Roman
  • 01/12/2025

38-BAŞIN SAĞ OLSUN KALENDER

“Geriye tutunacak bir dalın kalmadığında ve kurtaracak bir hayatın olmadığında yaşam bile önemsizleşir.”

Bige Efil Saka

Derler ki ölüm anında tüm hayatın gözlerinin önünde bir film şeridi gibi geçermiş ama bana öyle olmamıştı. Bir sokak lambasının altında kanlar içinde yatarken o an gözlerimin önünde tek bir sahne vardı. Yıllardır kaçtığım, yüzleşmekten korktuğum o anım her gece kabuslarımı süsleyen bir karabasandı. Yaşam ve ölüm arasında sıkıştığım o kısacık zaman diliminde zihnim yıllar öncesine dönmüştü. Bir anda annemin öldüğü o geceye dönmüştüm. Belki de ölürken bile tek pişmanlığım o gece yaptıklarımdı.

Üzerimde babam ve eski kocamın ihanetini taşırken ve göğsümü delen bir kurşun varken zihnim bana son bir acı daha yaşatmıştı. Bu çektiklerin sana yetmez dercesine beni geçmişe sürüklemişti. Sanki bununla yüzleşmedikçe bana huzurlu bir ölüm yoktu. O günlerde henüz on üç yaşındaydım ve yine bir doğum günümdü, yani 13 Haziran. Her doğum günüm bir diğerinden daha kötü geçerdi çünkü Carlos beni doğduğum güne pişman ediyordu.

On üçüncü doğum günüm benim için hepsinden daha kötüydü. Böylesine bir acıyı sekizinci doğum günümde bir patlamayla arkadaşlarımı kaybettiğimde yaşamıştım. On üçüncü yaş günüm ise güzel gözlü bir kadının kahvelerinde ölmek gibiydi. Annemin gözlerinde…

Tıpkı saçlarıma siyah kurdele takıldığında olduğu gibi o günde kaçırılmıştık. Bu sefer sadece ben ve Gazel değil, annemi de kaçırmışlardı. Ben on üç, Gazel ise henüz on altısındaydı. Carlos’un adamları evimize baskın yapıp bizi kaçırdığında ne yazık ki Albay babam yine yanımızda değildi. Başımıza Carlos belasını açan oydu ama o hep cephede olduğu için Carlos’la biz Saka çocukları ve zavallı annem uğraşıyordu.

Biliyorum önce vatan ama ya biz baba?

Önce vatan sonra biz olmalıydık ama babam için biz ikinci sırada bile gelmiyorduk. Onun için varsa yoksa işiydi bu yüzden bize hep geç kalıyordu. Tanımadığımız adamlar bizi bir depoya kapatmışlardı ve Carlos’un son talimatlarını bekliyorlardı. Annem bizi avutmak için, “Korkmayın,” diyordu titrek bir sesle. “Korkmayın baban bizim için gelecek.”

“Gelmeyecek,” dedik Gazel ile aynı anda. Asla zamanında gelmezdi. Aslında gelmezdi değil, gelemezdi çünkü bu tür olaylarda babam bizi bulmasın diye Carlos onun önüne hep engeller çıkartıyordu. Babam bize gelecekti ama hep olduğu gibi yine çoğu şeye geç kalacaktı.

Annem korkudan titreyen Gazel’i kollarının arasına çekip onun kulağına, “Her şey güzel olacak,” diye fısıldadı. “Ben buradayım.” Gazel başını onun göğsüne yaslayıp ağlamaklı bir sesle dudaklarını araladı. “Bu yüzden korkuyorum ya, sen buradasın.” Anneme bir şey olmasından ödü kopuyordu.

Annem onu daha çok sarıp sarmalamıştı. Ergen kızının yüreğinde biriken tüm korkuları ondan almak ister gibi onu göğsüne bastırdı. Dudaklarımdaki buruk tebessümle bir köşede onları izliyordum. Aileden biri değilmişim gibi onlardan uzak bir köşede oturmam annemin dikkatini çekmişti. Dağılmış kahverengi saçlarının arasından bana bakıp, “Efil,” dedi sol tarafını işaret ederek. Sola olan takıntımı bildiği için sol tarafını hep bana ayırırdı. “Buraya gel kızım.”

“Böyle iyiyim anne.” Yanına gitmeyerek onun solunu da ablama bıraktım. Anne yüreği işte bana bakınca bile ne yapmaya çalıştığımı hemen anlamıştı. Nemli gözlerle, “Efil’im,” dediğinde ona gülümsemek için kendimi zorladım. “Her şey yolunda anne.”

Neden onun yanına gitmediğimi anladığı için güzel gözlerinden bir damla yaş süzülmüştü. Benim yüzümden ikisi de buradaydı. 13 Haziran patlamasına sebep olduğum için buradaydık. Bugün benim doğum günümdü ve Carlos bugün de bana bir kayıp yaşatacaktı. Annem ve ablama yakın olmazsam belki onları sevmediğimi düşünüp canlarını çok yakmazdı.

“Her şey Efil’in suçu.” Her fırsatta olduğu gibi ablam bir kez daha bana sataşmıştı. Başını annemin sıcak göğsünden ayırıp yıllardır yaptığı gibi yine suçlarcasına bana baktı. “Onun oğlunu öldürmeseydin tüm bunlar olmayacaktı. Sen sadece bize değil, diğerlerine de felaket getirdin!” Bana arkadaşlarımın ölümünü hatırlatınca tek kelime etmeden başımı eğdim. Ben herkesin felaketi olmuştum.

Uğur.

Oya.

Ve diğerleri…

Gözlerimde süzülen bir damla yaşla annem uyarırcasına kaşlarını çattı. “Gazel,” diye ona çıkışarak beni savundu. “Kardeşine böyle davranmayı bırak. Tüm bunları başlatan Efil değil, bunu çok iyi biliyorsun.”

“Her şeyi başlatan babam ama Efil’de bunu sürdürdü.”

“Bilmiyordum!” Sürekli beni suçlamasından bıktığım için kaşlarımı çatarak, “Bilmiyordum, Gazel!” dedim sert bir sesle. “Babam yap dedi bende yaptım.” Sonlara doğru sesim kısık çıkarken gözlerime biriken yaşlarla başımı eğmiştim. “Ölümün ne olduğunu bile bilmiyordum. O gün benim yerime seçilen sende olabilirdin. Annemin kollarında söküp aldıkları kişi bendim ama sende olabilirdin.”

Acımasızca bana bakıp, “Ben o kibriti çakmazdım,” deyince iç çektim. Benim yaptığım şeyi yapmayacağını bende biliyorum çünkü o, babamın emirlerine göre yaşamaktan nefret ediyordu. “Neler yaşadığımı bilmiyorsun.” Tıpkı onun gibi benim de bakışlarım soğuktu artık. “O patlamayı yaşayan da dostlarını kaybeden de sadece benim.” Lenslere rağmen bulanık gören gözlerimi işaret ettim. “Her şeyini kaybeden benim. Sen hep şanslı olandın, Gazel.”

Gerçeklikten uzak bir gülüş kondu dudaklarına. “Yaşadıklarını yaşamamı mı isterdin?”

“İstediğim tek şey beni suçlamayı bırakman. Sen bana geçmişi hatırlatmadığında da hayatım yeteri kadar zor.”

“Kızlar yeter.” Annem sert bir sesle bizi uyarınca sustuk ama düşmanca gözlerle birbirimize bakmayı bırakmadık. Annemin gözleri bizimle ne yapacağını bilmez bir hâlde bakıyordu çünkü birbirimizle hiç geçinemezdik. “Sizin sizden başka kimseniz yok.” Önce Gazel’e daha sonra da bana baktı. “Biz hep sizin yanınızda olmayacağız birbirinizi düşman gibi görmeyi bırakın.”

“Bana niye bakıyorsun?” diye homurdandım. “Sürekli kıskançlık yapan senin kızın.”

“Sende benim kızımsın, Efil Saka.”

“Bige Efil Saka,” diyerek onu düzelttim.

Gazel dik dik bana bakarken baygınca gözlerini devirmişti. “Tek sorunumuz senin çoklu isimlerin değil.”

“Sende o da yok,” dediğimde eliyle beni gösterip anneme döndü. “Bak yine aynı şeyi yapıyor! Önce beni kışkırtıyor sonra da ben bir şey yapmadım diyor!”

“Annemin kulağının dibinde bağırıp durma! Bozuk gözlerle bile seni dövebileceğimi biliyorsun, değil mi?”

Bir hışımla ayağa kalkmıştı. “Dene hadi!”

“Ağzını burnunu kırdığımda karşıma geçip car car konuşmak neymiş göreceksin!” Ayağa kalkıp üzerine yürüdüğümde çıldıran annem, “Yeter artık!” diyerek kızgın bir sesle ikimizi de azarladı. “Efil, ablanı kışkırtmayı bırak.” Çatık kaşlarla Gazel’e döndü. “Sende kardeşinle uğraşıp durma.”

“O benim kardeşim değil!” diyen Gazel’e göz devirdim. “Annem babamı boynuzlamadıysa senin kardeşinim.” Kendimi tutamayıp güldüm. “Bunu istemiyor da değilim aslında.” Heyecanlanarak anneme baktım. “Lütfen beni başka bir adamdan yaptığını söyle. Evlatlık falansam travma yaratmaktan korkmadan söyle.” Başımla ona Gazel’i gösterdim. “Bunun kardeşi olmamak için bir fahişe çocuğu bile olmaya razıyım.”

Annem bezgince burnundan soluyordu. “Seni Asım dışında kimseden yapmadım boş umutlara kapılma.”

“Peki ya beni?” Aynı umut Gazel’in de gözlerinde vardı. “Anne n’olur beni kocandan yapmamış ol.”

“Bence seni yapan annem bile değil.” Sinsice sırıttım. “Kara kaş, kara göz ve siyah saç. Babamın kızı olduğun o kadar belli ki ama ben öyle miyim? Annemin bir kopyasıyım.” Yürüyüp annemin koluna yapıştım. “Dul ve çocuklu bir adamla evlendin dimi?” Ona Gazel’i gösterdim. “Bu bizden değil, ay yeter baba kız onların kahrını çektiğimiz boşan anne,” dediğimde annem kahkaha atarken Gazel kafama sertçe vurmuştu. “Asıl sen bizden değilsin!”

Annem gülerek başını iki yana salladı. “İkinizin de babası Asım ve annesi benim.”

“Erkek seçimin berbat,” dedi Gazel. “Eminim Efil’de böyle düşünüyordur.”

“Sırf seninle aynı fikirde olmamak için yorum yapmayacağım.”

Annem iki haylaz kızını dizlerinin dibine oturtup, “Sizi böyle görmek beni çok üzüyor,” diyerek kederle iç çekti. “Pırlanta gibi iki kızım var ama düşmandan farklı değiller.”

Gözleri Gazel’in siyahlarıyla buluştuğunda annemin ifadesi buruktu. “Hayatına çok kişi girecek ve çıkarak.” Elini uzatıp Gazel’in yüzüne gelen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Çok fazla insan tanıyacaksın ama hiçbiri kardeşin gibi olmayacak. Şimdi birbirinizin kıymetini bilmiyorsunuz ama olur da bir gün yollarınız ayrılırsa, o zaman en çok birbirinizin yokluğunu arayacaksınız.”

Parmakları asi kızının yanağına sürtünürken gözlerini Gazel’den ayırmıyordu. “Kardeşinin yetenekleri seni gücendirmesin güzel kızım çünkü tırnağın kanasa bunun hesabını herkese soracak tek kişi yine o. Kardeş kardeşi kanatmaz, Gazel’im.” Hep olduğu gibi yine haklıydı. Gazel ile asla geçinemezdim ama ona bir şey olmasına da göz yummazdım. Ne olursa olsun o benim ablamdı.

Bu sefer annemin bilgece bakan bakışları beni bulmuştu. “İnsanlar acımasızdır, Efil. Yüzüne gülüp arkanda oyunlar oynayacak kadar acımaz. Tüm o oyunlar içinde köşeye sıkışıp nefes alamadığında gözlerinin arayacağı ilk kişi daima ablan olacak.” Saçlarımı okşayıp burukça bana gülümsedi. “Kardeş kardeşin düşmanı olamaz, Efil’im,” diyerek yavaşça başını salladı. “Onun canı yanarsa senin için kanar. Birbirinizin kıymetini bilin.”

Annemin ne demek istediğini anlamayacak kadar toyduk ama anlayacağımız zamanlarda gelecekti. Daha sonra kapı açıldı ve silahlı adamlar içeri girip annemi zorla dışarı çıkarmaya çalıştı. Bizim çırpınışlarımız ve yalvarmalarımıza kulak asmadan annemi yaka paça dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Adamlar bize vuruyor, yere savurup itekleyerek savunmasız bırakıyorlardı. Bir adam Gazel’i duvara fırlattığında kaşlarımı çatarak ona doğru koştum ve kendi etrafımda dönerek adamın karın boşluğuna tekme attım.

Karnına tutarak geri çekilen adama bakıp adeta hırlarcasına, “Ablama dokunma!” diye bağırıp suratına yumruğumu geçirdim. Diğer adam beni etkisiz hale getirmek için belindeki şok cihazını çıkartınca dudaklarım kıvrıldı. “Dene hadi.” On üç yaşındaki birine göre çok iyi dövüşüyordum çünkü babam bizi çekirdekten eğitmişti.

Gazel koşarak annemin kolunu sıkan adamın bacak arasına tekme atarak onu yere düşürmüştü. Başka biri arkadan Gazel’in saçını yakalayınca Gazel dirseğini adamın karnına geçirerek onu geri püskürttü. Daha sonra adama döndüğü gibi çenesinin altına yumruğunu geçirerek onu yere düşürdü. Annemi kolundan tuttuğu gibi arkamıza çektiğinde iki kardeş annemin önünde bir kalkan gibi duruyorduk. Saka kızlarını hafife almayacaklarını bilen adamlar kısa bir an göz göze gelmişlerdi.

Silahla bizi vurabilirlerdi ancak bunu yapmıyorlardı çünkü Carlos’un amacı bizi öldürmek değil, acı çektirmekti. Carlos’un verdiği emrin dışına çıkamazlardı. “Beş kişiler,” diye mırıldandım. Gözlerimi adamlardan ayırmadan ablama sesimi duyurmaya çalışıyordum. “Kişi başına iki düşüyor, sen ikisini al buçuğu ben hallederim.” Ondan daha iyi dövüştüğüm için benim payıma düşen daha fazlası olmalıydı.

Gazel beni onaylayarak, “Pekâlâ,” diye fısıldadı. “Hadi yapalım şu işi!” dediği an adamların üzerine koştuk. Onların arasına daldığımızda işler karıştı çünkü bizi sindirmek için aynı anda saldırıyorlardı. Sırtımızı birbirimize yaslayıp tüm saldırılardan kaçarak kendimizi korumaya çalışıyorduk. Birbirimizden hoşlanmıyorduk ama konu annemin hayatıysa sırt sırta dövüşmeyi sorun etmiyorduk.

Bir adamın yumruğu suratımla buluştuğunda diğerinin elini iki elimle yakalamıştım. Bileğinden yakaladığım adamı sertçe kendime doğru çekerek bacaklarının arasına tekme atmıştım. Ancak yüzüme yumruk atan kişinin ikinci yumruğu göğsümle buluşmuştu. Bu o kadar sert bir yumruktu ki ilkinde burnumu kanatırken ikincisinde kaburgalarımda büyük bir hasar bırakmıştı. Üç kişi birden bana saldırdığı için hepsinden aynı anda kaçamıyordum.

Savunma sanatlarında iyi olabilirdim ama şöyle bir gerçek vardı ki ben hâlâ on üçünde bir çocuktum. Bu yüzden zayıf vücudum tek bir yumrukla bile yıkılabilirdi. Fiziksel güç olarak yeterli değildim. Göğsüme yediğim yumruk bu yüzden beni sersemletip iki büklüm etmişti. Bu adamlarla dövüşmek Gazel’le egzersiz yapmaya benzemiyordu. Göğüs kafesimdeki acıyla sersemlediğimde diğer adam şok cihazını boynuma bastırarak bana elektrik vermişti.

Boğazımdan hırıltıyla çıkan inleme annemin, “Efil!” diye bağırıp bana doğru koşmasına neden olmuştu. Ne yazık ki annem bizim gibi değildi, kendini veya bizi korumasını bilmiyordu. Bu yüzden adamlardan birinin attığı tek bir tokatla yere savrulmuştu. Şok cihazı yüzünden dizlerimin üzerine düşmem gibi o da yere düşmüştü.

Gazel arkasını döndüğü gibi bana elektrik veren adamın bileğini yakalayıp, “Kardeşimden uzak dur!” diye bağırdı ve bir şekilde adamın bileğini kırdı. Ancak bu bizi kurtarmak için yeterli olmadı çünkü başka biri silahın kabzasıyla arkadan onun ensesine vurarak Gazel’i de yere düşürmüştü. Bunu kabul etmekten nefret ediyordum ama fiziksel güç olarak yetersizdik. Yeteneklerimiz bundan beş veya on yıl sonra yetişkinlere karşı bizi koruyabilirdi fakat şu an için yeterli değildik.

İkimiz yere düşünce adamlar kalkmamıza izin vermeden annemi zorla dışarı çıkarmışlardı. Kendimizi toparlayıp, “Anne!” diye bağırarak kapıya koştuk ama kapı çoktan kapanmıştı. Beni sersemleten elektrik yüzünden kapının önüne yığıldım ancak Gazel bağırarak kapıya vurmaya devam etti. Ensesinde ona büyük bir acı veren o darbeye rağmen defalarca kapıya vurup, “Anne!” diye haykırdı. Oysaki adamlar çoktan kapıyı üzerimize kilitleyip gitmişlerdi.

Sinirle kapıya son bir yumruk atan Gazel başını çevirip bana baktı. Hızlı hızlı nefesler alırken daha fazla ayakta duramayıp yanıma yığılmıştı. Aldığı kesik kesik nefeslerin arasından, “İyi misin?” diye sorunca kanayan burnumu sıkarak, “Bir an önce büyümek istiyorum,” diye homurdandım. “Otuz yaşındaki adamların yumruklarına karşı vücudum fazla zayıf.”

“Annemden ne istiyor bu herifler?” Gazel bunu sorarken cebinden çıkardığı mendili çıkartıp bana uzattı. “Onların sorunu seninle değil mi? Annemi neden aldılar?”

Mendili alıp burnuma bastırdığımda bunun cevabını bende merak ediyordum. “Bugün benim doğum günüm, Gazel.” Hiç kutlamadığım günlerden biriydi. Her doğum günüm bana bir felaket getirdiği için artık doğum günlerimi kutlamazdık. 13 Haziran bizim için kutlanacak bir gün değildi. “Carlos’un bana unutulmaz bir 13 Haziran yaşatacağını tahmin etmek zor değil.” Başımı çevirip güven vermek ister gibi ona baktım. “Bu gece ne yaşanılırsa yaşansın annemin zarar görmesine izin vermeyeceğim.”

“Söz mü?”

“Söz.” Annem ve ona bir şey olmasına izin vermeyecektim. “Söz veriyorum anneme bir şey olmayacak.” Bu sözü verirken annemi hayatım pahasına koruyacağıma çok emindim. Oysaki annemin katili olmama dakikalar kalmıştı.

Yaklaşık on dakika sonra kapı tekrar açılmıştı. İçeri giren adamlar yine onlara sorun çıkarmadığımızı istemedikleri için bu sefer bizi uyarma gereği hissetmişlerdi. “Annenizi görmek istiyorsanız rahat durun. Şimdi kalkın oradan ve bizi takip edin.”

