“İnsan çok kırıldığında öyle bir yok olmak ister ki sevdiklerine onu anacakları bir mezar bile bırakmak istemezdi.”
Duha Tunus
Cenazelerden hoşlanmıyordum ama Bige Efil Saka’nın cenazesinin her şeyiyle yakından ilgilenmiştim. Cenazeye düşündüğümden daha fazla insan gelmişti. Çoğu Bige için değil, Karun için buradaydı. Boşandıklarını bizden başka kimse bilmediği için yeraltının tüm kodamanları uzun bir konvoyla Karun Kalender’in karısının cenazesine gelmişti. Herkes buradaydı hem de herkes. Tüm mafya liderleri korumalarıyla burada olduğu için mezarlık takım elbiseli adamlarla dolmuştu.
Aralık ayının kasvetli havasından mı, bilmem ama gökyüzü bile griydi. Hava bulutlu ve hafif yağışlı olmasına rağmen çoğu kişi güneş gözlüğü vardı. Ben bile bir tane takıyordum. Onların bu havada neden güneş gözlüğü taktığını bilmiyorum ama benim gözlük takmaktaki amacım uykusuzluğumu gizlemekti. İki gündür doğru düzgün uyuyamamıştım son yaşananlar insanda uyku namına bir şey bırakmıyordu.
Yanımda siyahlar içinde duran Elay, “Sence daha inandırıcı olması için ağlamam gerekiyor mu?” diye mırıldandı. “Burada çok fazla kamera ve basın mensubu var.” Kızıl saçlarının üzerine attığı siyah şalı düzeltti. “Lazım olur diye yanımda göz yaşartıcı sprey getirdim.”
Kısık bir sesle, “Doktor?” diye ona seslendim. “Bu kimin cenazesi?”
“Bige’nin.”
“Peki, Bige senin neyin oluyor?”
“Eski kocamın sevgilisi?”
“Böyle bir durumda ne yaparsan daha çok dikkat çeker?”
“Nereden bileyim ben her gün eski kocamın eski sevgilisinin cenazesine katılmıyorum.” Bu kadın bir erkeği çıldırtacak her şeye sahipti.
“Sen o güzel kafanı bunlarla yorma ben senin yerine de düşünüyorum. Ağlama ama gülme de. Böyle durmaya devam et.”
Ona aptal muamelesi yapmam onu kızdırdığı için kaşlarını çatması uzun sürmemişti. “Beni salak bir kadın olarak mı görüyorsun?”
Gülmemek için yanaklarımın içini ısırdım. “Seni güzel bir kadın olarak görüyorum.” Öylesine bir şeyden bahseder gibi omuz silktim. “Gözlerim bir tek seni güzel görüyor.”
Kirpikleri titreştiğinde sinirli yüzü tam gevşemişti ki aklına ne geldiyse yeniden kaşlarını çattı. “Aman ne büyük lütuf sayende başım göğe eğdi.” Ne söylesek suçtu.
Taziyeleri kabul eden Kalender’lere baktım. Karun karısının cenazesine katılmayınca Gurur aile reisi olarak buraya gelmişti. Kaldığı akıl hastanesinden çıkıp jilet gibi bir takım elbiseyle buradaki yerini almıştı. Yanında Çağıl ve Levent’te vardı, Melek ise diğer kadınlarla biraz ilerideydi.
Çok kuvvetli bir ihtimalle Karun cenazeye katılmayacaktı. Zaten onun cenazeye katılmayacağını düşündüğüm için karısını ölü göstermiştim. Umarım Karun beni yanıltmazdı ve buraya gelmezdi. Onu tanıdığım kadarıyla cenazeye katılacak bir adam değildi. Bige’nin öldüğünü bile kabullenememişken onun cenazesine katılacak gücü kendinde bulamazdı.
Bige’nin ameliyatına son anda dahil olan doktorlardan biri de Elay’dı. Benim isteğim doğrultusunda Elay içeriden çıkıp Bige’nin ölüm haberini vermişti. O esnada koridorda Bige’nin babası ve Karun’un adamları vardı. Babası kriz geçirip fenalaştığı için şu anda yoğun bakımdaydı. Benim isteğim doğrultusunda cenaze töreni bitene kadar onu uyutmaya devam edeceklerdi. Uyanırsa kızını son kez görmek isteyecekti bu yüzden cenaze merasimi bitene kadar uyanmamalıydı.
Bir cesedi görmek isteyecek biri de Karun’du. O da Defne’den sonra başka bir ölümle yüzleşemediği için şimdilik sorun yoktu. Şu ana kadar her şey planladığım gibi gidiyordu. Kimse ameliyata giren tüm doktorları paraya boğduğumu ve kayıtlarla oynayıp Bige’yi ölü gösterdiğimi anlamamıştı. Oysaki ameliyattan hemen sonra farklı bir isimle Bige’yi yoğun bakım odasına almışlardı.
Şanslıydı ki kurşun kalbinin on bir santim yakınına saplanmıştı. O kurşun kalbine girseydi yaşaması imkansızdı. Bu sefer çok büyük oynadığım için bu işin sonunda başım çok ağrıyacaktı. Karun’a karısının öldüğünü söylemiştim. Bu konuda ona yalan söylemeyeceğimi düşündüğü için karısının ölümünü teyit ettirmemişti. Sonuçta böyle bir şeyin yalanı olmazdı, yaptıklarım kulağa gerçekten de acımasızca geliyordu.
Kendimi onun yerine koyunca çok yıkıcı bir darbe olduğunu kabul ediyordum. Şu anda ne hâlde olduğunu tahmin bile edemiyordum. Bige’nin öldüğünü duymak her anlamda onu dağıtmış olmalıydı. Özellikle onun yüzünden öldüğünü düşünmek kim bilir onda nasıl bir hasar bırakmıştır.
Cenaze arabası gelince Furkan, Çağıl, Gurur, Levent, Kenan ve Kadem kalabalıktan sıyrılarak onu getirmek için gitti. Onların peşinde Nedim ve Celil’de vardı. Bizim Uraz bile onları takip etmişti çünkü Bige’nin Kadem için değerini iyi biliyordu. Piç kurusu gerçeği bilmesine rağmen gözleri dolup dolup duruyordu. Uraz kendini rolüne çok kaptırmıştı.
“Bu sefer çok ileri gittiğini düşünmüyor musun?” Elay yanımda sessizce mırıldandı. “Karun gerçeği öğrendiğinde aranızdaki tüm ilişki kopar.” Bunu zaten biliyordum.
“Böyle olması gerekiyordu.”
“Neden böyle olması gerekiyordu?”
Başımı çevirip omuzumun üzerinden ona baktığımda yine ona aptalsın der gibi bakıyordum. “Karun’u ikimizde çok iyi tanıyoruz öldürseler Bige’den vazgeçmezdi. Karun canından çok sevdiği karısını boşadı, Elay. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?”
Yüzü sıkıntıyla gerildiğinde başını yavaşça salladı. “Onu köşeye sıkıştırdılar.” Acı içinde inleyerek şakaklarına baskı uygulamıştı. “Birileri ona pusu kurdu.”
“Bunu sevdiği kadın üzerinde yaptılar.” Gözlerim Bige’nin tabutunu bulduğunda düşüncelerimi toplamaya çalışıyordum. Onun tabutunu taşıyanların en önünde Kadem ve Gurur vardı. “Bizim dünyamızda sevmek bu yüzden tehlikeli, bizleri en çok sevdiklerimizle vururlar.”
Karun böyle bir hatayı yapacak bir adam değildi ama işin içine aşk girince her şeyin rengi değişiyordu. Şu zamana kadar bir kadına bile kalbini açmayan Karun Kalender, onu gizlice evlendirdiğim kadına âşık olmuştu. Bir daha kimseyi evlendirmeyecektim onları evlendirmemin amacı başıma bela olmaları değildi.
“Madem Karun’un köşeye sıkıştığı için Bige’yi boşadığını biliyorsun o zaman neden ona karısının öldüğünü söyledin?” Elay’ın hassas kalbi Karun’a bile dayanamadığı için çatık kaşlarla bana bakıyordu. İzin versem hemen şimdi ona gerçeği söylerdi.
“Bir taşla birden fazla kuş vurmak için.”
“Neyden bahsediyorsun?”
Önüme dönüp sigaradan içime derin bir nefes çekerek kalabalığı izlemeye devam ettim. “Bige’nin ölüm haberi Karun’u yıkar ama etrafındaki hiçbir şeyi de sağ bırakmaz. Karısının kaybıyla onu köşeye sıkıştıran herkesi tarihten sileceği için çok kan dökülecek, Elay.”
“Dahası da var.” Omzumun üzerinden yanımdaki kızıla baktığımda sesini bile çıkarmadan beni dinliyordu. Böyle anlarda Elay fazla masum görünürdü ama çoğunlukla şirret ve cazgır bir kadındı. “Bu ölüm Bige’nin onun hayatındaki yerini daha iyi anlamasını sağlayacağı için bir daha onu üzmeye cesaret edemeyecek. Bu sadece Karun’un çıkarması gereken bir ders değil, Bige’nin babası ve ablası da gereken dersi almış olacak.” Sahte bir ölümle hepsine gereken dersi verecektim.
“O kızı yalın ayak kaldırım kenarlarına düşürmek neymiş görecekler,” dediğimde cenazede olmasaydık Elay gülebilirdi. “Senin kötü mü yoksa iyi biri mi olduğunu bir türlü anlayamıyorum.”
“Bir bıraksanız bende gerektiği gibi kötü olacağım ama bensiz başınızın çaresine bile bakamıyorsunuz. Sizi ya sokaklarda topluyorum ya da tımarhanelerde.”
“Tımarhaneye düşmemiştim.”
“Hastanede karşılaştığımızda beni abin sanıyordun. Seni himayeme almasaydım sence sonun tımarhane değil miydi?”
“Kimin yüzünden aklımı kaybettim acaba?” Ters gözlerle bana bakarken her an kedi gibi tırnaklarını çıkartıp üzerime atlayabilirdi. “Bige’nin başına gelenlerde senin suçun. Eğer onu Karun’la evlendirmeseydin hiç İstanbul’a gelmezdi ve başına bunlarda gelmezdi. Yaşadığımız her şeyin sorumlusu olduğun için bize yardım ediyorsun ama aslında yaptığın şey vicdanını rahatlatmak.”
Önüme dönüp sigaramı içmeye devam ettiğimde onun aksine çok sakindim. “Bu devirde kaç kötü insanın vicdanı var? İyi bir kötüye denk geldiğiniz için ne kadar şanslı olduğunuzu bilmiyorsunuz.” Onlara tüm o fenalıkları yaptıktan sonra önüme dönüp yoluma bakabilirdim ama bunu yapmamıştım. Bu da beni orta derecede bir kötü ve onları da nankör insanlar yapardı. Bazen Bige ve Elay’ın hiç değerimi bilmediğini düşünüyordum.
Acaba bu sıkıcı tören ne zaman bitecekti? Cenaze kalkana kadar Asım Bey’i gizlice uyutmaya devam edeceklerdi. Babası ve ablasının cenazeye katılmasına engel olmalıydım. Onunla vedalaşma hakkını bile ellerinden alacaktım. Tabii bunu yapmamın asıl sebebi tabutu açma ihtimallerine engel olmaktı. Tabutun içindeki kadının Bige olmadığını kimse anlamamalıydı.
Karun’un adamlarını ve Çağıl’ı morga almayan Kadem’di. Çağıl onu görmek isteyince sinirlenen Kadem, ”Siz Kalender’ler onu öldürdünüz bari cesedini rahat bırakın!” demişti.
Çağıl’ın hiçbir suçu yoktu, üstelik yengesinin ölüm haberiyle herkesten daha çok yıkılmıştı. Ancak Kadem ve Bige’nin yakınlığını bildiği için Kadem’in üzerine gitmeyip hastaneden ayrılmıştı. Kadem’in acı çektiğini düşündüğü için bunu yapmıştı oysaki Kadem, Bige öldüğü için değil, yaralandığı için acı çekiyordu.
Elay hiç susmadığı için yeniden bana döndü. “Kenan gerçeği biliyor mu?”
Başımı iki yana salladım. “Araları bozuk olsa da Karun için canını verir bu yüzden hiçbir şey bilmiyor.” Bilseydi bir dakika durmaz gerçeği Karun’a yetiştirirdi. Bige’yi severdi ama Karun’un acı çekmesine de göz yummazdı.
Elay bu sırrı uzun süre Karun’dan saklamak istemediği için sıkkın bir ifadeyle dudaklarını büzdü. “Ona ne zaman söyleyeceksin bunu fazla uzatmanı istemiyorum. Karun’u iyi tanımıyorum ama tanıdığım kadarıyla ondan bir şey saklanılmasına tahammül edemez.” Bu konuda haklıydı.
Diğerleriyle birlikte tabutu taşıyan Kenan’ı işaret etti. “Rengin’in seninle olan ilişkisini ondan gizlediği için Kenan’ı bile bir kalemde sildi. Oysaki Rengin onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ne demek istediğimi anlıyor musun?” Rengin yalanı için Kenan’ı bile silmişken Bige için kimleri silmezdi.
Beni en çok endişelendiren şeylerden biri de buydu. Arkasında çevrilen gizli saklı işler Karun’un kırmızı çizgisiydi ve hepimiz o çizgiyi geçmiştik. Bu kadarına gerek var mıydı, bilmiyorum ama kimse böyle bir şeyi hak etmezdi. Ne yazık ki Bige’ye borçlu olduğumdan bunu onun için yapmalıydım. Onu Karun’un hayatına sokan bendim, çıkaracak olan da ben olmalıydım.
