Roman
  • 01/12/2025

5-METRES

“Sıradan dediğim hayatım aslında hep sıra dışı olaylara ev sahipliği yapıyordu. Bunu biliyorum ama kendimi kandırıyorum. Bazen en çok ihtiyaç duyduğumuz şey kendimize borçlu olduğumuz birkaç yalandandı.”

Çok garip sesler duyuyordum. Belki de duyduğum tek şey kesik kesik çıkan hıçkırık sesleriydi. Bu ses benden mi geliyordu yoksa yanımdakilerden mi, emin değilim. Zaten doğru düzgün yüzlerini de göremiyordum. Aslına bakarsan ben kimsenin yüzünü doğru şekilde seçemiyordum. Gözlerim her zamankinden daha çok ağrıyor, sulanıyor ve kaşınıyordu. Böyle durumlarda annem bana kızar, gözlerinle oynama derdi.

Küçük yumruklarım gözlerimi kaşıyor ama annem bana kızmıyordu. Annem yoktu burada. Ablamın ağlayan sesini duyuyordum. O kadar gözyaşının içinde ablamın ağlayan sesini ayırt edebiliyordum. Az önce, “Bige sen ne yaptın!” diyen sesi kesilmiş yerini hıçkırıklara bırakmıştı.

Gazel bağırmayı bırakıp ağlıyorsa birazdan tekrar bağıracak demekti. Evet, henüz bitmemişti çünkü her şey yeni başlıyordu. Daha kendi çığlıklarımı duymamıştım. Ablamın hıçkırıklarını duyuyorum ama henüz kendi çığlıklarım dudaklarımdan dökülmemişti. Annem ölecekti hayır, annem ölmüştü. Annem bu gece ölmüştü. Annem bu gece gözlerimin önünde ölmüştü ve ablam cenazeden hemen sonra evden kaçacaktı.

Bu anı yaşadım, bu anı her gece rüyalarımda yaşıyordum. Uyanmalıyım hemen şimdi uyanmalıyım! Evet, bu bir rüya hatta bir kâbus. Artık bu kadarını anlayabiliyordum. Uyan Bige, daha fazlasını görmeden bu sefer uyan! Uyanmalısın Bige, uyan artık! “Bilmiyordum!” diye bağırarak gözlerimi açtım. Tavanla bakışırken hızlı hızlı nefes alıyordum. Uyanmıştım.

Aldığım hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesim alçalıp yükselirken, “Rüyaydı,” diye fısıldadım. “Hepsi geçmişte kaldı.” Hayır, aslında hiçbir şey geçmişte kalmamıştı çünkü geçmiş hayatımın her anındaydı.

“Bazı şeyleri hâlâ rüyanda görüyorsan geçmişte kaldı diyemezsin,” diyen bir ses duyduğumda yattığım rahatsız yerde kalkmaya çalıştım. Her yanım tutulmuş gibi kıpırdayınca acıyordu.

Oturmayı başardığımda ensemde şiddetli bir ağrı vardı. Öne doğru bükülüp başımı ellerinin arasına aldım. Ensemdeki acı yüzünden inleyerek, “Sende kimsin?” diye sordum. Bana ne olmuştu ve neredeyim? Başımdaki bu ağrı gecede kalmışım gibi hissettiriyordu.

Güç bela ayağa kalkmayı başarmıştım. Ayakkabılarım ayağımda değildi çünkü yerde duruyordu. Sersemlemiş bir halde yerdeki ayakkabıları giydim. “Henüz tanışmadık değil mi?” diyen sesi duyarken ayakkabıları daha yeni giymiştim. Başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasından ona baktığımda ürkerek yutkundum. Bana baktı ve “Ben Duha Tunus,” dedi. Onu zaten fotoğraflarından tanıyordum. Aşağılık herif.

Başımı çevirip etrafıma bakınca depo gibi bir yerde olduğumu gördüm. Bir köşeye eski eşyaları yığdıkları bir depo veya bodrum katıydı. Tavanda sarkan örümcekler hoşuma gitmedi. Örümcekler beni korkutmazdı ama onlarla iç içe yaşamakta pek tercih ettiğim bir şey değildi. Duvar diplerindeki döküntüler ve yoğun rutubet kokusu mide bulandırıcıydı. Tam olarak neredeydim? Bu çöplüğün içinde şıklığıyla duran adam fazla göze çarpıyordu.

 Ben zorla getirildiğim rezil yeri izliyordum o da beni. Henüz konuşacak durumda değildim bu yüzden bana uydu ve susarak beni izlemeye başladı. Aklımı toparlamadan bir şeyler söyleyeceğimi sanmıyorum. Benden ne istediğini öğrenmek istiyordum. Bu deponun içinde dikilmeye devam ederek konuşmasını bekledim. Tıpkı fotoğraflarda göründüğü gibiydi.

Fotoğraflarda bile sert çehresi insanın içine korku tohumları ekerdi. Ona yakından bakmak ise daha da ürkütücüydü. Hayır, fiziksel olarak ürkütücü değildi ama yaydığı soğuk enerji insanı ürkütüyordu. Yakışıklı olduğunu inkâr edemem çünkü gerçekten fena görünmüyordu. Şaka gibi ama bir erkekte istediğim her şey onda mevcuttu. Renkli saç sevmediğim için siyah saçlarının her bir teli dikkatimi çekmişti.

Deponun kasvetli havası yüzünden saçlarının siyahı daha da koyu görünüyordu. Hele o gözleri, geceden daha karanlık görünen gözlerinin siyahı çok güzeldi. Eğer beni kaçırmasaydı onu tanımak isterdim. Keskin yüz hatlarındaki o belirgin çizgiler bile iç çektirecek türdendi. Üstelik sadece istediğim gibi siyah saçlı ve siyah gözlü olmakla yetinmemişti. Boyunun uzunluğu ve gömleğin altında bile belli olan sıkı kasları insanın aklını başından alırdı. Fena bir şeydi bu çok bariz ortada.

Aynı şekilde bende onun tarafından izleniliyordum. Yeteri kadar bana baktığı için bakışlarıyla beni daha fazla rahatsız etmedi. Gelip karşımda dikildiğinde ellerini cebine koyup alay etti. “Sanrı’nın Saka’sı olmak için fazla güzelsin.” Bunları söylerken yüzünde rahatsız olmuş bir ifade vardı. Gördüklerinden memnun kalmadığını anladım. Güzel olmam hoşuna gitmemişti.

Aptalı oynayarak, “Sanrı kim?” diye sordum. Onların dünyasına çok yabancı olduğumu ve hiçbiri hakkında hiçbir şey bilmediğimi ona düşündürtmeye çalışıyordum. Ne kadar az şey bilirsem o kadar uzun yaşardım.

Suratıma bakıp bir süre beni izlemeye başladı. Yine haddinden fazla bana baktığı için biraz gerildim. Bakışları eleştirel değildi çünkü o da bir şeyleri anlamak ister gibi beni izliyordu. Bana bakarken ne gördüğünü bilmiyorum ama, “Zerre kadar korkmuyorsun değil mi?” diye sordu. Bunu yadırgamış gibiydi. Keşke zamanında birileri korkmanın utanılacak bir şey olmadığını bana öğretseydi.

Tanımadığı insanlar tarafından kaçırılan bir kadının neden hiç korkmadığını merak etmeye başlamıştı. Evet, gözlerimi dikip ona bakmak dışında en küçük bir korku belirtisi göstermiyordum. Bu tür şeyleri ilk kez yaşamadığım için bir nevi alışkındım. Gözlerimi sebepsiz yere kaybetmemiştim, annemi de öyle. Bir Albayın kızıysan hayatının her anında mutlaka belalı adamlar olurdu. Ama korkuyorum, o bunu bilmiyor ama gerçekten çok korkuyordum. Bendeki sorun çok korktuğumda fazla cesur görünmekti.

Duha bana sırtını dönüp deponun ortasında duran sandalyeye yürüyünce rahat bir nefes aldım. Korkusuz biri gibi görünmeye çalışıyordum ama aslında öyle değildim. Soğukkanlı görüntümün altında kırılgan ve ürkek biri vardı. Özellikle bir erkekle küçük bir depoda olmak beni daha fazla korkutuyordu.

Sandalyeye oturduğunda kaşlarımı çatarak hesap sormak için beklemedim. “Benden ne istiyorsun?” Tüm bu işleri başıma açmasının bir nedeni olmalıydı. “Beni rezil bir oyunun içine dahil etmenin sebebi neydi?” Onu daha önce hiç görmemiş ve düşmanlığını kazanacak hiçbir şey yapmamıştım. Ara sıra haber başlıklarını süsleyen bu adamın benimle sorunu neydi?

