Dudaklarını defalarca onun dudaklarıyla birleştirdin.”

Elay her an üzerime atlayabilirdi. “Suni teneffüs yapıyordum. Hiç mi tıp bilgin yok?”

“Bildiğim tek teneffüs ilkokulda zil çalınca sınıftan çıkmamız,” diyerek omuz silktim. “Bana göre birleşen dudakların tek anlamı öpüşmek.”

Yanımda oturan kişiyi ona gösterdim. “Ne yani Karun her gün bana suni teneffüs mü yapıyor?”

Karun’un gülüşünü saklamaya çalıştı. “Pek sayılmaz.” Bana yaptığı şeyin adı kesinlikle suni teneffüs değildi.

Elay canından bezmiş bir şekilde, “Hayır ama-” demişti ki Duha ona yüklenerek, “Demek ki neymiş beni öpmüşsün hem de birçok kez.” Sırıtarak Elay’a doğru başını uzattı. “Olay esnasında baygın olduğum için hiçbir şey hatırlamıyorum. Eğer tekrar öpmek istersen senin için bir şeyler ayarlayabilirim.”

Elay sandalyesini yana kaydırarak hemen ondan uzaklaştı. “Seni öpeceğime bir garsonu öperim daha iyi!”

Bir saniye bile beklemeden, “Bin dolarına bahse girerim ki garsonu öpemezsin,” diyerek ortalığı kızıştırdım. O kadar bile param yoktu ama olsun.

“İki bin dolar,” diye arttırdı Kenan. İçkisini yudumlarken eğlenen gözlerle Elay’ı izliyordu. “Garsonu öpüp öpmeyeceğini merak ediyorum.”

“İki bin dolar, doksan dokuz kuruş.” Evet, bu cimri Kadem’den başkası değildi. “Onu öpüp öpmeyeceği umurumda değil.” Omuzlarını silkerken iştahlı bir şekilde çileklerini yiyordu. “Sadece Kenan’dan daha çok parayı ortaya koymak için bahse katıldım.” Daha çok paradan kastı doksan dokuz kuruştu.

“Elli bin dolar,” diyerek bahsi biraz yükseltti Karun.

“Kocam saçmalama!” diye cırladım âdeta. “O parayı neden bir bahis yüzünden ona veriyorsun? Bana ver istediğin her garsonu öperim.”

Karun’un gazap dolu bakışları anında beni bulduğunda kan beynime sıçramıştı. Tüm keyfi kaçmış gibi sinirli gözlerle beni izliyordu. “Umarım şaka yapıyorsundur?”

Hızlıca başını salladım. “Şakaydı tabii.” Değildi.

Duha sırf Karun’dan daha yüksek parayı ortaya koymak için, “Yüz bin dolar,” diyerek gözlerini Elay’a dikti. “Kapıdan içeri giren ilk garsonu öpersen bizden yüz elli beş bin dolar alırsın. Kabul ediyor musun?” Küçük bir öpücük için gerçekten iyi bir paraydı.

“Yüz elli beş bin dolar, doksan dokuz kuruş,” diye onu düzeltti Kadem. Sanki çok önemli bir detaymış gibi doksan dokuz kuruşundan bahsetmesi beni delirtiyordu.

Elay küçük bir öpücüğü sorun etmediği için kabul etti. “Anlaştık,” dedikten sonra gözlerini kapıya dikmişti. “İçeri giren ilk garsonu öptüğümde hepiniz bahse yatırdığınız paraları hesabıma havale edeceksiniz.” Bir gecede iyi para kazanacaktı. Kabul etmekle bence akıllıca bir karar vermişti.

Duha, Elay’ın kabul etmesiyle şeytani bir şekilde gülümsedi. Olamaz, bu gülüşü iyi biliyordum. Elay’ı istediği noktaya çekmesi bir manipüle dehası için hiç zor değildi. Duha ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü. “Küçük bir telefon görüşmesi yapmalıyım. Sizler kapıyı takipte kalın,” dedikten sonra masadan ayrılmıştı.

Başımı Karun’a doğru uzatıp, “Sence ne planlıyor?” diye fısıldadım. “Bu gidişi hayra alamet değil.”

“Herifin kafasındaki tilkiler durmaksızın çalışıyor,” diye homurdandı. “Bekleyip göreceğiz artık.”

Aradan on dakika geçmesine rağmen kapıdan hiçbir garson içeri girmemişti. Sadece erkekler değil, kadın garsonlar da içeri girmedi. Şaşırtıcı olan da tam olarak buydu çünkü mekânı kapattığımız için restorandaki tüm masalar adamlarımızla doluydu. Bu kadar insana hizmet etmek için garsonlar etrafımızda pervane olmalıydı. Aslında on dakika öncesine kadar tam olarak böyleydi. Ancak Duha dışarı çıktığından beri içeri giren kimse olmamıştı.

Bu bile Duha’nın bir işler karıştırdığını gösteriyordu. Elay gözlerini kapıdan ayırmadan sıkılmış gibi esnedi. “Bu garsonlara ne oldu?” Can sıkıntısıyla masadaki su bardağına uzanıp gözlerini tekrar kapıya dikti. “Biri bile içeri girmiyor,” diye sızlanarak suyundan bir yudum almıştı.

On dakikalık bir bekleyişin ardından kapı nihayet açıldı ve içeri giren garsonla masadaki herkes küfrederken Elay içtiği suyu püskürterek çıkarmıştı. “Yok artık be!” Duha bunu gerçekten yapmıştı!

Evet, içeriye garson olarak girmişti.

Duha hepimizi şaşırtmayı başarmıştı çünkü nutkumuz tutulmuş bir hâlde ona bakıyorduk. Takım elbisesini çıkartıp garson kıyafeti giymişti. Beyaz gömleğin üzerine siyah yeleği giymiş, boynuna papyonu takmıştı. Koluna astığı beyaz bir havluyu karnının yakınında tutarak yürüyordu. O varken Elay’ın bir garsonu öpmesine izin verecek biri değildi. Aslında bunu yapacağını tahmin etmeliydim. Duha bu tür entrikalar için doğmuştu.

Karun şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra olanlara çok hızlı uyum sağlamıştı. Elini hafifçe yukarı kaldırıp eğlenen bir sesle, “Garson,” diyerek Duha’yı masamıza çağırdı. “Buraya bak koçum.”

Duha, Elay ve diğerlerinin şaşkın bakışları eşliğinde yürüyüp masamıza geldi. Gözleri hınzırca bakarken tıpkı bir garson gibi, “Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorduğunda masadaki herkesin yüz ifadesi fazla komikti. Hadi ama bu kadarı da yapılmazdı.

Karun yüzüne ciddi bir ifade kondurmaya çalıştı ama bu şartlar altında çok zordu. Birkaç kez öksürüp istediği sert ifadeyi yakaladı. “Biz bir bahse girdik,” dedikten sonra gözleriyle Elay’ı gösterdi. “Hanımefendi içeri giren ilk garsonu öpeceğini söyledi. Senin için sorun olur mu?”

Duha’nın muzır bakışları bir süre Elay’ın üzerinde oyalandı. Daha sonra Karun’a doğru dönüp gayet resmi bir sesle, “Mesai saatleri içinde kendimi öptürmüyorum efendim,” deyince gür bir kahkaha kopardım. Öyle de nazlanırdı.

Karun ceketinin iç cebinde çek defterini ve kalemi çıkardı. Bir garsonun tek bir gecede asla sahip olmayacağı bir tutarı hızlıca deftere yazdı. Çeki kopartıp işaret ve ortaparmağının ucuna sıkıştırarak ona uzattı. “Bu yeterli olur mu?”

Duha başını eğip çekte yazan tutara baktı, daha sonra küstah bir tavırla çenesini dikleştirdi. “Dudaklarım satılık değildir.”

Karun fiyatı biraz daha arttırıp yeni bir çeki ona uzattı. “Peki, bu yeterli mi?” Bunu o kadar ciddi bir şekilde yapıyorlardı ki başta Elay olmak üzere hepimiz şoke olmuştuk. Bu ikisi çok fenaydı!

Duha tekrar çeke baktı ve yine inatçı bir tutumla, “Oraya ne yazarsanız yazın hanımefendiye kendimi öptürmem için yeterli değil,” diyerek kendini ağırdan satmaya devam etti.

“Prensip sahibi biriyim asansörde erkeklerin ırzına geçen bir kadına kendimi öptüremem,” diye Elay’a laf sokunca Elay’ın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Gülmemek için kendimle cebelleşiyordum.

Karun ciddiyetini korumak için muazzam bir mücadele gösterirken, “Şu hâle bak Elay’ı öptürmek için üstüne bir de para veriyoruz,” diye homurdandığında kıkırdadım. Bilerek kızın üzerine gidiyorlardı.

Karun, Elay’ın kızgın suratına bakıp son derece ciddi bir ifadeyle, “Garson bile seni öpmek istemiyor,” dedi. “Yakında evde kalırsan koca bulmak için sakın bana gelme çünkü gördüğün gibi para her şeyi halletmiyor. Bunun için tanıdığım bir puşt var, ihtiyacın olursa seni hemen evlendirir. O kadar hızlı evlenirsin ki ruhun bile duymaz.”

Duha, “Puşt demesek mi?” diyerek müdahale etti. “Eminim ki bahsettiğiniz kişi her konuda üstün bir kabiliyeti olan bir deha.”