Yerimizde hiç kıpırdamadığımızı gördüklerinde içlerinden biri alayla güldü. “Annenize gitmek istemiyor musunuz?” Bu bizi harekete geçiren tek komuttu.

Gazel ile dışarı çıktığımızda adamlar belli bir mesafede durarak yanımızda yürüyordu. Terk edilmiş fabrikanın küf kokulu koridorunda bir süre yürüdük. Bir kapıdan geçerek boş bir alana girdiğimizde burada dönen oyunları anlamaya çalışıyordum. Carlos sandalyesinde oturarak purosunu tüttürüyordu ve tam karşısında üç sandalye vardı. Her sandalyede siyah giyinen üç kadın vardı, üstelik kadınların kafasına siyah bir torba geçirilmişti. Elleri sandalyenin arkasına bağlanan kadınların arkasında silahlı bir adam duruyordu.

Uzun kollu siyah bir elbise giydirdikleri kadınların kilosu hatta boyu bile aynı uzunluktaydı. Ayaklarındaki siyah topuklu ayakkabılar bile aynıydı. Gazel ile göz göze geldiğimizde bunun ne anlama geldiğini düşünüyorduk. Bu kadınların burada olmaktaki amacı neydi? Carlos beni görünce gülerek ayağa kalktı. “Uzun zaman olmuştu küçük Saka.” Piç kurusu.

Onu en son sekiz yaşında saçıma siyah bir kurdele takarken görmüştüm. Yıllar sonra karşılaşmışken gözleri saçımdaki kurdeleyi bulunca gülüşü genişledi. “Anlaşılan seçimini yaşamaktan yana yapmışsın.”

İlk karşılaşmamızda olduğu gibi hâlâ yüzünü net bir şekilde göremiyordum. Sekiz yaşından beri kendi yüzüm dahil her şeyi bulanık camların arkasından görüyordum. Aynaya bakınca bile kendi yüzümün detaylarını görmüyordum. Sevdiklerimin yüzleri dahil etrafımdaki her şey benim için pusluydu. Çoğu zaman hiç görmediğim bile oluyordu. Yaşadığım geçici körlükler son zamanlarda artmaya başlamıştı. Korkarım ki birkaç yıl sonra gözlerimi tamamen kaybedecektim.

“Bu sefer benim için nasıl bir sürprizin var?” Artık sekiz yaşında tekmelediği o çocuk olmadığım için on üç yaşın asiliğiyle güldüm. “Yeni bir toka mı vereceksin?”

“Bir tanesinin senin için yeterli olacağını düşünüyorum.” Eliyle küçük bir işarette bulunarak beni yanına çağırdı. “Bu gece sana ve ailene kurtulma şansı vereceğim, Saka. Orada durma, hadi yaklaş.”

Ona doğru yürümeme izin verdiler fakat aynı şey Gazel için geçerli değildi. İki yanında duran adamlar onun daha fazla ilerlemesine izin vermiyordu. Hiç istememe rağmen mecburen adımlarımı harekete geçirdim. Adımlarım küçük ve ürkekti, bu adamdan ve bize yapacaklarından çok korkuyordum. Karşısında durduğumda içtiği puronun dumanı yüzüme geliyordu. Başıyla bana duvarın diğer ucunda sandalyeye bağlı olan üç kadını gösterdi.

Her şeyiyle birbirine benzeyen üç kadını gösterirken neyin peşinde olduğunu anlamıyordum. “Tıpkı annen gibi bu kadınlarda birilerinin annesi.”

“O zaman bırak onları.”

“Bırakmak mı?” Çok absürt bir şey söylemişim gibi güldü. “Bedel nedir hiç bilmiyorsun, değil mi?”

Carlos dizlerini biraz bükerek üzerime eğildi. “Her şeyin bir bedeli vardır küçük Saka.” Oğlunu öldürmemin de bir bedeli vardı, asıl söylemek istediği buydu. Puro yüzünden nefesindeki is kokusunu solurken yoğun bir şekilde gözlerime baktı. “Bugün burada sadece üç kişi çıkabilir.”

“Kim onlar?”

“Buna sen karar vereceksin.” Geri çekilip belinden çıkardığı silahı bana uzattı. “Annen, ablan ve sen.” Sayımızın üçü bulduğunu bu sözlerle belirterek tekrar sandalyedeki kadınları işaret etti. “Kurtarmak istediğin üç kişi için üç kurban. Ailenden kurtarmak istediğin herkes için bir can alacaksın. Buradan çıkmak istiyorsan kendin için bile bir anne öldüreceksin,” dediğinde kaskatı kesilmiştim. Ne saçmalıyordu?

Doğru mu anladım, kendi hayatımıza karşılık üç annenin hayatı mı? Bizi kurtarmak için bu gece üç kadını öldürüp onların çocuklarını annesiz mi bırakacaktım? Annemin yokluğuna bile dayanamazken yüzünü dahi görmediğim bazı çocukları annesiz mi bırakacağımı söylüyordu. Benden bu bencilliği yapmamı nasıl ister!

Bana uzattığı silahı çatık kaşlarla alıp, “Siktir git it!” diye bağırıp namluyu ona doğru çevirdim. “Ben bir kurt kızıyım ve kendimden olana kurşun sıkmam!” dedikten sonra bir an bile düşünmeden tetiğe bastım.

Onun silahıyla onu vurmaya çalışırken ne anneme ne de ablama olacakları düşünmemiştim. Carlos’u vurunca bizimkilere olacakları hiç düşünmemiştim çünkü kabul etmek istemesem de ben babamın kızıydım. Konu vatan hainlerine kafa tutmaya gelince en az babam kadar gözümü karartabiliyordum. Bir teröristi öldürme şansını yakalayınca sonuçlarını düşünmeden hemen saldırıya geçiyordum. Bu yönümle babama çok benziyordum.

Ne yazık ki silah patlamamıştı. Carlos’un bana boş bir silah verdiğini tetiğe basınca çıkan tık sesinden anlamıştım. Kahkaha attığında bunu yapacağımı tahmin etmiş gibi keyifliydi. Gözleri bir noktada oyalanıp, “Görüyor musun, Asım’ın dölünü?” dedi eğlenen bir sesle. “Konu birilerini kurtarmak olunca bu piçin de gözü ailesini görmüyor.”

Carlos’un kime konuştuğunu görmek için başımı çevirince kapının yanında duran bir çocuk gördüm. On yedi veya on sekiz yaşlarındaydı. Gazel onun biraz ilerisinde duruyordu ve bende odanın tam ortasındaydım. Odanın diğer ucunda da kafasına siyah torba geçirip bağladıkları üç kadın vardı. Demek istediğim odanın içinde dikkat dağıtan çok şey vardı ancak bu ergenin siyah gözleri bir tek benim üzerimdeydi.

Şu an için ne kadar bakarsam bakayım onun kim olduğunu anlamayacaktım. Yıllar sonra bir kumarhanede tekrar karşılaştığımızda bile onun buradaki çocuk olduğunu anlamayacaktım. Carlos’un bir yeğeni olduğunu bilmediğim için baktığım bu çocuğun Hector Marasliyan olduğunu uzun süre bilmeyecektim. Oysaki gözlerinin siyahındaki mide bulandırıcı ifade bile onun Carlos’un kanını taşıdığını gösteriyordu.

Eğlenceli bir şeyler izlemeye gelen biri gibi davranıp yüzüne sıkkın bir ifade kondurarak Carlos’a baktı. “Silah dolu olsaydı şimdiye ölmüştün,” dedikten sonra ona beni gösterdi. “Neden fırsatın varken şu küçük yosmayı öldürmüyorsun? Eline şans geçtiğinde seni öldürmek için tereddüt etmeyecek.”

Omuzlarımı dikleştirip alaycı bakışlarımı onun siyahlarına diktim. “Yerinde olsaydım şu kanı bozuk köpeği dinlerdim, Carlos,” diyerek sırıttım. “Çünkü elime fırsat geçerse ikinizi de havaya uçuracağım.” Kaşlarını çattı ama onları öldüreceğimi söylediğim için değil, ona kanı bozuk köpek dediğim için. Bana yosma dediyse benden de bir şeyler duymayı hak ediyordu.

Carlos’un aksine çocuk zekiydi. “Kurtul şu kızdan.” Gözlerime bakınca bile büyüdükçe onlar için bir baş belasına dönüşeceğimi tahmin ediyormuş gibi kaşlarını biraz daha çattı. “Yapabiliyorken bitir şunun işini.”

Kolay bir ölüm yerine intikam ve saf acı isteyen Carlos, “O zaman ne eğlencesi kalır?” diyerek keyifle purosunu tüttürmeye devam etti. “Oğlumun öldüğü yaşa kadar yaşayacak ve o zamana kadar yaşadığı tek hayat bir cehennemden ibaret olacak.” Yirmi altıncı yaş günüme kadar bana sunduğu hayat aslında hayat değildi. Bana öyle acılar yaşatmak istiyordu ki ölmekten beter olmalıydım.

Kapının önünde dikilen ergen onunla aynı fikirde değildi. “Düşmanını çocukluktan kinle beslemek kendine yaptığın en büyük kötülük olabilir.” İleri görüşlü biri olduğu aşikardı.

Carlos beni bir tehdit olarak görmediği için fazla rahattı. “Onu neyle beslersem besleyeyim hiçbir zaman benden kaçamayacak veya karşıma geçip benden bir şeylerin hesabını soramayacak. Uçmaya kalkıştıkça kanatlarını kırmak için hep orada olacağım.”

“Bu çocuğun uçmak için kanatlara ihtiyacı olduğunu mu sanıyorsun?” Yerinde hiç kıpırdamayan veledin delici bakışları beni rahatsız edecek şekilde üzerimde oyalanıyordu. “Kızdaki potansiyeli gerçekten görmüyorsun, değil mi?”

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Carlos.

“Bu çocuk tek bir patlamayla bir kıyım yaptı.” Henüz adını bilmediğim bu velet bunları söylerken yanında duran elini sıkıyordu. O yumruğu suratımda patlatmak istediğini anlamak zor değildi. “Bir yıkımla iki tarafa da büyük kayıplar yaşattı. O olaydan sonra kimse kendine gelemezdi ama o, büyüyüp canına okumak için saçındaki tokayı bile çıkarmıyor. Eline silah geçtiği an anne ve ablasını öldürmemizden korkmadan silahı sana doğrultup tetiğe basıyor.”

Doğrudan Carlos’un gözlerinin içine bakarak son derece ciddi bir şekilde onu uyardı. “Boynuz kulağı geçmek üzere, karşına Asım’dan daha büyük bir bela almak istemiyorsan öldür onu.”

Annemi görmenin sabırsızlığıyla yerinde duramayan Gazel, “Sende kimsin?” deyince Gazel’i yeni fark etmiş gibi sonunda bakışlarını üzerimden çekmişti.

Kendisinden bir veya iki yaş küçük olan ablama bakınca bakışları değişti. Bana bakarken gözlerinde oluşan o düşmanca ifade Gazel ile göz göze gelince değişmişti. Uzun sayılacak bir süre boyunca gözleriyle Gazel’i baştan ayağa taradı. Gazel’in gözlerindeki tiksintiyi gördüğünde ise dudaklarındaki kıvrılma büyüdü. “Seninle yakından tanışacağımız günlerde gelecek siyah Saka,” dediğinde bu sözlerle ne demek istediğini o an için ikimizde anlamamıştık. Kardeşi kardeşe kırdıracakları nasıl aklımıza gelsin ki.

Carlos tekrar bana odaklanarak, “İkinci kez aynı aptallığı yaparsan anne ve ablanın öldüğüne tanık olacaksın,” diyerek beni tehdit etti. Belindeki diğer silahı çıkartıp bana uzattı. “İçinde sadece üç kurşun var.” Uyarı dolu gözlerle bana bakarken odanın içindeki adamlarını gösterdi. “Bir kez daha silahı bana doğrultursan daha sen tetiğe basmadan ablanın beyni dağılır.”

Bir adam Gazel’in arkasına geçerek elindeki silahı onun kafasına bastırmıştı. “Üç kurşuna sahipsin,” diyen Carlos saçmalıklarını sürdürüyordu. “Kadınların her birine sıktığın bir kurşunla ailenden birini kurtaracaksın.”

“Bunu yapmayacağım!” Geriye çekilerek bana verdiği silahtan uzaklaştım. “Kendi ailem için kimseyi öldürmeyeceğim!”

“Annen veya ablanın ölmesini mi istersin?”

“Annem ve ablam için birilerini öldürmemi istiyorsun!” Bana sunduğu bu teklif delilikti hatta çılgıncaydı. Onları öldürüp annem ve ablamı alarak buradan çıkabilirdim ama bu gece üç kadın evine gidemeyecek ve çocuklarına sarılıp onları bağrına basamayacaktı. Birinin beni annesiz bırakmasını istemezdim. Kendim için istemediğim bir şeyi nasıl bu kadınların çocuklarına yaşatabilirdim!

Carlos benimle vakit kaybetmekten sıkılmış gibi nefesini sesli bir şekilde verdi. “O zaman annenin katili ben değil sensin.” Puroyu yere atıp cebinden çıkardığı telefonla birini aradı. Telefonu kulağına yaslayıp gözlerimin içine bakarak, “Nico,” dedi. “Begüm Saka’dan kurtulun.”

Gazel hemen öne atılıp, “Hayır!” diye bağırdı ama kollarına yapışan adamlar onu yerine çivilemişti. Ablam onların ellerinden kurtulmak için çırpınırken, “Ben yaparım!” diye bağırıyordu. Annemi kaybetmemek için buradaki üç kadından kurtulmayı sorun etmiyordu. “Efil yerine ben yaparım!”

“Benim sorunum seninle değil küçük kardeşinle.” Carlos sakince konuşarak sırıttı. “O yapmıyorsa önce annen sonra da senden kurtulacağım.”

Kaşlarını çatan Gazel daha çok çırpınıp bana ulaşmaya çalışırken, “Efil yap şunu!” diye bağırdı. “Bu kadınları tanımıyoruz vakit kaybetmek yerine yap şunu!”

“Hayır!” Şiddetle karşı çıkarak kararımın arkasında durdum. “İkinci kez kimse bana masumların kanını döktüremez.”

Beş yıl önce çıkardığım o patlamada çocukluk arkadaşlarıma kıymıştım. Hepsi de sekiz ve onlu yaşlardaki çocuklardı ama hepsi benim yüzümden ölmüştü. Uğur’um bile benim aptallığım yüzünden ölmüştü. Kundaktaki kardeşine bile kıymışken bir kez daha birilerinin kanına giremezdim. Ben daha o olayı aşamamışken benzer bir vakayı kaldıramazdım. Bu sefer öyle bir ölürüm ki küllerim yedi cihana savrulurdu.

Carlos kulağını yasladığı telefona, “Kurtul kadından!” deyince Gazel acıyla haykırıp, “Efil yap şunu!” diye ağlayarak çırpındı. “Söz verdin, Efil!” Anneme bir şey olacak korkusuyla gözlerimin içine bakarak hıçkırdı. “Bu gece anneme bir şey olmasına izin vermeyeceğini söyledin. Söz verdin, Efil!” diyerek gözyaşları içinde bana yalvardı. “Annemi kurtar, n’olur annemi kurtar, Efil.”

İçim öyle bir acıdı ki Gazel’in ıslak bakışlarına karşılık gözlerim dolmuştu. Beş yıl önce babamın bana yaptırdığı o katliamın bir benzeri için beni zorluyordu. Babam bana bir depo dolusu insanı öldürtmüştü, Gazel ise günahsız üç kadını. Bana her kızdığında babasının kızı derdi ama şu anda babam gibi davranan oydu. Tıpkı babam gibi o da elimi kana bulamam için beni zorluyordu. Omuzlarımda çok yer kalmış gibi bir de üç masum kadının azabıyla yan diyordu. “Gazel yapamam.” Gözlerimden süzülen yaşlarla başımı iki yana salladım. “Yapamam, Gazel yapamam.” Ben artık daha fazla kimsenin katili olmak istemiyordum.

Gözyaşları birbiri ardına akarken Gazel boynunu bükerek ısrarını sürdürdü. “Annemi öldürecekler.”

Sandalyeye bağlı kadınları ona gösterdim. Özellikle ortadaki kadının çırpınışları bana geri adım attırıyordu. “Onlar da anne,” diye fısıldadım ağlamaklı bir sesle. “Çocukları varmış, Gazel.” Gözlerime akın eden yaşlar iyi göremeyen gözlerimin daha fazla puslanmasına neden oluyordu. “Bir anneye karşı nasıl üç anneye kıyarım?”

“Onlar senin annen değil!” Gazel bana ulaşmak için kolunu tutan adamları itmeye çalışırken kaşlarını çatmıştı. “Düşüneceğin tek kişi kendi annen olmalı!” Bağırarak bir adama vurup öne atıldı ama onu yakalayıp dizlerinin üzerine düşürmüşlerdi.

İki adam omuzlarından sertçe bastırıp kalkmasına engel oldu, diğer adam ise kafasına silahı bastırmıştı. Gazel’i etkisiz hale getirdiklerinde ıslak gözlerini bana dikip, “Efil n’olur annemin ölmesine izin verme,” diyerek daha çok bana yalvardı. Durmaksızın ağlarken, “Yapma kardeşim,” diye fısıldadı. “Babam gibi sende önce başkaları sonra ailem deme.” Oysaki şu anda babam gibi davranan oydu.

Dudaklarım titrerken, “Bu kadınlara ne olacak?” diye sordum acı çeken bir sesle. “Gazel benden ne istediğini bilmiyorsun. Onlara nasıl kıyarım?”

“Anneme ne olacak?” diyerek bana sesini yükseltti. “Ona nasıl kıyarsın? O seni çok seviyor, Efil! Söz verdin bana, anneme bir şey olmayacağına söz verdin ve ben sana inandım,” dediğinde bir kez daha gözyaşlarım süzüldü yanaklarımdan.

Bir daha asla yapmam dediğim şeyi bu seferde bana yaptıran Gazel olmuştu. Carlos’un uzattığı silahı elime aldığımda tek istediğim bu silahın ucunu kafama bastırıp tetiğe basmaktı. Kendi hayatımı sonlandırıp bu azabı dindirmekti çünkü sadece Carlos değil, ailemde yaşamama izin vermiyordu. İki koldan beni tiksindiğim bir canavara dönüştürüyorlardı. Bunun için beni zorluyorlar ve bana hiç acımıyorlardı.

Her şeyi yapan da yaptıran da onlardı ama günün sonunda suçlanan ve vicdan azabıyla kıvranan sadece bendim. Yaşamama izin vermiyorlardı. Titreyen kolumu kaldırıp namluyu sağdaki kadına doğrulttum. “Öz-özür dilerim.” Hıçkırarak ağlamaya başladım. “Özür dilerim herkesin kuklasıyım,” dedim omuzlarım sarsılırken. “Özür dilerim bunu yapmalıyım.” Ve boğazımı tırmalayan çığlıkların eşliğinde tetiğe bastım. Özür dilerim bunu yapmayı hiç istemezdim. Özür dilerim benden bir canavar yaratıyorlar ve ben buna karşı koyamıyorum.

Çok acı çekmesini istemediğim için kadının tam kalbine hedef almıştım. Onu kolundan yaralamayı düşündüm ama Carlos’un bu kadarıyla yetinmeyeceğini biliyordum. Onlar ölmedikçe annemi ve Gazel’i serbest bırakmayacaklardı. Onları yaralamak sadece acılarını uzatırdı çünkü Carlos onları buraya öldürmek için getirmişti. Benim yaraladığım birini hastaneye götürüp tedavi ettirecek bir adam değildi.