Çok kuvvetli ihtimalle Karun bunu hak etmedi ama böyle olması gerekiyordu. Kimler onu köşeye sıkıştırdıysa bunun için Bige’yi kullanmış olmalılardı. Bige öldü sanıldığı için ellerinde Karun’a karşı kullanacakları bir şey kalmamıştı. Karun’un artık kaybedeceği bir şeyi olmadığı için hepsinin sonunu getirebilirdi. Bu ölüm planı her açıdan gerekliydi.
“Onlara bunu yapma.” Bu sahte cenaze Elay’ı çok etkilediği için ıslak gözlerini bana dikip ısrarını sürdürdü. “Ölüm haberi ikisinin arasında büyük bir uçurum açacak. Konuşup aralarındaki yanlış anlamayı çözmeleri gerekiyor.”
Gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünde birazdan zırıl zırıl ağlayacak potansiyeli vardı. “Bige’nin bu kadarını hak ettiğini düşünmüyorum onu yaşarken öldürdün.” Bu kadın beni şaşırtmayı hiç bırakmıyordu. Bige ile olan geçmişini düşünürsek onun için üzülmesini beklemiyordum. Düşündüğümden daha fazla merhametliydi.
Açtıkları mezara tabutu koymalarını izledim. Tüm mafya adamlarının katıldığı bir cenaze töreni basında büyük bir etki yarattığından kameralar her şeyi çekiyordu. Basını buradan uzak tutamamıştık ama korumalar onların fazla yaklaşmasına engel oluyordu. Buradaki tüm korumalar bir izdiham çıkmasına engel olmaya çalışıyorlardı.
Bige’nin tabutunu mezara koyduktan sonra mezarının üstü kapatılacaktı ki Ümit Tozlu adamlarıyla mezarlığa girmişti. Masada söz hakkı olan tüm liderler cenazeye katılmak için gelmişti çünkü Karun’da masadakilerden biriydi. Böyle bir günde Ümit’in gelmemesi Karun ile olan ilişkisini zedelerdi. Ancak Gurur’un olduğu bir yere gelmek Ümit için büyük cesaret isterdi. Özellikle iki yıl önce Gurur’un gözleri önünde nişanlısını öldürmüşken. Zaten buna karşılık olarak da Gurur onun kızıyla evlenmişti.
Ümit adamlarıyla mezarlığa girince burası buz kesmişti. Basın mensupları bile gerginlikten nasibini almış gibi sessizleşmişti. Gurur ve Ümit’in karşılaşmasını kayıt altına almak için her ayrıntıyı çekiyorlardı. Ne tepki vereceğini kestiremedikleri için tüm gözler Gurur’a kenetlenmişti. Ümit’i gördüğü an çenesi kasılmış, yüzü seğirmeye başlamıştı. Yanında duran elini sıkarken vücudunda yükselen öfkeyi her zerremizde hissettik. Umarım etrafta bu kadar çok kamera varken yanlış bir şey yapmazdı.
Gurur’un deli bir tarafı olduğu için ne onu çeken kameralar umurunda olurdu ne de bir cenazede olmamız. Bu herifin yapamayacağı delilik yoktu. Çağıl ve Levent bir şeyler söyleyerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Gurur, Bige’nin cenazesinde sorun çıkarmak istemediğinden kendine hâkim olmak için iradesinin son kırıntılarına tutunuyordu.
Ümit Bey onun karşısında durup sinirli yüzüne boş gözlerle baktı. “Başınız sağ olsun, Kalender,” diyerek ona taziyelerini sundu. “Kaybınız için üzgünüm.” Derin derin nefesler alan Gurur, düşmanca gözlerle ona bakmak dışında tek kelime etmemişti. Sinirlerine hâkim olmaya çalışıyordu.
Bir süre sonra ortalık durulunca imamı daha fazla bekletmemek için defin işlemleri kaldığı yerden devam etti. Bige’nin tabutuna ilk toprağı atmak için Kadem eline küreği almıştı ki, “Karun Kalender geldi,” diyen bir ses herkesin durmasına neden olmuştu. Siktir! Karun mu geldi?
Ya tabutu açarsa?
Buradaki herkes mezarlığın kapısına baktığında muhabirler kendi aralarında fısıldaşarak mezarlığın kapısını kadraja almaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra Karun Kalender dimdik bir şekilde mezarlığın kapısından içeri girdi. Üzerinde ütülü takım elbisesi ve gözlerindeki siyah gözlüklerle herkese yıkılmadığı göstermek istercesine gelmişti. Tıraş olmuş ve yeni banyo yapmıştı. Karısının ölümü onu hiç etkilememiş gibi en iyi şekilde hazırlanmıştı. Arkasındaki adamlarla bastığı yeri inletircesine yürüyordu.
Karun mezarlığa girdiği an bölge liderlerinin ceketlerinin önünü kapatması kimsenin dikkatinden kaçmamıştı. Karun masada sözü dinlenen biriydi. Yaklaşıp herkese başıyla selam verdiğinde sanki bu ölüm onu hiç etkilememiş gibi davranıyordu. Bizim dünyamızda zayıflığa asla yer yoktu bu yüzden rol mü yapıyordu yoksa Bige’nin ölümü gerçekten onu hiç etkilemedi mi, bilmiyordum. Ne zamanki Kadem’in elindeki küreği aldı, işte o zaman ağır bir rol sergilediğini anladım. Küreği tutan eli titremişti çünkü Bige’nin ilk toprağını o atacaktı.
Gözlüklerin ardına gizlediği gözlerinde ne var, bilmiyorum ama gözleri uzun süre mezarın içindeki tabutta oyalandı. Ona dikkatli bakmayan kimse siyah gözlüklerin altında yanağına doğru süzülen bir damla yaşı göremezdi. İmam merasimi başlatınca herkes sessizliğe bürünmüştü. Sahte bile olsa kimse bunu bilmediği için her şey kuralına uygun yapılıyordu.
Karun küreğin sapını sıkarak bir kürek toprağı Bige’nin tabutuna attı. Diğerleri ona yardım etmek için kürekleri alınca, “Hayır,” dedi çatallaşmış bir sesle. “Karımı ben gömerim,” dediğinde gözlerim dolduğu için başımı eğdim. Sesi iki gündür ağlamış gibi çıkmıştı.
Bunu ona yaşattığım için kendimden nefret etmeye başlamıştım. Karısının mezarına attığı her toprakla Karun’un gözlerinden sızan yaşı gördüm. Diğerleri mezara çok yakın olmadığı için onun döktüğü yaşını göremiyordu. Siyah gözlükler ağlayan gözlerini iyi gizliyordu ama yanağındaki ıslaklığı sadece onun yakınında duranlar görebilirdi. Dik duruşuyla diğerlerinin gözlerini boyamaya devam etti ama her kürekle bir damla gözyaşı süzüldü yanaklarından.
Bu kadarını gerçekten hak etti mi?
Kimsenin yardımı olmadan içinde karısının olduğu tabutu tek başına gömmüştü. Onunla gelen adamlarından birinin elindeki kutuyu aldı ve kutunun içindeki tüm mor menekşeleri kendi elleriyle Bige’nin mezarına ekti. Bunu yaptığında Gurur’un bile yanaklarında birkaç damla yaş süzülmüştü. Gurur kimse görmeden gözyaşlarını hızlıca silerken, “Sikeceğim böyle işi!” dedi kısık bir sesle. Gurur bir tek Karun’a dayanamazdı ve bir tek Karun’un gözyaşlarına kıyamazdı. İkisi birbirinin her şeyiydi.
Karun mor menekşelerle süsledi Bige’nin mezarını. Daha sonra adamlarına dönüp Bige’nin mezarının yanındaki boş yeri gösterdi. “Benim için de buraya bir mezar kazın,” dedi kısık bir sesle. “Öldüğümde karımın yanına gömersiniz,” dediğinde Gurur yutkundu, Çağıl dolan gözlerini gizlemek için başını eğdi ve Levent ise, “Abi,” diyerek ona yalvardı. Onu böyle görmeye kimse dayanamıyordu. Dimdik kalıbının içinde ölü bir adam olduğu o kadar belliydi ki.
“Nedim?” deyince Nedim saklayamadığı gözyaşıyla başını salladı. “Sen nasıl istersen abi.” Adamları kazma ve küreği alarak Bige’nin mezarının yanında bir mezar daha kazmaya başlamıştı.
Bir süre sonra Karun için de bir mezar kazıldı. Cenaze töreni bittiği için herkes ona taziyelerini sunup dağılmaya başlamıştı. Sırasıyla herkes gidince burada sadece aileden olanlar ve biz kaldık. Korumalar basını dışarı çıkarmak isteyince gereken tüm görüntüleri çektikleri için bize fazla zorluk çıkarmadılar. Kalanlar sadece Kalender’ler, Elay, Kadem, Kenan ve bizim adamlarımızdı. Artık Karun’un daha fazla rol yapmasına gerek yoktu.
Bir süre Bige’nin mezarına uzun uzun bakıp durmuştu. Başını eğip elindeki toprağa baktı, sonra da Bige’nin mezarına. Gözlüğü çıkartıp bir kenara atınca ağlamaktan kıpkırmızı olan gözleri herkesi kedere boğdu. Bige’nin mezarının yanına dizlerinin üzerine düştüğünde köklü bir çınarın yıkılışını izler gibiydik. Gurur daha fazla dayanamayıp onun yanına koştu. Onu yerde görmeye dayanamıyormuş gibi kolunu tutup, “Karun kalk,” dedi aceleyle. “Kalk oğlum yapma böyle.” Gurur’un sesi titrediğinde ağlayamadı. “Vedalaş onunla gidelim.”
“Nasıl?” Gözlerinden süzülen yaşlara engel olamıyordu. Acısı sesine yansırken gözlerini Bige’nin mezarından bir saniye olsun ayırmıyordu. Mavileri titreştiğinde gözyaşlarının parıltısı kederli gözlerine işlemişti. “Onunla nasıl vedalaşırım?” Ellerini onun mezarına bastırıp başını eğdi. “Gitti canımın yarısı, Gurur. Söyle bununla nasıl yaşarım?” dedikten sonra başını eğdi ve ağlamaya başladı.
Karun ağladı.
Buradaki herkes onunla ağladı.
Koskoca İstanbul ağladı.
Ben bugün bir adamın yıkılışını izledim.
Gurur onun yanına diz çökerek bir yere ayrılmadı. Çağıl, Levent, Melek ve Kenan onun hemen arkasında duruyor, onun için gözyaşı döküyorlardı. Anne ve babası cenazeye bile gelmemişti ama yanında duran ve arkasında duranlar onu bir saniye bile yalnız bırakmadı. Gerçek ailesi Gurur, Çağıl, Levent, Melek ve Kenan’dan oluşuyordu. Başka da kimsesi yoktu.
“Benden nefret ederek gitti.” Titreyen parmakları Bige’nin toprağında gezindiğinde ağlayarak başını salladı. “Karım son nefesini verirken bile benden nefret etti.” Kısık sesi iç yakıyor, onu duyanların burnunun direğini sızlatıyordu. “Onu sevdiğimi bile söyleyemedim.” Mavi gözlerinden taşan yaşlar yanaklarında süzüldüğünde kaşları bükülmüştü. “Bunu söylemeyi neden bu kadar erteledim ki?”
“Biliyordur.” Gurur onun omuzuna dokunarak acısını dindirmeye çalıştı. “Kadınlar hisseder böyle şeyleri.”
“Bilmiyor, Gurur.” Islak gözleri bir kez daha onun mezarında oyalandı. “Onu ne kadar çok sevdiğimi hiç bilmedi, bilmiyor.” Sesi titrerken ellerini bastırdığı toprağı özlemle avuçladı. “Şimdi her yer menekşe kokuyor,” diye fısıldayıp sessizce ağladı. “Artık bana düşen bir menekşe kokusunda karımı aramak mı?” dediğinde Melek’in hıçkırığını duydum. Kimse ona menekşelerin kokmadığını söyleyemedi çünkü kimse onun menekşelerden aldığı kokuyu almıyordu.
Elay ıslak gözlerle bana yalvarıp, “Yapma,” diye fısıldadı. “Çok acı çekiyor bunu ona yapma. Kimse bu kadarını hak etmez.”
Artık bunu değiştirmek için çok geçti çünkü yapmam gerekeni zaten yapmıştım. Gerçeği söylersem buradan sağ çıkamayacağımı biliyordum. Yaptıklarımdan pişman mıydım? Evet, Karun’un bu halini görünce köpekler gibi pişman olmuştum. Bige’yi sevdiğini biliyordum ama herkesin içinde ağlayacak kadar onu çok sevdiğini bilmiyordum. Ona bu acıyı yaşatan benken şimdi gerçeği açıklayamazdım.
Bu yüzden Elay ve Kadem’i de alarak mezarlıktan çıktım. Doğru veya yanlış artık bu yolun bir dönüşü yoktu. Karun’u bu hale getirerek başıma çok büyük bir bela almıştım. Bundan sonra olacakları ben bile kestiremiyordum özellikle de gerçeği öğrendiğinde...
***
Bir hafta sonra.
Karun’un yaptığı katliamları sunan haber spikerini gösterdim. “Bu bir devrim hatta belki de darbe.” Tüm kanallar bir haftadır bundan bahsediyordu. Karun ve Gurur bir haftadır ülkenin her yerinde eş zamanlı saldırılarda bulunuyorlardı ama kimse bunu yapanın onlar olduğunu bilmiyordu.
Adamları siyah bir şapka ve siyah maskeyle yüzlerini gizleyip saldırıya geçmişti. Karun ve Gurur’un ülkenin her yerinde güvenlik tesisleri vardı, Hector’un ise bir o kadar karargâhı. Karun, Gurur ile güçlerini birleştirince Marasliyanlara karşı gerçek anlamda bir üstünlük kazanmıştı. Amca ve yeğen ayrı ayrı çok tehlikelilerdi ama birleştiklerinde karşılarında kimse duramazdı.