“Seni tanımıyorum.” Kısaca konuşup bacak bacak üstüne attı. “Daha bu sabaha kadar ne senin ne de babanın kim olduğunu bilmiyordum.” Son kısmı söylerken yüzü gerilmişti. Kurbanının bir Albayın kızı çıkmasını beklemediği çok açıktı.

“Seni benim için özel kılacak herhangi bir şey yok çünkü seni seçen Kadem’di.” Bu konuda en az benim kadar rahatsız olduğunu gizleyemiyordu. Büyük ihtimalle onun istediği gibi bir kurban değildim. Dikkatli bir şekilde ona bakan herkes bunu anlardı.

Soğukça güldü. “Ama olan oldu artık.” Sesinde boş vermişlik vardı. “Buradan geri dönemeyiz bu yüzden seninle devam edeceğiz. Senden istediğim şey çok basit, Karun ile evli kalmaya devam edeceksin.” Eğer kapının yanında duran silahlı adamlar olmasaydı suratını dağıtabilirdim.

Beni olmayacak birine âşık edip başka biriyle evlendirdiği yetmezmiş gibi boşanma diyordu. Bu adam kendini dünyanın sahibi sanıyor olabilirdi ama benim sahibim değildi. Gücünü kötüye kullanıp insanların hayatına müdahale etmeye hakkı yoktu. Ne yaparsa yapsın bu boşanma olacaktı.

Yüzümdeki yıkılmaz ifadeyi görünce beni yanına çekmek için farklı bir yol denedi. “Karun’a ait olan her şeyin yarısı senin olabilir.” Bana Karun’un servetini vadetti. “Aklını kullanırsan bu ülkenin sayılı zenginlerinden birinin karısı olmaya devam edersin.”

Zekâmı küçümsercesine yüzüme bakıyordu. “Eğer aklın yetersizse benim yönlendirmemle onun sahip olduğu her şeye sahip olabilirsin.” Ne de olsa karşımda manipüle ve strateji dehası biri vardı, değil mi? İstediğinde beni her şeyin sahibi yapabileceğini çok iyi biliyorum. Bu adam işe yaramaz birini Meksika’nın başkanı yapmıştı. Kim bilir daha neler yapardı.

Yüz ifademdeki bıkkın tavır onu güldürdü. “Ama sen bunlarla ilgilenmiyorsun, değil mi?” Bundan çok eminmiş gibiydi. “Aylık gelirin bir milyon olduğu için paraya yönelik hırsların yok.” Konuşma şeklinde aylık kazancımı küçümseyen bir şeyler vardı. Evet, konutların bir aylık kirası bir milyonu buluyordu. Bir kuruşuna bile elimi sürmediğim bir paradan bahsediyorduk.

“Peki, benim veya Karun’un aylık geliri sence ne kadar?” dediğinde bir bilinmezin kapısını aralıyormuş gibi yüzünde gizemli bir ifade vardı. “Bilmiyorum ve o da bilmiyordur.” Başını hafifçe salladı. “Senin bir yılda kazandığın parayı biz bazen bir saatte bazense birkaç saatte kazanıyoruz. Bu yüzden sen hesabındaki paranın tutarını bilirsin ama her saat başı kazanmaya devam ettiğimiz için bizim gibi adamlar bunu bilmez.” Beni parayla satın almaya kalkışması benim açımdan çok aşağılayıcıydı.

Beni küçümsemiyordu sadece aramızdaki farkı bana gösteriyordu. İnsan kendinden daha zenginiyle karşılaşmadan gerçekten de kendini zengin sanıyordu. Duha ile konuşurken aslında bir fakir olduğumu hissettim. Buradan çıkıp uzaklaşmak istiyorum çünkü ancak o zaman yeniden kendimi zengin hissedebilirim.

“Kimsenin parasıyla ilgilenmiyorum.” Teklif ettiği şeye yanaşmayım bu konuyu kestirip attım. Benim olmayan şeylerde gözüm yoktu.

Duha beni ikna etmek için farklı bir yol denedi. “Ablanı senin için bulabilirim.”

“Hayır!” Şiddetle karşı çıkarak kaşlarımı çattım. “Her neredeyse rahat bırakın onu.” Bana yaptıkları gibi Gazel’i de kendi kavgalarının içine çekmelerini istemiyorum.

Beni izlemeyi bıraktığında arkamdaki boşluğa kaydı gözleri. “Daha bu sabah dosyan elime ulaştı.” Kaşları belli belirsiz çatıldı. “Dosyanı okuyunca Kadem’i öldürebilirdim çünkü ondan istediğim kişinin tam tersi bir kadını seçmişti.” Siyah gözlerinin ardında tehlikeli bir karanlık geçti. “Ama dosyandaki küçük bir detay bu iş için biçilmiş bir kaftan olduğunu gösteriyor.” O detay her neyse onu bulup yok etmek istiyordum. Bahsi geçen kahrolası detay yüzünden bir yabancıyla evliydim.

Duha gözlerini gözlerime kenetledi ve duymaktan nefret ettiğim o cümleyi söyledi. “Sen 13 Haziran çocuklarından birisin.” Kaskatı kesildim. Bana hatırlattıkları hoşuma gitmemişti ama bunu ona yansıtmamaya çalışıyordum.

Değişen yüz ifademi adım adım izlerken doğru iz peşinde olduğunu anlamıştı. “13 Haziran’da Albay Asım Saka’nın liderliğinde Vuslat operasyonunda koskoca bir terör örgütü çökertildi. Aynı günün gecesinde Albay ve silah arkadaşlarının ailesine büyük bir saldırı yapıldı. Eşleri farklı bir yerde tutuluyordu çocukları farklı.” Zihnime doluşan vahşet dolu görüntülerden kendimi kurtarmaya çalışıyordum.

Duha kinayeli bir ifadeyle başını omzuna doğru eğip baştan ayağa beni süzdü. “Çocuklardan biri depoyu havaya uçurarak o gün kırk sekiz kişinin ölümüne sebep oldu.” Buz kesmiş bir halde ona bakıyordum. Gerilen suratımı görünce güldü. “Kurdun çocuğu da kendi gibi kurt olur, değil mi?” Gözlerimin içine alayla bakıp başını usulca salladı. “Armut dibine düşermiş.”

O patlama kimsenin sandığı gibi değildi.

Benden gözlerimi alan bir patlamaydı.

Ve arkadaşlarımı.

Duha Tunus canımı yakmayı sorun etmeyip geçmişi deşmeye devam etti. “13 Haziran katliamında Yüzbaşı Cemil’in üç oğlu, Yüzbaşı Nazım’ın iki kızı, General Yusuf’un oğlu ve beşikteki kızı ve Astsubay Mahir’in oğulları hayatını kaybeden çocuklardan sadece birileriydi.” Babamın tüm silah arkadaşlarını ve arkadaşlarımı saymıştı. “Hepsi ama hepsi öldü. Tek bir çocuk kurtulmayı başardı.” Siyah gözlerini gözlerime dikti. “Albay Asım Saka’nın küçük kızı Bige Saka,” dediğinde boğazımda bir düğüm oluştu, yutkunamadım. Belki fiziksel şiddet uygulamıyordu ama bana hatırlattıklarıyla psikolojik şiddetin en büyüğünü yaşatıyordu.

Tepki vermemi bekliyordu ama bunu yapmadım. Aklımdaki anılarla boğuşurken ellerimi sıkarak düz bir şekilde ona baktım. “Görgü tanıklarının verdiği ifadeler dehşet verici,” diye sınırlarımı zorlamaya devam etti. “Patlamadan sonrasını nasıl tarif ediyorlar, biliyor musun?”

Daha fazla dayanamayıp, “Kes artık şunu!” diye ona sesimi yükselttim.

Ancak Tunus durmadı. “Her yer yıkılmış ve bir enkazdan ibaretmiş. Kan ve barut kokusu dumanlı havaya karıştığı için soluyan herkesi zehirliyormuş. Küçük bir çocuk gördüklerini iddia ediyorlar. Yaşam belirtisi göstermeyen ama yaşayan küçük bir çocuk. Cesetlerin içinde öylece ayakta duruyormuş,” dediğinde sanki deponun içi bir anda buz kesmişti. Üşüyorum.

