“Bazen her şey yanağa konulan küçük bir buseyle başlar.”
İlahi Bakış Açısı
Duha arabanın içinde otururken dalgın gözlerle karşısındaki gecekonduya bakıyordu. Kadem yine buraya gelmişti. İkisinin tüm çocukluğunun geçtiği yer bu izbe sokak ve gecekonduydu. Sefilliğin içinde birbirlerini bulduklarında ikisi de henüz çocuktu. Duha sokaklarda yatıp kalkarken çok fazla çocuk tanımıştı ama hiçbiri Kadem gibi içine dokunmamıştı. Duha onu bulduğunda Kadem sadece on yaşındaydı. Duha’dan iki yaş küçüktü.
O yıllarda bu gecekondu terk edilmiş bir yerdi ama daha sonra Duha ve Kadem’in satın aldığı ilk yer olmuştu. Kadem’i ilk kez burada görmüştü. Yüzü gözü dağılmıştı ve vücudunun her yerinde yaralar vardı. Morarmış gözleri kapalı olduğu için dudaklarında sızan kanın içinde nefes almıyor gibiydi. Birileri öldü diye ona işkence etmeyi bırakıp onu buraya atmıştı. Evet, Kadem günlerce ağır işkencelere maruz kalmıştı.
Duha bile onu öldü sanmıştı.
Yanında diz çöküp kontrol edene kadar Kadem’in aldığı cılız nefesleri fark etmemişti. Yalan yok Duha onun yaşadığını anlayınca onu bırakıp gitmeyi düşünmüştü çünkü Duha’da henüz çocuktu ve belki de Kadem’den daha kimsesizdi. Çöplerde topladığı yemek atıklarıyla hayatta kalmaya çalışırken Kadem için ne yapabilirdi ki? O zamanlarda Duha belki de herkesten daha aciz ve kimsesizdi.
O yıllarda sırf Kadem’e olan sevgisi için ikisini en yukarılara taşıyacağını bilemezdi. Kadem’i orada bırakıp gitmeyi düşündüğü esnada elinde sıkıca tuttuğu şeyi görmüştü. Boş bir kibrit kutusu. Evet, Kadem’in elinde boş bir kibrit kutusu vardı ve yaktığı tüm kibrit çöpleri yüzünün yakınında duruyordu. Sanki karanlıktan korkmuştu ve elindeki kısa ömürlü kibritlerin hepsini sırasıyla yakmıştı. Son kibrit çöpüyle de hayata veda eder gibi gözlerini yummuştu.
Son kibrit çöpüne kadar dayanmıştı. İşte Duha’yı etkileyen bu olmuştu, son ana kadar savaşması. O gün Duha koşarak dışarı çıkmıştı ve yoldan geçen insanlara Kadem’e yardım etsin diye yalvarmıştı. Çoğu kişi üstü başı kir pas içindeki çocuğu iterek görmezden gelmişti. Ama içlerinden biri Duha’nın yakarışlarına kayıtsız kalamamıştı. Ona acımış ve onu takip etmişti. Kadem’i o halde görünce yaşlı kadın hemen ambulansı aramıştı. Günler sonra Kadem hastanede gözlerini açarak yeniden hayata dönmüştü.
Kadem uyandıktan sonra Duha kendi yoluna gitmek istemişti. Onun için üzerine düşeni yaptığı için artık sefil hayatına geri dönebilirdi. Fakat Kadem yüzsüzce ona yapışmıştı. Duha sadece kimsesizliği bildiği için etrafında birilerini istemiyordu. Lakin dövse de kızsa da Kadem bir türlü onun peşini bırakmıyor, ördek yavrusu gibi her yerde onu takip ediyordu. İt herif istediğinde gerçekten de tam bir yüzsüz olabiliyordu!
Bir süre sonra Duha etrafında Kadem’i görmeye alışmıştı. Önce ona alışmış daha sonra benimsemiş ve en sonunda da kardeş yerine koyacak kadar çok sevmişti. Zaten ne olduysa hep Kadem’i sevmeye başladıktan sonra olmuştu. Bir anda Duha on iki yaşındaki bir çocuğun saflığından çıkıp büyümüştü çünkü Kadem için büyümek zorundaydı. Onu korumak, onu hayatta tutmak ve en önemlisi ona daha iyi bir hayat sunmak için Duha büyümeliydi.
On iki yaşındaki bir çocuğun zihninden çıkıp olgunlaşmalıydı. Neden mi? Çünkü Kadem, Duha’yı sevmişti. Oysaki daha önce kimseler Duha’yı sevmemişti. Kadem ona sevilmeyi öğretmişti ve o sevginin gücü Duha’yı en tepelere kadar taşımıştı. Artık hayatında onu seven, ona güvenen ve ona değer veren biri vardı. Sırf onu hayal kırıklığına uğratmamak için aylaklığı bırakıp envai çeşit işte çalışmıştı. Çocuk yaşlarda atılmışlardı kurtlar sofrasına ve Duha’nın zekâsı onları hayatta tutmuştu.
Bir ayakkabı dükkânında kazandıkları bir yıllık birikimlerini tek bir gecede kumar masasında beşe katlamışlardı. Daha sonra o parayı değerlendirerek küçük işlere atılmışlardı. Her defasında daha fazla kâr elde ederek işleri büyütüp karanlık adamların dünyasına sızmışlardı. Kendi imparatorluklarını kurana kadar ikisi de hiç durmamıştı. Yıllarca döktükleri kan ve ter onları şu an ki konuma getirmişti.
Duha daha fazla dayanamayıp arabadan indiği sırada Kadem’in evden dışarı çıktığını gördü. Daha özür konuşmasını kafasında kurgulamadan evden çıkması hiç iyi olmamıştı. “Ben şimdi bu ayarsız hormona ne diyeceğim?” diye homurdanarak etrafına bakmaya başladı. Görmemiş gibi mi yapsa?
Duha tam arabaya geri dönmeyi düşünmüştü ki Kadem onu gördü. Kahverengi gözleri Duha’yı bulduğu an kaşlarını çatınca Duha mecburen ona doğru yürüdü. Anlaşılan Kadem’in çocuk inadından çekeceği vardı. Keşke arabadan hiç inmeseydi. Kadem’e doğru yürüdükçe kafasında onu ikna etme senaryoları kuruyordu. Zayıflamış mı? Hayır, it herif gayet sağlıklı görünüyordu.
Onun yüzünden Duha günlerdir doğru düzgün yemek yiyemezken Kadem çok iyi görünüyordu! Onun karşısında durduğunda Kadem elindeki çöp poşetini yere koydu ve doğrulup hafif tripli bir sesle, “Burada ne işin var?” diye sordu. Kolay kolay eve dönmeyeceğinin sinyallerini daha ilk dakikada vermeye başlamıştı.
Duha onun arkasındaki gecekondunu işaret etti. “İçeride konuşalım.” Yanından geçip eve doğru bir adım atmıştı ki, Kadem onun yolunu kesti. Kollarını göğsünde birleştirince kol kasları belirgin bir hale gelmişti. “Abi ne istiyorsun?” dedi buz gibi bir sesle. Kızgındı.
Artık çıldırmanın eşiğine gelen Duha kaşlarını hafifçe çattı. “Kadem kızmaya başlıyorum artık!” diyerek onu tersledi. Sırf Bige’yi kaçırttı diye evden ayrılmak neydi! Dik dik Kadem’e bakarken, “Karun’un karısında gözün mü var lan senin?” diye sordu. “Oğlum kaç gündür bu neyin tavrı!” Duha o itlere kızı sadece korkutun demişti ama onlar Bige’ye vuracak kadar ileri gitmişti! Kızın tüm kaburgalarını çatlatmışlardı!
Kadem’in kahverengi gözleri bir süre boş boş Duha’ya baktı. Daha sonra yere eğildi ve çöp poşetini alıp onun yanından geçti. Duha başını çevirip ona bakınca çöpü kaldırımın kenarındaki konteynerin içine attığını gördü. Daha sonra ona sırtı dönük bir şekilde yürüyüp gitmeye başlamıştı. Derin bir nefes alan Duha, “Kadem,” diye arkasında seslendi. “Burada çok sık elektrik gider.” Kadem karanlıktan korkardı.
Kadem durdu ama ona doğru dönmedi. “Evde mum var.”
Duha onun sırtıyla bakışırken, “Sakalların da uzamış be oğlum,” diye iç çekti. Kadem kendisine bakmayı da bilmezdi ki onu tıraş eden bile Duha’ydı.
Kadem ona hiç dönmeden kısaca konuştu. “Berbere giderim.”
“Gece kâbus görüp korkunca da berbere mi gideceksin?” Kâbus görmeden uyuduğu tek bir gecesi bile yoktu.
Kadem’in verdiği cevap ise Duha’nın soluğunu kesmişti. “Efil’e giderim abi.” Omuzları gerilmişti. “Tıpkı benim gibi ona da uykular haram,” dediğinde Duha sertçe yutkundu. Efil mi?
Efil, Bige’nin göbek adı değil miydi? Kadem ona neden bu isimle seslenmişti? Sadece aileden olanlar ona Efil diyor diye biliyordu. Kadem ona doğru döndü ve gücenmiş bakışlarını ona çıkardı. “Yanlış yaptın abi,” derken kırgın olmasına rağmen ona saygıdan kusur etmiyordu. “Efil benim kırmızı çizgim ve sen o çizgiyi geçtin.” Duha buz kesti. Kırmızı çizgim mi? Kırmızı çizgisi Karun’un karısı mıydı? Ona âşık olmuş olamazdı, değil mi? Bir bu eksikti!