Bu işkenceyi hem onlar hem de kendim için uzatmak istemediğim için doğrudan kalplerine hedef alıyordum. Onla için kısa ve acısız bir ölüm olmalıydı, en azından bu kadarını yapmalıydım. Kalbinden vurduğum ilk kadının başı öne düştüğünde çırpınışları kesilmişti. Kafasındaki siyah torba yüzünden onun yüzünü bile göremedim. Ne o katilini görebildi ne de ben kimi öldürdüğümü.

Carlos, Gazel’in baskısıyla sonunda beni istediği kıvama getirdiği için sırıttı. “O kadını vurarak anneni kurtardın,” diye keyifle konuştu. “Anneni kurtarmış olabilirsin ama ablanla ikiniz için tehlike hâlâ devam ediyor.” Kendimiz için diğer ikisini de vurmam gerektiğini bana hatırlatıyordu.

Silahı tutan elim titrerken ikinci kez bunu nasıl yapacağımı düşünüyordum. Gazel’in kafasına silah dayayan adamın parmağı tetiğe hafifçe baskı uygulamıştı. “Devam et yoksa kardeşin ölür,” diyerek beni zorladı. Gazel gözlerimin içine bakıp kaşlarını bükerek, “Efil,” dediğinde devam etmem için bana yalvarıyordu.

Başladığın işi bitir, Efil.

Görüşümü bulanıklaştıran gözyaşlarını kontrol etmeye çalışarak kolumu bir kez daha kaldırdım. Silahı bu sefer ortadaki kadına doğrultmuştum. “Ben… Benden davacı ol.” Ağlayarak onu hedef aldığımda elim titriyordu. “Öteki tarafta sende benden davacı ol.” Yüzünü göremesem bile hıçkırarak başımı salladım. “Sende bunun hesabını bana orada sor. Bu dünyada bitmeyen azabım orada da sürsün,” dediğimde kadın çırpınmayı bırakmıştı.

Torbanın altında ağzı da kapalı olmalı ki boğuk sesler çıkardı ama çırpınmaya son verdi. Sanki o da ağlıyordu emin değilim ama kendi için değil, benim için ağladığını hissettim. Ona yaptığım bu şeyle çekeceklerim için ağlıyor gibiydi çünkü çırpınmayı bırakmıştı.

Siyahlar içindeki kadının teslimiyeti tüm direncimi kırdığı için sesli bir şekilde ağlayıp tam vazgeçecektim ki Gazel bir kez daha, “Efil,” diyerek bana baskı yapmayı sürdürdü. Onun gözyaşları benimkileri bastırdı ve “Ölmek istemiyorum,” dedi. Böylece kardeşimi kurtarmak için bir kez daha tetiğe bastım.

Onu da tam kalbinden vurmuştum.

Ortadaki kadını da kalbinden vurduktan sonra elimdeki silahı çevirip kendi kafama bastırdım. Gazel çığlık atıp, “Efil!” diye bağırırken bir saniye bile beklemeden tetiğe bastım. Kendim için kimseyi öldürmeyecektim. Onların hayatına karşılık o iki anneyi vururken bile son kurşunu kendime saklamıştım çünkü arkadaşlarıma yaptıklarımdan sonra bu yaptığımla yaşanmayacağını biliyordum. Bu yüzden başından beri son kurşunu kendime saklamıştım.

Hayır, ölmedim. Ölmeyi çok istediğimde bile ölmedim çünkü Carlos bunu da yapacağımı tahmin etmişti. Silahta aslında üç değil iki kurşun vardı. Annem ve ablamı kurtardıktan sonra son kurşunu kendime saklayacağımı tahmin etmişti. Ailem için birilerini öldüreceğimi ama kendim için aynı şeyi yapmayacağımı çok iyi biliyordu. Bu yüzden ben tetiğe basınca bana hiçbir şey olmamıştı.

Gazel rahat bir nefes alırken Carlos, “Henüz değil, Saka,” diyerek gevşek gevşek gülmeye başladı. “Ölmek için doğru zaman bu gece değil.” Başıyla küçük bir işaret yapınca adamlardan biri sandalyedeki kadınlara doğru yürüdü.

Gönderdiği o adam üç kadının arkasına geçti. Biri yaşıyordu ama diğer ikisi kalbinden vurulmuştu. Adam yürüyüp ortadaki kadının arkasında durduğunda buradaki herkesin gözleri benim üzerimdeydi. Neden bana baktıklarını anlayamadım. Ortadaki kadının kafasındaki siyah torbayı çekip çıkardığında bir anlığına her şey son bulmuştu. Gazel’in ciğerlerinden kopan veryansını kulaklarımda çınlarken donup kalmıştım. Midem kasıldı, kalbim patlayacakmış gibi hızlandı ve gözlerimden bir damla yaş süzüldü.

Anne?

Annem mi o?

Ben kendi annemi mi vurdum?

Nefes dahi almadan sandalyedeki kadına bakıyordum. Deponun içinde bir sessizlik yaşandığında iki kardeş donup kalmıştık. Arkasındaki adam annemin ağzındaki bandı sertçe çıkardığında bile burası fazla sessizdi. Çuvalın içinde uzun süre havasız kaldığı için yüzü terlemiş, saçları yüzüne yapışmıştı. Dağınık saçlarının arasında gözlerini güçlükle açık tutarken bana hiç bakmamıştı. Bakışlarının odağında bir tek Gazel vardı.

Sanki bana bir şeyler söyleyecek zamanı olmadığını biliyormuş gibi sadece Gazel’e bakıyordu. Son sözleri, son bakışı bana değil Gazel içindi. Dudaklarından kanlar süzülürken kesik kesik hırıltılı nefesler alıp güçlükle ablama baktı. Annemin gözleri kapanıp başı önüne düşmeden hemen önce Gazel’e baktı ve güçlükle, “Kar…Kardeşin,” diye mırıldandı. “Ef-Efil sana emanet,” dedikten sonra gözlerini sonsuzluğa yummuştu.

Belki görmemişti ama duyduğu seslerden onu vuranın ben olduğumu biliyordu. Buna rağmen son nefesini benim için harcamıştı. Annem onu vurduğum için ablamın bana yapacaklarını öngördüğü için beni ona emanet etmişti. Belki annemin emaneti deyip bana karşı merhametli olur diye beni Gazel’e emanet etmişti. Annemi kalbinden vurmuştum ama annem son nefesinde bile beni düşünmüştü.

Gazel ona doğru koştu ama ben hiç kıpırdamadım. Bir donma anı yaşarken yerimden hareket edemiyordum. Gazel’i yakalayıp anneme ulaşmasına engel oldular. Gazel onlardan kurtulmaya çalışarak, “Anne!” diyordu fakat ben bunu bile yapamıyordum. Gazel hiç olmazsa ağlayabiliyor, acıyla haykırıp, “Anne bana bak!” diye ona yalvarabiliyordu ama ben bunların hiçbirini yapamıyordum. Önce tetiğe basan elime sonra da anneme bakıp duruyordum. En küçük bir tepki bile veremiyordum.

Annemin katili ben miyim?

Ben kendi annemi vurmuştum.

Annemin gözleri kapalıydı sanki artık yaşamıyordu. Gazel çığlık atıp, “Hayır, hayır, hayır anne!” diye bağırıp yerde dövünüyordu. Onu tutan adamlardan kurtulup bu seferde benim üzerime atıldı. “Ne yaptın sen, Efil!” diye bağırarak bana vurmaya başlamıştı.

Bana vuruyor, göğsümden itiyor, canımı yakmak istercesine tokat atıyordu. “Efil, sen ne yaptın!” Ablam çıldırmış gibi gözyaşları içinde bana saldırırken ona engel olmak için hiçbir şey yapmıyordum. “Ne yaptın sen, Efil!” Son tokadıyla ayaklarının önüne yıkıldığımda işte o zaman ne yaptığımı anladım. Ben annemi öldürdüm.

Girdiğim şoktan çıkınca çektiğim acının boyutu kaldıramayacağım kadar büyümeye başlamıştı. Beni doğuran, büyüten ve tüm kahrımı çeken kadını öldürmüştüm. Onu korumak isterken onun eceli olmuştum. Benim annem kendi katilini doğurmuş, pamuklara sararak büyütmüş ve ona en güzel şekilde bakmıştı. Bundan sonra annemin hayatımda olmayacağı gerçeğiyle yüzleştikçe çıldırmanın eşiğine geliyordum. Annem artık yoktu, yoktu çünkü onu öldürmüştüm.

Histeri kriziyle tir tir titrerken önce sol gözümden bir damla yaş süzüldü fakat daha sonra gözyaşlarım sel olup aktı. İçimdeki acı o kadar büyüdü ki vücudum acım karşısında yenik düşmüştü. Ellerimi yere bastırıp başımı yukarı kaldırdım ve boğazımı yırtarcasına haykırdım. “Bilmiyordum!” diye çığlık atarken omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyordum. Bilseydim hiç yapar mıydım ama bilmiyordum. “Bilmiyordum, Gazel bilmiyordum!”

Oysaki ben annemi gözümden sakınırdım.

Şuurumu yitirmiş bir hâlde döktüğüm gözyaşları içinde, “Gazel, bilmiyordum, onun annem olduğunu bilmiyordum!” diyordum. Söylediğim ve söyleyebildiğim tek şey buydu.

Bu hâldeyken bile ablama açıklama yapıyordum çünkü ona ihtiyacım vardı. Bana sarılıp benimle ağlayarak bunun benim suçum olmadığını söylemesine ihtiyacım vardı. Buna sebep olan ben olduğum için birinin bana sarılıp senin suçun değildi demesini istiyordum. Bu cümleye inanmaya o kadar hazırdım ki benim suçum olmadığını duymalıydım yoksa delirecektim.

Gazel bana hiç sarılmadı.

Benim suçum olmadığını da söylemedi.

Aksine hep beni suçladı.

Hem şimdi hem de sonraki günlerde...

Kalan hayatımızda her fırsatta benim suçum olduğunu söyleyecekti ve bende ona inanacaktım. Benim suçum olduğuna inanacaktım. Oysaki buradaki tek kurban annem değildi. İlk kadını annemi kurtarmak için vurmuştum ama ikinci kadını, yani annemi Gazel’in hayatına karşılık vurmuştum. Ben bu gece kimseyi vurmayacaktım ama Gazel durmaksızın bana baskı uygulamış ve bunun için beni zorlamıştı.

Sıra anneme geldiğinde bile onu vurmam için ağlayarak, ”Ölmek istemiyorum,” demişti. Ablamı kurtarmak için annemi öldürmüştüm. Ablam bunu çok iyi bilmesine rağmen beni suçluyordu. Tetiğe basan ben olabilirdim ama azmettiren Gazel’di.

Tıpkı beş yıl önceki o patlamayı azmettiren babamın olduğu gibi. O gün kimse babamı suçlamamıştı çünkü patlamayı çıkaran bendim. Bugün ise burada kimse Gazel’i suçlamadı ne de olsa tetiğe basan o değildi. Ben bile onu suçlamadım, bir kez bile bunu yapmadım. Ablam bana yaptırdığı şeyin vicdan azabından beni suçlayarak kaçıp durmuştu ama o beni suçlarken bile ben onu hiç suçlamadım. Belki de kıyamadım ona.

Kime kıyamadıysam ilk o bana kıymıştı. Çektiğim bu acı öylesine büyüktü ki kendini suçlayıp aynı vicdan azabıyla o da yansın istememiştim. Ablam beni suçladıkça karşılık olarak sadece, “Bilmiyordum,” dedim. Onun annem olduğu aklıma bile gelmemişti. On üç yaşındaki bir çocuğun aklına böyle şeyler gelmezdi ki.

O gün Carlos’un adamları bizi yaka paça bir odaya kapatmışlardı. Sabaha karşı babam ve adamları yerimizi bulup bizim için gelmişlerdi. Babam geldiğinde Carlos ve adamları çoktan gitmişti. Babam bizi o odadan çıkardığında adamlarından biri telsizle onu çağırmıştı. Annemi vurduğum yere gittiğimizde cesedi artık sandalyede değil yerdeydi. Cesedine bile saygı göstermeyip suratını paramparça etmişlerdi. Annemin kurşunlardan delik deşik olan yüzü tanınmaz bir hâldeydi. Onu öyle görünce nasıl aklımı kaybetmedim, bilmiyordum.

Carlos ortadan kaybolmuştu ama o gece babamı aramıştı. Ona kızlarından birinin annesini öldürdüğünü, annesinin suratını o hale getirdiğini söylemişti. Babam hangimizin katil olduğunu hiç bilmedi ama o gece bizi korumuştu. Kızlarından birinin annesinin katili olduğunu herkesten saklamıştı. Annem yerde tanınmaz bir hâlde yatarken hangimizin ona kurşun sıktığını ve yüzünü o hale getirdiğini babam çok sordu ama biz konuşmamıştık.

Yüzüne değil, kalbine bir kurşun sıktım demek kolay değildi bu yüzden tek kelime etmemiştim. Gazel’de hiç konuşmamıştı zaten ne o ne de ben konuşacak durumda değildik. Kızlarından hangisinin annesinin katili olduğunu bilmeyen babam bu olayın üstünü örtmüştü. Sahip olduğu mevkiyi ve bağlantıları kullanarak anneme otopsi yapılmasına izin vermemişti. Çok sonradan bunu bizim için değil, kendi itibarını korumak için yaptığını anlayacaktım.

Albay Asım Saka’nın kızları annesini canice katlettiler demesinler diye olayın üstünü örtüp kaza süsü vermişti. Kayıtlara annem araba kazasında ölmüş gibi geçmişti. Babam ve ekibi bu cinayeti ustaca gizlemişlerdi. O kadar iyi gizlediler ki çoğu zaman ben bile bu yalana inanıp annem araba kazasında öldü diyerek kendimi kandırmıştım. Oysaki gerçeği hep biliyordum.

Gerçek her gece kabuslarıma girerek kendini bana hatırlatıyordu. Annemin ölümünden kısa süre sonra babamın suçlayıcı tavırlarına dayanamayan Gazel’de bizden gitmişti. Ben ise karısını ve kızını kaybeden bir babayı teselli etmek için onunla kalmıştım. Annemi öldüren bendim, yani teselliye asıl benim ihtiyacım vardı. Benim acım daha büyüktü ama babam bunu hiç görmemişti.

Ben her gece gördüğüm kabuslar yüzünden çığlık çığlığa uyanırken defalarca saçımdaki tokayı çıkartıp bu azaba son vermeyi istemiştim. Yapamadım çünkü babamın benden başka kimsesi kalmamıştı. Onun için yaşamak zorunda hissettim. Ölüm kurtuluştu yaşam ise azap ama ben azabı seçtim çünkü babamı yalnız bırakmak istememiştim. Babam ise hayatımın her döneminde en az Carlos kadar beni doğduğum güne pişman etmişti.

Çektirdikleri yetmezmiş gibi Karun’la iş birliği yapıp bana deli raporu almıştı. Kendi kızının evliliğini yıkmak için ona deli raporu çıkartmıştı. Şimdi ise bir sokak lambasının altında cansız bir şekilde yatarken düşündüklerim bunlardı. Belki de artık bir sokak lambasının altında değildim. Hiçliğin içinde kaybolduğum için bulunduğum yerde ne bir ışık vardı ne de en küçük bir ses.

Şu anda bir ameliyat masasında olabilirdim belki de bir morgda. Ne yazık ki henüz akıbetimi bilmiyordum. Bana ne olduğunu bilmiyorum ama katillerimin kim olduğunu çok iyi biliyordum. Benim katillerim sevdiğim tüm insanlardı. Eğer ölüm ve yaşam arasında bir yerdeysem hiç şüphesiz ki ölümü istiyordum çünkü artık geri dönmek istemiyordum. Geldiğim yerde hiç güzel bir şey yoktu. Tüm güzellikler soldu geriye hiçbir şey kalmadı.

Ve evet, o tokayı ben çıkardım. Kendi sonumu adım adım planlamıştım. Kadem’in yanağını öpüp öpücüğümü eşitlemem, ona geçmişini sormam ve ertelediğimiz o konuşmayı onunla yapmam planlıydı. Tıpkı babama neden baba? diye sormam gibi. Bir tek ölürken ona neden diye soracağımı söylemiştim ve vurulmadan hemen önce bunu yapmıştım. Ben aslında bile isteye kendi ölümümü planlamış ve arkamda yarım kalan hiçbir şey olmasın diye onlarla vedalaşmıştım.

Eminim vaktim olsaydı eflatun bir elbise giyerek tokayı çıkartırdım çünkü ben hep eflatun bir elbisenin içinde ölmeyi düşünmüştüm. Vaktim ve zamanım olmadığı için eflatun bir elbise giyememiştim. Acım o kadar büyüktü ki bir saniye daha yaşamak istememiştim. Babam ve Karun’un nefes aldığı bir dünyada bir saniye bile kalmak istemiyordum.

Umarım tüm bunları düşünürken vücudum çoktan ölmüştür. Bir sabah vakti acı bir selayla adım yankılanır ve bu dünyadaki yolculuğum son bulurdu. Eğer yaşam ve ölüm arasında bir yerdeysem geri dönmeyeceğim. Ben affetmiyorum katillerimi, Allah’ta affetmesin.

***

Karun Kalender

On gün önce

Dakikalardır gözlerim bilgisayarın ekranında takılı kalmıştı. Kumarhanedeki kasada aldığımız şeylerin içinde böylesine mühim bir bilgi olduğunu bilmiyordum. Eğer Carlos kurbanlarının kaydını tutan bir hasta olmasaydı belki de bu izlediklerimi asla öğrenemeyecektim. Siktir! Dehşete düşmüştüm. Artık Saka’nın neden her gece kâbus görüp uykusunda sayıkladığını daha iyi anlıyordum. Ona annesini öldürtmüşlerdi. O piçler karımı annesinin katili yapmışlardı! Böylesine bir acıyı ona on üç yaşındayken yaşatmışlardı. Saka on üç yıldır bununla mı yaşıyordu?

“Sikeyim bu vicdansızlık!” Yüzümü sertçe ovuşturup Bige’nin ekrandaki çocuk görüntüsüne baktım. Annesinin yüzünü açtıklarında sol gözünden akan tek bir damla yaşla kaydı durdurmuştum. Baştan sona defalarca izleyip hafızama kaydettiğim bu sikik videoyu Saka’nın çocuk gözlerinden akan yaşla bir kez daha durdurmuştum.

“Sana ne yaşattılar?” Onun canı ne zaman yansa ilk sol gözünden yaş akardı. Bu kayıtlarda o kadar küçük ve çocuktu ki bu hali içimi yakıyordu. Annesi ve ablası için iki kurşun sıkarken üçüncü kurşunu kendisine saklaması burnumun direğini sızlatmıştı. Onlar on üç yaşındaki bir çocuğun ruhunu öyle bir öldürmüşlerdi ki, Saka silahı kafasına dayarken tereddüt dahi etmemişti.

Ekrandaki çocuksu yüzüne, ıslak kirpiklerine ve sol gözünden taşan bir damla yaşa bakıp, “Özür dilerim,” diye fısıldadım. Gözlerimin ardı yanarken onun çocuksu yüzünü izliyordum. “Özür dilerim orada olup seni kurtaramadım.” Onu tam o depoda öldürmüşlerdi çünkü bu gözler yaşayan birinin gözleri değildi.

Saka’nın on üç yaşındaki yüzüne baktıkça kendime olan nefretim ve tiksintim daha da artmıştı. Geçmişi bu kadar yaralı bir kadına eflatun elbise gönderdiğim için sebep olduğum her şeyin altında daha fazla ezilmiştim. Keşke zamanı geriye alabilsem böyle bir şey mümkün olsaydı ona o elbiseyi göndermek yerine içeri girer ve onu oradan çıkartırdım. Eflatun elbise otuz yıllık hayatımda sahip olduğum en büyük pişmanlığımdı. Bir gün Saka beni affetse bile benim kendimi affedeceğim bir gün asla gelmeyecekti.

