“Delilerin mazisi derin olur demişti annem. Sevince ölümüne severler, nefret edince de küllerine kadar yakarlar demişti. Onun elini tutana kadar ateşi bu kadar yakınımda hiç hissetmemiştim.”
27/02/2021
Farah Tozlu
Babamda en nefret ettiğim şey yaptığı kirli işi dışarıda bırakmak yerine tüm hayatımıza taşımasıydı. Mafya demeyi kendilerine yakıştırmadıkları için babam dahil hepsi bölge lideri ismiyle anılmayı tercih ediyordu. İnsanların onlara bölge lideri demesinin bir nedeni de İstanbul’un farklı noktalarında imparatorlukları olmasıydı. Her liderin İstanbul’da kendi bölgesi vardı. Kendilerine ait bölgelerin ticari hakları onlara aitti. Bahsettiğim ticaretse kanun dışı ve uygunsuz sayılacak her şeydi.
Onlar gibi olanlardan kimse onların bölgesinde bir mekân açamaz, gizlice mal sokamaz veya mekânlılarına destursuz giremezdi. Bu adamlar yeraltının krallarıydı. Yanlarında bir ordu dolusu korumayla gezen, perde arkasında her türlü suçu işleyen tehlikeli insanlardı. Ne yazık ki babamda onlardan biriydi. Her ne kadar yanlış işlerin tehlikeli adamı olsa da babamdan nefret edemiyordum çünkü en az annem kadar onu seviyordum.
Babamda en sevdiğim şeylerden biri de neredeyse yıllardır sürdürdüğü bir alışkanlıktı. Ne zaman yemek için aynı masanın etrafında toplansak kendinden önce benim tabağımı doldururdu. Masanın en başında oturur, beni hep yanında oturtur ve ilk benim tabağımı doldururdu. Hangi yemekleri sevdiğimi çok iyi bildiği için genelde yiyeceğim şeyleri seçerdi. “Al bakalım, Fara,” diyerek tabağı önüme koyunca gülümsedim. Babam bazen adımın bir harfini eksik söyleyerek onu kısaltırdı.
Tabii önceden daha farklı söylerdi. Dokuz yaşına kadar bazen adımın tersten okunuşunu söylediğini hatırlıyordum. O yıllarda bana Haraf dediği olurdu ama daha sonra ben çok değişmiştim, babamda adımı tersten söylemeyi bırakmıştı. Bunu yapmak yerine arada Fara diyerek adımı eksiltmeye başlamıştı. Sanki ben çok eksilmiştim ve babamda adımı eksilterek bana bunu göstermeye çalışıyordu.
Seçil’in babası Kerim amca önüme konulan dolu tabağa baktı. “Onu çok şımartmıyor musun abi?” Babamın benim yerime tabağımı doldurmasından hiç hoşlanmıyordu. “Kocaman kız oldu artık kendi yemeklerini alabilir.” Babamın akrabalarından hoşlanmıyordum ama en çok Seçil ve onun ailesinden hazzetmiyordum. Onlar için erkek çocukları daha değerli olduğu için kız çocuğuna bu kadar yüz verilmemeliymiş.
Babam benim için doldurduğu su bardağını önüme koyarken ihtiyatlı gözlerle kardeşine baktı. “Sende kendi kızını şımart, Kerim.” Sakince konuşup ona Seçil’i gösterdi. “Bakarsın senden biraz ilgi görünce canımı sıkmayı bırakır.” Bu sözlerden sonra kimseden çıt çıkmadı. Babamın gerginliğe yol açan bakışları Seçil’in üzerinden oyalandıkça Seçil bakışlarını kaçırıp duruyordu. Kim bilir yine ne yapmıştı.
Kerim amcam ve ailesi babamın gölgesinde yaşayan sülükler oldukları için babam kesenin ağzını kapatırsa beş kuruşsuz kalırlardı. Amcam babamı kızdırmayı göze alacak biri değildi. Gri gözlerini hemen Seçil’e dikti. “Yine ne yaptın?” Bunu sorarken bakışları fazla deliceydi.
Seçil suspus olmuş bir halde yerine sindi. “Hiçbir şey yapmadım baba,” dediğinde sesi savunmacı ve kısıktı. “Amcamın neyden bahsettiğini bilmiyorum.”
“Demek bilmiyorsun?” Babam yemeyi bırakıp kahverengi gözlerini ona dikince Seçil yutkundu, bense yerimden rahatsızca kıpırdandım. Babam bu ses tonuyla konuşup ciddiyetle bakınca ister istemez tedirgin oluyordum.
Bakışlarıyla Seçil’i ürkütmeye devam ediyordu. “Farah’ın sarkacına dokunulmayacağını o kafan almıyor mu?” Kaskatı kesildim. Sarkacımı Seçil mi almıştı?
Sarkacım iki gündür ortalarda olmadığı için iki gecedir bir gram uyuyamamıştım. Biri onu benden çalmıştı. O olmadan uyuyamadığımı bu evde bilmeyen yoktu. Gözlerim uykusuzluktan kızarmıştı ve gözaltlarımda şişkinlikler vardı. Ciddi bir uyku problemim olduğunu bilmeyen yoktu. Babam bunun için beni birçok doktora götürmüş, benim için ülkenin her yerinde farklı bitkiler getirmişti. Uykumu getireceğini düşündüğü çaylar ve karışımlar bile yaptırmıştı ancak hiçbirinin faydası olmamıştı.
Ne gece ne de gündüz uyuyamıyordum. O sarkaç beni uyutabilen tek şeydi. Daha önce de bir kez onu kaybetmiştim ve babam bana farklı sarkaçlar almıştı. Kendi yakut sarkacım dışındakiler beni uyutmayı başaramamıştı. Her defasında ilk günün uykusuzluğu beni serseme çevirirdi. İkinci günün uykusuzluğu şimdi olduğu gibi beni yorgun ve halsiz biri yapardı. Ancak üçüncü güne girdiğimde sinir ve halüsinasyonlarla dolu bir gün geçirirdim. Daha önce sarkacımı kaybettiğimde uykusuzluktan çıldırmak üzereydim. O halimi gören babam endişeden deliye dönmüştü.
Emrindeki tüm adamları oyun oynadığım o parka göndermiş ve sarkacımı bulmadan geri dönmemelerini söylemişti. Şans eseri kimse onu almadan babamın adamlarından biri bulmuştu. Sarkaç bulunduğunda evdeki herkes rahat bir nefes almıştı çünkü sarkaç bulunmadıkça uykusuzluktan ağlayıp duracağımı biliyorlardı. Ben ağladıkça babamda bunun acısını evdekilerden çıkartıyordu. Bir tek konu ben olunca babam evde terör estirirdi.
İki günlük uykusuzluktan sonra tüm gün fazla halsiz olmam ve kızaran gözlerim babamın her şeyi anlamasını sağlamıştı. Sarkacın bende olmadığını anladığı için ters gözlerle Seçil’e bakıyordu. Seçil’in onu aldığını düşünüyorsa bunun için haklı bir sebebi olmalıydı. Seçil yaptığı şeyi haklı çıkarmak için kaşlarını büktü. “Onun iyiliği için bunu yaptım amca.” Yalan söylerken yüzünde dramatik bir ifade vardı. “Farah artık küçük bir çocuk değil, nereye kadar bir sarkaca bağlı yaşayacak?”
Babamın çene kasları seğirdi. “Kızımı uyutmanın bir yolunu bilmiyorsan bir daha ona ait eşyalara elini sürme.” Başını çevirip uykusuzluktan şişen gözlerime bakınca dişlerini sıkarak Seçil’e döndü. “Yemekten sonra sarkacı Farah’ın odasına geri bırak!”
Seçil irkilerek başını sallayınca rahat bir nefes almıştım. Benim Seçil gibi pahalı mücevherim yoktu. Aksesuar takmaktan hoşlanmadığım için sırf pahalı diye bir şeyler alıp odama koymazdım. Varsa yoksa bir sarkacım vardı ancak evdekileri ne zaman kızdırsam beni cezalandırmak için sarkacımı çalıyorlardı.
Babamın ona kızması bile benim suçummuş gibi Seçil sinsi bakışlarını babama çıkardı. “Keşke senin onu düşündüğün gibi Farah’ta biraz seni düşünse amca,” diyerek yüzüne üzgün bir ifade kondurdu. “Farah gittiğimiz her davette oradakilere kendini Tozlu ailesinin hizmetçisi olarak tanıtıyor.” Babamın omuzları gerildiğinde şimdi yerine sinen bendim. Kuzenim kendini kurtarmak için beni satmıştı.
Ailemin bana olan ilgisini kıskandığı için değil, ailemizi düşünüyormuş gibi davranarak babamı manipüle etmeye başlamıştı. “Ailemizin bir parçası olmaktan utanıyormuş gibi insanlardan kim olduğunu saklıyor.” Tiyatro bölümünden mezun olmanın hakkını ustaca verip dudaklarını büktü. “Kim olduğu ortaya çıktığında insanlar Tozlu ailesi hakkında ne düşünür? Koskoca Ümit Tozlu’nun kızı hizmetçilik yapıyor demezler mi?”
Annesi hemen kızını destekleyerek, “Seçil hep ileri görüşlü biri olmuştur,” diyerek lafa atladı. Şişman göbeğini masanın altına zor sığdıran Nesibe yenge, annemin nefret ettiği bir elti olmanın hakkını iyi veriyordu.
Seçil’in açtığı yerden konuyu sürdürerek babamı bana karşı doldurmaya başlamıştı. Bunu yaparken babama değil anneme bakıyordu. “Ay abla sende bu kıza hiç dur demiyorsun ki.” Beni göstererek anneme yüklenmeye başladı. “Her söylediğine evet dediğin için insan içine çıkınca nasıl davranacağını bilmiyor.”
En az babam kadar annemin de suratı değişmeye başlamıştı. Nesibe yenge bir tutam kızıl saçını kulağının altına sıkıştırdı. “Seçil her davette ona göz kulak olmak için ne çekiyor, bir bilsen. Bu nereye kadar böyle gidecek?” Mavi gözleri sinsice kısıldığında yine eve nifak tohumları ekiyordu. “Kaç yaşına geldi artık biraz örf adet öğrenmeli.”
“Annem ve babam onu bu kadar şımarttıkça nasıl öğrenecek?” Hep olduğu gibi konu beni taşlamak olunca abim Caner’de hiçbir fırsatı kaçırmamıştı. “Farah Hanım’a bir şey söylemeye gelmiyor ki. Kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp hemen anne ve babama koştuğu için böyle oldu.” Son söyledikleri gözlerimi sızlatmıştı. Eğer bana yaptıkları her şeyi koşarak anne ve babama anlatsaydım belki bugün böyle biri olmazdım. Caner’in bana attığı dayakların birini bile annem ve babam bilmiyordu.
Kerim amcada benden hoşlanmıyordu çünkü onun hakkı olan tüm serveti babamın bana, yani bir kıza bırakmasından korkuyordu. Yengem Nesibe ise anneme sataşmak için açığımı arayıp duruyordu. Kızları Seçil’in benden nefret etmesinin nedeni anne ve babamın beni sevdiği gibi kendi ailesi tarafından sevilmediğini düşünmesiydi. Abim Caner’in bana zorbalık yapmasının nedenine gelirsek… Babamın başka bir kadındaki çocuğuydu.
Onun hak ettiği saygınlığı benim aldığımı düşünüp benden nefret ediyordu. Bir kumanın çocuğu olmayı kaldıramıyordu. Benden on yaş büyük olmasına rağmen Caner sorumsuz herifin tekiydi. Uyuşturucu ve alkolden tek bir gününü bile ayık geçirmiyordu. Evli olmasına rağmen her gününü farklı bir kadınla geçiren, kumar masalarında sabahlayan biriydi. Benden o kadar çok nefret ediyordu ki onun evde olduğu zamanlarda odamdan hiç çıkmıyordum.
Anne ve babamın olmadığı her yerde bana şiddet uygulamaktan çekinmiyordu. Caner abim benim en büyük kâbusumdu. Ona bakınca bile ondan korkuyordum. Belli ki birileri yine onu benzetmişti. Kahverengi saçlarının her bir tutamı dağılmıştı, üstelik alnında da yara bandı vardı. Ela gözlerine kan toplandığı için korkunç bakıyordu. Sağ gözünün altı yoğun bir darbeyle kızardığı için büyük ihtimalle yarına moraracaktı.
Patlayan dudağından çenesine süzülen kanı silse de izi kalmıştı. Kravatı boynunda sarkıyor, beyaz gömleğinde yer yer kan görünüyordu. Yemek masasına oturmadan önce üzerini değiştirmeye bile zahmet etmemişti. Caner’i ilk kez birileri tarafından benzetilmiş bir halde görmüyordum çünkü o hep eve böyle geliyordu. “Ne bakıyorsun dik dik?” deyince hemen başımı eğdim. Bana kızmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.