Şimdi ne yapacaktı? Karun’a gidip karısını Kadem’e mi isteyecekti!
“Lan oğlum senin dilin neler diyor?” Hızlı adımlarla ona doğru yürüdü. Paniklediğinin farkında bile değildi. “Senin tek kırmızı çizgin çilek, bana sormadan yeni bir çizgi daha mı çektin?” Karşısında durup onaylamaz bir şekilde başını iki yana salladı. “Kız istiyorsan sana bir sürü bulurum ama Karun’un karısı olmaz!” Bir başkasının karısına bakmak onlara yakışmazdı.
Kadem ona baktığında gözleri ıslanır gibi olunca Duha’nın içi acıdı, nefes alamadığını hissetti. Böyle anlarda Duha kendini savunmasız hissettiği kadar hiçbir yerde hissedemezdi. Aralarındaki şey gönül bağıydı ve Kadem’in tek bir damla gözyaşına yakardı tüm gemileri. “Abi,” diye fısıldadı içli bir sesle. “Efil’e olan hislerim aşk değil, aşktan daha güçlü bir duygu.” Bunları söyledikten sonra Duha’ya sırtını dönüp gitti.
Aşk bile değilse neydi aralarındaki şey? Çünkü Bige’de başına gelen onca şeye rağmen bir tek Kadem’e doğru düzgün kızamazdı. İkisi yıllar sonra birbirini bulmuş gibi aralarında çok garip bir bağ oluşmuştu. Duha telefonu çıkartarak birini aradı. “Orhan,” dediğinde Kadem’in gidişini izliyordu. “Bana Uğur Aktan’ın kim olduğunu, ailesini ve nereli olduğunu araştır.” Evet, şimdilerde Kadem Aktan diye bilinen adam, on sekiz yıl önce Uğur Aktan adında bir çocuktu. Onun gerçek adını bir tek Duha biliyordu.
Duha’nın yanında olduğu dönem adını değiştirmişti. Aslında sonradan aldığı isim bile ilk ismiyle aynıydı çünkü Kadem’in anlamı uğur demekti. Duha daha önce onun geçmişini hiç merak etmemişti. Telefonu kapatıp arabaya bindiğinde aklında cevaplanması gereken çok fazla soru vardı. Araba kullanırken ilk on dakikası sorunsuz geçmişti. Yaklaşık on dakika boyunca vücudunda herhangi bir sorun yoktu. Fakat daha sonra sol göğsünde bir anda bastıran bir sızı ona ecel terleri döktürmeye başlamıştı. Göğüs kafesine ince ince işleyen bir sızı nefesini kesiyordu.
Şirkete doğru yol almışken nefes alışları hızlanmaya başlamıştı. Sanki bir kriz geçiriyormuş gibi hızlı nefesler alıyor, hiç olmadığı kadar çok terliyordu. Birkaç dakika sonra çektiği acı dozunu arttırınca inleyerek başını hafifçe öne eğdi. Sürücü koltuğunda hafif kambur bir duruş sergilemeye başlamıştı. Elini kaldırıp kalbine bastırmak istedi lakin sol kolunda meydana gelen uyuşma buna izin vermedi. Sol tarafı felç geçirmiş gibiydi. Direksiyonu tutan parmaklarını hareket ettirmeye çalıştı ancak yapamadı. Yine aynı şeyler oluyordu ama bu sefer çok daha şiddetliydi.
Duha direksiyon kontrolünü kaybetmemek için sağ elini kaldırıp direksiyonu sıkıca tuttu. Sol eli ise cansız bir şekilde direksiyonun üzerinde öylece duruyordu. Vücudu alarm vermeye başlayınca kontrolünü yitirip panik yapmaya başladı. Arabayı durdurmalıydı hemen şimdi bunu yapmalıydı ama nasıl? Bacaklarını bile hissetmiyordu. Frene basamıyordu! Sol göğsüne üst üste yediği şiddetli darbelerle nefesi kesilince gözlerinin önü karardı.
Kulaklarında oluşan şiddetli basınç katlanılmaz bir çınlamaya dönüşürken arabanın içinde duyduğu tek ses kendi soluklarıydı. Başı gittikçe önüne düştüğünde dudaklarında acıyla karışık, “Ka-Kadem,” ismi döküldü. Evet, öleceğini düşündüğü anda bile onu sayıklamıştı çünkü Duha olmayınca Kadem’i uzun süre yaşatmazlardı.
Evden ayrıldığında bile Duha onu koruması için adamlarını Kadem’in peşine takmıştı. Ölümden korkmuyordu ama ya Kadem, Kadem’e ne olacaktı? Kırmızı ışık yanıyordu ama Duha frene bile basamıyordu. Kendini zorladı ve kalan son gücüyle frene yüklendi. Bacaklarındaki hafif kıpırtıyı heba etmeyip frene basmıştı. Araba ani bir frenle yolun ortasında durunca başını koltuğun arkasına yasladı ve gözlerini yumdu. Nefes nefese kalmıştı.
Göğsüne çöreklenip yer edinen acı yavaş yavaş hafiflemeye başlamıştı. Diğer arabaların çaldığı kornaları umursamadan kendine gelmeyi bekledi. Son zamanlarda bu ağrılar çok sık olmaya başlamıştı. Vücudundaki uyuşma nihayet geçmeye başlayınca rahat bir nefes aldı. Kendini toparlaması beş dakikadan fazla zamanını almıştı ve bu sürede arkasındaki arabaların çaldığı kornalar hiç susmamıştı. Duha biraz daha iyi hissettiği için bekleyen arabaları daha fazla meşgul etmedi. Kararını vermişti hastaneye gidecek ve gereken testleri yaptıracaktı.
***
Duha özel bir hastanenin koridorunda düz bir şekilde ilerlemeye başlamıştı. Sadece tek bir doktora güvenirdi ve o doktor burada çalışıyordu. Yoldayken doktoru arayıp geleceğini ona bildirmişti. Bugün burada yaptıracağı testlerin hiçbiri dışarı sızmamalıydı. Bir kadın çığlığı duyduğunda başını çevirip koridordaki kapılara baktı. Bir kadının acı dolu çığlığı kapalı kapıların arkasında duyulmuştu. Koridorun karşısında ona doğru yürüyen iki hemşirenin söylediklerini duydu.
Birbirlerine doğru yürüdükçe onların kendi aralarında konuştuklarını daha iyi duyuyordu. “Nereden nereye,” diyordu hemşirelerden biri. Az önce çıktıkları odayı işaret edip, “Bir doktorun bu hallere düşmesi çok trajik,” diyor ve üzgünce iç çekiyordu.
Yanında yürüyen diğer hemşire, “Yaşadıkları kolay değil,” dedi içli bir sesle. “Elay Hanım’ın başhekimin yeğeni olduğunu biliyor muydun? Geçen yıla kadar o da bir zamanlar doktordu ama daha sonra mesleğini bıraktı.”
Hemşire sır verir gibi yanındaki kadına yaklaştı ama sesi kısık değildi. “Duyduğuma göre on yedi yaşında âşık olup evlenmiş. On yıllık evliliğinde sadece üç kez hamile kalabilmiş. İlk iki gebeliği çok kısa sürdüğü için birçok tedavinin ardından üçüncü kez hamile kalmayı başarmış. Gebeliğin sekizinci ayına kadar bebeği korumayı başarmış fakat kocasının ihanetini duyunca olanlar olmuş ve o gece anne karnında bebeğin kalbi durmuş.”
Hemşire, “Çok trajik,” diye dudaklarını büzdü. “Elay Hanım bu olanlarda hep kendini suçladığı için bu halde. Sekiz aylık ölü bir bebeği kürtajla rahminde aldıkları esnada bir komplikasyon gerçekleşmiş. Kaybettiği bebeğinden sonra bir daha asla anne olamayacağını öğrenince Elay Hanım aklını yitirdi. Rıfat Bey yarın sabah onu bir kliniğe sevk edecek.” Hemşirenin söylediklerine duyan Duha üzüldü. Empati yapınca tanımadığı bir kadına bile üzülmüştü.
Hemşireler onun yanından geçip giderken Duha’nın gözleri hemşirelerin çıktığı kapıyı buldu. Kadının hıçkırıkları kulağına geliyordu. Fazla üzerinde durmadan yoluna devam edecekti ki odada bir şeylerin kırılma sesleri geldi. Normalde asla yapmayacağı bir şey yaptı ve merak duygusuna yenik düşüp kapıyı açtı. Odaya girince önce komodinin yanında kırılan vazoyu gördü, hemen sonra da yere diz çöken bir kadın gördü.
Üzerinde hasta önlüğü olan kadın ağlayarak vazonun kırık parçalarını toplamaya çalışıyordu. Başını eğdiği için kızıl saçları yere doğru sarkıyordu. Duha onun kesik kesik hıçkırıklarını dinlerken dayanamayıp, “İyi misin?” diye sordu. İyi olmadığı çok belliydi.