Bunun pişmanlığını hep yaşayacaktım.

Derin bir nefes alıp videodan çıktım. Bilgisayarı kapatacaktım ki dikkatimi çeken bazı şeyler yüzünden duraksadım. Saka’nın annesini vurduğu bu kaydı defalarca izlemiştim ama her defasında aklıma yatmayan bir şeyler olmuştu. Ne olduğunu bilmiyorum ama kayıtlarda yerine oturmayan ya da içime sinmeyen bir şeyler vardı. Neden üç kadın koymuşlardı ve neden hepsini aynı şekilde giydirdiler? Tüm bunlar kafamı kurcalıyordu.

Çalan telefonu açınca Tunus her zamanki gibi sinirlerimi bozarak, “Kalender Beyciyim?” dedi keyifli bir sesle. “Bakıyorum da güzel haberi henüz almamışsın.”

“Ne haberinden bahsediyorsun?” Kesin yine canımı sıkacak bir şeyler yapmıştı.

Keyifli gülüşü kulağıma geldiğinde bu herifi neden engellemediğimi düşünüyordum. “Daha duymadın mı? Bulgaristan’daki deponun yerini bulup boşalttım. Eminim haberin vardır benim depoda yangın çıkmış. Bak sen şu Allah’ın işine ki malların teslim tarihine bu kadar az kalmışken yangın çıkmış.” kinayeli bir sesle konuşması can sıkıcıydı. “Bende dedim ki komşuda pişiyorsa bize niye düşmüyor? Komşuluk hakkı diye bir şey var sonuçta.” Depomdaki mallarımı çaldığını mı söylüyordu?

Kaşlarımı çatarak bir hışımla ayağa kalktım. “Evveliyatını siktiğim piçi benden mi çalıyorsun!” Koltuğu sertçe iterek terasın kapısına doğru yürürken beynimden vurulmuşa dönmüştüm. “Benden çalanlara ne yaptığımı çok iyi bilmene rağmen buna kalkıştığını mı söylüyorsun?” Terasa çıktığımda belimdeki silahı çıkartıp onun ofisinin camına hedef aldım. Ona olan sinirimden üst üste ateş etmeye başladım.

“Lan kurşun geçirmez cam o! Boşuna camımı çizme piç!” diye bağırdığında onun da terasta olduğunu gördüm. Böyle anlarda şirketlerimizin karşı karşıya olmasından nefret ediyordum.

Tıpkı benim gibi terasın ucunda durmuş, telefonu kulağında tutarak bana bakıyordu. “Komşunun evini taşlar gibi camıma kurşun sıkamazsın. Çizdiğin o camın parasını senden alacağım!”

“Sen önce çaldığın malların parasını öde!” Silahı ona doğru çevirdiğimde tetiğe basmak üzereyken, “Lan oğlum aramızda bir depo dolusu malın lafı mı olur?” diyerek sırıttı. “Geçen hafta beni uğrattığın milyon dolarlık zarara sayarsın artık.”

“Marinadaki o gemini benimkinin yanından çekmezsen sıradaki zararın batan bir gemi olacak!”

Kahkaha attı. “Seninkinden daha büyük bir gemi. Senin gemine gölgelik yapsın diye hemen yanına demir attım. Ne kadar düşünceli biri olduğumu görüyor musun?”

“Zihniyetini siktiğim piçi, sence o gemiyi orada bırakır mıyım?” Aklıma gelenlerle dudaklarım kıvrılmıştı. “Belki biz şu anda konuşurken bile gemin batıyordur.” O gemiyi batıracaktım çünkü bu piç benimkinden daha büyüğünü almıştı. Bu da yetmezmiş gibi araba park eder gibi gemisini benimkinin yanına çekmişti.

“Benim gemime bir şey olursa İtalya’da yeni aldığın şu yüz on katlı gökdeleni yıkarım,” dediğinde kaşlarım öyle bir çatıldı ki bir an gerçekten tetiğe basacaktım. Dişlerimi sıkıp adeta hırlarcasına, “O gökdelenin tek bir camı bile kırılırsa Allah şahidimdir ki gözünün yaşına bakmam!” dedim son derece ciddi bir sesle. Ölmek istiyorsa onu yıkmayı deneyebilirdi.

Aramızdaki mesafeye rağmen kısılan gözlerini görür gibiydim. “O gökdelen senin için neden bu kadar önemli?”

“Karımın hediyesi,” diyerek onu şaşırttım. İtalya’da onun için bir gökdelen almıştım ama bazı eksikleri olduğu için henüz Saka’ya bundan bahsetmemiştim.

Bir seferinde Saka’nın benden sakladığı sırlarını ondan satın almak istediğimde bana, ”Benim için İtalya’da yüz on üç katlı bir gökdelen alsan bile olmaz,” demişti.

“Neden yüz on üç katlı?”

“Çünkü on üç katlı olunca adı gökdelen olmaz. Mecburen bir üstüne çıkmalıyım.” Aklıma gelenlerle güldüm. Manyak karı bu konuşmanın devamında bana dokuzun içinde on üç olduğunu kabul ettirmişti. Bige Efil Saka Kalender inanılmaz biriydi. Kafası çok farklı çalışıyordu.

“Senden bir gökdelen isteyen o kuş mu?” Tunus’un meraklı sesi beni güldürdü çünkü Saka gerçek anlamda benden bir gökdelen istememişti. O an beni geçiştirmek için söylediği bir şeydi. Öylesine istediği bir şeyi bile fazla ciddiye aldığımdan haberi yoktu. Yüzünde küçük bir tebessüm oluşturacaksa ona almayacağım hiçbir şey olamazdı.

“O istemedi ben ona hediye etmek istiyorum.”

“Oğlum senin bu manyak kuş on üçe takıntılı değil mi?” diye sorduğunda çok doğru bir konuya değinmişti. “Ona on üç katlı bir şey alsan daha çok mutlu olmaz mı?”

“Karıma gökdelen almak varken on üç katlı bir apartman mı alayım?” Yüzümü buruşturdum. “Şanıma yakışmaz.”

“Ulan bari yüz on üç katlı bir gökdelen al ki içinde on üç var diye mutlu olsun,” dediğinde gülerek başımı salladım. “Bunu düşündüğüm için şu anda üç kat daha çıkıyorlar.” Yüz on üç katlı bir gökdelen bulamamıştım.

Saka’nın belirttiği sayıdaki bir gökdelen bulmak çok zordu çünkü ya üstü vardı ya da altı. Üstelik ben ona merkezi bir yerde güzel ve lüks bir gökdelen almak istiyordum. İstediğim gibi bir tane buldum ama kat sayısı eksikti. Bende yüz on katlı o gökdeleni satın alıp gereken tüm işlemleri başlatmıştım. Eksik olan üç katı bitirdiklerinde karımın hediyesi hazır olacaktı.

Tunus tam bir şey daha söyleyecekti ki telefonu suratına kapatarak içeri girdim. Aklım Saka ile meşgulken Tunus’la vakit kaybetmek istemiyordum. Ofisime girdiğimde gözlerim tekrar bilgisayarda oyalandı. “Neden siyah elbiseler?” Sanki gözden kaçırdığım bir şeyler vardı.

Carlos gibi düşünmeye çalıştım. Eğer düşmanımın canını ailesinden birinin ölümüyle yakmak istiyorsam onun yaptıklarını yapardım. Ancak neden kurbanıma siyah renkte bir elbise giydireyim? Bu hiç mantıklı değildi neden öldüreceğim birinin kıyafetiyle uğraşayım ki? Aklıma gelenlerle, “Siktir piç!” dedim sert bir sesle. Siyah her şeyi gizlerdi, kanın rengini bile. Aynı şekilde akmayan bir kanı da!

Biri böyle bir şey yapıyorsa bunun tek anlamı kurbanın ölümü planlarının arasında olmamasıydı. Düşmanım onu vurduğunu sanacaktı ve ben kurbanın eşkâline uyan birini onun önüne atacaktım. Tabii öncesinde gerçeği anlamasın diye kurbanın yüzünü dağıtırdım. Tıpkı Carlos’un da yaptığı gibi. O herif gibi düşününce her şey kendiliğinden ortaya çıkmıştı. Bu olabilir miydi? Carlos’un karıma yaptığı şey bu muydu?

Masanın başına geçip Carlos’un kurbanlarının arasında Begüm Saka ismini arattım. Piç kurusu hayatını bitirdiği herkesi kayda aldığı için burada bir yerlerde onun da dosyası olmalıydı. Şaşırtıcı bir şekilde Begüm Saka’ya ait hiçbir bilgi yoktu. Begüm Hanım’a dair bir şey bulamayınca kayıtların içinde Gazel Saka’nın adını arattım. Annesinin aksine Gazel’in bilgileri çıkmıştı. Onunla ilgili yazılı bilgilere hızlıca göz atıp videolara girdim. Burada işe yarar bir şeyler olmalıydı.

Başlangıçta küçük tehditler ve şantajların olduğu kayıtlar vardı ama ilerledikçe farklı şeyler karşıma çıkmaya başladı. Gazel’e ait kısa görüntülere ulaşmıştım. Bunlar Gazel’in yemek yerken veya okuldayken çekilen görüntüleriydi. Birileri onu takip ettiği için hepsi de uzak çekimdi. Tüm bu görüntülerde Gazel henüz babasının evinden kaçmamıştı.

Videoların tarihlerine bakıp annesi öldükten sonraki tarihleri seçtim. Begüm Hanım’ın ölüm tarihinden sonraki ilk videoya girdiğimde beni neyin beklediğini bilmiyordum. Video çalışma odasını andıran bir yerde çekilmişti. Carlos masanın başındaki yerinde oturuyordu, Gazel ise yanında kahverengi bir köpekle Carlos’un masasının önünde duruyordu. Buradaki görüntülerde Gazel henüz on altı yaşındaydı.

Bir çocuğa göre gözleri fazla cesur bakıyordu. Karşısında içkisini yudumlayan herifin nasıl biri olduğunu bilmesine rağmen onun karşısında fazla korkusuzdu. “Telefonda bana annemin yaşadığını söyledin.” Videonun sesini biraz daha açıp ikisinin arasındaki konuşmayı izlemeye başladım. “Annem gerçekten yaşıyor mu?”

Carlos abartılı bir sırıtmayla, “Yaşadığına inanmasaydın bir telefonumla burada olmazdın,” diyerek alay etti.

“İnandığımdan değil öyle olmasını umduğum için buradayım.” Gazel daha fazla konuşmadı ama onu Carlos’a götüren şeyin umut olduğu çok açıktı. “Efil’in annemi kalbinden vurduğunu kendi gözlerimle gördüm.”

Carlos’un siktiğim gözleri baştan ayağa onu süzmeye başladığında masanın üstündeki elimi sıktım. Karşısındaki on altı yaşındaki çocuk bu bakışların ne anlama geldiğini bilecek yaşta değildi. Gazel’e olan bakışları bende mide bulantısı yaratırken, “Kardeşinin kullandığı silah kurusıkıydı,” deyince sertçe yutkundum. Kurusıkı mı?

“O esnada endişelenecek çok fazla şeyi olduğu için elindeki silahın gerçek bir silah olmadığını anlayamadı.” Begüm Saka yaşıyordu. Şüphelerimden yanılmamıştım, o gece yaşanılan her şey bir aldatmacadan ibaretti.

Saka’nın annesi yaşıyordu.

Gazel sessizce onu dinlerken Carlos yavaşça başını salladı. “Kadınların üçüne de önceden uyuşturucu iğne yapıldı. İlaç etkisini göstermeye başladığında sizi onların yanına getirdik. Kardeşin onlar için o kadar çok endişeleniyordu ki ne elindeki silahın kurusıkı olduğunu anladı ne de onları aslında hiç vurmadığını.” Carlos kurduğu tuzakla övünüyormuş gibi ayağa kalkarak güldü. “Ateş etmeseydi bile sandalyedekiler zaten uykuya dalmak üzereydi.”

Masanın etrafından dönüp Gazel’e doğru yürüdüğünde kanını siktiğim piçinin gözleri Gazel’in vücudundaydı. “Neden onlara özellikle siyah giydirdik sanıyorsun? Elbisenin siyah rengi sayesinde onların göğsünün kanamadığını fark etmedi.” Yüksek sesle güldü. “Tabii kardeşinin bulanık gören gözleri de işlerimi çok kolaylaştırdı.” Saka’nın görme sorunundan faydalanmıştı.

Bakışlarını kısa bir an Gazel’in yüzüne çıkartıp onu küçümsedi. “Sense detayları göremeyecek kadar dikkatsizdin.”

Gazel’e doğru bir adım daha atınca yanındaki köpek dişlerini göstererek ona hırladı. Bu Carlos’u durdurmuştu. Gazel elini uzatıp, “Sakin ol, Kıtmir,” diyerek köpeği yatıştırmaya çalıştı. Gözlerinde oluşan mutlulukla köpeğin tüylerini okşuyordu. Artık annesinin ölmediğini ve tüm bunların bir komplo olduğunu biliyordu.

“Annen yaşıyor,” diyen Carlos yalan söyler gibi görünmüyordu. “Eğer öyle olmasaydı o gece siz kızların annenize yaklaşmasına neden izin vermeyeyim?” Biraz düşününce haklı olduğunu anladım.

Saka iki el ateş ettikten sonra Begüm Hanım’ın kafasındaki çuvalı çıkartmışlardı ancak kızların annelerine yaklaşmasına izin vermemişlerdi. Eğer Begüm Hanım’a yaklaşsalardı vücudunda herhangi bir yerin kanamadığını anlarlardı. Kadında kanayan tek şey dudaklarıydı ve bunun da nedeni kan kusmasıydı. Begüm Hanım’ın kan kusmasının nedeni herhangi bir kurşun yarası değildi, önceden ona verdikleri uyuşturucu iğnenin yan etkisi olabilirdi.

O depoda olan her şey bir göz yanılgısı ve bir kumpastı ancak Gazel ve Bige bunu anlayacak yaşta değillerdi. Gazel yaşadığı sevinci ve heyecanını gizlemeden Carlos’a bakıp sabırsız bir sesle, “Annem gerçekten yaşıyor mu?” diye sordu bir kez daha. “Yalan söylemediğine nasıl emin olacağım? Annemi görmek istiyorum.”

“Göreceksin ama benim şartlarımda ve benim isteklerim doğrultusunda.” Carlos masanın üstündeki bilgisayara doğru yürüdü. Bilgisayarın üzerine eğilip bir şeyler yaptıktan sonra Gazel’i yanına çağırdı. Gazel onun yanında durup bilgisayarın üzerine eğildiğinde neye baktıklarını göremedim. Bu video kaydında bilgisayarın ekranı görünmediği için Gazel’in izlediği şeyleri göremiyordum.

Bilgisayarın ekranına bakarken dolan gözleri ve “Anne,” diyen içli sesiyle annesinin yaşadığına emin oldum. Carlos ona annesini göstermişti. Gazel ıslak gözlerle elini uzatıp bilgisayarın ekranına dokundu. “Anne.” Sesi her an hıçkırıklarla ağlayacakmış gibi çıkmıştı. “Onu bırak annemi çok özledim.”

“Onu ne zaman bırakacağıma ben karar veririm ama onu yaşatmak sana ve yapacaklarına bağlı.” Carlos bilgisayarın üzerine eğilen çocuğun tam arkasında durduğu için bu yakınlık midemi bulandırıyordu.

Gazel’in kalçalarına değecek kadar ona yaklaştı. “Uslu bir kız olduğun sürece annen yaşamaya devam edecek.” Yumruğumu sıkmaktan elim kasılmıştı. Zihniyetini siktiğim sübyancı iti!

Gazel irkilerek ona döndüğünde beti benzi atmıştı. “Ne demek istiyorsun?” Çık oradan dışarı!

Carlos iri vücuduyla onun karşısında dururken dudağının köşesi kıvrılmıştı. “Ne demek istediğim çok açık değil mi? Annenin yaşamasını istiyorsan Asım’ın kızı benim köpeğim ve benim fahişem olacak,” dediğinde bilgisayarı kapatıp yumruğumu masaya geçirdim. Kansız herif!

“On altı yaşında lan, on altı!” Devamında olanları bilmek için izlememe gerek yoktu. Annesinin hayatıyla onu tehdit edip on altı yaşındaki bir çocuktan faydalanmıştı! Öyle olmasaydı Gazel yıllardır onun için çalışmazdı.

Carlos aslında Asım Bey’in iki kızının da hayatını mahvetmişti. Bakıldığında tüm kötülüğü Bige’ye yapmış gibi görünüyordu ama aslında öyle değildi. Gazel’e de büyük acılar yaşattığını artık biliyordum. Gazel şu zamana kadar annesini hayatta tutmak için kendini her anlamda kullandırmıştı. Şimdi düşününce kafesin içinde kardeşini öldürme şansı vardı. Bıçağı onun boynuna yaslandığında bunu yapabilirdi ya da çok öncesinde. Üstelik Saka ona doğru düzgün karşılık bile vermemişti.

Gazel’in onu öldürmek için çok fazla şansı vardı ama o sanki biz oraya gidene kadar özellikle oyalanmıştı. Daha sonra da kardeşini sırtından bıçaklamıştı ama ölümcül olmayan bir yerinde. Gazel biz oraya gidene kadar Carlos’u oyalamış olabilir miydi? Carlos kaçtıktan sonra kardeşini bıçaklamasına gerek yoktu ama aslında vardı çünkü Carlos her şeyi kayıt altına alıyordu.

Depoda da gizli kamera olmalı ki Marasliyan’lar bunu izlediğinde Gazel’den istenilen şeyi yaptığını göreceklerdi. Böylece annesine zarar vermeyeceklerdi. Furkan bana Carlos öldüğünde Gazel’in çok üzüldüğünü söylemişti. Artık neden o kadar çok tepki gösterdiğini anlıyordum. Saka, Carlos’u öldürünce karşılık olarak William veya Hector’un da Begüm Hanım’ı öldüreceğinden korkmuştu. Gazel başından beri her şeyi annesi için mi yapıyordu?

Annesini hayatta tutmak için evden kaçmış, babasının nefretini kazanmış ve Marasliyan’ların kuklası olmuştu. Ortada olmayan bir anne iki kardeşin hayatını altüst ederken Asım Bey ne yapıyordu? Kızlarını yargılayıp eleştirmekten başka onlar için ne yapıyordu?

Hemen telefonumu çıkartıp Nedim’i aradım. “Hector ile bir görüşme ayarla,” dedikten sonra telefonu kapattım. Begüm Hanım yaşıyordu ve muhtemelen yıllardır Marasliyan’lar tarafından esir tutuluyordu. Ne yapacağımı biliyordum.

Begüm Hanım’ı Hector’dan almalıydım ve karıma annesini geri vermeliydim. Her gece gördüğü kâbusları dindirip çektiği azabı sonlandırmanın tek yolu buydu. O kadar çok şey yaşamıştı ki artık biraz da olsun güzel yüzü gülsün istiyordum. En önemlisi o annesini seviyordu. Begüm Hanım ona karşı iyi bir anne olmalı ki karım onu seviyordu. Benim annem bir kez olsun bana karşı iyi olmamıştı, sevgisini ve merhametini benden hep esirgemişti. Bu yüzden artık onun yokluğunu bile aramıyordum.

Anneme ne zaman baksam geçmişte benden tiksindiği yüzünü hatırlardım. Bana hatırlattıkları yüzünden o kadından daha da uzaklaşmıştım. Ancak Saka’nın annesi öyle değildi, kızını sevmişti. Geri dönüşü Saka’yı mutlu edecek, çektiği vicdan azabını dindirecekti. En önemlisi artık annesini aradığında telefonları açılacaktı. Onu o kadar çok seviyorum ki onu mutlu edecek her şeyi ayaklarının önüne sermek istiyordum.