Abimin beni terslemesiyle yanımda oturan babamın vücudu gerilmişti “Kuyruk acını kızdan çıkarma.” Caner’in asla beni kardeşi olarak görmeyeceğini babam iyi biliyordu.
O yıllarda annem babamın ilk ve tek karısıydı. Evlendikten sonra ikisinin uzun süre çocuğu olmamıştı. Diyarbakır’daki aile büyüklerimiz çocuk konusunda ısrarlarını sürdürünce babam mecburen annemin üzerine kuma getirmek zorunda kalmıştı. Elmas anneden olan çocuğu Caner’di. Ancak babam Elmas anneyi hiç sevmemişti. Caner’i alıp Elmas anneyi Diyarbakır’da bırakması acımasızlıktı ama Elmas anne de buraya gelmeyi hiç istememişti.
Diyarbakır’daki konağımızın hanıma ağası olmakla daha çok ilgileniyordu. Annem buranın hanımıydı, Elmas anne de oranın. Açıkçası ikisinin yan yana gelmesini hiç istemiyordum çünkü annem ve Elmas anne ne zaman bir araya gelse kıyamet kopuyordu. Sadece bayramlarda ve özel günlerde bir araya geliyorlardı ancak bu olduğunda bile saklanacak yer arıyorduk.
Bir tek ben değil öyle anlarda Caner bile kaçacak yer arıyordu çünkü Elmas anne çok adaletli bir kadındı. Ne zaman Caner’in bana kötü davrandığını görse öz oğlunun canına okumaktan çekinmezdi. Kendi iyiliğim için bunu annemin yanında asla itiraf etmeyeceğim ama Elmas anneyi seviyordum. Evli bir adamın kuması olmayı hiç istememişti ancak babamın teyze kızlarından biri olduğu için ailesi onu zorlamıştı.
Babamın İstanbullu bir kadınla evlenmesini sindiremeyen aile büyüklerimiz ikinci evliliğinin aileden biriyle olmasını uygun görmüşlerdi. Annemin kısır olduğuna çok eminlermiş ancak Caner on yaşlarına geldiğinde annem bana hamile kalarak herkese yanıldığını göstermişti. Bana bile birçok tedaviden sonra hamile kalabildiği için benden başka hiç çocukları olmadı. Babamsa bir erkekten sonra kız çocuğunun yeterli olduğunu düşünüyordu.
Ailemizde bir tek babamın sadece iki çocuğu vardı. Kerim amcamın bile Seçil’den başka üç çocuğu daha vardı. En büyük oğlu Doğan abi arada sırada eve uğrardı ama abimin aksine sorumluluk sahibi ve iyi biriydi. Seçil ikinci çocuktu ve üçüncü çocukları Baran’ı geçen yıl bir araba kazasında kaybetmiştik. Seçil’den üç yaş küçük olan Aksa benim en sevdiklerimden biriydi. İki yıl önce evden kaçarak soyadını değiştirdiği için herkes tarafından dışlanmıştı.
İyi yönden bakarsak biriyle evlenerek soyadını değiştirmemişti. Amcam onu zorla evlendirmeye kalkışınca evden kaçıp mahkemeye başvurarak soyadını değiştirmişti. Bu Tozlu ailesine karşı yaptığı en büyük darbeydi. İki yıldır köşe bucak her yerde Aksa’yı arıyorlardı ama onu bulamıyorlardı. Aksa ona gizlice gönderdiğim paralarla farklı bir soyadı altında bizimkilerden saklanıyordu.
Babam bile ona çok kızgın olduğu için Aksa’ya gizlice para gönderdiğimi bilmiyordu. Aksa’yı bulurlarsa amcam gözünü bile kırpmadan onu öldürecekti. “Bakıyorum da konu Farah olunca herkesin dili pek uzuyor.” Babam çatal ve bıçağı usulca masaya bırakıp başını kaldırdı. “Farah’ın tek kusuru asosyalliği peki, ya sizlerinki?”
Babam ailenin liderine yaraşır bir şekilde arkasına yaslanıp masadakilere sırasıyla baktı. “Yeterince Farah’ın kusurlarından bahsettik, birazda sizden bahsedelim.” Gözleri annemin yağ tulumu eltisini buldu. “Mesela sen, Nesibe?” diyerek kaşlarını yukarı kaldırdı. “Daha kaç ocağı kurutacaksın?” Yengemin gözlerinin içine bakarak konuştuğunda sesi buz gibiydi. “Çenen yüzünden kendi kızını evden kaçırdın şimdi sıra benimkine mi geldi?”
Yengemin suratının rengi atınca babamın bakışları bir sonraki hedefini buldu. “Belki de biraz Caner’den bahsetmeliyiz?” Ellerini masada birleştirerek kahverengi gözlerini abimin hırçın gözlerine dikti. “Gerçi Caner hangi kusurunun hesabını verecek ki?” Bakışlarıyla abimi ezerken onu küçümseyerek güldü. “İçki, kumar, kadın ve daha birçok şey...” Tiksinerek yüzünü buruşturdu. “Oğlumda ne bok arasan var.” Abim ağzını açıp hiçbir şey diyemedi.
Babam sırasıyla masadakilere haddini bildirirken bu sefer hedefinde amcam vardı. “İşler nasıl gidiyor, Kerim? Geçen ay çok karlı bir iş var diyerek benden yüklü miktarda para aldın ama bir daha o işin konusu açılmadı. Parayı almadan önce dilinden düşürmediğin şu işten bahsetmek ister misin” Amcam bakışlarını kaçırınca o işi de batırdığını anladık. Sürekli yeni iş fırsatlarıyla babama geliyor, sırf bir baltaya sap olsun diye babam ona istediği parayı veriyordu. Ancak amcam her işi eline yüzüne bulaştırıyordu.
Ve son olarak babamın sert bakışları Seçil’i buldu. “Farah’ın arkasını toplamak veya ona göz kulak olmak sana kalmadı.” Masadaki eli yumruk olurken sert bakışlarıyla sinirini çok belli ediyordu. “Farah’a bir ders verilecekse annesiyle biz veririz. Kızım konusunda bir daha haddini sakın aşma.” Masadaki elini sıkmaktan parmak boğumları beyazlaşmıştı. “Kendi kardeşine bile yapmadığın ablalığı benim kızıma yaptığına kim inanır? Sarkacı Farah’a geri vermezsen sabah ilk uçakla Diyarbakır’a dönersin.”
Seçil hızlıca başını sallayarak ona itaat etti. İçindeki hasetliği gizlemeye çalışarak kendi anne ve babasına baktı. Hiçbir zaman beni böyle savunmadınız, dercesine ailesine baktıktan sonra masadan kalktı. “Ben doydum size afiyet olsun.” Seçil gittikten sonra abimde bir bahaneyle masadan kalkmıştı. Daha sonra abimin karısı Yonca yenge, amcam ve Nesibe yengemde bir şeyler uydurarak gitmişti. Babam her birini laflarıyla doyurduğu için yemek yiyecek halde değillerdi.
Masada sadece annem ve babamla kalmıştım. Tüm bunlara ben sebep olduğum için sıra bana gelmiş gibi babam gözleri beni bulunca ürktüm. “Baba,” diyerek hemen koluna yapıştım. “Bir daha yapmam çok üzgünüm.”
Her defasında benim yüzümden evdekilerle sorun yaşadığı için keyifsiz bir sesle, “Yemeğini ye, Farah,” diyerek kolunu çekti. Ayağa kalkıp o da masadan ayrılınca nemli gözlerle arkasından bakıyordum. Onu üzmek istememiştim.
Babam gidince üzgün bakışlarımı anneme diktim. Sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi keyifli bir şekilde yemeğini yiyordu. “Anne üzgün hissediyorum.”
Çatalını brokoliye batırırken güldü. “Hissetmelisin de.”
Suratım asıldı. “Babamı gücendirdim.”
Rahatça omuzlarını silkti. “Bana bulaşmadığı sürece herkese ana avrat sövebilir.”
İğneleyici bir ifadeyle, “Ya anama da söverse?” diye sordum.
Güldü. “Sövmekten daha fazlasını yaptığı için gözlüklü bir ördeğimiz var.”
Bu kadının açık sözlülüğü karşısında yanaklarım ısınmaya başlamıştı. “Yani anama sövsün öyle mi?”
“Sende onun anasına söv, Farah. Beni savunman gerekiyor.”
“Babamın anasına mı söveyim?”
Gözlerini belertti. “Kendi anana mı sövdüreceksin? Bana sövdür diye mi seni doğurdum?”
“Ben kimseye sövmeyeceğim.”
Şiddetle karşı çıktı. “Hayır, birileri anneciğine söverse sende onların annesine söveceksin.”
Hayretler içinde kalarak ona bakıyordum. “Konuyu yine nasıl kendine bağladın, aklım almıyor.”
“Hayatım ben Demet Tozlu’yum,” diyerek göğsünü kabarttı. “Her konu bana bağlanmalı çünkü dünya benim etrafımda dönüyor.”
“Şu özgüvenine hayranım.”
Üzgünce dudaklarını büktü. “Sende olmadığı için ne yazık ki ben hayran olunacak bir şey göremiyorum.”
“Kalbimi kırıyorsun.”
“Nesibe’nin orospu kızına gereken cevabı vermediğin her an benim de kalbim kırılıyor.”
“Anne!”
“Pekâlâ, Seçil sürtüğü.”
“Böyle deyince de çok çirkin! Hiç yakışıyor mu senin gibi klas bir kadına?”
“Seçil kaşarı nasıl?”
“Anne!”
“Hayatım kaşarın daha altı yok ki ben ne yapayım,” deyince sinirden gülerek önüme döndüm.
Demet Tozlu insanı deli ederdi.
***
Çoğu zaman baba tarafındaki akrabalarımdan hoşlanmazdım çünkü büyük bir bölümü fazla ukala ve sinir bozucuydu. Bazıları kendi evlerinden çok bizim evimizde zaman geçirirdi ve Seçil’de onlardan biriydi. Dün sarkacımı verdikten sonra bu sabah babama gidip aramızdaki sorunu halletmek istediğini söylemişti. Babama şirinlik yapıp benimle kız kıza zaman geçirmek istediğini söylediğinde onunla gelmek istememiştim çünkü bunun altında bir şeytanlık olduğunu hissetmiştim.
Ancak babam onun tatlı sözlerine kanmış, annemse biraz dışarıda vakit geçirmemin beni sosyalleştireceğini düşünmüştü. Yanımıza birçok koruma vererek dışarı çıkmamamıza izin verdiklerinde bir an gerçekten Seçil’in benimle vakit geçirmek istediğini düşünmüştüm. Ancak dün olanlardan sonra bana kızgın olduğu için günün yarısını bana eziyet etmekle geçirmişti. Sürekli alışveriş yapıp durdu ve her defasında korumaları dışarıda bıraktığı için paketlerini bana taşıttırdı.
Tabii tüm bu süre zarfında çenesini iki dakika kapatıp beni rencide etmeyi bırakmamıştı. Tam bitti bu işkence artık eve döneceğiz diye düşünmüşken bu seferde farklı bir alışveriş merkezine girmişti. Bu yer Kalenderlere ait olduğu için açıkçası çok tedirgindim. İçeri girdiğimizden beri korkudan tir tir titriyordum. “Seçil abla bu yer hasımlarımıza ait,” derken elimde onun paketleri ve çantası vardı. Çantasına kadar her şeyi bana taşıttırıyordu. “Abla başımız belaya girmeden gidelim buradan.”
“Bu kadar korkak olma, Farah.” Önümde salına salına yürürken benim aksime çok rahattı. “Sen bir Kürt kızısın ama tüm genlerini sosyetik annenden almış gibisin. Biraz bizim tarafa çekseydin bu kadar korkak olmazdın. Uğrayıp bir şeyler aldık diye bizi dışarı atacak değiller ya. Ayrıca bana abla deyip durma senden sadece üç yaş büyüğüm.”
Nefesimi bıkkınlıkla verdiğimde korkuyla etrafıma bakıyordum. Her an bir yerlerde Kalenderlerden biri çıkacak diye ödüm kopuyordu. Umarım babamın bundan haberi olmazdı. Yürüyen merdivenlerden çıkarken Seçil benden üç basamak yukarıda duruyordu. Bense ellerimdeki paketlerle üç adım arkasında onu takip ediyordum. Ne durumda olduğumu görmek için başını çevirip bana baktığında bir eli yine saçlarındaydı.
Seçil’in kendinde en sevdiği şey kızıl saçlarıydı, en nefret ettiği şeyse ela gözleriydi. Ona göre tüm kızıllar ya mavi gözlü olmalıydı ya da yeşil. Gözleri istediği renkte olmadığı için çoğu zaman yeşil veya mavi lens takardı. Tıpkı şu anda da gözlerinde mavi lens olduğu gibi göz rengi sık sık değişiyordu. “Duyduğuma göre üst katta çok güzel bir kuyumcu varmış.” Bunları söylerken heyecanı gözlerine yansıyordu. “Kıyafet sorununu hallettik şimdi sıra mücevherlerde.” Mücevherlere olan doyumsuzluğu sinir bozucuydu.
