“Sana her baktığımda aşkı hissediyorum, gözlerine baktığımda ise yok oluşu. Söylesene, sendeki bu nasıl bir çelişki?”
Tüm bu insanların masadaki etten uzak durmasının nedeni yemeğin zehirli olduğunu düşündüklerini sanmıştım. Gurur’un önüme zehirli bir yemek koymayacağından çok emin olduğum için tabağımdaki eti yemiştim. Ta ki Karun bana dünya üzerindeki en garip soruyu sorup, ”Kimi yedin sen?” diyene kadar. Neyi yedin değil, kimi yedin demesi beynimde balyoz etkisi yaratmıştı.
Buradaki insanlara çuvalladığımı göstermemek için ikinci tabağı istemem ise herkesin gözünde beni bir yamyam gibi göstermişti. Neyse ki Gurur benim için ikinci tabağı getirtmemişti. Masadaki insanların fısıldayarak bana bakması ve Karun’un yamyam görmüş gibi davranması beni deli ediyordu. Gurur buna bir son vermek için nefesini bıkkınca verdi. “Canim sıkılayi ve kabul edun eğlenceli değulsunuz.”
Geçen her dakikayla masadakilerin gerginliği arttığı için bölge liderlerinden Sadri kaşlarını çattı. “Buradan çıkınca üzerine tüm şarjörü boşalttığımda ne kadar eğlenceli insanlar olduğumuzu göreceksin!”
Gurur onu zerre kadar ciddiye almadığı için gözlerini devirerek, “Eminum yaparsun Sadri efendi,” diyerek ona yaklaşan iri korumasına baktı. Uzun boylu dev gibi bir adam elindeki metal kutuyla Gurur’a yanına gelmişti. “Abi,” diyerek kutuyu masaya bıraktı. “İlaç saatin geçiyor.”
Gurur içinde ilaçlarının olduğu kutuyu elinin tersiyle iterek, “Geçsun,” dedi rahatça. “Daha sonra kullanayim.”
Masadaki o sarışın kadın tiz sesiyle bağırıp, “Ne demek daha sonra kullanırım!” diye cırladı. “Zaten kafan kırık geziyorsun bir de o ilaçları aksatırsan hiç çekilmezsin!”
Kadının cırtlak sesi Duha’ya battığı için dişlerini sıkarak, “Kemal sustur şu karını!” diyerek yüzünü buruşturdu. “Bok gibi paran var şu karının ses tellerini yaptırmak aklına gelmiyor mu?”
Masadaki herkes çok agresif olduğu için Kemal denen bölge lideri kaşlarını çattı. “Karım değil sevgilim lan!” Gece boyunca Duha dakika başı Kemal sustur karını dediği için adamın gri gözleri kararmıştı. “Karım ve sevgilimi birbirinden ayırt edemeyecek kadar çok mu içtin!” Pişkinliğin bu kadarına da pes doğrusu.
Abartılı bir şekilde öğürerek, “Midem bulandı,” dedim. Bölge liderlerinden birine doğrudan saldırdığımı umursamadan gözlerimi Kemal denen ihtiyara diktim. “Ama yediğim etten değil bu masadaki insanların şerefsizliklerinden.” Keşke karısı da aynısını ona yapsa.
Karısı evde dururken metresiyle aynı masada oturan Kemal, gözlerini bana dikerek tam bir şey söyleyecekti ki Karun belindeki silahı çıkartıp sertçe masaya koydu. Bu apaçık bir tehdit olduğu için Kemal dudaklarını birbirine sımsıkı bastırarak sustu. Ancak ters bakışlarıyla bana öldürecekmiş gibi bakmayı sürdürdü. Ortalığı kızıştırmaktan başka bir şey yapmadığım için Karun uyaran gözlerini bana dikip, “Rahat dur,” dedi soğuk bir sesle. “Bu masadaki herkesi bana kırdırmak istemiyorsan rahat dur.”
İçerisi yeterince gergin olduğu için sessiz kalarak önüme döndüm. Gurur ayağa kalkarak arkasındaki korumaya dönünce adam başını sallayarak dışarı çıktı. Bir süre sonra daha fazla adamla içeri girdi. Masanın diğer ucuna hepimizin görebileceği bir projeksiyon kuruldu. Gurur ellerini masaya bastırarak öne doğru eğildi. “Hayde biraz eğlenelum.” Dudakları şeytani bir ifadeyle kıvrıldı. “Gece daha yeni başlayi” İçeride bir anda buz gibi bir atmosfer oluşmuştu. Ne planlıyordu?
Gurur ona uzatılan başka bir kumandayı eline aldığında Karun cebindeki sigara paketini çıkardı. Çakmağı daha yeni çıkarmıştı ki masadaki herkes ona bakıp bir şey anlatır gibi öksürünce kahkaha attım. Karun o çakmağı yakarsa ateş görmekten nefret eden Gurur’un iyice zıvanadan çıkardı. Karun bile tedirgin olarak Gurur’a bakıp elindeki çakmağı gösterdi. “Gözünü kapat lan sigaramı yakacağım,” dediğinde kıkırdadım. Amcasından korkması çok tatlıydı.
Gurur ona baygınca bakıyordu. “O kadarcık ateş beni rahatsız etmez.”
“Emin misin?” diye sordu Duha. “Kriz geçirip bize saldırma ihtimalin de var.”
Masadaki kadınlardan biri ürkerek Karun’a bakıp, “O çakmağı yakma,” diye fısıldadı. Gurur duymasın diye kısık bir sesle konuştuğunu zannediyordu ama buradaki herkes onu duyuyordu. Masada öne eğilip, “Ateş görünce kuduz köpekler gibi etrafına saldırdığını görenler var,” dedi alçak bir sesle.
“Erkek görünce saldıranlardan daha iyi değil mi?” Bu ses hiç ummadık birinden çıkmıştı. Hatta o konuşunca Gurur bile afallayarak hızla yan tarafına bakmıştı. Evet, bu konuşan Farah’tı.
Farah o ürkek halinden çıkıp Gurur için kuduz köpek benzetmesi yapan kadına dik dik bakıyordu. “O dilini ağzının içinde tut, Beste Hanım,” dediğinde ses tonu fazla tehditkârdı. “Aksi takdirde bir daha konuşacak bir dilin olmayacak.” Vay canına, Farah’tan beklenmedik bir atak.
Beste denen kadın şuh bir kahkaha attı. “Bak sen şu bey kızına,” diyerek alay etti. “Yanında baban ve deli kocan varken sen konuşur muydun?”
Ümit Bey tam ağzını açmıştı ki Gurur çatık kaşlarla ona küçük bir işaret yapıp onu susturdu. Beste Hanım’a müdahale etmiyordu çünkü Farah’ın yardım almadan kendini savunmasını istiyordu. Farah onunla alay eden kadının ağzının payını verecek cesareti gösteremedi. Bakışlarını kaçırması Gurur’da büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu masadaki herkes ondan korkarken karısının da buradaki herkesten korkması canını sıkmıştı.
Masadakileri göz hapsine alırken artık Farah’a bakmıyordu. Sanki onun umutsuz bir vaka olduğunu kabullenmiş gibiydi. Farah ona bakınca artık Gurur’un ona bakmadığını gördü. Korkaklığı yüzünden Gurur’un ona yüz çevirdiğini düşünmüş olmalı ki göz bebekleri titreşti. Neden umursuyor, bilmiyorum ama Gurur’un ona sırt çevirmesinden oldukça incinmiş görünüyordu. Somurtarak, “Eve gitmek istiyorum,” dedi.
Gurur onun dışında her yere bakarken korumalarına döndü. “Farah Hanım’ı evine götürün.” Sesi buz gibiydi.
Gurur’un gitmesine izin vermeyeceğini düşündüğü için eve gideceğini söylemişti. Ancak Gurur onu görmek istemiyormuş gibi davranınca, “Kalacağım,” dedi bu seferde.
Gurur ısrarla ona bakmayıp omuzlarını kaldırıp indirdi. “Ne istiyorsan onu yap.”
Herkesin içinde kocası tarafından yok sayılmak Farah’ı delirtmişti. Sandalyesinden sertçe kalkarak buradaki herkesin aklını başından aldı. Kimse patlamayınca onun sandalyesinde de bomba olmadığını anlayıp rahatladılar. Aksi takdirde kendisiyle birlikte herkesi havaya uçururdu. Farah bombayı hatırlasaydı asla yerinden kalkmazdı ama onun o sandalyeden kalkma sebebi farklıydı. Gurur’un soğuk tavırlarına sinirlendiği için yerinde fırlayıp az önce onunla alay eden Beste Hanım’ın yanına gitti.
Hepimizi hayretler içinde bırakarak kadının ensesindeki saçları kavrayıp suratını masaya çarptı. Kadının yüzünü tabaktaki ete bastırıp, “Babam ve deli kocamın yanında böyle şeyler yaptığım da oluyor!” diyerek çatık kaşlarla Gurur’a döndü. “Şimdi oldu mu?”
Ümit Bey şoke olarak kızına bakarken Gurur’un dudağının kenarı yavaşça yana doğru kıvrıldı. “İşte şimdi oldu.” Utanmasa kahkaha atabilirdi. “Buraya gel, Farah,” diyerek ona elini uzattı.
Farah ona doğru yürürken kısık bir sesle, “Şiddetten beslenen bir psikopatla odamı paylaşıyorum,” diye homurdandı.
Gurur’un yanına gittiğinde Gurur onu kalktığı yere geri oturttu. Beste Hanım yüzünü silip kısık bir sesle onlara kızarken ikisi de kadına kulaklarını kapatmıştı. Farah’ın az önce yaptığı şeyden sonra Gurur şimdi ona karşı daha sıcaktı. “Bir isteğin var mı?” derken ona karşı çok ilgili görünüyordu.
Gurur’un bu ilgili tavrına gülümseyen Farah başını iki yana salladığında Karun gerildi. Farah ve Gurur’u izlerken sadece benim duyacağım bir fısıltıyla, “Çok geç olmadan kızdan boşanmalı,” dedi.
Ona yaklaşıp, “Neden böyle söylüyorsun?” diye sordum. “Bizde istemeden evlenmiştik ama ikimizde birbirimizle evli olmayı sevmiştik. Sence de Gurur ve Farah birbirine çok yakışmıyor mu?”
“O narsist herifin ne yaptığını gerçekten görmüyor musun?” Karun tüm ciddiyetiyle bana baktı. “Farah’ı kendi ilgisine alıştırıyor ama kız onun istediği doğrultuda hareket etmeyince ona verdiği ilgiyi bir anda kesiyor. Alıştığı ilgiyi görmek için Farah az önce normalde yapmayacağı bir şey yaptı.”
Karun’un yüzündeki kasları seğirdi. “Farah ona itaat edince Gurur’un ona iyi davranacağını düşünecek kadar evcilleştirilmiş. Az önce Gurur’un istediği şeyi yaptı, karşılığında ise Gurur’un ilgisiyle ödüllendirildi. Tıpkı evcil bir hayvan gibi.” Midem çalkalandığında kanım donmuştu. Hiç bu açıdan bakmamıştım.
“Gurur’u benimsediğini biliyorum.” Karun amcası konusunda beni uyarırken yüzünde katı bir ifade vardı. “Sana gösterdiği kişi ve gerçekte olduğu kişi arasında çok fark var. Bige o gerçek bir akıl hastası ve en iyi özelliği insanların aklıyla oynaması. Gurur’un o evdeki amacı Farah ile evcilik oynamak değil.”
Gözleri Farah’ın üzerinde oyalanınca ona acıyormuş gibi bakmaya başlamıştı. “Ümit Tozlu, Gurur’un nişanlısını öldürdü.” Başıyla Farah’ı işaret etti. “Gurur onunla Ümit’in borcunu tahsis etmek için evlendi. Farah için ne tür planları olduğunu henüz bilmiyoruz.”
Babasının intikamını kızından almaya kalkışacağını düşünmek bile beni kızdırmıştı çünkü buna benzer bir şey yaşadım. Carlos babamın düşmanıydı ama tüm hayatımı zehrederek benim başıma musallat olmuştu. Carlos’un bana yaptığı şeyi Gurur’un da Farah’a yapacak olma ihtimali bir beni sinirlendirmişti. “Böyle bir şeye kalkışırsa onu durdurursun, değil mi?” diye sorduğumda Karun’un ifadesi pek umut verici değildi.
“Ümit’e sözüm var, hiç istemesem de Gurur’a kefil olmak zorunda kaldım. Bir kez daha Farah’a fiziksel bir zarar verirse korkarım ki sözümü tutarım.” O sözü verirken bende yanındaydım, Gurur buna kalkışırsa onu öldüreceğini söylemişti.
“Ya psikolojik olarak zarar verirse?” Bu fiziksel şiddetten daha ölümcüldü.
Karun derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. “Bu konuda bir şey yapamam çünkü onlarla aynı evin içinde yaşamıyorum. Kıza neler yaptığını bilmiyorum.”
Umutsuzluk içinde Farah’a baktım. Gurur ile göz göze gelmek bile onu utangaç birine dönüştürüyordu. Az önce birine şiddet uygulayan o değilmiş gibi al ala olmuş yanaklarıyla, “Şey... Yemeğimi bitirdim bu gece tatlı yok mu?” diye sordu. Tatlı mı?
Biz hiçbir şey anlamadık ama Gurur onun ne demek istediğini çok iyi anlamış gibi gülmemek için yanaklarının içini dişledi. “Olmaz olur mu?” Başını çevirip korumasına baktı. “Yengenin tatlısını getir koçum.”
“Bildiğimiz tatlı mı?” diye sordu Duha.
Gurur sakince onu onayladı. “Evet.”
Duha gözlerini kıstığında yeterince ikna olamamıştı. “Basbayağı bildiğimiz şu şekerli tatlılardan mı?”
“Evet.”
Kaşlarını yukarı kaldırdı. “Normal tatlılardan mı bahsediyorsun?”
“Evet!” dedi bu sefer daha sert bir sesle. “Derdin ne senin?”
“Şu hale bak,” diye homurdandı Duha. “Karısını evcil hayvanı gibi eğitmiş puşt,” dediğinde Karun’un fark ettiği detayı o da yakalamıştı. Herkesin içinde bunu doğrudan söylemek yerine espritüel bir dille, “Yemeğimi yedim tatlı yok mu diyor,” dedi. Meraklı bir ifadeyle yönünü Gurur’a çevirdi. “Şu işin tekniğini bana da söylesene? Elay’ı bir kez olsun böyle uysallaştıramadım.”
Masadaki kaşığı alıp kafasına fırlattım. “Kadınlardan evcilleştirilmesi gereken hayvanlarmış gibi bahsetme!” Oturduğum sandalyeyi ona işaret ettim. “Şimdi ayağa kalkarım görürsün!” Sinirlerimi bozarsa hepsini havaya uçururdum.
Alnına çarpan kaşıkla Duha inleyerek kafasını tuttu. “Şaka yapıyordum!”
“Kendi cinsin üzerinden şaka yap!” Uzanıp masadaki tuzluğu alıp bunu da Gurur’un kafasına fırlattım. “Sende kızı sindirip durma!” Karun’un söylediklerinden sonra onu parçalayabilirdim.
Gurur son anda başını yana eğerek tuzluktan kurtuldu. Beni babama şikâyet eder gibi sıkkın bir ifadeyle Karun’a baktı. “Karının eline koluna sahip çık, insanlara bir şeyler fırlatıp durmasın.”
Karun sıkıntıdan parmaklarının arasındaki çakmağı çevirirken sinirden güldü. “Ellerine ters kelepçe taksan bile o yine insanlara fırlatacak bir şeyler bulur,” dedi ve hemen sonrasında ekledi. “Masada bir satır olmadığı için şanslısın.” Daha önce ona satır fırlatmıştım.
“Her neyse.” Gurur bir kez daha ayağa kalktı ama bu sefer kolunu tutarak Farah’ı da kaldırdı. Her şey önceden planlandığı için Gurur’un adamları Farah’a doğru yürüyünce endişeyle etrafına baktı. “Neler oluyor?”
“Bir şey olduğu yok.” Gurur onu ürkütmemek için yumuşak bir ses tonu kullandı. “Bundan gerisi uykunu kaçıracak türden şeyler.” Farah’ın iki yanında duran korumalara çevirdi bakışlarını. “Onu eve götürün.”
Farah yutkunarak babasına bakınca Ümit Bey onu bunun dışında tutmak için, “Eve git, Farah,” dedi. “Hiç burada olmamalıydın.” Farah tereddüt ederek duraksadı. Giderse Gurur’un babasına bir şey yapmasından korkuyordu.
“Lütfen.” Fısıldayarak yalvaran gözlerle Gurur’a baktı. “Babam eve sağ salim dönsün.”
Gurur kısa bir an omuzunun üzerinden nefret ettiği kayınpederine baktı, daha sonra düz bakışlarını Farah’a çıkararak, “Eve git,” dedi bir kez daha. Bu sefer bakışları itiraz istemiyordu. Babası konusunda Farah’ın içini rahatlatacak hiçbir şey söylemeden adamlarına döndü. “Onu eve götürün.”
Farah gidince Gurur masanın en başında durup gözlerini bana çevirdi. “Senin sandalyende bomba yok.” Bana elini uzattı. “Yanıma gel yenge hanım.”
Kafa karışıklığıyla Karun’a baktığımda başını salladı. “Git,” diyerek bunu onayladı. “O piç her ne planlıyorsa seni bunun dışında bırakacağını biliyor.” Buz gibi bakışlarını Gurur’a dikti. “Aksi taktirde beynini dağıtacağımı iyi bilir.”
Gurur güldü. “Seni karınla sınayacak kadar canıma susmadım.” Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Aklı olan kimse buna kalkışmaz.” Karun’un bana olan tutumunu bilmeyen yoktu.
Ayağa kalkıp masadaki çantamı alarak ona doğru yürüdüm. Masanın en başına geçip Gurur’un yanında durduğumda herkes endişeyle ona bakıp devamında neler olacağını bekliyordu. Gurur ise uzanıp ikimiz için iki kadeh şarap doldurdu. Kadehimi bana uzatırken, “Hiç ihtimal vermiyorum ama yine de soracağım,” dedi. “Kandan korkar mısın?”
Başımı iki yana salladım. “Hayır.”
Kadehi elime tutuşturdu. “Peki, cesetlerle aran nasıl?”
Suratımı düz bir ifadede tuttum. “Az önce bir tabak şüpheli et yedim. Sence bir ceset beni ne kadar korkutabilir?”
Gurur’un dudağının köşesi kıvrıldı. “Tam olarak beklediğim cevap.” Kendi kadehini de alarak kolumu tutup beni masadan uzaklaştırdı. Masadan uzak belli bir mesafeden durunca işaretiyle birlikte masanın üstündeki tavan bir anda açıldı. Herkes neler olduğunu anlamak için başını yukarı kaldırmıştı. Tavanı kaplayan metal bir kapman olduğunu daha yeni fark ediyordum.