Anıların soğukluğu dört bir yanımı sardığı için sert kabuğumda küçük bir çatlak oluştu. Tıpkı yıllar önce 13 Haziran’da olduğu gibi dimdik bir şekilde karşısında duruyordum. Ama o gün olduğu gibi bugünde burada değildim. O gün olanları anlamaya çalışıyordum bugün de anladıklarımın içinde boğuluyordum.

Babamın acı çeken ama bir o kadar da soğuk sesi aklıma gelince burnumun direği sızladı ve ben Duha’nın karşısında ağlamaya utandım. Görevi için beni gözden çıkarıp küçücük omuzlarıma büyük bir yük yüklediğinde henüz çocuktum. Sadece sekiz yaşındaydım. Onun için hep önce vatan sonra evlat olmuştu.

“Ba-ba ölüm ne demek?” diyen sesim kulağıma gelince titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir depo dolusu patlayıcıyla bakışırken kulağımdaki telefondan babamın sesini duymayı beklemiştim.

O güne kadar babam sorduğum tüm sorulara cevap vermişti ama o gün susmuştu. Bu soru babamın cevap veremediği tek soruydu. Küçük bir çocuğun anlamayacağı bir şey olduğunu o zamanlarda bilmiyordum. En acı şekilde öğrenmiştim. Babam bana söylemedi ben kendim öğrendim. Babam söylemedi ama öğretti. Babam o gece bana ölümü öğretti. Babam bana çok fazla şey öğretmişti ama hiçbiri o kadar ağır ve sarsıcı değildi.

“Öl veya öldür Efil...”

O gece belki de ilk kez babamın kızı olmaktan nefret etmiştim.

13 Haziran Vuslat operasyonu bizden her şeyimizi almıştı. Babamlar Marasliyan’ların damarına basmıştı ve o adamlar resmen soykırım yapmışlardı. Asker ailelerden kimseyi hayatta bırakmayacaklarına yemin etmiş gibiydiler. O dönem üst üste gerçekleşen saldırıların ardı arkası hiç kesilmemişti. Özellikle o gecenin çocuk kahramanları onların kara listesindeydi çünkü o patlamayı biz çıkarmıştık. Arkadaşlarım ölmüştü ama içlerinden biri hâlâ yaşıyordu, yani ben.

Babam hiçbir zaman detay vermedi ama patlamada ölenlerin içinde çok tehlikeli bir adamın oğlu olduğunu biliyorum. Liderlerinin oğlunu o patlamada öldürmüştüm. Bu yüzden Marasliyan’lar uzun süre boyunca yana döne bana ulaşmaya çalıştılar. Ben onlar için açık hedefim. Kurtulmayı başaran tek çocuk olduğum için tüm oklar üzerimdeydi. Babam bu yüzden bana bir silah almak konusunda fazla ısrarcıydı.

Babamın bile bilmediği şeyler vardı.

Aradan yıllar geçtiği için artık geçmişteki çoğu yüzü hatırlamıyordum. Çocukluk anılarım zamanla puslu bir hale gelmişti. Bendeki fotoğrafları olmasaydı ölen arkadaşlarımın yüzünü bile unutmuş olurdum. “Hayır,” diye iç çektim. “O kıyımı yapan kişileri bulmak için senin yardımına ihtiyacım yok.” Çünkü kıyımı yapan bendim. Bana bunu teklif etmek için bu konuyu açtığını iyi biliyorum. Beni kullanmak için bulduğu her boşluğu değerlendiriyordu.

Teklifini bir kez daha reddetmem Duha’nın hoşuna gitmedi ama beni ölümle de tehdit edemezdi. 13 Haziran’ı bilen biri ölümden korkmadığımı zaten anlardı. Kolay kolay beni ikna edemeyeceğini iyi biliyordu. Kapının açılmasına sevindim çünkü bu tatsız konunun daha fazla irdelenmesini istemiyordum. Havaalanındaki o palyaço içeri girince kaşlarımı çattım. Onun yüzünden buradaydım!


Bana olan bakışlarında mahcubiyet vardı ama bununla ilgilenmiyordum. Çatık kaşlarla ona bakarken ilgilendiğim tek şey beni kaçırmış olmasıydı. Duha, “Gel Kadem,” diye ayağa kalktı. Böylelikle onun adını da öğrendim.

Duha ona doğru yürüyerek beni işaret etti. “Bu gece misafirimiz olsun. Belki sabaha kadar düşünme fırsatı olur ve kendi için en doğru kararı verir.” Bu bir tehditti. Evet, bu bariz bir tehditti.

Duha dışarı çıkınca kapı tekrar üzerimize kilitlendi. Diğer adamlarda Duha ile dışarı çıktığı için depoda bu palyaçoyla tek başına kalmıştım. Gerçi şu anda pek de palyaçoya benzemiyordu. Havaalanındaki o komik kıyafetlerden kurtulduğu için yakışıklı bile görünüyordu.

Yeni banyo yapmış olmalı ki kahverengi saçları nemliydi. O rezalet kostümün içinde kim kalsa banyo ihtiyacı duyardı. Siyah bir tişört ve kot pantolonla çok daha iyi görünüyordu. En azından artık bir palyaçoyu andırmıyordu. Gözlerinin kahvesine bakmak beni rahatsız ediyordu çünkü gözlerini oymak istiyordum. “Bige,” dediğinde, “Kapat çeneni ucube,” diye onu tersledim. Adımı bile anmaya hakkı yoktu.

Bozulmuş olmalı ki değişen suratını gördüm. Bozulmalıydı da çünkü daha fazlasını hak ediyordu. Derin bir nefes alıp yanıma geldi. “Bu evlilik sandığın gibi kötü değil,” dediği an daha fazla dayanamayıp suratına yumruğumu geçirdim. “Sakın bana dokunma ucube!”

Sürekli ona ucube demem attığım yumruktan daha çok onu kızdırdığı için dişlerinin arasından, “Bana böyle seslenme!” diye tısladı. Çenesine aldığı darbeyi yok saymaya çalışıyordu. “Bir ucube değilim!”

“Evet, öylesin!” Bağırarak üzerine yürüdüm. “Beni tüm bu pisliğin içine çeken o ucube sensin!” Bu sefer dizine sert bir tekme attığımda inleyerek dizlerinin üzerine düştü.

Yüzü acıyla kasılırken, “Bu böyle olmayacak!” dedi ve ayağımı tuttuğu gibi çekince sırtüstü yere düştüm. Kafamın arkası tak diye sert zemine çarptığı için gözlerimin önünde yanıp sönen yıldızları gördüm. Çok acımıştı.

Beni düşüren o değilmiş gibi Kadem hemen bana doğru emekledi. “İyi misin?” diye endişelenerek üzerime eğildi. Dizlerinin üzerinde dururken nasıl olduğumu kontrol ediyordu.

“Sana ne be!” Sinirden küplere binmiş bir halde ellerimi yere bastırdım ve bir anda kendimi öne iterek yüzüne kafa attım.

Kalçasının üzerine düşünce bana kızarak burnunu tuttu. Burnu kanıyordu. Bunu fırsat bilerek üzerine atlayıp onu sırtüstü yere devirdim. Karnının üzerine oturup tekrar yumruk atacağım esnada çevik bir hareketle beni altına aldı. Şimdi karnımın üzerine oturan oydu. “Ulan iki dakika rahat dur!” diye bana kızıp saçlarıma yapışınca yolunan saçlarım yüzünden çığlık attım. Saçlarımı mı çekiyordu? Gerçekten saçlarımı çekiyordu. Daha önce hiçbir erkek kavga esnasında saçlarımı çekmemişti.

Saçlarım yolunurken bende onun saçlarına yapışıp çektim. Bunu ilk başlatan oydu. “Sen beni seçmeseydin Karun’un karısı olmayacaktım!”

Birbirimizin saçlarına yapışıp çektiğimiz için bu hengamenin içinde, “Seni bir tek o koruyabilir!” diye bağırıp yüzünü boynuma gömdü ve kulağımı ısırdı! Çığlığım depoyu doldururken kafasını güçlükle ittim. “Hayvan!” Veryansın edip acıyan kulağım yüzünden parmağımı gözüne soktum. Bu değişik canlı türü beni ısırmıştı!

Oymak istediğim gözüne tuttuğu an ona doğru atılıp kolunu yakaladım ve tüm gücümle ısırdım. Dişimi etine geçirdiğimde bağırarak yüzüme bir tokat atarak beni yere yapıştırdı. Üzerimde oturduğu için avantajlı olan oydu. “Şimdi kimmiş hayvan!” diye bağırıp diğer yanağıma da bir tokat geçirdi. Sağlı sollu bana tokat atmaya başlamıştı!