Yanaklarımın içini havayla doldurarak ona elimdeki paketleri gösterdim. “Tüm bunlar ne için?”
“Sen şaka mısın, Farah?” Gözlerini irileştirdiğinde bana dünyadaki en garip yaratıkmışım gibi bakıyordu. “Yarın bölge liderlerinden Gurur Kalender’in nişanı var. Tozlu ailesiyle kanlı bıçaklı olabilirler ama Kalenderler bizi de nişana davet etti çünkü babanda bir bölge lideri. Oraya en güzel halimle gitmek istiyorum.” Tüm bu yaygaranın sebebi şimdi anlaşılmıştı.
Gurur’la olan o ilk karşılaşmamızdan sonraki günlerde de onu birkaç kez görmüştüm. Annemin beni zorla götürdüğü o birkaç davette Gurur ve Leyla’da vardı. Her defasında insanlardan uzak bir yere saklandığım için ikisiyle aynı masada hiç bulunmadım. Katıldığım son davette merdivenleri çıkarken Gurur’da iniyordu. Bir kez olsun bana bakmadan yanımdan geçerek aşağıya inmişti. Bir köşkün arka bahçesinde karşılaştığı o kız olduğumu hatırladığından bile emin değildim.
Bir üst kata çıktığımızda elimdeki paketlerle sızlanıp duruyordum. “Neden kimse sessiz sedasız bir şeyleri kutlamıyor veya nişanlanıp evlenmiyor ki? Cemiyetteki herkesin düğününe ve nişanına katılacak mıyız?” Babam keşke beni yurtdışına falan gönderse o zaman biterdi tüm bu işkence. Anne ve babamı bu kadar çok sevmeseydim belki bende Aksa gibi evden kaçıp onun yanına yerleşirdim. Kuzenim İsviçrelerde keyfine bakarken ben burada sürünüyordum.
“Şikâyet etmesi gereken son kişi bile değilsin, Farah.” Seçil bir hanım ağa gibi önde yürürken annemin onun annesine yaptığı şeyi o da bana yapıyordu, beni sözleriyle eziyordu. “Sen yine eski püskü kıyafetler içinde bir yerlere saklanıp durursun. Senin yerine birilerinin Tozlu ailesinin itibarını koruması gerekiyor.” Tozlu ailesi için bir utanç kaynağı olduğumu daha iyi ifade edemezdi.
Kuzenim kuyumcuya girdiğinde ayaklarımı yere vura vura mecburen onu takip ettim. “Eve gidip seneye kadar odamdan hiç çıkmamayı istiyorum.” İzin verseler bunu yapardım. Kendimde bu potansiyeli görüyordum.
İçeri girdiğimizde gördüğüm kişilerle adımlarım yere çivilenmişti. Bugün içinde görmeyi asla beklemediğim ikiliye soluğumu tutarak bakıyordum. Gurur ve onunla aynı yaşta olan yeğeni Karun Kalender buradaydı. Vitrinin üzerine dizili olan mücevherlere bakarken ikisi de bize dönünce nabzım hızlanmıştı. Seçil bizi onlara ait bir yere getirmişken bu karşılaşma kaçınılmazdı. Seçil üç adım önümdeydi ama onlar Seçil’e fazladan bir saniye bile bakmadan doğrudan gözlerini bana dikmişlerdi.
İlk baktıkları kişi neden benim?
Gurur’un üzerimdeki yeşil gözlerinden kaçmanın bir yolu yoktu. İlk karşılaşmamızı saymazsak şu zamana kadar doğrudan bana hiç bakmamıştı. Bakmak şöyle dursun, benim farkımda bile olmamıştı. Şimdi ise gözlerini dikmiş beni izliyordu. Yine üzerinde beyaz bir gömlek ve ütülü siyah pantolon vardı. Gömleğinin manşetlerini birkaç kat topladığı için kalın bilekleri görünüyordu. Elinde kırmızı bir kadife kutu tuttuğu için neden burada olduğunu anlamıştım. Yarınki nişan için Leyla’ya hediye alacaktı.
Uzun süre ona bakmam yanlış anlaşılacağı için başımı çevirip Karun’a baktım. Karun ile göz göze gelince içim ürpermişti çünkü bakışları buz gibiydi. Karun’un mavilerine bakan herkesin vücudunda bir ürperti oluştuğuna emindim, soğuk bakışlarıyla insanda üşüme hissi yaratıyordu. Gerçek anlamda bir buz kütlesiydi. Etrafına yaydığı bu soğuk havadan en çok o nasibini alıyormuş gibi yaz kış ceketini hiç çıkarmazdı.
Karun’u ceketsiz görebilen birilerinin olduğunu hiç sanmıyordum. Boğucu ve sıcak havalarda bile takım elbisesinin ceketi hep üstünde olurdu. Korku ve gerginlikten dilimi yutmuş bir halde ona bakıyordum. Ona baktıkça kadınlarla ne sorunu olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yaşlı genç her kadının hayalini süsleyen biriydi ama kimseyle ilgilenmiyordu. Masmavi gözleri şimdi olduğu gibi kolay kolay birine doğrudan bakmazdı. Karun Kalender’in mavileri çoğunlukla insanı üşütür, içini titretirdi.
Gür kumral saçlarının kendine has bir ışıltısı olduğu için mavi gözleriyle birleşince ortaya muazzam bir manzara çıkıyordu. Erkeksi yüz hatları ve sert bakışları ister istemez ona bakan herkese iç çektiriyordu. Kimin yanında dursa onu gölgesinde bırakacak kadar uzun ve heybetli bir vücudu vardı. Onunla yarışabilecek biri varsa o da Gurur’du. İkisinden hangisinin daha yakışıklı olduğunu kestirmek kolay değildi.
Gözlerim sık sık amca ve yeğen arasında gidip geliyor, Karadeniz erkeklerinin neden bu kadar büyüleyici olduğunu düşünüp duruyordum. Onlara bakan herkes kardeş olduklarını düşünürdü, kimsenin aklına amca ve yeğen oldukları gelmezdi. Oysaki Karun amcasından beş ay büyüktü. İkisini yan yana görünce Seçil bile onların büyüsüne kapılıp, “Merhaba,” dedi gereksiz bir samimiyetle. “Kırk yıl düşünsem sizinle burada karşılaşacağım aklıma gelmezdi.” Gözlerinin içi parıldayarak gülümsedi. “Ne güzel bir tesadüf.”
Eğer Seçil’in yıllardır birine platonik bir şekilde âşık olduğunu bilmeseydim bu karşılaşmayı planladığını düşünürdüm çünkü onları burada gördüğüne hiç şaşırmamıştı. Uzun yıllardır sırılsıklam âşık olduğu ve hepimizden sır gibi sakladığı biri vardı. Sırf onun için kapıya gelen tüm taliplerini reddediyordu. O kişiyi umutsuzca severken Kalenderlerle bir işi olmazdı. Gerçi olsa bile babam ve amcam buna izin vermezdi. Kalenderlerle aynı havayı solumamızdan bile hoşlanmazlardı.
İkisi de Seçil’in Ümit Tozlu’nun yeğeni olduğunu biliyor olmalı ki ona başıyla küçük bir selam verdiler. Bunu yaparken yakışıklı suratları ifadesizdi. Onlara ait bir yerde olduğumuz için bizi yaka paça dışarı attıracaklarını düşünürken Karun, “Nejat,” diyerek onların önünde eğilip bükülen adama döndü. “Hanımları bekletmeyelim,” dedi kibar ve hissiz bir sesle. “Önce onlarla ilgilen bizim acelemiz yok.”
Burayı işleten adam hemen yanımıza gelip büyük bir saygıyla ellerini önünde birleştirdi. “Hoş geldiniz.” Bizi gayet iyi karşılamıştı, bunda Karun’un etkisi de büyüktü. “Buyurun şöyle geçin.” Bize köşedeki koltukları işaret ederken, “Nasıl bir şey bakmıştınız?” diye sordu. Son sözleri söylerken gözleri bende durunca Seçil, “O bir şey bakmayacak,” dedi şımarık ve birazda cilveli bir sesle. “Ben kendime birkaç şey bakacaktım.”
“O neden bakmıyor?” Gurur’un sesini duyunca başımı hızla kaldırdım. Soru sorduğu kişi Seçil’di ancak cevap belediği kişi bendim.
Yeşil hareleri baştan ayağa beni süzmeye başlayınca yerimden rahatsızca kıpırdandım. Bir kalemle gelişigüzel tutturduğum saçlarıma baktıkça gerginliğim biraz daha artıyordu. Siyah çerçeveli gözlüklerime bile düz gözlerle bakmıştı. Makyajın emaresi olmayan yüzümde oyalanan bakışları tedirgin olmama neden oluyordu. Üzerimdeki beyaz tişörte, siyah yün hırkaya ve dar pantolonuma hissiz gözlerle baktı.
Önü açık hırkam bile dizlerimin hizasındaydı çünkü dar pantolon giyince kalçamın şekli görünsün istemezdim. Son olarak gözleri ellerimdeki torbalarda oyalandı. Daha sonra bakışlarını hafifçe yukarı kaldırdı ve gözlerini gözlerime kenetledi. Bakışlarının bende yarattığı tedirginlik gözlerime yansımış olmalı ki, “Sorun nedir?” diye sordu düz bir sesle.
Burada olmaktan ne denli rahatsız olduğumu gizlemeden bakışlarımı kaçırdım. “Mevzu derin.”
Gurur’un soğuk gözlerinde küçük bir kırılma yaşandı. Yeşillerinin ardından iç ısıtan muzır bir ifade oluştuğunda kalbim hızlanmıştı. Dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldığında bir önceki sözlerime atıfta bulunarak, “Konu gözlerin,” dedi oyunbaz bir sesle. Nefes alamadım.
Beni hatırlıyordu.
Onun karşısında bulunmanın heyecanını yaşarken derimin altı ısınmaya başlamıştı. Cesaretimi topladım ve daha önce onun yaptığı gibi kaşlarımı alayla yukarı kaldırdım. “Nesi varmış gözlerimin?” İlk karşılaşmamızda bunu soran oydu.
Karun ve Seçil aramızdaki ilginç diyaloğu izlerken Gurur geniş omuzlarını kaldırıp indirdi. “Fazla ürkek bakıyor.”
Dudaklarımı sarkıtarak bir kez daha gözlerimi onun bakışlarından kaçırdım. “Belki de yorgunluktan size öyle geliyordur.” Bunları söylerken bile sesim o kadar kısık ve çekingendi ki, sanki kelimeler ağzımdan kerpetenle çıkıyordu. Utana sıkıla ellerimdeki ağır torbaları işaret ettim. “Bunları taşımaktan kollarım birazcık ağrıdı.”
Umurunda olmayacağına çok emindim ama Gurur beni şaşırtarak yanıma geldi. Seçil’i hayretler içinde bırakarak elimdeki tüm paketleri almıştı. Bunu yapmasını beklemediğim için donup kalmıştım. “Bunları neden sen taşıyorsun?” Bu soruyu sorduğunda karşımda olmasının heyecanı ve bana yardım etmesinin şaşkınlığını yaşıyordum.
“Benim işim bu,” dedim aptal gibi. “Seçil Hanım’ın hizmetçisiyim.” Kuzenimin beni köle gibi çalıştırdığını itiraf etmek yerine böyle bir yalan söylemeyi uygun görmüştüm.
Ona hizmetçi olduğumu söylediğim an Karun ile göz göze geldiler. İkisinin bakışları kesiştiğinde sanki gözleriyle konuşuyorlardı. Onların bakışlarında anlam veremediğim bir şeyler vardı. Daha sonra Gurur bana döndüğünde gözlerinde apaçık bir alay belirdi. “Demek Seçil Hanım’ın hizmetçisisin?”
Ellerindeki alışveriş torbalarını bir kenara bırakıp yönünü Seçil’e çevirince, Seçil’in hızlanan kalbini duyduğuma neredeyse yemin edebilirdim. “Sen ne alacağına karar verene kadar hizmetçini ödünç almamın sakıncası var mı?” Şaşkınlıktan gözlerimi kocaman açtığımda Seçil’in yüzünde hülyalı bir ifade oluştu. Gurur’un ona bakıp onunla konuşması bile tarihi bir olaymış gibi davranması benim hayal ürünüm olamazdı. Bu bakışlarda neyin nesiydi? Yıllardır platoniği olduğu o adamı iki dakikada unuttu mu?