Tavandaki sistem ikiye bölünüp açılınca yukarıdan kan ve parçalanmış insan uzuvları düşmeye başlamıştı. Küçük parçalar haline getirilmiş insan uzuvları patır patır masadakilerin kafasına, önüne ve etrafına düşüyordu. El, ayak, birkaç parçaya bölünmüş kol, bacak, kaburga ve her yere saçılan iç organlar mide bulandırıcıydı.
Karun’un omuzuna çarpıp masaya düşen bir elle sertçe yutkundum. “Sen gerçek bir akıl hastasısın!” Şaşkınlık içindeydim. Masadaki erkeklerin irkilmesi, kadınların haykırışları masaya düşen katliamın dehşetini simgeliyordu. Yukarıdan insan uzuvları yağıyordu. Gurur Kalender sadece bir deli değil, aynı zamanda soğukkanlı bir psikopattı.
Titrememeye çalışarak bu kan dondurucu manzaraya bakıyordum. Karun’un kumral saçlarından yüzüne süzülen kanlara, önündeki insan kaburgalarına ve farklı insanlara ait birçok uzva yutkunarak bakıyordum. Karun ise tepkisizliğini koruyarak bu kan ve et yağmurunun son bulmasını bekliyordu. Kaşlarından kan süzülürken kirpiklerini bile kırpıştırmadan öylece duruyordu. Masadaki bu vahşet karşısında irkilip tepki göstermeyen sadece iki kişi vardı.
Onlardan biri Karun’du diğeri ise babası Şeref Kalender. Her yönden babasının oğluydu. Bu ikisi dışındakilerin suratında aynı anda birçok duygu geçip duruyordu. Duha tepkisiz değildi çünkü bu dengesiz herif diğer herkesten daha garip davranıyordu. Bir komedinin içindeymiş gibi gülmemeye çalışarak olan bitenleri izliyordu. Yüzünün yarısı kan olmasına rağmen her zamanki gibi fazla rahat görünüyordu.
Duha’da en sevdiğim ve en çok nefret ettiğim özelliklerden biri de olaylar karşısındaki rahatlığıydı. Her durumda fazla rahat olmasını bir yerde anlardım ama böyle bir durumda yaptıkları akıllara durgunluk veriyordu. Sahiden o ne halt ediyordu öyle? Önündeki insan uzuvlarını kenara iterek masadaki kopmuş bir eli alıp incelemeye başladı. Bir erkek elini andıran şeye koleksiyonu için bir parmak bulmuş gibi bakıyordu.
Duha o kontrol ederken parmaklardan birinde gördüğü gümüş yüzükle dudakları kıvrıldı. “Kemal?” Başını çevirip masadaki adama baktı. Kemal hüngür hüngür ağlayan metresini sakinleştirmeye çalışırken Duha, “Kemal?” dedi bir kez daha.
Bileğinde tuttuğu eli yukarı kaldırıp Kemal’in gümüş yüzüğü görmesini sağladı. “Kardeşinden bir parmak almamın mahsuru var mı?” dediğinde Karun bir küfür savurmuştu. Bu herif neden böyleydi!
O el bölge liderlerinden Kemal’in kardeşine mi aitti? Kemal kardeşinin yüzüğünü görünce tanımış olmalı ki kaskatı kesilmişti. Vücudu bir taşı andırırcasına gerim gerim gerilirken gözlerinin ardından fırtınalar kopmaya başladı. Delici bakışlarını Gurur’a diktiğinde korkudan Gurur’un arkasına saklanabilirdim. “Uygar mı?” diye bağırdığında sinirli sesinde bir abinin acısı vardı. “Söyle bu benim kardeşime mi ait!”
Yumruğunu masaya vurup kaşlarını hiddetle çattı. “Konuş amına koyduğum piçi!” diye bağırarak silahına davrandı. “Kardeşimin eli mi o!” Silahını çıkardı ama Gurur’un adamları onu kıskıvrak yakalayarak etkisiz hale getirdiler.
Kemal’in omuzlarına baskı uygulayıp onu yerine çivilediler. Kemal ise onlardan kurtulmaya çalışıp gazap dolu gözlerle Gurur’a bakıyordu. Ağzından tükürükler saçarak, “Seni bitireceğim!” diye haykırıyordu. “Ahtım olsun ki seni mahvedeceğim! Yapacağım son şey bu olsa bile durmayacağım!” Kardeşinin kanını yerde bırakacak birine benzemiyordu.
Gurur onun tehditlerinden zerre kadar etkilenmeden şarabını yudumluyordu. “Konuşmayasun lan.” Sırıttı. “Sanki daha önce denemeduğuniz şey.” Masadakilere tek tek baktı. “Bu masada hepinizun sevduklerunden parçalar var. Kafalaruni çöpe attuğum için buradan çikana kadar kim olduklaruni anlamaniz kolay değuldur.” Gülerek masaya doğru yürüdü. “İstersenuz parçalari birleştirun belki kafasiz de onlari tanirsinuz.”
Öfke, intikam arzusu ve kin masada yoğun bir şekilde hissedildi. Herkesin çenesi kilitlenmişti. Sıktıkları dişlerinin arasından hırlarcasına sesler çıkartıp Gurur’a bakıyorlardı. Gurur ise onların kızgın bakışları karşısında fazla rahattı. “Bir dahaki sefere infazumi onaylarken öldüğumden emin olin.”
Alaycı yeşilleri sırasıyla buradaki herkesin üzerinden gezindi. “Tam şu anda hepinuzden kurtalma şansim var ama bunu yapmayacağum.” Kadehini masaya bırakıp omuzlarını dikleştirdi. “Sizleru sağ birakacak ve benden kurtulma şansuni size vereceğum.” Ne yapmaya çalışıyordu?
Gurur bunları söylerken çok eğleniyordu, bakışları ise Şeref Kalender’in üzerinde geziniyordu. “Sıra sağa geldi abi.” Abi deyişi fazla alaycıydı.
Herkes masadaki parçaların sevdiklerinden kime ait olduğunu düşünüp çıldırıyordu. Eve gidip sevdikleri insanları sırasıyla aratmadıkça bu uzuvların kime ait olduklarını anlamayacaklardı. Arkalarındaki korumalar olmasa bu masadaki erkekler Gurur’u parçalayabilirlerdi. İlk fırsatta bunu deneyeceklerini biliyordum. Kin dolu bakışları ve intikam isteyen solukları ağır havaya karışıyordu. Gurur büyük oynuyordu, büyük ve tehlikeli.
Gözlerini Karun’un babasına dikip düşmanca ona baktı. “Abim olduğun için sana küçük bir kolaylık yapacağım.” Tekrar normal konuşmaya başlamıştı ama unutup alıştığı dile dönmesi uzun sürmezdi. Karadeniz ağzıyla konuşmadan duramıyordu.
Gurur, Şeref’e alaycı gözlerle bakıp güldü. “Senin yerine bu gece ölmesi gereken kişiyi aralarından sen seçeceksin.” Projeksiyonda Çağıl ve Levent’in görüntüleri belirince Karun oturuşunu dikleştirdi. Gecenin başından beri soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu ama söz konusu kardeşleri olunca işin rengi değişmişti. Geniş omuzları gerildiğinde masanın üzerinde duran eli yumruk oldu.
Karun yumruğunu sıkmaktan parmak boğumları gerilirken Gurur kısa bir an ona baktı. Karun’u kardeşleriyle tehdit ettiğinin bilincinde olarak abisine döndü. “Bu gece üç oğlundan biri ölecek.” Projeksiyonu gösterip malikanenin bahçesinde yürüyen Çağıl ve Levent’i işaret etti. “Ya o ikisinden biri ya da en büyük oğlun,” diyerek Karun’u gösterdi.
Bir saniye bile beklemeden masadaki silahı alıp onun beynini dağıtmak istedim. Ancak Karun hayır dercesine bana baktı. Çatık kaşlarla ona baktığımda mavilerinde canımı yakan bir şeyler vardı. “Karışma,” dediğinde hisli sesi beni bu olayın dışında bırakmıştı. Ne yani üçünden birinin ölmesine göz mü yumacağız? Neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışırken Karun’un gözlerinde geçen o kayıp hissiyle sertçe yutkundum. Ailesinin üç oğuldan hangisini gözden çıkaracağını bilmek istiyordu.
“İyi düşün abi.” Gurur sık sık Karun’u kontrol ederken yönü Şeref Kalender’e çevriliydi. “Hangi oğlunu gözden çıkarıyorsun?”
Şeref Kalender’in gözleri projeksiyondaki oğullarında oyalandı. Bu görüntüyü çeken büyük ihtimalle Gurur’un malikanedeki adamlarından biri olmalıydı. Levent, Çağıl’ın sırtına atlayıp abisiyle güreşiyor, onu yere sermeye çalışıyordu. İkisi de birbiriyle dalaşırken gülüyorlardı. Erkeklere has bir şekilde birbirlerinin bileğini bükmeye çalışırken Çağıl bilerek küçük kardeşine yeniliyordu. Bu görüntüyü görmek bile Şeref Bey’in bakışlarını yumuşatmış, bir anne olarak Güzin Hanım’ın dudaklarında küçük bir tebessüm bırakmıştı.
Daha sonra ikisi bakışlarını en büyük oğullarına çevirdi. Şeref Bey’in ifadesi sertleşti ve Güzin Hanım’ın dudaklarındaki gülüş kayboldu. Karun gizlemeye çalışıyordu ama anne ve babasına donuk gözlerle bakarken öyle bir gerildi ki vücudu buz kesmişti. Hemen yanına gidip kanlı sandalyeme oturdum. Elbisemin batmasını ya da masadaki insan uzuvlarını umursamadan Karun’un yanına oturmuştum.
Ona destek olmak için masadaki yumruğunun üzerine elimi koydum. Onun eline kıyasla daha küçük ve daha zarif olan elimin parmakları onun elini sardı. Keşke eline dokunduğum gibi kalbini de dokunabilsem. Gurur sabırsızca masanın üzerine eğilip alaycı bakışlarını abisine dikti. “Kararını verdin mi?” diye sordu bir kez daha. “Bu gece üç oğlundan hangisinin senin yerine ölmesini istiyorsun?”
Şeref Bey tahtını onun elinden alan oğluna bir düşmanı, rakibiymiş gibi bakıyordu. Kırışıkların iz bıraktığı dudaklarını aralayıp, “Karun,” dedi hırıltılı bir sesle. “Karun ölsün.” Dudaklarından çıkan bu isim beni sarstı ama Karun’u yıktı. Babasının karşısında otururken vücut sıcaklığı on derece birden düşmüştü.
Güzin Hanım ise kocasını destekleyerek yüzündeki kanları sildi. “Çağıl ve Levent’e dokunma,” derken iki çocuğunu koruyordu ama bir diğerini ateşe atıyordu. Karun’un bir kalbi ve duyguları yokmuş gibi onu işaret ederek, “İlla üçünden biri ölecekse bence Karun kardeşleri için bu fedakarlığı yapabilir,” dedi.
Karun’un elimin altındaki eli buz kesti.
Tıpkı kalbi gibi.
Bu gece hiç olmadığı kadar üşüyordu.
Sinirden gerim gerim gerilirken ikisine bakıp, “Demek benim kocam ölsün, öyle mi?” dedim sakince. “Nasıl bir kadının gözleri önünde kocasının ölüm emrini verdiğinizin hiç farkında değilsiniz.” Gülüşüm tüm restoranı doldururken dışarıdan bir akıl hastası gibi görünüyor olmalıydım. Yüksek sesle gülerken bir anda sustum. “İzin verin kendimi size tanıtayım.”
Elbisemin eteğini yukarı sıyırıp jartiyerimin lastiğine sıkıştırdığım küçük silahı aldım. Kadınlara özgü küçük ama oldukça kullanışlı bir silahtı. “Ben Bige Efil Saka.” Ayağa kalktığım gibi Şeref Kalender’i tam kalbiden vurdum. “Kimse karşıma geçip kocamın ölüm emrini veremez!” Bu insanlar onun anne ve babası olsa bile bunu yapamazlardı.
Tetiğe basıp Karun’un babasını vurduğumda Güzin Hanım’ın çığlığı kulağımı tırmaladı. Silahı ona da doğrultup tam ateş edecektim ki Karun ayağa kalkıp çevik bir hareketle silahı elimden aldı. Beni zapt etmek için sırtımı göğsüne yasladı ve kolunu karnıma bastırarak hareketlerimi kısıtladı. Şeref Kalender’in kana bulanan göğsünü görmeyi her şeyden çok istedim ama sinsi herif gömleğinin altına çelik yelek giymiş olmalı ki kanamadı!
Kurşunun göğsünde bıraktığı şiddetli sancıyla inleyerek öne doğru büküldü ama beklediğim gibi ölümcül bir yara almadı! Kocasının beyaz gömleğinde kan göremeyen Güzin Hanım önce rahatladı ama daha sonra kaşlarını çatarak ayağa kalktı. Kocasını öldürmeye çalıştığım için sinirden kıpkırmızı olmuş bir suratla bana gelmeye çalıştı ancak Gurur’un adamları onu tutmuştu.
Güzin onlardan kurtulmaya çalışırken, “Kenar mahalle süprüntüsü!” diye bana bağırıyordu. “Başına nasıl bir bela aldığını çok yakında göreceksin!” Sandalyelerde bomba yoktu.
“Nasıl bir belaymış?” diyerek alay ettim. “Neden hemen bu gece bana göstermiyorsun!” Karun’un karnımdaki ellerini çekmeye çalışarak kadına doğru atıldım. “Sen ve kocan bir daha Karun’un adını ağzınıza alın da görün bakalım size neler yapıyorum!”
Karun’dan kurtulmak için daha çok çırpınıp, “Bırak beni!” diye bağırdım. “Bu kadınla daha işim bitmedi!” Parmak uçlarımla yakaladığım tuzluğu alıp Gurur’un kafasına attım. “Sana da yapacağımı biliyorum! Kimse benim kocamı üç şıktan biri yapamaz!”
Arkamda bana sıkıca sarılıp hareketlerimi kısıtlayan Karun’un kısık gülüşünü duydum. “Şirretlik bile bir kadına bu kadar mı yakışır?” Bir anda beni kendisine doğru çevirdi ve ben daha ne olduğunu anlamadan beni omuzuna attı. Omuzundan baş aşağı sarkmama neden olarak, “Eve gidiyoruz, Çeyrek Mafya,” dedi keyifli bir sesle. “Tabii öncesinde hastaneye uğrayıp mideni yıkatacağız.”
“Sen şaka mısın be!” Sırtına vurarak yere inmeye çalıştım ama onun omuzundan sarkarken bu hiç kolay değildi. “Sorunlu amcanı ve merhamet yoksunu anne ve babanı burada bırakıp gidecek miyiz? Saçmalama dönüp hak ettikleri dersi vermeliyiz!” Bıraksa gidip üçünü de parçalayabilirdim özellikle de anne ve babasını. Hazır korumaları da yanında yokken bunu yapmalıydık.
Karun beni anne ve babasından uzak tutmak için omuzundan hiç indirmedi. Restorandan çıktığımızda merdiveni inerken bile hâlâ onun omuzunda sarkıyordum. “İçim dışıma çıktı indir artık beni!” diye bağırıp sırtına yumruğumla vurduğumda kalçama sert bir şaplak attı. “Arabaya kadar rahat dur! Seni şimdi bırakırsam içeri koşacağını iyi biliyorum. Hanımefendi ol biraz!”
“Öyleyim zaten!”
“Birinin kafasına tuzluk atarak mı?”
“Hak etti!”
“Çelik yelek giymeseydi şimdiye babam ölmüş olacaktı.” Keşke.
“Bunu hak ettiğini biliyorsun!”
“Anneme saldırdın.”
“O da hak etti!” diye bağırdığımda beni susturmak için kalçama bir şaplak daha attı. “Ulan bir kıyabilsem sana da hak ettiğini vermek lazım!”
“Onları havaya uçuracağım!”
“Gebertirim!”
“Yine de yapacağım!”
“Buna karışmayacaksın!” dedi sert bir sesle. “Bu aile içinde olan bir şey.” Çırpınmayı bırakmıştım ben aileden değil miydim?
Çırpınışlarımın durmasından Karun ne düşündüğümü anlamış gibi nefesini bezgince verdiğini duydum. “Sen o kirli ailenin bir parçası olamayacak kadar eşsizsin.” Suratımı asarak sırtından baş aşağı sarkarken hayvan herif beni indirme gereğinde bile bulunmadı. Fakat buna rağmen duygularım incinmesin diye, “Sen o ailenin içinde değilsin, Bige,” dedi. “Çünkü sen benim ailemsin, sadece benim.”
Her adımıyla yere sarkan saçlarım yüzüme dağılıyordu. “Bu pozisyonda söylediğin şeyler kulağa yeteri kadar romantik gelmiyor,” diye homurdandım. “Beni indirip tekrar söylemeyi dene.”
“Sonra da hemen içeri koş değil mi?” Gülüşünü duydum. “Yemezler güzelim.”
Beni indirmesi için yumuşak bir sesle, “Bir şey yapmayacağım,” dedim. “Hiç mi itimat etmiyorsun bana?”
“Hayır.”
“Onları parçalayacağım!” diye bağırdığımda kahkaha attı. “Bir kere de şaşırt beni.”
Arabanın yanına gelince beni indirdi. Ayaklarım yerle buluştuğunda dağınık saçlarımın arasından ona kızgınca bakıyordum. “Beni yaka paça oradan çıkarmamalıydın.”
Kapımı açarken yüzünde bezgin bir ifade vardı. “Bıraksaydım da ortalığı iyice karıştırsa mıydın?” Omuzumu tutarak arabaya binmem için beni zorladı. “Bu geceden sonra seni korumak artık eskisinden daha zor olacak çünkü o piç ona sıktığın kurşunun hesabını sormak isteyecektir.” Onun babasından korkmuyordum.
Karun uzanıp emniyet kemerimi takarken kısa bir an bana baktı. Bakışlarını mümkün olduğunca hissiz bir ifadede tutmaya çalışıyordu. “Onların beni gözden çıkarmaları beni incitmedi.” Gülümsemeye çalıştı. “Zaten bildiğim bir şey beni incitemez.” Yalan söylediğini anlayacak kadar onu iyi tanıyordum.
Arabayı çalıştırdığında bizi yoğun bir sessizlik kucaklamıştı. Ona sımsıkı sarılıp göğsümde avutmayı o kadar çok istiyordum ki. Kırılan kalbini, incinen duygularını ve içinde başlayan yangını söndürene kadar ona sarılmak istedim ama bunların hiçbirini yapamadım. O benden hissettiği şeyleri saklamaya çalışırken hiçbirini yapamadım. Acıdığını, anne ve babasının onu gözden çıkarmasına üzüldüğünü gizlemeye çalışıyordu.