Saka’nın bir kocam deyişi vardı ki ömre bedeldi.

Eksikliğini çektiği her şeyi ona vermek istiyordum.

Onu düşünmek bile daha çok özlememi sağlıyordu. Onu en son bugün gördüğümde annemle yaşadığı tartışmaya tanık olmuştum. Anneme bilerek vurduğunu biliyorum ama ona kızamıyordum çünkü ona geçmişimi anlattığım için bunu yapmıştı. Annemin bana attığı tokadın aynısını ona atacak kadar manyaktı.

Üstelik elinin açısını o kadar iyi ayarlamıştı ki tıpkı bana yapıldığı gibi yüzüğüyle o kadının yanağını çizmişti. Karım bir deliydi hem de en temizinden. Ancak şöyle bir gerçek vardı ki ben bu kadını en deli hâliyle seviyordum. Deliyse benim delim, kim ne karışırdı.

Aklım Saka’yla meşgulken kayıtlı olmayan bir numara aradı. Telefonu açtığımda Hector’un, “Hayırdır, Kalender?” diyen alaycı sesini duydum. “Benimle konuşmak istediğini söylediler.” Nedim gereken bağlantıyı düşündüğümden daha hızlı kurmuştu.

“Telefonda konuşulacak şeyler değil.” Ayağa kalkıp ceketimi alarak kapıya doğru yürüdüm. “Yüz yüze görüşmeliyiz. Şimdi çıkıyorum yeri sen seç.”

“Benim mekân nasıl?” Kendi çöplüğünde üstünlük kurmaya çalışacağını tahmin etmeliydim. “Adresi at.” Köşe bucak benden kaçtığı için son durağını bilmiyordum. Zaten bilseydim şu anda çoktan işini bitirmiştim ama sürekli kaçıp duruyordu.

“Yalnız geleceksen neden olmasın?”

“Adresi at dedim.”

“Yalnız geleceksin dedim, Kalender. Mekanımda sorun istemiyorum, özellikle karın yanında olmayacak!” Dudaklarım kendiliğinden kıvrılmıştı. Bige bir yerleri havaya uçurmakla meşhurdu. Son ziyaretimizde Hector’a ait bir kumarhaneyi havaya uçurduğu için onunla gitmemi istemiyordu.

“Korkmana gerek yok,” diyerek alay ettim. “Karım yanımda olmayacak.”

“Karından gerçekten korktuğumu düşünüyor musun?”

“Karımdan ben bile korkuyorum yerinde olsam ondan korkmaya devam ederdim. Şimdi şu adresi at yalnız geliyorum,” dedikten sonra telefonu suratına kapattım. Korkmuyormuş, siktir etsene. Aklı olan herkes ondan korkardı, tepesi attığında gözü hiçbir şey görmüyordu.

Çeyrek mafya.

***

Yanımda hiç adam olmadan Hector’un mekanına girdiğimde beni gören herkes kenara çekilmeye başlamıştı. Benden korkmaları için yanımda korumalarımın olması gerekmiyordu. İt ve çakalın arasında yürürken sebepsizce aklıma Gurur gelmişti. O puşt yanında koruma gezdirmekten hoşlanmadığı için çoğu zaman hasımlarının mekanına korumasız girerdi. En güzel masalarında oturup yer içer, daha sonra masaya biraz para atıp elini kolunu sallayarak giderdi. Kimse de karşısına çıkıp ne yapıyorsun diyemezdi.

Ümit’in kızını kaçırıp onunla evlendiğinde bile ertesi gün Ümit’in mekanına gidip içmişti. Gurur suçlu bile olsa bir mekâna giderse kimse karşısına çıkıp ondan hesap soramazdı. Korumaları olmayınca bile bunu yapamazlardı çünkü ne tür tuzaklarla onlara geldiğini kimse kestiremezdi. Gurur’un yalnız gezmesinde bile bir tehlike aradıkları için kolay kolay ona ilişmeye cesaret edemezlerdi. Boşuna ona Deli Gurur demiyorlardı, bu alemde kuyruğuna basmadığı adam bırakmamıştı.

Kimseye eyvallahımız olmadığı hâlde Duha ile ikimizi bile korkutan tek isimdi. Herif liderken ortalığın tozunu arttırmıştı. Aramızdaki kan bağına rağmen karşıma almayacağım tek kişi oydu. Hakkında çıkan infaz kararını destekleyen kişilerin içinde Duha ile ikimizde vardık. Şu an için tek yaptığımız Gurur’dan bunu gizlemekti ama öğrendiğinde neler yapardı, kestiremiyordum. Piç kurusu kuralsız oynamayı seviyordu!

Beni yönlendiren koruma bir kapının önünde durup geçmem için kenara çekilmişti. Benim için açtıkları kapıdan içeri girdiğimde Hector’u masasının başında buldum. Korumalarından biri de pencerenin önünde dikiliyordu içeride başka adam yoktu.

Hector beni görünce önce koltuğuna yaslanıp bana üstünlük kurmayı düşündü fakat kaşlarımı çattığımda hiç istemese de ayağa kalkmıştı. Girdiğim her ortamda karşımda ayağa kalkarlardı, bu piç bir istisna olamazdı. İçeriye yalnız girsem de mekânın etrafını saran adamlarımdan haberi vardı ya da karşı binadaki keskin nişancılarımdan.

Kendi mekânında bile bana posta koyamayacağını artık biliyordu ve bunu ona öğreten Saka olmuştu. Hector ahşap bir sandalyeyle beni küçümsemek istediğinde onun tahtını yakan da mekanını havaya uçuran da Saka’ydı. Hatırladıkça kahkahalarla gülmek istiyordum. Ben bu kadına ölürüm, bu kadar net.

Masanın etrafında dönüp yanıma gelen Hector sahte bir samimiyetle gülümsemeye çalıştı. “Hoş geldin, Kalender.” Tokalaşmak için uzattığı elini sıkmadan yanından geçip deri koltuklardan birine oturdum. Bu hareketime bozulup bozulmaması umurumda değil. Elini sıkacağım insanların bir karakteri olmalıydı.

Kendini toparlayıp karşımdaki koltuğa oturduğunda bakışlarında merak vardı. “Bir şeyler içer misin yoksa doğrudan konuya mı girersin?” Normalde amacım doğrudan konuya girmekti ama kovar gibi olan tavrı sinirlerimi bozduğu için, “Viski,” dedim. Bu herifi sağlam bir kafayla çekeceğimi sanmıyordum.

Hector başıyla içerideki adamına küçük bir hareket yapınca koruması dolaba doğru yürüdü. “Seni buraya getiren nedir?”

“Begüm Saka hakkında konuşmak istiyorum.”

İçerideki adam viskilerimizi doldurup önümüze koyarak kenara çekildiğinde Hector yerinde dikleşmişti. “Begüm Saka hakkında ne konuşmak istiyorsun?”

Viski kadehini elime alıp son derece sakin bir şekilde cevap bekleyen gözlerine baktım. “Begüm Hanım yaşıyor mu?”

Kumarhanede çaldığımız şeylerin arasında o kayıtların da olduğunu bildiği için pek Begüm Hanım’ı sormam onu şaşırtmamıştı. Er veya geç ona böyle bir soruyla geleceğimi beklediği için sahte pozlar kesip şaşırmış gibi yapmadı. “Yaşıyor.” Uzanıp kadehini alarak sırıttı. “Anlaşılan onu istiyorsun.” Tek kaşını havaya kaldırdığında henüz son kozunu oynamamış gibi bakıyordu. “Bundan benim ne çıkarım olacak? Bir anlaşma yapacaksak bu ikimizin de yararına olmalı, değil mi?”

Karşılığını almadan Begüm Hanım’ı vermeyeceğini bildiğim için, “Ne istiyorsun?” diye sordum bıkkınca.

Viskisinden birkaç yudum alarak bir süre beni izledi. Birazdan söyleyeceği şey için tepkimi ölçmek ister gibi bakıyordu. Kadehi dudaklarına yaklaştırıp bir yudum almadan hemen önce, “Karından boşanmanı,” deyince kan beynime sıçramıştı. Bu sikik herif neyden bahsediyordu?

Karımdan boşanacağım öyle mi? “Senin ceddini sikerim lan!” Kadehi yere atıp bir hışımla ayağa kalkmıştım. Suratını dağıtmak için üzerine yürüdüğümde hemen ayağa kalkıp, “Yoksa kadın ölür!” diyerek beni durdurdu. “Karına annesinin ölüm haberini sen vermek ister misin?” Ölmek istediği çok açıktı!

Dişlerimi sıktığımda öfkemi kontrol altına almaya çalışıyordum. “Başka bir şey iste!” dediğimde gırtlağımdan çıkan sesim bastıramadığım öfkemi yansıtıyordu. “Begüm Hanım’a karşılık benden başka bir şey iste her ne olursa!”

Hector elindeki kozun büyüklüğünü çok iyi bildiği için bunu en iyi şekilde kullanmaya kararlıydı. “Ne istediğimi sana söyledim.” İnatçı bir şekilde gözlerime baktığında bu konuda geri adım atmayı düşünmüyordu. “Karın hâlâ uykusunda sıçrayarak uyanıyor, değil mi? Annesini canlı bir şekilde görmedikçe gördüğü kabuslar dinmeyecek ve kendini suçlamayı bırakmayacak. Annesini görmesinin tek yolu da onu boşaman.”

“Sana başka bir şey iste dedim!” Yakasını kavrayıp yumruğuma doladığımda onu tam şu anda öldürebilirdim. “Karımdan asla boşanmayacağım!”

“Aynı anda ikisine sahip olamazsın, Kalender!” Kaşlarını çatarak kendini benden kurtarmaya çalıştı. “Annesini istiyorsan karşılığında kızını boşayacaksın,” dediğinde başımı geriye çekip kafamı suratına gömdüm.

Ayaklarımın önüne düştüğünde burnundan kan akıyordu. Ona tepeden bakarken tükürürcesine, “Kesseler onu boşamam!” dedikten sonra sert adımlarla odadan çıktım. Hiçbir güç karımı boşamama neden olamazdı!

Dışarı çıkıp arabama bindiğimde bir an adamlarımı içeri salıp bu piçin işini bitirmeyi düşündüm. Hazır yerini de bulmuşken bunu yapmayı düşündüm ama Begüm Hanım aklıma gelince yapamadım. Önce karımın annesini bu piçten almanın bir yolunu bulmalıydım. Begüm Hanım’ın yerini sadece o piç biliyordu. İstediğimi alana kadar bir süre daha yaşamalıydı.

Korumalar arabalarına atlayınca hiç vakit kaybetmeden yola çıkmıştık. Bir elim direksiyonun üzerindeyken telefonu çıkartıp Nedim’i aradım. “Begüm Saka’yı ve bu isimdeki herkesi araştırın. On üç yıl boyunca nerede tutulduğunu bilmek istiyorum. Evet, yaşıyor!” dedim konuşmasına izin vermeyerek. “Şimdilik bunu gizli tutun, özellikle de Furkan bilmesin!” dedikten sonra telefonu kapattım. Furkan öğrendiği an Saka’ya yetiştirirdi. O piç benden çok karıma çalışıyordu.

Saka şimdilik annesinin yaşadığını bilmemeliydi çünkü Begüm Hanım’ı canlı ele geçirmeme ihtimalimiz de vardı. Hector’un ne yapacağını kestiremediğim için onu öldürmesini göz ardı edemezdim. Begüm Hanım’ı bir gün Saka’ya karşı kullanmak için öldürmemişlerdi. Eğer istediğini elde edemezse kadın onların işine yaramazdı. Onu sağ bir şekilde almadan Saka’ya ondan bahsedemezdim, ikinci kez ona annesinin kaybını yaşatmak istemiyordum.

***

Bir hafta sonra.

Ofisime girdiğimde yorgunlukla kendimi koltuğa bırakmıştım. Bir haftadır bakmadığım taşın altı kalmamıştı ama kadını bulamadım. Tüm adamlarımı bunun için seferber etmiş, Marasliyan’lara ait birçok depoya baskın yapmıştım ama hiçbir yerde yoktu. Saka ne işler karıştırdığımı anlayacak diye eve bile gidemiyordum. Telefonlarına kısa cevaplar veriyordum ve beni görmek için şirkete gelmesini engelliyordum. Annesini bulmadan karşısına çıkmak istemiyordum. Bu kadını hangi cehennemde saklıyorlardı!

Masanın üstündeki telefon çalınca oflayarak açtım. “Hector Bey sizinle görüşmek konusunda ısrar ediyor. Ne yapmamızı önerirsiniz?” Asistanımın söyledikleriyle gözlerim ofisimin kapısını buldu. “İçeri gönder.” Şu anda görmek istediğim son kişi bile değildi.

Normal şartlarda iş yerime gelmeye cesaret edemezdi çünkü köşe bucak benden saklanırdı. Elinde Begüm Hanım olduğu sürece ona bir şey yapamayacağımı bildiği için rahattı. Onu yakalatıp işkenceyle konuşturmayı bile düşündüm ama bizim gibi adamlar işkenceyle konuşmazdı. Hector içeri girdiğinde piç kurusunun havasına diyecek yoktu. Bana karşı kazandığı üstünlüğü sonuna kadar kullanacaktı.

Sinirli suratıma bakıp sırıttı. “Hoş geldin demek yok mu, Kalender?”

“Siktirtme lan belanı!” Tersçe ona bakarak dişlerimi sıktım. “Neden buradasın?”

Sanki her gün birbirimizi ziyaret ediyormuşuz gibi kınayan bir ifade takınıp, “Özlemiş olamaz mıyım?” deyince yüzümü buruşturdum. İçine Tunus kaçsa ancak bu kadar saçmalayabilirdi.

Masamın önündeki koltuğa yayılarak oturdu. “Kadını bulabildin mi?” Bulamadığımı çok iyi biliyordu.

“Bulurum elbet.”

Başını iki yana sallayarak güldü. “O kadar vakti yok çünkü Begüm bugün ölecek.”

Masanın üzerinde duran elimi sıkarak kendimi sakinleştirmeye çalıştırdım. “Onu öldürmek sana bir şey kazandırmaz.”

“Evet.” Bacak bacak üstüne atarak koltuğa biraz daha yayıldı. “Ama yaşatmak da henüz bana bir şey kazandırmadı.” Telefonunu çıkartıp bir şeyler yaptıktan sonra telefonun ekranını bana gösterdi.

Adamlarından birini görüntülü aramıştı. Ekranda gördüğüm kadın Saka’nın annesiydi. Gerçekten yaşıyordu. Tıpkı on üç yıl önce olduğu gibi yine bir sandalyeye bağlıydı ama bu sefer yüzü görünüyordu. Kadın kendinde değildi çünkü baygındı. Arkasındaki adam çıkardığı silahı onun kafasına bastırınca kaşlarımı çattım. “Hemen şimdi karar vermelisin.” Hector telefonu göreceğim şekilde tutarken beni köşeye sıkıştırmaya devam ediyordu. “Karın mı yoksa Begüm Hanım mı?”

Öfkemin yoğunluğuyla dolup taşarken belimdeki silaha uzanmamak için kendimi zor tutuyordum. Silahı çıkartıp Hector’un pişkin suratını paramparça edebilirdim ama telefonun diğer ucunda aynı şeyi Begüm Hanım’a yapmak isteyen biri vardı. Saka’dan boşanmam söz konusu bile olamazdı ama ya annesi? Annesine ne olacaktı? Onu kurtarma şansım varken ölüme terk edersem karımın yüzüne nasıl bakacaktım?

O kayıtları izlediğim güne lanet olsun! Begüm Hanım’ın yaşadığını hiç öğrenmeseydim kendimi böyle bir çıkmazın içine sokmazdım. Dişlerimi sıkmaktan çenem seğirirken, “Karımdan boşanmayacağım!” dedim kararlı bir şekilde. “Kimse bana bunu yaptıramaz!”

“Son kararın bu mu?” Hector gözlerimin içine bakarak pişkince sırıtmaya devam etti. “O zaman Begüm Hanım ölür. Senin yüzünden karının annesi öldüğünde de evliliğin pek uzun sürmeyecek.”

Gözlerinin ardında oluşan o galibiyet bakışı bana karşı kazandığı raundun eseriydi. “Annesini kurtarma şansın varken bunu yapmadığını öğrenen Saka sence sana karşı sempati duyar mı? Sırf onu bırakmamak için annesini ölüme terk ettiğini öğrenmek eminim onu mutlu etmeyecektir,” dediğinde kan beynime sıçramıştı. Ona söylemekle tehdit ediyordu. Sikeyim, gerçek anlamda köşeye sıkışmıştım!

Annesini kurtarsam karımı kaybedecektim. Karımı seçtiğimde ise annesini benim yüzümden kaybetti diye bu seferde o beni bırakırdı. Begüm Hanım’ı kurtarıp Saka’dan boşanırsam beni asla affetmezdi. Ona yaptığım onca şeyden sonra bu bardağı taşıran son damla olurdu. Eflatun elbisenin pişmanlığını hâlâ yaşarken nasıl ikinci kez onu hayal kırıklığına uğratırım? Yapmayacağım dedim ulan artık onu daha fazla hayal kırıklığına uğratmayacağım demiştim!

Benim yüzümden daha fazla ağlamayacak, üzülüp benden uzaklaşmayacaktı. Ben onun sevgisini kazanmaya çalıştıkça karşıma hep bir engel çıkıyordu! Sikeyim böyle işi! Onu nasıl bırakırım? Bu nefes almayı bırakmakla aynı şeydi. Ben tereddüt ettikçe Begüm Hanım’ın arkasındaki kişi biraz daha tetiğe baskı uyguluyordu ve biraz daha onu ölüme yaklaştırıyordu.

Sadece bir anlığına Begüm Hanım’ın ölmesine izin verirsem neler olacağını düşündüm. Saka annesinin ölümü yüzünden kendini suçlamayı hiç bırakmayacaktı. Bu konuda vicdan azabı çekmeye devam edecek ve her gece kabuslarında annesini görerek sayıklayacaktı. Annesini kurtarma şansım varken bunu yapmadığımı öğrendiğinde ise yüzüme bile bakmayacaktı.

Böyle bir şey olursa bu sefer suçlayacağı kişi ben olacaktım. Aklıma gelenlerle sertçe yutkundum. Belki de benden tiksinirdi ve annem gibi bakardı bana. Öyle bir çıkmazın içine düşmüştüm ki tüm yollar bir bir kapanmıştı. Begüm Hanım’ın ölümü Saka’nın nefretini kazanmama neden olurdu. Onu çok iyi tanıyordum annesinin ölmesine sebep olan birinin yanında kalmazdı ve boşanmak için elinden geleni yapardı.

Şöyle bir baktığımda her iki seçimin sonu da boşanmaya çıkıyordu! Ya annesini kurtararak ben ondan boşanacaktım ya da annesinin ölmesine izin verdiğim için o benden boşanacaktı. Siktir! Ne yapacağımı bilmiyordum. Hector kıvranışlarımdan zevk alırcasına güldü. “İşini kolaylaştırayım,” dedikten sonra Begüm Hanım’ın infaz emrini verdi. “Kurtul kadından.”

Adam tetiğe basmadan, “Dur!” dedim sert bir sesle. Her iki yolun sonu da Saka’yı kaybetmeye çıkıyordu. En azından ona annesini vermeliydim. Annesinin kaybı yüzünden benden nefret edeceğine ondan boşandım diye etsin daha iyiydi. Bakıldığında iki seçeneğin sonu da benim için fazla boktandı.