“Tabii,” derken heyecanı sesine yansıyordu. “Sen nasıl istersen.” Bir dakika, ne? Sen nasıl istersen mi? İki dakikada beni satmış olmazdı. Onu babama söyleyeceğim!
Hayır, söylemeyeceğim çünkü bunu yaparsam o da babama yine kendimi bir hizmetçi olarak tanıttığımı söylerdi. Suratım artık ne haldeyse Gurur ve Karun bana baktıkça gülmemeye çalışıyordu. Oldukça eğlendiklerini söyleyebilirdim. Gurur’un yeşilleri alaycılığıyla beni ürkütürken kapıyı işaret etti. “Bir alt katta içecek ve yemeklerin olduğu yerler var. Bana yiyecek bir şeyler getirir misin?”
“Hayır.”
“Bana yiyecek bir şeyler getir.”
“Tamam.” Kabul ettiğimi fark edince ağzım bir karış açıldı. “Ben mi getireyim?”
“Ben mi getireyim?” Hınzır gözlerle bakarken işaret parmağının ucunu bana doğrulttu. “Hizmetçi olan sensin, ben değil.”
“Ama şey…”
“Bende yiyecek bir şeyler alırım.” Karun gülmemek için yanaklarının içini dişliyordu. “Sıcak olsun.”
Yutkundum. “Onu da mı ben getireyim?”
Gurur’un gözleri keyifli bir şekilde bakarken dudaklarında pis bir sırıtış vardı. “Midemiz kazındı ikimize de bir şeyler getir.” Cüzdanını çıkartıp avucuma biraz para tutuşturmasına hayret etmiştim. “Yetmezse söyle.”
Başımı eğip elimdeki paraya baktım, sonra da ona. Şoke olmuş gibi bir paraya bakıyordum bir de ona. Avucumda bir sürü kağıt para vardı. “Bu-bunlar fazla değil mi?” Sanki tek sorunum buymuş gibi bunu sormam yok mu!
“Kalanı bahşiş.” Beni utandırmaktan zevk alıyormuş gibi saçımı tutan kalemi işaret etti. “Belki kendine yenisini alırsın.” Omurgama soğuk bir his yayıldığında başını hafifçe eğerek gözlerime baktı. “Ucunu kemirmediğin bir kalem alabilirsin mesela.” Eğer ondan bu kadar korkmasaydım belki ona ters bir cevap verebilirdim.
Ona bakarken düzensiz nefesim kulağımda uğulduyordu. Ters bir şey söyleyip de bana bulaşmasını istemediğim için elimdeki paraları sıkarak yürüdüm. Gözlerinin önünde paraları cam vitrinin üzerine bırakıp tek kelime etmeden dışarı çıkmıştım. Somurtarak yürüyen merdivene ilerlerken neredeyse ağlayacaktım. “Birinin hizmetçi olduğunu öğrenince kim onu hemen çalıştırmaya kalkışır ki?”
Aşağıya inip iki pizza alarak yukarı çıktım. İçeri girdiğimde Gurur buradaki koltuklardan birinde oturuyor, elindeki telefonla bir şeyler yapıyordu. Karun ise sırf bir şeylerle meşgul olduğunu göstermek için bulduğu bir kataloğu karıştırıyordu. İkisinin bir şeylerle ilgileniyormuş gibi görünmesinin tek nedeni Seçil’di. Kuyumcuda çalışan adam Seçil’e bazı mücevherle gösterdikçe Seçil, “Ay bilemedim ki,” diyerek Gurur ve Karun’a dönüyor, onların fikrini almaya çalışıyordu. Ancak ikisi de onu görmezden gelmenin bir yolunu bulmuşa benziyordu.
Elimdeki pizza paketleriyle içeri girdiğimde ikisinin bakışları anında beni bulmuştu. Pizza paketlerine bakınca yakışıklı suratlarında gözle görülür bir memnuniyetsizlik oluştu. Karun yüzünü buruşturmamaya çalışarak, “Ben pizza sevmem küçük ördek,” deyince kaskatı kesildim. Bir tek annem ve babam bana ördek derdi. Kim olduğumu bilmeyen birinin söylediği bu hitap şekli tesadüf olamazdı. Olamaz, kimin kızı olduğumu biliyorlar mı?
Sertçe yutkunduğumda Gurur sakince ona bakıp küçük bir uyarıda bulundu. “Herkese ördek demeyi bırakmalısın.” Omuzlarım gevşediğinde rahat bir nefes almıştım. Sanırım Karun’un ördek dediği ilk kişi ben değildim. Bu da kim olduğumu bilmediklerini gösteriyordu. Gurur bir süre yüzümü inceleyip sırıttı. “Her ne kadar bir ördeğe benziyor olsa da.”
Neden alınganlık yaptığımı bile bilmiyordum ama suratım asılmıştı. “Çirkin bir ördek mi?”
Gurur gülmemeye çalışarak dudaklarını birbirine bastırdı. “Çirkin olmanın yakınında bile değilsin.” Kalbim şiddetle hızlandı. Öylesine söylediği şeyler kalbimin atışını değiştirmeye yetmişti.
Gurur elimde tuttuğum paketleri işaret ederek, “Bende pizza sevmem,” diyerek telefonu cebine koydu. “Başka şeyler getir.”
“Şey… Ne istediğinizi söylerseniz işimi kolaylaştırırsınız.”
Karun ellerini pantolonunun ceplerine koyarak bana yan bir bakış attı. “Bunu neden yapalım? Senin işin bizim gibi piçleri memnun etmek değil mi? Hizmetçiler böyle yapar ve hepsi bunu bilir.” Kaşlarını alayla yukarı kaldırdı. “Yoksa bir hizmetçi değil misin?”
Taş kesildiğimde Gurur’un bakışlarında tehlikeli bir parıltı geçmişti. “Öyle olmasa neden bize yalan söylesin ki?” Gözlerini gözlerime dikerek korkudan nefesimi kesti. “Herkes bize yalan söylenilmeyeceğini iyi bilir.” Ecel terleri döktüm.
Hemen onlara sırtımı dönüp aceleyle kapıya yürüdüm. “Ben yemeklerinizi getireyim.” Pizza paketlerini oraya bırakıp kaçarcasına dışarı çıkmıştım. Başıma nasıl bir bela aldığımı hiç bilmiyordum. Umarım bu işkence bir an önce son bulurdu.
Bir saat sonra
“Onları babama söyleyeceğim!” Elimdeki paketlerle kuyumcuya doğru yürürken gördüğüm işkence yüzünden ağlamak üzereydim. Amca ve yeğen bir saattir beni köle gibi çalıştırıyorlardı.
Yemek olarak ne istediklerini bir türlü söylemedikleri için onlara ne getirsem beğenmiyorlardı. Kaç kez aşağı inip yukarı çıktım, hiç bilmiyordum. Koskoca adamlar işi gücü bırakmış benimle uğraşıyorlardı. Seçil ise onlarla aynı havayı solumaktan bile büyük bir haz aldığı için hâlâ ne alacağına karar verememişti. İstediği mücevheri alsa buradan çekip gidecektik ama kuzenim bir türlü bir şeyler seçmiyordu.
Elimdeki poşetlerle içeri girdiğimde ikisi de Seçil’den kurtulmak ister gibi yine telefon ve katalogla ilgileniyordu. Ancak beni gördükleri an ellerindeki şeyleri hemen bırakınca bu Seçil’in kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Onunla konuşmaktansa benimle uğraşmayı daha çok sevmiş gibi görünüyorlardı. Onlara elimdeki poşetleri gösterdim. “Menüdeki son şey bunlar.”
“Ben onu yemem,” dedi Gurur.
“Bende yemem,” diye ekledi Karun.
Ve ben afallayarak ikisine bakmaya başladım. “Ama daha ne aldığımı duymadınız?”
Gurur’un gözlerinde insanın içini ısıtan muzır bir ifade geçti. “Sen bu yemek işini doğru şekilde yapamıyorsun. Bari bize iki çay getir.”
Karun başını omuzuna doğru eğerek onu onayladı. “Çayım iki şekerli olsun.” Bendeki nasıl bir sabırsa bir türlü isyan edemiyordum.
Omuzlarım düştüğünde yorgunluktan sızlanarak, “Ama abi-” demiştim ki Karun inadından taviz vermeyerek, “İki şekerli dedim küçük ördek,” deyince somurtarak başımı salladım. Bunların Laz inadından bıkmıştım.
Gurur arkasına yaslanarak kolunu dinlendirmek için koltuğun kenarına koydu. “Benimki tek şekerli.”
Suratım düşerek ona da başımı salladığımda alaycı gözlerle baktı. “Bana da abi demek yok mu?”
Düşüncesi bile oldukça rahatsız ediciydi. “Babamın oğlu değilsin niye abi diyeyim?” Ağzımdan kaçırdıklarımla hemen dilimi ısırdım. Bazen kontrolüm dışı saçmaladığım oluyordu.
Gurur oturduğu yerden dikleşerek dikkatli gözlerle bana bakınca, bakışlarımı kaçırmamak için kendimi zorladım. Gözlerini bir saniye olsun benden ayırmadan başıyla Karun’u gösterdi. “O senin babanın oğlu mu?”
“Değil,” diye fısıldadım.
Son derece sakin bir sesle, “O zaman neden ona abi diyorsun da bana demiyorsun?” diye sordu.
Dürüstçe cevap verdim. “O daha çok abi hissiyatı veriyor.” Bunları söyledikten sonra Gurur’a sırtımı dönüp kapıya yürümüştüm. Bu konuda beni köşeye sıkıştırmasına izin vermeden aceleyle dışarı çıktım.
Aşağıya inip çay almak için sıraya girdim. Burada kahve satıyorlarsa çayda olmalıydı. Düşündüğümden daha uzun bir kuyruk vardı. Nefesimi bıkkınlıkla verip sıranın bana ne zaman geleceğini düşünüyordum. Sırayı beklerken burnuma gelen alkol kokusuyla başımı çevirip arkamı kontrol ettim. İri yarı bir adamın arkamda sıraya girdiğini görünce tedirgin olmuştum. Adam benim iki katımdı. Ona bakıp durmam yanlış anlaşılacağı için hemen önüme döndüm.
Sanırım hafiften sarhoştu. Gündüz vakti içen tek kişinin abim Caner olduğunu düşünürdüm. Bir an önce sıranın bana gelmesini beklerken ensemde o adamın nefesini hissedince irkilerek arkamı döndüm. Gri gözleri fazlasıyla sarhoş bakarken dudaklarında pişkin bir sırıtma vardı. “Önüne dön yavrum.” Sesindeki gereksiz samimiyet korkudan soluğumu kesmişti. Üstelik bana önüme dönmemi söylerken nefesini yüzüme üflemişti.
Endişeli bir şekilde öndeki kişiye biraz daha yaklaştım fakat arkamdaki adamda bana yaklaştı. Vücudunu hemen arkamda hissedeceğim kadar çok yaklaşmıştı. Onu bu denli cesaretlendiren şey korkaklığım mıydı yoksa ona ters bir cevap vermemem mi? Elini belimde hissedince neredeyse çığlık atacaktım. Arkadan bana biraz daha yaklaşarak, “Şşş,” dedi gevşek bir sesle. “Alt tarafı belini tuttuk ne korkuyorsun? Kahveler benden olsun sen masaya geç.”
Belimdeki elini iterek ona döndüm. “Benden uzak durun.” Korkudan sesim o kadar kısık ve zavallı çıkıyordu ki, bu onu daha fazla cesaretlendirdi. Ağzını gere gere, “Sadece kahve içelim dedik, bu kadar ezik olma,” dediğinde şoke oldum. Beni taciz eden o değilmiş gibi davranıyordu.
Hemen sıradan çıkıp koşarak buradan uzaklaştım. Yürüyen merdivene bindiğimde peşimden geliyor mu diye sık sık arkamı kontrol ediyordum. O kadar çok korkmuştum ki elinin temasını belimde hissettikçe ağladığımın farkında bile değildim. Orada yaptığı şey iğrençti ama ben ona sesimi bile yükseltememiştim. Yetersizliğim yüzünden sinirden ağlayarak yukarı çıktım. Kendimden nefret ediyordum. Biraz herkes gibi olabilseydim belki kaçmak yerine ona haddini bildirebilirdim.
Seçil’in olduğu kuyumcuya doğru yürürken aceleyle gözlerimdeki yaşı sildim. Gözlüğümü yeniden takarken bile ellerim çok titriyordu. Gündüz vakti uluorta bir yerde tacize uğramıştım. İçeri girmeden önce birkaç kez derin nefesler alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Kuyumcudan içeri adımımı attım ama içeri girmek yerine kapının önünde dikildim. Seçil bazı setlere bakıp Gurur ve Karun’a fikrini sorarken ikisi de bıkkın gözlerle ona bakıyordu.