Kadın diz çöktüğü yerde başını kaldırmadan daha fazla ağlayıp, “Ev-evet,” dedi titreyen bir sesle. Bir eline cam vazonun parçalarını biriktirirken yerdeki karanfillere uzandı. “Kocam göndermiş bana bunları. Karanfilleri sevdiğimi iyi biliyor.” Kadının sesi yumuşak bir melodi gibiydi. Yağmurlu havanın dingin şırıltısı gibi insanın içini huzurla dolduruyordu. Duha onun sesini sevmişti çünkü naif sesi içindeki kasveti dindirmeye başlamıştı.
Kadın bir elinde cam parçaları diğer elinde karanfilleri tutarak ayağa kalktı. “Şşş korkma,” diye fısıldadı titreyerek. Bunları söylerken Duha’ya değil karnına bakıyordu. “Lütfen korkma,” diye yalvardı. “Yoksa kalbin durur,” diye ağladığında Duha sertçe yutkundu. Hemşireler bebeği için öldü demişti.
Kadın hızlı adımlarla çöp kutusuna yürüdü ve elindeki şeyleri çöpe attı. Ellerini önlüğünün yanlarına silerek başını karnına doğru eğdi. “Her şey yolunda, anne iyi.” Ağlarken gülmeye çalıştı. “Bak anne çok iyi lütfen sende iyi ol. N’olur sende iyi ol.” Elini düz karnına bastırınca Duha bu odadan çıkmak istedi. Bebeğinin artık onunla olmadığının farkında bile değildi.
Kadın ölen bebeğini bir şeylere ikna etmiş gibi derin bir nefes alıp başını kaldırınca, nihayet Duha onun yüzünü görebildi. Duha’ya bakarken korkusu gözlerinin mavisine yansıyordu fakat o, bunun farkında değildi. Kadın bir şeyler söylemek istiyordu lakin söylemekten çekiniyordu. Donmuş gibiydi. Duha’ya olan bakışları fazla garipti. Ürkerek kırpıştırdığı mavi gözleri bir mücevher değerindeydi. Saklı bir hüznün mavi kıyılara çarpması gibiydi gözleri. Biraz çekimser biraz da buruk.
Gözlerinin altındaki koyu halkalar günlerdir doğru düzgün uyuyamadığını gösteriyordu. Solmuş bir ten ve o solgunlukta göze çarpan çiller. Kadın genel olarak güzeldi fakat Duha’yı etkileyen nasıl göründüğü değildi çünkü ondan daha güzel kadınlar da görmüştü. Rengin bile daha güzeldi. Fakat kadının sesi güzelliğini bile gölgede bırakıyordu. Az önce ölen bebeğiyle konuşurken Duha bir tek onun sesine konsantre olmuştu. Sesi rahatlatıcıydı.
Sadece biraz daha konuşmaya devam etmesini istiyordu. Evet, garip bir istekti onunkisi. Duha kadının bir kez daha konuşup bir şeyler söylemesini beklerken kadındaki değişikliğin de farkındaydı. Islak gözleri irice açılmış, yüzü bembeyaz olmuştu. Korkmuş gibiydi. Dudaklarını aralayıp içine büyük bir nefes çektikten sonra Duha’ya baktı ve “Abi,” diye fısıldadı yarı şaşkın yarı korku dolu bir sesle. Gözlerini kırpıştırdı ve ikinci kez, “Abi,” deyince Duha afalladı. Abi mi?
Ne diyor bu kadın?
Kızıl kadın ona baktıkça gözlerindeki korku yerini mutluluğa bırakıyordu. “Yaşıyorsun,” dediğinde bir mucize gerçekleşmiş gibi Duha’ya bakıyordu. “Ölmüştün ama yaşıyorsun.” Dolu dolu gözlerle Duha’ya ellerini gösterdi. Ellerini öne doğru uzattı ve avuç içlerini gösterdi. “Sana dokundum fazla soğuktun, evet, öldüğünü görmüştüm,” diye hıçkırdı. Duha’ya doğru sarsakça bir adım attı. “Benim yüzümden öldüğünü görmüştüm,” dediğinde sesi kendisini suçlar gibi çıkmıştı.
Duha artık kadının gerçekten aklını yitirdiğine ikna olmaya başlamıştı. Kadının söylediği şeyler onu rahatsız ettiği için artık bu odadan çıkmak istiyordu. Kadına göz ucuyla bakıp, “Abin değilim!” diyerek kapıya yürüdü. Bir deliyle uğraşmaktan daha önemli işleri vardı.
Odadan çıkmak üzereydi ki kadın hemen onun yolunu kesti. Naif bedeni duvar gibi önünde dikilirken kollarını kaldırıp iki yana doğru açtı. Gözlerinin mavisi titreşirken, “Abi,” dedi yumuşak bir sesle. “Beni tanımadın mı? Benim Elay, Elay Zemheri.” Yolunu kestiği yetmezmiş gibi bir de onu akrabası olmaya zorluyordu!
Duha bir akıl hastasıyla uğraşmak istemediği için, “Abin değilim diyorum!” diyerek Elay’ı tersleyip kolunu sertçe tuttu. Onu yolundan kabaca çektikten sonra hemen kapıyı açıp dışarı çıktı. Bu kadın çıldırmıştı!
Kapının arkasından açıldığını duyunca asansöre doğru adımlarını hızlandırdı. Elay onun arkasından, “Abi beni bekle!” diye bağırınca adeta koşarcasına asansöre yetişip düğmeye bastı. İnatla abisi olduğunu savunuyordu!
Asansörden içeri girdiğinde Elay’ın çıplak ayakla ona doğru koştuğunu gördü. Duha hemen düğmeye bastı. Kapılar kapanırken Elay’ın ağlayarak, “Abi!” diyen feryadını duydu. Başını iki yana sallayarak, “Abi gitme!” diye ona yalvardı. “Beni hiç bırakmayacağına söz vermiştin!” diyen kadının acı dolu çığlığını duyduğunda kapılar kapanmıştı.
Onun abisi değildi.
Bir daha asla görmeyeceği bir kadına abilik yapacak değildi.
Üstelik aralarında da fazla yaş yok gibiydi, ne abisi!
***
Karun masaya doğru eğilip yeni tesisin projesini incelemeye başlamıştı fakat aklı iş dışında her şeyle meşguldü. Bige’nin Azap tarikatının bir üyesi olup olmadığına emin değildi. Şeytanın elçileri olan o tarikatın karısıyla ne gibi bir bağı vardı? Carlos itinin simgesi olan bir kurdeleyi neden saçında taşıyordu? Bu kadınla ilgili cevaplanması gereken çok fazla soru vardı. Dün o kadar baskı yapmasına rağmen o lanet kadın cevapların hiçbirini ona vermemişti!
Bige şu anda müştemilatta Karun’u nasıl aptal yerine koyduğunu düşünüp eğleniyor olmalıydı! Birçok şey saklıyordu fakat sorulan sorulara asla cevap vermiyordu! Kenan’ın, “Hâlâ Azap tarikatını mı düşünüyorsun?” diyen sesini duyunca masadaki projeye bakmayı bıraktı.
“Düşündüğüm tarikat değil,” diyerek masadan uzaklaştı. “Asıl düşündüğüm Carlos. O piç hayalet gibidir adı var ama kendisi yok. Tarikatın üyelerinden başka kimse onu görmedi, biz bile neye benzediğini bilmiyoruz. Testleri geçen tüm üyelere siyah kurdeleyi bizzat kendisi takıyor.” Gözleri Kenan’ın dalgın gözleriyle kesişti. “Saka içimizde onu gören tek kişi olabilir.”
Kızı zorla kendi tetikçilerinden biri mi yaptı yoksa ona mı çalışıyor, işte bunu bilmeliydi. Her iki durumda da Saka o tarikattan sadece ölerek çıkabilirdi. “Kenan,” diye ona doğru yürüdü. “13 Haziran’da tam olarak ne yaşandı?” Adamlarının ona sunduğu bilgiler aradığı cevaplar için yeterli değildi.
Kenan oturduğu koltuktan kalkıp derin bir nefes aldı. “Soykırım,” dedi kederli bir sesle. “Asker ailelerine yönelik başlatılan bir soykırımın ilk tohumları 13 Haziran’da atıldı.” Bu kadarını Karun zaten biliyordu ama daha fazlasına ihtiyacı vardı.
Karun’un gözleri pencereden dışarıya oyalandı. “Peki, Saka o katliamda nasıl kurtulmayı başardı?” Patlamanın büyüklüğü devasaydı. Karun yaşanan bu olayı o dönem duymuştu. Uzun süre gazete başlıklarını ve haberleri süsleyen sarsıcı bir olaydı. Adana’da yaşanan bu olay Türkiye’nin bağrına düşen bir ateş gibiydi.
Depodaki cephanenin büyüklüğü ve ele geçirilen patlama noktaları akıllara durgunluk veren türdendi. O patlayıcıların rotasını gösteren planı askeri kuvvetler ele geçirmeyi başarmıştı. Hastaneler, karakollar ve camilerde patlatılacak birçok mühimmatı küçük bir kız çocuğu tek başına durdurmuştu. Yıllar önce Karun ileride o kız çocuğuyla evleneceğinden habersiz onun haberlerini okumuştu. Gazetelere konu olan fotoğrafına bakmış ve 13 HAZİRAN’IN ÇOCUK KAHRAMANI! başlığı altındaki haberleri okumuştu.