“Puşt lan işte!” diyen Karun ters bir şekilde ona bakıyordu. “Beni sorgulama garson parçası.” Bunları söyledikten sonra tekrar ona Elay’ı gösterdi. “Hanımefendinin seni öpmesine izin verecek misin?”

Duha nazlanarak başını omzuna doğru çevirdi. “Tekrar ediyorum satılık değilim. Vereceğiniz hiçbir para standartlarımın altındaki bir kadına kendimi öptürmem için yeterli değil.”

Elay gözlerinden şimşekler çıkartarak ayağa fırlamıştı. “Asıl sen benim standartlarımın çok altındasın!”

Duha şikâyet eder gibi Karun’a Elay’ı gösterdi. “Hanımefendi çok saldırgan. Bu şartlar altında öptüremem.”

“Şu herife bak sanki ben onu öpmek için ölüp bitiyorum!”

“Elay,” diye sakince konuştu Karun. “Garsonu öpeceğini söylemiştin.”

Elay saldırganlık göstererek hemen savunmaya geçti. “İyi de o gerçek bir garson değil.” O kadar sinirlenmişti ki sinirden gözü seğiriyordu. “Garson kıyafetini giymesi onu garson yapmaz, burada bile çalışmıyor.”

Duha ne kadar eğlendiğini gizlemeyen gözlerle, “Burada çalışıyorum,” dedi.

“Öyle mi?” Elay kollarını göğsünde birleştirerek öfkesine hâkim olmaya çalıştı. “Müdürü çağır bana. Bakalım burada çalıştığını gösteren evrakların var mı?”

Karun yan masadaki çocuklardan birine dönüp hemen bu işi halletti. “Koçum müdürü çağır.”

Korumalardan biri restoranın müdürünü bulmak için dışarı çıkmıştı. Hepimiz beklemeye başladık. Yaklaşık beş dakika sonra restoranın müdürü telaşlı adımlarla içeri girdi. Bu gece bizi ağırladığı için diken üstünde olan adam ceketinin önünü kapatarak masamıza gelmişti. Karun’un karşısında eğilerek, “Hizmetimizle ilgili bir sorun mu var efendim?” dedi büyük bir saygıyla.

“Hayır.” Karun düz bir sesle konuşup ona Duha’ı gösterdi. “Çalışanınızın işe giriş evraklarını görmek istiyorum.”

Adam Karun’un karşısında korkudan âdeta titrerken, “Tabii efendim,” dedi ve aceleyle masadan ayrıldı. Duha bu konuda da gereken tüm tedbirleri almıştı, değil mi? Onu artık tanıyordum bir işe kalkışırsa arkasında hiçbir açık bırakmazdı. Nikâhımızda kusursuz bir iş çıkardığı için az çok onu ve yapacaklarını biliyordum. Kesinlikle düşmanım olmasını istediğim biri değildi.

Sadece üç dakika sonra restoranın müdürü elinde mavi bir dosyayla geri dönmüştü. Dosyayı Karun’a uzatıp, “Buyurun,” diyerek kenara çekildi.

Karun herkesin meraklı bakışları eşliğinde dosyayı açıp incelemeye başladı. Tam da düşündüğüm gibi Duha dışarıda geçirdiği on dakikada boş durmayıp işe girişini yaptırmıştı. Bunun için müdürü çok zorlamış olmalıydı. Bu kadar kısa sürede işe girmek için gereken şeyleri temin etmesi mümkün değildi. Bir işe girmek için adli sicil kaydı, sağlık raporu ve bunun gibi birkaç şeyi daha işverene eksiksiz sunmalıydı.

On dakikada hepsini temin etmesi mümkün değildi. Büyük ihtimalle bilgisayarda kendi giriş kaydını tamamlayıp çıktısını almıştı. Müdüre imzalattıktan sonra sahte belgesi hazırdı. Evet, bu belge sahteydi fakat Elay bunu bu gece kanıtlayamazdı. Karun gibi her gün birçok evrağı kontrol eden bir adam da belgenin sahte olduğunu iyi biliyordu.

Karun belgenin sahte olduğunu bilmesine rağmen Duha’nın tarafını tutarak, “Hımm,” diyerek başını salladı. “İşe giriş kaydında herhangi bir sorun yok. Bu gece işe başlamış, tarih öyle gösteriyor.” Dosyayı kapatıp Elay’a uzattı. “Kontrol etmek ister misin?”

Duha bu gece buraya gelerek restoranı adamlarıyla doldurmuştu. Bu konuda Karun’a yardım ettiği için o da Elay konusunda ona yardım ediyordu. Söz konusu kadınları delirtmek olunca nasıl da iyi anlaşıyorlardı. Burada resmen erkek dayanışması terörü esiyordu.

Elay sanki çok anlayacakmış gibi Karun’un elindeki dosyayı kaparcasına alıp sayfaları karıştırdı. Müdürün Duha’yı bir gece için işe aldığını gösteren sahte belgeyle, “Bu saçmalık!” diyerek dosyayı zavallı müdürün kafasına fırlattı. “Hepiniz bu düzenbazlığın içindesiniz!” Ben değil.

Karun adamı Elay’dan kurtarmak için, “Sen çekilebilirsin,” dedikten sonra soğuk bakışlarını Elay’a dikti. “Bahsi kabul etmiştin bu ne demek biliyor musun? Garsonu öpmezsen bize yüz elli beş bin dolar ödemek zorundasın.” Kadem ona bir şey hatırlatmak istercesine öksürünce Karun yüzünü buruşturmuştu. “Ve doksan dokuz kuruş,” diye ekledi. Kadem’in kuruş sevdasını hafife alamazdı.

Aslında bu para onlar için çok küçük meblağdı ama Karun, Elay’ı zorlamak istiyordu. Elay’ın aptal bir bahis yüzünden o kadar parayı ödeyeceğini sanmıyordum. O kadar parası olduğundan bile şüpheliydim. Karun’un onu köşeye sıkıştırmasıyla Elay’ın yüzündeki tüm kan çekilmişti. “Bu yaptığınız zorbalık.”

Karun rahat bir hareketle omuz silkti. “Bizde zorlama yok. Garsonu öpmek istemiyorsan öpme ama bize olan borcunu ödemek zorundasın.” Kocam tam bir şerefsizdi.

Elay çıkar yolu olmadığını bildiği için Karun ve Duha’ya düşmanca gözlerle bakıyordu. Bir an önce bu işten kurtulmak istediği için tükürürcesine, “Tamam,” demişti. “Yapacağım.”

Tıpkı Elay gibi bende ikisine ters ters bakıp elimi sıkıyordum. “Büyük adisiniz!” Önce bana karşı birlik olmuşlardı şimdi de Elay’a yapıyorlardı. Adil oynamıyorlardı.

Elay, Duha’nın karşısında durduğunda yumruğunu onun suratına geçirmek ister gibiydi. “Pekâlâ, yapalım şunu.”

“Yapalım mı?” Duha inatçılığını sürdürerek arkaya doğru bir adım attı. “Herkes beni öpmek ister ama herkes istedi diye kendimi öptürmem.”

“Uzatma sadece küçük bir öpücük.”

“Sizin için bir öpücük asla yeterli olmuyor.” Duha hâlâ garson rolü yapmaya devam ediyordu. “Duyduğuma göre önce küçük bir öpücükle başlıyor ama daha sonra erkeklerin iffetine göz koyuyormuşsunuz.”

“Bunu söylemeyi asla bırakmayacaksın, değil mi?”

“Belki öldüğümde.”

“Her neyse şu anda bir garson kılığındasın ve bende üzerime düşeni yapacağım.”

Duha güldü. “Öptürmeyeceğim.”

“Sadece küçük bir öpücük!” diye sinirlenen Elay onun üzerine yürüdü. “Uzatma da bitsin bu saçmalık.”

“Önce beni ikna et belki bir şeyler düşünürüm.”

“Şimdi senin yerine şu garsonlardan birini öpeceğim. İyi izle.”

“İkna oldum öp beni!”

Duha izin verince tekrar vazgeçmesin diye Elay hemen parmaklarının üzerinden yükseldi ve onu öptü. İlk birkaç saniye dudaklarını sadece Duha’nın dudaklarına değdirip öylece kalmıştı. Fakat daha sonra dudaklarını araladı ve onu öpmeye başladı. Elay için kaybettiği bir bahiste yerine getirmesi gereken zorunlu bir öpücüktü. Bunu yapmaya mecbur kaldığı için Duha’yı öperken yanında duran ellerini sıkıyordu. Elay işkence çeker gibiydi. Büyük ihtimalle yeterli olması için kaç saniye daha onu öpeceğini düşünüyordu.

Fakat Duha ellerini onun beline koyup Elay’ın üzerine eğilince işler ikisi için değişmeye başlamıştı. Duha bu zoraki öpücüğü onun için unutulmaz kılmak ister gibi ikisinin dudaklarını birbirinden ayırmadan iyice Elay’ın üzerine eğildi. Her daim alaycı olan birine göre fazla hassas davranıyordu. Kırmaktan korkarcasına Elay’ın belini zarif bir hareketle kavramıştı.

Duha başını yana doğru eğip Elay’ın öpücüğüne karşılık vermeye başlayınca Elay’ın sıktığı parmakları gevşemişti. Artık acı çeker gibi ellerini sıkmıyordu. Duha’nın elleri onu yatıştırmak ister gibi Elay’ın sırtında gezinip küçük dokunuşlar yapıyordu. Dudaklarıyla onu kışkırtıyor, elleriyle sakinleştiriyordu. Her ne yapıyorsa işe yarıyordu çünkü Elay için artık bu zoraki bir öpücük değildi.