Şu ana kadar Afyon, Edirne, Bursa, Ordu, Ankara, Mersin, Yozgat, İzmir, Adana ve daha birçok şehirde silahlı saldırıların haberleri gelmişti. Tüm şehirlerdeki tesislerini harekete geçirdikleri için ellerindeki koordinatlarla eş zamanlı bir baskın yapıp örgütün yerleşim yerlerine saldırıyordu. Sıradan insanlar bu saldırıların arkasında Kalenderlerin olduğunu bilmiyordu ama yeraltının tüm adamları bunun Karun ve Gurur’un işi olduğunu biliyordu.
“Bu olanlar Kalenderlerin gövde gösterisi,” diye mırıldandım. “Marasliyanlar gibi köklü bir tarikatı bitirerek herkese gözdağı veriyorlar.” Ailenin iki tehlikeli adamı birleştiğinde ortaya çıkan katliamı günlerdir televizyonlarda izliyorduk.
Elay izlediği haberler karşısında yutkunurken ürkmüş gibi kollarını sıvazladı. “Bir haftadır ülkenin her yerinde saldırı haberleri geliyor. Polisler bu işin arkasında Kalenderlerin olduğunu nasıl bulamıyor? Çoktan yakalanmış olmaları gerekiyordu.”
Sırıtarak içkimden bir yudum aldım. “Karun Kalender şu an bile seçimlere adaylığını koysa açık arayla kazanır. Mecliste koltuğu çoktan hazır ama o siyasete girmek yerine ülkeye destek oluyor. Vergi rekortmeni olduğunu biliyor musun? Üstelik çoğu bakana koruma sağlıyor.”
Elay ne demek istemediğimi anlamadığı için gözlerini kırpıştırdı. “Yani hem mafya hem de ülkücü mü?”
Gülerek başımı iki yana salladım. “Bence ikisi de değil. Ülkesini çok sevdiği için devlet adamlarıyla hep iç içe. Sen sanıyor musun ki bu saldırının altında onun olduğunu bilmiyorlar? Hayır, hepsi biliyor. Kalender’ler ülkeyi büyük bir terör örgütünden temizlemek için ayaklandılar. Devlet adamları bilerek buna göz yumuyor çünkü bu ülkenin zararına değil, yararına olan bir saldırı.”
Elay kafa karışıklığıyla bana bakarken yüzüne düşen bir tutam kızıl saçı kulağının arkasına sıkıştırmıştı. “Ama özel tim ve teşkilatın en iyi askerleri onları yakalamak için peşlerinde.”
“Üsteğmen Çağıl Kalender’in de içinde olduğu devasa bir ekipten mi bahsediyorsun?” Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. “Özel tim sanıldığı gibi onları yakalamak için orada değiller. Farkındaysan kameralara saldırı anında orada olduklarını gösteren görüntüler yansımıyor. Ekip genelde saldırıdan sonra mekâna girip yeni gelmiş gibi yaparak cesetleri topluyor.” Devlet adamları ve Türk teşkilatının ordusu Karun’u destekliyordu.
İnsanları yatıştırmak için bu cinayetlerin peşindekileri bulmaya çalıştıklarını belirtiyorlardı. Ancak işin iç yüzü hiç öyle değildi. Karun’un yaptığı bu temizliğe göz yumuyorlardı. Karun’un adamları işlerini bitirip oradan çıkmadan önce teşkilattan kimse oraya gelmiyordu. Hatta bu baskında Karun bizzat askerlerle çalışıyordu. Saldırıyı yapan o yüzü maskeli adamların çoğu bordo berelilerdi. Karun’dan aldıkları koordinatlar üzerine harekete geçip onlarda farklı şehirlere baskınlar yapıyordu.
Bu bir temizlikti.
Saldırının amacı örgütteki herkesi öldürüp kökünü kazımaktı. Bu yüzden askerlerin bu işin içinde olduğunu gizli tutuyorlardı. Halka açık bir saldırı olsaydı ele geçirdikleri herkesi tutuklayıp mahkemeye çıkarmak zorunda kalırlardı. Amaç onları tutuklamak değildi, öldürüp hepsini ülkemizden temizlemekti. Bu yüzden dış güçlerin baskısı altına girmemek için orduyla ortak yapılan bir saldırı olduğunu gizli tutuyorlardı.
Karun ve Gurur ortalığın anasını ağlatırken Üsteğmen Çağıl Kalender onların bıraktığı izleri silmek için ekibiyle orada oluyordu. Bir haftadır Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşen saldırı haberlerinden fazlasıyla ürken Elay korku dolu bir sesle, “Ne zaman bitecek?” diye sordu. “Kalenderler ne zaman duracak? Karun, Gurur ve Çağıl’ın iş birliği ülkeyi kana boğuyor, ne zaman duracaklar?”
“Kalender erkekleri gelinlerinin dökülen kanını yerde bırakmaz,” diyerek televizyondaki katliam haberlerini izlemeye devam ettim. “Onlar kendi arasında çatışan ama dışarıya karşı tek yumruk olan manyak bir aile.”
“Karun durursa hepsi durur,” diyen Elay fazla iyimserdi. “Karun ne zaman duracak?”
“Durmayacak.” Sırıtarak başımı iki yana salladım. “Bige’ye olanlardan sonra Karun’un şu anda vahşi bir hayvandan farkı yok. Saldıracak yer aradığı için önüne çıkan herkesi yıkıp geçiyor.” Azap Tarikatının sonunu getirene kadar durmayacaktı. Bu artık onun şahsi meselesiydi.
Bu yüzden baskın yaptığı her mekânın kapısına eflatun boyayla kendi imzasını bırakıyordu. “Bir saka kuşunun gözyaşına kaç ölüm sığar?” Evet, içindekileri katledip çıktığı her mekânda arkasında böyle bir yazı bırakıyordu. Bu bir haftada karısının akan gözyaşlarına birçok ölüm sığdırmıştı ama bu onun için yeterli değildi. Geriye tek bir adam bırakmayana kadar durmayacaktı.
Bige’nin dökülen gözyaşlarını artık birileri canıyla ödüyordu.
Bige içeri girince hemen televizyonu kapattım. Kadem’in yardımıyla güçlükle yürüyordu. Bir haftadan sonra daha yeni yeni yataktan çıkmaya başlamıştı. Zorlu bir ameliyattan çıktığı için henüz kendini tam olarak toparlayamamıştı. Attığı her adımla göğüs kafesi acıyor olmalı ki yüzü kasılıyordu. Solgun yüzünde hiç makyaj yoktu ama dudaklarında eksik etmediği kırmızı ruju oradaki yerini koruyordu. Makyajsız bile odasından çıkardı ama kırmızı ruju olmadan asla.
Bige’nin üzerinde Elay’dan aldığı siyah bir bluz ve pantolon vardı. Siyah bluzun ipeksi dokusu yaraya temas ettiğinde canını yakmayacak türdendi. Gerçi göğsündeki bandajları henüz çıkarmamıştık. “Kadem ben iyiyim bırak artık kolumu.” Yorgun bir sesle konuşup Kadem’in kolundan çıkmaya çalıştı. “Yalnız başıma yürüyebilirim.”
“Yürüyeceğini bende biliyorum.” Kadem onu bırakmayıp kolunu tutmaya devam etti. “Kendini fazla yormaman gerekiyor.”
Başını sallayarak Kadem’in yardımıyla bir koltuğa oturmuştu. Elay hemen ayağa kalkarak bir yastık alıp onun sırtının arkasına koydu. “Böyle iyi misin?” Başını kaldırıp Elay’a baktığında gözlerinin ardı sızlarcasına, “Elay,” diye mırıldandı. “Bunu yapma senin iyiliğini hak etmiyorum.”
Bir haftadır onunla yakından ilgilenen Elay iç çekmişti. “Kötülüğümü de hak etmiyorsun,” diyerek onun yanına oturdu. “Daha önce sana olan davranış şeklim için üzgünüm.” Bu konuda kendini kötü hissettiği için bakışlarını kaçırmıştı. “Yeni yeni bazı şeyleri aştığım için artık bana olanlar için seni suçlamıyorum.”
Bige’nin kahve irisleri yaşlarla dolarken suçluluk içinde başını eğmişti. “Ben kime ne yaptıysam onun karşılığını ödüyorum. Seni görmüştüm, Elay.” Başını yorgunca salladı. “Adana’dayken bir kaldırım kenarında yürüyen o kızıl saçlı kadın sendin, değil mi?”
Elay’ın bakışları hızla onu bulduğunda Bige’nin gözyaşları usulca yanağına aktı. “Elinde bebek ayakkabısının bir tekini tutuyordun,” diyerek iç çekti. “O gün yanında geçtiğim kadının sen olduğunu bilmiyordum.” Burukça gülümsediğinde gözlerinde olan tek şey yoğun bir acıydı. “Bir an durup neyin olduğunu sormayı istemiştim, seni o hale getirenin ben olduğumu bilmeden...”
Elay’ın gözleri dolduğunda Bige, “Üzgünüm,” dedi ağlayarak. “Çok üzgünüm, Elay. Eğer için rahat edecekse bende yürüdüm o kaldırımlarda.” Gözyaşları içinde başını salladı. “Beni de yürüttüler o kaldırımlarda ve sana yaşattığım her şeyi bana da yaşattılar,” dediğinde Elay hıçkırığına engel olmak için dudaklarını birbirine sımsıkı bastırmıştı. Bige’nin düştüğü durumdan zevk alacak kadar kötü biri değildi.
“Duha?” Bige başını kaldırıp bana bakınca tüm dikkatim ona yöneldi. “Beni çok uzaklara gönderir misin?” Bunun için adeta bana yalvarıyordu. “Buradakiler için bir ölüyüm. Tekrar hayat bulacağım bir yerde yaşamak istiyorum.” Gözlerine akın eden yaşlara direnmeye çalışırken dudakları titremişti. “Yeni bir kimlikle bir arkeolog olarak seyahat etmek istiyorum.”
Bir süre susup kendini toparlamaya çalışarak burukça tebessüm etti. “Hayat çok kısa gerçek anlamda ölmeden önce sevdiğim işi yapmak istiyorum. Ben artık birilerinin kızı veya karısı değil, kendim olmak istiyorum.” Eğer toparlanmasına yardımcı olacaksa bunu ayarlamak zor değildi.
“Önce iyileş daha sonra nereye istiyorsan oraya gideceksin,” dediğimde ıslak gözlerle teşekkür eder gibi baktı. Burada ortalık karışmışken bir süre her şeyden uzaklaşmasını bende istiyordum. Psikolojik olarak o kadar çökmüştü ki tüm bu kaostan biraz uzaklaşmak ona iyi gelebilirdi.
Kadem’in üzgünce başını eğdiğini görünce derin bir nefes aldım. “Asma hemen suratını sende onunla gidersin,” dediğimde bu onu beklediğim gibi mutlu etmemişti.
Gözleri kalbimi bulunca yaşadığı tereddüdü gördüm. “Sen ne olacaksın?” diye sorunca onu rahatlatmak için işi yine muzırlığa vurdum. “Siz gidince hemen ölecek değilim ya.” Başımla Elay’ı işaret ettim. “Eminim doktorum bana iyi bakacaktır.” Elay gözlerini devirince güldüm doktorum olmaktan nefret ediyordu.
Kadem için bir tek Bige ve ben vardık. Bige giderse çok üzülürdü ama onunla giderse bu seferde benden ayrıldığı için üzülecekti. Önceliğim daima onun mutluluğu olduğu için Bige’yle gitmesi gerektiğini düşünüyordum. Ben bir şekilde başımın çaresine bakardım. Son olanlardan sonra ikisinin de biraz uzaklaşmaya ihtiyacı vardı.
Mutlu olacakları bir yere gitsinler.
***
1 yıl sonra.
Önümdeki belgeleri kontrol ederek sırasıyla her birinin altına imzamı atıyordum. Bir sonraki belgeye geçince göğsümdeki şiddetli ağrıyla kalem elimden düşmüştü. Önce küçük bir sızıyla başlayan ağrı gittikçe şiddetini arttırınca dişlerimi sıkarak çekmeceyi açtım. Sol tarafımda hissettiğim uyuşma etkisini arttırmadan Elay’ın verdiği ilaçların kapağını açmıştım. Suya uzandığımda acıdan haykırmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu sikik kalple yaşamak hiç kolay değildi.
Bardaktaki su yardımıyla ilaçları yuttuğumda nefes nefese kalmıştım. Fazla zamanımın kalmadığını hissediyordum. Son günlerde neredeyse her ayın birkaç gününü hastanede geçiriyordum. Kalbimin bir yıl daha beni yaşatmasına bile mucize gözüyle bakıyorlardı. Geçtiğimiz ayın tamamını hastanede geçirmiştim. Hastaneden çıkalı daha birkaç gün olmamıştı ama yine ağrılar başlamıştı. Zamanım dolmak üzereydi.
Vasiyetimin altına son imzayı da atarak koltuğa yaslandım. İçeri giren avukat tam zamanında geldiği için hazırladığım vasiyeti ona uzattım. “Bu vasiyetten kimsenin haberi olmasın.” Kadem, Elay ve Bige’nin geleceğini temin altına almalıydım. Ben yokken de herhangi bir sıkıntı yaşamalarını istemiyordum. Bu üç baş belası için gereken tüm ayarlamaları yapmıştım.
Avukat vasiyeti alıp dışarı çıktığında Elay çalışma odama girmişti. Masanın üzerindeki ilaçları görünce güzel yüzündeki neşe yine kayboldu. “Hastaneye geri dönmelisin.”