Bacaklarımı beline doladım ve boşluğunu yakaladığım an ani bir hareketle onu yere serdim. Üste çıktığım an tüm gücümle yanağına sert bir tokat attım. Onun attığı tokatlar canımı çok yakmamıştı ama benim attığım tokadın çınlaması deponun içinde duyulurdu. Çıldırmış gibi bağırıp, “Güzel yüzüme nasıl vurursun!” dedikten sonra kulaklarına yapıştım ve kafasını üst üste zemine vurdum. Kimse yüzüme vurmamalıydı.

Az önce attığı tokatlar yüzünden burnumun kanadığını hissedince sinirden çığlık attım. “Beni seçtiğine seni pişman edeceğim!” Yüzümü boynuna gömdüm ve boynuna dişlerimi geçirdim. Onun da burnu kanamıştı ve hâlâ kanıyordu. Umurumda değildi çünkü burnumun kanaması beni deliye çevirmişti. Burnuma bir şey olursa onun yüzünden estetik cerrahlarının kapısını çalmam gerekiyordu! Burnum estetikti benim!

Boynunu koparmak ister gibi ısırdığımda, “Yamyam kopardın, kopardın!” diye bağırıp saçlarıma asıldı. Sürekli saçlarımı çekiyordu bu.

Kafamı sertçe çekip beni üzerinden fırlatınca ondan uzak bir yere düştüm. İkimizde hemen ayağa kalktığımızda birbirimize öldürecekmişiz gibi bakıyorduk. Yakınında duran demir sopayı alınca gözlerimi irice açtım. “Bak sakın,” diye onu uyardığımda demir sopayı avucunun içine yavaşça vurup durmaya başladı. Bunu özellikle gözlerime bakarak yapıyordu.

Korkutucu bir ortam yaratmaya başladığı için sırıttı. “Dizlerini kıracağım.” Küçük adımlarla üzerime yürümeye başladı.

Gözlerimi sopadan ayırmadan arkaya doğru adımlar atmaya başladım. “Peki, o sopa benim elime geçince ne olacak dersin? Kafanı kırarım senin!”

Sopayı bana doğru sallarken, “Ama bende,” diye sinsice güldü.

“Şimdilik,” dediğim an elindeki sopayı kaldırıp bana doğru koşunca bağırarak kaçmaya başladım. Adam resmen sopayı kılıç gibi havaya kaldırıp bana saldırıyordu. Bir tek Allah Allah nidaları eksikti!

Deponun içinde çok rahat iki tur koştuk. Sürekli daireler çizerken bir türlü beni yakalayamadı. “Bige iki dakika durur musun?” diye peşimden koşarken bana seslendi. “Kafanı kırmam gereken konular var.” Bunu da bu kadar sakin söylemezsin ama!

Diğer köşeye doğru koşarken, “Allah’ım neyin cezası bu!” diye ağlamaklı bir sesle sitem ettim. “Bu ayarsız şempanzeyle sınanacak kadar ne yapmış olabilirim!” Ben çok kaliteli bir insanım hiç alışık olmadığım şeylerdi bunlar. Sebepsiz yere çok utanıyordum. Bu rezil adam yerine ben burada utanıyordum.

İkimizde yorulana kadar kovalamaca bitmemişti. Neyse ki bu süreçte yakalanmadım. Yerde yuvarlanmaktan zemindeki tüm tozlar kıyafetlerimize yapışmıştı. Saçlarımız savaştan çıkmış gibi darmadağındı, burunlarımız kanıyor ve hızlı hızlı nefesler alıyorduk. Yediğim tokatlar yüzünden yanaklarım kıpkırmızı olmuştu, yüzümdeki yanma hissi geçecek gibi değildi.

O da yumruklarım yüzünden renk değiştirmişti, üstelik bir eli boynundaydı çünkü boynunda diş izlerim vardı. Birbirimizi fena hırpalamıştık. Bana ters ters bakıp küfreder gibi konuştu. “Vahşi!” Omzuma çarparak kapıya doğru yürürken benimle boğuşmaktan yorulmuştu. “Ben seni evlendirmeseydim zor evlenirdin kız kurusu!”

“Yirmi altı yaşındayım hayvan herif!” diye arkasından bağırdım. “Evde kalmadım, bana iyilik yapmış gibi konuşma!”

Dışarı çıktığında kapıyı kapatmadan önce, “Evde kalmış kız kurusu!” diye bana bağırdı ve kapıyı yüzüme çarparcasına kapattı. Bu şey niye böyle!

Kapıyı üzerime kitlerken ayağımdaki ayakkabıyı çıkartıp kapıya fırlattım. “Çilek kokan palyaço!” Beni evlendirmek sanki ona düşmüştü!

Çekip gitmesinden memnunum çünkü onu gördükçe kan beynime sıçrıyordu. Sırtımı duvara yaslayıp yere oturduğumda vücudumun farklı yerlerinde çok fazla sızı vardı. Elimi burnuma bastırıp burnumu sıktım. Kanamayı bir şekilde durdurmalıydım. “Sakın karşıma çıkma, Serhat!” O pisliğe kızarak burnumu daha sert sıktım. Başıma ne geldiyse o ve Kadem yüzünden gelmişti. Düştüğüm şu hale bak! Saç baş kavga etmek nedir ya! Bu çok utanç verici bir durumdu.

Aradan daha on dakika bile geçmemişti ki kapı tekrar açıldı. Yine Kadem içeri girince sinirden avaz avaz bağırmak istedim. Kapıyı ayağıyla kapatınca dışarıdaki adamlar yine kilitlemişti. En az benim kadar perişan görünen bu rezil insanın elindeki şeyler de neyin nesiydi? Burnunun kanaması durmuştu hatta yüzünü silmişti ama yüzünü yıkamamıştı. Kanın çenesinde bıraktığı renk hâlâ orada duruyordu.

Bir elinde büyük bir çilek kâsesi vardı, diğer elinde bir kutu kâğıt mendil ve koltuğunun altına dizüstü bilgisayarı sıkıştırmıştı. Bana doğru gelip yüzsüzce yanıma oturdu. Çilek ve mendil kutusunu ikimizin arasına koydu. Dizüstü bilgisayarı açıp başını çevirip bana baktı. Sanki hiçbir şey olmamış ve hiçbir şey yaşanmamış gibi sakince bana bakıyordu. “Film izleyelim mi?” Şaka mı bu?

Ben bu yerde çılgın çıkacağım!

Hemen ayağa kalkıp kapıya yürüdüm. Her hareketimi izleyen değişik canlı türüne bir kez bile bakmadan kapının önünde durdum. “Çıkarın beni buradan!” Bağırarak kapıyı yumruklamaya başladım. Tüm sinirimi kapıdan çıkarmak ister gibi vuruyordum. “Bu değişik yaratıkla beni aynı yerde tutmaya hakkınız yok!” Adam normal değildi!

Aklımı tamamen yitirmeden önce biri beni kurtarmalıydı.

***

Şu anda ne yaşadığımı bilmiyorum ama bir yerden sonra sorgulamayı da bıraktım. Söz konusu Kadem olunca her şeyin ters işlediğini kabul ettim ve olanları akışına bıraktım. Beni kaçırdıktan sonra saç baş birbirimize girmiştik. En son hatırladığım kulağımı ısırdığı için parmağımı gözüne soktuğumdu. Saçlarıma yapıştığında ise bende şarteller atmıştı. Hayatımın en ilginç kavgasını onunla yapmıştım çünkü ben genelde kavgada yumruk yumruğa dövüşmeye alışıktım.

Fakat Kadem’le birbirimizi deli ettiğimiz için bir süre sonra kendimizi çok garip bir kavganın içinde bulmuştuk. Bir ara yerde yuvarlandığımızı falan hatırlıyorum. Kulaklarına asılıp kafasını yere vurduğumu çok iyi hatırlıyorum. Aynı zamanda karnımın üzerine oturup beni tokatladığını da iyi hatırlıyordum! Bilemiyorum belki de ilk kez kendimi sıra dışı bir kız kavgasına girmişim gibi hissetmiştim. Kolumu ısırmasına karşılık boynunu ısırdım diye adam deponun içinde beni demir sopayla kovaladı! Aklıma geldikçe daha fazla utanıyorum.