Yenilgi içinde başımı sallayarak omuzlarımı düşürdüm. “Ondan boşanacağım.” Bunu sesli bir şekilde söylemek bile içimi öyle bir yakıyordu ki sanki diğer yarım sökülerek benden alınıyordu. “Begüm Hanım’ın hayatı karşılığında karımdan boşanacağım ama bir şartla.” Vazgeçmeyeceğim tek kadından bugün beni vazgeçirdiler.

Hector beni istediği kıvama getirmenin memnuniyetiyle telefonu kapatıp cebine koydu. “Şartın nedir?”

“Karımın peşindeki tetikçiyi bana vereceksin.” Evet, onunla ilgili tüm kayıtları izlemiştim. Artık siyah kurdeleli tokayı neden çıkarmadığını biliyordum. Saka’nın hayatı o tokaya bağlıydı. Sikeyim, o tokaya mahkumdu!

Yapacağım şeyle nefretini kazansam bile güvende olduğunu bilmeliydim. Ondan her şeyini alan bir tarikatın simgesini bir damga gibi güzel saçlarında taşımamalıydı. En önemlisi o tokayı çıkardığında yaşamaya devam etmeliydi. Onun nefretine bile katlanabilirdim ama kaybına asla.

Hector bana cevap vermeden önce bir süre düşünmüştü. Saka’ya tarikatı hatırlatan bir tokanın varlığı karımı istedikleri gibi huzursuz ediyordu. Bu yüzden bunu anlaşmaya dahil etme niyetinde değildi. Konuşmak için tam ağzını açmıştı ki, “Karımı boşayacaksam bensiz güvende olacağını bilmeliyim!” dedim ters bir sesle. “Tetikçiyi bana vermezsen buradan sağ çıkabileceğini mi sanıyorsun?”

“Sana verdiğim her şeyin karşılığında bana bir şey vermelisin,” diyerek gözlerimin içine dik dik baktı. “Sadece bu şekilde bir anlaşmaya varabiliriz.” Düşünürcesine bir süre sustu fakat daha sonra aklına gelen yeni bir piçlikle sırıttı. “Saka onu neden boşadığını asla bilmeyecek. Elbette sana nedenini soracak ama açıklaman onun için küçük düşürücü ve kırıcı olmalı.” Ne diyor ulan bu! Onu hem boşayacağım hem de kanatacak mıydım?

Soluk alışlarım gergince hızlandığında Hector’un ağzından çıkan her kelime katliam sebebim olabilirdi. “Onunla yaptığın konuşmada seni duyacak ve izleyeceğim. Önceden ona gereken açıklamayı yapmayı düşünme bile,” dediğinde gülüşü büyüdü. “Bir kadının acısının gerçekliğini ayırt edecek kadar çok can yaktım. Karın senin evinden paramparça olmuş bir şekilde çıkmalı.” Ellerini dizlerinin üzerine koyup sinirli suratıma baktı. “Tetikçiye karşılık Saka’nın gözyaşları ve acısı.”

Damarlarımdaki kan saf bir öfkeyle harlanınca masanın üzerindeki elimi biraz daha sıktım. Elimi sıktıkça parmak boğumlarım geriliyor, bu yumruğu onun suratında patlatmak istiyordum. İrademin son kırıntılarına tutunarak, “Bunu yaparım yapmasına ama seni de sağ bırakmam!” dedim yemin eder gibi. “Karımın döktüğü gözyaşlarının karşılığı olarak o çok güvendiğin saltanatı yıkarım!” Begüm Hanım arada olmasaydı bunu şimdi bile yapabilirdim!

Hector tarikatın yerleşim yerlerinin koordinatlarının elimde olduğunu bilmediği için sözlerimi ciddiye almadı. Aşırı bir özgüvenle, “Biz her yerdeyiz, Kalender,” diyerek bana meydan okudu. “Denemekle kalırsın.” Anlaşılan amcasının kasada sakladığı her şeyi bilmiyordu. Koordinatlardan haberi olmadığı o kadar belliydi ki.

“Bu konuşmayı sakın unutma.” Buz gibi bir sesle konuşup son derece kararlı bir şekilde gözlerinin içine baktım.  “Karımın gözyaşlarını isteyerek sadece kendinin değil, örgütünün de sonunu getirdiğini sakın unutma.”

Koordinatları ele geçirdiğimde harekete geçip bu piçin sonunu getirseydim şimdi bunlarla uğraşmazdım. Aslında yapmayı düşünmüştüm ama sürekli araya bir şeyler girdiği için tarikata indirmek istediğim darbeyi ertelemiştim! Bir tek Marasliyan’larla uğraşmıyorum ki başımda birden fazla bela vardı! Sıra bu ite gelmeden Begüm Saka olayı patlak vermişti.

Hector gereken her şeyi söylemiş gibi ayağa kalkıp bana son kez üstten bakışlarını attı. “Boşanma işini ne kadar hızlı yaparsan Begüm Hanım’ı o kadar hızlı alırsın. Bu süre zarfında adamlarım bir gölge gibi seni izleyecek. Sakın unutma yapacağın en küçük hatada Begüm Saka’nın kellesi bir kutuda karına gider. Karın boşanmayla ilgili gerçeği bilirse annesinin neden öldüğünü sen ona açıklarsın.” Bu piçin soyunu kurutacaktım.

Kapının önünde durunca aklına ne geldiyse durup ofisimin camından dışarıya baktı. Camdan bakınca Duha Tunus’un şirketi göründüğü için Hector yüzünü buruşturdu. “Siz kurtlar tilkilerle iyi anlaşıyor gibisiniz,” diye alay ettiğinde Tunus’la iş birliği yaparak onun kumarhanesine baskın düzenlememize değinmişti.

Her bölge liderinin bir simgesi ve sembolü vardı. Bu alemde kurt diye adlandırılan bir tek biz Kalenderlerdik çünkü bizim sembolümüz kurttu. Tunus’un simgesi ise tilkiydi ve o piç gerçek anlamda bir tilki kadar kurnazdı. Aynı şekilde Marasliyanların sembolü de yas anlamına gelen siyah kurdele olduğu için onlara çalışan herkes yakasına siyah kurdele taşırdı. Bu alemdeki tüm büyük adamların bir nişanesi vardı.

Hector başıyla bana Tunus’un şirketini göstererek uyarırcasına kaşlarını belli belirsiz çattı. “Küçük anlaşmamızda o piçin haberi olmayacak.” Bunları söyledikten sonra çekip gitmişti. Sandığı gibi Tunus itiyle iyi anlaşmıyorduk ve her konuda birlikte hareket etmiyorduk. 

Hector gidene kadar bir şekilde kendime hâkim olmayı başardım ama daha sonra omuzlarım düştü, dudaklarımda acı dolu bir inilti döküldü. Başımı ellerimin arasına alıp sertçe sıkarken, “Şimdi ne yapacağım?” dedim çaresizlik içinde. Ben şimdi ne halt edecektim?

Gözlerim Saka’nın ofisimin cam duvarına çizdiği saka kuşunda oyalanınca burnumun direği sızlamıştı. “Ben seni nasıl bırakacağım be kızım?” Onu nasıl bırakırdım ya da annesinin ölmesine nasıl izin verirdim?

Benim hiç annem olmamıştı ki bunun nasıl bir his olduğunu bileyim. Yüzüme gülen, saçımı okşayan ve arada bana bir çift güzel söz söyleyen bir annem hiç olmamıştı. Sahip olduğum tek anne bana bakınca kaşlarını çatar ve yüzünü buruşturup bana tiksintiyle bakardı. Konuştuğunda ise sesi hep kızgın çıkardı. Çağıl ve Levent annem tarafından sevilmişti ama ben değil. Onlar annemin sevgisini alırken bana düşen sadece nefretiydi.

Anne sevgisini bilmediğim için karıma annesini vermek istiyordum. Annemin bana vermediği sevgiyi annesi ona versin istiyordum ve bunun karşılığında onu kaybetmeliydim öyle mi? Annesine kavuşmasının bedeli ondan boşanmamdı. Haksızlık bu! Ne zaman mutlu olsam o mutluluk en acımasız şekilde elimden alınıyordu. “Sikeyim böyle kaderi!”

Onu nasıl bırakırım?

Bugün Saka’yı görmeden geçirdiğim yedinci gündü. O da bir terslik olduğunu çoktan anlamıştır. En kötüsü de on üçler onun için sonları temsil ediyordu. Ne yapacaksam acele edip on üç günü doldurmadan yapmalıydım. Her şeyi hızlandırıp şu birkaç gün içinde yapmalıydım ama bu hiç kolay olmayacaktı.

***

Üç gün sonra.

Elimdeki boşanma evraklarına bakıyordum. Bir kopyası Asım Bey’de olduğu için kızını almaya malikâneye gitmişti. Bir kâğıt parçası nasıl da ağırdı. Güneşli bir havada doğan kara bulutlar gibi tüm güzelliklerin üzerini örtmüştü. Bu kâğıt parçası artık onun kocası olmadığımı söylüyordu ve bu küfür gibi bir şeydi. Başkalarının planları doğrultusunda evlendim ve boşanmam da aynı şekilde olmuştu. Her ikisinde de benim rızam yoktu. Saka’yla evlenmek beni afallatmıştı ama boşanmak her anlamda beni yıkmıştı.

Bir de deli raporu çıkartmıştım, kendi karıma bunu yapmıştım. Onun en çok aşırıya kaçan hareketlerini severken nasıl da almıştım o raporu. Kimse benim gibi kendini bitiremezdi ve kimse benim gibi bir kadının kalbindeki yerini bitiremezdi. Biliyorum bu saatten sonra Saka beni görmeye bile tahammül etmeyecekti. Yalvarıp ayaklarına kapansam bile beni affetmeyecekti.

Onun kocası olmak benim için büyük bir şanstı lakin ben o şansı bir deli raporuyla kalleşçe harcamıştım. Onun gitmesinden ödüm kopuyordu ama bu son yaptığımla bir daha geri gelmemek üzere gidecekti. Bu son yaptıklarımdan sonra ona kal bile diyemem ki.

Asım Bey kızının bir akıl hastası olduğunu doğrulamıştı. Piç herif oraya çıkıp kızının bir deli olduğunu savunmuştu. Benim bütün bunları yapmamın bir sebebi vardı ama o herif sırf benden ayrılsın diye kızına en büyük kazığı attı! Kendi kibri yüzünden öz kızına vereceği acıyı zerre kadar umursamadığını bir kez daha görmüştüm. Baba konusunda Saka’da en az benim kadar talihsizdi. En acınası olan da bu yaptığımla babasından bir farkım kalmamıştı. Eş konusunda da pek talihli değildi.

Şimdi ise en zoruyla karşı karşıyaydım. Boşandığımızı duyan Saka, çağırın gelsin demişti. İlk kez onun çağrısına kulaklarımı tıkamak istemiştim çünkü gidince onu üzmek zorunda kalacaktım. Onu siyah kurdeleden kurtarıp peşindeki tetikçiyi öğrenmek için bunu yapmaya mecburdum. Bu yüzden ona gitmeyi, karşısına çıkmayı hiç istemiyordum.

Çağırın gelsin demesine rağmen ona gitmeyi istemiyordum. Ancak onun ne kadar inatçı olduğunu da biliyordum. Ben gidene kadar beni bekleyeceğini bilecek kadar onu tanıyordum. Keşke beni beklemeden gitse ama bunu yapmazdı. Benim tarafımdan daha büyük yaralar almadan o evden çıkıp gitmesini isterdim.

Hector’un adamlarının üzerime yerleştirdikleri şeylerin ağırlığıyla malikaneye girdim. Kravatıma taktıkları kravat iğnesindeki gizli kamera aynı zamanda mikrofon görevi görüyordu. Gelişen teknolojiden nefret ederek arabadan inmiştim. Kulağımda bile Hector’un sesini duyduğum bir kulaklık vardı. Avluda büyük bir nefretle beni bekleyen kalabalığı görünce iç çekerek, “Kolay olmayacak,” diye mırıldandım. Kendi hayatımı sikmiştim.

Saka beni görünce içeri girmişti çünkü bu konuşmayı herkesin yanında yapmayı istememişti. Kimseye tek kelime etmeden onun peşinden çatı katına çıktım. Çağıl’ın öfkeli bakışlarından kaçmak için adımlarımı hızlandırmıştım. Saka’yı seviyordu ve onu yüzüstü bıraktığım için bana sinirliydi.

Çatı katının kapısının önünde durduğumda kulağımda Hector’un, “Senden usta bir oyunculuk bekliyorum,” diyen sesiyle dişlerimi sıktım. “Unutma onun peşindeki tetikçinin kim olduğunu öğrenmenin tek yolu bu. Bu işi istediğim şekilde halletmelisin, Kalender. Sen her şeyi doğru şekilde yaptığın sürece sana yanlışım olmaz. Adamlarım Begüm Hanım’ın yerini sana bildirmek için hazırda bekliyor. Unutma bu görüşmenin sonunda Begüm Hanım’ın yerini öğreneceksin.”

Birazdan Saka’ya yaşatacağım acının karşılığında tetikçinin adını bana verecekti. O kansızla olan anlaşmamız böyleydi. Begüm Hanım’ı almak için karımdan boşanmalıydım ve bunu yapmıştım, yani Begüm Hanım için karımı incitmem gerekmiyordu. Ancak o Ermeni orospusu karımın gözyaşlarıyla tatmin olmazsa yamuk yapıp Begüm Hanım’ı bile vermeyeceğini söylüyordu! Bir itin yaptığı anlaşmaya sadık kaldığı nereden görülmüş ki!

“Karım bu odadan gözyaşlarıyla çıktığında sözünde durup Begüm Hanım’ın yerini söylemezsen sana neler yapacağımı iyi biliyorsun!” dedim kısık ama sert bir sesle. “Verdiğin sözde dönersen gün bitmeden beni karşında bulursun!”

“Her şeyi doğru şekilde yaparsan bende yaparım.” Umarım bu sefer sözünde dururdu.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde asıl cehennemi şimdi yaşamaya başlamıştım. Her bir konuşmada onu biraz daha öldürecek ve onunla ölecektim. Saka her durumda kendine bakan alımlı bir kadın olduğu için yine fazla şıktı. Üzerinde ona çok yakışan bordo bir elbise vardı ve ayağında topuklu ayakkabıları. Kırmızı ruju ise hep olduğu gibi dudaklarındaki yerini koruyordu. On gün boyunca ortalarda olmayışım ve onu boşamam bile görünüşünde bir şey değiştirmemişti.

Bige ağır depresyona girdiğinde bile kendini salmaz, güzelce giyinip makyajını yapardı çünkü o bir şeyleri böyle atlatırdı. Kahverengi saçları açıktı ve yüzünü olduğundan daha yuvarlak gösteren kakülü kaşlarının tam üstüne geliyordu. Biçimli kaşlarının altında merakla bana bakarken kahve gözlerinde büyük bir özlem ve yoğun bir keder vardı. Onun güzel yüzünü izlerken her şeyi bir kenara bırakıp onu kollarımın arasına almayı ve soluğu kesine kadar öpmeyi çok istiyordum.

Ancak bunu yapamazdım çünkü buna kalkıştığımda annesini kaybedebilirdi. Begüm Hanım’ı almadıkça ve Saka’yı o siyah kurdeleden kurtarmadıkça ona yakın olamazdım. Saçlarındaki o tokaya bakınca bile onu oradan söküp atmak istiyordum ama henüz zamanı gelmemişti. Onu izlerken derin bir nefes alıp, “Beni çağırmışsın,” dedim. Günlerdir onu görmemişken ona söylediğim ilk şey bu olmuştu.

Bana çok kırgın olduğu için beni özlediğini söylemekten kaçınarak güçlükle duyduğum bir sesle, “Göresim geldi,” dedi. Bu kadına tüm bunları yaşattığım için kendimden nefret ediyordum.

Gözlerimi dahi kırpmadan onun yüzünü seyrederken uzun cümleler kurmaktan kaçınıp, “Anladım,” dedim. En az hasarla onu bu odadan göndermenin yollarını arıyordum.

Durduk yerde bir anda bana çok saçma bir soru yöneltip, “Biri mi var?” diye sordu. “Bu yüzden mi benden boşandın?” Onun dışında bir kadının ilgimi çekeceğine gerçekten ihtimal veriyor muydu?

“Biri olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorduğumda boş bulunup, “Yok kocam,” dedi ya, işte tam o anda içim öyle bir sızlamıştı ki ilk kez kocam deyişi canımı yakmıştı. Bir daha kocam deyişini duymayacağımı bilmek burnumun direğini sızlatıyordu.

Kahveleri en küçük bir açıklama için kıvranırken, “Biri olduğuna inanmıyorum,” diyerek gözlerini gözlerime kenetledi. Gözlerini bile kaçırmıyordu, kaçırmazdı da. Benim karım en çok acı çektiğinde güçlü bir duruş sergilerdi. “İnanmıyorum ama sen yine de olmadığını söyle.” Kısa bir an duraksadığında yüz ifadesi tehditkardı. “Aksi taktirde bu odada sadece birimiz sağ çıkar.”

Aklıma gelen intihar düşüncesiyle kaşlarımı çattım. “Beni kendi hayatınla mı tehdit ediyorsun?” Hayır, ikinci kez bir eflatun elbise vakasını kaldıramazdım. Bunu ne ben ne de o kaldırabilirdi.

Korkusuzca gözlerimin içine bakıp, “Kendi hayatımla olduğunu da nereden çıkardın?” deyince rahat bir nefes aldım. “Anladım.” Çekip beni vursun ama kendine zarar vermesin. Bir kez daha benim yüzümden kanamasın hiçbir yeri.

Saka aynı soruda takılıp kaldığı için odanın ortasında dikilirken ısrarla, “Biri mi var?” dediğinde boş bulunup, “Senin dışında mı?” deyiverdim. Hayır, bunu söylememeliydim bu odaya onun canını yakmak için girmiştim.

Dudaklarında buruk bir tebessüm belirdiğinde incinmiş gözlerle bana baktı. “Hayatında mıyım, Sanrı?”

Gerçeği söylemeyi çok isterken dudaklarımdan çıkan tek şey, “Olmadığını mı düşünüyorsun, Saka?” demek olmuştu. Ben bu kadına nasıl kıyardım? Mümkün değildi siktir, bunu nasıl yapacağım!

Bana bakmakta güçlük çekerken, “Boşandık biz,” dedi kısık bir sesle. Kirpikleri titreştiğinde güzel gözleri içimi sızlatan bir ifadeyle baktı. “Sen boşadın beni.”

Öyle bir bakıyordu ki bu bakışlarını görmezsem daha kolay olur diye düşünmüştüm ama onunla ilgili hiçbir şey kolay değildi. Başımı eğip odanın içine doğru yürürken umursamaz görünmeye çalışıyordum. “Öyle gerekti.” Beni buna zorladılar, mecbur bıraktılar diyemiyordum.

“Neden?” Saka öyle iki lafa alınıp gidecek bir kadın olmadığı için ısrarını sürdürdü. “Karun, neden bana bunu yaptın? Tehdit mi edildin? Birileri sana şantaj mı yapıyor? Benim üzerimden birileri seni köşeye mi sıkıştırıyor? Söyle hangisi?” Onu boşamama rağmen benden vazgeçmek yerine mantıklı bir açıklama duymak istiyordu.

Kendi içinde beni haklı çıkarmak için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Allah kahretsin ki ben böyle bir kadını üzmek için buradaydım! Yardım istesem benim için her şeyi yapacak bir kadını ağlatmak için buradaydım. Bana yuva olan bir kadını yuvasız bırakmak için buraya gelmiştim. “Git,” dedim ona yalvararak. “Baban seni bekliyor.” Bu odadan ne kadar çabuk çıkarsa alacağı hasarda o kadar az olurdu.

Başını iki yana sallayarak kalmak için ısrar ettiğinde bana nasıl hissettirdiğinden haberi bile yoktu. “Bana bir açıklama yapmak zorundasın.”