“Bunu yapamam.” İlaçlarım krizi önlemişti ama göğsümdeki ağrı henüz tam olarak dinmemişti. Çektiğim acıyı ondan gizlemek için kendimi çok zorluyordum. “Son bir aydır hastanede olduğum için işler çok aksadı. Birinin tüm bunları halletmesi gerekiyor.”
“Kadem’i ara geçsin işlerin başına.” Elay masamın yanında durup gardiyan gibi tepemde dikildi. “Ne kadar kötü durumda olduğunu ondan daha fazla saklayamazsın.”
Bir süre sustu ve tereddüt etse de en sonunda, “Duha?” diye fısıldadı acı çeken bir sesle. “Dünya gözüyle son kez Kadem’i görmek istemiyor musun?” Sertçe yutkunmuştum. Düşündüğümden daha az vaktim kaldığını daha iyi anlatamazdı.
Elay’ın gözlerine akın eden yaşlar hastalıktan daha çok içimi sızlatmıştı. “Söylesene doktor,” diyerek ona takıldım. “Ölmeden önce beni affettiğini görebilecek miyim?”
Mavileri titreşince gözleri dolu dolu başını salladı. “Affettim.” Sesindeki bu üzüntünün sebebi olmaktan nefret ediyordum. “Artık kimseye bir kırgınlığım yok.”
Hayır, affetmediğini görebiliyordum. Benim yüzümden anne olma şansını kaybetmişken istese de beni affedemezdi. Onun hayatına müdahale etmeseydim şimdi küçük evinde çocuğunu büyütmekle meşgul olurdu. Beni asla affetmeyecekti ama çok merhametli bir kadın olduğu için ölmek üzere olan bir adama duymak istediği şeyleri söylüyordu.
Ayağa kalkarak karşısında durduğumda beni görmek için başını kaldırdı. “Hazır her şeyi kabul ediyorken...” Üzerine eğilip sırıttım. “O zaman seni öpmeme de izin verirsin.”
Gözlerini irice açtığında kızaran yanakları ona sevimli bir hava katıyordu. “Siktir git!” dediğinde kahkaha attım. “Çok ayıp doktor hiç yakışıyor mu o güzel ağzına bu laflar.”
Benden uzaklaşarak kaşlarını çattı. “Geberip gidiyorsun hâlâ aklın nerede!”
“Aklım sende.” Çapkınca sırıttım. “Bence senin de aklın bende. İnadı bırakıp neden itiraf etmiyorsun?”
“Rüyanda görürsün.”
“Rüyamda neler gördüğümü gerçekten bilmek ister misin?” Gözlerim baştan ayağa onun kışkırtıcı vücudunda gezindiğinde bu onu daha çok kızdırmıştı. “Bir insan hiç mi değişmez!”
“Neden değişeyim, ben kendimden çok memnunum.”
“Ölüm döşeğinde olan biri az da olsa diğer tarafı düşünür ama sen hâlâ dalga geçme peşindesin.”
“Ulan öleceğim diye yas mı tutacağım? Sanki herkes kazık çakacak bu dünyaya.” Ona doğru yürüyüp dibine kadar girdim. “Ölmeden önce son arzum nedir diye sormayacak mısın?”
Gözlerim dudaklarını bulduğunda yutkunarak titrek bir nefes verdi. Onu öpmeyi gerçekten çok istiyordum. Geçen yıl onu restoranda ilk kez öptüğüm o günden beri bunu istiyordum. Bir yıldır aklımda olan tek şey dudaklarının tadına bir kez daha bakmaktı. Siktir! İstediğim tek şey onu öpmek değildi, onunla ilgili her şeyi istiyordum.
“Girdiğimiz o iddiayı kaybettin.” Elay meydan okuyarak gözlerime bakarken ne kadar baştan çıkarıcı göründüğü hakkında bir fikri yoktu. “Seni bitirecek şu evrakları ne zaman bana vereceksin?”
“Masamın üstündeki sarı dosyada.” Üzerine eğilip yüzüne gelen bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdım. “İstediğin an onları alıp savcılığa verebilirsin.”
Parmaklarım yanağına sürtündüğünde nefesini tutması beni daha çok kışkırtıyordu. “Her şeyimle sana teslim oluyorum, Elay Zemheri.” Yanağındaki parmaklarım kayarak dudaklarını buldu. Çenesini kavrayıp baş parmağımla alt dudağını okşadığımda, “Duha,” diyen mırıltısı beklenti içince çıkınca daha fazla dayanamayıp dudaklarına kapandım. Bunun için çok bile beklemiştim.
Uzun zamandır düşlerimi süsleyen dudaklarının tadına bir kez daha bakmak içimde devasa bir patlama yaratmıştı. Bana karşı koyacağından çok emindim ama dudaklarını aralayıp bana karşılık verince boğazımdan çıkan hırıltılı sese engel olamadım. Başımı yana doğru eğip soluksuz bir şekilde onu öperken verdiği karşılıklar sonumu getirebilirdi.
Elay kollarımın arasında kuş gibi titrediği için düşmesin diye belini tutuyordum. Son bir yıldır benimle çok fazla vakit geçirdiğinden artık eskisi gibi benden nefret etmiyordu. Verdiği karşılıklardan bunu anlayabiliyordum. O da beni istiyordu. İnce parmaklarını omuzlarıma bastırarak parmak uçlarından yükseldi. Beni nasıl çıldırttığından habersiz bana karşılık veriyordu.
Alt dudağını dişlerimin arasına alıp hafifçe çekiştirdiğimde ağzımın içine inleyince onu masaya sertçe yasladım. İniltisi bile sertleşmem için fazlasıyla yeterliydi! Belinden tutarak onu masanın üzerine oturtup bacaklarını araladığımda çok sabırsızdım. Pantolonun üstünden kendimi ona bastırdığımda inleyerek tırnaklarını omuzuma geçirmişti. Tam şu anda ona sahip olabilirdim! Duyduğum bu iniltileri çığlıklara dönüştürebilirdim. Siktir! Bunu yapmak istiyordum!
Ellerim eteğinin altına sızdığında, “Abi?” diyen Uraz’ın sesiyle Elay hemen benden uzaklaşmıştı. “Ümit Bey’in evinde olan davete geç kalıyorsun abi,” diyen Uraz’ın kafasına sıkmamak için kendimi zor tutuyordum.
Elay masadan atlayıp benden uzaklaşınca kaşlarımı çatarak kapının önünde duran piçe ters ters baktım. “Abini sikeyim puşt!” dedim sert bir sesle. “Gelecek zamanı buldun!”
Elay kıvranışlarımdan zevk aldığını saklamadan gülerek üstünü düzeltti. “Kapıyı çaldığı iyi oldu devam etseydik fazla heyecan kalbini yorardı.”
“Kızım ben bir yıldır bunun hayaliyle yaşıyorum. Sence siktiğim kalbim beni durdurabilir miydi?” dediğimde cilveli bir edayla gözlerini süzerek bana bakmaya başladı. “Daha fazlasını istiyorsan önce yaşamanın bir yolunu bul.”
Kışkırtıcı bir yavaşlıkla boynundaki eli açık gerdanına kayınca vücudumu ateş basmıştı. “Hasta bir adama veremeyeceğim şeylere sahibim.” Ayartıcı gözlerle bana bakarken parmakları dikleşen göğüs uçlarının üstüne sürtündü. “Ama sağlam bir kalbin olursa...” Gözleri pantolonumu zorlayan sertliğe kaydığında alt dudağını dişledi. “O zaman senin olurum.” Siktir, siktir, siktir! Çırılçıplak soyunsa beni bu kadar baştan çıkartamazdı!
Onun içine girip derinlerinde kaybolma fikri beni ayak üstü getirtebilirdi. Tüm ısı bacaklarımın arasında toplandığı için dişlerimi sıkarak kendime gelmeye çalıştım. Bana dayattığı şartı kabul etmeyeceğimi çok iyi bildiği için beni zorlamaktan çekinmiyordu! Başkasının kalbini zorla ondan almam için beni kışkırtıyordu. Doktor mu yoksa ölüm meleği mi, hiç belli değildi!
Elay sakin adımlarla yürüyüp masadaki sarı dosyayı aldı. Dosyayla birlikte kapıya doğru yürürken keyfine diyecek yoktu. “Kendini bitirmek için bu kadar acele etme, Tunus,” diyerek kapıyı açtı. “Bana bir hayat borçlusun çünkü benimkinin içine ettin. İstediğim hayatı vermek için de önce yaşamalısın!” Omzunun üzerinden bana baktığında mavi gözlerinde karanlık bir parıltı geçmişti. “Ölmene izin vermeyeceğim zamanla bunu daha iyi anlayacaksın,” dedikten sonra benden aldığı belgelerle dışarı çıkmıştı.
O belgeleri bana karşı kullanmayacağımı biliyordum. Sadakatini test etmek için büyük bir kumar oynamıştım. Beni bitirecek tüm belgeler onun elindeydi ama onları kullanmayacağına emindim. Elay birini sırtından bıçaklayacak bir kadın değildi. Derin bir nefes alarak ceketimi alıp dışarı çıktım. Adamlarım arabaları hazır edince kısa sürede malikaneden ayrılmıştık.
Ümit Bey’in kızının nişanı olduğu için bende davetliydim. Olaysız bir nişan olacağını sanmıyorum çünkü nişanlayacağı kız Gurur’un karısıydı. “Evli bir kız nasıl nişanlanabilir lan?” Bu nişanın Gurur’a kurulan bir tuzak olduğunu anlamak zor değildi. Umarım bu nişandan Deli Gurur’un haberi olmazdı.
***
Araba Ümit Tozlu’nun kapısının önünde durunca arabadan indim. Karun’da benimle eşzamanlı geldiği için o da arabadan yeni inmişti. Birbirimize başımızla selam verip bahçeye girdik. Burası Ümit’in evi olduğu için korumalarımız içeri alınmamıştı. Evinde sorun çıkmasın diye korumalar içeri alınmıyordu. Ümit’in adamları bize eşlik ederken eve doğru yürüyorduk. “Gurur’un bu nişandan haberi var mı?” diye sordum.
Karun’un donuk gözlerinde en küçük bir duygu kırıntısı yokken, “Bilmiyor,” diyerek yüzünü buruşturdu. “Aynı şekilde Ümit’te bu yaptığıyla başına nasıl bir bela aldığını bilmiyor. Gurur bir delilik yapmasın diye karısının nişanı olduğunu ondan saklıyoruz.”
Normalde olsa Karun bu nişana izin vermezdi ama Bige’den sonra öyle bir değişmişti ki hiçbir şeyi umursamayacak kadar soğuk birine dönüşmüştü. Marasliyan’ların kökünü kuruttuğu için Azap Tarikatı diye bir şey bırakmamıştı. Gurur ve Çağıl ile koca bir terör örgütünün sonunu getirmişti. Duyduğuma göre Hector’da bir yıldır onun elindeydi. Bige’nin kaybını aşamadıkça Hector’a işkence edip duruyordu.
Karun, Hector’un üzerine karabasan gibi çöktüğünden bir yıldır onu ne öldürüyordu ne de yaşatıyordu. Şu bir yılda Karun’u bir kez bile gülümserken görmemiştim. Bige’den sonra eskisinden daha ciddi ve soğuk birine dönüşmüştü. Hiçbir şeye tahammülü kalmadığı için tüm gün kendini işe boğuyordu. Aklını Bige’den uzaklaştırmak için işkolik biri olup çıkmıştı.
Akşamları da Bige’nin mezarına gidip sızana kadar içiyor, daha sonra da onun mezarının başında uyuyordu. Kışın bile bunu yapıyordu. Geceyi o soğukta mezarlıkta geçirdiği için çoğu kez hasta oluyordu ama hastalık bile evinde uyumasını sağlayamıyordu. Son bir yıldır bir gece bile evinde uyumamıştı. Sabah uyanıp evine uğruyordu, bir duş alıp işe gidiyordu ama geceleri uyumak için her zaman Bige’nin mezarına gidiyordu.
İnanılır gibi değildi ama Karun 365 günün her gecesi karısının mezarında uyumuştu. “Bu delilik,” diye mırıldandım. Bunu yapacak kadar aklını kaçırmış olmalıydı.
Gurur onun etrafındaki koruma sayısını iki katına çıkarmıştı. Mezarlıkta Karun’un güvenliğini sağlamak için korumalar orada kuş uçurmuyordu. İki gruba bölünerek nöbetleşiyorlardı. Bir grup gece mezarlıkta nöbet tutarken diğer grup evde uyuyordu. Ertesi gece onlar nöbet tutuyordu diğerleri uyuyordu. Gurur yeğenini korumak için böyle bir çözüm bulmuştu. Ne yaptıysa Karun’u geceleri evde tutamayınca o da böyle bir önlem almıştı.
“Yine mi mezarlıkta uyudun?” diye sorduğumda tam karşısına bakarak yürürken derin bir nefes aldı. “Başka bir yerde uyuyamıyorum.” Sesi bile fazla içli çıkmıştı. “Geceleri onunla uyumaya o kadar alışmışım ki kalbinin ritimlerini duymayınca uykum gelmiyor.”
Mavi gözleri yoğun bir özlemle dalgalandığında bir anlığına gözlerini yummuştu. “Mezarına gidince de kalp ritimlerini duyamıyorum ama onu yanımda hissetmeye ihtiyacım var. Biraz içkinin yardımıyla onun yanında uyuyabiliyorum.”
Burnunun direği sızladığında Karun’un gözleri dökemediği yaşlarla parladı. “Mezarı fazla soğuk ne zaman gitsem üşüyorum.” Boğazında bir düğüm oluşmuş gibi güçlükle yutkundu. “O da üşürse diye ödüm kopuyor çünkü onu ısıtamam.”