Beni en çok kahreden de buydu çünkü Karun sevdiklerinin ihanetine hiç doymuyordu. Ben bile bunu ona yaşatmıştım. Hastaneye gidene kadar ikimizde hiç konuşmadık. Karşımdaki hastaneyle bakışırken gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibiydi. “Lütfen bana bu konuda ciddi olmadığını söyle?”
Emniyet kemerini çözerken sanki bu gece en büyük sorunumuz yediğim etmiş gibi davranıyordu. “Sana yeme dediğim hiçbir şeyi yememeyi bu geceden sonra öğreneceksin.” Ne yani ciddi ciddi midemi mi yıkatacaktı?
***
Eve geldiğimizde yorgunluktan ayakta zor duruyordum. Hastanede geçirdiğim o can sıkıcı operasyon tüm enerjimi sömürmüştü. En az Çağıl kadar Karun’un da bazı konularda şaka yapmadığını boğazıma bir hortum soktuklarında anlamıştım. Hayvan herif gerçekten de midemi yıkatmıştı! Eve geldiğimizde Karun’un kardeşleri ve Melek güzellik uykularındaydı. Güneşin doğmasına hâlâ birkaç saat vardı bende biraz uyuyup dinlenmek istiyordum.
Karun banyo ettikten sonra halletmesi gereken işleri olduğunu söyleyip çalışma odasına gitti. Üzerimi değiştirip rahat bir şeyler giydiğimde Karun’un odaya gelmesini çok bekledim ama uzun süre gelmemişti. Banyo yapıp odaya döndüğümde bile Karun yoktu. Bu gece ailesiyle olanlardan sonra yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğüm için aşağıya inip yanına gitmedim.
Gurur’un bu kadar ileri gideceğini bilseydim asla ona yardım etmezdim. Bu gece o masadaki herkesin canını yakmıştı. Duha’ya ne yaptığını ise henüz bilmiyordum ama anne ve babasına bir seçim yaptırarak Karun’un canını çok yakmıştı. Ona da gereken dersi verdiği için gitmemize izin vermişti. Anne ve babası tarafından gözden çıkarılan ilk oğul olduğunu görmek Gurur’un bu gece için Karun’a kestiği cezaydı.
Bu yolla hem onun infazını onaylayan Karun’un canını yakmıştı hem de abisine gerçek bir düşman kazandırmıştı. Karun orada sessizliğini korumuş olabilirdi ama onun gibi kinci biri bu gece o masada yaşananları kolay kolay unutmazdı. Anne ve babasından nefret ediyordu ama onun ailesi oldukları için canlarını da yakamıyordu. Gurur bu gece ona bir nevi, ”Senin yapamadığını onlar çok kolay yapar,” diyen bir mesaj vermişti.
Bu çok acımasız bir dersti ama Gurur’un ona verdiği bu ders sayesinde Karun bundan sonra anne ve babası hakkında bir karar verirken iki kez düşünecekti. Herkes ona deli diyordu ama bence Gurur tehlikeli boyutta zeki biriydi. Karun’u cezalandırırken bile ona iyi bir ders verecek kadar zekiydi.
Saat çok geç olduğu için uykuyla gevşeyen vücudum dünyayla bağlantımı kesmeye başladı. Göz kapaklarım ağırlaştığında kapının açılan sesini duydum. Karun’un sıkkın nefes seslerini ve odaya yayılan alkol kokusuyla gözlerimi usulca araladım. Uyuduğumu düşündüğü için ses çıkarmamaya dikkat ederek şöminenin yanında duran sepetten şömineye birkaç odun attı. Bana sırtı dönük olduğu için uyuduğumu düşünüyordu.
Malikanenin tamamında ısıtma sistemi olmasına rağmen yine üşüyordu. Bu gece belki de her zamankinden daha fazla üşüyordu. Hareketlerinin aksaklığından bile sarhoş olduğunu anlıyordum. Sendeleyen adımlarla yürüyüp cam dolapta bir şişe içki aldığında hemen gözlerimi kapattım. Şöminenin karşısındaki koltuğuna oturana kadar gözlerimi açmamıştım. Gerçekte uyuyup uyumadığımı anlayacak kadar ayık değildi. Deri koltuğunun gıcırtısından yerine oturduğunu anladım.
Gözlerimi açtığımda onu koltuğun arkasında görüyordum. Kafasının arkasıyla bakışırken kadehe bile ihtiyaç duymadan içkiyi şişede içmeye başladı. Bana sırtı dönüktü ve yeni yanmaya başlayan odunları izliyordu. “Defne,” diyen mırıltısını duyduğumda gözlerimin ardı sızlamıştı. Şöminedeki ateşi izlerken çocuk yaşta kaybettiği ablasını sayıklamıştı.
“Onca yıldan sonra bugün katillerinle aynı masaya oturdum,” dediğinde kendimi o kadar kötü hissettim ki hıçkırıklarla ağlayabilirdim. Ben istedim diye oraya gidip anne ve babasıyla aynı masada oturmak zorunda kalmıştı. Farkında olsam da olmasam da onun canını yakacak şeyler yapıyordum.
Her yaptığım şeyin sonu Karun’a acı çektirmeye çıkıyordu. Güler gibi bir ses çıkardı ama mutluluktan kaynaklı bir ses değildi. “Onların olduğu masaya beni o oturttu, Defne. Anladım ama bozmadım.” Başını ağır ağır salladı. “Gurur ile iş birliği yaptığını anladım ama bozmadım.” Gözlerimden bir damla yaş süzülürken düşen omuzlarını gördüm. “Zaten ondan başkası da beni oturtamazdı o masaya.”
Aslında gerçeği hep biliyordu.
Derin bir nefes aldığında içki şişesi elinde gevşekçe duruyordu. Kolunu koltuğun yanına sarkıttığı için bunu görebiliyordum. “Ne yapmalıyım şimdi, Defne?” diye mırıldandı. “Söyle kardeşine şimdi ne yapsın bu uşak?” Keder içinde çıktı sesi. “Ne onunla oluyor ne de onsuz.” Benimle ilgili çıkmazdaydı.
Başını arkaya doğru atarak tavanı izlemeye başladı. Gece lambası ve şöminenin aydınlattığı loş odada duyduğum tek şey onun alıp verdiği nefes sesleriydi. “Bildiğim bir şey etki etmez, beni sarsmaz diye düşünüyordum.” Gülüşünün histerik sesini duydum. “Ediyormuş Defne.” Başını ağır ağır salladı. “Kaç yaşına gelirsen gel ailen tarafından sevilmemek insana çok koyuyormuş.” İçim öyle bir acıdı ki yaşlar süzüldü gözlerimden.
Sevilmeye açtı.
Daha fazla dayanamayıp yataktan çıkarak çıplak ayakla ona doğru yürüdüm. Şöminenin önüne geçip karşısında durduğumda hemen oturuşunu dikleştirmişti. Uyuduğumu düşünürken beni karşısında görmek onu hazırlıksız yakalamıştı. Alkolün etkisiyle baygın bakan bakışları ciddiyetle kasıldı. Ne kadarını duyduğumu bilmek istiyordu ama ben tek kelime etmeden ona yaklaşıp kucağına çıktım.
Bir kedi yavrusu gibi kucağına tırmanarak dizlerinin üzerine oturdum. Koltuğunda rahatsızca kıpırdanıp bana baktığında neyin peşinde olduğumu bilmek istiyordu. Gözlerimi süzerek kirpiklerimin altından ona baktım. “Sanrı,” diye mırıldandım. “Ailen seni sevmemişse ne olmuş?”
Elimi uzatıp az önce ablasıyla dertleşirken döktüğü tek bir damla yaşın izini sildim. Avucumu yanağına sürterek bakışlarımı nemli gözlerine kenetledim. “Ben sevsem olmaz mı?”
Elindeki içki şişesi parmaklarının arasından kaydı, şişe zemini ıslatarak yuvarlanırken nefes dahi alamadı. Bana öyle bir bakışı vardı ki mavi gözleri titrerken doğru duyup duymadığını sorguluyordu. “Seni ilk günden beri seviyorum” diye mırıldandığımda göğüs kafesinin hareketleri hızlanmıştı. “Seni gerçekten çok seviyorum, Sanrı.”
Burnumun direği sızlayınca yaşlar gözlerime akın etti. “Biliyorum seni sevebileceğime hiç inanmadın ama seni hep sevdim ve hâlâ seviyorum.” Suratında tek bir kas bile hareket etmeyecek kadar donmuştu. Artık göğüs kafesi bile hareket etmiyordu. Sanki nefes almayı bile bırakmıştı.
Hâlâ fırsatım varken bunu ona söylemek istemiştim belki bir daha buna zamanım olmazdı. Avuç içim yeni çıkmaya başlayan kumral sakallarına sürtünürken dudaklarım kurudu. “Seni seviyorum.” Onu sevgime inandırana kadar bunu ona söyleyebilirdim.
“Sevmediğimi düşündüğün anlarda bile seni sevdim.” Dudaklarımı emerek ıslattım. “Canımı yaktığın ve canını yaktığım anlarda bile seni sevmekten hiç vazgeçmedim.” Bu itirafı yapmak benim için hiç kolay değildi. Her cümlemle biraz daha berraklaşan mavilerine bakarak başımı salladım. “Seçme şansım olsa yine seni severdim.”
Elim hâlâ yanağına küçük dokunuşlar yaparken derisinin altına sızan sıcaklığı hissettim. Tüm gece boyunca sanki daha yeni ısınıyormuş gibi vücudundaki soğuk hava kırılmaya başlamıştı. Alkolün etkisindeyse bile artık sarhoş bakmıyordu. Bu gece onun için kâbusu simgeliyordu fakat o, kötü bir kabustan güzel bir düşe geçmiş gibi güzel bakıyordu. Gözlerinin mavisini saran tüm o sanrılar dağılmaya başlamıştı.
Bana baktıkça ona yük olan tüm o acıları tek tek üzerinden atıyormuş gibi ifadesi yumuşadı. “Çok mu içtim?” Alkolün onda yarattığı pütürlü bir sesle konuştuğunda bakışları duyduklarını sorgulayan nitelikteydi. “Beni sevdiğini duyduğumu sanacak kadar kafam çok mu güzel?”
Bu romantik atmosferin içine ederek gözlerimi büyüttüm. “Kim seni sevdiğini söyledi?” Kucağından inmeye çalıştım. “Gaipten sesler duyacak kadar sarhoşsun hadi uyuyalım.”
Aşağıya inmeme engel olarak hemen belimi yakaladı. “Tekrar söyle.” Bakışları beklenti içindeydi. “Duymak istiyorum bir daha söyle.”
Gözlerimi kırpıştırdım. “Neyi söyleyeyim?”
Sabırsızca nefesini verdi. “Beni sevdiğini söyle.”
“Hayır.”
Çenemi tutarak yüzümü görecek kadar başımı yukarı kaldırdı. “Söyle güzelim,” dedi sıcacık bir sesle. “Duymak istiyorum.”
“Söylemem.”
“Bırak şu inadı.” Beni ikna etmek için çenemi okşadı. “Söyle hadi.”
“Hayır.”
“Atarım şimdi seni odamdan dışarı!”
“Bağırma bana!” Ona çıkışarak kucağından inmeye çalıştığımda çıldırmış bir vaziyette belimi daha sıkı tuttu. “Yavrum bak delirtme beni.” Kaşlarını çattı. “Söyle ulan şunu!”
“Bana biraz daha bağır yere oturup ağlarım görürsün!” dediğimde sinirden dişlerini sıktı. “Kalk ulan kucağımdan manyak karı!”
Maymun gibi ona yapışarak, “Kalkmıyorum,” dediğimde sinirden gülerek başını iki yana salladı. “Her şeyin tersini yapmak huyun olsa gerek.” Aklına gelenlerle bakışları muzırca parladı. “Beni sevmediğini söyle.”
“Seni sevmiyorum.”
Çıldırdı. “İn ulan aşağıya!”
“Bana bir daha ulan dersen-” demiştim ki dudaklarımın üzerine kapanan dudaklarıyla sözlerim yarım kalmıştı. Çenemi sıkarak araladığı dudaklarıma sızıp beni öpmeye başladı. Karun beni gerçekten öpüyordu.
Bu sabah unutarak dudaklarıma bıraktığı o küçük öpücüğü saymazsak bir yılı aşkın bir süredir dudaklarının yoksunluğunu yaşıyordum. Aceleci ve birazda hoyrattı öpüşü. Bunca yılın acısını çıkarmak ister gibiydi ama buna rağmen öpüşünü kısa tuttu. Daha ben ona karşılık veremeden başını yavaşça geriye çekmişti. Kor gibi yanan gözleri ıslak dudaklarımda gezinirken, “Beni sevdiğini söyle,” diye mırıldandı. “Bir kez daha duymalıyım.” Sesinde büyük bir muhtaçlık vardı. Kim bilir ne zamandır bunu duymayı bekliyordu.
Dudaklarına uzandım. “Seni seviyorum.” Dudaklarından öptüm onu. “Seni çok seviyorum.” Çenesini öptüm. “Çoook seviyorum.” Yanağını öptüm. “Tahmin bile edemeyeceğin kadar çok seviyorum.” Öpücüğümü eşitleyerek diğer yanağını da öptüm. “Koskocaman seviyorum seni.”
Yüzünün her yerine dudaklarımı bastırıp her bir öpücükle onu sevdiğimi söylemeye başlayınca gülmeye başladı. “Hiç ayarın yok değil mi?” Onu öpücüklere boğarken bıktırana kadar, “Seni çok seviyorum,” dedim ama o, bunu duymaktan hiç bıkmadı.
Ailesinin ondan esirgediği tüm sevgiyi ona vermek ister gibi gözlerinin içine baktım. “Seni gerçekten çok ama çok seviyorum.” Tebessüm ederek gözlerinin mavisine daldım. “Eğer yeterli gelmezse annen ve baban yerine de seni sevebilirim.”
Kucağına iyice yerleşerek ellerimi omuzlarına koydum. “Sana kalbimdeki tüm sevgiyi verebilirim.” Sertçe yutkunduğunda nefesim dudaklarına çarptı. “Sana veremeyeceğim hiçbir şey yok, Sanrı çünkü sen acayip bir şekilde benimsin.” Sahiplenici bir tutumla omuzlarına tırnaklarımı geçirdim. “Sadece benimsin ve bundan nefret etsen de hep benim olarak kalacaksın.” Dudakları kıvrıldığında onu sahiplenmem hoşuna gitmişti.
Alnımı süsleyen kakülümü düzeltirken güzel bir rüyanın içinde kaybolmuş gibiydi. En son bir yıl önce bana böyle bakmıştı. Karşılık olarak o da beni sevdiğini söylemedi açıkçası söylemesini de beklemiyordum çünkü tekrar bana güvenmesi zaman alacaktı. Bir gün onu bırakıp gitmeyeceğimden emin olunca o da beni sevdiğini söyleyecekti. En önemlisi beni kalpten affettiğinde sevgisini dile dökmekten çekinmeyecekti.
Bu yüzden bu gece ondan beni sevdiğini söylemesini beklemedim. O söylemese de bakışları duymam gereken her şeyi zaten bana söylüyordu. Parmakları yüzüme sürtünürken, “Bige,” diye mırıldandı. Gözlerindeki sevinci bastıran karanlık bir duygu daha vardı. “Şu zamana kadar mutluluğum oldun, acım ve yasım oldun ama sakın nefretim olma.”
Kaskatı kesildiğimde bu uyarıyı yapma zorunluluğu hissederek tüm ciddiyetiyle bana baktı. “Neyim olursan ol ama nefretim olma, Bige.” Yüzümdeki eli duraksadı. “Bir tek nefretimi kazanmadığın kaldı, eğer bu da olursa...” Uzun uzun baktı yüzüme ve daha sonra ekledi son cümleyi. “İşte o zaman tanımam seni.”
Kalbim kasıldı.
“Karun-”
“Bu sondu,” diyerek beni susturdu. “Bir daha arkamdan iş çevirip bana yalan söyleme.” Bu gece Gurur ile iş birliği yaparak onu düşürdüğüm tuzaktan bahsediyordu. Bu konuda suçlu olduğum için kendimi savunacak hiçbir şey söyleyemedim.
Asılan suratımı görünce beni gücendirmekten endişe ederek sıkıntıyla nefesini verdi. “Hep böyle kaybediyoruz.” Parmakları tekrar yüzümde gezindi. “Bu küçük yalanlar içimizde birikiyor sonra bir yıkıma dönüşüyor.” Bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken, “Böyle yaparak birbirimizi kaybediyoruz,” diye tekrarladı. “Her gün bir şeyimizi, bir gün her şeyimizi kaybetmekten ödüm kopuyor.”
Gözlerimin ardı sızladığında bakışları sol gözümden süzülen yaşı takip etmişti. “Seni kaybedemem,” diye fısıldadım.
Parmaklarının ucuyla sildi gözyaşımı. “Bende öyle.” Sevgisini iliklerime kadar hissettiren gözlerle bakıyordu. “Seni kaybetmemek için aşmaya çalışıyorum birçok şeyi ama ben sana gelmeye çalıştıkça sen kapıları yüzüme kapatıyorsun.”
Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdığında kaşları büküldü. “Benim o masada ne işim vardı? Peşimde beni tek yakalamaya çalışan onca hasmım varken sırf gönlün olsun diye korumasız gittim oraya. Kimse için değil, senin için gittim çünkü sen gel dedin.” Ne demek istediğini anlayınca yüzüne bakmaya bile utandım. Bu gece bir kez daha bana güvenmeyi seçmişti ama ben bir kez daha ona güvenilmez biri olduğumu düşündürmüştüm.
Suçluluk duygusundan suspus olmuş bir hâlde eline uzandım. Dudaklarımı avuç içine bastırarak, “Özür dilerim,” dedim ağlamaklı bir sesle. Diğer elini tutup onu da avuç içinden öperek ona ne kadar pişman olduğumu gösterdim. “Özür dilerim, Sanrı.” Orada ona yalan söylediğimi anladığı hâlde bana hiç belli etmemiş, gece boyunca beni masadakilere karşı savunmuştu.
Ağlamamak için kendimi zor tuttuğum için dudaklarım titriyordu. “Bir daha sana yalan söylemeyecek veya arkanda bir şeyler çevirmeyeceğim. Söz veriyorum bunu bir daha yapmayacağım.” Bu gece olanlardan sonra sözüme inanmayacağını biliyordum ama zaman geçtikçe ona verdiğim sözü tuttuğumu görecekti.
Bakışları sıkkındı hatta bolca kederli bu yüzden iyi misin diye sormak yerine, “Bana nasıl olduğunu söyle?” dedim. İyi misin sorusuna iyiyim diye cevap vermek kalıplaşmış bir yalandı. Bu yüzden farklı bir şekilde sordum nasıl olduğunu.
Saçlarımdan bir tutamı parmağına dolarken gözlerime bakmaktan kaçındı. “Beni sevmediklerini zaten biliyordum.” Gözleri durgun bir hâlde parmağına doladığı saçımda oyalanırken başını ağır ağır salladı. “Sevgilerini hiç hissetmedim ama ölmemi isteyecek kadar nefret ettiklerini duymak kolay değildi.” Canı yanıyordu.