Peki, şimdi ne mi yapıyorduk? Film izliyorduk! Evet, gerçekten film izliyorduk! Tüm enerjimizi birbirimizin üzerinde attığımız için fazlasıyla yorgun düşmüştük. Bu akıl hastası adamı uzun süre görmezden gelememiştim. Dizüstü bilgisayarı açıp hadi film izleyelim deyince neye uğradığımı anlamamıştım. Ama bir saatin sonunda salya sümük ağlayarak gerçekten film izliyorduk. Bu adam benim tüm dengelerimi bir gecede altüst etmişti.

Ondan nefret ediyorum.

Değişik olan her şeyden nefret ediyorum.

“Titanic izlemek zorunda mıydık?” Yeni bir mendil alıp burnumu sildim. “Sana Jack ölecek diyorum. Ya ben zaten izledim bunu.” İlk izlediğimde de bu kadar çok ağlamıştım.

Burnunu çekerken, “Sonunu anlatmak zorunda mıydın?” dedi içli bir sesle. “Ben daha önce izlememiştim.” Yüzünde suçlayıcı bir ifade vardı çünkü sürekli filmde olanları ona anlatıp duruyordum.

“Komedi izleyelim demiştim sana.” Aynı suçlayan bakışlar bende de vardı. “Ama sen tutturdun illa dram olsun diye. Al sana dram!”

Başını çevirdi ve ağlamaktan kızaran gözlerini bana çıkardı. “Bahsettiğim dram aslında çizgi filmlerden biriydi.” Yerdeki buruşturup attığımız mendilleri gösterdi. “Bunları o çizgi film için getirmiştim. Tavuğun finalde ölmesi çok dramatikti ama sen illa da bu film olsun dedin!” Bana çizgi film izlettireceğini sanıyorsa büyük yanılıyordu. Ben onun gibi bir tavuğun ölümünü fazla dramatik bulmuyordum.

Sonuçta ben tam bir etoburum.

Kapı açılınca Duha’nın içeri girdiğini gördük ama filmin en heyecanlı sahnesi olduğu için ikimiz de onu görmezden geldik. Duha önce ilk birkaç dakika afallayarak bize baktı ama daha sonra dışarıdakiler bu halimizi görsün istemedi. Kısık sesle bir küfür savurup hemen kapıyı kapattı. Diğerlerini içeri almamıştı. “Burada neler oldu?” Hızlı adımlarla yanımıza gelip tepemize dikildi.

Yırtık kıyafetlerimiz, dağınık saçlarımız ve kan revan içindeki halimiz onu şoke etmişti. Sırasıyla önce Kadem’e daha sonra da bana bakıp duruyordu. Yerdeki buruşturulmuş mendillere bakınca şaşkınlığı biraz daha arttı. Ağlamaktan kızaran gözlerimiz ve filme olan yoğun ilgimiz onu şoktan şoka sokuyordu.

“Kadem?” Tepemizde dikilmeye devam ederek burada olanları anlamaya çalıştı. “Kim seni bu hale getirdi?”

Kadem ağzına bir çilek atarken komşu çocuğunu babasına şikâyet eder gibi beni gösterdi. “Bige yaptı,” dedikten sonra başını eğerek boynundaki diş izlerini gösterdi. “Boynumu da ısırdı.”

Duha sinirden alt dudağını ısırarak kızgın bakışlarını bana dikti. “Peki, seni kim bu hale getirdi?” Tabii en son bıraktığında böyle değildim.

Kadem hepsini bitirmeden tabaktan bir çilek alıp, “Kadem yaptı,” diyerek çileği ısırdım. Ona bakıp tavus kuşu gibi kabarmış saçlarımı gösterdim. “Saçlarımı çekti sonra da üzerime çıkıp beni ısırdı. Alnındaki o yara var ya beni tokatladığı için oldu,” dedim çileğin kalan kısmını yerken.

Duha karşısında iki uzaylı varmış gibi bize bakarken beti benzi atmıştı. “Anlıyorum,” dedi ama burada olanları hiç anlamadığı gün gibi ortadaydı. Ben bile hâlâ anlamış değildim o nasıl anlasın.

“Peki, niye ağlıyorsunuz?” diye sorduğunda alacağı cevaptan korkarcasına sesi kısık çıkmıştı. Yüz ifadesi bu soruyu sorduğuna daha şimdiden pişman olduğunu gösteriyordu.

Kadem hatırladıklarıyla gözyaşlarını tutamayıp, “Abi Jack ölüyormuş,” diye burnunu sesli bir şekilde çekti.

Şaşkına dönen Duha, “Jack kim?” diye sordu.

Filmi gösterdim. “Batan geminin en değerli hazinesi,” dedim ağlamaklı bir sesle.

“Jack hazinenin adı mı?” diye sordu Duha.

Kadem başını kaldırdı ve kınar gibi bir ifadeyle tepemizde dikilen adama baktı. “Abi Jack filmdeki erkek oyuncu.” Duha’da hiçbir şey bilmiyor canım.

“Ama bir hazine değerinde yakışıklı,” diye ekledim.

Kadem bana katıldığını göstermek için başını hızlıca salladı. “Ölmek için fazla yakışıklı.”

Duha artık hayatı sorgularken ifadesi çok komikti. “Öldü mü bari?”

“Henüz değil.” Burnumu çekerek mendille gözyaşlarımı sildim.

“Ama ölecek.” Kadem her an hıçkırarak ağlayacakmış gibi duruyordu.

Çıldırmanın eşiğine gelen Duha çenesini sıvazladı. “Bütün bu tantana henüz ölmemiş biri için mi?” deyince Kadem ile aynı anda, “Ama ölecek!” diye sesimizi yükseltince irkilerek bir adım arkaya çekildi. Karşısında iki tane sıra dışı yaratık varmış gibi ürkmüş gözlerle bize bakıyordu. Ölecek dediysek ölecek herhalde. Biz burada boşuna ağlamıyoruz.

Duha’nın bize olan şaşkın bakışları kelimelerle anlatılamazdı. İlk birkaç dakika şu anda ne yaşadığını sorgulayıp durdu. Aradığı cevapları bir türlü bulamayınca çenesinden bir kas seğirdi. “Sikeceğim ben böyle işi!” Sertçe konuşup kızgın bakışlarını Kadem’e dikti. “Ulan ayarsız hormon! Koskoca ülkede bu plan için bula bula kendinin dişi versiyonunu mu buldun!”

Sinirden yüz kasları seğirirken film izlediğimiz dizüstü bilgisayara tekme atarak onu duvara doğru savurdu. “Birdiniz şimdi iki oldunuz lan başıma!” Cinnet geçiriyormuş gibi bize bağırarak üzerimize yürüdü. “Ne halt edeceğim ben sizinle!” Küfrederek çilek kâsesine tekme atınca kalan çilekleri yere döktü. Kadem’in çileklerini yere dökmüştü.

Kadem’in üzgün gözlerle yere saçılan çileklere baktığını görünce kaşlarımı çatarak ayağa kalktım ve Duha’nın karşısına dikildim. “Bizimle bir şeyler yapmak sana kalmamış!” Korkusuz görünmeye çalışarak onu göğsünden sertçe ittim. “Hele benimle bir şeyler yapmak kimsenin haddine değil!” Üzerine yürüyüp ikinci kez onu ittim. “Eğer benimle uğraşmak istemiyorsan bırak gideyim çünkü benden istediğin hiçbir şeyi yapmayacağım!” O boşanma olacaktı.

Sinirden zangır zangır titrerken gözü seğiriyordu. “O zaman bir işime yaramazsın!” Belinden çıkardığı silahı alnıma dayadı. “Madem bana çalışmayacaksın o zaman yaşaman da gerekmiyor!” Gözlerinde gördüğüm ölüm bile bana geri adım attıramazdı. Onların parmağında oynattığı bir kukla olmayacağım.

“Öldür o zaman.” Rahat bir şekilde omuz silktim ama her an korkudan kalp krizi geçirebilirdim. “Babam birilerinin maşası olacağına öl daha iyi derdi,” dediğim an Duha gözünü bile kırpmadan tetiğe bastı.

Fakat Kadem onu çok iyi tanıdığı için gerçekten beni öldüreceğini anlamıştı. Bu yüzden daha ben cümlemi bitirmeden Kadem oturduğu yerden ayağa fırlamıştı. Duha tetiğe basmak üzereyken bileğini tutup yukarı kaldırdığı için kurşun kafam yerine tavanı bulmuştu. Kadem engel olmasaydı gerçekten beni öldürecekti.