Elay çoktan Duha’nın büyüsüne kapılmıştı. Ellerini kaldırıp onun omzuna koydu ve Duha’yı üzerine çekip daha yoğun bir şekilde öpmeye başladı. Sanki ikisi artık aptal bir bahis için değil de birbirlerini öpmek istedikleri için öpüyordu. Aralarında oluşan tutku hissedilmeyecek gibi değildi. Evet, bu öpücüğü ikisi de istiyordu.

Kadem, “Sanırım kusacağım,” diye fısıldadı.

“Bence romantik,” diyerek iç çektim.

Kenan kısık bir sesle güldü. “Onu öpmek için garson kılığına girdiğine göre bilmediğimiz bir şeyler oluyor.”

Ellerimi masaya bastırarak ikisine doğru eğildim. “Bence Elay’dan hoşlanıyor,” dedim alçak bir sesle.

“Belli değil miydi zaten?” Kadem’de ellerini masaya bastırıp bana doğru eğildi. “Bir tek kızın saçını çekmediği kalmıştı.”

“Saç çekmek ne alaka?” diye sordum şaşkınca.

Kenan’da sandalyesinden öne doğru kaydı ve tıpkı bizim gibi masada öne doğru eğildi. “Elay ile uğraşıp durmasından bahsediyor,” diyerek bana küçük bir açıklama yaptı. “Bilirsin erkekler hoşlandığı kadınlara sataşmadan duramaz.”

“Kızım daha önce hiç mi bunun örneğiyle karşılaşmadın?” diye sordu Kadem. “Okulda falan birileri saçını çekip durmuyor muydu?”

“Ya ben dövüyordum öyle yapanları. Hepsinin ağzını burnunu kırıyordum.”

Kenan bir kez daha güldü. “Bu yüzden evde kaldın.”

“Evde kalmadım evliyim ben!”

“Kalmıştın kız,” diyerek beni tersledi Kadem. “Seni evlendirmeseydim zor evlenirdin.”

“İyi halt ettin hayvan herif! Yaptığın şey büyük bir marifetmiş gibi konuşma.”

“Öyle ama.” Başını çevirip Kenan’a baktı. “Sen birini evlendirebilir miydin?”

“Kimi mesela?” diye sordu Kenan.

Sırıttım. “Babamı evlendirsene. Birini bulunca belki benimle uğraşmayı bırakır,” dediğimde üçümüz gülmeye başladık. Karun’un, “Kafa kafaya verip konuştukları şeylere bak,” diyen huysuz homurtusunu duydum. O ne bilirdi eğlenmeyi. Adam da katır inadı vardı, bir türlü Kenan ile arasını düzeltmeye yanaşmıyordu. Gerçi neden şaşırıyorum ki Karadeniz insanının inadı meşhurdu.

Duha’ya baktığımda Elay’ın dudaklarına küçük bir öpücük kondurup ondan ayrıldığını gördüm. Yoğun bir öpüşmeden sonra ikisi de hızlı hızlı nefesler alarak birbirlerine bakıyorlardı. Duha’nın gözleri hâlâ sık sık Elay’ın öpülmekten hafifçe şişmiş dudaklarına kayıyordu. Onu tekrar ve tekrar öpmek istediği çok açıktı.

Elay aldığı hızlı solukların arasında, “Aklına gereksiz şeyler gelmesin,” diye onu uyardığında hâlâ az önce yaşadıklarının etkisindeydi. “Bu geceki bahsi kazanmak için seni öptüm, tekrarı olmayacak.” Bu söylediğine kendi bile inanmıyordu.

Elay sözlerine gerçeklik katmak istercesine yüzünü buruşturmak için kendini zorladı. “Hayatımdaki en berbat öpücüktü.” Bakışları sözlerinin tam tersini söylüyordu.

Duha gözlerini onun dudaklarından ayırmadan boğuk bir sesle, “Katılıyorum,” diye mırıldandı. “Her şeyiyle berbat bir öpücüktü.” Bunun da bakışları tam tersini söylüyordu. Bu ikisi kimi kandırıyordu? Bizi mi yoksa birbirlerini mi?

İkisi nihayet birbirinden ayrılınca Elay kendine çeki düzen verdi. Sanki az önce birbirlerini arzulayan onlar değilmiş gibi hemen aralarına mesafe koymuşlardı. İkisi yerine oturunca Elay’ın kaçamak bakışları Duha’nın üzerindeydi. Duha onun bakışlarını yakalayınca utanarak hemen önüne dönmüştü. Bu durum Duha’yı güldürmüştü.

Kadem, Kenan ve ben gözlerimizi dikip Duha’ya bakmaya başlayınca, “Ne?” diye sordu. Ne istediğimizi anlamak ister gibi sırasıyla üçümüze baktı. “Derdiniz ne sizin?”

“Bu ne cüret!” Hakarete uğramış gibi dehşet verici bir ifade takındım. “Bir garson masama oturmuş, bana derdin ne diyor.”

“Hakarete uğradık.” Kenan’da aşağılanmış gibi ona bakıyordu. “Müdürünü çağır koçum.”

“Koçum mu?” Duha’nın kaşlarının kavisi çatılmıştı. “Senin o ağzın ne diyor lan!”

“Biri bu işletmecinin müdürünü çağırsın!” diye sesini yükseltti Kadem. “Buradaki garsonlarda hiç saygı yok!”

“Kadem!”

“Affedersin abi.”

“Affetmeyeceğim bir andasın sus, Kadem!”

“Siz içtiniz mi? Ne garsonu lan!” Duha kısık bir sesle küfrederek Karun’a döndü. “Kafaları mı güzel bunların?”

Karun ekşi bir şey yemiş gibi burnunu kırıştırdı. “Az önce gözümün önünde kafa kafaya verip dedikodu yapıyorlardı. Onları anlamıyorum.”

Burnu havada kibirli bir kadın gibi, “Ben bu masada bir dakika bile duramam!” diyerek ayağa kalktım. “Bu aşağılanmaya daha fazla katlanmayacağım.”

“Sinirlerimi bozmaya başladın, küstah kuş.”

“Kıytırık garsonlarla yemek yemeyeceğiz herhalde!” diyen Kadem’de ayağa kalktı.

“Kadem!”

“Affedersin abi.”

“Affetmeyeceğim bir andasın, otur lan yerine!” Kadem korkudan irkilerek hemen yerine oturmuştu.

“Bu rezilliğe müsamaha göstermeyeceğim.” Tıpkı benim gibi Kenan’da ayağa kalktı. “Gidelim.”

Daha önce hiç duymadığım küfürler eden Duha, “Tamam!” diyerek dişlerini sıktı. “İstifa edip geliyorum!” Sandalyesinden kalkıp sinirli adımlarla kapıya doğru yürüyünce gülerek yerimize oturduk. Hep o bizimle uğraşacak değildi ya.

Elay gülerek Duha’nın arkasından bakıyordu. “Bunu hak etmişti.”

Bir süre sonra Duha üzerini değiştirerek masaya geri dönmüştü. Artık garson kıyafetleri içinde değildi. İntikam almak ister gibi gözlerimin içine bakıp, “Kalender Bey’ciğim,” diyerek sırıttı. “Şu hesabı istesen mi artık?” Şu şeytanın sol kolu yakışıklı piçi kalbi öldürmezse ben öldürecektim.

Karun için gecenin başından beri beklediği büyük an gelmiş gibi dudağının köşesi bükülmüştü. Elini kaldırarak garsonlardan birini durdurdu. “Hesabı getir.” Garson başını sallayarak kapıya yürürken kaskatı kesilmiştim. Şimdi benim soğuk terler dökmemin zamanıydı.

Karun ve Duha bıyık altından gülerek hesabı beklerken Kadem ve Kenan’a baktım. Diğer iki şeytana yansıtmadan onlara kapıyı gösterdim. Kenan bir saniye bile beklemeden, “Lavaboya gitmeliyim,” diyerek ayağa kalktı.

“Bende,” diyen Kadem’de sandalyesinden kalktı.

“Tesadüfe bak,” deyip bende kalktım. “Benimde lavaboya gitmem gerekiyor.”

Karun ve Duha kaşlarını yukarı kaldırıp alay ederek bizi izliyorlardı. “Üçünüz aynı anda mı?”

“Aynı anda ama farklı tuvaletlerde,” dedim hızlıca. “Pisuvarı kullanamam.”

“Kızlar tuvaletinde pisuvar yok mu?” diye sordu Kenan.

“Yok,” diye homurdandı Kadem. “Ne zaman girsem bulamıyorum.”

Alacağım cevaptan korksam da bunu sormadan edemedim. “Neden kızlar tuvaletine giriyorsun?”

“Erkekler tuvaleti dolu olunca nereye yapacağım?” Savunması karşısında Kenan ile gülerek masadan ayrıldık. Böyle bir cevap karşısında şaşırdık mı, hayır.

Üçümüz başka bir amaç için masadan ayrıldık ama önceliğimiz gerçekten işemekti. Bu yüzden bir garson bize tuvaletlerin yerini göstermek için eşlik etmişti. Kenan erkekler tuvaletine girerken ben ve Kadem garsonun şaşkın bakışları eşliğinde kızlar tuvaletine girmiştik. Erkekler tuvaleti doluydu ve Kadem sıranın ona gelmesini beklemek istememişti. Bu konuda Kenan kadar sabırlı değildi.