Başını omuzuna doğru eğerek bana baktığında kaşları büküldü. “Bu ağırdı, Bige.” Burukça gülümsedi. “En az on yaşındaki kadar ağırdı.”
Benim yüzümden oraya gitti ve o sözleri duydu. “Özür dilerim,” dediğimde sesim her an ağlayacakmışım gibi boğuktu. “Böyle olmasını istememiştim.”
İç çekerek, “Neden sana kızamıyorum biliyor musun?” diye sordu. Başımı iki yana salladığımda bana olan bakışları fazla düşünceliydi. “Sen o kapıdan içeri girene kadar sana fazla kızgındım. O an aklımda olan tek şey eve geldiğimde sana yapacaklarımdı.”
Beni buna pişman etmeyi düşündüğünü itiraf ederek güldü. “Ama sonra sen geldin.” Gözlerime uzun uzun baktı. “O an nasıl hissettiğimi tahmin bile edemezsin. Büyük bir rahatlama, içime yayılan bir huzur ve yalnız olmadığım düşüncesi. Hepsi seninle o kapıdan girmişti.”
Benimle ne yapacağını bilmez bir hâlde bakarken sitemi tüm yüzüne yansıyordu. “Birini önce tehlikeye atıp sonra da onu korumak için peşinden gidecek kadar değişiksin.” Bana kızmamasını sağlayan şey onu güvende tutmak için oraya gittiğimi bilmesiydi.
Karun’un parmakları yüzümde gezinmeye devam ettiğinde gözlerinde anlayamadığım tuhaf bir ifade vardı. “Bir seferinde bana seni korurum dediğini hatırlıyor musun?” Başımı salladığımda hüzün kokan gözlerini kapatıp açtı. “Bu gece o masada elimi tutarak beni kimsesizlikten korudun.”
“Giyim kuşamına bu kadar dikkat ederken benim için o kanlı sandalyeye oturup elimi tuttuğunda tamamen kimsesiz olmadığımı bana hissettirdin.” Anne ve babası Karun ölsün demeden hemen önce yanına oturmuş ve onu onların kırıcı sözlerinden korumaya çalışarak elini tutmuştum.
Yüzündeki keder ona yakışmazken kısık bir sesle, “Teşekkür ederim,” dedi. “Orada olduğun için.” Benim yüzümden oraya gitmişken onu o masada yalnız bırakmam ihtimal dahilinde bile değildi.
Aklına ne geldiyse dudakları belli belirsiz kıvrılmıştı. “Babama ateş ettiğine hâlâ inanamıyorum.”
“O ana kadar bunu yapacağımı ben bile bilmiyordum.” Tamamen kontrolüm dışı gelişen bir olaydı ama pişman değildim. Tek pişmanlığım kalbi yerine alnına hedef almamaktı. Çelik yelek giydiğini bilemezdim.
Aklına gelenlerle Karun’un dudaklarındaki belirsiz tebessüm kaybolmuştu. “Bir daha buna kalkışma.” Onu savunmamdan memnundu ama öldürmeye çalıştığım kişi babasıydı. İnsan ne yaşarsa yaşasın ailesini gözden çıkaramazdı.
“Berbat insanlar oldukları bende biliyorum ama onlar annem ve babam.” Bu konuda beni uyararak, “Bir daha bunu deneme,” dedi. “Kimse anne ve babasının öldüğünü görmek istemez.” Bu konuda sonuna kadar haklı olduğu için başımı salladım ama içim hiç rahat değildi. Bu gece o insanların ne kadar gaddar olabileceklerini görmüştüm. Fırsatını bulduklarında Karun’u devirmeye çalışacaklarını biliyordum.
“Senden bir şey isteyebilir miyim?” diyerek ona sırnaştım.
Yüzüme yapışan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken, “Ne istersen,” deyince gülümsedim.
Parmak uçlarım göğsünde daireler çizerken kirpiklerimin altında ona bakmaya devam ettim. “Hector’u bana ver.”
Yüzündeki keyifli ifade bir anda dağılmıştı. “Onu neden istiyorsun?”
Göğsüne yaslanırken yerimde biraz dikleştim. “Onu istiyorum, Sanrı.”
Çenesinden bir kas seğirdiğinde kaşlarını çatması uzun sürmemişti. “Düzgün konuş, onu istiyorum demek yerine farklı bir cümle kur.”
Afallayarak ona bakıyordum. Kafası hep olmayacak şeylere çalışıyordu. “O herifi öldürmek benim hakkım.”
Derin bir nefes alarak başını geriye attı. “Aylar sonra seninle ilk kez bu kadar yakınlaştık ve senin tek düşündüğün birini öldürmek mi?”
“Lütfen.”
“Hayır,” dedi hızlıca.
“Onu bana vermeni istiyorum.”
“O piçe hızlı bir ölüm yaşatmayacağım,” dedi kararlı bir sesle. “Onu almayı unut.”
Yüzüne küçük öpücükler kondurmaya başladım. “Kocam lütfen.”
Yüz kızartıcı bir küfür savurduğunda bir kez daha bana karşı koyamadı. “Tamam ulan!”
Gülmeye başladığımda bana öldürecekmiş gibi bakıyordu. Yüzlerimiz arasında çok az mesafe varken gizleyemediği bir sinirle, “Beni böyle kullanman canımı sıkıyor,” dedi. “Artık kocan bile değilim, bu kahrolası kelimenin üzerimdeki etkisi son bulmalıydı.” Kendisini benim kocam gibi hissettiği sürece asla son bulmayacaktı.
“Uyuyalım hadi,” deyince başımı sallayarak kucağından indim. Bu gece için şansımı daha fazla zorlamayacaktım, özellikle de o masada yaşadıklarından sonra.
***
Dün gece Karun ile uzun zaman sonra birbirimize biraz yaklaştığımızı hissetmiştim. Bu yüzden geceyi sevişerek geçireceğimize çok emindim. Ancak hiçbir şey umduğum gibi sonuçlanmamıştı. Yatağa girince belki aramıza yastık koymamıştı ama bana dokunmamıştı da. Ona yaşattıklarımdan sonra bana dokunmak için bile zamana ihtiyacı vardı.
Hızlı bir duş alarak banyodan çıktığımda üzerimde sadece vücuduma sardığım bir havlu vardı. Karun’u yatakta bulamayınca odaya hızlıca göz gezdirdim. İçeriye sızan serin havayla gözlerim terasa açılan kapıyı buldu. Cam kapıya yaklaşınca Karun’u gördüm ve üzerinde sadece siyah eşofman altı vardı. Soğuk hava çıplak kaslarına işlerken terasın korkuluğuna yaklaşmış, bana sırtı dönük bir şekilde sigara içiyordu.
Gerilen sırt kaslarından canını sıkan bir şeyler olduğunu anlıyordum. Anne ve babasının Karun ölsün demesini aşamıyordu. “O insanları havaya uçurmak vardı şimdi,” diye sızlandım. Karun aradan çekilse bunu gerçekten yapardım.
Üzerimdeki havluyu yere atıp iç çamaşırlarımı hızlıca giydim. Dolabın bir köşesinde duran eflatun elbiseyi alarak bir süre elbiseye bakıp durdum. Dolabımda mutlaka bir tane eflatun elbise olurdu. Gardırobumda 13 Haziran’a yani doğum günüme sakladığım bir elbisem hep olurdu. Eflatun elbiseyi bir tek doğum günlerim için dolabımda değildi, başka sebepleri de vardı.
Dışarısı soğuk olmasına rağmen ince askılı elbiseyi giydim. Elbisenin sırt kısmındaki fermuarı çekerken biraz zorlanmıştım. Makyaj masamın karşısına geçerek banyoda kuruttuğum saçlarımı taradım. Yüzüme kullandığım serum ve kremleri sürerek makyajıma başladığımda gözlerim sık sık sol göğsümdeki yara izine kayıyordu. Bu izi saklamak için bugün cilt tonunu eşitleyen bant ve kapatıcılar kullanmamıştım. Sanırım artık yara iziyle yaşamayı öğrenmeliydim.
Makyajıma yeni başlamıştım ki Karun içeri girdi. Terasın kapısını kapatırken, “Bu ne?” diyen sert sesiyle başımı çevirip ona baktım. Çatık kaşlar altında üzerimdeki eflatun elbiseye bakıyordu. “Çıkar şunu!”
“Hayır.” Önüme dönüp makyaj ürünlerime uzanmıştım ki aramızdaki mesafeyi hızla kapattı. Kolumdan tuttuğu gibi beni kabaca yerimden kaldırdığında bakışları kan dondurucuydu. “Bige.” Dişlerini sıktı. “Hemen.” Çenesinde bir kas seğirdi. “Çıkar şunu!” Nefret ettiği bir şeye bakar gibi üzerimdeki elbiseye bakıyordu. “Ben üzerinden parçalamadan çıkar şunu!”
“Hayır,” derken sert tepkisinden korksam bile elbise konusunda ısrarcıydım. “Bugün eflatun rengi elbise giymek istiyorum. Tıpkı başlangıçta olduğu gibi.”
Kolumu onun tutuşundan çekerek bir adım geriledim. “Rızan olsa da olmasa da bugün senden Hector’u alacağım. Senden adam çalmamı istemiyorsan onu kendin bana verirsin.”
İki adım daha gerileyerek ona üzerimdeki eflatun elbiseyi gösterdim. “Bu savaşı onlar başlattığında sekiz yaşındaydım ve üzerimde böyle bir elbise vardı.” Omuzlarımı dikleştirerek ona baktım. “Yirmi yedisinde bu savaşı bitirdiğimde de üzerimde eflatun bir elbise olmalı!” Hector geriye kalan son Marasliyandı ve onu öldürdüğümde onunla bir devrin sonunu getirmiş olacaktım.
Karun dik başlılığımdan nefret ederek yumruğunu sıktı. “Bittiğinde ne olacak?” Hector’u öldürdüğümde ne olacağını merak ederek bana tersçe baktı. “Bu seferki bahanen ne olacak?”
Burnundan sert bir nefes verdiğinde çenesini sıkıyordu. “Bu siktiğim rengi giymek için sıradaki bahanen ne olacak?” Aklına gelen korkunç senaryolarla omuzları gerilmişti. “Eflatun elbisenin içinde kendini bir uçurumdan atarken bu sefer hangi bahaneye sığınacaksın!” Midem kasılmıştı. Daha önce ona nasıl ölmek istediğimi anlatmıştım, bunu unutmamıştı.
“Bir daha intihara kalkışmayacağım.”
“Hadi oradan!” Kaşlarını çatarak aramızdaki mesafeyi kapattı. “İlkinde çatıdan atladın, ikincisinde bir sokak lambasının altında o tokayı çıkardın ve üçüncüsünde de Kocaeli’nde şakağına bir silah yasladın.”
Boynundaki damarlar belirginleştiğinde nabzı hızlanmıştı. “Hepsi de gözlerimin önünde yaşandı. Üç intihar girişiminde de oradaydım ama ilk ikisinde seni durduramadım! Dördüncü kez buna kalkışmayacağını nereden bileceğim?” Tekrar buna kalkışırsam bu sefer beni sonsuza kadar kaybetmekten korkuyordu.
Bana karşı sert tavrından ödün vermeden kararlı gözlerle bakışlarını bana kenetledi. “Hakkında çıkardığım o rapor yanlıştı ama doğruluk payı da vardı. Sana acı veren şeylere tutunacak kadar anormalsin!” Öfkeyle sarfettiği sözler karşısında nefes dahi alamadım.
Sözleri keskinleşerek içime saplandığında tam karşımda durdu. “Tutunduğun on üç sayısı ve eflatun elbisenin mazisi normal bir insanın hatırlamaktan bile kaçınacağı kadar korkunç!” dedi sertçe. “Ama sen bu iki şeyi hayatının merkezine koyacak kadar hastasın.” Gözlerinin ardından yakıcı bir öfke geçtiğinde benim önümde bezmiş görünüyordu. “Tıpkı nasıl öleceğini planladığın gibi bu takıntıların sonunu getirecek.” Onu susturmanın bir yolu olmalıydı.
Karun hızlı hızlı nefes aldıkça göğüs kafesi şiddetle hareket ediyordu ama buna rağmen susmuyordu. “Ucuz psikologlara gitmek yerine gerçek bir uzmandan yardım almalısın.” Çaresizce bana bakarken omuzları düştü. “Seni aklındakilerden korumamın tek yolu bu.”
Gözlerim ardı sızlamıştı. “Deli olduğumu mu düşünüyorsun?”
Ne denli incindiğimi gördü fakat bana duymak istediğim şeyleri söylemedi. “Deli değilsin ama iyi de değilsin be kızım.” Derin bir nefes alarak yılgınca başını salladı. “Tedavi olmalısın, ikimiz de olmalıyız.” Onu anlamamı ister gibi bakarken bakışlarını daha insancıl kılmak için uğraştı. “Bu sefer daha sağlam başlamak istiyorsak ikimiz de önce kendimizi düzeltmeliyiz.”
Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki, “Ben senden de kötüyüm,” diyerek lafı ağzıma tıktı. Bunu kabullenerek başını ağır ağır salladı. “Ama senin aksine kendimle ilgili yanlışları değiştirmeye çalışıyorum. Senin için değişmeye ve hak ettiğin gibi bir adam olmaya çalışıyorum. Kimse için değil, sadece senin için kendimi düzeltmeye çalışıyorum.”
Buz saçağı mavilerine yorgunluk sızdığında nefesini sesli bir şekilde vermişti. “Beni 383 gün boyunca mezarının başında uyutan bir kadına gülümsüyor, onu mutlu etmeye çalışıyor ve onu korumak için çırpınıyorum.” Gözlerimin en derinine baktı. “Aylarca beni ağlatan bir kadını dün gece öptüm.” Tek bir dokunuşuyla paramparça olacak bir buza dönüşmüştüm. Öylesine soğuk, öylesine katı ve öylesine kırılmaya müsaittim. Beni öptüğüne pişman mıydı?
Yaşların akın ettiği gözlerime bakarak başını iki yana salladı. “Değilim,” dedi aklımdan geçenleri anlayarak. “Ne anlatmaya çalıştığımı gerçekten anlamıyorsun, değil mi?”
Aramızdaki son adımı kapattı ve çenemi tutarak başımı onu görebileceğim bir şekilde kaldırdı. “Denediğimi sana anlatmaya çalışıyorum. Ben yaşadıklarımı unutmadım, Bige veya hiçbir şeyi sindirdiğim yok. Bana yaşattığın o 383 günün ölü toprağı hâlâ üzerimde.” Çenemdeki parmakları gerilmişti. “Ya da ben o toprağın içindeyim.” Boğazım kuruduğunda tek kelime edemedim.
Karun rahatsızlığını açık bir şekilde belli ederken, “Deniyorum güzelim,” dedi bu sefer daha yumuşak bir sesle. “Bana yaşattığın 383 günün acısı hâlâ çok taze fakat sana gülümsüyor, sabrediyor ve bir şeyleri aşmış gibi davranıp seninle mutlu olmaya çalışıyorum. Hatalarını yüzüne vurmadan bize bir şans vermeye çalışıyorum. Buna karşılık olarak sen ne yapıyorsun?” Onu üzecek birçok şey dışında hiçbir şey.
Elini çenemden çekerek kaskatı kesilen bir yüzle bana baktı. “Gurur’la küçük bir telefon görüşmesi yapıyorsun ve hemen sonrasında saldırıya uğruyoruz.” İliklerime kadar ürpererek yutkundum. O geceyi araştırırken telefon kayıtlarımı izleteceğini düşünmemiştim. Karun o saldırının Gurur’un işi olduğunu biliyordu. Olamaz, benim de bu işin içinde olduğumu düşünüyordu.
Savunmaya geçerek, “Böyle bir şey yapacağını bilmiyordum,” dedim hızlıca. “Ondan istediğim tek şey buluşacağın kadına engel olmasıydı.”
Alay ederek güldüğünde gözlerinin ardındaki saf kederi gizleyemiyordu. “Peki, ben sana nasıl inanacağım? Daha dün gece onunla iş birliği yapıp beni tuzağa düşürmüşken doğru söylediğine nasıl inanacağım?” Cevap vermek için ağzımı açtım ama elini kaldırarak yine beni susturdu. “Bunları yeni değil, o gecenin sabahında öğrendim,” deyince başımdan aşağıya buz gibi sular aktı.
Otuz saniye boyunca yüzüme bakıp bembeyaz olmuş suratımı izledi. “Gerçeği öğrenmeme rağmen o günün sabahında sana karşı iyi davranmadım mı? Bu konuyu açıp hatalarını yüzüne vurmak yerine hiçbir şey olmamış gibi sana karşı iyimserdim. Dün gece o masada beni tuzağa düşürmene rağmen sana hiç kızdım mı?” Acıyla harmanlanan buruk bir tebessüm kondu dudaklarına. “Her defasında seni öfkemden korumak için kusurlarını kendi içimde kapatıyor, seni aklamaya çalışıyorum.”
Bakışları üzerimdeki eflatun elbisede oyalandı. “Ben senin hatalarının üstünü örterken sen neden benim en büyük hatamı üzerinde taşıyorsun?” Burnunun direği sızlarcasına, “Neden bununla canımı yakıyorsun?” diye fısıldadı. Acı ve panikle dolmuştum. Beni ölüme terk ederek gönderdiği o eflatun elbiseyi unutmamıştı. Sandığı gibi bu elbiseyi giymemin amacı ona o günü hatırlatmak değildi.
Titreyen dudaklarla, “Son kez,” dedim kısık bir sesle. “Son kez giyiyorum eflatun elbiseyi.” Onu buna inandırmak istercesine elini avuçlarımın arasına aldım. “Bugün için birkaç saatliğine son kez giyiyorum.” Gözlerinin içine bakarak başımı salladım. “Bir daha hiç giymeyeceğim eflatun elbiseyi ne doğum günlerimde ne de bir uçurum kenarında...”
Karun dalgın bakışlarla, “Son kez,” diye mırıldandı. Buna inanmak istercesine gözlerini kıstı. “Hemen sonra sonsuza kadar kurtulacağız bu elbiseden anlaştık mı?” diye sorunca başımı salladım. İkimizde de büyük bir travma yaratan bu elbiseyi hayatımızdan çıkartmayı kabul ettim. O bana karşı bu kadar sabırlı ve anlayışlı olmaya çalışırken bende onun için en azından bu kadarını yapmalıydım.
***
Carlos’u havaya uçurduğum uçurum kenarında dururken burada bizimle bekleyen korumalar kısık bir sesle kendi aralarında konuşuyorlardı. Üzerimdeki eflatun elbiseyle Hector’u bana vermesi için Karun’u nasıl ikna ettiğimi merak ediyorlardı. Karun ise yanımda dikilerek adamlarının Hector’u bulunduğumuz yere getirmesini bekliyordu. Birazdan burada olurlardı.