Okuduğu haber küçük bir kız çocuğuna aitti ve kendisi de o yıllarda henüz bir çocuktu. Devasa bir patlamada hayatta kalan tek çocuğun fotoğrafına hayranlıkla baktığını hatırladı. Büyük bir suikastı önlediği için herkes gibi Karun’da o dönem onunla gurur duymuştu. Ve şimdi o çocuk büyüyüp onun karısı olmuştu. Kaderin işleyişi gerçekten çok farklıydı.
Kenan bu tatsız konuyu kapatmak istedi fakat aklını kurcalayan bir diğer konu da fazla can sıkıcıydı. “Serhat Yılgın’ı hiçbir yerde bulamıyoruz,” dediğinde Karun’un kaşlarını çattığını gördü. “Er veya geç ortaya çıkacaktır,” diyerek onu rahatlatmaya çalıştı. “Karısıyla bile doğru düzgün iletişim kurmuyor. Zaten kadının da akıl sağlığı pek iyi durumda değil. Olanlardan sonra kadının amcası onu buraya getirtmiş ama Elay, kocasına açtığı boşanma davasını bile unutacak kadar şuurunu yitirdi.” Kenan, Serhat’ın yerini öğrenmek için Elay’ı hastanede ziyaret etmişti fakat Elay, yaşadığı ihaneti bile hatırlamıyordu.
Karun er veya geç Serhat’ı bulacağını biliyordu ama geç bulacak olması onu deli ediyordu. Adını kullanarak onu evlendiren o adamı bulup ölümlerden ölüm yaşatmak istiyordu. Bugün olmasa bile başka bir gün mutlaka onu bulacaktı! Başına sorunlu bir kadını bela etmenin hesabını ona verecekti! Çalışma odasının kapısı destursuzca açılınca içeriye Rengin girdi. Ona gülümseyen kadın, “Selam,” deyince verdiği selamı başını hafifçe sallayarak aldı. Bugün her zamankinden daha neşeli görünüyordu.
Rengin normalde pek makyaj yapan biri değildi çünkü doğal bir güzelliği vardı ama bugün makyaj yapmıştı. Güzelliğine güzellik katmış gibiydi. Kısa saçlarını saç kremiyle arkaya doğru tarayarak güzel yüzünü ortaya çıkarmıştı. Kulaklarındaki kocaman halkalı küpeler dışında hiç aksesuar takmamıştı. Beyaz, mini straplez elbisenin içinde bir melekten farklı değildi. Ateşli bir melek.
Karun onu çok az böylesine bakımlı görürdü çünkü Rengin genelde rahat giyinmeyi severdi. İtiraf etmek gerekirse rahatından ödün vermeyen doğal kadınları daha ilgi çekici bulurdu. Rengin onun baş belası karısı gibi değildi fakat şu anda ondan farkı yoktu. Üstelik henüz öğle saatleriydi yani birlikte akşam yemeğine veya herhangi bir davete katılmayacaklardı.
Kenan’ın Rengin’i görünce yine suratının değiştiğini fark etti. Rengin içeri girdiği an tüm keyfi kaçmış gibi suratı asılmıştı. Rengin’e bir kez bile bakmadan Karun’a dönüp, “İnşaatın mimarlarıyla görüşeceğim,” dediğinde sıkıntılı görünüyordu. “Akşam yemeğine iş ortaklarımızdan İnanç Bey’in karısıyla geleceğini unutma.” Kenan bunları söyledikten sonra kindar bakışlarını Rengin’e dikti. “Karınla tanışmak istediklerini özellikle belirttiler,” deyince Rengin’in çattığı kaşları bir nebze olsun Kenan’ın keyfini yerine getirmişti.
Kenan odadan çıkınca Rengin onun arkasından bakıp, “Bunun nesi var?” diye sordu. “Son zamanlarda bana karşı olan tutumunu hiç beğenmiyorum.”
Karun omuz silkerek koltuğuna oturdu. “Bu aralar işler yoğun ondandır.” Rengin’i avutmak için bunları söylemişti ama Kenan’ın Rengin’e karşı olan düşmanca tutumun farkındaydı.
Karun açık bir şekilde gözleriyle Rengin’i süzdü. Saçlarından başlayıp ayağındaki ince topuklu ayakkabıya kadar onu izledi. “Bugün neden bu kadar güzelsin?” dediğinde Rengin güldü. Başka bir kadın olsaydı normalde güzel değil miyim? derdi ama Rengin, Karun’un kendince ona iltifat ettiğini biliyordu.
Karun’a doğru yürürken bakışları cilveliydi. “Senin için hazırlandım.” Gözlerini süzdüğünde fazla ayartıcıydı. “Belki işlerine ara verip benimle dışarıda biraz zaman geçirirsin.” Elbisenin dar eteğini kalçasının altına kadar toplayıp Karun’un kucağına oturdu. Çıplak bacaklarını iki yana açarak Karun’un kucağında kendine yer edinmişti.
Karun’un omuzlarına ellerini koydu ve onun gözlerine bakarken şuh bir sesle, “Belki de dışarı çıkmak yerine burada biraz eğlenebiliriz,” diye fısıldadı. Kışkırtıcıydı.
Karun düz bir şekilde ona bakıyordu ve bakışları bu konudaki isteksizliğini gizleyemiyordu. “Katılmam gereken önemli bir toplantı olduğu için şirkete gitmeliyim.” Onu gücendirmemeye çalışarak bakışlarını yumuşattı. “Başka zamana ertelesek olmaz mı?”
Rengin sinirlenmeye başlamıştı ama bunu ona yansıtmak istemedi. Kışkırtıcı bir elbiseyle onun kucağına oturmuş ve omuzlarını tutup yavaşça ona masaj yapıyordu. Fakat Karun’un elleri olması gerektiği gibi Rengin’in kalçasında veya belinde değildi. Elleri iki yanında koltuğun kenarlarında öylece duruyordu. Yine ve yine ona dokunmaktan kaçınıyordu!
Kırılmış gibi Karun’a bakıp, “Neden sana dokunulmasından hoşlanmıyorsun,” diye sordu küskün bir suratla. Onun omuzlarındaki ellerini işaret etti. “Ne zaman dokunsam kaskatı kesiliyorsun.” Rengin bu tatsız tepkinin kendine özel olmadığını iyi biliyordu çünkü onu çok uzun zamandır tanıyordu. Karun’un Rengin’den önceki sevgilisiyle de böyle donuk ve hissiz bir ilişkisi vardı.
O yıllarda ikisini uzaktan izler ve ilişkilerini sorgulardı. Çünkü Karun o kadının yanında da fazla ciddi ve soğuk olurdu. Onu asla aldatmazdı ancak gereken ilgiyi de yeteri kadar göstermezdi. Aynı şeyler Rengin ile de yaşanmaya başlayınca Karun’un kendi ilişkilerinde fazla mesafeli olduğunu düşünmeye başlamıştı. Belki de karakteri böyleydi.
Rengin onun kucağından kalkacağı esnada Karun onun belini tutarak durdurdu. Nişanlısının güzel gözlerine bakarken, “Sorun sen değilsin,” dedi sıkkın bir sesle. “Her zamanki gibi kafam işlerle meşgul.” Onu kırmak istemediği için bir elini Rengin’in çıplak bacağına koydu. Onu izleyen kadına gülümsemeye çalışarak, “Ama yanımda olman aklımı işlerden uzaklaştırıyor,” dedi ve nişanlısına istediğini vererek elini eteğinin altına kaydırdı.
Daha Rengin yeni yeni gevşemeye başlamışken, “Bu akşam malikanede olmamalısın,” deyince Rengin tekrar gerildi. Onu sakinleştirmek istercesine parmaklarını bacağının iç tarafına usulca sürttü. “İnanç yatırımcılarımızdan biri olabilir ama bir kadından daha fazla dedikoducu.”
Rengin’e doğru uzanıp ince boynuna küçük bir öpücük kondurdu. “Hem karımla hem de nişanlımla aynı masaya oturamam ve İnanç’ın gelmesinin nedeni karımla tanışmak,” dediği an Rengin onu iterek kucağından atladı. “Karın mı?” diye sorarken hayretler içinde kalmıştı. İnce kaşlarını çatarken sinirden alt dudağını ısırıyordu. “Onu sahiplenir gibi karım deme çünkü aynı anda hem bir karın hem de nişanlın olamaz!” Bige denen o sürtükten nefret ediyordu.
Karun ayağa kalkıp onun karşısında durdu. Rengin’in çenesini tutup başımı kaldırarak sinirli yüzüne baktı. “Rengin ben evliyim,” deyiverdi birdenbire. “Saka’ya karşı içimde zerre kadar sevgi yok ama bu onunla evli olduğum gerçeğini değiştirmez. Sevmediğim bir kadınla evli olduğum için sevdiğim kadına doğru düzgün dokunamıyorum.” Yaşadığı bu saçmalığın öfkesi damarlarında dolaşırken nefesini sertçe verdi. “Bu evlilikten kurtulana kadar bana yardımcı olmalısın.” Bige yüzünden Rengin’i kaybetmek istemiyordu. Alıştığı düzenin bozulmasından hoşlanmazdı.