Kadem ona engel olduğu için Duha tüm öfkesini ondan çıkarmak ister gibi onu hedef aldı. Silahını beline takıp Kadem’in yakasına yapıştı. Boynundaki damarlar belirginleşecek kadar sinirlenmişti. “Ne zamandır işlerime karışıyorsun, Kadem!” Yakasına yapıştığı gibi onun sırtını sertçe duvara vurdu. “Seni de onunla öldürürüm!” diye gürleyip belindeki silahı Kadem’in boynuna bastırdı.

Duha öfkeyle hareket ettiği için mantıklı düşünemiyordu. Ancak Kadem onun gibi değildi. Boynuna yaslı silaha bakmaya çalışıp, “Abi,” diye güçlükle fısıldadı. “Beni öldürürsen onun gitmesine izin verecek misin?” deyince Duha donup kaldı. Evet, Kadem’in gözlerindeki korku kendi için değildi. Midem kasıldı. Beni korumaya çalışıyordu.

Duha büyük bir bozguna uğradığında suratı bembeyaz kesildi. “Bu kız senin için neden bu kadar önemli?” diye sorduğunda Kadem’in verdiği cevap iç yakardı. “Abi.” Duha’nın gözlerine acı çekercesine baktı ve kısık bir sesle, “Bige beni yadırgamıyor,” deyince Duha’nın elleri Kadem’in yakasında gevşedi ve iki yanına düştü. Kadem’in gözlerinde gördüğü kedere yutkunarak bakan adam, “Bende seni yadırgamıyorum be oğlum,” dediğinde kırılmış gibiydi. Aralarında çok az yaş farkı olmasına rağmen Duha’nın ona karşı olan yaklaşımı bir baba sıcaklığı taşıyordu.

“Kadem eşcinsel veya gay mi?” diye sorduğumda hüzünlü havayı bir anda dağıtmıştım. Böyle anlara limon sıkmakta üstüme yoktur. İkisi kaşlarını çatarak bana dönünce, “Ne?” dedim masumca. “Beni yadırgamıyor deyince ilk aklıma gelen bu oldu.” Bence kim olsa böyle bir durumda ilk bunu düşünürdü. Hayatıma burnunu sokmadığı sürece öyle bile olsa bu beni ilgilendirmezdi.

Kadem sinirli bir ifadeyle bana ters ters bakmaya başlamıştı. Bakışları suçlayıcıydı. “Hiçbiri değilim,” dediğinde kendini ifade etmek için fazla beklemedi. “Etrafımdaki insanlar gibi olmamam beni farklı biri yapmaz. Erkeklere dayatılan belli kalıplara sığamıyorum. Neden erkekler ağlayamaz diye bir algı var? Aynı canı bende taşıyorum üzülünce pekâlâ da ağlayabilirim!” Bana niye kızıyordu, sanki ona ağlama dedik. Film izlerken kaç dakikadır yanımda ağlıyordu bunu garipsememiştim bile.

Sırf onu gay sandığım için Kadem beni bir bardak suda boğmak ister gibi bakıyordu. “Erkeğim diye ben neden koyu renkleri sevmek zorundayım? Ben siyah sevmiyorum ki pembe seviyorum,” dediğinde Duha ile kısa bir an göz göze geldik. İkimizde gülmek ve duvarları yumruklamak arasında bir yerde dolanıp duruyorduk. Bu konuşmanın bir parçası olmak istemediğimizi fazla belli ediyorduk.

Kadem onu desteklememiz için gözlerini dikip bize bakınca Duha hafifçe öksürerek boğazını temizledi. “Tamam, be oğlum kimsenin sana bir şey dediği yok.” Onun adına utanmış gibi ensesini kaşıdı. “Pembe yerine mor mu olsa, Kadem? Bak bu da açık bir renk,” deyince kahkaha attım. Bu ikisi gerçek mi?

“Ben eflatun severim.” Elimle baştan ayağa kendimi gösterdim. “Bana çok yakışıyor hem beni zayıf gösteriyor.”

Duha tekrar hayatı sorgulamaya başladığında ağır ağır başını salladı. “Bu önemli bilgiyi bizimle paylaştığın için sana teşekkür etmek ve küfretmek arasında kararsızım.” Sitem ederek boynundaki kravatı sertçe çekiştirdi. “Siz bana aldırmayın devam edin beynimden geri kalınları sikmeye. Nasıl olsa sizin yanınızda pek işe yaramıyor.”

Beni öldürmeye çalıştığını hatırlayınca komik atmosfer benim için bir anda dağılmıştı. “Buradan çıkınca Karun’a gidip yaptığın her şeyi anlatacağım!” Az önce Kadem engel olmasaydı gerçekten beni öldürecekti. O kurşun alnıma girseydi yaşama ihtimalim yoktu. Kadem olmasaydı o kurşunun hedefi bendim. Namluyu kafama doğrultarak tetiğe basmıştı.

Duha elindeki silahı sıkarken başını yavaşça kaldırıp bıkkın gözlerini bana dikti. “Seni öldürmem için fazla uğraşıyorsun.” Aramızdaki mesafeyi kapattı. Karşımda dikildiğinde eğer bakışlarla birilerini öldürebilseydik ben şu anda yaşamıyor olurdum. Bana karşı hiç tahammülü olmadığını görebiliyorum.

“Gitmekte özgürsün ama teklifim hâlâ geçerli.” Cüzdanını çıkartıp kartını bana uzattı. “Fikrini değiştirirsen beni ara. Sen kabul etmek istemesen de bu evlilikte ortak çıkarlarımız var.” Hayır, bu evlilikte onun çıkarları vardı ama benim yoktu.

Sırf onu daha fazla kızdırmamak için uzattığı kartı aldım. Dışarı çıkar çıkmaz yırtıp atacaktım ama önce buradan çıkmalıydım. Daha fazla oyalanmadan bir an önce gitmek istiyordum. “İkinizi de bir daha görmek istemiyorum,” dedikten sonra kapıya yürüdüm. Fikrini değiştirip beni sırtımdan vuracak diye ödüm kopuyordu. Sonunda bu cehennemden kurtuluyordum.

Adana’ya dönünce uzun süre güzel şehrimden dışarı çıkmayacağım.

***

Bu sefer kazasız belasız havaalanına geldiğim için gerçekten çok mutluyum. Kendi uçağımın kapısının önünde bekliyor, uçağa alımların bir an önce başlamasını istiyordum. Dün sabah Duha şaşırtıcı bir şekilde beni bırakmış ve günün geri kalanında hiç rahatsız etmemişti. Gitmeden önce bavulumu da bana vermişlerdi. O depodan çıkınca izbe bir mahallede olduğumu görmüştüm. Hemen bir taksi bulup daha önce kaldığım otele geri dönmüştüm.

Üzerimdeki her şeyi çöpe atarak uzun süre küvette dinlenmiştim. O depodaki tüm kiri vücudumdan söküp atana kadar banyodan çıkmamıştım. Daha sonra oda servisinden yiyecek bir şeyler istemiştim. Tekrar kaçırılmaktan korktuğum için odamdan dışarı çıkmaya cesaretim yoktu. Yemekten sonra yorgun argın yola çıkmak yerine tüm gün uyumuştum. Depoda sabaha kadar uykusuz kaldığım için çok fazla uyumuştum.

Gereken enerjiye sahip olmadan yola çıkmayı doğru bulmadım. Bu öğle Adana’ya bilet bulduğum için şimdi buradaydım. Birazdan uçağa binip burada yaşadığım her şeyi arkamda bırakacaktım. Adana’ya döner dönmez kurban kesebilirim. “Allah’ın cezaları bana ne yaşattırdıklarını hâlâ anlamış değilim!” Uzun süre Duha ve Kadem’e küfredecek gibiydim.

Beklemekten sıkıldığım için telefonla oyalanırken bir arkadaşımdan mesaj geldi. Bana bir link atıp, “Bige hemen bu haber sitesine bakmalısın. Burada yazanlar doğru mu?” diye sordu. Anlamadığım bir konuyla ilgili üst üste mesajlar atmaya başladı. Hangi haberden bahsediyordu?