“Sıkılmaya başlıyorum,” diyen Hector’un sesini kulaklıktan duydum. “Eminim Begüm Hanım’da sıkılmıştır, onunla ilgilenmemi ister misin?”

Son duyduklarımla pencereye doğru yürüyüp benden cevap bekleyen Saka’ya sırtımı döndüm. “Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değilim.” Sesimi umursamaz çıkarmak için elimden gelen çabayı gösteriyordum. “Belki de sıkıldım senden.” Bunları onun gözlerine bakarak söyleyemeyeceğim için ona sırtımı dönmüştüm. “Senden sıkıldım ve boşandım oldu mu?”

Arkamda Bige’nin o ağlamaklı sesini duymak bana katlanılmaz bir acı yaşatıyordu. “Buna inanmamı mı bekliyorsun?” Böyle yaparak beni nasıl kahrettiğini bilmiyordu. Benim gibi boktan bir herife güveniyor ve bize dair bir şeyleri kurtarmaya çalışıyordu. En kötüsü ise onu boşadığımı bilmesine rağmen bunu yapıyordu.

Onu hak etmiyordum ama onsuz hayatımın nasıl olacağını da düşünmek istemiyordum. “Yalan söylüyorsun birileri seni bu sözleri söylemeye zorluyor.”

Bana karşı bu kadar iyi olması daha kötü hissettirdiği için kaşlarımı çattım. Ceketimi çıkartıp odanın içine fırlattığımda kızdığım o değildi, beni zorladıkları bu sikik konuşmaydı. “Anlamanı beklemiyorum ama gitmelisin!” Başımı çevirip gözlerine baktığımda sesim yalvarır gibi çıkmıştı. “Git be kızım.” Ben seni kırıp incitmeden git. “Fazla uzatmadan git, Saka.”

“Neden?” dediğinde yine parmağına dokunuyordu. “Neden yaptın? Bunun cevabını bana verirsen gideceğim.” Sol elinin yüzük parmağına dokunuyordu. Yüzük parmağının tamamına değil sadece ucuna dokunuyordu. Daha önce de birkaç kez sol elinin parmaklarına dokunduğunu görmüştüm. Bunun anlamı neydi?

Saka onun eline baktığımı görünce parmağının ucuna dokunmayı bırakıp ellerini çekti. “Karun, artık bana cevap vermelisin. Neden benden boşandın?” Bu soruda ısrarcıydı fakat ona verecek bir cevabım yoktu. Annesini ona vermeden soracağı tüm sorulara karşı dudaklarım mühürlüydü.

Cevap alamadıkça kafasında kurduğu için tüm ciddiyetiyle gözlerimin içine baktı. “Bir anda benden sıkıldığını fark ettin ve gidip beni boşadın öyle mi?” Onu gerçekten çok sevdiğimi bildiği için buna ihtimal bile vermiyordu.

Hector bir kez daha sabrımı zorlayarak, “Onu ağlatacak mısın yoksa ben annesini ağlatayım mı?” deyince şömineye doğru yürüyüp yumruğumu sıktım. “Bir anda olduğunu da kim söyledi?” Saka’ya sırtımı dönerek tam karşıma baktım çünkü bu sözleri ona bakarak söyleyemezdim. “Bunu anlamam için on gün fazlasıyla yetti.” Ben bile bu söylediklerime inanmıyorken o nasıl inansın?

Kulağımdaki kulaklıktan bir kadının acı dolu çığlığı gelince, “Denedim,” dedim hızlıca. Kendimi alkole boğmak için içki şişesine uzandığımda duyduğum o çığlığın Begüm Hanım’a ait olduğunu biliyordum.

Kulağımda annesinin işkence çeken sesi varken bunları söylemek için kendimi zorladım. “Denedim ama olmuyor.” Annesinin acısını dindirmek için, “Sen bir erkeğin sevebileceği bir kadın değilsin,” dedim. Oysaki onu sevmek nefes almak gibi bir şeydi. İçime çektiğim her nefesle hayata tutunmak gibiydi ve şimdi onunla her şeyim gidiyordu. Nefesim gidiyordu.

Sözlerimin ağırlığı altında ben bile ezilirken Saka’nın düşünemiyordum. Yönümü ona doğru çevirdiğimde onu bırakıp bu odadan çıkmayı istedim. Yine sol elinin yüzük parmağına dokunuyordu, farkında olmadan bunu yapıyordu. Bu işaretin bir anlamı olmalıydı.

Yüzüne baktığımda dökemediği gözyaşların sızısıyla beni izlediğini gördüm. Başladığım işi bitirmek için kendimi zorlayıp ona raftaki kitapları gösterdim. “Benim için oradaki kitaplardan bir farkın yok.” Kendimden nefret ederek bu saçmalığı sürdürdüm. “Seni okudum,” dediğimde okumaktan asla bıkmayacağım tek kitap olduğunu bilmiyordu. “Sonuna geldim.” Derin bir nefes aldım güzel gözlerine baktım. “Tekrar okumama gerek yok.”

Son söylediklerimden sonra eli bir kez daha yüzük parmağını bulmuştu. Ancak bu sefer parmağının ucuna dokunmamıştı. Sözlerimin şiddetiyle yüzük parmağının boğumuna tırnağını geçirip duruyordu. Tırnağıyla kendine verdiği zarar bile canımı yaktığı için bakışlarımı parmağından çekmedim. Nereye baktığımı görünce yine aceleyle ellerini birbirinden ayırmıştı. Bu kahrolası parmağa dokunma hareketini istemsizce yaptığı çok belliydi.

Kendini toparlamaya çalışarak onu benzettiğim kitaplara uzun uzun baktı. Saka hüzünlü gözlerle kitaplığımın rafındaki kitaplara baktıkça oradaki her kitabı imha etmek istiyordum. “İstemediğin bir kadının göğsünde her gece uyumazsın,” dediğinde sesi nasıl da masum çıkıyordu. Elini kaldırıp göğsüne bastırdı. “Başını yasladığın yer burasıydı.” Titreyen sesi onu güçlükle duyacağım kadar kısıktı. “Her gece duyduğun kalp atışları benimkiydi.”

Haklı olduğu için dayanamayıp kadehteki tüm içkiyi bir dikişte içtim. Ayık bir kafayla buna devam edemezdim. Hector’un her şeyi duyduğunu ve gördüğünü bildiğim için ona duymak istediklerini vererek, “Başka kadınların da göğsünde uyumadığımı nereden çıkardın?” diye sordum. Sanki başka bir tende onun sıcaklığını bulabilirmişim gibi konuşmam çok ironikti. “Bu konuda benim için bir ilk olduğunu da nereden biliyorsun?” Bu saatten sonra ne o beni affedebilirdi ne de ben kendimi.

Onda yarattığım etkiyi görmemek için ona sırtımı dönmüştüm ama acı çeken sesi için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. “Onların kalp atışlarını göğsünde taşımıyorsun.” Sikeyim, her an ağlayacakmış gibi sesi boğuk çıkıyordu! “Başka kadınların değil, benim kalp atışlarım var kalbinin üzerinde.”

“Silinir o,” diyerek onu biraz daha kaybettim oysaki silinmeyecek tek şeyi göğsümün üzerinde taşıyordum.

Devamında olan konuşmaların tamamı benim bile kaldıramayacağım kadar ağırdı. Dudaklarımdan çıkan her kelime Hector’u memnun ederken karımı paramparça etmişti. Her cümlem annesini kurtarırken kızını biraz daha öldürmüştü. Hector onun acı çeken gözyaşlarını görmek için bana baskı uyguladıkça daha da ileri gitmek zorunda kaldım. O piçin sesi kulağımda hiç kesilmemişti.

Her defasında Saka’nın peşindeki tetikçiden ve annesinden bahsedip beni ağır konuşmaya zorlamıştı. Sanki Saka bir namlunun ucundaydı ve ben onu kurtaramıyordum çünkü silahı ona doğrultan bendim. Saka’nın sesi titremiş ama gözleri bile dolmamıştı bu da Hector’un baskısını arttırmasına neden olmuştu. Tüm bu konuşmanın sonunda Saka karşıma geçtiğinde kendi yarattığım depremin altında bir tek ben kalmıştım.

Eli yüzük parmağına gidince sanki hakkım varmış gibi onu durdurmak için, “Saka,” dedim ama bana kırgın bir şekilde gülümseyip ona engel olmama izin vermedi. “Sorun değil,” derken bile dik durmaya çalışıyordu. Gözyaşlarını ne bana ne de Hector’a göstermemişti. Bugün bu odada gözleri bile dolmamıştı.

“Duymam gereken her şeyi fazlasıyla duydum.” Belki Hector’un istediği gibi onu ağlatamamıştım ama parmağındaki yüzüğü çıkardığında o beni ağlatabilirdi.

Konuşma boyunca eli sık sık yüzük parmağına gittiği için parmak boğumunu tırnağıyla kanatmıştı. Kanlı yüzükleri avucumun içine bırakarak son kez bana baktı. “Kan bulaştığı için kirlendi, çöpe atarsın artık.” Geri dönüşü olmayan bir vedayı kahvelerinde taşıyarak, “Ben seni ısıtmanın yollarını ararken sen beni nasıl ayazda bırakacağını düşünüyormuşsun. Tebrik ederim, Sanrı artık Saka’nın da kalbi üşüyor,” dedikten sonra gitmişti. Bir kez bile arkasına bakmadan bu odadan çıkıp gitmişti.

Avucumda ağırlık yapan kanlı yüzüklerle beni bırakıp gitti. En ağırı da onun gidişini izlemekti. Kolundan tutup af dileyerek kalması için ona yalvarmayı isterken gidişine göz yummuştum. Hector’un sesini kulaklıkta duyduğumda bile hiç kıpırdamadan karımın çıktığı kapıya bakıyordum. “Güzel işti, Kalender. Bende şimdi anlaşmanın bana düşen kısmını yerine getirip Begüm Hanım ve tetikçinin yerlerini adamlarına iletiyorum.” Bu orospu çocuğunun belasını sikecektim!

Gözlerim Saka’nın çıktığı kapıda oyalanırken önce kulaklığı sonra da kravat iğnesini çıkartarak yere attım. Bana bir kâbusu yaşatan bu boktan şeyleri ayağımla ezerken baktığım tek şey karımın gittiği kapıydı. Bir daha geri gelmeyecekti, değil mi? Nasıl gelsin ki ona döneceği bir yer bırakmamıştım.

Cebimdeki telefonu çıkartıp hemen Kadem’i aradım. Kadem telefonu açınca bilmek istediğim tek şeyi ona sordum. “Saka’nın parmaklarıyla yaptığı şu şeyin anlamı nedir?” Ben onu incittikçe sol elinin yüzük parmağına dokunup durmuştu. Bunun can yakıcı bir anlamı olduğunu hissediyordum.

“Neden soruyorsun?”

“Kadem cevap ver!”

Sesim yüksek çıkınca derin bir nefes alıp fazla uzatmadı. “Çocukken babamın arkadaşı Cemal amcanın bize öğrettiği bir şey bu. Korkuyorsan işaret parmağının ucuna dokun. Yalnız değilsen orta parmağına, yardım istiyorsan yüzük parmağına ve tehlikede hissediyorsan serçe parmağının ucuna dokun,” dediğinde sertçe yutkundum. Yardım istiyorsan yüzük parmağına dokun mu?

Saka konuşma boyunca sık sık yüzük parmağına dokunmuştu. Karım tüm o dik duruşunun arasında aslında benden yardım isteyip durmuştu. Canını yakan ben olmama rağmen benden yardım istemişti. Belki susmam için belki de ona merhamet etmem için. Onun attığı sessiz yardım çığlıkların hiçbirini duymamıştım.

Bir zamanlar onun parmağını süsleyen iki yüzük onun kanıyla kirlenmiş bir hâlde avucumdaydı. Kelimenin tam anlamıyla çıldırmıştım. Son on gündür yaşadığım şeylerin stresi, Saka’ya söylediklerim ve onun gidişi sinirlerimi öyle bir harap etmişti ki bağırarak etrafımdaki her şeyi kırıp dökmeye başladım. Ona söylediğim her şeyle parmağını kanatana kadar benden yardım dilenmesi bardağı taşıran son damlaydı.

Kırdım, döktüm, odanın içinde ne varsa yere serdim ama öfkemden azalan hiçbir şey olmamıştı. Yüreğimdeki acı öylesine büyüktü ki öfkeyle bir şeyleri kırıp dökmem bile bu acıyı dindirmiyordu. Darmadağın bir hâlde koşarak peşinden çıktım. Onu görmeliyim. Karşısına çıkmaya yüzüm yoktu ama iyi olduğunu bilmeliydim. İyi değildi, nasıl olsun ki!

***

Saka’yı bulmam zor olmamıştı. Hava kararana kadar dalgın bir şekilde kaldırım kenarında yürüyüp durmuştu. Yağmurun altında ıslanmıştı ama bunun farkında bile olmamıştı. Çok fazla ıslanmıştı, üşüyordu lakin henüz hiç ağlamamıştı. Omuzları düşüktü, başı ise yerdeydi. Bordo bir elbisenin içinde çıplak ayakla yürüyordu çünkü çıkardığı ayakkabılarını elinde tutuyordu. Oysaki ayakları şişip acısa bile çıkarmazdı sevdiği ayakkabıları.

Kadem’e mesaj atıp Saka’nın yerini ona bildirmiştim. Gelip onu buradan götürmeliydi hava soğuktu ve yağmur yağıyordu. Biraz daha dışarıda kalırsa hasta olacaktı. Ayağa takılıp düşünce ağlamaya başlamasıyla gözlerim dolmuştu işte şimdi ağlıyordu. Benden duyduğu hiçbir şey onu ağlatamamıştı ama küçük bir taşa takılıp düşünce ağlamaya başlamıştı. Başını eğip ellerini yere bastırarak omuzları sarsıla sarsıla ağladı.

Mesele artık kaybolan gülüşü değildi, gülüşünün yerini gözyaşlarının almasıydı.

Kadem zamanında gelip hemen onun yanına koştu. Arkadaşını yanında görünce onun göğsünde ağladı, ona sarıldı ve onun kollarına sığındı. Ben bir arabanın içinde onu izlerken o, benim yüzümden başka bir erkeğin omuzunda ağlıyordu. Onunla konuştu, dertleşti hatta yağmurun altında onunla dans bile etmişti. Bazen sustu, bazen yalandan gülümsedi ama en çok da ağladı. Tek bir damla gözyaşına kıyamadığım kadın bu gece çok fazla ağlamıştı.

Tunus ikisi için geldiğinde ise Saka onları yolun karşısındaki arabanın yanına gönderdi. Telefonla görüşmeye başladığında da pek mutlu görünmüyordu. O kadar yorgun ve kırgın görünüyordu ki kiminle konuşuyorsa gözyaşları durmaksızın akmıştı. Onu izlerken benim de telefonum çalmıştı. Telefonu çıkartıp kulağıma yasladığımda Nedim’in, “Abi!” diyen telaşlı sesini duydum. “Abi oradan uzaklaş geliyoruz! Arabanın içindeysen sakın dışarı çıkma, zırhlı araç olduğu için kurşun geçirmez. Biz gelene kadar sakın o arabadan inme!”

“Neler oluyor, Nedim?” Evden çıkarken çok ısrar etseler de korumaları yanıma almamıştım. Bir terslik olduğunu Nedim’in korku dolu sesinden anlayabiliyordum. Kulağım ondayken Saka’nın saçına uzanan elini görünce kaskatı kesilmiştim. Hâlâ telefonla konuşuyordu ama saçındaki siyah kurdeleli tokayı kavradı. Düşündüğüm şeyi yapıyor olamaz, değil mi? Siktir!

Saka’nın gözleri tam karşısına bakarken tokayı çekip çıkartınca kalbim teklemişti. Toka ayaklarının önüne düştüğünde arabayı açtığım gibi kendimi dışarı attım. Nedim’in, “Abi tetikçi!” diyen bağırışını duyduğumda nefes dahi alamıyordum. “Hector sözünde durup gereken bilgileri bize verdi. Bige Hanım’ın peşindeki tetikçinin koordinatları çok yakınında.” Sikeyim!

Saka’nın göğsünde lazer silahın ışığını görünce koşmaya başladım. Yere düşen telefonda Nedim’in, “Tetikçiden gelen sinyaller senin yakınlarında!” diyen bağırışını duyduğumda kafayı yiyecektim. Tehlikede olan ben değildim!

Kaldırıma çıktığım gibi ona doğru koşmaya başladığımda Saka’nın göğsünü delen kurşunla, “Bige!” diye haykırdım. Adımlarım durduğunda içime çektiğim nefesim son bulmuştu. Onu gözlerimin önünde vurmuşlardı.

Göğsünde sızan kana bakarken, “Hayır, hayır, hayır lan, hayır!” dedim çıldırmış gibi. Kalbinden vurulmuştu, biri onu tam kalbinden vurmuştu!

Ona isabet eden kurşunla yerinde sendelediğinde başını eğip göğsünde akan kana bakmıştı. Gözlerinde bir damla yaş süzülürken bakışları Kadem’i buldu. Dudaklarını oynatarak bir şeyler mırıldandıktan sonra yere düşüp başı sertçe zemine çarpınca, “Bige!” diye öyle bir haykırdım ki sesim tüm sokağı doldurmuştu.

Bana adımı ölümle lanetleme, sadece ölüm anında adımı söyleme demişti. Ve ben bir kez daha onun güzel adını ölümün kanıyla kirletmiştim. Daha sık onun adını söylemeliydim! Adı bir tek kanı aktığında dökülmemeliydi dudaklarımdan. Ona Bige veya Efil demeliydim, hangisini tercih ediyorsa onu kullanmalıydım. Belki de ikisini birden...

Yanına koşup diz çöktüğümde bilincini çoktan kaybetmişti. Başı yerdeyken saçları yüzünü kapattığı için Duha bir şeyler söyleyerek onun saçlarını yüzünden çekti. Duha elini onun başının arkasına uzatınca beti benzi atmıştı. Elinde kan vardı, Saka’nın başında sızan kan onun elindeydi.

Aklımı yitirecek gibi olmuştum. “Çok sert vurdu!” Gördüklerimin dehşetiyle, “Kafasını çok sert vurdu lan!” diye bağırdığımda gözlerim dolmuştu. “Ve kalbi... Allah kahretsin kalbi!” Onu hemen kucağımı alıp yerden kaldırdım. Kalbi hâlâ atıyor mu, onu bile bilmiyordum!

Kadem hemen arabayı getirince Duha’nın açtığı kapıdan arka koltuğa geçtim. Hiç vakit kaybetmeden yola çıktığımızda Kadem arabayı son hızda kullanırken, “Şimdi mutlu musun!” diye bağırarak direksiyona vurdu. Bunları duymayı hak ettiğim için tek kelime etmedim, edecek durumda da değildim. “Mutlu musun lan şimdi! Ölüyor siktiğim piçi, kardeşim ölüyor!”

“Kadem, tamam.” Duha onu sakinleştirmeye çalıştı ama hiçbirimiz sakin olmanın yakınında değildik. “Sen yola odaklan daha sonra bunları konuşuruz.”

“Abi benim kardeşim ya sonrasını göremezse!” diye bağırdığında ağlamaya başlamıştı. “Kalbinden vuruldu abi, kalbinden!” Gözyaşları arabanın içini doldururken korku içinde yutkundu. “Belki de çoktan öldü!” Kalbim durma noktasına gelmişti. Saka yaşıyordu, değil mi?