Gurur yüzündeki sıkılmış ifadeyi gizlemek için başını çevirince beni gördü. Gözle görülür bir şekilde yüzündeki sıkkın ifade dağılmıştı. Sanki asıl eğlencesini bulmuş gibiydi. “Çayım nerede?” demişti ki gözleri gözlerimi bulunca eğlenen ifadesi kayboldu. Bir anda ciddileşti. “Ağladın mı sen?”
Bana doğru bir adım atınca hemen arkaya çekildim. Bunu görünce Gurur durdu, Karun yürüyüp onun yanındaki yerini aldı. Şimdi ikisi de son derece ciddi bir şekilde kızaran gözlerime bakıyordu. Bir terslik olduğunu hemen anlamışlardı. Onların bakışlarından kurtulmak için yalvaran gözlerle Seçil’e döndüm. “Eve gidelim.” Aşağıda olanları hatırladıkça her an tekrar ağlayabilirdim. “Artık eve gitmek istiyorum.”
“Siktir et evi, önce soruma cevap ver.” Gurur buz gibi gözlerle beni sindirirken oldukça ciddi görünüyordu. “Kim ağlattı seni?”
Bunun cevabını almadıkça gitmeme izin vermeyecekti. Bunu bakışlarıyla fazla belli ediyordu. Önümde birleştirdiğim ellerimin tırnaklarıyla oynarken gözlerimin ardı sızladı. Tüm bunlar kuzenim Seçil yüzünden başıma gelmişti. Beni zorla evden çıkartıp buraya getirmeseydi bunlar yaşanmazdı. “İçecekler için sıraya girmiştim.”
Karun sabırsızca, “Eee?” diye sordu.
“Arkamda bir adam durdu.” Bunu söylerken bile sesim kısık ve utanç içinde çıkmıştı.
Gurur’un çenesi kasıldı. “Bir şey mi yaptı sana?”
Gözlerimde bir damla yaş süzülürken yerimden rahatsızca kıpırdandım. “Arkadan belimi tuttu.”
Gurur yanındaki elini sıkarken bakışlarında delici bir ifade geçmişti. “Belini mi tuttu?” Artık ürkütücü bakacak kadar ciddileşmişti. “Neden?” İnsanın nefesini kesiyordu.
“Bilmiyorum.” O adamın aklından geçenleri bilemezdim. “Sadece belimi tutmakla kalmadı.” Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmez bir halde burnumu çektim. “Yüzüme üfledi.”
Karun’un omuzları gerildi. En az amcası kadar sinirlenmiş görünüyordu. “Sebep?” diye sorduğunda şaşırmadığımı söyleyemem. Kalender erkekleri hiç de bize anlatıldığı gibi değildi. Onlar sanki kötü değillerdi.
Gurur asabiyet içinde ona bakarak, “Sebebi belli değil mi?” diye onu tersledi. Şakaklarındaki damarlar belirginleştiğinde dişlerini sıkarak bana dönmüştü. Gurur’un bakışlarından kaçmanın bir yolu yoktu. Beni çay almak için aşağıya gönderirken ağlayarak geri dönmemi beklemiyordu. Aslında bu olanlardan onun da suçu vardı. Hizmetçiyim dedim diye beni çalıştırmak zorunda değildi.
Bana böyle baktıkça bu olanların suçlusu benmişim gibi bir yerlere saklanma ihtiyacı hissediyordum. Gözlerini gözlerime dikerek içimi ürpertti. “Başka ne yaptı o siktiğim piçi?” Sesi bir katliamın hemen öncesini hissettiriyordu.
Kontrol edemediğim birkaç damla yaş daha kirpiklerimin arasından süzüldü. “Masaya geç dedi bana.”
“Hangi masaya?”
Daha fazla dayanamayıp, “Bilmiyorum,” diye ağlamaya başladım. “Orada bir sürü masa vardı.” O esnada bana hangi masayı işaret ettiğini anlayacak durumda değildim. Ayrıca konumuz masada değildi. Az önce biri beni taciz etmişti.
İfadesi sertleştiğinde dişlerini gıcırdatacak kadar sıkıyordu. “Sonra ne oldu?”
Ağlayarak burnumu sesli bir şekilde çektim. “Ezik dedi bana.”
Kaşlarını yukarı kaldırdı. “Bir de ezik dedi sana?”
Dışarıdan bakıldığında muhtemelen kötü arkadaşını babasına şikâyet eden çocuklar gibi görünüyordum ama o da babam gibi davranıyordu. “Sadece ezik de demedi.” Artık konuşmaktan güçlük çekiyordum. “Yavrum da dedi bana.”
Çenesinden bir kas seğirmişti. “Başka?”
“Beni korkuttu, sonra da ağlattı.”
Kan beynine sıçramış gibi Gurur kaşlarını çatmıştı. Boğazından hırlamayı andıran bir ses çıkartırken bana doğru yürüdü. “Bir de beni ağlatsın bakalım!” Yanıma gelip kolumu tuttu. “Yürü, bana o siktiğim piçini göstereceksin!”
Kolumdan tutarak beni dışarı çıkartırken adımları fazla sabırsız ve hızlıydı. Ne için sabırsızlandığını bilmek bile kanımı donduruyordu. O adamın canına okuyacaktı. Beni yürümeye zorlarken çatık kaşlarla kısa bir an bana baktı. Bakışları değdiği her yerde büyük bir kaos yaratabilirdi. “O piç tüm bunları yaparken sen ne yaptın?”
Adımlarımı ona uydurmaya çalışırken somurttum. “Gelip size söyledim.”
“Öncesunde ne yaptun ula!” Sinirlenince şivesi değişiyordu.
“Kime?”
“O evveluyatuni siktiğum kansizuna!”
“Ondan korkmak dışında ona bir şey yapıp yapmadığımı mı soruyorsunuz?”
“Ben aldum cevabumi, kapataysun çenenu!”
“Benden uzak durun dedim o sayılır mı?”
“Durdu mu?”
“Hayır.”
“Demek ki sayılmayi!”
Konuşma şekli çok tatlıydı.
Aşağıya indiğimizde Karun ve Seçil’de peşimizden geliyordu. Az önce tacize uğradığım yere onları getirdiğimde Gurur, gömleğinin kollarını bir kat daha toplayarak bana döndü. “Hangisi?”
Sıradakileri kontrol edince o iri adamı sıranın en önünde buldum. Ben yukarı çıkıp derdimi anlatana kadar sıra ona gelmişti. Onu gösterip “Oradaki,” dediğim an Gurur yerinden fırlamıştı. Adama yaklaşıp ensesini kavradığı gibi suratını tezgâha çarptı. Sıradaki herkes bağırarak geriye kaçarken Karun’un kıvrılan dudaklarını gördüm. Kendinden beş ay küçük amcasını izlerken sırıttı. “Tamda bugünün sıkıcı geçtiğini düşünmeye başlamıştım.” Eğleniyor muydu?
Gurur tezgâha çarparak burnunu kanattığı adamı yere savurmuştu. Tacizci sapığa olan bakışları aşağılayıcı ve tiksinti doluydu. “Kalk lan ayağa!” Yüzündeki her kas seğirirken avıyla oynamak isteyen delici bir yanı ortaya çıkmıştı. “Kızı ağlatmasını biliyorsun ya, bir de beni ağlat bakalım!”
Adam neye uğradığını anlamazken küfürle karışık, “Senin derdin ne!” diye bağırıp ayağa kalktı. Yanındaki sandalyeyi kaptığı gibi Gurur’un üzerine yürüdü. Ancak daha ona yaklaşmadan Gurur adamın kaburgalarına sert bir tekme atarak onu tekrar yere düşürmüştü. Yerinde hiç kıpırdamadan buz gibi gözlerle adamı izlerken, “Kalk!” dedi bir kez daha. “Ben oraya gelirsem senin için çok daha kötüsü olacak.”
Adam ağzından tükürükler saçarak ayağa kalkıp onun üzerine yürüdü. Yumruğunu savurduğunda Gurur onun bileğini havada yakaladı ve kolunu sertçe bükerek adamın arkasına geçti. Gurur’un gözlerinde yıldırımlar çakarken onun bana yaptığı gibi o da nefesini tacizci adamın ensesine verdi. “Şimdi beni iyi dinle orospu evladı! Siktiğim nefesine sahip çık ki kesmeyeyim o nefesi!” Adamın kolunu sırtının arkasında tutarken hiç acımadan bükerek kırmıştı.
Kemiğin kırılma sesiyle refleks olarak Seçil’in koluna yapıştım. Adamın haykırışı kan donduruyordu. Gurur ise sadistçe onun bileğini daha da bükerken sırıttı. “Eline sahip çık ki kırmayayım!” Onu acıdan ağlatarak kırdığı bileği biraz daha büktü. “Bu siktiğim elin bir daha kimsenin karısına kızına uzanmayacak!”
“Artık uzanamaz çünkü onu kırdın,” dedi Karun sakince.
Gurur acıdan kıvrandırdığı adamı yeğe fırlatırken psikopatça güldü. “Hatırlatma için sağ ol yeğenim.”
Yeğenim lafıyla yüzünü buruşturan Karun, “Siktir git!” diyerek onu tersledi. “Senin yeğenin değilim.” Amcasının ondan beş ay küçük olmasından nefret ettiğini bilmeyen yoktu.
Gurur yerdeki adamın kaburgalarına tekme atıp onu iki büklüm ederken güldü. “Nefret etsen de yeğenimsin.” Ayağını kaldırıp adamın karın boşluğuna öyle bir geçirdi ki, tacizci herif nefesi kesilerek kan kusmuştu. Bu kadarına gerçekten gerek var mıydı?
Gurur bu yaptığı çok doğal bir şeymiş gibi bir yandan Karun’a laf yetiştiriyordu, bir yandan da üzerine eğildiği adama yumruklarını geçiriyordu. Adamın suratını kana bulayan bir yumruktan sonra başını kaldırıp Karun’a sakince baktı. “Tahminen ne zaman bana amca diyeceksin?” Allah aşkına konumuz bu muydu?
Ben korkudan baygınlık geçirmek üzereydim ancak Karun yerdeki adamın kanlar içinde kalan halini gördükçe keyifleniyordu. “Sana amca diyeceğim bir gün gelmeyecek.” Kan kusan adamı işaret edip hınzır bakışlarını Gurur’a çıkardı. Amcasına bakarken ona beni göstermişti. “Kıza yaptığı her şeyin karşılığını verdin ama bir şey eksik kaldı.” Gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. “Ona yavrum da demiş.”
Gurur adamın kanlı suratına bir yumruk daha atarken sinirden güldü. “Ona yavrum demeyeceğim.”
Karun kahkaha attı. “Israr ediyorum.”
“Siktir git.”
Dehşete kapılarak bu iki akıl hastasına bakıyordum. Tüm bu olanlar onları oldukça eğlendiriyordu. Bendeki son durumsa kalp krizine doğru gidiyordu. Adamın içler acısı hali nefesimi kesiyor, midemi bulandırarak titrememe neden oluyordu. Beni taciz ettiği için iyi bir dersi hak ettiğini biliyorum ama bu kadarına gereke var mıydı, emin değildim. Gurur ve Karun’un korumaları buraya gelip tüm bu kalabalığı dağıtmış, insanların görüntü almasını engellemişti. Hatta etrafımıza etten bir duvar örerek bizi bir çemberin içine almışlardı.
Korumaların arasından geçip halkanın içine giren bir kadın, “Gurur!” dedi sert bir sesle. “Bana kuyumcuda buluşalım dediğinde amacın birilerini benzetmek miydi?” Korku içinde yutkunduğunda kaşları çatıktı. “Kimseyle dalaşmayacağına söz vermiştin.” Dikkatli bakınca onun Gurur’un müstakbel nişanlısı Leyla Mahlaz olduğunu gördüm.
Güzel yüzü fazla üzgündü. Yerde kanlar içinde kalan adama baktıkça benimle aynı belirtileri gösteriyordu. Yüzü porselen gibi soluyor, kehribar gözleri titreşiyordu. Teni en az üzerindeki sarı elbise kadar solmaya başlamıştı. Kahverengi saçlarındaki ışıltı korku dolu gözlerinde yoktu. Kalp şeklindeki dudaklarını büzerek yutkunduğunda gördüklerine inanamıyor gibiydi.
Leyla kıvrımlı kirpiklerini büyük bir kederle süzerek hayal kırıklığı içinde Gurur’a baktı. “Bu işlerden uzak duracağına söz vermiştin.” İnsan Leyla’ya baktıkça ona olan hayranlığı artıyordu çünkü çok zarif ve güzel bir kadındı.
Gurur onu görünce yerdeki adamı yumruklamayı bırakıp hemen ayağa kalktı. Yakalanmış gibi kısık bir sesle küfrederek hemen sevdiği kadının yanına gitmişti. “Göründüğü gibi değil, Leyla’m.”
Ona yaklaşınca Leyla hemen geriye çekilerek aralarına biraz mesafe koydu. “Bana söz vermiştin.”