Rüzgâr tenimi ürpertirken, “Burada olmak zorunda değildin,” dedim. “Ben hallederdim.”
Huzursuzluk içinde kaşlarını çattı. “Üzerinde eflatun bir elbise varken ve siktiğim bir uçurum kenarındayken seni yalnız bırakır mıyım, sanıyorsun?” Atlamamdan korktuğu için dibimden ayrılmıyordu.
Eğer içi böyle rahat edecekse yanımda olup beni gözetlemesini sorun etmiyordum. Dağın yamacında beliren arabalarla dudaklarım kıvrıldı. “Bugün güzel bir gün.” Bugün son kez eflatun bir elbise giyerek yıllar süren bir savaşı sonlandıracaktım. Eflatun elbise ölümün rengiydi ve böyle anlarda üzerimde olmasından zevk alıyordum.
“Bazen beni ürkütüyorsunuz,” diye homurdandı Furkan. “Gerçekten buna gerek var mıydı?” Gözleri eflatun elbiseme takıldı. “Ya da bu şeyi giymeye?”
“Neden? Yakışmamış mı?” Elbisenin eteklerini tutarak kendi etrafımda bir tur döndüm. “Bana en güzel eflatun yakışmıyor mu?”
Korumalar hep bir ağızdan, “Hayır!” dediklerinde kıkırdadım. Hayır diyenler genelde her yerde etrafımda olan o yirmi korumaydı.
İçlerinde yabancı bir yüz gördüm ve o, “Yakışmış, Bige Hanım,” diyen tek kişiydi. Karun’un ona çatık kaşlarla baktığını görmüyordu.
Karun’un onun gibi olan donuk suratlı yakın korumaları sessiz kaldı ama ilk günden beri yanımda olan yirmi kişilik grup tersçe yakışmış diyen kişiye baktı. Furkan ona öldürmek ister gibi düşmanca davranıyordu. “Sen sus lan imamın kafir oğlu! Eflatun seviyorsan git ebene giydir.” Yeni gelen çocuğu dışladıkları o kadar belli oluyordu ki.
Kara yağız bir delikanlı olan genç adam, “Abi ayıp olmuyor mu?” dediğinde Nedim gözlerini devirdi. “Rahatsız oluyorsan siktir git.”
“Sizin bu çocukla derdiniz ne?” Hepsine dik dik bakmaya başladım. “İnsan olun biraz.” Başımı çevirip zorbalık ettikleri korumaya baktım. “Adın ne?”
“İmamın kafir oğlu,” dedi Celil. “Adı bu.”
“Celil getirtme beni oraya!”
“Ama daha Nas ve Felak suresini bilmiyor, Bige Hanım.”
Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Sen biliyor musun?”
“Benim babam imam değil.” Savunması karşısında diğer on dokuz arkadaşı gülerken ben şaşkınlıkla Celil’e bakıyordum.
Karun sessizliğini koruyarak korumalarımla olan ilginç diyaloğumu izliyordu. Yirmisine de sırasıyla baktım. “İçinizde Nas ve Felak bilen var mı? Veya herhangi bir sure?”
Hiçbirinden çıt çıkmayınca Karun başını çevirip elliye yakın kendi korumalarına baktı. “Sizler biliyor musunuz?” Ellisinden de onaylayan mırıltılar çıkınca Karun’un dudakları memnuniyetle kıvrılmıştı. Bu bana karşı yapılan bir meydan gösterisiydi. “Benimkilerin hepsi biliyor.” Açıkça benimle dalga geçiyordu.
Arkamdaki yirmi kişilik grubu işaret ederek Karun’a baktım. “Bunları al bana seninkilerden yirmi tane ver.”
“Aşk olsun, Bige Hanım,” dedi Furkan. “Bizim onlardan ne farkımız var?”
“Daha Nas ve Felak bilmiyorsunuz be!” diyerek hepsine çıkıştım. “Şu hale bak ekibe yirmi birinci kişi dahil olmuş ama imamın oğlu olmasına rağmen o bile bilmiyor.”
Sinirlenerek bir ayağımı sertçe yere vurdum. “Kocam olacak adam malikanedeki tüm çürükleri bana vermiş.” İhanete uğramış gibi ağlamaklı bir ifade takınmıştım. “Üç harfliler güzel olanlara musallat olurmuş.” Onlara bakarak baştan ayağa kendimi gösterdim. “Ne kadar güzel olduğumu görmüyor musunuz? Üç harflilerin saldırısına uğrarsam kim beni dualarla koruyacak?” Hepsi bana şaşkınlıkla bakarken Karun’un kısık gülüşünü duydum.
Onlara Karun’un adamlarını gösterdim. “Bana onlar lazım.” Yüzüme dramatize bir ifade kondurup kendi beceriksiz korumalarıma döndüm. “Anlamıyor musunuz, çok müşkül bir durumdayım,” dediğimde hepsi bir küfür savururken Karun’un gülüşü can sıkıcıydı.
Karun’un koluna yapıştım. “Al onları benden ve bana yenilerini ver.”
Gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. “Seninkiler en az senin kadar değişik ve dengesiz. Hepsini tek tek vurmamak için onları sana tahsis ettim.”
“Küfür gibi bir şey bu,” diyerek ona kızdım. “Defans oyuncularını kendine almışsın ama tribünde bekleyen yedekleri bana vermişsin.”
Nedim gücenerek bana bakıyordu. “Asıl sizin bu yaptığınız küfür gibi bir şey. İki sure bilmiyoruz diye hemen bizi gözden çıkartıyorsunuz.”
“Yirmi kişi, pardon yirmi bir kişiden biri bile küçük bir sureyi bilmiyorsa bu sizi beceriksiz yapar,” dedim.
İsa beni hedef aldı. “Siz biliyor musunuz?”
İsa çok doğru bir noktaya değinmiş gibi hepsi gözlerini kısarak bana baktı. “Cevap verin,” dedi Celil. “Siz biliyor musunuz?”
Furkan ellerini pantolonunun ceplerine koyarak göğsünü kabarttı. “Bizi bu kadar kınadığınıza göre en az on sure biliyor olmalısınız?” diyerek beni köşeye sıkıştırdı.
Çenemi kaldırarak omuzlarımı dikleştirdim. “Benim sizin gibi ezberim kötü değil.” Havalı bir şekilde saçlarımı arkaya doğru savurdum. “Tabii ki biliyorum.”
“Kaç tane?” diye sordu Yakup.
“O kadar çok ki hiç saymadım.”
Furkan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Bir tane bile bilmiyorsunuz, değil mi?”
“Evet, kapat çeneni,” dediğimde hepsi gülmeye başladı.
Karun bile gülerek başını iki yana salladı. “Boşuna hiç sızlanma adamların da senin gibi olduğu için bu kadar iyi anlaşıyorsunuz.” Bunu asla sesli bir şekilde kabul etmeyecektim.
Dağın yamacında görünen yedi araba bu tarafa gelip biraz ileride durmuştu. Furkan’a başımla küçük bir işaret yaptığımda Nedim ve Celil’i yanına alıp gelen arabaları doğru yürüdüler. Buraya gelmeden önce bize gereken her şeyi yanımızda getirmiştik. İsa ve Yakup yürüyüp kollarına asılarak onu arabadan çıkardıklarında, “Merhaba Hector,” dedim gülümseyerek. “Uzun zaman oldu, değil mi?” Tıpkı amcası gibi onu da havaya uçuracaktım.
Bu yüzden özellikle eflatun bir elbise giymiştim. Amcasını havaya uçururken de üzerimde eflatun bir elbise vardı. Onca zamandır benden annemi saklamanın hesabını soracaktım. Hector’da amcası ve babasıyla aynı kaderi yaşayacaktı. O kadar kötü görünüyordu ki zavallı bir hâldeydi. O kaldırım kenarından vurulduğum günden beri Karun ona işkence etmeyi hiç bırakmadığı için yara bere içindeydi.
Anlaşılan son bir yıldır Karun onu öldürmemişti ama hayatta da bırakmamıştı. İsa ve Yakup kollarına tutup yürümesine yardım etmese ayakta bile duramazdı. Karun’un Hector’dan aldığı ilk şey keyifle yediği yemekler olmalıydı. Son gördüğümde o kaslı ve heybetli adam şu bir yılda o kadar zayıflamıştı ki, üzerindeki eski tişört ve pantolonun içinde kayboluyordu. Vücudu kemikten ibaretmiş gibi görünüyordu.
Karun’un ondan aldığı bir diğer şeyse sağlığıydı. Şiddetli bir hastalığın pençesinde kıvranıyormuş gibi teni normal olmayacak bir şekilde morarmaya ve derisi de dökülmeye başlamıştı. Vebalı birinin korkunç görüntüsünü sunuyordu. Hector’un yüzündeki morluklar ve bir gözünün şişmesi günlük işkence dozunu da aldığını gösteriyordu.
Yakup ve İsa onu bana getirirken yanımda duran Karun, “Ona fazla yaklaşma,” diyerek beni uyardı. “Vücudundaki virüs bulaşıcı değil ama seni riske atamam.” Virüs mi?
Soru dolu gözlerle ona baktığımda dudağının köşesi kıvrıldı. “Bir yıl önce onun vücuduna bir virüs enjekte ettirdim. Durmadan parazit üreten ve uzun vadede taşıyıcıyı içten içe tüketen bir virüs.”
En keyifli kısmına gelmiş gibi tehlikeli gülüşü büyüdü. “Tedavisi yok bir yıldır vücudu parazit ürettiği için içten çürümeye başladı.” Hector’un derisindeki döküntüleri işaret etti. “Derideki döküntüler virüsün son evresine girdiğini gösteriyor. Gitmesine izin versek bile bir ayı geçirmeden ölecek.”
Belki kulağa psikopatça gelecekti ama duyduklarım keyfimi yerine getirmişti. “Desene son bir yılı acı çekmekle geçmiş.”
Hector’un bir yılını virüs ve parazitlerle acı çekerek geçirmesi bana tarifi olmayan bir zevk veriyordu. Karun bir insana nasıl işkence edeceğini gerçekten iyi biliyordu. Önce onun tarikatını yok etmiş, sonra da kız kardeşini gözlerinin önünde öldürmüştü. Bu da yetmezmiş gibi onun vücuduna bir virüs enjekte ederek bensiz geçirdiği her gün için onu yoğun acılara maruz bırakmıştı.
Böylesine tehlikeli ve intikam anlayışı korkunç birinin gazabına uğramadığımız için Duha ile gerçekten çok şanslıydık. Hector’a yaptıklarıyla kıyaslanınca bizi görmezden gelmesi aslında bizim için ödül gibi bir şeydi. Karun bizden intikam almaya kalkışsaydı ne Duha ne de ben bundan sağ çıkabilirdik.
Hector kan biriken uyuşuk gözlerini güçlükle açıp bana bakınca gözlerinde yer edinen o büyük nefreti iliklerime kadar hissettim. Gücünü, makamını, kız kardeşini ve sağlığını benim yüzümden kaybettiği için bana olan nefreti dünyanın büyüklüğüyle yarışırdı. Kollarını tutan adamlardan kurtulmaya çalışarak, “Kalender’in orospusu!” dedi tükürürcesine. “Seni o depoda gördüğüm ilk anda öldürmeliydim!”
Karun ona doğru sinirle bir adım atınca kolunu tutarak onu durdurdum. “Tatlım bu onun son çırpınışları,” dedim gülümseyerek. “İzin ver içini döksün.”
Rahat tavrım Hector’u iyice çıldırttığı için çenesini sıktı. “O gün işini bitirseydim başıma bunca belayı açmazdın!” diye bağırarak beni kızdırmaya çalıştı.
Kan çanağına dönen gözleri delici bakarken sıktığı dişlerinin arasından, “Siz Saka kızlarına bir erkek yetmez!” dedi. “Belki de bende seni becermeliydim! Yatakta iyi bir iş çıkarıyor olmalısın ki bu yanındaki bu piç senin için tüm bunları yaptı!” diye bağırdığında Karun ona doğru atıldı ve çenesine öyle bir yumruk attı ki, kemiğin kırılma sesini duydum. Bu sefer onu durdurmama izin vermemişti.
Hector sırtüstü yere düşünce kan kusmaya başlamıştı. İsa ve Yakup’un siyah deri eldiven taktığını daha yeni fark ediyordum. Virüslü birini yerden kaldırırken ona çıplak elle dokunmak istememişlerdi. Karun’u geriye çektiğimde korumalardan biri hemen arabadan ıslak mendil getirerek Karun’a uzattı. “Abi her ihtimale karşı elini sil. Gözünü seveyim ne olursa olsun ona temas etme.”
Son derece ciddi bir ifadeyle Karun’a bakıp, “Virüs kan ve tükürük yoluyla bulaşabilir,” diye fısıldadı. “Ona yaklaşman için bilerek seni kışkırtıyor.” Sertçe yutkundum. Karun’un yüzüne tükürmeden yere düştüğü için şanslıydık çünkü bunu deneyebilirdi.
Her ihtimale karşı Hector’un ağzını ve burnunu kapatan bir maske taktılar. Kollarını arkadan kelepçeledikleri için yüzündeki maskeyi çıkartamıyordu. Karun benim ısrarım üzerine ıslak mendille elini silmişti. Daha sonra çantamda çıkardığım el dezenfekteyi ellerine sıkarak içimin rahatlamasını sağladı. Hector son ana kadar bizi kışkırtmayı bırakmayacaktı bu yüzden kontrollü olmak zorundaydı.
Bunlar ölmek üzere olan bir adamın son çırpınışları olduğu için ağır şeyler duymayı bekliyordum. Onun gibi karaktersiz erkekler bel altı vurmayı çok severdi. Az önce söylediği becermek kelimesi bile midemi bulandırmaya başlamışken sözlerine misilleme yaparak, “Bir konuda haklısın,” diyerek Hector’un gözlerinin içine bakmaya devam ettim. “Yıllar önce beni o depoda gördüğün ilk anda öldürmeliydin.”
Sadistçe bir duyguyla güldüm. “Çünkü geldiğimiz son noktada seni, babanı, kız kardeşini, amcan Carlos’u, kuzenin Davit’i ve tarikatını beceren benim,” dedim omuzlarımı dikleştirerek.
Evet, Karun’un yardımı olmadan hepsinin üstesinden gelemezdim ama Karun’un onlara bulaşma sebebi bile bendim. Yani geldikleri son durumda rolüm büyüktü. Üstelik kuzenini bir depoda, amcasını burada, babasını da bir kumarhane baskınında havaya uçuran bendim. Tıpkı birazdan ona da aynısını yapacağım gibi. Onlar bana büyük acılar yaşatmış olabilirdi ama bende her anlamda Marasliyanlar gibi köklü bir aile ve tarikatın içinden geçmiştim. Bunun için Karun’a ne kadar teşekkür etsem azdı çünkü koskoca bir tarikatı bitiren oydu.
İşaretimle birlikte adamlar Hector’un üzerine bombaları yerleştirmeye başlamıştı. Çırpınarak bana daha çok küfrederken dehşete kapılmış gibiydi. “Kazandığını veya senin için her şeyin bittiğini sanma!” diye bağırdı. Vücudundaki parazitler yüzünden salyaları köpük halini alarak ağzındaki maskeden sızıyordu. Üstelik iğrenç kokuyordu. Çürüyen vücudunun berbat kokusunu bu uzaklıktan bile alıyordum.
Hector çırpınmalarına rağmen bana ulaşamadıkça benim ona gitmem için resmen tüm tuşlara basıyordu. “Elbet bir gün birileri senin de işini bitirecek!” Israrla bana fahişe damgası vurarak, “Sırtını yasladığın bu adam senden sıkılıp daha iyi sürtükler bulacak!” diye haykırdı. “Bir köşeye atılıp benim gibi adamların masasında meze olacaksın!” Bunun olması için beni lanetler gibiydi.
Sözleri başta Karun olmak üzere herkesin sabrını zorlarken beni sadece güldürmüştü. “Ben Karun’dan önce de vardım.” Ona istediğini vermek yerine gülüşümle onu daha da kızdırdım. “Karun’un hayatımdaki yeri büyük ama hiçbir zaman kimliğimi o oluşturmadı.” Başımı iki yana salladım. “Onun sürtüğü olsaydım para ve gücü için dizlerinin dibinden ayrılmazdım.” Her yaptığını da sineye çekerdim ama ben asla ona tam olarak boyun eğmemiştim.
Şimdi söyleyeceklerimden mutluluk duymuyorum ama Karun olmadan bir hiç olmadığımı Hector’a göstermek için, “Ben istediğim herkese diz çöktürebilecek bir kadınım,” dedim. Karun kaskatı kesilerek bana tersçe bakınca hemen önüme döndüm. Onu kastetmediğimi iyi biliyordu ama ona da aynısını yaptığım için ister istemez rahatsız olmuştu.
Küçük bir baş işaretimle İsa, Hector’un dizlerinin arkasına tekme atarak onu yere düşürmüştü. Hector’un sinirden kıpkırmızı olmuş suratına sırıtarak baktım. “Tıpkı sana da diz çöktürdüğüm gibi.” Onların dünyasında onların kurallarıyla oynamaya sekiz yaşında başlamıştım. Zaten bu yüzden doğru şekilde sevmeyi bile bilmeyen ve her fırsatta intihara kalkışan hastalıklı bir kadına dönüşmüştüm.
Bu adamlar sekiz yaşında beni kirli dünyalarına ve çirkin oyunlarına dahil etmişlerdi. Bilinçaltım kan ve cesetlerden ibaretken kimse benden aklı başında kararlar ve normal sayılacak davranışlarda bulunmamı bekleyemezdi. Son bir yılım psikolojik tedavilerle geçmesine rağmen istediğim gelişmeyi gösteremedim. Yirmi altı yılın birikimi son bir yılda yok olmuyordu. Ben geçmişi ağır travmalarla dolu hastalıklı bir kadındım. Ne yazık ki sevdiğim adamda öyleydi. Bu yüzden tıpkı bizim gibi yaşadığımız ilişki de hiç sağlıklı değildi.
Bombaları kollarına hatta bir bandaj gibi kafasına bile bantla sardılar. Hector bana karşı son kozunu oynamak için, “Ablanı nasıl becerdiğimizi duymak ister misin?” diyerek gülmeye başladı. “Ya da onu becermeye kaç yaşında başladığımızı?” Vücudumda sinsi bir öfke kıvılcımlar çıkartarak harlanmaya başladığında Furkan hemen ona doğru yürüdü ve kaburgalarına sert bir tekme atarak onu yere serdi.
Bunu biraz fazla hızlı yapması dikkatimden kaçmamıştı, üstelik Karun’da çok gerilmişti. Ablamın konusu açıldığı an Karun kaşlarını çatmış, Furkan ise Hector’u susturmuştu. Rahatsızca yönümü Karun’a çevirdim. “Ne söyleyecekti?” Fazla şüpheli davranmışlardı.
