Roman
  • 01/12/2025

14-SİNİR KRİZİ

Öğleye doğru eve tek başıma dönmüştüm çünkü Farah kuzenini orada yalnız bırakmak istememişti. Elimde bir baltayla arabadan indim. Dünkü o yersiz şakasından sonra Demet Hanım’a bir şaka da biz yapalım bakalım! Bahçedeki korumalar bu baltayla ne yapacağımı düşünürken onların bakışları altında eve girdim. O cadı karının evini başına yıkacaktım! İşe o siktiğim avizeyle başlayacağım! Çok fazla ışık yayıyordu.

Eve girince baltayı holdeki büyük süs bitkisinin çanağına geçirdim. Bana kapıyı açan hizmetçi korkudan çığlık atarken bitkinin toprağını zemine saçmıştım. Yürüyüp muhtemelen çok pahalı olan tabloyu da yere düşürüp baltayla parçaladım. Bağırmaktan başka hiçbir şey yapmayan hizmetçi, “Hanımım!” diye ciyaklayıp merdivene koşunca sırıttım. Gidip çağırsın bakalım o süslü cadıyı.

Holde gördüğüm her şeyi parçaladıktan sonra salona girdim. İlk işim baltayı yemek masasına geçirmek olmuştu. “Ulan harbi rahatlatıyor.” Terapi gibi geliyordu.

Masanın farklı yerlerine baltayı geçirip kullanılmaz bir hale getirdikten sonra koltuklara yöneldim. Altın varaklı koltukların döşemelerini baltayla delik deşik ettikçe sinirlerimden arınıyordum. Psikologları siktir edin benim en iyi terapi yöntemim bir şeyleri kırıp dökmekti.

Demet Hanım koşarak içeri girdiğinde gördükleriyle tiz bir ses çıkardı. Saçlarında bigudiler ve yüzünde kahverengi değişik bir maske vardı. Yeterince korkunç görünmüyormuş gibi bir de o cırtlak sesiyle bağırıp dehşete kapılmış gibi gözlerini büyütüyordu. “Neden evimin ırzına geçiyorsun!”

“İzle bak dokuz doğurtacağım evine!” Yürüyüp baltayı pencerelere geçirdiğimde evin her yerine camlar döküldü. Etrafa sıçrayan cam parçalarından bazıları üzerime savrulduğu için elimde çizikler açmıştı. Demet Hanım çılgına dönerek yardım ister gibi kapıya bakıyordu.

Sanki korumaları beni durdurabilirmiş gibi onlara sesleniyor ve kocasının hastanede olduğunu unutup, “Ümit!” diye bağırıyordu. “Ümit’i çağırın hemen!”

“Kralı gelsin bakalım durdurabilir mi beni!” Tüm pencereleri yere serdikten sonra hızlı adımlarla gümüşlüğün yanına gittim. Bana doğru koşup, “Dur!” diye bağırmıştı ki dolabı tutup yere serdim. İçindeki tüm tabaklar zemine dökülerek paramparça olmuştu. Valla rahatlatıyordu.

Demet Hanım ellerini başına bastırıp sinirle yerinde tepinmeye başladı. “Hepsinin parasını sana ödeteceğim!”

“Benden bir kuruş bile alamazsın cadı karı!” Duvarın yarısını kaplayan televizyonun yanına yürüdüğümde baltadan dolayı bana yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Yüzünde cıvık bir maske varken beni durdurmak için ellerini öne uzattı. “Ona zarar verirsen seni parçalarım! O televizyon senden daha değerli!”

Dudaklarım kıvrıldığında gözlerinin içine bakarak sırıttım. “Hiçbir şey benim değerimle kıyaslanamaz. Ben tek başıma bir ulusum, arasan benim gibi damadı bulamazsın.” Gözlerinin önünde baltayı televizyona geçirdim. “Gerçi sen bir doktoru tercih ederdin!” Burada ben varken doktor bir damat nasıl isterdi!

“Kompleksli egoist piç!” Yerdeki kırık tabağı alıp bana fırlattı. “Kızıma senden daha iyisini bulacağım!”

“Sadece bu katı yıkacaktım ama artık üst katlara da çıkmak farz oldu!”

“Farah senden daha iyisini bulamaz!”

“Ha şöyle yola gel.” Gülmemeye çalışarak ona tavandaki avizeyi gösterdim. “Ona birkaç kurşun sıktıktan sonra duracağım.”

Sinirden zangır zangır titrerken sıktığı dişlerinin arasından bana gülümsemeye çalıştı. “Avizeye dokunmazsan kızımla evli kalman için sana yardım ederim.”

Elimde baltayla öylece kalakaldım. “Bir avize için kızını mı harcıyorsun?”

“O avize için seni bile satabilirim ama bir alıcın çıkacağını hiç sanmıyorum!”

Belimdeki silahı çıkartıp avizeye doğrulttuğumda telaşa kapılarak, “Ay avize yanında halt etmiş damat!” dedi hızlıca. “Sen tek başına bir ulussun avize ne ki.”

“O zaman bir kurşun sıkmayı çok görmezsin damadına?”

“Seni boğarım piç kurusu!”