İçeriye girince ayna karşısında kendilerine çeki düzen veren birkaç kadın korumayı gördüm. Onların afallayan bakışları altında Kadem ile ikimiz yan yana olan iki kabine girdik. Kadem’i tanımıyorlarsa tuhaflıklarını yargılamasınlar. İşimizi halledip aynı anda kabinden çıktık. Kadınlar hâlâ duruyordu ve iri gözlerle Kadem’e bakıyorlardı.

Onların bakışları eşliğinde lavabonun önüne geçtik ve ellerimize sabun sıkıp yıkamaya başladık. Ellerimizi kuruttuktan sonra tekrar lavabonun önünde durmuştuk. Çantamda rujumu çıkartırken Kadem’de cebinde dudak nemlendiricisini çıkarmıştı. Öne doğru eğilip aynaya yaklaştık. Dudaklarıma kırmızı ruju sürdüm, Kadem’de nemlendiriciyi. Dudaklarımızı emerek iyice yedirdik. “Nemlendiricin çilekli mi?” Çilek kokmuştu.

Kadem nemlendiricinin kapağını kapatıp bana uzattı. “Kullanmak ister misin?”

Dudak nemlendiriciyi aldım. “Şimdi ruj sürdüm kullanamam.” Markasına bakınca gözlerimi büyüttüm. “Bu markayı bende tercih ediyorum ürünleri çok iyi. Kremlerini hiç denedin mi? Müthişler.”

“Kullanmaz mıyım dokunsana yüzüme.” Kadem heyecanlı bir şekilde elini yüzünden gezdirdi. “Bebek poposu gibi yumuşacık.”

Elimi uzatıp yüzüne dokundum. “Vay canına cildin çok iyi hangi maskeyi kullanıyorsun?”

“Çilekli kil maskesi,” diye böbürlendi. “Özel üretim.”

“Yarın alışverişe çıkmalıyız. Çok acilinden bana da almalıyız.”

“Müthiş şeyler var, hele o vücut losyonlarını mutlaka denemelisin.”

“O zaman anlaştık. Yarın alışverişe çıkıyoruz.” Duha’nın hastalığı yüzünden morali bozuktu. Yarını benimle geçirirse belki keyfi az da olsun yerine gelirdi. Ben elbisemi, Kadem’de takım elbisesini düzeltti. Daha sonra içerideki kadınlara sırtımızı dönerek dışarı çıktık. Şoke olmuşlardı.

Kadınlar tuvaletinin önünde durup Kenan’ı beklemeye başlamıştık. Kenan son zamanlarda Kadem ile çok fazla zaman geçirdiği için artık onun tuhaflıklarına alışmıştı. Bu yüzden az önce onu kadınlar tuvaletine girerken görünce sadece gülmüştü. Hiçbir itirazın Kadem’i durdurmayacağını iyi biliyordu.

Kenan erkekler tuvaletinden çıkınca üçümüz yürüyüp lobiye çıktık. Bir köşede durduğumuzda daha ben konuşmadan Kadem, “Duha abi tüm banka hesaplarımı bu gece için bloke ettirmiş,” diyerek bana kötü haberi verdi. “Benden yardım isteyeceğini tahmin ediyorlardı.”

Bakışlarım Kenan’ı bulduğunda karamsar bir ifadeyle, “Aynı şeyi kocan da benim hesaplarıma yaptırdı,” dedi küfreder gibi. “Bu gece bitmeden hesabına havale yapmamıza izin vermezler. Neden üçümüzün aynı anda dışarı çıkmasına izin verdiler sanıyorsun? Sana yardım edemeyeceğimizi anla diye.”

Tüm umutlarımı onlara bağlamıştım. Söyledikleriyle yıkılarak omuzlarımı düşürdüm. “Şimdi ne yapacağım? Böyle bir yerin hesabını karşılayamam.” Burnum sızladığında dudaklarım titremişti. “Gerçekten çok müşkül bir durumdayım.”

Kadem üzgün suratımı görünce, “Hemen asma yüzünü,” diyerek elini omzuma koydu. “Ne yapabiliriz bir düşünelim.”

“Karun ve Duha’yı tanımıyormuş gibi konuşma.” Kenan gerilerek kravatını biraz gevşetti. “O ikisi Bige’nin parayı temin edeceği tüm hesapları bir geceliğine kapatmıştır.”

Kenan bana kötü haberi verirken en az benim kadar umutsuz görünüyordu. “Çağıl ve Levent’te dahil yemeklerin parasını ödeyecek güçte olan herkesin banka hesabını dondurdular.” O adi herifler bu gece için gereken tüm tedbirleri almıştı. Daha önce de dediğim gibi ikisi yan yana gelince ortaya dev gibi bir şerefsiz çıkıyordu.

Kadem’in aklına bir şey gelmiş gibi kahve gözleri ışıldadı. “Duha’nın bu âlemde bulaşmayacağı tek bir kişi var.”

Kimden bahsettiğini anlamadım ama Kenan anlamış gibi heyecanlandı. “O kişi Karun’u bile korkutuyor. İkisi de onun banka hesabıyla oynayıp onu kızdırmaya cesaret edemez.”

“Kimden bahsediyorsunuz?”

İkisi gülerek aynı anda, “Gurur Kalender,” dedi. Gurur Kalender mi? Karun’un amcası olan ve bir türlü tanışmaya fırsat bulamadığım şu meşhur Deli Gurur mu?

“Karun kimseden korkmaz.” Kenan telefonunu çıkartırken söylediklerime güldü. “İnan bana Gurur’dan ve onun yapabileceklerinden korkuyor ama sorsan inkâr eder. Bir deliden herkes korkar çünkü yapacaklarını asla kestiremezsin.” Artık her zamankinden daha fazla şu meşhur amcayla tanışmak istiyordum.

“İyi ama henüz onunla tanışmadım nasıl ondan para isteyebilirim?” demiştim ki Kenan telefonu kulağına yaslayıp sessiz ol işareti yaptı. Midem kasılmıştı. Onu arıyor olamazdı, değil mi?

Kenan gözlerimin içine bakarak, “Merhaba abi, nasılsın?” deyince içimden küfrettim. Gerçekten onu aramıştı!

Tanımadığım bir ihtiyardan para istemek kolay mı sanıyordu? Amca beyin ilgilenmesi gereken daha önemli işleri olmalıydı. Yeğeninin karısıyla henüz tanışmadan ona para göndereceğini sanmıyordum. Eğer babam gibi huysuz biriyse telefonu suratıma kapatırdı.

Kenan, “Her şey yolunda abi,” diyerek tekrar bana bakınca sakın yapma dercesine başımı iki yana salladım. Fakat Kenan sırıtarak, “Bige yanımda,” deyince utançtan şuracıkta ölmek istedim! Ne halt ediyordu bu.

“Bir konuda yardımını istiyor,” dedikten iki saniye sonra Kenan telefonu bana uzattı. “Seninle konuşmak istiyor.”

Uzattığı telefon ikimizin arasında dururken, “Yapamam!” dedim kısık bir sesle. “Çek şu telefonu ona ne söyleyeceğim ki.”

Açık sesim karşı tarafa gitmiş olmalı ki telefonda, “Önce o telefonu alıp kulağına yasla gelin hanım,” diyen bir ses duydum. Olamaz!

Kenan’a öldürecekmiş gibi baktıktan sonra telefonu aldım ve mecburen kulağıma yasladım. “Merhaba, Gurur Bey,” dedim gergin bir sesle. Amca falan demem gerekiyor mu? Sonuçta kocamın amcasıydı.

“Merhaba,” diyen sesi nedense genç birinin sesini andırıyordu. Belki de telefonda sesi öyle geliyordu.

Sırf kaba görünmemek için, “Nasılsınız?” diye sordum iyi gelini oynayarak. “Umarım iyisinizdir?”

“Eyvallah,” dedi kısaca. “Sen nasılsın, her şey yolunda mı?”

“Evet,” demiştim ki cesaretimi toplayıp, “Aslında yolunda olmayan bir şeyler var,” dedim hızlıca. “Karun ve Duha beni bir yere getirip tüm masaları adamlarıyla doldurdular. Hesabı ödemek benim için sorun değil ama kredi kartımı evde unutmuşum.” Yalan söylemek zorunda kalmıştım çünkü hiç param olmadığını söylemeye utanmıştım.

“Kocan olacak piçten istemediğine göre belli ki seni kızdıracak bir şey yapmış.” Gurur’un gülüşünü duydum. “Ne kadar lazım?”

“Bilemiyorum,” diyerek Kenan ve Kadem’e baktım. “Sizce hesap ne kadar gelir?”

Kadem kafasında kısa bir hesap yapmaya başlamıştı. Mekânı kapattığımızı düşünürsek, yemekler ve hizmet ücretiyle birlikte çok uçuk bir meblağ seni bekliyor.”

Karun’un amcası Kadem’i duymuş olmalı ki, “Bu saatte yüksek miktarlarda havale yapacak açık banka bulunmaz,” dedi. “Neredesiniz?”

“Brezza Estiva.”

“Cevher’in yeri,” diyen Gurur ortada komik bir şey varmış gibi yüksek sesle güldü. “Tesadüf mü yoksa Allah’ın işi mi, bilemem ama Cevher’in oğlu benim kumarhanenin müdavimi. Oğlunun tek bir gecede kumarhanede kaybettiği para oradaki hesabın iki katı. Telefonu kapatıp keyfinize bakın. Benim Cevher ile küçük bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor.” Yaşadığım sevinci tarif edemezdim. Amca bey hızır gibi yardımıma yetişmişti.