Karun nötr bir suratla bana bakıp endişelerimi dağıtmaya çalıştı. “Ölmeden önce canını sıkmak için her yolu denediğini görmüyor musun? Yalan yanlış birçok şey söyleyip seni üzmeye çalışıyor.”
Kaşlarımı çattım. “Öncesinde de canımı sıkmaya çalışıyordu ama onu susturmak için bu kadar acele etmediniz.” Yerde kan kustuğu için Hector’un beyaz maskesi tamamen kan olmuştu. “Kaldırın şunu söyleyeceklerini duymak istiyorum.” Aptal bir kadın değildim, Gazel hakkında bilmemi istemedikleri bir şey olduğu çok açıktı.
Korumaların hepsi tedirgin gözlerle birbirine bakınca ortada benden gizlenen bir gerçek olduğuna emin oldum. Üstelik Karun’da çok tuhaf davranıyordu. Gazel’in konusu açıldığından beri doğru düzgün yüzüme bakamıyordu. Dişlerimi gıcırdatarak sıkarken, “Madem öyle kendim öğrenirim!” dedim.
Hector’a doğru yürüyeceğim esnada Karun kolumu tutarak beni durdurdu. “Senden saklanan bir şey yok.” Beni buna inandırmak istercesine yumuşak bir sesle konuşmuştu. “Bu piçin biraz daha yaşamak için zaman kazanmaya çalıştığını görmüyor musun?” Ceketimi arabada bıraktığım için kızaran burnuma baktı. “Hava soğuk hasta olacaksın, bitirelim artık şu işi.”
Alay ederek üzerindeki ceketi işaret ettim. “Üşüdüğümü biliyorsan neden bana ceketini vermeyi teklif etmiyorsun?”
“Çünkü bende üşüyorum,” diye homurdanınca güldüm. Ceketle bile üşürken ceketini bana vermeye kalkışsa da almazdım.
Karun’a inandığım için Hector’u konuşturmak için ısrar etmedim. Kimse engel olmadan hayatta olan son Marasliyan’ın da işini bitirip onları tarihe gömmek istiyordum. Boynu ve ensesi dahil bombaları onun virüslü vücudunun her yerine yerleştirdiler. Tıpkı Carlos’a yaptığım gibi patlayıcı gücü düşük olan bombaları seçmiştim. Onu parçalarına ayıracak kadar şiddetli ama birkaç metre uzağındakilere etki etmeyecek kadar hafif patlayıcılardı.
Bombanın kumandasını aldıktan sonra tüm adamlar arabalarına atlayıp güvenli bir mesafeye çekildi. Şimdi burada Hector ile baş başardık, tabii Karun’da yanımızdaydı. Hector kaçmak için bile yerden kalkamıyordu, taşısığı virüs buna izin vermiyordu. Virüs vücudunu işgal ettiği için yardım almadan ayağa kalkacak gücü yoktu.
Dizlerinin üzerinde dururken konuşup bana küfredemedikçe yüzü şişiyor, gözleri yuvalarında fırlıyordu. Kustuğu kanlar boğuk sesler çıkartmasına neden oluyordu. “Tıpkı amcana olduğu gibi senin de gördüğün son yüz benimki,” dedim büyük bir zevkle.
Rüzgâr elbisemin eteklerini uçuştururken topuklu ayakkabılarımla ona doğru attığım her adım ses çıkartıyordu. “Ne kadar şanslı olduğunun farkında mısın? Son gördüğün şey güzel bir yüz olacak.” Kendimi tutamayıp güldüm. “Bugün 18 Ocak, Hector.” Neyi ima ettiğimi çok iyi anladığı için dişlerini sıkarak bana baktı. Bugünün ikimiz için de özel bir anlamı vardı.
Karun hiçbir şey anlamayarak bana döndü. “18 Ocağın bir anlamı var mı?” Neden bugün ondan Hector’u istediğimi anlamaya çalışıyordu. Türkiye’ye döndüğümden beri bir kez olsun ona Hector’u sormamışken, bugün karşısına dikilip bu adamı istememin nedenini bilmek istiyordu.
Gözlerimi Hector’dan ayırmıyordum birbirimize nefretle bakıyorduk. “Bugün onun doğum günü.” Dersini iyi çalışan sadece Hector değildi, bende onun hakkında birçok şeyi biliyordum. Geçmişin acı hatıraları zihnimi meşgul ederken gülmek için kendimi zorladım. “Bir kez olsun bende onlardan birinin doğum gününü kutlamak istiyorum.” Onların tarzıyla.
Doğum günlerimi benim için cehenneme çevirmişlerdi.
Hector’un tam karşısında durup ona fazla yaklaşmamaya çalışarak belli bir mesafede durdum. Sinirden fıldır fıldır dönen siyah gözlerine bakarak, “Doğum günün kutlu olsun, Hector,” dedim gülümseyerek. “Keşke sana iyi ki doğdun diyebilsem ama bu doğru olmazdı. Özellikle de doğduğun güne lanet ederken.”
Aramızdaki mesafeyi korumak için bir adım geriye çekildim. “Seninle yollarımız bu noktada ayrılıyor.” Ölüm korkusuyla irileşen göz bebeklerine büyük bir zevkle baktım. “Bana bir iyilik yap ve gittiğin yerde Carlos’a selamımı ilet.”
Elleri bile arkadan kelepçeliyken üzerime atlamak için ayağa kalkmaya çalıştı. Burnundan fokurdayan sesler çıkartırken mümkün olsa beni parçalayabilirdi ama tek yaptığı öfkeli gözlerle bakmaktı. Bir kez daha denedi ama dizlerinin üstüne kalkamadı. Acizliği karşısında ne denli zevk aldığımı gizleyemiyordum. Çocukken beni öldürselerdi tüm bunları yaşamazlardı ama onlar beni öldürmek yerine her doğum günümde büyük acılar yaşatmışlardı.
O küçük çocuğun acıyla güçlenip onların saltanatını yıkacak bir kadına dönüşmesini hiçbiri beklemiyordu. Hector’un acı ve sinirden kıvranan suratına son kez baktım. “Cehennemde beni bekle.” Yanından geçerken güldüm. “Orada bile seni ve soyunu rahat bırakmayacağım!”
Karun ile ondan uzaklaşıp yürümeye başladık. Korumaların yanına geldiğimizde Karun’un arabasının hemen yanındaydık. Başımı çevirip korumalarıma gülümsedim. “Hazır mısınız, en sevdiğim kısım başlıyor.”
Furkan sinirden güldü. “İnsanları havaya uçurmaktan zevk aldığınızı düşünmeye başladım.”
“Şaka mı yapıyorsun, bunu yapmaya bayılıyorum.” Arabanın kaportasının üzerine zıpladığımda yanımda duran Karun ceketinin cebinde sigara paketini çıkardı. Onun sigara içmesinden nefret ederek elimi ona doğru uzattığımda benim için de bir dal çıkarmıştı. “Birini öldürmenin en zevkli yolu onu parçalarına ayırmak,” dediğimde Karun’un uzattığı çakmakla sigaramı yakıyordum.
Karun kalçasını arabanın kaportasına yasladığında bir elinde sigarası vardı, diğer eli ise cebindeydi. Bense onun yanında arabanın kaportasının üzerinde oturarak bacaklarımı aşağıya doğru sarkıtmıştım. Karun’un bacağı benim dizime değecek kadar birbirimize yakın duruyorduk. Mutlaka bana temas edecek bir şeyler buluyordu. Sigaranın dumanını içine çekerek uçurumun ucunda duran Hector’u izliyordu. Donuk suratından ne düşündüğünü anlayamıyordum. “Bittiğinde daha iyi hissedecek misin?”
“Bittiğinde başımı eğmeden arkadaşlarımın mezarına gidebileceğim.” Son Marasliyan’ı da bu dünyadan silmekten mutluluk duyacaktım.
Hector’a olan bakışları kin doluydu ama onu öldürme işini bana bıraktı. Bizzat kendisi bunu yapmayı her şeyden çok istese de önceliği bana vermişti. “Bitir şu işi güzelim.” Her konuda yanımda olup beni desteklemesini seviyordum.
Gözlerimi Hector’dan ayırmadan tebessüm ettim. “Ölümcül sayıyı başlatıyorum.”
Korumalar psikopat olduğumu düşünerek homurdanırken birden başlayıp on üçe kadar saymaya başladım. Her bir sayıyla içimde büyüyen heyecanın bir tarifi yoktu. Bana yaşatılan tüm o 13 Haziranların sonunu getirmenin heyecanını yaşıyordum. Yüksek sesle saydığım her sayıyla sona yaklaştığını bilen Hector, “Senin de sonun bu uçurum kenarı olacak!” diye bağırıyordu.
Bulunduğu yerden çırpınırken ondan duyduğum son sözler, “Seni bekleyen ölüm de bir uçurum kenarında olacak!” diyen sözleriydi. Belki haklıydı belki de değildi. Bunu zaman gösterecekti.
“On bir, on iki ve on üç!” dedikten sonra sabırsız bir ifadeyle bombanın kumandasına bastım.
Büyük bir patlama.
Paramparça olmuş bir vücut.
Ve tüm bunları sigarasını içerek izleyen eflatun elbiseli bir kadın.
Hiç bitmeyecekmiş gibi hissettirse de nihayet bitmişti. Patlamanın sarsıntısını bulunduğum yerden hissederken sigaranın dumanını içime çektim. Gri duman dudaklarımın arasında süzülürken yere atlayıp uçuruma doğru yürüdüm. Herkes beni izlerken yoğun dumanlar çıkan uçuruma biraz daha yaklaştım. Bileklerime kadar uzanan eflatun elbisenin ipek kumaşı bacaklarıma sürtünüyor, yumuşak bir his bırakıyordu.
Hector’dan kalanların arasında yürüdüm. Etrafa saçılan iç organları ve kopmuş uzuvlarına midem bulanarak bakıyordum. Gözlerim etrafımda gezinerek kafasını aradı. Çok geçmeden bir bölümü tamamen yok olmuş, beyni akmış ve yüzündeki deri küle dönmüş şeyi buldum. Bir topa vurur gibi kafatasına vurup uçurumdan aşağıya yuvarladım. “Bitti.” Yürüyüp uçurumun ucunda durdum. Tek bir adım daha atarsam düşebilirdim ama yükseklik korkum yoktu.
Yarısını içtiğim sigarayı içime çekerek başımı kaldırıp bulutlu gökyüzüne baktım. “Bitti çocuklar.” Bunu söylerken şehit arkadaşlarıma sesimi duyurmaya çalışıyordum.
13 Haziran katliamında ölen her arkadaşım için gözlerim sızlamıştı. “Artık rahat uyuyabilirsiniz,” diye fısıldadım. “Sizi bu dünyada koparan terör örgütünün son üyesi de bugün hak ettiği cezayı aldı.” O patlamada ölmeselerdi şimdi hepsi benim gibi bir yetişkin olup kendi hayatını yaşayacaktı. Onlar benim hiç büyüyememiş dostlarımdı.
“Bige.” Başımı çevirince Karun’un hemen arkamda durduğunu gördüm. “Uzaklaş oradan.” Beni bir uçurum kenarında görmekten nefret ediyordu. Özellikle de ben haddinden fazla intihara meyilliyken.
Ona yaklaşıp kollarımı boynuna doladım. Başımı yukarı kaldırıp yüzüne en içten duygularımla bakmaya başlamıştım. “Bunu sana daha önce hiç söylemedim ama teşekkür ederim.” Bir süre gözlerine bakarak derin bir nefes aldım. “Beni Azap tarikatından kurtardığın için teşekkür ederim, Sanrı,” dedim ve hemen sonra parmak uçlarımdan yükselip onu öptüm.
Bu sefer birbiriyle dans eden dudaklarımızda şehvet yoktu. Şehvetten çok daha büyük bir duyguyu onun dudaklarında soludum. Yüreğimi ağzıma getiren saf ve yakıcı bir sevgi. Beni yatağa atmak ister gibi değil, göğsünde ağırlamak ister gibi öpüyordu. Belimi kavrayan elinin dokunuşu bile diğer dokunuşlarından çok farklıydı. Naif ve kırmaktan korkar gibi hassastı.
Yavaşça benden ayrıldığında gözlerime olan bakışı bile fazla güzeldi. “İstediğin şey olduğuna göre şimdi sıra benim isteklerimde.”
Meraklı bir ifadeyle gözlerimi kırpıştırdım. “Senin isteklerin nedir?”
“İlk olarak şu elbiseden kurtul,” dediğinde üzerimdeki elbiseye nefretle bakıyordu. “Hemen sonra da benim bulduğum bir uzmana gideceksin.” Anlaşılan psikolog konusunu kolay kolay kapatmayacaktı.
***
Malikanenin merdivenini çıkarken içimde Karun’a küfretmekle meşguldüm. Benim için bulduğu psikolog çok katı biriydi. Hiç acımadan gerçekleri dan diye yüzüme vuruyor ve bana kendimi sorgulatıyordu. Haftanın üç günü düzenli bir şekilde o kadınla görüşmeye gidiyordum. Bunu sırf Karun istediği için yapıyordum çünkü o da kendi psikoloğuna düzenli bir şekilde gidiyordu. Eğer daha sağlıklı ve mantıklı biri olmama yardım edecekse o doktora daha fazla da gidebilirdim.
Karun ile olan ilişkime tanıdığım on üç günlük süre bugün dolmuştu ama henüz evden ayrılmadım. Gitmeyi de düşünmüyorum çünkü ikimizde bu ilişkiyi kurtarmak için elimizden geleni yapıyorduk. Karun’a söz verdiğim gibi onun arkasından artık hiçbir şey çevirmiyordum. O da beni üzmekten kaçınıp beni kendi tehlikeli işlerinden uzak tutmaya çalışıyordu. Gitmemi isteseydi bunu bana söylerdi.
Gurur’un son yaptıklarından sonra Karun’un işi başından aşkındı. Gurur tüm bölge liderlerinin öfkesini harladığı için hepsi Gurur Kalender’i ortadan kaldırmanın peşindeydi. Karun ise işgüzar amcasına belli etmeden el altında onu korumaya çalışıyordu. O yemek masasında tüm liderlerin değer verdikleri insanların parçalanmış uzuvları vardı. Çok sonradan öğrendiğime göre Ümit Tozlu’ya bir ders vermek için o masada Farah’ın kuzenine ait parçalar da varmış.
Ne yazık ki Uraz’da kurbanların arasındaymış. Gurur denen cani herif Duha’nın canını yakmak için en sevdiği korumalarından biri olan Uraz’ı bile öldürmüştü. Duha’nın yanında kaldığım tüm o sürede Uraz’ı birçok kez görmüş, onunla konuşmuş ve çoğu zaman yardımını almıştım. Uraz’ı severdim bu yüzden o masada onun da parçalanmış cesedi olduğunu öğrenmek Duha gibi beni de çok üzmüştü.
Bu konuda Gurur’a kızdığımda yüzsüzce bana bakıp, “Uraz’ın yerine Kadem’in mi olmasını isterdin?” demişti. “Tunus’un en çok değer verdiği iki adamı arasında kararsız kaldığımda ilk seçeneğim Kadem oldu. Uraz’ın ölümü onu üzerdi ama Kadem’in ölümü onu yıkardı.” Daha sonra gözlerimin içine bakarak, “Kadem’i sağ bırakmamın tek nedeni sendin,” demişti. “Kadem’i öldürmek Tunus’tan çok senin canını yakardı.”
Psikopat herif o gece masada damarına basmadığı insan bırakmamıştı. Karun’un kafasından aşağıya insan uzvu dökmemiş gibi her gün yüzsüzce buraya gelip herkesi delirtiyordu. İkinci katın son basamağını çıktığımda duyduğum sesle çatı katına çıkmaktan vazgeçtim. Melek’in odasında gelen seslerle adımlarımın yönünü değiştirdim. Şarkı söyleyen bu hüzünlü ses Melek’in sesine benziyordu. Kapısını yavaşça açtığımda kapı aralığında gördüklerimle saç diplerime kadar ürpermiştim.
Melek odasının köşesindeki renkli pufların üzerinde oturuyordu. Beyaz geceliğinin yaka kısmı kan içindeydi. Çenesinden süzülen kanlar boynunu ve oradan da geceliğin yakasını batırmıştı. Bağdaş kurarak oturmuş, kucağındaki ıslak mendil paketine ve elinde tuttuğu el aynasına ıslak gözlerle bakıyordu. Paketin içinde çıkardığı mendille dudakları ve çenesindeki kanları silerken sessiz gözyaşları döküyordu.
Ayna yardımıyla yüzündeki kanları görüp onları silmeye çalıyordu. Bunu yaparken de onu duyan herkesi acıya boğacak bir türkü söylüyordu. “Niye çattın kaşlarını. Bilmiyom yar suçlarımı.” Güzel gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarından süzüldü. “Ölürsem ben saçlarını. Yolma gayrı, yolma leyli, leyli. Yolma leyli, leyli.”
Şarkının bu sözleri sanki Karun, Çağıl ve Levent içindi. Son günleri kaldığında değil, bir zamanlar onlarla geçirecek daha çok vakti olduğunda yanlarında olmayı istemişti. Melek yüzlerine gülse bile onları kendi içinde affedemiyordu. Titreyen elini kaldırıp dudaklarındaki kana dokunduğunda gözleri aralandı. Islak gözlerle ciğerlerinden sökülen kana bakıyordu.
“Ben yandım aşkın narına.
Meyletmem dünya malına.
Ölürsem ben mezarıma.
Gelme gayrı, gelme leyli, leyli.
Gelme, leyli, leyli, gelme leyli, leyli,” dediğinde kaşlarım büküldü, dudaklarımdan firar eden hıçkırığa engel olmak için kendimi zorladım. Melek onlara çok kırgındı. Affetmiş gibi davranıyordu ama kimseyi affettiği yoktu.
O hâlâ buraya geldiği ilk gün Karun’a, ”Seni anneme söyleyeceğim,” diyen o kızdı. Hepsine kırgındı ama en çok da Karun’a çünkü en çok onu beklemişti. Dayısının ona gitmesini bekleyerek hayatını tüketmişti.
Bu şarkı sözlerini bir tek Karun’a söylediğini artık biliyordum. Dayısının yokluğunda onu düşünerek söylediği bir şarkı bile olabilirdi. ”Bir garibim, düştüm dile.
Gerçeklerde olmaz hile.
Zalımlar elinden bile.
Alma beni, alma leyli, leyli.
Alma leyli, leyli, alma leyli, leyli,” dedikten sonra elindeki ayna yere düşmüştü. Titreyen parmakları aynayı uzun süre tutamamıştı.
Aynayı almak yerine başını eğdi ve omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Yanına koşup ona sımsıkı sarılmak istedim ama onu bu hâlde görmemi istemeyeceğini düşündüğüm için yerimden kıpırdayamadım. Duygularını incitmekten korkuyordum. O ise içli bir sesle ağlarken başını yerden kaldırmıyordu. “Anne ölüyorum ve bunu durdurmak için hiçbir şey yapamıyorum,” dediğinde usulca yaşlar yanaklarımdan dökülmüştü.