Bakışlarını benden kaçırdığında sesi artık daha kısıktı. “Üşürse ısıtamam onu.” İçimi parçalayarak acı çeken gözlerini bana çıkardı. “Nasıl ısıtayım ki?” diye sordu çaresizce. “Artık yaşamıyor.”
Gözlerimin ardı sızlayınca daha fazla dayanamayıp, “Seninle konuşmalıyım,” dedim. Bunu ondan daha fazla saklayamazdım.
Aradan geçen zaman acısını yatıştırır, ona Bige’yi unutturur sanmıştım ama yanılmıştım. Bige’yi unutması şöyle dursun, onun mezarına gitmeyince uyuyamıyordu bile. Karda, kışta, yağmurda ve soğuk ayazda hep karısının mezarındaydı. Ne yazık ki Karun kendine acı çektirmeyi hiç bırakmıyordu. Gerçeği bilmedikçe kendine işkence etmeye son vermeyecekti.
Bige bir yıldır Kadem ile farklı ülkelere seyahat edip duruyordu. Karun’un aksine onun keyfi yerindeydi. Zor olmuştu ama kendini toparlamayı başarmıştı. Her gün Kadem ile beni arayıp orada ne yaptıklarını anlatıyorlardı. Arada çektikleri fotoğrafları bana gönderiyorlardı. Her fotoğrafta Bige’nin gözleri daha canlı bakıyor, gülüşü daha içten görünüyordu. Bakışları artık eskisi gibi ölü ve solgun değildi.
Arkeologlardan oluşan bir seyahat turuna katılıp onlarla araştırmalar yapıyordu. Uzaklaşmak ona iyi gelmişti keyfi yerindeydi ama Karun için işler fazla boktandı. Bir yıllık bir cezanın artık sonuna gelmeliydim. Ona gerçeği söylemek için tam ağzımı açmıştım ki Ümit içeriden çıkınca susmak zorunda kaldım. Böylesine ciddi bir konuşmayı ayaküstü yapamazdım. Bunun için daha sessiz ve yalnız kalacağımız bir yerde olmalıydık.
Ümit bizi karşılayıp içeri davet edince onu takip ettik. Bizim gibi olan piçlerle tokalaşıp bizim için ayrılan yerlere geçmiştik. Gecenin kalanı da ikimiz için çok sıradan geçmişti ama şikâyet edecek durumda değildik. Sıkıcı işlerimizi konuşarak birbirimizin nabzını yokluyorduk. Buradaki herkes son günlerde hastanede hiç çıkmadığımı bildiği için iyi niyet altında ne durumda olduğumu anlamaya çalışıyorlardı.
Sırf hepsine iyi olduğumu göstermek için buraya gelmiştim ama kalbim yine teklerse ne yapardım, hiç bilmiyordum. Bunun olmaması için hemen şu yüzükleri taksınlar istiyordum. Sağlığım iyi durumda olmadığı için uzun süre göz önünde olmamalıydım. İçkimden birkaç yudum alırken, “Yüzükler ne zaman takılacak?” diye sordum sabırsızca. “Sıkılmaya başladım.”
Yanımda durup viskiyi yudumlayan Karun bezgin bir suratla bana baktı. “Biraz daha iyiymiş gibi rol yap birazdan gideriz.” Asıl derdimin ne olduğunu bilecek kadar beni tanıyordu.
“Ne rolü? Ben zaten iyiyim.”
“Evet, bende çok iyiyim.” Viskiyi kafasına dikip hepsini bir dikişte içince boğazını yakan içkiden dolayı yüzünü buruşturdu. “Her gece karımın mezarına gidecek kadar iyiyim.” Başını çevirip gelişigüzel bana baktı. “Sende yakında ölecek birine göre fazla iyisin. Ne kadar iyi durumdayız değil mi?” deyince kahkaha attım. Boktan bir hâldeydik.
“Ne güzel.” Tıpkı bakışları gibi sesi de keyifsizdi. “Hâlâ gülecek bir şeyler bulabiliyorsun.” Ben her durumda gülecek bir şey bulurdum. Onun gibi depresif biri değildim.
Ümit’in kolundan içeri giren Farah’ı görünce, “Nasıl olacak?” diye sordum. Gözlerimi babasının kolundaki kızdan ayırmıyordum. “Nişanlanıyor ama resmi kayıtlarda Gurur’un karısı.”
Karun tiksinti içinde yüzünü buruşturdu. “Babası olacak itin aklından ne geçtiğini nereden bileyim?”
“Bu kız bir Kalender değil mi? Kâğıt üzerinde de olsa sizin gelininiz neden bir şey yapmıyorsun?”
“Ulan ben kendi karıma ne kadar sahip çıktım ki Gurur’un karısına sahip çıkayım? Siktiğim insanları umurumda bile değil!”
“Ama Kalender Beyciğim sende iyice saldın kendini. Bir toparlan, silkelen, kendine gel artık.”
“Beni kendime getirecek tek kişiyi kendi ellerimle bir mezara gömdüm.” Yanımızdan geçen garsondan bir kadeh içki daha aldı. “Kapat artık o sikik çeneni!” diyerek beni tersledi. “Kimseyle uğraşacak durumda değilim.”
“Sence takı falan takmamız gerekiyor mu?”
İnanamayan gözlerle bana baktığında yüz ifadesi fazla komikti. “Amcamın karısını kendi ellerimle gerdeğe sokmamı da ister misin?” dediğinde gülerek başımı iki yana salladım. “Bence biz o işlere hiç girmeyelim.”
Karun’un sohbeti hiç çekilmediği için başımı çevirip Farah Tozlu’ya baktım. Babası onu kadınların yanına bırakıp gittiği için kız yalnız kalmıştı. Farah etrafındaki insanlara ürkek gözlerle bakarken her an odasına kaçacak gibiydi. Bölge liderlerinden birinin kızı olmasına rağmen bizim dünyamızın bir parçası değildi. Kızın hareketleri fazla naif, bakışları da ürkekti. Ona bakınca son üç yıldır neden hiç dışarı çıkmadığını daha iyi anlıyordum. Bu kız güvenli kabuğundan dışarı çıkmaya cesaret edemeyecek kadar hassastı.
Gurur’dan korktuğu için tam üç yıl boyunca evinden hiç çıkmadığı için neredeyse onun yüzünü unutmuştum. Şimdi ona bakınca hiç değişmediğini görüyordum. Siyah saçlarını bir omuzundan sarkıtarak özensizce şekil vermişti. Yüzünde ise makyajdan eser yoktu. Sanki bu onun nişanı değilmiş gibi fazla özensizdi. Üzerindeki uzun, kırmızı elbiseyi ona zorla giydirmişler gibi elbisenin içinde çok rahatsız görünüyordu. Oysaki elbise ona yakışmıştı.
Şimdi düşündüm de bu zamana kadar onu hiç makyajlı görmemiştim. Farah’ın duru bir güzelliği olduğu için makyaja ihtiyacı yoktu. Buğday teni ışığın altında parlayarak dikkatleri üzerine çekiyordu. Tavandaki avize sanki onun ışıltısını ortaya çıkarmak için oraya asılmıştı. Büyük salondaki insanlara baktıkça kıvrımlı kirpikleri titreşiyor, siyah gözlerini korku içinde kaçırıyordu. Yanılmıyorsam henüz yirmi beşine yeni girmişti ama küçük bir çocuk gibi bakışları mahsundu.
Üç yıldır kimse onu görmediği için herkesin meraklı bakışlarının hedefindeydi. Onun bu ürkek hali Karun’un canını sıktığı için kaşlarını çattı. “Dokunsalar ağlayacak durumda,” dedi sinirli bir sesle. “Farah’ın ne kadar asosyal olduğunu bilmeyen yok. Babası olacak piç tüm bu insanlara onu kurbanlık koyun gibi sergiliyor!”
“Bu nişanı istemediğini fazla belli ediyor.” Başımı çevirip etrafıma baktım. “Kiminle nişanlandığını biliyor musun?”
“Melih.”
“Melih?” Kısık bir sesle bir küfür savurdum. “Melih Acar’dan bahsetmiyorsun, değil mi?”
Omuz silkti. “Ta kendisinden.”
“Lan oğlum o herif oğlancı piçin teki değil mi?” Başımı çevirip terleyen bıyıklarını düzelterek Farah’ı izleyen sapığa baktım. “Siktir git adam ellisinde!”
Farah’ı izledikçe Melih’in gözlerinde oluşan edepsiz ifade midemi bulandırmaya başlamıştı. Kızı yaşında olmasını umursamadan Farah’ın göğüslerinin kıvrımına, elbisenin sardığı dik kalçalarına ve yırtmaçtan görünen bacağına bakıp duruyordu. Ela gözleri kızı daha şimdiden soyuyor, aç bakışlarla onu röntgenliyordu. Koca göbeğiyle Farah’ı altında ezecek kadar kiloluydu.
“Bu bir tuzak,” dediğimde Karun’un bakışları ok gibi beni bulmuştu. “Gurur’a kurulan bir tuzak olduğu çok açık değil mi? Ümit biricik kızını böyle bir herife verecek bir adam değil. Bu nişanın amacı Gurur’u buraya getirmek. Eminim nişan haberini çoktan Gurur’un kulağına uçurmuştur.”
Karun kaşlarını çattığında nihayet ne demek istediğimi anlamıştı. “Hanemize biri saldırırsa onu öldürdük diye kimse bizi suçlayamaz!” dediğinde başımı salladım. Bu planında amacı tam olarak buydu. Eğer Gurur buraya gelip olay çıkartırsa Karun bile onu koruyamazdı çünkü haneye destursuz giren Gurur olacaktı.
Bige daha önce malikanede bölge liderlerinden birini öldürdüğünde kimse intikam için onun peşine düşmemişti çünkü Bige hanesini koruyordu. Gurur buraya gelirse aynı şeyi Ümit’te yapacaktı ve Karun istese de bu durum karşısında bir şey yapamayacaktı.
Ümit, Karun’u karısıyla vuracak, raconun bir tek Bige’ye işlemediğini ve herkes için geçerli olduğunu söyleyecekti. Haneye destursuz giren birini öldürdüğü için kimse ev sahibini suçlamazdı. Nişan bu yüzden Ümit’in evinde oluyordu, tüm taşları akıllıca oynamıştı. Burada işler her an karışabilirdi.
Karun’un telaşı yüzünden okunurken kısık bir sesle küfretti. “Gurur’un telefonu kapalı!” Buraya asla gelmemeliydi. Karun telefonu kulağına yasladığında sinirden yumruklarını sıkıyordu. “Nedim gözünüz kapıda olsun. Gurur gelirse sakın içeri almayın, arabasını gördüğünüz an hemen beni arayın!”
“Olayı nasıl çözdüm ama.” Göğsümü kabartarak sırıttım. “Övünmek gibi olmasın ama çok zekiyimdir.”
Amcası için endişelendiğinden dişlerini sıkarak bana tersçe baktı. “Konumuz senin siktiğim zekân değil! Gurur’un buraya gelmesine engel olmalıyız.”
“Mekân avantajı Ümit’te olduğuna göre sikecekler bizi,” diyerek güldüm. “Bu plan için her şeyi düşünmüş olmalı. Evin her yerine acaba kaç adam sığdırdı? İkimizin iş birliği yapacağını tahmin ettiği için bence adam sayısını ona göre ayarlamıştır.” Kendimi tutamayıp kahkaha attım. “Mezarının yanındaki yeri de benim için ayıralım.”
Karun belki gülmedi ama gözlerinde keyifli bir ışıltı geçti. “Güneş gören bir yerde de olsun mu?”
Gülerek başımı iki yana salladım. “Oğlum zaten cehenneme gideceğiz ne güneşinden bahsediyorsun?”
“Mezarımıza birkaç ağaç dikerlerse güneş sıkıntısı olmaz ama cehennem konusunda yapabileceğim hiçbir şey yok.”
“Ceviz ağacı istiyorum o çok büyüdüğü için mezarım hiç güneş görmez.”
“Siktir git lan,” diyerek beni tersledi. “Ceviz ağaçlarının kökü her yere uzanıyor, kökleri benim mezarıma gelirse sikerim belanı! Defne ağacı iyidir, hem kokusu da güzel.”
“Meyve vermeyen bir ağaç istemiyorum.”
“O zaman git başka yere gömül. Mezarın benimkinin yanında olacaksa sadece defne ağacı dikilecek.”
“İncir ağacı nasıl?”
Abartılı bir şekilde yüzünü buruşturmuştu. “Cinlerin üzerimizde dans etmesi için güzel bir seçenek.”
Sırıttım. “Dişi cinlerse ben kabul ediyorum. Eğer birazda dekolteli giyiniyorlarsa istedikleri gibi üzerimde tepinebilirler.”
“Cinlere kadar düştün mü? Şu bir yılda Elay’la hiç mi bir gelişme olmadı?”
“Asıl cin Elay lan! Bugün bir şeyler olur gibi oldu ama yine şeytanlığı tuttu. Bir kadınla yatmayalı ne kadar oldu biliyor musun?”
“Ne kadar oldu?”
“Bir yıl.”
“Benim de öyle.”
“Buradan sağ çıkarsak kulüplerden birine gidebiliriz. Eğlenmeyeli uzun zaman oldu.” Aklıma gelenlerle sırıttım. “Geceyi güzel bir kadının koynunda geçirebiliriz.” Bu konuda ciddi değildim çünkü son zamanlarda düşündüğüm tek kadın Elay’dı.
Karun kaşlarını o kadar hızlı çattı ki mavileri öfkeyle harlandı. “Karımdan başka kimseyi istemiyorum.” Elini kaldırıp hiç çıkarmadığı yüzüğü gözüme kadar soktu. “Saka’yı aldatmam!”