Açık hoparlör yüzünden Kenan ve Kadem’de tüm konuşmaları duymuştu. Bu yüzden telefonu kapattıktan sonra üçümüz gülmeye başladık. Oldu bu iş. Kenan sabırsızca, “Hadi içeri girelim,” dedi. “Duha ve Karun’un yüz ifadesini görmek istiyorum.” Üçümüz harika bir ekip olmuştuk.

Oyalanmayı bırakıp birkaç dakika içinde restorana döndük. Hesap defteri çoktan gelmiş olmalı ki masadaki herkes beni beklediğini gözleriyle belli ediyordu. Kendi masamıza yaklaştığımızda Karun ve Duha’nın keyfine diyecek yoktu çünkü hesabı görünce vereceğim tepkiyi görmek istiyorlardı. Dışarı çıkmamıza karışmamışlardı şansımızı deneyip hayal kırıklığıyla dönmemizi istiyorlardı. Bu yüzden üçümüz onlara istediklerini verdik. Sanki gereken parayı hiç bulmamışız gibi asık suratlarla yerimize oturmuştuk. Asıl gösteri birazdan başlayacaktı.

Karun bozulan suratıma bakıp aptalı oynadı. “Bir şey mi oldu?” Hınzır bakan mavileri ne kadar eğlendiğini gizleyemiyordu. “Lavaboda çok uzun kaldın. Senin için endişelenmeye başlamıştım.”

“Sorun yok.” Mümkün olduğunca çok kendimi üzgün göstermeye çalışıyordum. “Her şey yolunda.”

“Her şeyin yolunda olmasına sevindim,” diyen Duha sırıtarak önümdeki ahşap kutuyu gösterdi. “O sana geldi.”

“Öyle mi?” Başımı eğip hesap kutusunun kapağını açınca gördüklerimle sertçe yutkundum. Hesap fişini makara şeklinde sardıkları için kalın bir rulo beni bekliyordu. Bununla uğraşmak yerine neden fiyatın olduğu kısmı kesip kutunun içine koymadılar ki?

“Üzerinde ismim yazmıyor.” Kutunun kapağını yavaşça kapatıp Duha’ya uzattım. “Bence sana geldi.”

Uzattığım hesap kutusunu aldı ve ceketinin iç cebinden bir kalem çıkardı. Kutunun kapağına hızlıca bir şeyler yazdıktan sonra sırıtarak bana uzattı. “Artık yazıyor.” Adi herifin tekiydi!

Kutunun ucundan tuttum ama tam olarak almadım. “Bir dahaki sefere bir yeri havaya uçururken içeride olduğundan emin olacağım,” diyerek ona gülümsedim.

Duha kutunun diğer ucunda tutarken sanki birbirimizi ölümle tehdit etmiyormuşuz gibi o da gülümsedi. “Bir dahaki sefere görev dağıtımı yaparken bulaşıkçı olduğundan emin olacağım.”

“Muhtemelen yıkadığım tek şey beynin olur.”

“Tabii ojen çizilecek diye endişe etmeyi bırakırsan.”

“Ojeli tırnaklarım avucumun içine büküldüğünde onlar için endişe etmem gerekmiyor ama karşı taraf için aynı şeyleri söyleyemem.” Gözlerimle kalbini gösterdim. “Tek bir yumruğa bakar değil mi?” diyerek ona göz kırptığımda elini hemen kutudan çekince neredeyse gülecektim.

Onu tehdit ettiğim için çatık kaşlarla Karun’a dönen Duha, “Karın sinirlerimi bozuyor,” diyerek beni şikâyet etti.

Karun güldü. “Çoğunlukla benim de. Daha bugün dokuzun içinde on üç olduğunu bana kabul ettirdi.”

“Kandırmış seni.” Sanki o bunu bilmiyormuş gibi Duha aksini iddia ederek başını iki yana salladı. “Dokuzun içinde on üç yok.”

“Var lan işte! Karımdan daha iyi mi bileceksin?”

“Lan oğlum yok diyorsam, yok!”

“Bir kadın dokuz ay boyunca bir bebeği karnında taşımıyor mu?” diye sordu Karun. “O bebek doğup on üç yaş ve üstüne kadar büyüyor. Bak dokuzun içinde on üç varmış,” dediğinde kahkaha attım.

“Bu nasıl mantık lan!” Tek suçlu benmişim gibi Duha’nın ayıplayan bakışları beni bulmuştu. “Matematik bilgisi sıfır olan tembel kuş,” diye bana çıkıştı. “Kocanın ayarlarıyla oynamaya utanmıyor musun?”

“Bunu sen mi söylüyorsun?” Alttan almayıp bende ona kızdım. “Senin yüzünden evde kaç tane kırmızı ruj var, haberin var mı? Uzak duruyorsun kocamdan.”

Siyah gözlerinde meraklı parıltılar oluşmuştu. “Kırmızı ruj derken neyi kastediyorsun?”

Başımla ona Karun’u gösterdim. “Ona sor belki sana söyler. Nasıl olsa aranızda su sızmaz oldu.”

“Kızım sen ne çeşit bir hastasın! Kocanı benden mi kıskanıyorsun?”

“Aramızdaki kara çalı gibisin. Senin yüzünden rahat rahat hiçbir şey yapamıyoruz çünkü her yerdesin. Evlendirdin bari rahat bırak.”

“Nasıl da çirkinleşiyor, şirret kuş! Hanımefendi ol biraz. “ İçinde hesap fişinin olduğu kutuyu gösterdi. “Öde artık gidelim. Tabii ödeyebilirsen... “

“Hah!” dedim sinirli bir sesle. “Öderim tabii.”

Duha tam bir şey söyleyecekti ki Karun, “Karşılık vermeni tavsiye etmem,” diyerek onu uyardı. “Yoksa sabaha kadar susmaz, sikerim belanı.” Anlaşılan çenemle bir sorunu vardı.

Kutunun içindeki ruloyu açmaya başlayınca bir türlü sonu gelmemişti. Ben açtıkça fişin ucu kıvrılarak masaya düşüyordu. Tam karşımda oturan Kadem yardım etmek için uzanıp fişin ucunu tuttu ve kendisine çekmeye başladı. Ben açıyordum o da halat çeker gibi fişi kendisine doğru çekiyordu. Böylelikle önümde birikmesine engel oluyordu.

İşaret parmaklarımı rulonun ortasına geçirmiştim. Makara tutar gibi ruloyu tutuyordum Kadem’de fişi çekip duruyordu. Kadem çektikçe rulo parmaklarımın arasından dönüp duruyordu. Kadem, “Kolum yoruldu lan, bu nedir böyle çek çek bitmiyor. Rahmetli babaannemin ip yumağı gibi,” deyince gülerek başımı salladım. Gerçekten öyleydi. Sanki padişah fermanını açıyorduk.

Kenan olayın trajedisi karşısında tuhaf bir yüz ifadesiyle, “Bu fişleri birkaç taksite bölememişler mi?” diye sitem edince üçümüz gülmeye başladık. Kenan’da Kadem’le birlikte fişi çekmeye başlayınca daha çok güldük. Her şeye rağmen üçümüz çok eğleniyorduk.

Nihayet fişin sonuna gelince yukarı kaldırıp toplamda ne kadar tuttuğuna baktım. “Ne kadar?” diye sordu Kadem merakla.

“Bize fark eder mi?” diye sırıttım. Dudak uçuklatan bu rakamın benim için bir anlamı yokmuş gibi masanın üstünde duran çantama uzandım. Umarım Karun’un amcası gereken telefon görüşmesini hızlı bir şekilde yapmıştır yoksa rezil olurdum.

Cüzdanımdaki kartı çıkardım. İçinde hiç para olmayan kartı hesap kutusunun içine koymaktan başka çarem kalmamıştı. Bu uzun fişi sarmakla uğraşmak istemediğim için toplam tutarın olduğu kısmı yırtıp onu da kutunun içine koymuştum. Kutuyu kapattıktan sonra Karun ve Duha’nın gözlerinin içine bakarak omzumun üzerinden şef garsona uzattım. Karun tek kaşını yukarı kaldırdığında bunun anlamı blöfünü görüyorum demekti. Oysaki ben elimi açık etmeden kartlarımı iyi oynardım.

Şef garson kartta gereken ödemeyi yapmak için dışarı çıktığında şimdi herkesin gözleri kapıdaydı. Karun ve Duha hesabımda hiç para olmadığını iyi bildiği için garsonun birazdan içeri girip yetersiz limit demesini bekliyorlardı. Belli etmemeye çalışıyordum ama beni korkutan da tam olarak buydu. Böyle bir şeyle karşılaşacağım diye içten içe korkudan ölüp ölüp diriliyordum.

Umarım Gurur hızlı bir görüşme yapar ve restorandın sahibi zamanında arayıp buradakilere benden para almamalarını söylerdi. Sonuçta adam hayrına hesabı sildirmeyecekti. Bu geceki hesabı Gurur onun oğlunun borcundan düşecekti. Bir nevi yemeği Gurur ısmarladı sayılırdı.

Hesap için giden garson tekrar dönünce Kadem, Kenan ve ben nefesimizi tutarak beklemeye başladık. Buradaki korumalar dâhil tüm gözler garsonun üzerindeydi. Özellikle Karun ve Duha yetersiz limit cümlesini duymak için deli oluyordu. Şef garson masanın etrafında dönerek yanımda durdu. “Kartınızı buyurun,” diyerek son derece saygılı bir ifadeyle kredi kartımı bana uzattı.