Keşke inkâr edebilsem ama gerçek buydu, Melek ölüyordu ve hiçbirimiz bunu durduramıyorduk. Hıçkırarak, “Onu çok bekledim anne,” diye fısıldadığında buradan kaçıp gitmek istedim. “Çocuk yurdunun penceresinde, hastane odamın camında, kan kustuğum tüm o anlarda onu bekledim. Neden onu beklediğim o yirmi yılda değil de hayatımın son yılında bana kapılarını açtı?” Karun bu kızın vebalinden hiç kurtulamayacaktı. Bir masumun ahını almıştı.
Çatı katına çıktığımda suratıma yumruk yemiş gibi sarsılmıştım. Yatağın üzerine oturup bir süre boş boş karşımdaki duvara baktım. Melek’in kanlı görüntüsünün etkisinden çıkamıyordum. Hayatımızda ölüm gibi bir gerçek varken sevdiklerimize geç kalmanın pişmanlığı peşimizi bırakmayacak tek gerçekti. Bu olanlar beni kendi ailemle olanları düşünmeye zorladı. Ciddi anlamda babam ve Gazel’e olan dargınlığımı düşünmeye başladım.
Onlardan birine bir şey olsa bu küskünlük bana vicdan azabı olarak döner miydi? Karun’un Melek’e geç kaldığı gibi bende kendi aileme geç kalmak istemiyordum. Ve büyükbabam... Onu o kadar özledim ki adeta burnumda tütüyordu. Babamın telefonlarını açmayınca ve ısrarla onunla görüşmeyince Adana’ya geri dönmüştü. Kurulu düzeni orada olduğu için büyükbabamı burada otel odalarında daha fazla tutamazdı. Bu yüzden onu da alıp gitmişti.
Kadem’den alıyordum tüm haberleri ama Kadem bile Gazel’in nerede olduğunu bilmiyordu. En son benimle görüşmek istemişti fakat ben anlaştığımız yere gidemeyince Gazel kayıplara karışmıştı. Artık telefonuna bile ulaşılmıyordu. Annemin yeri ise tam bir muammaydı. Çoğu zaman dilimin ucuna kadar geliyordu ama Karun’a annemin yerini soramıyordum. Annemin nerede olduğunu öğrenmek için ona yaklaştığımı düşünmesin diye ona annemden bahsedemiyordum.
Ailemin her bir ferdi bir yere dağılmışken kimsesizliği iliklerime kadar hissediyordum. Biz Sakalar artık her anlamıyla parçalanmış bir aileydik. Bir süre odada tek başıma ne yapacağımı kara kara düşündüm ama bir çözüm bulamayınca ayağa kalktım. Hızlıca üzerimi değiştirip daha rahat bir şeyler giydikten sonra odadan çıkmıştım. Duha’nın evine gidip Kadem ile takılmaya karar verdim. Onunla olmak bana iyi geliyordu.
Bakalım bu sefer Elay’a kızmak için neler yapıyordu. Elay bir aylık hamile olduğunu açıkladığından beri Kadem çok dengesizleşmişti. En son bizi sevgilisiyle tanıştıracaktı ama Uraz’ın ölümüyle bu konu araya kaynamıştı. Son günlerde tek yaptığı şey Elay ile uğraşmaktı. Duha kendine yeni bir kalp bulana kadar Elay’ın hamile olduğunu herkesten gizlemeye çalışıyordu.
İkinci kata indiğimde Karun’un çalışma odasında çıkan Çiçek’le durdum. Elinde boş bir tepsi vardı. Karun evde miydi? Sabah o işe bende psikoloğa gitmiştim. Yorgun argın eve döndüğüm için burada olduğunu bile anlamamıştım. Çiçek tepsiyle çalışma odasından çıktığına göre Karun orada olmalıydı çünkü onun çalışma odasını ondan başka kimse kullanmıyordu.
“Karun evde mi?” diye sorduğumda Çiçek başını sallayarak beni onayladı. “Kenan Bey ile içerideler.”
Çiçek gitmek için yanımdan geçtiğinde bir an onu durdurmak istedim ama Çağıl karışmamı istemediği için bunu yapamadım. Onunla konuşup Çağıl hakkında ne düşündüğünü öğrenmek istiyordum ama Çağıl bu konunun dışında kalmamı istemişti. Çiçek ona evet veya hayır diye bir cevap vermedikçe ve ondan kaçmaya devam ettikçe Çağıl’ın yakında tekrar dağlara dönmesinden endişe ediyordum.
Çiçek aşağı indiğinde bende Karun’un çalışma odasına doğru yürüdüm. Kapıyla aramda az bir mesafe kalmıştı ki içeriden Kenan’ın, “Onu evden göndermek aceleci bir karar olmaz mı?” diyen sesini duyunca adımlarım duraksadı. Kimden bahsediyorlardı?
Karun’un sert sesini duyunca kalbim kasılmıştı. “Onu görmeye bile tahammül edemiyorum buradaki zamanı doldu artık gitmeli!” Benden mi bahsediyordu? Bugün on üç günlük süre dolmuştu. Zamanı doldu derken bundan mı bahsediyordu? Gitmemi istiyordu.
Hızlı adımlarla kapıdan uzaklaşıp merdiveni inerken neredeyse ağlayacaktım. Bu iki haftada onunla birçok şey yaşadığımız için gitmemi isteyeceğini hiç düşünmemiştim. Kalbim acıyla kasılırken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Gelişme katettiğimizi düşünecek kadar aptaldım. Gerçekten denediğini, ilişkimizi kurtarmaya çalıştığını düşünmüştüm. Yaşlar burnumun direğini sızlattıkça adımlarımı hızlandırdım.
Bu evden kaçıp kimsenin beni bulamayacağı bir yere saklanmak istiyordum. Merdiveni koşarak indiğimde holde Çağıl ve Gurur’u gördüm ama selam bile vermeden yanlarından geçtim. Koşarak dışarı çıktığımda Çağıl arkamdan bağırıp, “Bige yine ne oldu?” diye sordu ama onu duymazdan geldim.
Bahçe kapısına doğru giderken Karun’un, “Bige!” diyen sert sesini duydum. “Nereye gittiğini sanıyorsun?”
Arkamı dönünce Karun’u ikinci katın terasında gördüm. Biraz hava almak için çalışma odasının penceresine çıkınca beni görmüştü. Çatık kaşlarla başımı kaldırıp onun bulunduğu yere bakarken tek bir şey söyledim. “Gidiyorum bu evden!” Önüme dönüp kapıya doğru yürüdüğümde Karun adeta gürleyerek adamlarına bağırıp, “Dışarı çıkmasına izin verirseniz sikerim belanızı!” demişti.
Bir anda bahçedeki tüm korumalar yolumu kesince sinirden çığlık atmak istedim. Etten bir duvar örerek geçeceğim yolu kapatmışlardı. Onlara çekilmelerini söylediysem de beni dinlemediler. Karun aşağıya inene kadar hiçbiri gitmeme izin vermemişti. Karun malikaneden çıktığında Gurur ve Çağıl’ın bir adım önünde duruyordu. Bana karşı sabırlı olmaya çalışarak derin bir nefes aldı. “Derdin ne senin?”
O avluda duruyordu bense bahçe kapısına yakın bir yerdeydim. Öfkemden hiçbir şey kaybetmeyerek ona tek bir soru sordum. “Gitmemi mi istiyorsun?”
Kaşları belli belirsiz çatıldığında neyden bahsettiğimi anlamaya çalışıyordu. “Bu da nereden çıktı şimdi?”
“Seni duydum.”
Bir süre ne demek istediğimi anlayama çalıştı fakat daha sonra sıkıntıyla yüzünü buruşturdu. “Topuklu ayakkabılarının sesinden kapıyı dinlediğini anlamıştım ama duyduklarını yanlış anlaya-”
“Her neyse bugün zaten gidecektim,” diyerek onu susturdum. Beni kovmasına izin vermeyeceğim.
Karun yerinde rahatsızca kıpırdanırken gözlerinin mavisinde soğuk bir ifade geçti. “Gidecek miydin?” Sesi tehlikeli bir boyutta çıkmıştı.
Omuzlarımı dikleştirerek başımı salladım. “Bugün on üçüncü gün.” Ona hatırlattıklarımla buz kesmişti. “On üç günlüğüne bu eve gelmiştim.”
Çatık kaşlar altında öyle bir bakışı vardı ki neredeyse bana kalp krizi geçirtecekti. “On üç gün doldu ve şimdi de gidiyorsun öyle mi?”
“Evet,” dediğimde yanındaki elinin parmakları bir kez daha avuçlarının içine kıvrıldı. “Git.” Bana kapıyı işaret etti. “Hemen şimdi git.”
Gurur ve Çağıl aynı anda, “Karun,” dediler ama onları dinlemeden hepsini susturdu. “Karışmayın!” derken kızgın gözlerini benden ayırmıyordu. “Baksanıza gün sayıyormuş. Gideni zorla yanımda tutmayacağım.” Beni göndermeyi planlamamış gibi konuşması yok mu, insanı deli ediyordu.
Ona sırtımı dönüp kapıya doğru yürümeye başladığımda arkamdan, “Siktir olup gitsin!” deyince durdum. “Sen siktir git!” Kaşlarımı çatarak ona döndüm. “Karşında emrindeki adamın yok senin düzgün konuş!”
Çenesinden bir kas seğirdiğinde elinden bir kaza çıkmaması için kendini zor tutuyordu. “Nasıl konuşacağımı bana sen söyleyemezsin.” Nedendir bilmiyorum ama sinirliydi ve beni de sinirlendirmek için, “Bir kadın bana ne yapabilir ki?” diyerek beni küçümsedi.
Kontrolüm dışı, “Furkan!” diye bağırdım. “Silahımı getir!”
Furkan hemen belindeki silaha uzanınca Karun kaşlarını çatıp, “Senin evveliyatını sikerim puşt!” deyince Furkan yutkunarak elini belindeki silahtan çekmişti.
Sinirden zangır zangır titrerken sıktığım dişlerimin arasından, “Demek bir kadın sana ne yapabilir?” dedim. Etrafıma bakınca ağacın altındaki beyzbol sopasını gördüm. Levent eşyalarını ilk kez doğru bir yerde bırakmıştı. Yürüyüp beyzbol sopasını alıp hızlı adımlarla Karun’a doğru yürüdüm. “Bak gör şimdi bir kadın sana neler yapıyor!”
Gözleri elimdeki sopayı bulunca kısık bir sesle küfretti. “İşe gidiyorum, bu manyak karı evimden gidince dönerim!” Hızlı adımlarla arabaların olduğu yöne yürüyünce ona yetişmek için ayağımdaki topukluları çıkardım. Arkasına döndüğünde ona doğru koştuğumu görünce ağız dolusu küfredip kaçmak için o da koştu. O kadar çok kahkaha sesi duydum ki bizim dışımızdaki herkes gülüyordu.
“Buraya gel!” Bağırarak aramızdaki mesafeyi azaltmak daha hızlı koştum. “Sonuçta bir kadın sana ne yapabilir ki! Tüm kemiklerini kırdığımda beni küçümsemek neymiş göreceksin!”
Karun can havliyle kendini en yakınındaki arabanın arkasına atıp sinirden bağırdı. “Ciddi olmadığımı biliyorsun. Seni kızdırmak öyle söyledim deli karı!”
Arabanın etrafında dönüp dururken elimdeki beyzbol sopasını arabanın aynalarından birine geçirdim. “İstediğine ulaştın çünkü hiç olmadığım kadar kızgınım!” Onu yakalamak için arabanın ön tarafına koşunca hemen diğer tarafa kaçtı. “Bir yerde sabit dur!” Sopayı sinirle arabanın kaputuna geçirdiğimde Gurur küfrederek, “Lan o benim arabam!” diye haykırdı. “Gidin başka yerde oynayın!”
“Başlatma be arabana!” diye cırladım.
“Elinde bir sopa varken kızdırma lan karımı!” Karun bana yakalanmamak için arabanın diğer tarafına kaçarken sinirden güldü. “Yavrum bir dur konuşalım.”
“Kafanı kırdığımda duracağım ya da tüm kemiklerini!”
Ona doğru atıldığımda kaputun üzerine çıkarak arabanın diğer tarafına atlayınca Gurur, “Vicdansızca bastığın o araba benim!” diye bağırdı. “Git kendi arabanın üzerinde zıpla!”
Karun’la arabanın etrafında dönüp durmaktan ikimizde nefes nefese kalmıştık. Araba tam ortamızda olduğu için kırmızı görmüş boğalar gibi ona bakıyordum. “Demek siktir git öyle mi?”
Sıktığı yumruğunu arabanın camına geçirdi. “Başka türlü durmazdın!”
“Arabama yumruk atma lan!” diye gürledi Gurur.
Elimdeki sopayı sıkarken ona tersçe baktım. “İnsan gibi gitme deseydin dururdum!”
Çenesini sıktı. “Duracak biri gitmeye kalkışmazdı!”
Sinirden sopayı kaldırıp arabanın camına geçirdim. “Beni göndermek isteyen sendin! Kenan’a söylediklerini duyduğum için gitmeye kalkıştım. Zamanı doldu dediğini inkâr mı edeceksin!” Bağırıp ona olan sinirimi çıkarmak için arabanın camına bir kez daha vurdum. “On üç gün dolduğu için öyle dedin!”
Gurur feryat figan edip bağırmaya devam ediyordu. “Bana ambalajı hiç açılmamış o arabadan almazsanız ırzına geçtiğiniz arabamla ikinizin üstünden geçerim!”
“Duyduklarını yanlış anladın.” Karun hızlı hızlı nefes alırken burun delikleri genişledi. Öfkeden deliye dönmüş bir hâlde, “Senden bahsetmiyordum!” dedi sertçe. Ne fark ettiyse bir anda öfkesi duruldu ve çatık kaşları düzeldi. “Bunun için mi gitmeye kalkıştın?” Başımı salladığımda sabır dilenircesine başını yukarı kaldırıp yeniden bana baktı. “Bundan sonra kapı dinlediğini görmeyeceğim. Yarım yamalak duyduğun şeyleri kendi kafanda tamamlamaya bayılıyorsun.”
Öfkem saman alevi gibi sönmüştü. “Gitmemi istemiyor musun?”
Ona yaşattığım şu gergin dakikaların acısını çıkarmak ister gibi ters ters bana bakıyordu. “Gitmeni isteseydim on üç gün önce geldiğinde seni kapı dışarı ederdim.” Artık ona saldırmayacağımdan emin olduğu için arabanın arkasından çıkıp bana doğru yürüdü. “Bana artık gitmekten bahsetme, Bige.” Tam karşımda durduğunda gözleri elimdeki sopayı bulunca sinirden güldü. “Kocana saldırıp durduğun için bir gün çarpılacaksın.”
“Çarpılmam çünkü resmi olarak evli değiliz.”
Aramızdaki mesafeyi hızla kapattı. “Evlensene benimle.” Kalbim kasılmıştı. Benimle ikinci kez evlenmek mi istiyordu?
Ben duyduğum şeyin şokunu yaşarken Gurur dengesizi bulunduğu yerden, “Lan o benim arabam, benim!” diye bağırmayı sürdürüyordu. “Git kendi arabanın yanında evlenme teklifi et!” Bunun da ne kıymetli arabası varmış.
Karun evet diyeceğimden çok emin bir şekilde bana bakarken, “Hayır,” diyerek yanından geçtim.
“Ne demek hayır?” Beklenmedik cevabımla bir süre afallasa da daha sonra hızlı adımlarla peşimden geldi. “Hayır mı dedin sen?”
Adımlarımı hızlandırıp onun önünden yürürken, “Ne duyduysan o,” dedim sakin bir sesle. “İkinci kez kimse beni bir nikah masasına oturtamaz.”
Kolumu tuttuğu gibi beni sertçe kendisine doğru çevirdi. Nabzımı hızlandıracak bir şekilde sert bakıyordu. “İlkinde benimle oturmadın o masaya.”
“Ama devamında senin karın oldum, değil mi?” Kolumu çekerek ona tatlı tatlı gülümsedim. “İlkinde bile seninle es kaza evlenmişken sence ikinci kez evlenir miyim?” Şakaklarından birkaç kas seğirdiğinde intikam alır gibi gözlerine baktım. “Beni boşamadan önce bunu düşünecektin.” Önüme dönerek malikaneye doğru yürüdüm. “Nafaka bile bağlamadan beni boşadın be! Cimri herif.”
Ne yazık ki Karun’un arkamdan ettiği küfürleri duyuyordum. “Derdin paraysa benimle evlen her şeyin yarısı senin olsun.”
“Beni paranla satın alamazsın.”
“Peki, nikahıma alabilir miyim?” Her şeyi parayla halledeceğini sanıyordu.
“Ancak rüyanda!”
“Yakında resmi olarak karım olduğunda rüyalarla sınırlı kalmadığımı anlayacaksın.” Arkamdan onun kızgın sesini duysam da umursamadım. İkinci kez benimle evlenmesi sandığı kadar kolay değildi.
Malikaneye girmeden önce elimdeki sopayı Gurur’un ayaklarının önüne attım. “Yemedik arabanı.” Yanından geçip içeri girdiğimde, “Yememiş haliniz bu mu?” diyen sinirli sesi kulağıma geldi. “Bir dahaki sefere kime kızdıysan onun arabasını parçala!”
Merdiveni çıkarken, “Bağırıp durma bana!” diye bende ona bağırdım. “Hepsi birbirinin aynısı nereden bileceğim senin arabanı?”
“İçlerinde en güzeli benimkiydi!”
“Artık değil!” dediğimde Kenan ve Çağıl gülerken Gurur bana sövmekle meşguldü.
***
Evlilik teklifini kabul etmediğim için günün kalanında Karun bana soğuk yapıp durmuştu. O kadar odundu ki ayaküstü yaptığı teklife evet diyeceğimi düşünmüştü. Bunun için ekstra bir hazırlık bile yapmamıştı, ne de olsa herkes Karun Kalender’in karısı olmak isterdi. Gençti, yakışıklıydı ve ülkenin hatırı sayılı milyarderlerinden biriydi. Tüm bunlar ona gereken özgüveni verdiği için hangi kadına evlenme teklif etse evet cevabını alacağını çok iyi biliyordu.
Gece herkes odalarına çekilince birbirimize tripli bir şekilde yatağa girmiştik. Yatak o kadar büyüktü ki ikimizde yatağın farklı uçlarında olduğumuz için aramıza çok rahat iki kişi sığabilirdi. Karun’a sırtımı dönerek yatarken bu durumdan hiç memnun değildim. Aynı yataklarda iki yabancı gibi uyumak beni çok üzüyordu. Başka şeyler düşünmeye çalışarak gözlerimi kapattığımda Karun’un yataktaki kıpırtısını duydum.