“Oğlum senin bir karın yok!” En sonunda çıldırtacaktı beni. “Karın yok senin! Senin bir karın yok! Artık bir karın yok! Anla lan artık senin bir karın yok!”
Sıktığı yumruğu suratıma geçirmek ister gibi bakarken dişlerinin arasından adeta hırlarcasına, “Bende bitmediği sürece o hâlâ benim karım!” dedi sertçe. Bitmesi mümkün değil dercesine öfkeyle bakıyordu. “O benim karım aksini söyleyen olursa sikerim!”
Ona dik dik bakarken bezgince, “Ama o öldü,” dedim. “Ölü sevici misin sen? Vedalaş artık şu kızla.”
“Ondan şu diye bahsedip siktirtme belanı!” Bir yıllık öfke birikimini benden çıkaracak gibi hiddetlenmişti. “Karımın bir adı var.” Burnundan sertçe nefesini verdiğinde özellikle karım deyip duruyordu. “Birden fazla adı var kullan birini!”
“Bak kalbim tutacak sus artık.” Bana fenalık geçirttiği için elimle kendimi serinletmeye çalışıyordum. “En kısa zamanda tedavi olmalısın, Bige’yi saplantı haline getirmeye başladın.” Beni endişelendirmeye başlamıştı çünkü akıl sağlığı hiç iyi durumda değildi. Ölü sandığı birine olan bu bağlılığı hiç sağlıklı değildi.
Karun tam bir şey söyleyecekti ki herkesin fazla sessizleştiği dikkatimizi çekti. Başımızı çevirince salonda buz gibi bir hava esiyordu. Herkesin gergin bakışlarını takip edince kapının önünde dikilen Gurur’u görünce aynı anda bir küfür savurduk. Arkasında korumalarından bir kişi bile yoktu, üstelik dışarıdan gelen silah seslerini de duymadık. Bu piç kapıdaki adamları geçip nasıl içeri girmişti?
Ümit sanki bu geceyi onu buraya getirmek için düzenlememiş gibi çatık kaşlarla, “Evimde ne işin var?” diyerek hesap sordu. Kalabalığı yarıp öne çıktı ama ne yapacağını kestiremediği için Gurur’a yaklaşmadı. “Derhal terk et burayı!” Piç herif kalabalığa oynuyordu. Onu adamlarıyla öldürtmeden önce gereken uyarıyı yaptığını herkese gösteriyordu.
Gurur’dan bu kadar korkmamızın en büyük nedeni tahmin edilemez biri olmasıydı. Şu zamana kadar etrafımdaki herkes hakkında bir fikir sahibi olmuştum. Onlarla biraz vakit geçirince karakterlerini çözer, davranışlarını analiz edip bir sonraki adımları hakkında fikir sahibi olurdum. Buradaki herkes benim gibi karşısındakini tanıyıp onun hakkında varsayımlarda bulunurdu.
Ancak Gurur Kalender hepimiz için sürpriz bir at gibiydi. Ne zaman şahlanıp durulacağını asla kestiremezdik. Kafası biraz kırık olduğu için hiçbirimiz onun bir sonraki adımının ne olacağını bilemiyorduk. Bizlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya bayılıyordu. Mesela şimdi hepimiz onun burayı dağıtıp olay çıkarmasını bekliyorduk sonuçta bu onun karısının nişanıydı. Hiçbir erkek buna kayıtsız kalamazdı, değil mi?
Fakat Gurur bir kez daha hepimize ters köşe yaparak, “Evine gelen tüm konuklara böyle mi davranırsın?” dedi sakince. “Kızının nişanına davetliyim, Karun’a tüm Kalender’ler katılabilir demişsin,” dediğinde Karun içtiği içkiyi püskürterek çıkardı. Kimse ona öyle bir şey demedi, değil mi?
Ümit’in bakışları Karun’u bulunca cebindeki mendili çıkardı. Ağzını silerken hafifçe öksürüp boğazını temizledi. “Belki de ben yanlış anladım.” Kapıyı işaret etti. “Gitmemizi ister misin?” Gurur piçi başımıza bir bela açmasın diye gitmeye can atıyorduk.
Ancak bu gecenin amacı Gurur’u ortadan kaldırtmak olduğu için gitmemiz Ümit’in işine gezmezdi. İhtiyar kurt Karun’a manidar gözlerle bakıp, “Onun adına kefil olduğunu unutmadım,” diyerek Karun’a geçmişte aralarında geçen konuşmayı hatırlattı. “Amcan kalabilir ama sorun çıkarırsa sen gereğini yapmazsan ben yaparım.” Karun dişlerini öyle bir sıkıyordu ki dişlerinin gıcırtısını duyabiliyordum.
Gurur üzerindeki gözleri zerre kadar umursamadan kalabalığı yarıp yanımıza geldi. Masamızda dururken yeşil gözleri ikimize de pek hoş bakmıyordu. “Siz ikinizi alemin orospusu yapıp çırılçıplak sokakta gezdireceğim!” dediğinde bağırsa bu kadar etkili olabilirdi. “Ne işiniz var lan karımın nişanında?” Cümlesindeki absürtlük beni güldürebilirdi.
“Çıplaklıkla bir sorunum yok.” Sinirleriyle oynayarak sırıttım. “Her zaman soyunabilirim.”
Karun hoşnutsuz bir suratla küçük bir detaya değindi. “Ama alemin orospusu olmakla ilgili ciddi bir sorunumuz var.”
Başımı sallayarak onu onayladım. “Evet,” diyerek kınarcasına Gurur’a baktım. “Düzgün konuş bizimle.”
Silahını çıkartıp masaya sertçe koyunca Karun, “Biz konuşmayalım onunla,” dedi hızlıca.
Gurur’un bakışları sırasıyla üzerimizde oyalanırken yüzünü buruşturdu. “Yan yana gelince sizden salağı olmuyor,” dedi tükürürcesine. “Birbirinizi kötü etkiliyorsunuz biraz ayrı kalın!”
“Şirketlerimiz karşı karşıyayken mi?” diye sordum.
“Ve evlerimiz?” diye ekledi Karun.
“Otellerimiz de karşı karşıya.”
“Bankalarımız da öyle.”
Kendimi tutamayıp güldüm. “Kulüplerimiz de.”
“Fabrikalarımız da öyle.”
“Havaalanları unutmayalım.”
Karun gözlerini kısarak bir süre düşündü. “Kütüphaneler sayılıyor mu?”
“Arsaları da unutmamak gerek.”
“Son aldığımız adaları da dahil et.”
Tam bir şey söyleyecektim ki sustum, Karun’da sustu. Fark ettiğimiz şeylerle yüzümüzü buruşturarak masanın farklı yerlerinde durarak birbirimizden uzaklaştık. Biraz düşününce her şeyimizin karşı karşıya olduğunu fark etmiştik. Bir tek ev ve holding sanıyordum. “Kalender Beyciğim aramıza biraz mesafe koyalım,” dedim tüm ciddiyetimle.
Benimle aynı fikirde olduğu için başını ağır ağır salladı. “Bahsettiğin mesafeyi neden şimdi uygulamıyoruz?” diye sordu sakin bir sesle. “Siktir git masamdan.”
“Bu masaya ilk ben geldim asıl sen siktir git.”
“Konuşmaya devam edecekseniz ikiniz de siktir olup gidin!” Gurur’un kızgın sesiyle aramızdaki söz dalaşını bırakıp ona döndük. Hesap soran bakışlarını görünce omuz silktim. “Seninle bir kan bağım yok istediğim kişinin nişanına katılabilirim.” Bunun için beni yargılayamazdı.
Karun ise bu konuda benden daha rahattı. Ondan beş ay küçük olan amcasına donuk gözlerle bakıp, “Sen bile karının nişanına katılmışken bana kızabilir misin?” diyerek masadaki kadehine uzandı. “Umarım bu nişanın bir tuzak olduğunun farkındasındır.”
“Demek istediği olay çıkarayım deme,” diyerek Gurur’u uyardım.
Gurur tahammülsüz gözlerle bize bakarken kaşları alaycı bir ifadeyle yukarı kalktı. “Diyelim ki birazdan burayı birbirine katacağım.” Masamıza yaklaşan bir garsondan bir kadeh içki aldı. “Siz ikiniz böyle bir durumda ne yaparsınız?”
“En yakın çıkışa doğru koşarım,” dedim.
“Muhtemelen senden daha hızlı kapıya ulaşırım,” dedi Karun.
Gurur sinirden kahkaha attı. “Size güvenebileceğimi biliyordum.”
Başını çevirip gözleriyle kalabalığı taradığında Farah’ı görünce yüzü donuklaştı. Herkes ondan bir delilik beklerken o ruhsuz gözlerle Farah’a bakıyordu. Farah ise korkudan onun dışında her yere bakıyordu. Eğer babasının sorun etmeyeceğini bilse hemen şimdi odasına kaçardı. Gurur’un yoğun bakışlarını üzerinde hissedince başını kaldırıp bizim masaya baktı. Bakışları Gurur’un delici gözleriyle kesişince korku içinde birkaç adım gerilemişti.
Farah’ın korkudan titreşen gözlerini görünce Gurur’un dudağının köşesi kıvrıldı. “Hâlâ fazla korkak,” diye mırıldandı. “Onunla evlenirken acaba kaç doz uyuşturucu aldım?”
“Ya da onu hastanelik ederken?” Karun’un bakışları iğneleyiciydi. “Onu ölümüne komalık etmek için uyuşturucuyu bir hayli kaçırmış olmalısın.”
Karun’un sözleri tüm keyfini kaçırdığı için boğazında hırlar gibi bir ses çıkardı. “Bir bok bilmeden konuşup canımı sıkma benim!”
“Ağır ol yoksa sıkılan sadece canın olmayacak!” Karun kadehi sertçe masaya bırakıp fırtınalar kopan bakışlarını Gurur’a dikti. “Kızı hastaneye ben yetiştirdim lan! Savunulacak bir yanın mı var?” dediğinde Gurur çatık kaşlarla masaya yumruğunu geçirince herkesin dikkati bize kaymıştı.
“İkinizde sakin olun!” Birbirine öldürecekmiş gibi bakan amca yeğenin arasına girip etrafımızdaki insanları gösterdim. “Gidin evinizde dalaşın burası yeri değil.”
Haklı olduğumu bildikleri için neyse ki fazla uzatmadılar. Ümit nişan törenini başlatmak için yanına Farah ve Melih’i de alarak hepimizin onları göreceği bir yerde durdu. İkisinin arasında dururken kalabalığa hitaben, “Hepiniz tekrar hoş geldiniz,” dedi. “Bu gece hepinizin buraya geliş sebebi kızım Farah’ın nişanına eşlik etmek.”
“Eşlik etmek mi?” Gurur masadaki çerezleri ağzına atarken keyifsiz bir şekilde güldü. “Eşlik etmek derken ne demek istiyorsun? Hepimiz mi nişanlanacağız kızınla?” Kahkaha attım rahat durmayacaktı.
Gurur sakince konuşup başıyla Karun’u işaret etti. “Yalnız o hâlâ ölen karısının yasını tutuyor.” Bu seferde beni gösterdi. “Bunun da kalbi atayi bir kızıla.” Şivesi arada kayarken kendisini gösterdi. “Eee bende evliyum.” Başını çevirip ondan ödü kopan insanlara sırasıyla bakmaya başladı. “Var mu ula ona eşlik edecek birileru?”
Kimseden çıt çıkmazken güldüm. “Anlaşılan Melih bu konuda fazla istekli.”
“Doğru dersun.” Gözlerini dikip Melih’e baktığında abaza moruk Gurur’un karşısında ecel terleri dökmeye başlamıştı. “Melih vardur tabii.” Bakışlarıyla onun kalbine korku salarken dudağının köşesi tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldı. “Benum nikahumdaki birini alayi.” Gülerek omuz silkti. “Alsun bakalum.”
Melih yutkunarak gizleyemediği bir endişeyle, “Ümit,” dedi. “Bana sorun olmayacağını söylemiştin?”
Ümit’in bakışları Karun’u bulunca Karun bıkkınlıkla nefesini verdi. “Gördüğün gibi yanımda hiçbir şey yapmadan duruyor. Teoride bir şey yapmadığı sürece ne ben bir şey yapabilirim ne de sen.”
Gurur kahkaha attı. “Bu gece ben bir şey yapmayacağım ki.” Gözleriyle Farah’ı işaret etti. “Ama ondan çok şüpheliyim her an kaçacak gibi duruyor.”
Ümit’in gözleri kısa bir an kızını bulduğunda Farah şaşkın görünüyordu. “Neyden bahsettiğini bilmiyorum baba.”
“Her neyse.” Gurur kadehini eline alarak Ümit’e döndü. “Nişanın şerefine kadeh kaldıracağım. Ne zaman yüzükler takılacak?”
Melih sabırsızca yerinde kıpırdanıp, “Daha fazla uzatmayalım,” diyerek gözleriyle Ümit’i uyardı. Gurur çakır keyifken hemen yüzükleri takıp bu işi bitirmek istiyordu.
Gurur bir türlü istediği gibi burayı birbirine katmadığı için Ümit bozuk bir suratla yüzükleri istetti. Altın bir tepsinin içinde birbirine kırmızı şeritle bağlı yüzükler geldi. Yüzükler geldiğinde bile herkesin kaçamak bakışları Gurur’un üzerindeydi. Biz bile her an bir şey yapacak diye diken üstündeydik. Ancak o, kafayı uyuşturucuyla bulmuş gibi çok rahattı. Belki de kafası gerçekten güzeldi. Karısının nişanına katılacak kadar hasta biriydi.