Rengin’de artık sabrı tükenmek üzereydi. “Bu çarpık ilişkiden sıkılmaya başladım, Karun.” Karun’un elini çenesinden iterek ondan uzaklaştı. Gözlerindeki kırgınlığı gizlemeden Karun’a son kez baktı ve “Kendine gel artık,” dedi onu ikaz ederek. “Son zamanlarda beni kaybedecek çok fazla şey yapıyorsun!” Bunları söyledikten sonra çalışma odasından çıktı. Onun arkasında bakan Karun, Rengin’in haklı olduğunu biliyordu. Bir kadının kolay kolay kabul etmeyeceği şeyleri Karun yüzünden yaşıyordu.
O baş belası kadın bir an önce hayatından çıkmalıydı!
***
Hava karardığında malikanede akşam yemeği için gereken her şey hazırlanmıştı. Kardeşi Çağıl her zamanki gibi bu geceyi de malikânenin dışında geçirecekti. Diğer kardeşi Levent ise arkadaşlarıyla bir partideydi. En azından bu gece ona sorun çıkarmak için burada değillerdi. Şu an için tek sorunu inatçı karısıydı. İnanç ve karısı birazdan gelirdi fakat haber göndermesine rağmen Bige hâlâ müştemilattan çıkıp malikâneye gelmemişti.
Onu akşam yemeği için ikna edecek olmasından nefret ediyordu ama iş ortakları tarafından küçük düşmek istemiyorsa bunu yapmalıydı. Bu yüzden müştemilata doğru yürürken oldukça sinirliydi. Onun ayağına gidiyordu! Karun müştemilata yaklaşmıştı ki Bige’yi gördü. Ağaçların içinden çıkan kadın akşam yürüyüşünü tamamladığı için bu tarafa geliyordu. Tuhaf bir kadındı. Sabah erken saatlerde uyanıp bir saati geçkin yürürdü.
Aynı zamanda akşam yürüyüşlerini de aksatmazdı. Yemeklerini dakikası dakikasına aynı saatlerde yer, düzenli bir programa bağlı yaşardı. 13 Haziran’dan dolayı 13 sayısını takıntı haline getirmişti ve bazı tuhaf batıl inançları vardı. Öpmesi için Karun’a diğer yanağını uzatacak kadar çılgın bir kadındı. Orada ona küçük çaplı bir şok yaşattığını kabul ediyordu ama eğlendiğini de inkâr edemezdi.
Öte yandan şu anda olduğu gibi hep fazla iddialı ve cüretkâr giyinirdi. Güzel görünmek için kendi rahatından ödün veren kadınlardan olduğu çok açıktı. Üzerinde derin yırtmacı olan kırmızı bir elbise vardı. Elbise kısa kollu ve bisiklet yaka olduğu için bu kez göğüs dekoltesi yoktu. Fakat bu seferde derin yırtmacından dolayı bacağını açıkta bırakmıştı. Sinir bozucu bir şekilde vücudunu teşhir etmeyi seviyordu.
Saçları bağlıydı ve hep olduğu gibi makyajı yine yüzündeki yerini koruyordu. Boynundaki yakut bir mücevheri çok güzel taşıyordu. Bu sabah dışarı çıkıp kendine birkaç mücevher aldığını adamları ona rapor etmişti. Bige bu tür gösterişli şeyleri seviyordu.
Karun onun ayağındaki yüksek topuklu ayakkabıları görünce yüzünü buruşturdu. En azından bahçede yürüyüş yaparken daha rahat bir şeyler giyebilirdi. Evdeyken bile önemli bir davete katılacakmış gibi hazırlanması can sıkıcıydı. Rengin’in doğallığının yanına bile yaklaşamazdı.
Bige sinir bozucu kocası tarafından eleştirel bir şekilde izlenildiğini görünce, “Karun Bey,” dedi bir çocuğun yaramazlığıyla. “Sizi sarayınızdan çıkartıp bu köhne yere getiren sebep nedir? Birkaç kilometrelik yolu aşmak kolay olmasa gerek.”
Karun başını çevirip geldiği yönü işaret etti. “Malikâne ve müştemilat arasında bir kilometre mesafe var.” Bu konuya bir açıklık getirdi çünkü daha önce de Bige’yi birkaç kez bu konuda şikâyet ederken görmüştü.
Bige ona çok uzakta gibi görünen malikâneye baktı. Aradaki mesafe artık gözünü nasıl korkutmuşsa bir kilometrelik yolu daha fazla görüyordu. “Yine de çok uzak.” Mesafelerle ilgili bu gereksiz konuyu kapatıp Karun’a doğru döndü. “Neden buradasın?” Aslında onun neden burada olduğunu çok iyi biliyordu.
“Akşam yemeğinde bana eşlik etmelisin.” Karun onun yırtmacında görünen bacağını işaret etti. “Gerçekten bu gerekli miydi?” Biraz daha mütevazi giyinebilirdi.
Bige başını eğip bacağına baktı. Bu dekolte onun için yeterli değildi ama bunu Karun’a söylemedi. Umursamaz bir tavır takınarak dudaklarını büzdü. “Üzgünüm.” Karun’u kıvrandırmaktan zevk alır gibi inatçı bir tutumla çenesini dikleştirdi. “Akşam yemeğinde sana eşlik etmek isterdim ama programım fazla dolu.”
Karun’un kaşlarını büyük bir kibirle yukarı kaldırmasını izledi. “Yoğun olan programınız hakkında aydınlatın beni Bige Hanım,” derken mavi gözleri tüm gün aylaklık yapmak dışında ne işi olduğunu sorguluyordu.
Bige’nin düşünürcesine ona baktığını görünce hiç konuşmadan sunacağı bahaneyi beklemeye başladı. Gözlerinin kahvesi yine haylazca ona bakıyor, bir bahane bulamadıkça kırmızı rujlu alt dudağını beyaz dişlerinin arasına alıp eziyordu. Derin yırtmaçlı bir elbisenin içindeyken dudaklarını ısırması fazla müstehcen bir görüntü sunuyordu. Karun terlemeye başlamış gibi kravatını çekiştirip gevşetti ve Bige’ye ters ters bakmaya başladı. Bunu bilinçli mi yapıyordu?
Önce masanın altına girip yaptıkları şimdi de ısırdığı dudakları. Bu kadın hiç rahat durmuyordu!
Bige’nin, “İyi misin?” diyen sesini duyunca gözlerini onun dudaklarından çekti. Karısı neyi olduğunu anlamak ister gibi uzun kirpiklerini kırpıştırarak ona bakıyordu. “Kalp krizi falan mı geçiriyorsun?” Paniklemiş gibi gözlerini büyüttü. “Nefes alışların bir anda hızlandı sanki.” Bunu ciddi bir ifadeyle sorunca Karun onun zeki mi yoksa tam bir aptal mı olduğunu merak etti.
Dışarıdan bakıldığında Bige hafif meşrep bir kadın izlenimi oluşturuyordu ama gerçekte bazı konularda çok saf gibiydi. Daha birkaç gün öncesine kadar Karun onun erkeklerin yatağını süsleyen bir kadın olduğuna emindi. Böyle düşünmesine bir nevi Bige sebep olmuştu çünkü hem giyim kuşamıyla hem de Serhat hakkındaki suskunluğuyla Karun’a böyle düşündürtmüştü. Fakat Bige’nin sarhoş olduğu gece onun hakkındaki tüm önyargıları kırılmıştı.
Bir yanı onu ağır bir şekilde itham ettiği için ona karşı suçluluk duyuyordu, fakat diğer yanı susarak bütün bunları hak ettiğini düşünüyordu. Çünkü Karun onun hakkında herhangi bir yargıda bulunmadan önce ona kendini ifade etmesi ve gerçekleri anlatması için bir şans vermişti. Bige’nin sarhoşken anlattığı şeyleri hatırlamadığını biliyordu ama artık Karun gerçekleri öğrenmişti.
“İyiyim.” Homurdanır gibi bir ses çıkartıp yemek konusunda şansını tekrar denedi. “Bu gece için yemekte bana eşlik etmelisin.”
Bige rahatça omuz silkti. “Rengin eşlik etsin.”
“Yemekte karım bana eşlik etmeli ve Rengin karım değil!” Bilerek ona zorluk çıkartıyordu.
Bige at kuyruğu yaptığı saçını önüne çekerek saçlarının ucuyla oynamaya başladı. Bunu yaparken Karun’a özellikle bakmıyordu. “Bilemiyorum belki beni ikna edersen yemeğe katılabilirim.” Şımarık kız çocukları gibi davranmaya başlayınca Karun biraz daha dişlerini sıktı. Her an vahşi hayvanlar gibi hırlayıp bu kaçık kadına saldırabilirdi.
Birkaç kez derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. “Ne istiyorsun?”
Bige saçlarının ucuyla oynamayı bırakıp başını kaldırdı ve kafasını omzuna doğru eğdi. “On üç gün boyunca her sabah bana bir tane eflatun rengi boya kalemini getireceksin. Tam saat altıda burada olacak ve boya kalemini bana vereceksin.” Karun afalladı. Boya kalemi mi? Bu ne garip bir istekti böyle. İstese kutusuyla sipariş edebilirdi. Ayrıca yine sikik on üç sayısı karşısına çıkmıştı!
İlgisiz görünmeye çalışarak dil ucuyla konuştu. “Bizim çocuklara söylerim senin için kolisiyle getirir.”
Bige kaşlarını çatarak küçük bir çocuk gibi inat etti. “Ya sen getireceksin ya da akşam yemeğine gelmem!”