Kartımı aldığımda, “Restoranımızın sahibi Cevher Bey aradı,” diye bana tebessüm etti. “Kendileri burada değil ama sizleri burada ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyduğunu iletmemizi istedi. Her zaman bekleriz efendim, umarım hizmetimizden memnun kalmışsınızdır.” Şef garsonun söyledikleriyle Karun ve Duha’nın gözleri irice açılmıştı. Çok pis ters köşe oldukları için kısık bir sesle ettikleri küfürleri duydum. İşte bu bir altın vuruştu.

Onların yüzüne bakıp kahkaha atmayı her şeyden çok istesem de nezaketimi korudum. Her gün bu tür yerlerde yemek yiyen bir kadın gibi garsona tebessüm etmiştim. “Her şey çok güzeldi. Yemekleriniz harika, ilgi ve hizmetiniz ise muazzam. Sanırım bundan sonra Brezza Estiva daha sık geleceğim bir yer olacak.” Asla gelmem.

Şef garson aldığı övgüden memnun kalarak masamızdan ayrılınca başımı çevirip Karun’a baktım. Parayı nereden buldun? der gibi bana bakıyordu ama doğrudan bunu soramıyordu. Herkesin içinde bunu sorup beni küçük düşüremezdi. Şimdi eğlenen taraf ben olduğum için ikisine izlerken gülümsedim. “Ne oldu beyler? Sanki bir keyfiniz kaçtı. Bir sorun mu var?”

Kadem tüm dişlerini göstererek sırıttı. “Mat oldular.” Üçümüz gülerek birbirimize doğru uzanıp beşlik çaktık. Çok fenaydık.

Karun ve Duha öldürecekmiş gibi çatık kaşlarla bize bakınca Kenan, “Gidelim çocuklar,” diyerek gözlerini Karun’a dikti. Karun’dan geçmişin intikamını alır gibi acımasızdı. “Kendilerine gelmeleri biraz zaman alır. Neden arabada beklemiyoruz?”

“Arabada şampanya vardı.” Kadem galibiyetimizi kutlayacağımızı ima ederek onları iyice deli ediyordu.

“İçmek için harika bir gece.” Ne kadar eğlendiğimi gizleyemiyordum.

Kadem bu ikisini daha da delirtmek ister gibi, “Bırakalım onları canım.

Konuşalım senli benli,” diyerek yüksek sesle şarkı söylemeye başlamıştı.

“Arada bi estir fanı.

Yaz günü terli, terli.”

“Aaayy yalansız dolansız, söyle neyinim ben?” Şarkıyı Kadem’den devralıp Karun’un gözlerinin içine baktım. ”Sen arandın, arandın.

Şimdi gerilmek yok!” diye şarkı söylediğimde elindeki kadehi kafasına dikip hepsini içmişti. Karun sinirden çıldırırken kadehi sertçe masaya koymuştu.

Onlar sinirlendikçe biz Kadem ile keyifli bir şekilde şarkıyı söylemeye devam ettik. Bir süre sonra Kenan’da bize eşlik edince resmen yerimizde oynayarak şarkı söylüyorduk. Karun’un öfkeden kıpkırmızı olmuş suratına bakıp, ”Deli duman alabora kalbim,” diyerek göğsümü işaret ettim. ”Yel arıyo sebebime talip.

Kumaşı da nereli bilinmez.

Yanmaz ütülenmez.”

Kenan ve Kadem’de şarkıda bana eşlik ediyordu ama Karun bir tek ona nispet yapan sesimi duyar gibiydi. Bu sefer gözlerimle onu gösterdim.

“Kimlere kalmış o bahçen?

Çalısı dikenime müşahit.

Bu kadarı nefretin aşktır.

Yıkanmaz çitilenmez.”

Şarkıyı başa alıp yerimizde salınarak söylemeye başladık. Koro gibi üçümüz eğlenerek şarkıyı söyledikçe Karun ve Duha’nın yüzü renkten renge giriyordu. Bunun intikamını bizden alırlardı ama bu gece değil. Bu gece bizim gecemizdi.

Sırıtarak Karun’a bakıp neşeli bir sesle onun ayarlarıyla oynamaya başladım. ”Hem durma kaşın.

Hem sabrımı taşır.

Derim dul, alışır.

Böyle kalınlaşır,” dediğimde Karun yumruğunu masaya vurarak ayağa fırlamıştı. Olamaz, bu hiç iyi değildi.

Karun burnundan solurken çatık kaşlarının arası derinleşmişti Çenesini sıkarak bana kapıyı gösterdi. “Gidiyoruz!” Evde canıma okuyacaktı.

Çocuklara bakıp kısık bir sesle, “Hakkınızı helal edin,” dedim ve ayağa kalkıp çantamı aldım. Eve gitmeyi hiç istemiyordum.

O evden sağ çıkamayabilirim.


***

İlk kez Karun ile ayrı arabalarla eve dönmüştük. Bu sefer onu çok kızdırdığım için benimle aynı arabaya bile binmemişti. Neden ayrı arabalarla eve döndüğümüzü tahmin edebiliyordum. Sinirliydi ve kalbimi kıracak bir şey yapmamak için benim olduğum arabaya binmemişti. Böylelikle yol boyunca kendini sakinleştirmeye çalışacaktı. İkimizin de arabası aynı anda malikânenin bahçesinden içeri girmişti.

Arabadan indikten sonra Karun’u beklemeden hemen içeri girdim. Merdiveni koşar adım çıktıktan sonra odama girmiştim. Odada gördüklerim, pardon göremediklerim beni şaşırtmıştı. Eşyalarım neredeydi? Masamın üzerinde resim aletlerim yoktu ve tuvalim de ortadan kaybolmuştu. Gardırobun kapıları açık olduğu için içindeki kıyafetlerimin olmadığını görebiliyordum.

Bugün evden çıkarken her şeyim bu odadaydı ama şimdi yatak ve mobilyalar dışında bana ait hiçbir şey kalmamıştı. Odadan çıktığımda Karun merdiveni çıkıyordu. “Eşyalarım neden odamda değil?”

Soğuk gözleri kısa bir an bana bakınca hâlâ çok sinirli olduğunu gördüm. “Evden çıkmadan önce çalışanlara eşyalarını odama taşımalarını söylemiştim.”

“Neden?”

“Ne demek neden?” Yeteri kadar kızgın değişmiş gibi çenesinden birkaç kas seğirmişti. Aynı evin içindeyken karımla ayrı odalarda kalmayacağım.”

Kan donduran bir suratla bana bakarken üst kata çıkan merdiveni gösterdi. “Yürü hadi.” Somurtarak merdivene yürüdüm. Hemen arkamdan geliyordu. Arkadan saçıma yapışıp kafamı duvara vuracakmış gibi ürkütücü şeyler düşünüyordum. Aklıma neler gelmiyordu ki. Karun beni korkutuyordu.

Üst katın merdivenini çıkarken kısık bir sesle, “Psikolojik şiddet bu,” diye sızlandım.

“İçine içine konuşma da yürü, Saka.”

“Bağırma bana!” diye sızlanıp yukarı çıktım ama bence bağıran o değildi.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde Karun peşimden gelip kapıyı kapattı. Kapının önünde dikiliyordu ve yüz ifadesi beni ürkütecek kadar ciddiydi. “Parayı kimden temin ettin?”

Tam ona zaten benim param olduğunu söyleyecektim ki kaşlarını belli belirsiz çattı. “Sakın yalan söylemeye kalkışma tüm paranın bittiğini biliyorum.” Sakinleşmek için kendini zorluyordu ama ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı. “Parayı nasıl buldun, Saka?”

“Banka hesabımı neden kontrol ettirdin?”

“Sana bir soru sordum.”

“Bende öyle,” dedim.

Dişlerini sıktıkça yüzü seğiriyor, şakaklarındaki damarlar belirginleşiyordu. Gözleri dik dik bana bakarken telefonu çıkartıp hızlıca birini aradı. Benimle daha fazla vakit kaybetmek istemiyormuş gibi telefonu kulağına yaslamıştı. “Üçünün telefon dokümanlarından bir şey çıktı mı? Sana söylediğim saatte hangi numaraları aramışlar?” İnanamayan gözlerle ona bakarken donup kalmıştım. Yola çıkar çıkmaz cevaplar için gereken araştırmayı zaten başlatmıştı.

Karun karşı taraftan ne duyduysa geniş omuzları gerilmişti. Gergin vücudunda buram buram yayılan öfkenin kolları bana doğru uzanıp beni boğmaya başlamıştı. “Anladım.” Telefonu kapattığında öfkesi hissedilirdi ama sesinde her şeyden yılmış bir adamın bezginliği vardı.

Başını kaldırdı ve soğuk gözlerini bana çıkardı. “Demek Gurur yardım etti?” Kenan’ın telefon belgelerinden Gurur’u aradığını öğrenmişti.

Bağırıp çağırmak yerine başını ağır ağır salladı. “Benim yardımımı almaktansa henüz tanışmadığın birinden bile yardım isteyecek birisin.” Şimdi sakindi. Ve ben anladım ki korkmam gereken onun öfkesi değil, sakinliğiydi.

Tam şu anda ne denli büyük bir hata yaptığımı anlıyordum. Karun’un mavileri kahvelerimi katledercesine beni izlerken gerçeği yeni yeni idrak ediyordum. Bu gece ona kendisini yetersiz hissettirmiştim. Onun yerine başka bir adamın yardımını isteyerek onu küçük düşürmüş ve yetersiz hissettirmiştim. Erkekler için bu tür şeyler çok önemliydi.