Karun onun tekrar uyuşturucuya başladığını söylemişti. Aralık ayına girince Gurur uyuşturucu kullanmaya başlıyordu, aralık bitince de tekrar kliniğe yatıp uyuşturucuyu bırakmak için tedavi oluyordu. Bıraktıktan sonra sıradaki aralığa kadar hiç kullanmıyordu ama sonra yeniden başlıyordu. Bu kısır döngüyü yıllardır tekrarlıyordu. Gerçek anlamda bir zır deliydi.
Melih hızlıca yüzüğü parmağına geçirince sıra Farah’a gelmişti. Melih yüzüğü alıp Farah’a döndü ama Farah’ın parmağında zaten bir yüzük vardı. Gurur’un dudakları bir kez daha kıvrıldı. “Sağ eli boş.” Masadaki fındıklardan birkaç tane daha ağzına atarken çok keyifli görünüyordu. “Nişan yüzüğü sağ parmağa takılır yani solda benim yüzüğüm olması sorun değil.”
Gurur her lafıyla onlarla dalga geçip küçük düşürdüğü için Ümit’in yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. “Farah çıkar o yüzüğü parmağından.”
Farah’ın eli parmağındaki alyansa uzanmıştı ki Gurur kaşlarını çatınca elini hemen çekti. Korku dolu gözlerle babasına bakıp, “Ha-hayır,” dedi kısık bir sesle. “Çıkarmayacağım.” Gurur izin vermedikçe o yüzüğü çıkartacak cesareti yoktu.
Ümit, Gurur’a büyük bir nefretle baktıktan sonra Farah’ın üzerine yürüyüp, “Sana çıkar dedim!” diyerek ona sesini yükseltince Gurur’un masadaki eli yumruk oldu. “Karıma bir daha sesini yükseltirsen o ağzını siker, dilini burun deliklerinden çıkartırım!” Bir anda gerginlik hat safhaya yükselmişti.
Karun ile yerimizde rahatsızca kıpırdanırken Gurur’un bakışları Ümit’in üzerindeydi. “Kızın olması sikimde değil, o benim karım!” Başıyla masada duran silahını gösterdi. “Rahat durmanı tavsiye ederim. Bir kez elime silah aldığımda boş indirdiğim hiç görülmemiştir.”
“Haddini aşıyorsun, Gurur!” Ümit artık sinirden zangır zangır titriyordu. “Benim evimde bana posta koyamazsın!”
“Sikerler lan evini!” Bunalmış gibi ceketini çıkardı. “Eviymiş ben sana bu evi zehretmesini de bilirim ama...” demişti ki aklına gelenler şeytanlıkla sustu. Başını çevirip önce etrafına baktı, daha sonra Ümit’e ve en sonunda da Farah’a. Ne düşünüyorsa hınzırca sırıttı. “Buraya taşınıyorum.” Ve Karun bir kez daha içtiği içkiyi püskürterek çıkarmıştı.
Buraya derken?
Ümit’in evine taşınmaktan mı bahsediyordu?
Herkes afallayarak ona bakarken ben ve Karun’un yüzünde gözle görülür bir dehşet ifadesi vardı. Karun şoke olmuş bir hâlde akıl hastası amcasına bakıyordu. “Ümit’in evine içgüveysi olarak mı giriyorsun?”
“Ne içgüveysi ula?” diyerek sırıttı. “Benum yerum karimin yani değul midur?”
“Karinin yeru senun yanundur piç!” diyerek kaşlarını çattı. “Kızı çok mu isteysun? Oni de alıp gidelum ama sen buraya olmazsun.”
“Neden olmayim?” Gurur rahatlığıyla hepimizi deli ederken gülerek omuzlarını silkti. “Bence ben her yere çok güzel yakişayim.”
“Gurur delurtmeyesun benu! Karun Kalender’in amcası içgüveysidur dedurtmem!”
Dişlerini göstererek sırıttı. “Amcan olduğumi kabul ettun.”
“Ula ben ne deyum sen ne deysun!” Karun kaşlarını çattığında sinirden dişlerini sıkıyordu. “Benumle geleceksun!”
“Gelmiyim da!” Başıyla kızgınlıktan küplere binen Ümit’i gösterdi. “Eviymuş, ben göstereceğum ona evuni!”
“Benim evimde yaşamayacaksın!” Ümit kızgın bir sesle bağırınca Gurur güldü. Kendi gibi herkesi delirtmeyi çok sevdiği için etrafındakilerin öfkesiyle besleniyordu. “Karımı kendi evime götürmemi ister misin?” Gözleri tehlikeyle parladı. “Kafamı bozarsan karımı alıp giderim ve sen bile bir şey yapamazsın. O siktiğim raconları bir erkek karısını aldığında hakkında infaz kararı çıkartamıyor!”
Gurur omuzlarını dikleştirip alelade bir şekilde Ümit’i tehdit ediyordu. “Kızını alıp gidersem kim beni durdurabilir?” Bu durumda kimse.
Ümit’in gözlerinin içine tehlikeli bir ifadeyle baktığında bakışlarında kinaye vardı. “Benimle en son aynı evin içinde kaldığında kızını ne hâlde bulduğunu hatırla bakalım.” Farah’a yaptığı işkenceleri hatırlatınca Ümit’in yüzündeki kılcal damarlar bile sinirden şişmişti.
Farah’ın gözlerinden birkaç damla yaş süzüldüğünde, “Baba n’olur,” diyerek ona yalvardı. “Beni onunla gönderme.”
Gurur, Farah’ın gözyaşlarından zerre kadar etkilenmeden Ümit’in üzerine gitmeyi sürdürdü. “Ya karım benimle gelir ya da ben bu evde yaşarım.” İşte bu yüzden kimse Gurur’a bulaşmak istemezdi çünkü canını sıkanların üzerine karabasan gibi çökerdi. Ümit onun nişanlısını öldürdüğünden beri üç yıldır Tozlu ailesinin yakasından düşmemişti. Düşecek gibi de görünmüyordu bu piçin intikam anlayışı uzun vadeliydi.
Ümit çok düşündü ama bu işin içinden çıkamadı çünkü Gurur’un karısını alıp bu evden gitmeye hakkı vardı. Evli oldukları sürece bu konuda kimse onun karşısında duramazdı, Ümit bile. Bu geceki planı Gurur’dan kurtulmaktı ama Gurur, yine herkesi yanıltıp beklenmeyen ataklarda bulunmuştu. Şimdi Farah’ı alıp gitse ne Ümit ne de adamları ona bir şey yapamazdı çünkü tüm mafya adamları buradaydı.
Karısını götürüyor diye Ümit ona zarar vermeye kalkışıysa Karun’a amcasını savunacak hak doğardı. Üstelik kuralları çiğneyenler onlar olmadığı için masadaki diğer adamlarda Gurur ve Karun’un yanında olurdu. Ümit tüm bunları düşündüğü çin omuzları yenilgiyle düşmüştü. Kendi kazdığı çukura düşerken tükürürcesine, “Burada kalabilirsin!” dedi. Bu gece Gurur, Ümit’i kendi çöplüğünde mat etmişti.
“Doğru kararı vereceğini biliyordum.” Gurur rahatlığını sürdürerek çıkardığı ceketi Farah’a uzattı. “Odamıza götür.”
Farah dehşete düşerek gözlerini irice açtığında şaşkınca Gurur’a bakıyordu. “Aynı odada mı kalacağız?”
“Karımla aynı çatı altındayken sikseler başka bir odada kalmam.” Baba kız onları delirterek ceketini işaret etti. “Odamıza götür.”
Farah korku içinde babasına bakınca Gurur nefesini bıkkınlıkla verdi. “Seni yaptıklarına göre baban da anandan ayrı bir odada kalmıyor, Farah Hanım.”
“Baba!” Hızlı adımlarla babasının koluna yapışmıştı. “Onunla aynı odada kalamam.” Küçük bir çocuk gibi babasının kolunu çekiştirip, “Kriz geçirdiğinde nasıl bir şeye dönüştüğünü bilmiyorsun,” diyerek ona yalvardı. “O gerçekten bir akıl hastası, ateş gördüğünde çıldırıyor!”
Alınganlık yapmak yerine Gurur sırıttı. “Duydun, Ümit,” diyerek onların damarına basmaya devam etti. “Evde ateş istemem yoksa yapacaklarımdan ben sorumlu değilim.” Herifteki rahatlık bende bile yoktu.
Onlara doğru yürüyüp ceketini Farah’a uzattı. “Tut şunu.” Farah’ın ondan ödü koptuğu için bir kez daha söyletmeden hemen ceketi almıştı.
Gurur yönünü Melih’e çevirdiğinde o kadar sakindi ki yüzünde en küçük bir kas bile oynamıyordu. “Sana gelirsek...” Bir anda silahını ona doğrultup Melih’i tam alnından vurdu. “Bir dahaki sefere kimin karısına göz koyduğunu iki kez düşün! Gurur Kalender’in karısına yüzük takabilecek adam varsa buyursun gelsin, alnından öperim!” Öpme şeklinin alnından vurmak olduğunu artık hepimiz biliyorduk.
Son olarak Gurur’un gözleri Farah’ı bulunca Farah korkudan bembeyaz kesilip, “Sa-sana yolu göstereyim,” dedi aceleyle. “Yorgun olmalısın biraz dinlen.”
Farah’ın U dönüşüne gülmemeye çalışarak yanaklarının içini dişledi. “Karim da beni pek düşüneyi,” diyerek onun peşine takılmıştı. Karı koca salondan çıkınca hepimiz şoke olarak birbirimize bakıyorduk. Herif hem Melih’i öldürdü hem de kapağı eve atmıştı.
Ümit’in gazap dolu bakışları Karun’u bulunca Karun masadaki fındıktan bir avuç aldı. “Ailenden birine zarar vermediği sürece ona bir şey yapamam.” Gecenin sonuna geldiği için kapıya doğru yürürken omuz silkti. “Melih ailenden biri değildi.”
Bende güllü lokumlardan bir tane alıp onun peşinden kapıya yürüdüm ama Ümit’in önünden geçerken, “İyi denemeydi,” diyerek güldüm. “Küçük tuzağın sayesinde artık deli damadınla aynı evde yaşayacaksın.” Bu evde yaşanacakları hayal edince kahkaha attım. “Evde sakın ateş yakmayın.” Bu evde kalıp Gurur’un Tozlu ailesini nasıl çileden çıkardığını görmek isterdim.
Dışarı çıktığımda Karun’u arabasına binerken gördüm. “Bir şeyler içer miyiz?”
Başını sallayarak teklifimi kabul etti. “Vera’ya gidelim.” Diğerleri gibi bana kalleşçe bir tuzak kurmayacağını bildiğim için ona ait bir kulübe gitmeyi sorun etmiyordum.
Arabaya geçince kısa süre içinde yola çıktık. İkimizde kendi arabalarımızdayken peşimizde uzun bir konvorla yola çıkmıştık. Çakarlı araçlar adete yolu yararak ilerliyordu. Arkama yaslanarak gözlerimi biraz dinlendirmek için yumdum. Gurur’un bize yaşattığı stresten sonra bu gece biraz içmeye ihtiyacım vardı.
Elay’dan gelen mesajla başımı eğip yazdıklarını okumaya başladım. ”Bu gece nöbetim var sabah gelirim, uyumadan önce ilaçlarını kullanmayı unutma. Bu arada... Yarın Kadem ve Bige ilk uçakla eve dönüyor. Üzgünüm ama gerçeği daha fazla onlardan saklayamazdım.” Gerçeği mi? Kaşlarım çatılmıştı onlara sağlık durumumdan mı bahsetti?
Ona karışmamasını söylemiştim! Ben Karun’a gerçeği söylemeden Bige’yle karşılaşmamalıydı. Ya da karşılaşsınlar umurumda değil, zaten yakında öleceğim bana ne yapabilir ki?
***
Kulüpteki özel locamızda birlikte içerken Karun daha şimdiden sarhoş olmaya başlamıştı. “Bir yıl oldu,” diyerek başını ağır ağır salladı. “Cehennem gibi geçen koskoca 365 gün.” Göğsü sıkışır gibi olunca yüzünde acı dolu bir ifade belirdi. “Onu o kadar çok özledim ki burada olsa yokluğundan utanırdı.”
Ona Bige’nin ölmediğini, yarın Türkiye’ye döneceğini söylemek istedim ama yapamadım. Bunu nasıl ona söyleyeceğimi bilmediğim için onların işini kadere bıraktım. Er veya geç ikisi karşılaşırdı elbet. “Onu neden boşadın?” Bir yıl sonra ilk kez ona bu soruyu sordum.
Karun kalbi ve ruhu olmayan bir adamın gözleriyle bana baktı. “Annesini Hector’dan geri almak için.” Vücudum artçı şoklarla sarsılırken donup kalmıştım. “Begüm Saka yaşıyor mu?” Bige’nin annesi ölmemiş miydi?
Karun başını sallayarak nefesini yorgunca verdi. “Carlos bir gün onu ailesine karşı kullanmak için kadını öldü göstermiş.” Dehşet içindeydim böylesine kalleşçe bir şey beklemiyordum. Bir anneyi evlatlarından ayırmışlardı.
“Bu yüzden mi Bige’yi boşadın?” Siktir! Kendimi boktan hissediyordum. Karun’un gerçekten de bir suçu günahı yoktu. Ona atacağım en büyük kazığı atmışken şimdi yüzüne bakmaya bile utanıyordum.
“Saka annesini öldürdüğünü sanıyordu.” Mavilerine toplanan yaşlara direnirken omuzları yenilgi içinde çökmüştü. “On üçüncü doğum gününde anne ve kızlarını kaçırmışlar. Annesinin de içinde olduğu yüzü kapalı üç kadını onun karşısına çıkardıklarını kumarhanede aldığımız kayıtlarda izledim. Annesi ve ablasını kurtarmak için o kadınları vurmaya onu zorladılar.”