“Bağırdığını sandığında bile aslında yeteri kadar bağırmadığının farkında mısın?” Karun’un bir anda söyledikleriyle Bige susup onun yüzüne aval aval baktı. Kocası başını usulca sallayıp, “Bağırdığını sandığın zamanlarda bile aslında sesin sadece birkaç oktav yüksek çıkıyor,” dediğinde karısının şaşkın yüzü onu güldürebilirdi. Gözlerini irice açmış ona bakıyordu. Büyük ihtimalle durduk yere neden böyle bir şeyden bahsettiğini anlamaya çalışıyordu.
Karun aralarındaki son adımı da kapatıp onun üzerine eğildi. Bu yakınlıkta bile Bige’nin bahar çiçeklerini andıran sofistike kokusu burnuna geliyordu. Başını biraz daha eğdi ve onun gözlerinin içine bakarak, “Çığlık atmayı öğren,” diye fısıldadı. “Sesin yüksek çıktığı sürece birileri seni duyar.” Bige’nin hipnotize olmuş gibi başını sallaması tebessüm etmesini sağladı. En azından arada söz dinliyordu.
Karun tekrar ondan uzaklaşıp malikânenin olduğu tarafı işaret etti. “İnanç çoktan gelmiştir. Benimle gelirsen yarın sabah saat tam altıda ilk boya kalemini getirmek için burada olacağım.” Bunları söylerken yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Bu inatçı kadını ikna etmek için on üç gün boyunca sabah saat altıda uyanabilirdi.
Bige istediğini almanın sevinciyle onun yanına gitti. İkisi tam yürüyecekti ki Bige, “Bekle,” diye onu durdurdu. Sağındayken yürüyüp Karun’un sol tarafına geçti ve başını kaldırıp ona baktı. “Artık gidebiliriz.”
“Soluma geçince ne oluyor?”
Bige bir gizemin kapılarını onun için aralar gibi dibine kadar girip kısık bir sesle konuştu. “Solda kalbin var.”
Karun ona uydu ve burada yalnız olmalarına rağmen tıpkı onun gibi kısık bir sesle, “Bana biraz daha bilgi verebilir misin?” diye sordu. Kendini küçük bir çocukla muhabbet eder gibi hissetmeye başlamıştı. Karşısında yaramaz bir kadın vardı ve onu konuşturmak için ona uyuyordu.
Bige onun sol göğsünü işaret parmağıyla gösterip, “Solda kalbin var,” dedi bir kez daha. “Evli bir kadın kocasının solunda yürümeli yoksa uğursuzluk getirir,” dediğinde Karun onun gerçekten bu tür şeylere körü körüne inandığını anladı. Bige kocakarı saçmalıklarını fazla ciddiye alıyordu.
“Hımm.” Bu tür şeyleri saçma bulduğunu gizleyerek büyük bir ciddiyetle başını ağır ağır aldı. “O zaman durduk yere uğursuzlukları üzerimize çekmeyelim.” Yürümeye başladığında Bige’de onun solunda yürüyordu. En azından onu yemeğe ikna etmişti. Bu akşam için başka bir şey düşünmek istemiyordu.
“Başka var mı böyle garip inançların?” diye sordu. Hepsini önceden bilirse kalabalık bir ortamda Bige onu rezil etmeden gereken önlemleri alırdı.
“Var ama sana söylemeyeceğim.”
“Neden?”
“Çünkü senin yüzünden beni dövdüler.” Karısının küskün sesiyle başını çevirip omuzunun üzerinden ona baktı. Bige dümdüz bir şekilde tam karşısına bakarken somurtuyordu. “O adamlar karnıma karnıma vurdu benim!” Adımlarını hızlandırarak Karun’u geçince Karun, az kalsın kahkaha atacaktı. Onun başına gelenler komik değildi ama Bige’nin bunu anlatma şekli fazla komikti. Karnına karnına mı?
Ona vuranların hepsini bulup ecdadını bellemişti ama Bige bunu bilmiyordu. “Saka.” Arkasında onu takip ederken gülmemeye çalıştı. “Kocanın solunda yürümen gerekmiyor muydu?” Sesi eğlenir gibi çıkmıştı.
Bige arkasını dönmeden hızlı adımlarla önde yürürken, “Zaten solunda yürüyorum!” dedi. “Önündeyim ama solunda ilerliyorum!”
Karun’un gözleri hınzırca giden karısını izlerken adımlarını yana doğru, yani sağına kaydırdı. Şimdi karısı onun sağ tarafında ilerliyordu. Arkasından yine, “Saka,” diye seslendi. “Bence benim sağımdasın. Bir kontrol eder misin?”
Bige durup başını arkaya doğru çevirince sinirden kaşlarını çattı. Artık onun sağındaydı! “Rahat dur!” Onu deli eden kocasını azarladı. “Senin yüzünden gecenin sonuna kadar tüm felaketleri üzerime çekmek istemiyorum!” Hemen adımlarını kaydırarak tekrar Karun’un soluna geçti.
Fakat Karun’da ikinci kez onu sağına alacak şekilde yana kaydı. Aralarında on adım varken ve karşı karşıya dururken Karun’un bu son yaptığıyla Bige yumruklarını sıkarak, “Sanrı!” dedi küfreder gibi. “Sen canımı sıkan bir kâbustan başka bir şey değilsin!”
Karun bıyık altında gülerken ifadesini düz tutmaya çalıştı. “Bitti mi?” Başıyla sol yanındaki boşluğu işaret etti. “Şimdi uslu bir Saka ol ve kocanın solunda yürü.” Bige’yi taklit ederek sesine biraz gizem kattı. “Gece yarısına kadar uğursuzluk getirmek istemeyiz, değil mi?” dediğinde Bige’nin küplere binmiş sinirli suratı ona yüksek sesle kahkaha attırabilirdi. Onunla uğraşırken eğlendiğini inkâr edemezdi.
Bige küçük bir çocuk gibi adeta ayaklarını yere vura vura onun yanına geldi ve sol tarafında durdu. Başını kaldırıp Karun’a ters ters bakınca Karun, gülüşünü ona göstermemek için başını diğer tarafa çevirdi. Huysuz kadın. Somurtkan karısıyla birlikte malikâneye doğru yürürken yüzündeki gülümsemenin farkında bile değildi.
***
Bahçeye kurulmuş yemek masasında akşam yemeği yenilmişti. Yemek Bige için keyifli geçmişti ama yemek boyunca Karun’un öfkeli bakışlarının hedefi olmuştu. Bige ona yasaklanan malikâneye girmeyeceği konusunda ısrar edince Karun mecburen yemeği bahçeye hazırlatmıştı. Bige’nin son dakikada ona yaptığı bu emrivakiyle tüm gece burnunda soluyup durmuştu. Rengin şaşırtıcı bir derecede ortalarda görünmüyordu. Karun’un bu gece için onu yemekten muaf tutmuştu. Rengin’in şu anda bir yerlerde sinirden deliye döndüğünü düşündükçe Bige’nin keyfi daha çok yerine geliyordu.
Eğer o kadın Bige hakkında o röportajı yapmasaydı Bige’de ona karşı bu kadar bilenmezdi. Şimdi bahçedeki harika ışıkların altında rahatça akşam yemeğini yiyordu. Karun’un misafirleri umduğu gibi çıkmamıştı çünkü İnanç Bey altmışlı yaşlarında yaşlı bir adamdı. Genç görünmek için kafasındaki tüm beyaz saçları tıraş eden çapkın bir adamdı. Zayıf biri olmasına rağmen takım elbisenin içinde oldukça şık görünüyordu. Bige’yi asıl şaşırtan şey İnanç Bey’in genç karısıydı. Kadın Bige’den bile daha gençti.
Bige onun on dokuz veya yirmi yaşında olduğuna emindi. Tuğçe denen kadın esmer güzeliydi fakat yanlış bir eş seçiminde bulunmuştu çünkü kocası onun babası yaşındaydı. Yemek boyunca yaşlı kocasıyla flört edip iğrenç imalarda bulundukça Bige’nin midesi bulanmıştı. Aralarında bu kadar yaş farkı varken evlenmiş olmalarının nedeni aşk olamazdı. İnanç Bey’in parası için onunla evlendiğine yemin edebilirdi. Bige’ye göre aşkın da bir yaşı olmalıydı. Bir ayağı çukurda yaşlı bir adamın on dokuzluk çıtır karısı olmasının nedeni aşk olamazdı.
Herkes yemeğini yiyip sandalyeden arkasına yaslanırken Bige çatal ve bıçakla tabağındaki inatçı eti kesmeye çalışıyordu. Karşısında duran adamın onu izlediğinin farkında bile değildi. İnanç Bey, “Karın hep böyle sessiz midir, Karun?” diye ona takıldı. “Anlaşılan masadaki etleri bizden daha ilgi çekici buluyor.” İnanç hayatında görmemişti böylesine bir et canavarını. Kadın üçüncü tabağı istemişti.
Karun tabaktaki et dışında masadaki herkesle iletişimini koparan kadına baktı. Acaba onu utandırdığının farkında mıydı? Daha sonra da istediği kadar yiyebilirdi ama şimdi karısı olarak misafirlerine gereken ilgiyi göstermeliydi. “Saka.” Kibar ama soğuk bir sesle onu kendine getirmeye çalıştı. “Henüz doymadın mı?”