Değer verdikleri kadını korudukça kendilerini güçlü hisseder ve yeterli görürlerdi. Erkek egosu diye bir şey vardı ve ben sadece onun egosunu değil, gururunu da incitmiştim. Oysaki tek istediği ondan yardım almamdı. Bir kez olsun savaşmak yerine ona teslim olmamı istemişti. Belki de bu ona kendisini değerli hissettirecekti. Her şeyi yine mahvetmiştim.

Fakat burada tek suçlu ben değildim çünkü o hesabı ödeyemeseydim herkesin içinde rezil olacaktım. Karun sırf beni köşeye sıkıştırmak için restorandı insanlarla doldurmuştu. Garsonun limitsiz bakiye yanıtıyla nasıl hissedeceğimi düşünememişti. Her ikimizde olaylara kendi açımızdan baktığımız için karşımızdaki insanı nasıl zor durumda bıraktığımızı anlayamamıştık.

Onunla empati yapınca ben onun nasıl hissettiğini anlamıştım fakat Karun kendini benim yerime koymadı. Bu yüzden bana duyduğu öfkeden bir şey kaybetmemişti. “Bana olan nefretin o kadar büyük ki hiçbir konuda ilk tercihin olmayacağım.” Hayır, bu doğru değildi ama bana kızgın olduğu için her şeyi yanlış değerlendiriyordu.

Karun bu konuşmayı kendi açısından bitirmiş olmalı ki soğuk gözleri yatağı gösterdi. “Uyuyup dinlen,” dedikten sonra bu odadaki işi bitmiş gibi çıkmak için kapıyı açtı.

Endişe içinde, “Nereye gidiyorsun?” diye sordum.

Kapıyı açıp durdu ama bana doğru dönmedi. Sanki bu gece için beni daha fazla görmek istemiyordu. “Bu aralar işlerim biraz yoğun.” Sesi fazla mesafeliydi. “Bir süre evde olmayacağım çocuklar seninle ilgilenir,” demişti ki hatırladıklarıyla, “Gerçi sen başının çaresine bakarsın, kimseye ihtiyacın yok.” Gecenin en ağır darbesini vurmuştu. Ona ihtiyacım olduğunu hissetmek istiyordu.

Karun benim olduğum bir yerde bir dakika bile durmak istemiyormuş gibi çekip gitti. “Karun!” Koşarak peşinden odadan çıktım. Olaylara sadece kendi penceresinden bakmayı bırakmalıydı çünkü bana haksızlık yapıyordu. Aceleyle merdivenin başına geldiğimde Karun’un indiğini gördüm. Son basamaktaydı. “Karun bekle,” diye seslenip merdiveni inmeye başladım ama durmadı. Durmak yerine adımlarını daha da hızlandırmıştı.

Bir alt kata peşinden indim. Bana göre çok hızlıydı. Yine aramızda merdivenler vardı. Basamakları hızlıca inerken, “Karun bir dakika beni dinle,” dedim ağlamaklı bir sesle. O kadar kötüydüm ki her an ağlayabilirdim. Topuklu ayakkabılarla basamakları bile şuursuzca iniyordum. Onu durdurmalıydım.

Hızlı hızlı merdiveni inerken bir anda karnıma giren krampla, “Karun!” diye bağırıp iki büklüm oldum. Öne doğru eğilip elimi karnıma bastırarak acı içinde haykırmıştım. Hiç kıpırdayamıyordum

Neler olduğunu anlayamıyorum ama canım o kadar çok yanmıştı ki kilitlenip kalmıştım. Karun’un, “Bige!” diyen endişeli sesini duyduğumda bile büküldüğüm yerde doğrulamamıştım. Bu da neyin nesiydi.

Eğildiğim yerde elimi sımsıkı karnıma bastırarak hızlı hızlı nefesler alıyordum. Karun’u çok korkutmuş olmalıyım ki indiği basamakları hızlıca çıkarken, “Sakın kıpırdama yoksa düşersin!” diye beni uyardı. Daha ben bir şey yapmadan hemen bana yetişmişti. Merdivenden yuvarlanmamdan o kadar çok korkmuştu ki saniyeler içinde yanıma gelmişti.

Ayakta durmakta güçlük çektiğimi gördüğü için eğilip hemen beni kucağına aldı. Ani bir hareketle bunu yaptığı için acı içinde inleyerek elimi karnıma bastırdım. “Neyin var?” diyen endişeli sesini duyunca başımı kaldırıp ona baktım. Bana bir şey olacak korkusuyla yüzü bembeyaz kesilmişti. Gözlerinin mavisine işlenen yoğun korku bana olan öfkesini silip götürmüştü.

“Karnıma kramp girdi,” dedim onu yatıştırmak için. “Çok içmiş olmalıyım birazdan geçer.”

Karun endişesinden hiçbir şey kaybetmemişti. Beni kollarının arasında sımsıkı tutarken göğsüne bastırdığının farkında değildi. Parfümünün kokusu burnuma geldiğinde göğüs kafesinin içinde şiddetle çarpan kalbinin hızını hissetmiştim. Bana bir şey olacak diye Karun çok korkuyordu. “Sadece birkaç kadeh içtin canını böyle yakması mümkün değil.” Dikkatli gözlerle bana bakarken kalbinde taşıdığı endişe sesine yansıyordu. “Doktora gidiyoruz.” Beni bırakmadan hızlı adımlarla merdiveni inmeye başlamıştı.

“Karun sadece küçük bir kramp,” diyerek onu durdurmaya çalıştım. “İçki midemi yakmış olmalı.”

“O zaman doktor midene iyi gelecek bir şeyler verir. Evde kalıp acı çekmeni izlemeyeceğim.”

“Ama-“

“Hastaneye gidiyoruz, Bige!”

“Çok yorgunum bu haldeyken araba yolculuğunu çekemem. Uyuyup dinlenmek istiyorum. Sadece küçük bir kramp abartma lütfen. Hem çoktan geçti bile,” diye ısrar ettiğimde durdu ama çatık kaşları düzelmemişti. “Hastaneye gitmek istemiyorsan doktor buraya gelir.” Kararlı bakışları bu konuda itiraz kabul etmiyordu. “Bir sorun olmadığını doktordan duymalıyım.” Konu sağlığım olunca çok inatçıydı.

Kafasına koyduğu şeyi yapmadan durmayacağını bildiğim için, “Tamam,” diye pes ettim. Dinlenmek için başımı onun göğsüne yaslamıştım. “Ama önce beni odaya götür.”

Hastane yerine odayı kabul ettiği için isteksiz bir şekilde başını salladı. Beni çatı katına taşıyarak odaya getirdi. Canımı yakmaktan endişe ederek yavaşça yatağa bırakmıştı. Doğrulup hiç vakit kaybetmeden telefonu çıkartınca, “Doktor istemiyorum iyiyim,” diyerek bir kez daha onu durdurdum. “Gerçekten iyiyim.” Artık karnım ağrımıyordu sancısı geçmişti. Küçük bir kramptı, hepsi bu.

Yatakta kayıp sırtımı yatak başlığına yasladım. “Konuşmak istiyorum.”

Karun bana bakmadan doktorun numarasını çevirirken, “Konuşacak bir şey yok,” dedi tripli bir sesle. “Kaçışı yok doktor gelecek.”

“Buraya gel kocam.” Uzanıp elini tutarak onu yatağa çektim. Yatağın kenarına oturunca elini sıkarak dizimin üzerine koydum. “Üzgünüm.” Karun öylece kaldığında nefesimi sesli bir şekilde verdim. “Aptallık ettim.” Gözlerinin içine bakarak kendi payıma düşen yanlışları kabul ettim. “Sen benim kocamsın bir şeye ihtiyacım olduğunda senden istemeliydim. Ben sadece…” Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmez bir halde gözlerimi yumdum. “Bu gece beni zorladığın şeyden nefret etmiştim.”

Eğer o hesabı ödeyemeseydim kendimi çok kötü hissedecektim. “Senden yardım isteyemezdim çünkü beni yardım isteyecek duruma düşüren sendin.” Geçmişin tüm kırgınlığını gözlerime toplayarak yüzüne baktım. Ona değen bakışlarım kaçmak istediği hazin bir gerçeği ona hatırlatıyordu. “Karun ben bağımsız bir kadınım yani kimseye muhtaç olmadan kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorum.”

Gözlerinin en derinine baktığımda yanaklarımdan bir damla yaş süzülmüştü. “En son beni kendine muhtaç bir hale getirmeye çalıştığında üzerimde bir eflatun elbise vardı.” Devamında ise onun gözleri önünde bir çatıdan atlamıştım. Karun o olayı hatırlayınca yüzü kireç gibi solmuştu. Gözlerinin mavisi titreştiğinde daha önce yaptığı gibi bu gece de beni zorladığı gerçeği bir tokat gibi yüzüne çarpmıştı. Üzerime gelindiğinde baskı altında neler yapabildiğimi ondan daha iyi kimse bilemezdi.

Biraz sakinleşince kendi hatalarını görmeye başlamıştı. Sert çehresindeki her kas pişmanlık içinde seğirdiğinde gözlerini yummuştu. Başını hafifçe eğip yüzünü ovuşturarak birkaç saniye derin derin nefesler almıştı. Gözlerini tekrar açtığında şimdi daha ılımlı ve aynı zamanda suçlu bakıyordu. “Özür dilerim Saka.”