Yatağa girdiğinden beri her iki dakikada sağa sola dönerek uyumaya çalışıyordu. Sanki kendi için bir türlü en uygun pozisyonu bulamamıştı. Benimle aynı yataktayken başını göğsüme yaslamadan uyuyamazdı. Bakalım bunu nasıl yapacaktı? Bunun için yine uyumamı mı bekleyecek yoksa ben uyumadan mı göğsüme kıvrılacaktı? Yatakta bana doğru kaydığını hissettim ama ona doğru dönmedim. Bu sefer uyumamı bile bekleyememişti.
Nefesini ensemde hissedeceğim kadar bana yaklaşıp o klişe soruyu sordu. “Uyudun mu?” Uyuduğunu düşündüğün birine bu soruyu neden sorarsın ki?
“Daha değil.” Ondan kaçarak yatağın kenarına biraz kaydığımda sırtım ona dönüktü. “Bir şey mi oldu?”
Karun biraz daha bana doğru kayarak az önce açtığım mesafeyi kapattı. “Uykum gelmiyor.” Kolunu uzatarak karnıma doladı. “Belki sarılırsam uyuyabilirim.” Beni göğsüne çekerek arkadan sarılmıştı. “Sarılmamın bir mahsuru var mı?”
“Bunu bana sarılmadan önce sorman gerekmiyor mu?” Karnımdaki elini ittim. “Biri bana sarılınca uyuyamıyorum.”
“Ne zamandır?” Kolunu uzatarak tekrar arkadan bana sarıldı. “Bu da yeni mi çıktı?”
“Peki, sarıl bari.” Beni göğsüne iyice yapıştırdığında içimdeki arzuyu bastırmaya çalışarak gözlerimi yumdum.
Kalçamda hissettiğim sertlikle gülmemeye çalıştım. Bakalım şimdi ne yapacaktı? Üzerimde askılı bir atlet ve mini bir şort varken bana sarılarak büyük bir hata yapmıştı. Uyarılmıştı üstelik bunun için fazladan hiçbir şey yapmamıştım. Benim tarafıma gelip bana sarılan oydu. Onu baştan çıkarmaya çalıştığımı iddia edemezdi. En son benimle sevişmemizin üzerinden aylar geçtiği için kalçamın ona teması bile sertleşmesine neden olmuştu.
Başını hafifçe kaldırıp boynumu öperek, “Bige,” dedi boğuk bir sesle. Boynuma küçük öpücükler bırakmaya başlamıştı. “Acaba sende-”
“Hayır,” dedim hızlıca.
Burnunu boynuma sürterek kışkırtıcı öpücüklerini sürdürdü. “Daha ne söyleyeceğimi duymadın.”
Bunun için yanıp tutuşsam da kendimi ağırdan alarak, “Ne söyleyeceğini tahmin etmek zor değil,” diyerek yalandan esnedim. “Başım ağrıyor uyuyacağım.”
Kendini arkadan bana bastırdı. “Başının ağrıması için daha çok genciz.” Karnımdaki eli kayarak atletimi yukarı sıyırmaya başladı. “Bir şeyi de inada bindirmeden he desen olmaz mı?”
Atletin altına sızan elini çektim. “İstemiyorum.”
Boynumu hafifçe ısırdı. “En az benim kadar istediğini biliyorum.”
“Karun bana yılışma artık kocam bile değilsin.” Kendimi yatağın kenarına çektim. “Evlenmeden olmaz.”
Boğazında hırıltıyla karışık sinirli bir ses çıktı. “Bu saatte açık nikah dairesini nereden bulayım?” Tutuşu sertleşmişti. “Evlenelim deyince de hayır diyorsun!”
“Bunu beni boşamadan önce düşünseydin.” Onu daha fazla kızdırarak ondan biraz daha uzaklaştım. Bu gidişle yataktan düşecektim. “Boşandığım biriyle yatmayacağım.”
“Kaç gündür boşandığın biriyle yatıyorsun.”
“Boşandığım biriyle sevişmeyeceğim!”
“Çık şu yataktan koltukta uyu!”
“Uyurum.”
“Sıkıysa dene.”
“Sen şizofren falan mısın? Koltukta uyu diyen sensin.”
“Sen kendini normal mi sanıyorsun?” Omuzumdan çekerek beni sırtüstü yatağa çiviledi. Bir kolunun üstünde dururken üzerime eğilmişti. Arzuyla kararan gözleri bu gece hiçbir şekilde beni bırakmayacağını çok net ifade ediyordu. “Seni özledim.” Sesi birazcık nefes nefese çıkmıştı.
Dudaklarımdaki bakışlarını kaydırıp gözlerime baktı. “Sende beni özlememiş olamazsın.” Cevap bile vermemi beklemeden uzanıp beni öptü. Bekleseydi de zaten hiçbir şey söyleyemezdim çünkü bu noktada ona direnecek gücüm yoktu.
Beni öptüğü an vücudum dudaklarının sıcaklığıyla titremişti. Elimi yumuşak saçlarının arasına daldırıp ona karşılık vermek için fazla düşünmedim. Karun’un vücudunun bir kısmı üzerimdeyken parmakları vücuduma saplandı. Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe çekiştirerek bırakmıştı. Kısık bir inilti çıkardığımda şehvetten koyulaşan gözlerle bana bakıyordu.
Onun iri vücudunun gölgesinde hızlı hızlı nefes alan halimi izliyordu. “Gördüğüm en güzel varlıksın.” Boynuma doğru eğilip yeniden beni öpmeye başladı. Az önce ona sırtım dönük yatarken boynumun sağ tarafını öpmüştü. Şimdi öpücüklerini eşitlemek için sol tarafa uzanmıştı.
Boynuma kışkırtıcı öpücükler bırakırken karnıma sürtünen eli şortuma doğru uzandı. Beklenti içinde nefesimi tuttum. Vücudum onun ellerine, dudaklarına ve ona teslim olarak beklenti içine girmişti. Karun’un şortumun içine sızan eli en mahrem yerime kayınca kalbim duracak sandım. Parmakları beni keşfe çıktığında elinin altında titreyerek hızlı hızlı nefesler almaya başladım. O kadar uzun zaman oldu ki bunun nasıl hissettirdiğini unutmuştum.
Boynumdaki dudaklarını çekerek yüzüme baktı. Bacaklarımın arasındaki eli rahat durmayıp beni çıldırtırken bana yaptığı şeyi yüzüme bakarak izliyordu. Terlemeye başlamıştım. Karun parmaklarını belli bir ritimle hareket ettirdikçe vücut sıcaklığım artıyordu. Omurgamda başlayan bir ısı uyluklarıma sızıyor, bacaklarımın arasında bir zonklamaya neden oluyordu. Karun ise nereye dokunup baskı yapacağını çok iyi biliyormuş gibi uyarılan kadınlığıma tatlı işkenceler yapıyordu.
Kalçamı kaldırıp kendimi onun eline doğru bastırdığımda dudakları kıvrıldı. “Acele etme daha yeni başlıyoruz.”
Elini çekmesiyle hayal kırıklığına uğradığımda omuzlarımdan tutarak beni öne çekti. Atletimin eteklerini tutup başımdan çıkartınca sütyen takmadığım için ondan utanmadım. Göğüslerim görüş açısına girince gırtlağından kalın bir ses çıkartarak beni yatağa itti. Sırtım yatakla buluşunca gözlerini göğüslerimden ayırmadan tişörtünü ensesinden tuttu ve tek bir hamlede çıkardı. O kadar sabırsızdı ki saldırır gibi üzerime uzanıp dudaklarımı hoyratça öpmeye başlamıştı. Karun beni nefessiz bırakmak istercesine öpüyordu.
Sanki bir yılın acısını çıkartıyordu. Kibar değildi, öpüşü kibar denmeyecek bir vahşilikteydi. Bunu yaparken de iri eli avucunun içine aldığı göğsümü sıkıyordu. Her hareketiyle artan iniltilerim onun dudaklarının arasından kayboluyordu. Duyularım bana eziyet edecek bir güçte keskinleşmişti. Dudaklarının ve dilinin tadını alırken artık benim de öpüşlerim aceleciydi. Vücudumdaki tüm ısı bacaklarımın arasında toplanırken bunu dindirmesini ve bana ihtiyacım olan şeyi vermesini istiyordum.
Karun dudaklarımdan boynuma ve oradan da göğüslerime kaydı. Bir eli göğüslerimden birini avucunun içinde yoğurup hafifçe sıkarken dudakları diğer göğsüme yöneldi. Sırtımı yay gibi büktüm. Dilimdeki tadı yerini korurken onun ilgilendiği göğüslerimdi. Göğsümün ucunu dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırdığında yüksek sesle inledim. Odada duyulan tek şey benim iniltilerim ve aldığım nefeslerin sesiydi.
Karun sadece ağzıyla bile beni getirtebilirdi. Göğüslerimi sömürürken elini uzatıp şortumun lastiğini kavradı. Dizlerime kadar sıyırdığı şortun kalanını bacaklarımdan ben çıkardım. Elini bacaklarımın arasına uzattığında onun için yeteri kadar ıslak olduğumu görünce başını kaldırıp kıvrılan dudaklarla bana baktı. “Daha şimdiden benim için hazırsın.”
Göğüslerimde onun dilinin ve dişlerinin sızısını hissederken yataktan çıktı. Çırılçıplak bir vaziyette kollarımı yatağa bastırarak ona baktım. Gözlerimin içine bakarak eşofmanını çıkardığında alt dudağımı dişledim. Terden ışıldayan kaslı vücuduna aç gözlerle bakıyordum. Tahrik edici bir ifadeyle gözlerimin içine bakarak boxerını çıkardı. Gözlerim aşağıya kayınca gördüğüm şeyin büyüklüğüyle nabzım hızlanmıştı. Bu gece düşündüğümden daha uzun olacaktı.
Karun yatağın ayak ucundan emekleyerek bacaklarımın arasına kadar tırmandı. Kısa bir an gözlerime bakınca dudaklarımı ısırarak bacaklarımı araladım. Ne istediğimi ona açıkça belirttiğimde gözleri bir kat daha koyulaşmıştı. İri parmakları bacaklarıma gömülerek onları biraz daha ayırdı. Dudaklarını en hassas yerimde hissedince artık çıkardığım seslere engel olamıyordum. Daha fazlasını istiyordum çok daha fazlasını.
Karun’un dilini ve dudaklarını en mahrem yerinde hissettikçe sanki boğuluyormuşum gibi ağzımdan anlamsız mırıltılar çıkıyordu. O kadar iyi hissettiriyor ki. Yatağın çarşaflarını sıkarak kıvranmaya başladım. Vücudumu saran haz o kadar büyüktü ki tenim karıncalanıyor, açılan gözeneklerimden damarlarıma şehvet sızıyordu.
İstemsizce kalçalarımı yukarı kaldırıp kendimi ona bastırıyordum. Bu müthiş bir duyguydu. Ben bu hâldeyken asla durmamalıydı. Zevkin doruklarındayken bana her ne yapıyorsa yapmaya devam etmeliydi. Çıkardığım edepsiz sesler içime girmeden onu tatmin ediyormuş gibi gırtlağından çıkan hırıltıyı duyabiliyordum.
Ayak parmaklarım büküldüğünde çarşafı daha çok sıktım. Sırtım yay gibi bükülürken, “Karun ben-” demiştim ki vücudum sarsılmaya başladı. Onu beklemeden orgazmı yaşadım. Bunu onunla en son bir yıl önce yaptığım düşünülürse çok bile dayanmıştım. Ona aç olan vücudum küçük bir dokunuşuyla bile kışkırtılmaya müsaitti.
Vücudum titreyerek rahatlarken sırtım yatakla buluşmuştu. Karun bacaklarımın arasından çıkıp üzerime uzandığında ter içinde kalmıştım. Aldığım hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesim şiddetle hareket ediyordu. Tadıma doymamış gibi dilini dudaklarının üzerinden gezdirmesi çok tahrik ediciydi. Ensesinden tutarak onu üzerime çekip öpmeye başladım. Bu kadarıyla yetinmeyeceğimi iyi biliyordu. Dudaklarında kendi tadımı almak bacaklarımın arasını sızlatıyordu. Bacaklarımı onun için araladım ama bana istediğimi vermek yerine yatakta doğruldu.
Sinirle karışık bir homurtu çıkardım. “Beni bu hâlde bırakmazsın.”
Terden ışıldayan vücudumu arsız gözlerle süzerken boğuk bir sesle, “Bu senin içindi,” dedi. Omuzlarımı tutarak sırtımı yataktan ayırdı. Beni kucağına alıp şömineye doğru yürümesini beklemiyordum.
Şöminenin karşısındaki koltuğuna oturduğunda onun kucağındaydım. Bana sahip olmak için sabırsızlanırken, “Burada olacaklarda benim için,” deyince kıkırdadım. Bu adamın şömine fantezisi vardı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Bacaklarımı iki yana ayırarak kucağına iyice yerleştim. “Bana istediğimi verdiğin sürece nerede olduğu fark etmiyor.” Kışkırtıcı bir sesle konuşup ellerimi göğüs kaslarından gezdirdim.
Dokunduğum sert kaslarını öpmeye başladığımda Karun’un omuzları gerilmişti. Dudaklarıma karşı bile fazla zayıftı. Bu pozisyondayken hareketlerim kısıtlı olduğu için dudaklarımı göğüs kaslarının üzerinden hareket ettiriyor, boynuna küçük ısırıklar bırakıyordum. Kendini kontrol etmeye çalışsa da ben boynunu öpüp ısırdıkça gırtlağından çıkan garip sese engel olamıyordu.
Kulak memesini dişlerimin arasına alıp ısırdığımda bir küfür savurup kalçalarımı sertçe kavradı. Ona yardımcı olarak ellerimi omuzlarına bastırıp bacaklarımı araladım. Sert bir hareketle kendisini içime itince dudaklarımdan çıkan tiz çığlığa engel olamadım. Hazırlıksız bir şekilde içime gömülmüştü. Bana attırdığı çığlıkların onu daha fazla azdırdığını çok önceden beri biliyordum. Omuzlarına tırnaklarımı geçirerek belli bir ritimle üzerinde hareket etmeye başladım.
Her hareketimle sallanan göğüslerimi ve terlerin aktığı vücuduma aç gözlerle bakıyor, baktıkça kontrolünü biraz daha yitiriyordu. Ensemdeki saçlarımı yumruğuna dolayarak beni kendisine doğru çekip dudaklarıma kapandı. Beni hoyratça öperken elleri vücudumun her yerindeydi. Karun ile olan bu sevişmemizde sadece cinsellik yoktu, özlemde vardı. Birbirimizin tenine olan özlemimizi dokunarak gideriyorduk. Sanki bir yılın yokluğunu telafi etmeye çalışıyorduk.
Ruhlarımız dudaklarımızın arasında birbirine karışırken kaybettiğimiz onca ayın acısını çıkarır gibiydik. Nefesimi kesen uzun bir öpücüğün ardından bana bakarak, “Bige,” diye mırıldandı hafif kalın bir sesle. “Benimle neden evlenmiyorsun?” Bunun cevabını almadan durmayacaktı.
Cevabımı beklerken göğsümdeki yara izini öpmesi dizlerimin bağını çözmüştü. İçim öyle bir titremişti ki küçük bir öpücüğün bende yarattığı his yüzlerce voltluk elektriğe maruz kalmak gibi sarsıcıydı. Bunu yapmasını beklemiyordum. Dudakları göğsümde soluğumu kesecek kadar uzun kalmıştı. Kurşun yarasının tenimde bıraktığı izi öperek kapatmak istemiş olabilirdi.
Öpünce geçmeyen, geçse de sızısı kalan bazı yaralar vardı. Göğsümdeki yara da onlardan biriydi. Yarası derin, anısı sancılıydı. İkimizin hayatını bir kabusa çeviren o günün nişanesini kalbimin tam üzerinde taşıyordum. Onun sol göğsünün üzerinde kalbimin ritimlerinin mürekkebi vardı. Benim sol göğsümün üzerinde ise patlayan bir kurşunun barut izi. Onun dövmesi atan bir kalbi, yani yaşamı simgeliyordu. Benim göğsüme dövme gibi kazınan iz ise ölümü hatırlatıyordu.
Güzel olan son şeyi o almıştı, bense kötü olan her şeyi sol göğsümün üzerine topladım. Karun yara izini öperek başını çektiğinde hisliydi bakışları. Gözlerinde gördüğüm o karanlık ruhumdaki tüm ışıkları söndürürken, “Karun,” diye mırıldandım boğuk bir sesle.
Boğazım düğümlendiğinde bu konuşmayı yapabilmek için kendimi zorladım. “Ben seni çok seviyorum,” dedim buruk bir sesle. “Ama seninle tekrar evlenemem. Sebebin ne olursa olsun bana bir deli raporu çıkartarak benden boşanan bir adamla evlenmem.”
Sözlerim ikimizin arasına bomba gibi düştüğünde Karun’un bakışlarındaki sarsıntıyı gördüm. Nefes alışları hızlandığında aldığı darbeyi gizleyecek hiçbir yolu yoktu. Göğüs kafesini tekmeleyen kalbinin sesini duyar gibiydim. Kalbindeki o müthiş çarpıntı ona nefes aldırmıyordu. Duymak istediği ve duymaya can attığı şeyler değildi bunlar. “Hiç mi evlenmezsin?”
“Hiç demedim ama şu an için evlenmeyi düşünmüyorum.” Karun beynine balyoz yemiş gibi gerilmişti. Buna inanmak istemiyordu lakin ıslak bakışlarımda en küçük bir yalan veya oyun bulamıyordu. “Seninle ikinci kez evlenme ihtimalim bana tekrar Saka deme ihtimalin kadar güç bir şey.” Titreşen kirpiklerimin arasından ona bakarken başımı iki yana salladım. “Evlenmemiz en az beni affetmen kadar imkânsız.”
O beni kalbinde affetmediği sürece bunu yapamam çünkü bu en az ilk evliliğim kadar büyük bir hata olurdu. Onunla yeniden evleneceksem önce her şeyi aşıp temiz bir sayfa açmalıydık. Bu olmadan yapılan bir evlilik en az ilki kadar yıkılmaya mahkûmdu. Karun’un bana olan bakışı kararlıydı, inatçıydı ve ısrarcıydı. “Benimle evlenmeyi sana kabul ettireceğim,” dediğinde kolay kolay vazgeçmeyecek gibi görünüyordu. “Seni beyaz gelinliğin içinde göreceğim,” dedikten hemen sonra beni öpmeye başladı.
Bense onun dudaklarına teslim olurken bunu nasıl yapacağımı düşünüyordum. Şu an için ilgilendiğim tek şey geceyi onun kollarında geçirmekti. Uzun zaman sonra onunla sevişiyorken hiç sabah olmasın istiyordum.
Ve gecemiz daha yeni başlıyordu.
Yorumlar