Gurur onu üzdüğünü gördüğü için nefesini sertçe verdi. Leyla’nın üzgün suratını görmekten nefret etmiş gibi bakıyordu. “Sözümü tutmaya çalışıyorum.”
Bir mafya lideriyken o sözü uzun süre tutması mümkün değildi. Leyla bunu çok iyi bilmesine rağmen ona neden böyle bir söz verdirdi, anlamıyordum. Babamdan dolayı bildiğim bir şey varsa o da bu tür adamların kan ve şiddetten uzak kalamayacağıydı. Ölüm onların hayatının her yerindeydi. İstese de bu hayatı arkalarından bırakıp temiz bir sayfa açamazlardı.
Deneseler bile karanlık dünyaları peşlerinde gelir, onları bir şekilde o dünyanın içine çekerdi. Kadınlar bunun bilincinde olarak onların ya hayatına girerdi ya da çıkardı. Leyla, Gurur’un nasıl bir dünyanın içine doğduğunu çok iyi bilmesine rağmen yargılayan gözlerle ona bakıyordu. “Sözünü tutuyorsan bu nedir?” Yerdeki adamı ona gösterip dik dik nişanlısına bakmaya başladı. “Bunu kim benzetti o zaman?”
Gurur tüm korumalara neredeyse kahkaha attıracak bir şey yaptı. Başıyla yeğenini gösterdi. “Karun dövdü onu.” Az kalsın bende gülecektim, onu döven Karun değildi.
Leyla onun bu kaçışlarına alışık olmalı ki zerre kadar ona inanmadı. “Karun değil onun yanında sen vardın.”
Gurur güzel sevgilisinin yüzüne bakarken gözlerindeki sertlikten eser yoktu. Bakışları biraz daha yumuşadığında boğazını temizledi. “Karun onu benzettiği için adamı uyandırmaya çalışıyordum.” Masumca omuzlarını kaldırıp indirdi. “Tam o esnada sen geldin.” Bir an gözlerime fazla sevimli gelmeye başlamıştı lakin Gurur gibi tehlikeli ve sert çehresi olan bir adam sevimli olmaktan çok uzaktı.
Şüpheci bir ifadeyle Leyla’nın gözleri kısıldığında bu konuyu uzatmakta ısrarcıydı. “Ayağınla tekme atıyordun ona!” Sanki sorun yerdeki adam değildi. Emin değilim ama Gurur’a karşı kullanacağı bir koz bulmuş gibi davranıyordu. Ne kadar doğru, bilmiyorum ama Leyla kapris yapıp onu peşinden koşturacak bir şey yakalamış gibi davranıyordu.
Herkesin içinde Gurur Kalender gibi birinden hesap sormak egosunu okşuyormuş gibi gözlerinde gizleyemediği bir kibir vardı. “Ona tekme attığını gördüm.”
Bu tür tartışmalarla Leyla onu canından bezdiriyormuş gibi Gurur’un yüzünde bıkkın bir ifade vardı. Ona gerçeği söylerse Leyla tüm gün onun başını ağrıtacakmış gibi gerçekleri inkâr ediyordu. Sanki Leyla’ya konuşacak daha fazla malzeme vermek istemiyordu. “Yanlış görmüşsün ben kimseye tekme atmadım,” diyerek omuzlarını silkti. “Uyansın diye adamı ayağımla dürtüyordum.” Kafası karışmış gibi saçlarını karıştırdı. “Başka nasıl uyandıracaktım onu?”
“Elinle.”
“Elimi mi kirleteyim, Leyla?”
“Elinde kan var!”
“Bak gördün mü, önce onu elimle uyandırmaya çalıştım ama işe yaramayınca ayağımla denemek istedim.” Haksız olmasına rağmen haklı haklı baktı. “Daha ne yapayım?”
Gurur’un savunması karşısında çıldırmak üzere olan Leyla kaşlarını biraz daha çatmıştı. “Karun yaptıysa neden onun üzerinde hiç kan yok?”
“Temiz çalışıyor piç.”
Leyla yönünü Karun’a çevirip ona yerdeki adamı gösterdi. “Onu bu hale sen mi getirdin?”
Karun tam hayır diyecekti ki Gurur tehdit eder gibi omuzlarını dikleştirince gülerek başını salladı. “Temiz çalışırım.”
Karun cephesinden de istediği yanıtı alamayan Leyla inanamayan gözlerle Gurur’a döndü. “Sonuna kadar inkâr edeceksin, değil mi?”
Gözleri hınzırca bakarken gülmemeye çalıştı. “Elinde hiç kanıtın yok.”
Leyla başını kaldırıp tavanı kontrol edince gözleri güvenlik kamerasında oyalandı. Bu esnada Gurur’da adamlarından birine bakıp dudaklarını sessizce oynattı. “Hallet hemen.”
Daha sonra ellerindeki kanı pantolonuna silerek sevdiği kadına yaklaştı. “Karun’un dövdüğü herifin hesabını benden sorduğun yeter.” Belinden tuttuğu gibi Leyla’yı yanına çekti. “Bir saattir beni kuyumcuda bekletiyorsun sen önce bunun hesabını ver.”
Leyla’nın bakışlarında zerre kadar yumuşama olmamıştı. “Sen önce bu yaptığının hesabını ver, Gurur ağa,” dedikten sonra ondan uzaklaştı. Gurur’a sırtını dönüp korumaların arasından çıkarken hâlâ ona kızıyordu. “Seni iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyor,” diyerek gitmişti. Kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Geldiğinden beri Gurur’a kızıp durdu ancak bir kez olsun ona neden bu adamı dövdüğünü sormamıştı.
Sanki onun gözlerinde Gurur her konuda haksızmış gibi neyi neden yaptığını bilmek istememişti. Gurur’un nedenlerinden çok ona kızmakla ilgileniyormuş gibi bir izlenim yaratmıştı. Karun giden kadının arkasından sıkkın gözlerle bakıp Gurur’a döndü. “Leyla’nın derdi ne?”
Gurur yüzünü sertçe ovuşturarak Leyla’nın peşinden giderken, “Nereden bileyim!” dedi küfreder gibi. “Son günlerde nefes alsam bile rahatsız oluyor.” Kalbim acıdı. Öylesine söylediği şeyler aslında hiç de öylesine söylenmemiş gibiydi. Aldığınız nefesle bile birilerini rahatsız ettiğinizi düşündürmek dünyanın en acı şeylerinden biriydi.
Abim Caner’in bana sıklıkla hissettirdiği şey buydu.
Nefes bile alsam ona batıyordu.
Fazla oyalanmadan Seçil ile oradan ayrılmıştık. Dışarı çıktığımızda korumalarımız bizi bekliyordu. Arabaya binip yola çıktığımızda kendimi tutamayıp iç çektim. “Yarın nişanlanıyorlar ama aralarında bazı sorunlar var gibi görünüyor.” Camdan dışarıya bakarken aklıma gelenlerle kıkırdadım. “Gurur’un Leyla’yı görünce bocalaması çok tatlıydı.”
“Farah sen geri zekalı mısın? Leyla’nın onu yalan söylemeye zorlamasının neresi tatlıydı? Hiçbir şey bildiğin yok.” Seçil’in sert sesiyle afallayarak ona döndüm. Onun kızgın ve ters bakışlarıyla karşılaşmayı beklemiyordum. “O kadın Gurur’a iyi gelmiyor çünkü onu değiştirmeye çalışıyor. Görmedin mi, onu olduğu gibi sevmiyor.” Seçil’i bu denli sinirlendiren benmişim gibi bakıyordu. “Boynunu bükerek yukarı gelmeseydin tüm bunlar olmazdı.”
Sanki ben gelmeden önce kuyumcuda Gurur ve Karun’la iyi vakit geçiriyormuş gibi öfkeyle bakıyordu. “O kadar beceriksizsin ki kendi başına hiçbir şeyi halledemiyorsun!” Küçümseyen bir ifadeyle, “Zavallısın,” diyerek beni bozguna uğrattı. “O adam sana iki dokundu diye ağlayıp sızlamana gerek var mıydı?”
Dilim tutulmuş bir şekilde inanamayan gözlerle kuzenime bakıyordum. Bana bunları gerçekten söyledi mi? “Ya ne yapsaydım?” Bunu sorarken şaşkınlığımı gizleyemiyordum. “Orada kalıp tacizlerini sürdürmesine izin mi verseydim?”
“Koşa koşa yukarı çıkmak yerine kendi başına halletseydin!”
“Sen hayırdır ya? Gurur’a mı aşıksın, ne bu tripler?”
Benden böyle bir karşılık beklemediği için önce şaşırdı, sonra panikledi ve en sonunda da kaşlarını çatarak kolumu sertçe sıktı. “Bakıyorum da sana bir cesaret yüklenmiş.” Canımı yakmak istercesine kolumu sıkarken bakışları düşmancaydı. “Karşında kim olduğunu unutmuşa benziyorsun!”
“Asıl sen karşında kim olduğunu unutuyorsun!” Kolumdaki elini sertçe çektiğimde gözlerindeki afallamayı gördüm. Her zaman böyle bir tepki vermezdim ancak tüm gün beni çalıştırması canıma tak etmişti. “Senin karşında koskoca bir bölge liderinin kızı, köklü bir aşiretinde hanım ağası var,” diyerek gözlerinin içine baktım. “Annemin annene yaptığı gibi bir muameleyle karşılaşmak istemiyorsan bir daha sakın bana dokunma.”
Sinirden alev alan bakışlarını görmek istemediğim için başımı cama çevirip dışarı baktım. Ona söylediklerim için daha şimdiden pişman olmuştum. İnsanların kalbini kırmaktan nefret ediyordum ama benim onlara gösterdiğim hassasiyeti onlar bana göstermiyordu. En sakin insanların bile bir eşref saati vardı. Sanırım Seçil az önce öyle bir saatime denk geldi yoksa kolay kolay ona karşılık vermezdim.
Annem bu yaptığı görse bana madalya takmaya bile kalkışabilirdi. Suratımı buruşturdum. İyi ki de görmemişti.
***
Ertesi gece
Aynadan kendime bakarken rahatsızlığım yüzüme yansıyordu. Üzerimde annemin yoğun ısrarları üzerine giydiğim düşük omuzlu beyaz bir elbise vardı. Elbisenin derin yırtmacına olan bakışlarım endişe vericiydi. Hasımlarımızın birinin nişanına giderken her anlamıyla ailemize yakışır giyinmeliymişim. Eğer annem bu elbiseyi giymem karşılığında bana bir haftalık yurtdışı tatili teklif etmeseydi asla giymezdim.
Bu evden ve içindeki insanlardan bir haftalığına da olsa kaçıp kurtulmak istediğimi çok iyi biliyordu. Beyaz elbisenin altına gümüş rengi ince topuklu ayakkabılar giymiştim. Saçlarımla bir saat uğraşıp onlara düz dalgalar vermek beni çok yormuştu. Boynuma kolye şeklinde sarkacımı takmış, makyajımı en güzel şekilde yapmıştım. Dün arabada Seçil’i kızdırdığım için sarkacı boynumdan çıkarmaya cesaret edemiyordum. Onu çalarsa bu sefer paramparça ederdi.
Aynadan gördüğüm kadın bana çok yabancıydı. Gözlüğümü ve rahat kıyafetlerimi daha şimdiden özlemiştim. “Bir hafta bu evden kurtulacaksın, Farah.” Kendime bunu hatırlatarak sakinleşmeye çalıştım. “Bir gece için bu rahatsız edici elbiseyi giyersen kuzenini görebilirsin.” Babamdan bir haftalık yurtdışı tatili koparırsam oradan gizlice İsviçre’ye geçer ve Aksa’ya güzel bir sürpriz yapabilirdim. Onu çok özlemiştim.
Aslında fena da görünmüyordum. Bana söylenenin aksine çirkin biri olmadığımı biliyordum. Hiçbir zaman çirkin olduğumu düşünmedim. Çirkin olduğum için gözlüklerin ve ucuz kıyafetlerin arkasına saklanmıyordum, nasıl rahat hissediyorsam öyle giyiniyordum. Kapalı kıyafetlerle bile birileri bana bakınca çok rahatsız oluyordum. Makyaj ve güzel kıyafetlerle daha çok ilgiyi üzerime çekeceğim için tüm bu şeylerden uzak duruyordum.
Albenisi olmayan biri gibi görünürsem insanlar bana bakmaz veya benimle konuşmaya çalışmazdı. Görünmez olmaya çalışıyordum. Bizimkileri daha fazla bekletmemek için çantamı ve pardösümü alarak odadan çıktım. Merdiveni inerken aşağıda bekleyenleri görünce daha şimdiden gerilmeye başlamıştım. Herkes çoktan hazırlanmış beni bekliyordu.