Uzanıp elimi iri parmaklarının arasına alarak avucumu açtı. Dudaklarını avucumun içine bastırdığında kalbim teklemişti. Karun alışık olduğum şekilde benden özür diliyordu, yani avuç içlerimden öperek. Yanımda duran diğer elimin de içini öperek öpücüğünü eşitlemişti. “Hatalı olan sen değildin, bendim.” Kalbim teklediğinde bunu kabul etmesini beklemiyordum.

Yüzüme düşen bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken bana olan bu bakışını hiçbir şeye değişmezdim çünkü bakışlarında yoğun bir sevgi vardı. “Hesabı Gurur’a ödetmen ağırdı ama o hesabı ödeyemediğinde sana yaşatacaklarım daha ağır şeyler olabilirdi.” Karun bazı şeyleri hep öfkesi geçtikten sonra anlıyordu. Sakinleştikten sonra kendini değerlendirme şansı oluyordu ama öfke anında değil.

Herkes oradaydı. Hesabı ödeyemeyince nasıl küçük düşüp utanacağımı hiç düşünmemişti. Bu gece için bende hatalı olduğum için tam ondan özür dileyecektim ki, bunu anlayıp hemen beni susturdu. “Suçlu olan sen değildin benden özür dileme.” Bunu söylerken fazla aceleci ve telaşlıydı. Yaşadığı panik tüm yüzüne yansıyordu. “Sen sakın benden özür dileme,” diye homurdanıp elini aramıza koymuştu. “Haklı olduğun konularda özür dilediğinde korkmaya başlıyordum.”

“Neden?”

Nefesini sertçe verdiğinde yatağa bastırdığı elini sıktı. Geniş omuzları gerildiğinde fazla stresli olduğunu benden saklayamıyordu. “Haklı olduğun konularda bir kez özür diliyorsun, ikinci kez, üçüncü kez derken on ikiye kadar bunu sürdürüp alttan alıyorsun.” Şakaklarındaki damarlar belirginleştiğinde geçmişin hesabını sorar gibi bana kızgın bakıyordu. “Ama on üçüncü kez ne özür dilersin ne de alttan alırsın çünkü on üç senin için son demek.”

Kaşlarını çattığında alnındaki çizgiler belli belirsiz ortaya çıkmıştı. “Senin için bir sorun on ikide halledilmediyse on üçte bitiyor. Bu yüzden sakın benden özür dileme.” Yüksek sesle gülmeye başladım. Onu terk edip Fransa’ya kaçarken onda böyle bir travma yarattığımın farkında değildim.

Dudaklarımdaki gülüşümü seyretmek sinirlerini yatıştırıyor olmalı ki Karun’un bakışları yumuşamıştı. Yüreğinde sakladığı tüm hisleri gözlerinin mavisine yansırken elini uzatıp yanağıma dokundu. Parmakları nazikçe yüzümde gezinirken, “Senin için değişmeye çalışıyordum,” dedi sıcak bir sesle. “Bu yüzden hiçbir sorunu yarına erteleyemem. Yanlışlarımı yarına erteleyemem çünkü yarın olduğunda seni bulamayabilirim.” Soluğum kesildiğinde hâlâ onu terk etmemi aşamadığını anladım. Karun onu bırakıp gitmemden çok korkuyordu.

Bir daha beni kaybetmeyi göze alamayacağı için suçunu kabul ederek geniş omuzlarını düşürmüştü. “Seni kendime muhtaç etmeye çalışmıyordum, kendimden sana bir şeyler vermeye çalışıyordum.” Eflatun elbiseden sonra bir daha asla bunu yapmayacağını bakışlarıyla belli ediyordu.

Başparmağı gözlerimin altına sürtünerek az önce akan gözyaşlarımı silmişti. Bunu yaparken fazla kibar ve nazikti. Onu doğru şekilde anlamam için yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve gözlerimin içine baktı. “Karım sahip olduğum şeyleri kullanıp harcamayacaksa o kadar şey neden var? Benim olan her şeyin yarısı senin.” İstemsizce tebessüm etmiştim.

Normalde erkekler eşleri çok para harcadığı için kızıp dert yanardı ama bizde durum tam tersiydi. Onun parasını harcamıyorum diye sorun çıkartan bir kocam vardı. Bu gece için daha fazla sorun istemiyordum. Şu anda olduğu gibi birbirimizi dinleyip sorunlarımızı konuştukça halledemeyeceğimiz hiçbir şey yoktu. Birbirimizin gözlerinden kaybolurken uzanıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum.

Karun sorgularcasına bana baktığında onu öpmem hoşuna gitmiş gibi dudağının köşesi kıvrılmıştı. “Bu ne içindi?”

“Öpmek geldi içimden.”

Kalbimin ritmini arttıracak bir şekilde gülümsedi. “Hep gelsin içinden.” Belimi yakalayıp beni kendisine doğru çekti. Beni dizlerinin üstünden oturtup tam öpecekti ki ne hatırladıysa durdu. “Bu gece söylediğin şu şarkıdan nefret ettim.” Yüzünü buruşturdu. “Ayrıca sesin de berbat,” deyince kahkaha attım. Yalan değildi, şarkı söylerken sesim gerçekten çok kötü çıkardı.

Oyunbaz bir ifadeyle ona sataşıp, “Tekrar söyleyeyim mi?” dedim ve tam şarkıyı söylüyordum ki buna izin vermedi. “Denemeye kalkışma.” Beni susturmak için belimden yakaladığı gibi yatağa atmıştı. Sırf şarkı söylemeyeyim diye karnımı gıdıklayınca kahkaha attım. “Ta-tamam,” dedim gülüşlerimin arasından. “Söylemeyeceğim dur.”

Katıla katıla gülerken ondan kurtulmak için kaçmaya çalıştım ama karnımdaki elleri beni deli ediyordu. “Bu gece daha fazla şarkı söylemek yok!” Kızgın görünmek için kendini zorluyordu ama kahkaha seslerim odayı doldurdukça daha fazlasını duymak ister gibi ellerini üzerimden çekmiyordu. Yüksek sesle gülerek ondan kurtulmaya çalıştım. “Ta-tamam, tamam dur.” Gıdıklayıp durduğu için o kadar çok gülüyordum ki doğru düzgün konuşamıyordum.

Karun beni güldürmeyi sevmişti çünkü ben güldükçe o da gülümsüyordu. Gülmekten nefes alamadığımı görünce hiç istemese de durmuştu. Dudaklarında ona tekrar ve tekrar âşık olacağım bir tebessüm vardı. Beni izledikçe tebessümü insanın yüreğini ısıtan bir sıcaklığa bürünüyordu. Yüzümün her zerresini izlerken iç çekti. “Gülüşünün üzerimdeki etkisini bilseydin somurtmaktan utanırdın.”

Hızlı hızlı nefesler alırken, “Ağlatmadığın sürece gülüşlerim hep senin,” dedim.

Tam bir şey söyleyecekti ki gözleri bacaklarıma kayınca, “Siktir!” diye yutkundu. Ne oldu şimdi?

Nereye baktığını görmek için kollarımı yatağa bastırıp başımı kaldırdım. Karun beni gıdıklarken yatakta kıvranıp durduğum için elbisemin eteği yukarı toplanmıştı. Bu yüzden elbisenin altına giydiğim siyah jartiyerin askıları görünüyordu. Karun’un mavileri gittikçe daha çok koyulaşmaya başlamıştı. Elbiseyi çıkartıp tamamını görmek ister gibi bakışları yakıcıydı. Sadece gözleriyle ne istediğini ve bu gece bana neler yapabileceğini anlatıyordu.

Gözlerini güçlükle bacaklarımdan ayırıp bana baktığında hemen başımı iki yana salladım. “Hayır, uyuyacağım.” Bir kez başladı mı, kolay kolay bırakmıyordu. Tüm enerjimi vampir gibi emene kadar durmuyordu.

Karun omzunun üzerinden yanan şömineye, şöminenin hemen önüne serili yumuşak halıya ve koltuğuna baktı. Sırıtarak bana doğru döndüğünde yoğun bir arzuyla dolmuştu. “Bu gece uyumak yok.”

“Boşuna uğraşma uyuyacağım. Ne zaman yapsak üzerimde tır geçmiş gibi oluyor ve burada bahsi geçen tır sen oluyorsu-” demiştim ki üzerime eğilip beni omzuna attığı gibi yataktan çıkartınca, “Hayır!” diye bağırdım. Baş aşağıya omzundan sarkarken çırpınmaya başlamıştım. “Bir geceyi de boş geç be adam,” dedim ama Karın çoktan şömineye doğru adımlarını atmaya başlamıştı. “Başım ağrıyor bırak beni!”

Gülerek kalçama şaplak attı. “Başının ağrıması için daha kırk yıl var, belki de altmış.”

“Ne olmuş yani, baş ağrım için gereken tarihi erkene aldım.”

“Bana sormadan alamazsın. Bu gece benimsin.”

Beni şöminenin önündeki koltuğa fırlatınca, “Hayvan herif!” diye ona sesimi yükselttim. “Yavaş ol.”

Karşımda dururken sırıtarak ceketini çıkardı. “Sert severiz,” diyerek gömleğinin düğmelerini açmaya başlayınca gülmeye başladım. “Lütfen kendi adına konuşur musun? Ben yumuşak bir seksten hoşlanırım.”

“Bu geceyi senin kontrol etmene izin vereceğim.”

Saniyesinde ayağa fırlayıp, “Geç şu koltuğa,” dediğimde kahkaha attı. Sevişirken bile diğer tarafı yönetmeye çalıştığımız için her şeyi kırıp döküyorduk.


Yorumlar