Attığı linke tıklayınca herkes tarafından bilinen çok popüler bir haber sitesinde kendimi buldum. Kocaman yazılarla yazan haber başlığını okuyunca gözlerim yuvalarında fırlayacakmış gibi büyüdü. Aman Allah’ım. “BİR EŞ Mİ YOKSA METRES Mİ? YASAK İLİŞKİNİN DETAYLARI YÜZ KIZARTIYOR! KİM BU BİGE SAKA?” Okuduğum haber başlığıyla kalbim hızlanırken az kalsın elimdeki telefon yere düşecekti. Bu da neydi şimdi?

Ellerim titrerken manşetlere konu olan fotoğrafımı gördüm. Büyüttükleri fotoğrafım sayfanın yarısını kaplıyordu. Bu fotoğrafta ben ve Serhat vardık. Dışarıdaydık ve Serhat’ı yanağından öpüyordum. Montaj değildi çünkü pikniğe gittiğimizde o gün ona sarılıp yanağından öpmüştüm. Bu fotoğraf o güne aitti ama onların nasıl eline geçmişti? Ben onu öperken Serhat gülerek bunu çekmişti. Onun telefonunda olan bir fotoğraf nasıl basına sızdırıldı?

Fotoğrafın altında yazanlar ise kanımı dondurdu. “Babam beni öldürecek,” diye fısıldadım ağlamaklı bir sesle. Burada yazanlar inanılır gibi değildi.

“13 Haziran kahramanlarından biri olan Albay Asım Saka’nın kızından akıllara durgunluk veren bir skandal. İş hayatındaki başarısıyla tanıdığımız ünlü iş insanı Karun Kalender’in geçtiğimiz günlerde gizlice evlendiği haberlerini aldık. Bu şüpheli evliliği Karun Kalender’in eski nişanlısı Rengin Zorlu bizzat onayladı. İhanete uğrayan bir kadının çarpıcı itirafları haberimizin detaylarında yer alıyor,” diyordu. Ne itirafı ya ne itirafı! O kadın beni ne kadar tanıyordu ki muhabirleri çağırıp bir şeyler itiraf ediyordu!

Sayfayı biraz kaydırınca Rengin’in fotoğrafının yanında yazan röportajını okumaya başladım. “Böyle bir skandalın içinde yer alarak karşınızda bulunmakta büyük utanç duyuyorum. Fakat ne yazık ki iddia edilen her şey doğrudur. Bahsi geçen kadının Karun’dan önce de evli bir adamla ilişki yaşadığına dair duyumlar almaya başladım. Bir kadın nasıl bu kadar alçalabilir, şaşkınlık içinde izliyorum. Evli ve nişanlı erkeklerle düşüp kalkan bir kadının son kurbanı olmaktan derin bir keder duyuyorum. Bir kadının gururu ve kendisine saygısı olmalı ama ne yazık ki bazılarına kadın demeye utanır olduk. Alimden zalim doğar diyenler ne kadar da haklıymış. Öyle bir babanın böyle bir kızı olması babası için büyük bir utanç kaynağı olmalı. Yazık bizler ailelerimizin gurur kaynağı olmalıyız yüz karası değil,” diyen sözlerini okuyunca gözlerim doldu. Rengin denen kadın anlayıp dinlemeden oraya çıkıp bunları nasıl söylerdi? Babam öğrenmesin diye çırpınırken beni nasıl bir çıkmazın içine soktu bunlar.

“Bige Saka’nın birkaç ay öncesine kadar evli olan Serhat Yılgın ile yaşadığı yasak aşktan sonra Karun Kalender ile gizlice evlemesi-” diye devam eden haberleri daha fazla okumaya dayanamadığım için siteden çıktım. Ben şimdi ne yapacağım? Babamın öğrenmesi an meselesiydi.

Beni ne kadar zor durumda bırakacaklarını umursamadan herkes kafasına göre yazıp çizmişti. Haber bu sabah paylaşılmıştı yani tüm sitelerdeki yerini almıştı. Arkadaşım ısrarla arıyor, bir açıklama bekliyordu. Ama ben telefona bakmayıp ne yapacağımı kara kara düşünüyordum. Yaşadığım çaresizlik yüzünden gözlerim sık sık doluyordu. Bahsettikleri gibi bir kadın değildim ama başta babam olmak üzere kimse bana inanmayacaktı.

Bu haber salgın gibi her yere yayılmadan önce yayından kaldırılmalıydı. Bu site gazetelere konu olan bir şeyi paylaşmıştı. Sitedeki haberi kaldırtacak ve bugünün tüm gazetelerini toplatacak güçte değildim. Keşke olsaydım ama değildim işte! Biri vardı, biri tüm bu skandal haberleri kaldırtacak güçteydi. Karun’un numarasını bilmediğim için hemen Google’da şirketini arattım. Şirketin iletişim bilgileri çıkınca hiç vakit kaybetmeden aradım. Tek umudum babamın kulağına gitmeden önce Karun’un bu konuda bir şeyler yapmasıydı.

Ondan böyle bir şey istemeye hakkım yoktu ama böyle bir durumda ondan başka yardım isteyeceğim kimse yoktu. Müşteri hizmetlerine bağlanmışım gibi sistem sürekli beni bir yerlere yönlendirip durdu. Çok uğraştırmıştı ama nihayet onun şahsî asistanı olan Füsun Hanım’a bağlanmayı başardım. Kim olduğumu söyleyince, “Bige Hanım?” diyen şaşkın sesini duydum ama şimdi onun şaşkınlığıyla vakit kaybedemezdim. “Füsun Hanım beni hemen Karun Bey’e bağlayın,” dedim aceleyle. Stresten ileri geri yürürken çılgına dönmüş bir haldeydim.

“Üzgünüm Bige Hanım,” dedi ilgisiz bir sesle. “Karun Bey şu anda toplantıda olduğu için telefon kabul etmiyor.”

“O zaman ofisine gir ve onunla çok acil görüşmek istediğimi söyle!” diye bağırdığımda uçağı bekleyen insanlar dönüp bana bakmaya başlamıştı. Daha ciddi sorunlarım olduğu için hiçbirini umursamadım. “Yap hadi şunu!” Aklımı kaçırmış gibi ona kızmaya devam ettim. O toplantıdan daha ciddi şeyler vardı.

“Bir dakika sizi bekleteceğim,” deyince rahat bir nefes aldım. En azından ona gidip görüşmek istediğimi söyleyecekti.

Lütfen benimle görüşmeyi kabul etsin.

Ojeli tırnaklarımı sinirden kemirmeye başlayarak beklemeye devam ettim. Hızlı hızlı ileriye yürüyüp başladığım noktaya geri dönüyordum. Bekledikçe babamın bana yapacaklarını hatırlıyor, korkudan kalbim göğsümden çıkacakmış gibi oluyordu. Duyduğum tek ses yürüdükçe topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tıkırtı sesleri ve kalbimin sesiydi. Birkaç dakika süren ama bana saatler gibi gelen bir bekleyişten sonra nihayet Füsun Hanım’ın sesini duydum. “Üzgünüm Bige Hanım ama Karun Bey sizinle görüşmek istemiyor.” Hayır ya, hayır, hayır. Ondan başka yardım alacağım kimse yoktu.

“Lütfen Füsun Hanım,” diye adeta ona yalvardım. Bu çok sık yaptığım bir şey değildi. “Çok önemli olduğunu söyleyin.”

“Bige Hanım sizinle görüşmek istemediğini kati suretle bana iletti. Bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok.”

“Ama onunla görüşmem gerekiyor. Tekrar konuşun!”

“Bige Hanım,” dedikten sonra sıkıntıyla derin bir nefes aldı. “Karun Bey bir metresle konuşacak hiçbir şeyim olamaz dedi.” Yürümeyi bıraktım. Bir anda her şey durmuş gibiydi.

İçime çektiğim havayı sesli bir şekilde verdiğimde bunu birkaç kez tekrarladım. Hayır, alıp verdiğim soluklar yeteri kadar bana nefes aldırmıyordu. Duyduğum metres kelimesi bende sarsıcı bir yara açmış gibi nefes alamıyordum. Etrafımdaki tüm sesler birer uğultuya dönüştüğünde duyduğum şeyi sindirmeye çalışıyordum. Karun bana metres demişti ve bu haberi okuyan herkes metres demeye devam edecekti.

Benim için yabancı olan bir adam tarafından metres diye anılmak bile bu kadar kanıma dokunuyorsa, bu kelimeyi babamdan duymak ölüm sebebim olurdu. Tek bir hatanın bedeli bu kadar ağır olmamalıydı. Serhat’ı sevmem kara bir leke gibi adımın yanında yer almıştı. Metres.