Abim Caner yerinde sabırsızca kıpırdanıp saatini kontrol etti. “Geç kaldık, neden hâlâ inmedi?” Hoşnutsuz bir sesle konuşup kaşlarını çattı. “Bu kadar insan Farah Hanım’ı bekliyoruz.”
Babamda orada olduğu için annem onun yanında tam bir sevgi pıtırcığı gibi davranırdı. Bu yüzden hiç istemese de Caner’e tebessüm etti. “İstersen sen önden git, kardeşin gelince biz sana yetişiriz.” Üvey oğlundan nefret ediyordu, aynı şekilde abimde bizden. Biz derken annemle ikimizi kastediyordum.
Seçil topuklu ayakkabılarının üzerinde salınırken, “Bu kadar geç hazırlanacak ne var ki?” diye ofladı. “Benim işim iki saatte bitti. Alt tarafı bir tişört ve pantolon giyecek, ne giydiğine bizim kadar önem vermi-” demişti ki beni görünce cümlesi yarım kalmıştı.
Ayakkabılarımın basamaklarda çıkardığı sesten ötürü şimdi hepsi başını kaldırmış bana bakıyordu. Onların bu bakışlarından kurtulmak için saklanmak istiyordum. Odama geri dönüp kapıyı üzerime kilitlersem annem çok kızar mıydı? Attığım her adımla elbisenin derin yırtmacından bacağım göründüğü için onu kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. Annem benim için daha az dekolteli bir şeyler seçebilirdi.
Bizimkilerin bana attığı bakışlar beni çok utandırıyordu. Seçil’in gözlerinde yoğun bir kıskançlık, ailesininkinde de çekememezlik vardı. Babamın dudaklarında küçük bir tebessüm oluşmuştu, annemse büyülenmiş gözlerle beni izliyordu. Caner’in baktığı tek yer yırtmacımdı. Her zaman beni bu halde görmediği için açık giyinmem onu rahatsız etmişti. Karısı Yonca yenge de çantasından çıkardığı aynadan kendine bakarak rujunu kontrol ediyordu.
Bir adım öne çıkan annem sanki bunun için bana bir haftalık yurtdışı tatili teklif etmemiş gibi gülümsedi. “Tam bir kuğuya dönüşmüşsün ördeğim.” Bir insana iltifat ederken bile nasıl hakaret edebilirdi?
“Anne kuğu derken bile ördek diyorsun.” Homurdandığımda babam gülerek bana elini uzattı. “Harika görünüyorsun küçük ördek.” Karı koca bunu yapmayı bırakmalılardı.
Babamın uzattığı elini tutarak son basamağı indiğimde onun koluna girdim. Annem yanıma gelip çantasından çıkardığı mücevher kutusunu benim çantama koydu. “Annen ve baban adına Leyla’ya bunu sen takacaksın.” Gözlerimi büyüttüm çünkü o kadar insanın gözleri önünde bunu asla yapamazdım.
Annemden önce babam itiraz kabul etmiyormuş gibi kolundaki elimi hafifçe sıktı. “Şu zamana kadar yeterince saklanmana izin verdim. Artık biraz ön plana çıkmanın zamanı geldi.”
Sızlanarak suratımı astım. “Bir haftalık tatil için bu çok fazla. Tatil süremi uzatırsanız belki düşünebilirim.”
Babam beni kapıya doğru kolunda yürütürken şiddetle karşı çıktı. “Bir hafta bile senden ayrı kalmam için çok fazla.”
“O şeyi geline takarken herkes gözünü dikip bana bakacak. Dökeceğim ecel terleri için bir aylık tatil iyi bir mükafat olabilir.”
“En fazla iki hafta.”
“Dört haftadan aşağısını kabul etmiyorum baba.”
“Üç günden daha yukarısı olmaz.”
“Tamam, iki hafta!” diye homurdandığımda gülmeye başladı. “Pazarlık konusunda öğreneceğin çok şeyin var.” Benim genel olarak babamdan öğreneceğim çok şeyim vardı. Neyse en azından iki haftalık tatili ona kabul ettirebilmiştim çünkü kolay kolay bir yerlere gitmeme izin vermezdi. En az annem kadar babamda bana çok düşkündü.
Kalabalık bir aile olduğumuz için birkaç arabayla yola çıkmıştık. Tabii önümüzde ve arkamızda bize eşlik eden birçok çakarlı araba vardı. Korumalar olmadan bir yerlere gitmek mümkün değildi. Babam ön koltukta oturduğu için annem aradaki paravanı çekip karşıma oturmuştu. Yol boyunca hep yaptığı gibi bana orada nasıl davranmam gerektiğini anlatmaya başlamıştı. Hasımlarımızın evinde yanlış bir şey yapıp yengemlere konuşacak bir şeyler vermemi istemiyordu.
Onun nasihatlerinden sıkılarak yanaklarımı havayla doldurdum. “Gurur Kalender hakkında ne biliyorsun?” Annemin dedikodu çevresi çok geniş olduğu için mutlaka bir şeyler biliyor olmalıydı. “Nişanı lüks bir mekândan yapmak yerine Kalenderlerin malikanesinden yaptırması beni korkutuyor.” Babam ve ailem için endişelenmeden duramıyordum. “Onun bölgesine gidiyoruz, yani mekân üstünlüğü onlarda olacak.”
Annem ihtiyatlı gözlerle beni izlerken güldü. “Bir delinin nişanına katılmak bile insanı korkutuyor, değil mi?” Gözlerinin ardından kederli bir ifade geçtiğinde hatırladıkları içini burkmuş gibiydi. “Her delinin hazin bir hikayesi vardır, Farah. Bir insanı tımarhanelere düşüren şey genelde aklının alamayacağı acılardır.” İçli bir şekilde gülümsedi. “Acının büyüklüğüne göre kalp kırılır, akıl uçup gider.”
Meraklanarak öne doğru eğildim. “Ne ki onun hikayesi?”
Bilmem dercesine omuzlarını silkti. “Kulaktan dolma bilgiler dışında bende pek bir şey bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla abisinden çok çekmiş. Çocuk yaşta anne ve babasını kaybettiği için abisinin ailesinden başka kimsesi kalmamış.” Bu kadarını bende biliyordum. Abisi ve yengesiyle görüşmüyordu ama onların çocuklarına da amcalık yapmayı bırakmıyordu. Başta Karun olmak üzere yeğenlerine çok düşkündü.
“Peki, Gurur ve Leyla hakkında ne düşünüyorsun?” Bunu neden sorduğumu bile bilmiyordum.
“Aralarındaki uyumsuzluğu bilmeyen yok.” Mini dolaptan çıkardığı içki şişesinin kapağını açarak kadehini doldurmaya başladı. “İkisinin hayat tarzları birbirine çok ters. Eğer Gurur ona karşı bu kadar sabırlı olmasaydı çoktan ayrılmışlardı.” Votkayı sek içmeyi sevdiği için birkaç yudum alarak arkasına yaslandı. “O kız Gurur’u seviyor ama yaşam şeklini ve olduğu kişiyi değil.”
“Hem seviyor hem sevmiyor mu? Kafam karıştı anne.” Son zamanlarda Gurur ile ilgili bir şeyler aklımı meşgul etmeye başlamıştı. Bu yüzden bir şeyleri kurcalamadan duramıyordum.
Annemin dedikodu bağlantıları çok güçlü olduğu için bildiklerini merak ediyordum. Hepsi bu da değil annem insanları iyi gözlemleyip sağlam analiz ederdi. Bu tür davetlerde ben hep bir yerlere saklanırdım, babamda kendi gibi adamları bulup sıkıcı konuşmalar yapardı. Ancak annem sahada olan kişiydi. Dedikodulara kulak kabartıp insanları gizlice dikizlemekte üstüne yoktu.
Kadehinde kalan votkayı içip boş kadehi yan tarafa bıraktı. “İkisinin birbirini sevdiği şüphesiz ancak ben aralarındaki şeyin aşk olduğunu sanmıyorum. Onlara dikkatli bakan herkes bunu anlayabilir.”
“Neden böyle düşünüyorsun?” Tüm bu soruların nereden çıktığını sormadı çünkü onunla hep birilerinin dedikodusunu yapardık. İnsanlar hakkında duyduğu her şeyi bana yetiştirmeye bayılırdı.
Sarı renkten sıkıldığı için tekrar orijinal rengine çevirdiği siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Abisi bir seferinde Gurur’u öldürtmeye çok yaklaşmıştı. Saldırıya uğradığında Gurur henüz on yedi yaşındaydı. Ağır yaralı bir halde abisinin elinden kaçıp o gece rastgele bir evin kapısını çalmış.” Bana bakarak sırıttı. “Kapısını çaldığı o aile kim dersin?” Hınzırca gülerek başını salladı. “Leyla’nın ailesiydi.”
Afallayarak gözlerimi büyüttüm. “Böyle mi tanıştılar?” İkisinin mazisi düşündüğümden çok daha eskiymiş.
Başını sallayarak beni onayladı. “Allah’ın işi işte vadesi dolmayanı öldürmüyor. Leyla’nın babası bir doktor olduğu için Gurur’un ilk müdahalesini evinden yapmış. Şeref Kalender’in adamları kapıya dayandığında Gurur’u onlardan saklayanda oydu. Daha sonra çalıştığı hastaneye onu sevk edip her şeyiyle ilgilenmiş. Tabii tüm bu süreçte on altı yaşındaki Leyla’da üç ay boyunca hastanede Gurur’u ziyaret edip durmuş.”
Yutkunduğumda takıldığım yer Leyla’nın ziyaretleri değildi. “Üç ay hastanede mi kaldı?” Çok ağır yaralanmış olmalıydı ve en acısı da bunu ona yapan öz abisiydi.
“Eski sağlığına kavuşması üç ayını almış diye duydum.” Annem ateş başında hikâye anlatan nineler gibi yüzüne fazladan gizem kattı. “Gurur on yedisinde bir gençti ve her gün onu ziyarete gelen genç bir kız vardı. O yaşlarda sevmek ve ayrılmak gençler için çok kolaydı. Zor bir dönemden geçiyordu, yani yeni ölümden dönmüştü ve hasta yatağında etrafında gördüğü tek kız Leyla’ydı,” diyerek tebessüm etti. “İster istemez aralarında bir çekim olmuştur.”
“Bunun nesi yanlış?”
“Yanlış olan sevginin temelinde olan minnet duygusu ve suçluluk hissi,” diyerek manidar bir ifadeyle yüzüme baktı. “Normal şartlarda belki bir süre çıkıp daha sonra ayrılırlardı. Belki de ilişkileri yılları bulmazdı. Ancak o yıl Gurur yüzünden Leyla kimsesiz kaldı. Şeref Kalender, Gurur’a yardım ettikleri için Leyla’nın tüm ailesini öldürttü. Leyla’yı bile Gurur son anda kurtarabildi. Gurur kimsesizliği çok iyi bilen bir çocuktu ve artık onun yüzünden Leyla’da kimsesiz kalmıştı.” Midem kasıldı. Aralarındaki sevginin temelinde gerçekten de minnet ve suçluluk duygusu olabilir miydi?
Annem buna körü körüne inanıyormuş gibi soğukkanlı bir şekilde konuşmayı sürdürdü. “Gurur için Leyla’yı asıl anlamlı kılan o olay oldu.” Böyle olduğuna fazla emindi. “Ona yardım ettikleri için kızın ailesi ölmüştü, üstelik duyduğuma göre Leyla’nın babası da son nefesinde kızını Gurur’a emanet etmiş. O günden sonra Leyla’yı hayatının merkezine koydu ve kalbindeki tüm sevgiyi ona vermeye çalıştı.” Omuzlarını silkti. “Belki sandığı gibi aşktan belki de suçluluk duygusundan, bunu kimse bilemez.”
“Peki, Leyla?” Bunu sorarken öne doğru biraz daha eğilmiştim. “Sence Leyla onu seviyor mu?”
Annemin bundan hiç şüphesi yokmuş gibi başını salladı. “Onu seviyor ama bence ona aşık değil. Eğer öyle olmasaydı Gurur’u her şeyiyle kabul ederdi çünkü aşk birini tüm kusurlarıyla sevmek demek. Leyla’nın Gurur’dan nefret ettiği şeyler, sevdiği şeylerden daha fazla.” Boyalı dudaklarını büzdü. “O ikisinin aşkı bildiklerini bile sanmıyorum. Aralarındaki sevgiyi aşk sanıyor olabilirler.”
Gözlerinin ardından asla anlayamayacağım bir ifade geçti. “Delilerin mazisi derindir, Farah. Böyle adamlar severse ölümüne severler, nefret ederlerse de geriye külleri kalana kadar uğraşırlar.”
“Babam hangi gruba giriyor?”
“Baban akıl hastası bir deli mi, Farah?”
“Ben hangi gruba giriyorum?”
“Anatidae.”
“O ne öyle?”