Eğer düzenli olarak spor yapan biri olmasaydı şu ana dek çoktan şişman bir kadına dönüşmüştü. İşin sinir bozucu tarafı masada bu kadar çeşit yemek varken bir tek et yiyordu. Tıpkı kahvaltıda etli ekmek veya kıymalı börek yemesi gibi. Evet, adamları Bige ile ilgili her şeyi ona rapor ediyordu. Bu kadın üst üste üç öğün et yiyen bir etoburdu.
Bige çatal ve bıçağı zarifçe masaya bıraktı. Uzanıp masadaki peçetelerden birini aldı ve rujunu taşırmadan yavaşça dudaklarını sildi. Daha sonra karşısında oturan İnanç Bey’e bakıp hafifçe gülümsedi. “Affedersiniz.” Gururlu ama mağdur bir şekilde kaşlarını büktü. “Kocam beni cezalandırmak için birkaç gün boyunca aç bıraktığı için biraz ölçüyü kaçırdım,” dediği an Tuğçe Hanım afallarken İnanç’ın şaşkın gözleri Karun’u bulmuştu. Karısını aç mı bırakıyordu?
Uğursuz kadın yine yapmıştı yapacağını!
Karun içten içe delirirken Kenan keyifli bir şekilde içkisini yudumlayıp bu konunun nereye gideceğini izlemeye başladı. Karun elindeki kadehi sıkıyordu ve öfkesini misafirlerinden gizlemeye çalışıyordu. “Karım şaka yapmayı çok sever,” dedikten sonra başını çevirip tehditkâr bakışlarını Bige’ye dikti. “Anlaşılan yine haylazlığı üzerinde.”
Bige ondan korkmuş gibi yaparak irkildi. “Kızdın mı?” Olayın iç yüzünü bilmeyen herkes onun Karun’da şiddet gördüğünü düşünüyordu çünkü böyleymiş gibi davranıyordu! Karun hayretler içinde kalarak Bige’nin sandalyesine sinmesini izledi. “Çok özür dilerim beni aç bıraktığını onlara söylememem gerekiyordu. Masada konuşmayı da yasaklamıştın, değil mi?” Sesi kısık çıkarken gözleri doldu. “Yine bana vuracak mısın?” dediğinde Karun şoke olarak bu akıl hastasına bakıyordu. Gözlerine biriken bu yaşlarda neyin nesiydi!
Tuğçe Hanım bembeyaz olmuş bir suratla, “Size vuruyor mu?” diye sorunca Bige elleriyle kollarını sıvazladı. “Sadece görünmeyecek yerlerime vuruyor.” Daha sonra pot kırmış gibi hemen eliyle ağzını kapatıp, “Hayır, hayır, bana vurmuyor,” dedi korkuyla. Ağzından bir gerçeği kaçırmış gibi davranıyordu. Karun onu şaşkınlık içinde izliyordu. Rol yapma yeteneği müthişti!
Masada gözle görülen bir gerginlik oluştuğunda İnanç Bey genç karısını bu trajediden kurtarmak ister gibi, “Geç oldu biz artık kalkalım,” dedi ama gözleri kınarcasına Karun’un üzerinde oyalanıyordu. “Yemek için teşekkürler.”
Bige iyice paniklemiş gibi yaparak, “Lütfen gitmeyin,” diye onlara yalvardı. “Biraz daha kalın. Şimdi giderseniz gece istediği gibi sonlanmadı diye kocam hazretleri beni bir sandalyeye bağlar ve yine eline bir sopa alıp bana vurur.” Gözlerinden bir damla yaş akarken dudakları titredi ve yardım ister gibi İnanç Bey’e baktı. “Karnıma karnıma vuruyor.”
Kenan gülüşünü saklamak için başını eğerken Karun çıldırıyordu. Sinirli bakan gözleriyle adeta Bige’yi öldürüp mezarına toprak atıyordu. O depoda yaşadıklarının intikamını ondan alıyordu! Yemeğe katılmayı kabul ettiğinde altından böyle bir şey çıkacağını anlamalıydı!
Karun herhangi bir açıklama yapmak yerine İnanç’a bakıp düz bir sesle konuştu. “Neden biraz atış talimi yapmıyoruz? Uzun zamandır eline silah almadığına eminim.” Dikkatleri lanet karısından uzaklaştırmalıydı.
Bige dehşete kapılarak gözlerini kocaman açtı ve ona döndü. “Bizi vuracak mısın?”
Karun dişlerinin arasından kısık bir sesle, “Biraz daha bunu sürdürürsen sadece seni!” deyince Bige başını ona doğru uzattı. “Ben ne yaptım şimdi?” Bir de masumu oynuyordu.
Karun her an onun boğazını sıkıp onu boğacakmış gibi bakıyordu. Sakin görünebilirdi ama içten içe çıldırıyordu. “Her ne yapıyorsan kes şunu!” diye onu uyardı. Diğerleri duymasın diye kısık bir sesle konuşuyorlardı.
Bige biraz daha ona yaklaşıp sinsice sırıtarak Karun’un gözlerine baktı. “Bir şartla.”
Karun masadakileri kontrol edip tekrar ona döndüğünde sinirden çenesi seğiriyordu. “Yine ne istiyorsun?”
Bige gülümsedi. “On üç gün boyunca her gece saat tam onda müştemilata benim için bir avuç toprak getireceksin,” deyince Karun artık ciddi ciddi onu bir deli olarak görmeye başlamıştı. İstekleri akıl almaz şeylerden ibaretti!
“Bahçenin her yeri toprak dolu!” Sinirden masadaki elini sıkarken tersler gibi konuştu. “İstediğin kadar alabilirsin!”
Bige masadakilere dönüp onlara kocaman gülümsedi. “Size kocamın beni nasıl aşağıladığını anlatmış mıydım? Bir seferinde bana metres-” demişti ki Karun dişlerinin arasından, “Tamam!” diyerek onun şartını kabul etti. Sırf rahat dursun diye Bige şu anda ne istese yapacaktı!
Bige istediğini alınca keyifle gülümseyip konuklarına baktı. “Hadi o zaman gidip atış talimi yapalım.” Gözleri Tuğçe’yi buldu. “Daha iyi bir fikrim var eşlerimiz bizi izlesin biz ikimiz atış yapalım. Hatta ortaya bir bahis de koyalım ne dersiniz?” deyince ortaya attığı bu fikir misafirlerini heyecanlandırmıştı.
İnanç Bey’in bakışları karısını bulduğunda gözlerindeki keyifli ışıltı Tuğçe Hanım’ın bu konuda oldukça iyi olduğunu gösteriyordu. Kırışıklarla dolu yüzü genç karısına sırıtarak baktıkça Bige bunu daha iyi anlıyordu. Tuğçe Hanım, “Tabii,” diyerek kabul etti. “Bu gece bu masadaki erkeklere hafife alınacak kadınlar olmadığımızı göstermek için harika bir fırsat,” deyince Bige ona gülümsedi. Yemeğin başından beri Tuğçe hep ona karşı fazla kibar olmuştu.
İnanç Bey gülümseyerek başını salladı. “Tamam o zaman.” Bakışlarını Karun’a çevirdi. “On şişe koyulsun ve hedefi en çok vuran kazansın.” Tuğçe’nin elinin üstüne küçük bir öpücük kondurdu. “Karım için arabamı ortaya koyuyorum.” Kocasının bu cömertliği karşısında Tuğçe şımarıkça gülümserken Bige afalladı. Araba mı? Küçük bir oyun için fazla büyük bir bahis değil miydi? Bige en fazla birkaç bin gibi bir para düşünmüştü.
Gözler Karun’a dönünce Karun masadaki içki kadehini aldı ve tek dikişte kadehteki tüm içkiyi bitirdi. Boş kadehi masaya sertçe bırakıp ayağa kalktığında fazla rahat görünüyordu. “Karım için Bodrum’daki yazlık evimi koyuyorum.” Masadaki herkes afalladı. Bige bilmiyordu ama Karun’un bodrumdaki evi herkes tarafından bilinirdi. Geniş arazisi olan ev milyon dolarlık bir değerdeydi. O evle İnanç’ın arabasından düzinelerce alınabilirdi.
Şimdi İnanç’ın gözleri kazanacağı evin heyecanıyla ışıldamıştı ve Tuğçe daha şimdiden o yazlık evde tatil yapmanın hayallerini kurmaya başlamıştı. Bige ise nutku tutulmuş bir halde tepesinde dikilen ve ona boş gözlerle bakan Karun’u izliyordu. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Masada çıkardığı rezaletten sonra Karun’un onu küçük düşürmek için ortaya bir kuruş bile koymayacağına çok emindi. Kocası gerçekten beklenmedik hamleler yaparak onu şaşırtmayı iyi biliyordu.
***
Bige ıskaladıkça İnanç sırıtarak içkisini yudumluyor, daha şimdiden yazlık evi kazanmış gibi böbürleniyordu. Karun’un adamları bahçeyi atış talimi için hazırlamıştı. Hedef olarak on şişe dikmişlerdi ve kadınlar belli bir mesafede durarak boş şişelere ateş ediyordu. Bahçenin ışık gören bir yerine gereken hazırlıkları yapmışlardı. Karun, Kenan ve İnanç sandalyesinde oturarak ayakta atış yapan kadınları izliyorlardı.