Karun’un gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünde ne yapacağımı bilmiyordum. “Çok ağırdı lan, çok ağır. İzlerken ben bile dayanamadım o nasıl dayandı bunca şeye?”
Kanım donarken ne diyeceğimi bilemedim. Böyle bir durumda ne denir ki? Ablası ve annesini kurtarmak için o kadınları vurmuştu, değil mi? Karun’un bakışları bunu doğruluyordu. İçlerinde annesinin de olduğunu bilmeden tetiğe basmıştı, sonra da ona annesini öldürdüğünü düşündürttüler. Bu kız yıllardır böyle bir vicdan azabıyla mı yaşıyordu? Siktir! Çok ağır!
“Her gece annesini sayıklıyordu.” İçimde artık Karun’a karşı zerre kadar kızgınlık kalmazken kendimi ona nasıl affettireceğimi düşünmeye başladım. “Ona annesini vermek istedim söylesene sen yerimde olsaydın nasıl bir yol izlerdin?”
“Bir an bile düşünmeden Hector’u bulur ve bir anlaşma yapmaya çalışırdım,” dedim.
Böyle bir durumda yapılacak tek şey buydu çünkü onu silah zoruyla alamazdık. Kadını yıllarca saklıyorlarsa onu bize vermek yerine öldürmeyi tercih ederlerdi. Ellerindeki kozun ne kadar değerli olduğunu bildikleri için onu en iyi şekilde kullanmak isterlerdi. Bu işler böyle yürürdü. İstediğin şeyin büyüklüğüne göre büyük bedeller öderdiniz.
İkimizde işlerin nasıl yürüdüğünü iyi bildiğimiz için böyle durumlarda yapılacak tek şey karşı tarafla bir anlaşma yapmaktı. “Aynı şeyi yapardım,” dedim isteksiz bir sesle. “Kadının yeri bilinmiyorsa yapılacak tek şey bir anlaşma.”
Karun bana öyle bir baktı ki bu onda şimdiye kadar gördüğüm en yıkıcı bakıştı. “O anlaşma benden karımı aldı.”
Dudaklarını birbirine bastırarak kendini susturmaya çalıştı ama alkolle gevşeyen vücuduna daha fazla direnç gösteremedi. “O son bakışı aklımdan çıkmıyor.” İçini titreten acı gözyaşına dönüşerek bir kez daha yanağından süzülmüştü. “Gözlerindeki o mahzunluk, dökemediği yaşların parıltısı ve veda eden ifadesi... Ölüm gibiydi lan!” Gözlerini yumarak başını salladı. “Ne yaşayabiliyorum ne de ölebiliyorum. Sikeyim araftayım.”
Burnumun direğini sızlattığı için yüzümü ovuşturarak kendime gelmeye çalıştım. “Peki, Begüm Hanım’ı aldın mı?”
“Evet.”
“Nerede şimdi?”
“Yıllarca neredeyse orada.” Masadaki sigara paketine uzanıp son bir yıldır yaptığı gibi kendini biraz daha sigarayla zehirledi. Karun otuz yıl boyunca ağzına sigara sürmemişti ama bir yıldır hep içiyordu. Artık sigara tiryakisiydi.
Sigarayı yakıp içine bir nefes çekerek bana baktı. “Kadının bir ailesi var,” diyerek beni şaşırttı. “Carlos’un yanındayken gördüğü işkenceler sonucu hafızasını kaybetmiş. Onlardan kaçmayı başardığında ona yardım eden bir adama âşık olup onunla evlenmiş. Marasliyan’lar onu tekrar bulduğunda Beliz Sümer olarak bir adamın karısıymış. Begüm Hanım’ın nerede ve kiminle olduklarını bildikleri için hiç müdahale etmeden geri dönmüşler. Onların işine yarayacağı gün gelene kadar onu yeni ailesiyle bırakmışlar.”
“Siktir lan! Kadın yaşıyor ve yıllarca dışarıda gününü gün mü ediyor? Oğlum ailesi burada ne hâlde, hepsi parçalanmış durumda!” Annesi yaşıyorken Bige annesiz kalmıştı. En kötüsü de yıllarca kendisini annesinin katili sanmasıydı!
“Hiçbir şey hatırlamadığı için ona kızamayız.” Karun bunları söylerken fazla hissiz görünüyordu. “O adamdan da on yaşlarında bir kızı var.”
“Burada da iki kızı var!” Bige hâlâ kendini annesinin katili sanıyordu çünkü onun yaşadığını bile bilmiyordu.
Öfke Karun’un koyu mavi gözlerine hırçın bir ifade katarken bakışlarını benden çekti. “Sonuç odaklı bakarsak annesini buldum ama bunu Gurur, Çağıl ve Gazel dışında kimseye söylemedim!” İçki kadehinden sert yudumlar alarak başını kaldırdı. “Söylesem ne olacak ki? Herkesin hayatının içine eden Asım Bey yüzünden zavallı kadının yeni düzeni de yıkılsın mı?” Asım Bey’e duyduğu nefret gözlerinden okunuyordu.
“Gazel’in ne hale geldiğini gördüm.” Gazel’den bahsedince yüzünde hisli bir ifade belirmişti. Sanki ona acıyor ve onun için üzülüyordu. “Yıllarca annesi için Marasliyan’ların oyuncağı oldu ve geçen yıl annesinin yeni bir ailesi olduğunu öğrendi.” Bunun ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezdim.
“Bir yıldır annesini bir yabancı gibi uzaktan izliyor,” dediğinde bakışları çok uzaklara dalmıştı. “O küçük kızın saçlarını okşamasını, onu okula götürmesini ve ona gülümsemesini uzaktan izleyip duruyor. Çok boktan bir durum lan!” Gazel için bile üzüleceğimi hiç düşünmezdim. “Gazel annesini bulmak için yıllarca Carlos’un tecavüzlerine uğradı, karşılığı bu olmamalıydı.”
“Sikeyim!” Masadaki kadehi alıp sert içkiden birkaç yudum aldım. “Ailenin tüm fertleri ağır hasarlı.” Saka kardeşler bir yıkıntıdan ibaretti. Neresinden tutsan enkazı elinde kalıyordu.
“Hector yaşıyor mu?” diye sorduğumda başını salladı. “O piçe kolay bir ölüm yok!” Gözlerinde karanlık bir ifade geçtiğinde masadaki elini sıkıyordu. “Teşkilatını çökerttim ama hıncım geçmedi. Gözlerinin önünde kız kardeşini bile öldürdüm ama içim hâlâ soğumadı.”
“Kızı ne diye karıştırdın?”
“Marasliyan orospusunun abisinden kalır bir yanı var mıydı sanıyorsun? El altında küçücük kızları pazarlayan o kadın çok bile yaşadı!”
“Olan olmuş artık.” Derin bir nefes alıp dağılmış halini gösterdim. “Senin de artık kendini toparlaman gerekiyor.”
“Ölü diriltmek gibi bir gücün yoksa siktir git!” deyince güldüm. Bu dediği şey o kadar da imkânsız görünmüyordu.
“Onu bu kadar sevdiğini bilmiyordum.”
“Bende,” dediğinde bakışları özlem doluydu. “Hayatımı sikti.”
Karun bir süre sessiz kaldığında yanımızda geçen bir garsonun adımlarına dikkat kesilmişti. Tuhaf gözlerle kadının ayağındaki ince topuklu ayakkabılara bakıyordu. “Ne zaman bir ayakkabının topuk tıkırtısını duysam aklıma o geliyor ama hiçbir topuk tıkırtısı onunkiler gibi davetkâr değil.” Gözleri uzaklara daldığında mavileri onunla olan anılarını düşler gibi bakıyordu. “Yürüyüşünde bile ayrı bir zarafet vardı.”
“Topuk tıkırtısına kadar düştük öyle mi?”
Bakışları durgunlaştığında parmağındaki evlilik yüzüğüne bakıyordu. “Ne kadar düştüğümü bilemezsin.” Yutkunduğunda içinin sızısı mavilerine yansıyordu. “O dudaklarıma gülmeyi unutturdu, gözlerime de ağlamayı öğretti.”
“Başka bir kadınla denemeyi hiç düşünmedin mi?” Bige’yle birbirlerine çok zarar veriyorlardı eğer olmuyorsa zorlamanın bir anlamı yoktu. Belki farklı insanlarda mutluluğu yakalarlardı.
Karun’un başka bir kadını aklının ucundan geçirmediğini görebiliyordum. “Ismarlama aşklara ihtiyacım yok.” Biten sigaranın izmaritini masadaki kül tablasına bastırdığında iç çekmişti. “İstediğim tek kadın toprağın altında.”
Karısının özlemiyle dudakları kıvrılır gibi olmuştu ama gülmemişti. “Ne zaman bana arkası dönük kahverengi saçlı bir kadın görsem o sanıyorum ve baktığım tüm o kahve gözlerde onu arıyorum. Bir kadının kırmızı rujunda, giydiği topuklu ayakkabısında, şen kahkahasında bile onu arıyorum.” Kendine acır gibi başını iki yana salladı. “Çıldırmak üzereyim.”
“Psikoloğa gitmelisin.”
“Siktiğim psikologları bana karımı veremez!” Baş ağrısı çekiyormuş gibi elleriyle kafasına sertçe baskı uyguladı. “Hiçbir uyku ilacı mezarı dışında bir yerde beni uyutamıyor.” Başını omuzuna doğru eğip kısık gözlerle baktığında aslında tek istediği birilerinin onu anlamasıydı. “Uykumda da rahat bırakmıyor. Sürekli bana gülümseyen halini görüyorum ama ona dokununca...” Gözleri bir kez daha yaşlarla dolduğunda yenilgi içinde bakışlarını kaçırmıştı. “Kollarımda ölüyor. O kadar çok ölüyor ki her gecenin sabahında karımın ölümüyle gözlerimi açıyorum.”
Anlattığı her şey içimdeki suçluluk duygusunu arttırıp beni kıvrandırıyordu. Ona karşı hiç olmadığım kadar mahcuptum. “Varsayalım ki yaşıyor?” dediğimde boğazı düğümlendiğinde bir süre hiç konuşamadı ama daha sonra, “Keşke...” dedi. Tek bir iç çekişi kim bilir kaç kalbin ölümüydü. “Keşke yaşasaydı da yine hayatımda olmasaydı.” Buruk bir şekilde gözlerime baktı. “Bana yakın bir ölü olacağına benden uzakta atan bir kalbi olmasını isterdim.”
“Bu seni daha fazla üzmez miydi?”
“Ölümünden daha fazla üzemezdi.”
Bakışlarım kısıldı. “Yani yaşasaydı ondan vazgeçerdin?”
Beni şaşırtarak yavaşça başını salladı. “Benim yüzümden kalbine giren o kurşundan sonra o isteseydi bile onunla olmazdım. Yokluğu bana çok şey öğretti.” Karun’un düşüncelerinin dikkat çekecek bir olgunluğa eriştiğini inkâr edemezdim. Artık ilgilendiği kendi mutluluğu değildi.
“Benim yüzümden iki kez intihar etmişken yaşasaydı üçüncüsü olmasın diye ondan uzak dururdum.” Zoraki bir kabullenişle omuz silkti. “Bensiz daha mutlu olacağını biliyorum zaten o benim gibi değil ki çok kolay unuturdu beni.” Onun dudaklarından dökülen bu sözler benim ciğerimi yakmıştı. Belki de canımı bu kadar yakan şey haklı olmasıydı. Karun henüz bilmiyordu ama Bige onu unutmuş gibiydi.
Karun’un bir yıldır dudakları bile kıvrılmazken Bige artık gülümsüyordu. Karun karda kışta onun soğuk mezarında uyurken Bige, sıcak yatağında gözlerini yumuyordu. Karun onun yasını tutarken Bige bir yıllık tatilinin keyfini fazlasıyla çıkarmıştı. Onca yaşadıklarından sonra ona kızamazdım, mutlu olup hayatını yaşamak hakkıydı. Ancak göz ardı edemeyeceğim tek gerçek Bige’nin kalbine sıkılan kurşunun Karun’un hayatını bitirmesiydi.
Bige tarafından unutulmak bile onun için ölümle eşdeğerdi. Onun çektiği acıyı görüyor, duyuyor ve gerçeği ondan gizliyorduk. Bige’yi görünce ne olacaktı? Sormaz mıydı, bunca zamandır neredeydin diye? Onun da dediği gibi araftaydı. Düştüğü bu çıkmazdan onu nasıl çıkartacağımızı bilmiyordum.
Karun’a bu kadarını yapmamalıydım. Kendini bu denli dağıtacağını bilseydim Allah şahidimdir ki Bige’yi ölü göstermezdim. Bunca yıllık tanışıklığımızda Karun’a indirdiğim en sağlam darbe bu olmuştu. Gerçeği öğrendiğinde aramızdaki tüm muhabbetin son bulacağını biliyordum. Ona yaptığım bu şeyin bir affı yoktu, bana yapılsaydı ben bile affetmezdim. Karun ise asla affetmezdi bu piçin en kötü huyu çok kinci olmasıydı.
Geceyi noktalamak için ceketini alıp sarhoş vücudunu güçlükle ayağa kaldırdı. “Geç oldu,” dediğinde sarsak adımlarla locadan çıkıyordu. “Saka beni bekler...”
O mezarın boş olduğundan habersiz yine onun mezarına gidiyordu. Aslında mezarın içinde biri vardı ama o Bige değildi. Karun’un arkasından bakarken, “Bu sefer başına çok büyük bela aldın, Duha” diye mırıldandım. Bige yarın geliyorken uzun süre gerçeği Karun’dan gizleyemezdim. Bu herif belamı sikecekti.
Her halta karışırsam böyle olurdu.
Yorumlar