Gülmeye başladı. “Ördek familyasının ismi.”
Kızgınlıkla kaşlarımı çattığımda ondan uzaklaşıp koltuğuma yaslanmıştım. “Çantamdaki takıyı Leyla’ya takmayacağım!”
“İki haftalık tatili unut.”
“Tamam, takacağım,” dediğimde güldü. Annem beni deli ediyordu.
Araba Kalender malikanesine yaklaşınca çantasındaki aynayı çıkartıp yüzündeki makyajı kontrol etmeye başladı. “Anne lütfen eve dönelim. Düşman bölgesine girmekten hiç memnun değilim.” Bu konuda endişelenmeden duramıyordum. “Nişanda ya silahlar patlarsa?”
Makyajını kontrol ettikten sonra aynayı çantasına koydu. “Bu gece içimizde korkmaması gereken tek kişi sensin.”
“O nedenmiş?” diye homurdandığımda sırıttı. “Sen herkesin içindeki merhameti ortaya çıkartabilen birisin, Farah. Sırf babandan nefret ediyorlar diye Kalenderlerin sana zarar vereceğini sanmıyorum.”
Ona tam yanıldığını söyleyecektim ki kuyumcuda olanları hatırlayınca sustum. Kızaran gözlerle içeri girdiğimde Gurur ve Karun’un yüzünde oluşan o yoğun öfkeyi görmüştüm. Zaten hemen devamında Gurur benim için o adamın tüm kemiklerini kırmıştı. Tabii orada ikisi de beni bir hizmetçi sanıyordu. Ümit Tozlu’nun kızı olduğumu bilselerdi yine yardım ederler miydi, bilmiyordum.
Arabalar içeri girmedi, bu kadar araba bahçeye sığmazdı. Diğer konuklarda geldiği için dışarıda sayısız araba vardı ve bir o kadar gazeteci. Dışarıdaki korumalar basından kimseyi içeri almıyordu ve onları arabalardan inen konuklardan uzak tutuyorlardı. Ne yazık ki bu onların görüntü almasına engel değildi. Babam bana kolunu uzattığında suratımda patlayan flaşlar yüzünden her an tekrar arabanın içine girebilirdim.
Şu zamana kadar basından kaçmayı başarmıştım lakin bu gece her biri fotoğrafımı bolca çekmişti. Nişana katılan bizim gibi önemli konuklar yanlarındaki korumalarla gelmişti. Bu yüzden dışarıdaki araba ve koruma sayısı çok fazlaydı. Arabalardan indiğimizde korumalar dışarıda kaldı çünkü diğer liderlerin korumaları da dışarıdaydı. Geleceğimiz önceden bildirildiği için bahçenin çift kanatlı kapıları bizim için açılmıştı.
Diğer akrabalarımızda arabalardan indiğinde Tozlu ailesinden elliye yakın üye vardı. Bizler aşiret gibi köklü ve kalabalık bir aileydik. İstanbul’da olduğundan daha fazlası Diyarbakır’daydı. Babamın kolunda bahçeye girdiğimizde gördüklerim beni gülümsetti. Bahçedeki süslemelere bakılırsa nişan malikanenin içinde değil bahçede olacaktı.
Her yerde birçok masa vardı. Bahçedeki süslemeyi gerçekten sevmiştim. Işıklarla süslenen bahçenin birçok yerinde sepet sepet çiçekler vardı. Henüz içine girmemiştim ama Kalenderlerin malikanesi gözüme sayar gibi göründü. Bizim malikanemizden bile daha büyüktü.
Hazırlanmak için odamda can çekişirken bizimkileri çok beklettiğim için geç kalmıştık. En son biz gelmiş olmalıyız ki kutlamalar çoktan başlamıştı. Orkestra bile bahçeye kurulmuştu. Konuklar susup bize dönünce orkestra da bir terslik olduğunu anlayıp müziği durdurmuştu. Neden bu kadar şaşırdıklarını anlayabiliyordum. Babam ve Gurur arasında uzun zamandır bir husumet vardı. Kimse Tozlu ailesini Kalenderlere ait bir yerde görmeyi beklemiyorlardı.
Babam düşmanlarıyla bile diplomatik bir ilişki içindeydi, bu yüzden daveti geri çevirmek yerine katılmamızı uygun görmüştü. Kalenderler kalabalığın içinden sıyrılarak bize doğru gelmeye başladılar. Gurur, Karun, Çağıl ve Levent… Hepsi bu kadardı. Leyla yanlarında yoktu, muhtemelen içeride hazırlanıyordu. Gurur’un bu özel gününde yanında olan tek yakınları nefret ettiği abisinden olan üç yeğeniydi. Başlarında bir aile büyükleri bile yoktu.
Gözlerim sırasıyla Kalender erkeklerinin üzerinde oyalanmaya başladığında iç çekmemek için kendimi zor tuttum. En küçükleri Levent dışında diğer üçü dudak uçuklatıyordu. Levent üniversiteli, zayıf ve sıska bir çocuktu ancak çirkin de sayılmazdı. O gözlüklerle abileri ve amcasının aksine sevimli bile sayılırdı. Gözlerim Çağıl Kalender’i bulunca bu ailenin erkeklerinin gerçekten çok yakışıklı olduğunu anladım.
Yakışıklı oldukları kadar bu ailenin erkekleri çok değişikti. Amcası Gurur bir mafya lideriydi, abisi Karun’da mafyaydı fakat Çağıl askerdi. Kendi için seçtiği meslek Gurur ve Karun’u deli ediyor olmalıydı. Tam emin değilim ama Çağıl yirmi beş yaşlarında olmalıydı. Diğerlerinin aksine üzerinde takım elbise yoktu.
Asker yeşili bir tişört, yandan cepleri olan kargo pantolon ve postallarıyla diğerlerinden çok farklı görünüyordu. Sanki görev yerinden yeni ayrılıp ayağının tozuyla amcasının nişanına gelmişti. Büyük ihtimalle öyleydi de çünkü üzerini değiştirmeye bile vakti olmamış gibi ela gözlerinden yorgunluk akıyordu.
Boylu poslu yakışıklı biri olduğu için amcası ve abisinin gölgesinde kalan biri değildi. Onlardan bahsederken hep Kalender erkekleri dememin nedenlerinden biri de ailelerinde Kalender soyadında hiç kadın olmamasıydı. Tabii annelerini saymazsak. Bildiğim kadarıyla anneleriyle yıllardır hiç görüşmüyorlardı. Sadece babaları Şeref Kalender’den değil annelerinden de nefret ediyorlardı. Bu malikanenin içinde hiç kadın Kalender yoktu. Çok yakında Gurur, Leyla ile evlendiğinde Leyla uzun zaman sonra Kalender soyadını alan ilk kadın olacaktı.
İzlendiğimi hissedince Çağıl’a bakmayı bırakıp başımı çevirdim ve Gurur’un yeşilleriyle göz göze geldim. Kalbim bir anda hızlanmıştı. Yanımda babam ve ailem olmasına rağmen doğrudan bana bakıyordu. Daha dün onu bir hizmetçiyim diye kandırmışken bugün beni ezeli düşmanının kolunda görüyordu. İlginç olansa buna zerre kadar şaşırmamasıydı.
Sadece o değil Karun’da hiç şaşırmamıştı. Nefes alışlarım bile hızlanmıştı. Başından beri kim olduğumu biliyorlardı, değil mi? Bunu bilmesine rağmen Gurur dün benim için bir adamı komalık etmişti. İşte bunu beklemiyordum.
Artık iki katı bir heyecanla ona bakıyordum. Ona çok yakışan siyah takım elbisenin içinde adım adım bize yaklaşırken gelişigüzel beni süzdü. Her zaman sönük görünen ve çoğunlukla bir kalemle topuz yaptığım saçlarımdaki değişiklik gözüne ilişti. Saçlarım bu geceye özel daha canlı ve parlak görünüyorlardı. Tişört giyince bile üzerine mutlaka hırka giyerken bu gece omuzları düşük beyaz bir elbiseyle karşısındaydım.
Gözlüklerin olmadığı yüzüme ve uzun elbisemin derin yırtmacına bile öylesine bakmıştı. Üzerime değen bakışları baktığı yerde bir saniyeden fazla oyalanmıyordu. Sanki dünkü ve bugünkü kız arasındaki farkı izliyordu. Bendeki değişimi gözleri yadırgadığı için bakıyordu ama bakışlarında rahatsız edici hiçbir şey yoktu. Art niyet şöyle dursun, gözlerinde en küçük bir duygu bile yoktu. Bakışları fazla düz ve hissizdi.
Küçük bir yanım o güzel gözlerde minik bir duygu kırıntısı görmeyi isterdi ama bakışları boştu. Ne diyebilirim ki nişanlı bir adam olmanın hakkını fazlasıyla veriyordu. Nişanlısı dışındaki kadınlara birkaç saniyeden daha uzun bakmıyordu ve itiraf etmeliyim ki böyle olmasını sevmiştim.
Yanımıza geldiklerinde iki aile karşı karşıya durdu. Babamın koluna tutunmasam her an yere düşebilirdim. Babamın kolunda olmam bana gereken cesareti verdiği için şimdilik korkularımı yatıştırabiliyordum. Gurur son derece soğukkanlı bir şekilde babama bakıp, “Hoş geldiniz,” deyince nefesimi sesli bir şekilde vermemek için kendimi zor tuttum. Rahatlamıştım. Bizi insancıl bir şekilde karşılaması bir ev sahibinde olması gereken bir davranıştı. Bizi buraya o davet etmişken ters bir karşılık vermesi çok tuhaf olurdu.
Babamda tıpkı onun gibi ifadesiz bir suratla başını salladı. “Hoş bulduk.” Tokalaşmak için Gurur’a elini uzattığında gerildim. Keşke bu kısmı es geçseydik çünkü Gurur’un babamın elini sıkmama ihtimali vardı.
Buradaki herkes bizi izlerken babamın uzattığı eli sıkmaması babam için çok aşağılayıcı olurdu. Babamın eline olan bakışları fazla katı ve soğuktu. Düşmanının elini sıkacak birine benzemiyordu. Kısa bir an benimle göz göze gelince bir anda her şey değişmişti. Yalvaran bakışlarım içinde bir yerlere dokunmuş olmalı ki kızar gibi bana tersçe bakıp önüne dönmüştü. İstemeye istemeye babamın elini sıkınca omurgama sıcak bir his yayıldı.
Benim için babamın elini sıkmıştı.
Karun ve diğerleri de babamla tokalaşınca bahçedeki gerginlik biraz olsun dağılmaya başladı. Karun’un mavilerinde hınzır bir ifade geçtiğinde babama bakıp gözleriyle beni işaret etti. “Bu genç hanım kim?”
Annem gereksiz bir övünmeyle, “Tahmin edin bakalım?” deyince Gurur’un dudağının köşesi kıvrıldı. “Hizmetçiniz mi?” Böyle bir şeyi sorması annemi şoka ederken Karun’u güldürdü. Amcasına bakıp, “Piç kurusu,” derken bile gülüşünü saklayamıyordu. Yüzüm yanmaya başlamıştı. Gurur dünkü yalanımın intikamını alıyordu.
Annem ve babam dik dik bana bakmaya başlayınca hemen bakışlarımı kaçırdım. Önüme çıkan herkese Tozlu ailesinin hizmetçisi olduğumu söylediğimi bir kez daha anlamışlardı. Gurur utançtan kızaran yüzüme eğlenen gözlerle bakarken başta ailem olmak üzere buradaki herkesi şaşırtacak bir şey yaptı. Artık resmi bir şekilde tanışmamızın zamanı gelmiş gibi bana elini uzattı. Kaskatı kesildim.
Gözlerimin içine bakarak, “Gurur Kalender,” deyince kalbim kaburgalarımı tekmelemeye başlamıştı. Onun karşısında neden bu kadar heyecanlandığımı hiç bilmiyordum.
Onun eline bakarken korku ve heyecan karışımı bir duyguyla dolup taşmıştım. Aldığım hızlı nefesleri kontrol etmeye çalışarak babamın kolundaki elimi çektim. Titreyen elimi onun iri avucunun içine bırakıp başımı kaldırdım ve konuşmak için kendimi zorladım. “Farah Tozlu.” Adımı söylerken bile sesim titriyordu. Ona dokunmak çok garip bir histi.
Parmakları avucunun içinde kaybolan elimi sardı ve hafifçe sıktı. Onun gözlerinde kaybolurken nabzım boğazımda atmaya başlamıştı. İncitmekten korkarcasına naifçe sıkmıştı elimi. Sanki karşısında kırılmaya müsait camdan bir kadın vardı ve o, elinden geldiğince beni kendi gücünden korumaya çalışmıştı.
Eli sıcacıktı.
Tıpkı bir ateş gibi.
Belki de ben sıcaktım, yanmaya başlamış gibi…
Yorumlar