Füsun Hanım’ın, “Bige Hanım orada mısınız?” diyen sesiyle güç bela telefonu kapattım. Buradaki banklardan birine oturduğumda ağladığımı bile daha yeni fark ediyordum.

İçimi çekerken hiç gocunmadan insanların içinde ağlıyordum. Kendi lanet yazgıma gözyaşı dökmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. Telefonun ekranını bulanık gözlerle görürken kayıtlı olmayan bir numara arıyordu. Aradı, meşgule atıp açmadım. Tekrar aradı yine meşgule atıp açmadım. Ben açana kadar pes etmeyip ısrarla aradı. “Ne var, ne?” Bir sinirle telefonu açtığımda Duha’nın sesini duydum. “Olanları duydum, iyi misin?” Bu adam benim numaramı nereden öğrenmişti? Gerçi niye şaşırıyorum ki her şeyden haberi oluyordu.

Önce, “İyiyim,” dedim ama dudaklarımdan firar eden hıçkırık beni ele verince, “Değilim,” diye fısıldadım. Sinirlerim harap olduğu için daha fazla kendimi tutamayıp hıçkırıklarla ağlamaya başladım. “Metres diyorlar bana, senin yüzünden herkes metres diyor. Bilmiyordum, onu severken evli olduğunu bilmiyordum. Ya sen bana neler yaptın!” diye gözyaşlarına boğuldum. İnsanların hayatını böyle karartmaya hakları yoktu. Kurulu düzenimin içine etmişlerdi.

Bir daha bir erkeğe güveneceğimi sanmıyorum.

Bir daha bir erkeği sevebileceğimi sanmıyorum.

Ve en acısı bir daha âşık olacağımı sanmıyorum.

Bir anda herkes için ahlâksız bir kadın olup çıkmıştım. Yasak aşk nedir ya? Ne zamandır zinanın adı yasak aşk diyerek meşrulaşmıştı? Evli bir adamla birlikteysen onun yasak aşkı değil metresi olursun. Bu aşkın yasaklı olanı değildi bu zinaydı. Ahlâksızlık hatta rezillikti. Şimdilerde herkes karısını veya kocasını aldatıyor ve insanlar buna yasak aşk diyorlardı. Yaptıkları zinayı, ahlâksızlığı böyle adlandırıp göğsünü gere gere bunu savunuyorlardı. En tiksindiğim insanlardı bunlar ve şimdi bende onlardan biri olmuştum.

Hıçkırıklarımı duyan Duha bir süre sessiz kalmıştı fakat daha sonra, “Haberi basına sızdıran Rengin,” dedi. “Dün Karun onu bulup eve dönmeye ikna etti. Karun’un yanındayken onun haberi olmadan gazetecilere röportaj vereceğini sanmıyorsun, değil mi? Karun’dan habersiz böyle bir şey yapmaya cesaret edemez. Umarım ne demek istediğimi anlayacak kadar aklın hâlâ çalışıyordur,” dediğinde önce birkaç saniye hiç kıpırdamadım. Duyduklarımı sindirmek için birkaç saniyeden daha fazlasına ihtiyacım vardı.

Bütün bunları başıma açan Karun ve Rengin miydi? Rengin’in röportajı aklıma gelince kaşlarımı çattım. Karun’un metres diyerek benimle görüşmeyi kabul etmediğini hatırlamak ise kanımı dondurmuştu. Sinirden zangır zangır titrerken Duha’nın haklı olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Her şey o ikisini işaret ediyordu. Beni bu müşkül durumda bırakıp ağlatan onlardı. Babamın yüzüne bakamayacak hale gelmiştim. Bana nasıl büyük bir kötülük yaptıklarının farkında bile değillerdi.

Yaptıkları yanlarına kalmayacak.

Gözyaşlarımı silip ayağa kalktım. Uçağa alımlar başlamıştı ama uçağa binmek yerine geldiğim yolu geri yürümeye başladım. “Bu haberi tüm sitelerden kaldırıp gazeteleri toplatabilir misin?” diyerek derin bir nefes aldım. “Bugünün gazetelerini piyasadan kaldırman mümkün mü?”

Sonunda beni istediği noktaya çektiği için Duha’nın keyifli çıkan sesini duydum. “Ben Karun’u bile evlendirmiş biriyim bu iş benim için fazla kolay,” diye böbürlendi it herif. Bir insanın hiç mi yüzü kızarmazdı? Başıma bütün bu sorunları açan oydu ama şu anda kurtarıcım konumunda olan da ondan başkası değildi!

“Tamam, teklifini kabul ediyorum. Sen beni bu sorundan kurtar bende boşanmayacağım. Şimdi adliyeye gidip boşanma davamı geri çekeceğim. Ah, bu arada bana Karun’un yaşadığı evin adresini at,” diyerek havaalanında çıktım. Sinirlerimi bozdukları için bavulumu bile alma gereğinde bulunmadım. Yeni kıyafetler alabilirim.

Ben bugün geri dönüp onların hayatından tamamen çıkacaktım ama onlar kaşındı.

Rengin Hanım bana açtığı bu savaşın karşılığını almalıydı.

“Karun’un adresini ne yapacaksın?”

Havaalanının önünde bekleyen taksilerden birine doğru yürümeye başladım. “Kocamın evine taşınacağım, asıl o zaman kim metres kim değil ortaya çıkacak. Rengin’in unuttuğu bir şey var,” diyerek taksiye bindim. “Karun şu anda benimle evli ve Rengin, evli bir adamın evinde kalıyor. Ben değil asıl o metres konumunda!” dedikten sonra telefonu kapattım. Okuduğum o haberlerden sonra bu şehirden boynumu büküp kaderimi kabullenerek gitmeyeceğim.

Ben üzerime düşeni yapıp hiç zorluk çıkarmadan boşanma davasını açmıştım. Kimseyi sıkıntıya sokmadan, kimsenin ilişkisini bozmadan üzerime düşeni yapmıştım. Duha kafama bir silah dayayıp beni öldürmeye çalıştığında bile boşanmaktan vazgeçmemiştim. Hatta Kadem engel olmasaydı beni öldürecekti de. Ölüm pahasına boşanmaya kararlıydım. Anlaşmalı bir şekilde davamı açmış, bugün ise geri dönüyordum.

Ancak Rengin bugün beni aşağılamış, gurursuz ve ahlâksız biri olmakla suçlamıştı. Röportajında söylediği şeyleri ona ödetmeden hiçbir yere gitmiyorum. Sanki bana gelip nişanlımdan boşan dedi de ben hayır dedim! İnsan gibi benimle konuşmak yerine sinsice saldırmayı tercih etmişti! Uyuyan devi uyandırmak neymiş ona göstereceğim. Bunu başlatan ben değilim ama gerektiği gibi karşılık veren ben olacağım.

Yaptıklarını telafi edip tüm bu haberleri yalanlamadan benden kurtulamazlar. Sonuçta Serhat ile hiç açık seçik fotoğrafım yoktu. Evin dışında öpüşmüyorduk bile ve biz öpüşürken tüm perdeler hep kapalı olurdu. Evli bir adamla birlikte olduğumu delillerle kanıtlayacak hiçbir şey ortada yoktu. Yanağa konulmuş birkaç masumane buse beni metres yapmak için kanıt niteliği taşımıyordu.

Arkadaşımdı diyerek kendimi bu rezil olaydan kurtaracağım. Sonuçta insanlar arkadaşına sarılabilir ve onları yanağından öpebilirdi. Birileri bana bir mikrofon uzatırsa onlara söyleyeceğim tek şey kocamın eski nişanlısının bana iftira attığı ve Serhat’ın arkadaşım olduğu yalanıydı. Rengin kolay kolay aksini kanıtlayamazdı. O kadın yeni bir röportaj ayarlayıp her şeyi yanlış anladığını itiraf etmeliydi. Bu itirafı ona yaptırmak için geri dönüyordum.

Bir gün bu olay patlak verdiğinde ve babamın kulağına gittiğinde en azından bana iftira atıldığını, evli bir adamla ilişkim olmadığına inanmalıydı. Babam gizlice evlenmemi bile bir yerden sonra anlardı ama kızının bir metres olduğunu kaldıramazdı. Adımı temizlemeden bu evliliği bitirmeyeceğim.

Ben değil Rengin bugünden itibaren metres olacaktı.

Karun ise bugün metres dediği kadınla uzun süre soyadını paylaşacaktı.

Benden kurtulmak istiyorlarsa bugün çıkardıkları tüm o haberleri yalanlamalılar!


Yorumlar