Şu ana kadar ikisi de dört kez elindeki silahı ateşlemişti. Bige dördünü de ıskalarken Tuğçe dörtte iki yapmıştı. İnanç’ın karısı silah kullanmaktan anlıyordu. Karun’un yanında oturan Kenan, İnanç’ı kontrol ederek kafasını arkadaşına doğru uzattı. “Senden nefret eden bir karın var ve sen onun üzerine bahis mi oynuyorsun?” dediğinde kısık çıkan sesi onu aptal olmakla suçluyordu. “Bige’nin kaybedeceğini bile bile yazlık evi ortaya koyman büyük cesaret.”
Karun’un kaybedeceği ev zerre kadar umurunda değildi. Bu bahis eşleri üzerine açılmıştı. İnanç kendi karısı için bir araba ortaya koymuşken Bige için daha azını yapamazdı. Bu onu aşağılamak olurdu. O Sanrı’nın Saka’sıydı, kaybı bile herkesten daha büyük olmalıydı. Bu kumarı oynamak isteyen Saka’ydı, kazancı da kaybı da rakibinden daha büyük olmalıydı. Huysuz karısı bilerek yenilip ona zarar mı vermek istiyordu? Yenilsin, giden bir ev onun için hiç mühim değildi.
Karun yenilgiyi çoktan kabullenmiş bir şekilde sırasıyla atış yapan iki kadını izlerken İnanç, “Karın daha silah tutmasını bile bilmiyor, Sanrı,” diye güldü. “Bizim gibi adamların yanında daha güçlü kadınlar olmalı.” Onu küçümseme cesaretinde bulununca Karun, kaşlarını çatmamak için kendini zor tuttu. Onun karısı istese buranın tozunu attırabilirdi ama bunu yapmıyordu çünkü fazla inatçıydı!
Bir Albayın kızı boş biri olamazdı.
“Karımın biraz teşvik edilmeye ihtiyacı var.” Bardağındaki viskiyi içip derin bir nefes aldı. İnatçı kuş bu adama daha fazla malzeme vermeden artık silkelenip kanatlarını açmalıydı.
Karun yavaşça ayağa kalkıp karısına doğru yürüdü. Şu ana kadar zaten dört kez ıskalamıştı eğer biraz daha ıskalarsa kazanma şansı kalmayacaktı. Birkaç farkla hâlâ kazanabilirdi. Tabii şu anda durum pek iç açıcı değildi çünkü Bige’nin skoru dört sıfırdan oluşuyordu. Karun arkadan Bige’ye yavaşça yaklaştı. Bige beşinci kez kaybetmeye hazırlandığı için onun gelişini fark etmemişti. Bu yüzden Bige’nin arkasında durdu ve başını uzatıp onun sol yanağına hızlı bir öpücük kondurdu.
Bunu tekrar yapmak planlarının arasında yoktu ama bu kadını tetikleyecek tek şey buydu. Onu öptüğünde Bige ona doğru o kadar hızlı bir şekilde döndü ki, Karun bu kadarını beklemiyordu. Dönüş hızı müthişti. Elindeki silahı sıkıca tutan kadın, her an silahın namlusunu ona doğrultup tetiğe basabilirdi. Kahverengi gözleri öfkeli bir şekilde çakmak çakmak ona bakarken Karun’a kızmak istiyor ama yalnız olmadıkları için bunu yapamıyordu.
Bu gece için yeteri kadar rezillik çıkardığı için daha fazlasından kaçınıyordu. Karun, Bige’nin öfkesini nasıl bastırmaya çalıştığını adım adım izledi. İçinde esip gürlerken yüzüne zoraki bir gülümseme kondurdu ve dişlerinin arasından, “Öpücüğünü eşitle!” dedi kısık bir sesle. Gözleri onu neden öptüğünü sorgularken aklı batıl inançlarıyla meşguldü.
Karun ellerini cebine koyarak rahat bir tavır takındı. Bu rahatlığının onu daha fazla kızdırdığını iyi biliyordu. “Seni öpmemi istiyor musun?” Gözleriyle karşısında duran şişeleri gösterdi. “Hepsini vuruyorsun.”
Bige sinirden dişlerini gıcırdatırken her an tüm şarjörü Karun’un üzerine boşaltabilirdi. “Hiç öpmeseydin o zaman!” İnanç’ın karısını kontrol etmek için ona baktı ve kadına zorlama bir gülümseme gönderip tekrar Karun’a döndü. “Derhal diğer yanağımdan da öp!” Bunu öyle bir yüz ifadesiyle söyledi ki Karun ciddi duruşunu bozmamak için kendini zor tutuyordu. Şeker için ısrar eden çocuklardan bir farkı yoktu.
Karun tekrar şişeleri ona gösterdi. “Payına düşen tüm şişeleri indirmezsen seni öpmem.” Batıl inançlarını kullanarak onu köşeye sıkıştırmak Karun’un sevdiği bir eylem olmaya başlamıştı.
İstediğinde tüm şişeleri devireceğini iyi biliyordu.
Bige sinirden yerinde zor dururken Karun’a sırtını dönüp şişelerden birini hedef aldı. Tuğçe gibi uzun uzun hedef almadan tetiğe bastığı an şişe parçalanarak kırıldı. Daha sonra sıra Tuğçe’de olmasına rağmen ondan önce davranıp kalan şişelere ateş etti. Birini bile ıskalamamıştı. Tuğçe ve İnanç afallarken arkasında duran Karun’un gülümsediğini görmemişti. Dudaklarındaki gülümseme bir erkeğin karısıyla duyduğu gururun simgesiydi.
Bige tüm şişeleri kırdığı için yavaşça Karun’a döndü ve onun öpmediği yanağını uzattı. “Öp şimdi beni!” Öfkesinden hiçbir şey kaybetmemişti. “Hepsini vurursan öpeceğim dedin şimdi sözünde dur!”
İnanç Bey şoke olarak ayağa kalktı. “Tüm o şişeleri küçük bir öpücük için mi kırdın?” derken bunun Bige için ne kadar önemli olduğunu tahmin bile edemezdi.
Karun gururlu bir ifadeyle başını çevirip omuzunun üzerinden İnanç Bey’e baktı. “Başından beri rol yapıyordu isteseydi hepsini vurabilirdi. Karının karıma karşı hiç şansı yoktu.” Kendi karısını savunurken İnanç’ın sinirleriyle oynamaya başladı. “Ama Saka kural ihlali yaparak Tuğçe Hanım’ın sırasında da ateş etti. Bu yüzden eğer dilersen ikisi en başında başlayabilir.”
İnanç’ın kaşlarını çatmamak için kendini zor tuttuğunu gördü. Karun onun bozguna uğrayan suratını keyifle izledi. Bahsi iptal etmekten başka şansı yoktu çünkü gördüklerinden sonra ikinci kez karısını Bige’yle yarıştıramazdı. Tuğçe Hanım Bige’den daha iyi değilken o evi kazanmış sayılmazdı. Ev umurunda bile değildi ama burada Kalender çiftinin itibarı söz konusuydu.
İnanç kendini sakinleştirerek mecburen geri adım attı. “Hanımlar yeteri kadar yoruldu.” Zoraki bir şekilde Karun’a istediğini verdi. “Bahis iptal.” Bunu söylerken yüzünde acı çeken kıvranan bir ifade vardı. Karun’a ait bir evi alarak iyi bir sükse yapabilirdi. Bunun kaybı onu hem üzmüş hem de kızdırmıştı.
Bige’nin derdi başkaydı. “Benim öpücüğüm ne olacak?” Karun gülmemeye çalışarak ona döndü. Bige’nin beklenti dolu bakışlarını gördükçe içinde ona karşı garip bir duygu filizleniyordu. Bu gece fazla haylazdı.
Karun onun üzerine eğilirken Bige’nin soluğunu tutması sebepsiz yere onun da nefesini kesiyordu. Kahverengi gözleri alacağı öpücüğün beklentisiyle ona baktıkça Karun’un vücudu ısınıyor, uzun zamandır hissetmediği ısıyı birdenbire hissetmeye başlıyordu. İkinci kez Karun’a sıcak hissettirmeyi başarmıştı. Bu garip duygudan kurtulmak için acele etti ve Bige’nin istediği öpücüğü ona verdi. Amacı onu hızlı bir şekilde öpüp aralarına mesafe koymaktı.
Ancak dudakları Bige’nin yumuşak ve pürüzsüz yanağıyla bir kez daha buluşunca soluğu kesildi. Nedendir bilinmez ama dudaklarını karısının yanağından çekmek istemedi. Kontrol edemediği bir dürtüyle dudakları haddinden uzun süre onun yanağında kalmıştı. Saçlarının menekşe kokusu burnuna geldikçe biraz daha böyle kalmak istedi. Ona neler olduğunu anlayamıyordu ama bu garip dürtü onu rahatsız ettiği kadar huzurlu da hissettiriyordu.
Küçük bir öpücükle kendini bir çıkmazda bulan Karun hemen Bige’den uzaklaştı. Sinirli hissediyordu bu yüzden bir kez olsun Bige’nin yüzüne bakmadan hızlı adımlarla Kenan’a doğru yürüdü. Bige ise şaşkınlık içinde küçük bir öpücükle sinirlenen adama bakıyordu. Durduk yere şimdi ne olmuştu?
Karun Kalender’i anlamak onun için imkansız bir şeydi.
Yorumlar