Nabzını kontrol etmem gerektiğini biliyorum ama buna cesaretim yoktu. Nabız alamazsam neler olacağını kestiremiyordum. Kollarımda son nefesini verdiği düşüncesi kanımı dondurduğu için midemde yakıcı bir his bırakmıştı. Başımı eğip kollarımdaki kadına baktım. Başını koluma yaslamıştım ve Duha’nın verdiği atkıyı sıkıca göğsüne bastırıp kanamayı durdurmaya çalışıyordum. Islak saçları yüzüne yapışmış, gözyaşları yanağında kurumaya başlamıştı. Nefes aldığından bile emin değildim.

Almalıydı.

Atkıya baskı yapan elimi usulca çektiğimde parmaklarımda onun kanı vardı. Ona bir şey olacak korkusuyla o kadar titriyordum ki boynuna doğru uzattığım elim titriyordu. “Lütfen, lütfen, lütfen,” diye fısıldadım. “Durmamış olsun kalbin.”

Onun kalbinin ritimleri beni hayatta tutan tek şeydi. Her gece başımı göğsüne yasladığımda duyduğum kalp atışları bana huzuru yaşatan bir ninniydi. Uykuya dalmadan önce duyduğum o ritimler asla durmasın diye ettiğim bir duaydı. “N’olur beni bırakma.” Gözlerimin ardı sızlarken uyanması için neler vermezdim. “Yalvarırım beni bırakma.”

Titreyen parmaklarım boynuna baskı yaptığında yüreğim ağzıma gelmişti. Onu duyabilmek için kendi nefes seslerimi kıstım nabzını duymalıydım. Hiçbir şey duymadım parmaklarımın altında atan bir nazız yoktu. Dehşete kapılmıştım onun kaybıyla sarsılırken, “Hayır, hayır, bunu yapma!” diye bağırıp aceleyle onu koltuğa yatırdım. “Yapma be kızım. Bige n’olursun beni bırakma!” Çoktan gitmiş gibiydi.

“Ne oluyor?” Kadem’in sesini duysam da ona cevap verecek durumda değildim. Başımı eğip kulağımı onun kanlı göğsüne bastırarak kalbini dinlemeye çalışıyordum. “Ne oldu kardeşime?” Kadem bir yandan arabayı son süratle kullanırken bir yandan da ağlayarak bağırıyordu. “Yaşadığını söyle, kardeşimin yaşadığını söyle! Abi Efil öldü mü? Öldü mü abi!”

“Kadem durdur şu arabayı!” diye aceleyle konuştu Duha. “Bu hâlde arabayı kullanamazsın ben geçeyim direksiyona!”

“Duramam abi, duramam kardeşim ölür! Kaybedecek zamanı yok abi gözünü seveyim arkaya bak. Ölmediğini söyle yaşıyor mu bak.” Kadem’n gözyaşları direksiyona vurduğu yumruklarıyla birleşirken, “Ölmesin abi, Efil ölmesin!” diye bağırdı. “Kardeşim ölmesin!”

Kadem’in çıkardığı seslere kulaklarımı tıkayarak Saka’nın göğsünde gelecek olan sese odaklandım. Hiçbir şey duymuyordum, Allah kahretsin kalbi atmıyordu! “Yapma bunu!” Çıldırmış bir hâlde ellerimi kanlı göğsüne bastırıp ona kalp masajı yapmaya başladım. “Bige, sana yalvarıyorum bana geri dön!” Beni tamamen bıraktığını düşünmek gözyaşlarına boğulmama neden olabilirdi. “Aç gözlerini!”

Gitmiş olamazdı.

Kalbine baskı uygulayıp ciğerlerine hava üfledim. Bunu o kadar sık yapıyordum ki her bir döngüyle başımı kanlı göğsüne yaslayıp kalbini dinliyordum. Kalbinin ritimlerini duymadıkça yirmi yıl öncesine dönüyordum. On yaşındaki bir çocuğa dönüşüyor, Defne’nin atmayan kalbinin kederini Saka’da yaşıyordum. Tıpkı ablam gibi karımda son nefeslerini benim kollarımda veriyordu. Yirmi yıl önce verdiğim çabanın bir benzerini verirken Defne gibi onu da kaybetmekten ödüm kopuyordu.

Kalbine sertçe baskı uygularken dolan gözlerim bir kez daha çaresizlikle sızladı. “Uyan,” diye ona yalvardım. Atmayan kalbi karşısında sesim titrediğinde aceleyle başımı iki yana salladım. “Böyle gidemezsin n’olur uyan,” diye fısıldadım. “Uyan böyle bitemez bana geri dönmelisin!”

Kaburgalarını kırmak ister gibi sert bir baskıdan sonra ellerimi çekip başımı yine göğsüne yasladım. Küçük bir kalp atışı için her zerremle ona yalvarırken duyduğum ritimlerle hıçkırarak ağlayabilirdim. “Kalbi atıyor!” Atkıyı aceleyle kanayan göğsüne bastırırken, “Daha hızlı sür şunu!” diye bağırdım. Şükürler olsun ki geri dönmüştü. “Kalbi atıyor daha hızlı sür!” Kalbi tekrar duracak diye aklım çıkıyordu.

Kadem süratle hastanenin bahçesine girince hemen Bige’yi kucağıma aldım. Duha koşup benim için arabanın kapısını açarken Kadem, “Doktor!” diye bağırıyordu. Hastanenin kapısına doğru endişeyle bakıp daha çok bağırıyordu. “Doktoru çağırın!”

Birkaç dakika içinde onun için bir sedye getirmişlerdi. Bige’yi sedyeye yatırdıklarında etrafını doktor ve hemşireler sarmıştı. Onu içeri alıp ameliyathaneye götürdüklerinde kendi aralarında konuştukları şeyler hiç hoşuma gitmedi. Onların neyden bahsettiğini sadece bir sağlıkçı anlayabilirdi çünkü tıbbi terimler kullanıyorlardı. Ancak hepsini anlamasam da anladıklarım hiç hoşuma gitmemişti. Durumu çok kritikti.

Kaybedecek vakti olmadığı için onu çok hızlı ameliyata almışlardı. Bir hemşire gereken testler için bize birkaç soru sormuştu. Kan grubu, herhangi bir şeye alerjisi olup olmadığını ve hamilelik söz konusu mu, diye bir şeyler sormuştu. Her birine cevap vermiştim ve ihtiyacı olan kanı bulmak da sorun değildi. Ölümcül denecek alerjileri yoktu, üstelik hamile de değildi.

Ameliyathanenin önünde durup ondan gelecek güzel bir haberi bekliyordum. Ancak aradan geçen her dakikayla içeri girip çıkan doktor ve hemşirelerin sayısı artmaya başlamıştı. “Bir şey oluyor!” Ellerimi saçlarımdan geçirip ameliyathanenin kapısına yaklaştım. “Bir şey oluyor hissediyorum!” Ona bir şeyler oluyordu içeridekilerin bu sessizlik iyiye işaret değildi.

Duha kaşlarını çatarak bana doğru bir adım atınca, “Şimdi değil!” dedim ters bir sesle. “Elimde onun kanı varken değil!” Ne söyleyecekse daha sonraya saklayabilirdi. Şu anda duymak istediğim tek şey karım hakkındaki iyi bir haberdi. Siktir artık karım bile değildi!

İstesem de daha fazla hastanede duramamıştım. İçeriden birilerinin çıkıp onu kaybettiğimi söylemesinden o kadar çok korktum ki aceleyle hastaneden çıktım. Her şey üzerime üzerime gelirken boğulduğumu hissediyordum. Açık havaya çıkmama rağmen aldığım nefesler yeterli değildi. Kravatımı sertçe çekiştirdiğimde Nedim koşarak yanıma geldi ama diğer adamlarım hastanenin etrafına dağılmıştı.

Buradaki güvenliği sağlamak için hastaneyi ablukaya aldıklarını biliyordum. Nedim beyaz gömleğimdeki kana bakınca sertçe yutkundu, bakışları ellerimdeki kanı bulduğunda ise beti benzi atmıştı. “Abi bu kimin kanı?”

“Karımın.” Gözlerim sızlarken başımı eğip ellerimdeki kana baktım. Acı bir kabullenişle, “Onun kanı, Nedim,” diyerek iç çektim. “Vurdular onu.”

Omuzları gerilirken kaskatı kesilmişti. “Yoksa o-”

“Bilmiyorum!” Elimdeki kanlara rağmen yüzümü sertçe ovuşturup başımı iki yana salladım. “Şu anda ameliyatta nasıl olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var.” O sokak lambasının altında olanları hatırlamak bile beni delirtiyordu. “İkinci kez onu intihara sürükledim!” O tokayı benim yüzümden çıkarmıştı.

“Benim karım çok kolay ağlar.” Artık karım olmadığını anlayınca dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. Birkaç saniye kendime gelmek için sustum ama daha sonra, “Sende biliyorsun çok kolay ağlar,” diye fısıldadım.

Nedim başını salladığında bakışlarım hastaneyi bulmuştu. Titreyen bir sesle, “Ayağı küçük bir taşa takılsa kendini yere atıp saatlerce ağlardı,” dedim. Bazense gözyaşlarını bana şımarmak için kullanırdı.

O kadar hızlı ve kolay ağlayan bir kadındı ki bu her defasında beni şaşkına çevirirdi. “Odaya girdiğimde hiç ağlamadı. Ağlamak şöyle dursun, tüm o konuşma boyunca gözleri bile dolmadı. Beni asıl kahreden bu çünkü canını öyle bir yaktım ki benim yanımda ağlamaya bile utandı.”

Nedim’in Saka’yı ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Bunları duymak onun bile gözlerinin dolmasına neden olmuştu. “Yapmak zorundaydın abi.”

“Hayır.” Başımı iki yana salladım. “Artık hiçbir sebep beni aklayamaz. Gün bitmeden şu tetikçiyi bulun bana!” dedikten sonra arabama doğru yürüdüm. “Onu bu gece karşımda istiyorum!” Gözlerimin önünde karımı vuran herifin eceli olacaktım! Saka’yla boşansak bile onu karım olarak görmekten asla vazgeçmeyecektim bu hiç kolay değildi.

***

Kliniğin koridorları arasında yürürken öndeki hemşireyi takip ediyordum. Bu saatte ziyaretçi kabul etmiyorlardı ancak beni geri çevirmek de kolay değildi. Başım her sıkıştığında ya da belaya girdiğinde hep Gurur’a gelirdim. Tıpkı onun da bir tek bana geldiği gibi. Gurur ile bu konuda birbirimize sığınmaktan çekinmezdik çünkü doğduğumuz günden beri bizim bizden başka kimsemiz olmamıştı.

Çocukken Çağıl ve Levent canı yandığında annem ve babama giderdi ama bizim öyle bir lüksümüz hiç olmamıştı. Bu konuda Gurur ile ikimiz kimsesizdik. Odasının kapısını açıp içeri girdiğimde gördüklerim beni şaşırtmamıştı, odası haddinden fazla dağınıktı. Geçirdiği krizin şiddetiyle odayı dağıtmış, duvarlarda kanlı parmak izlerini bırakmıştı. Attığı her yumrukla kanayan parmak boğumlarının izleri duvarda çıkmıştı. İkimizde boktan bir hâldeydik.

Masanın üstünde gördüğüm uyuşturucu paketleri ve şırıngayla iç çektim. Uyuşturucuya tekrar başladığını Melek biliyor muydu? Ne yazık ki bu illeti kullanmak Gurur’un geçmişiyle baş etme şekliydi. Kliniğe bu şeyleri sokmak onun için zor değildi. Ne zaman kliniğe girip ne zaman çıkacağına o karar verirdi. Kendi tedavisinin şartlarını bile o belirlediği için bir arpa boyu yol ilerleyemiyordu.

Hemşire benimle onun odasına girmediğine göre odasına girilmesi yasaktı. Gurur elindeki bir havluyla banyodan çıkınca beni görüp şaşırdı. “Karun?” Türkiye’ye döndüğünden beri kendini herkesten izole ettiği için yerini bulmamı beklemiyordu. “Ne işin var burada?” Bir konuda endişelenerek havluyu yatağın üstüne attı. “Melek’e bir şey mi oldu?”

Dikkatli gözlerle bana bakınca gördükleri karşısında sertçe yutkunmuştu. “Karun?” Beni bu hâlde görmeyi beklemediği için bozguna uğramış bir şekilde beni izliyordu. Gözleri gömleğimdeki kanları bulunca tüm vücudu gerilmişti. “Kimin kanı o?”

“Saka’nın.” Kendimi zorlayarak odanın içine birkaç adım attım ama bacaklarım beni daha fazla taşımadı. Karşısında gardımı indireceğim bir tek o vardı. Dizlerimin üzerine sertçe düşerken, “Karımın kanı...” diye fısıldadım. Onun kanıydı. Akmaması gereken tek kan onundu ve şimdi onun kanı üzerimdeydi.

“Ne demek Saka’nın?” Gurur’un kaşları çatılırken hızlı adımlarla yanıma geldi. “Neler oluyor? Bige nerede?”

“Ölüyor.” Burnumun direği sızlarken gözlerime akın eden yaşlara direnmeye çalışıyordum. “Gurur, karım ölüyor.” Ellerimi yere bastırıp yumruklarımı sıktım. “Söz verdim ona, ondan başkasına ağlayamam.” O kaldırım kenarındaki görüntüsü aklıma gelince gözlerimden birbiri ardına yaşlar akmıştı. “Ama ölüyor, Gurur karım ölüyor!” Onu kaybediyordum. “Saka ölüyor!”

On yaşından beri ilk kez ağlıyordum ve ilk kez kendi gözyaşlarımın yakıcı sıcaklığını yüzümde hissediyordum. “Bana gel demişti.” Parmaklarımı sertçe saçlarımdan geçirip ondan kalan bu acıyı dindirmeye çalıştım. “İster yan yana olalım ister ayrı ama ne olursa olsun bana gel ve bir tek bana ağla demişti.” Başımı eğdiğimde ona verdiğim bir sözü gözyaşları içinde çiğnemiştim. Ona verdiğim bir sözü onun için ağlayarak bozmuştum.

“Ona gidemem, gidemem ameliyatta. Benim yüzümden yaptı lan! Kendi çıkardı... O tokayı çıkardığını gördüm! Bilinçli mi yaptı, bilmiyorum ama tokayı çıkardı. Uykusunda bile o sikik şeyi çıkarmaya korkardı ama çıkardı! Yapmaz diye düşündüm ama yaptı ikinci kez onu intihara sürükledim!” Ellerimle yüzümü ovuştururken, “Kurşun...” diye mırıldandım. “Gözlerimin önünde deldi onun göğsünü.” Bunu bana unutturacak hiçbir güç yoktu.

İşte bu yüzden duramamıştım hastanede. Her an doktorlardan biri dışarı çıkıp onun ölüm haberini verecek diye korkmuştum. O kadar çok korkmuştum ki onun kara haberini almamak için kaçmıştım. Sanki ben orada olmayınca yaşayacak gibi gelmişti. Ben olmazsam canı yanmayacak, beni hissedip acı çekmeyecek diye düşünmüştüm. “Neden!” Gurur, karşımda diz çöküp kaşlarını çattı. “Neden karın ölüyor? Neler oluyor, kim ne yaptı?”

“Onu da kaybedeceğim.” Tıpkı Defne’ye olduğu gibi onu da kaybedecektim. Bunun olmasından ödüm kopuyordu. “Çok ağır konuştum, Gurur ben ona çok ağır şeyler söyledim! Zorladılar lan beni! Siktiğim bu cehennemde beni kendi karımın katili yaptılar!”

Beni buna mecbur eden o piçi yaşatmayacaktım. Kendi boktan canımı alıp kendimden kurtulamıyordum ama onun canını alacaktım! Yemin ederim ki Hector Marasliyan’ın saltanatı son bulacaktı! Azap Tarikatı diye bir şey kalmayacaktı!

Gurur endişesini gizlemeden tam yeni bir soru soracaktı ki ıslak gözlerimi görünce, “Siktir!” diyerek bana sarıldı. Son yirmi yıldır beni ağlarken hiç görmediği için canımın ne denli yandığını anlamıştı. En son Defne öldüğünde ağlamıştım yirmi yıldan sonra bana gözyaşı döktüren kişi Saka olmuştu.

“Ya bir daha onun kalp atışlarını duyamazsam?” Ya kalp atışları sol göğsümdeki dövmeden ibaret kalırsa? Beni bırakıp gidemezdi. Ona ne kadar çok ihtiyacım olduğunu bilmiyordu. O da gitmesin.

Oysaki ben ona annesini verecektim.

Annesini ona verecek ve yıllarca çektiği vicdan azabını dindirecektim. Artık kâbus görüp uykusunda ağlamayacaktı. Şimdi annesini görüp görmeyeceği bile belli değildi. Telefonum çalınca hemen çıkartıp ekrana baktım. Duha’nın aradığını görünce tüm vücudum titremeye başlamıştı. Ne duyacağımı bilmediğim için bu telefonu açmaya cesaretim yoktu. “Tunus şu anda hastanede,” dedim Gurur’a bakarken. “Bir şey olmasaydı aramazdı.” Çenem kasıldığında dişlerimi sıktım. “Ona bir şey oldu!”

“Hemen en kötüsünü düşünme.” Gurur telefonu elimden alıp hoparlörü açtı. Sesi dışarı verince kaşlarımı çattım çünkü duymak istemiyordum. Saka’yla ilgili en küçük bir kötü haberi duymayı kaldıramazdım.

Duha, “Orada mısın, Kalender?” dediğinde kısık çıkan sesini gür bir feryat bastırıyordu ve bunun Asım Bey’in acı dolu sesi olduğuna emindim. Bu duyduğum ses Saka’nın babasının feryadıydı.

Kalbim sıkıştığında ıslak gözlerle başımı iki yana salladım. Arkada duyduğum kargaşa korktuğum her şeyin habercisiydi. Gözlerimden birkaç damla süzülürken, “Söyleme,” dedim. “Söyleme duymayacağım.” Söylemesin kaldıramam.

Derin bir nefes alan Duha, “Üzgünüm,” diyerek bana acının en büyüğünü yaşattı. “Onu morgda bırakma, bilirsin orası çok soğuk üşümesin...” dediğinde gözyaşları içinde başımı iki yana salladım. Hayır, hayır, bunu yaşamıyordum. Bu kadarını yaşayamazdım. Karım ölmüş olamazdı. Beni bırakıp gitti mi?

Saka artık yok mu?

Duha acımı katlayarak, “Kalender,” dedi iç yakan bir sesle. Bana yaşattığı korkuyu hat safhaya çıkartacak bir şekilde sustu. Kalbinin yarısını bir hastane köşesinde bırakan bir adamı bekleterek uzun süre susmuştu. Daha sonra o yıkıcı cümleyi kurdu. Onun çok kolay söylediği ama benim asla üstesinden gelemeyeceğim o cümle dudaklarından dökülmüştü. “Karın öldü... Başın sağ olsun, Kalender.”

Başım mı sağ olsun? Ne demekti bu?

Neden cenazem varmış gibi bana bunu söylüyordu? Ne demek karım öldü? Karım hastanede canıyla uğraşırken bunu bana nasıl söylerdi? Nasıl ondan ölmüş gibi bahsederdi! “Hayır,” diye mırıldandım kabullenmeyerek. Çıldırmış gibi inkâr etmeye başladım çünkü kabullenmesi en zor şeyi yaşıyordum. “Hayır, karım yaşıyor. Bana başın sağ olsun deme o yaşıyor! Yaşıyor lan, yaşıyor! Ölmüş olamaz, ölmesin...” Yalvaran gözlerle Gurur’a bakıp, “Gurur?” dedim içimde taşan bir acıyla. “Öldü mü karım?”

Saka’m öldü mü?

Oysaki ben ona annesini verecektim.

Ona annesini vermeye çalışırken kendimi onsuz mu bıraktım?

Ben Saka kuşuna son gözyaşını döktüren bir adamdım.


Yorumlar