Gülerek silahımı yeniden belime taktım. Onun için bu kadar ceza yeterdi. Parçaladıklarım sayesinde sinirlerimden arınmış bir şekilde karşısında durdum. Farah’ın bir benzeri olan siyah gözleri öfkeden çakmak çakmak yanıyordu. Elini tutup baltayı avucuna tutuşturdum. “Karım için yeni bir koca bulmayı unut!”

Kaşlarını çattığında etrafımızdaki dağınıklığı ona gösterdim. “Bir saat içinde Farah’ı bu eve getirirsen sana tüm bunların beş katı bir çek yazarım.” Kuzeni oradayken Farah hastaneden ayrılmamak konusunda çok inatçıydı. Onun olmadığı bir ev fazla sıkıcıydı.

Demet Hanım elindeki baltayı sıkarak omuzlarını dikleştirdi. “Yarım saat içinde onu buraya gelmeye ikna edersem?”

“Kırdıklarımın on katı.”

“On beş.”

“Karşında enayi mi var senin?”

“Ya hastanede yakışıklı bir doktora kalbini kaptırırsa?”

“Karım on beş dakika içinde burada olursa yirmi katı!” dediğimde sesli güldü. “Anlaştık.” Bu karı şeytana bile pabucunu ters giydirirdi. Farah onun yarısı kadar olsaydı neler yapardı, düşünmek bile istemiyordum.

Yukarı çıktığımda üzerimi değiştirmek için gardıroba yürümüştüm ki durdum. Her yerim kan içindeydi. Bu kıyafetlerden kurtulabilirdim ama öldürdüğüm adamların kanları tenime sinmişti. Farah’ın pis herif diyen sesi kulağımda çınlayınca üşenerek banyoya yürüdüm. O gelene kadar yıkansam iyi olacaktı.

Onun gibi titiz bir kadını kızdıracağımı bilmeme rağmen üzerimdeki her şeyi çıkartıp yere attım. Şu kirli sepeti dedikleri şeyi aramakla uğraşmayacaktım. Suyu ayarlayıp duşakabinin içine girdiğimde su fazla sıcak geldi. Suyun sıcaklık derecesini biraz daha düşürüp şampuana uzandım lakin su hâlâ çok sıcaktı. Belki de normaldi ama ben fazla sıcak hissediyordum. Vücudum resmen yanıyordu. Böyle anlarda ateşi en çok sırtımda hissederdim.

Suyu soğuğa alınca sonunda istediğim konfora ulaşmıştım. “Seni doğuran ana beni de doğurmasaydı ona küfrederdim, Şeref!” Kadıncağız nereden bilsin ki nasıl bir Deccal doğurduğunu.

Muhtemelen soğuk ama bana ılık gelen suyun altında uzun süre çıkmadım. Üzerimdeki kan kokusu tenimden gidene kadar yıkanmıştım. Duşakabinden çıkıp askıdaki havluyu alıp belime sardım. Saçlarım için de bir havlu alıp odaya girdiğimde Farah’ı beklerken Seçil’i gördüm. Neden buradaydı?

Sırtım banyo kapısına dönükken yerimden hiç kıpırdamadım. Mesafeli bir sesle konuşarak dikkatini çekmeye çalıştım. “Hayırdır baldız odamda ne işin var?” Elindeki benim parfüm şişem miydi?

Sesimi duyunca parfüm şişesini diğerlerinin yanına koyup aceleyle bana döndü. Beni banyo kapısının önünde uygunsuz bir halde görünce utanıp hemen odadan çıkmasını bekliyordum ama öyle olmadı. Seçil banyoda olduğumu biliyormuş gibi rahattı. “Ben Farah’a bakmıştım.” Bunları söylerken mavi lens taktığı gözleri rahatsız edici bir şekilde vücudumda oyalanıyordu.

“Farah burada değil.” Ona kapıyı gösterdim. “Karım burada değilken odamda olmamalısın.” Sırtımdan dolayı banyo kapısının önünde hiç kıpırdayamıyordum. Gardıroptan giyecek bir şeyler almak istiyordum ancak Seçil buradayken bunu yapamazdım.

Açık bir şekilde gitmesini istememe rağmen dışarı çıkmadı. Beni hiç duymuyormuş gibi gardıroba yürüyüp, “Giyinirsen bir sorun kalmaz,” demesini şaşkınlıkla izledim. Dolabın bana ait kısmını açıp benim için bir şeyler seçmeye başladı. Bir düzüne beyaz gömlek ve siyah pantolonla karşılaşınca güldü. “Farklı renklere de şans vermelisin.”

Onunla bu odada yalnız olmak beni huzursuz etmeye başladığı için, “Seçil,” dedim üzerine basa basa. “Dışarı çık.” Sesim haddinden fazla soğuktu. “Farah birazdan gelir o bana kıyafet seçer.”

Komik bir şey söylemişim gibi şuh bir sesle güldü. “Farah ne anlasın sana karılık yapmaktan.” Dolaptan çıkardığı şeyleri yatağın üzerine koydu. “Farah hâlâ bir çocuk. Bıraksalar bebeklerle oynayacak kadar çocuk.”

Sözleri ve bana olan bakışları canımı sıktığı için kaşlarımı belli belirsiz çattım. “Kucağına bir bebek verdiğimde bizimkiyle oynar.” Bu sözleri ona yerini ve haddini bildirmek için söylemiştim. “Karımı büyütmek benim meselem şimdi çık şu odadan!”

Israrla beni duymazdan gelip yanıma gelmesi beni kızdırmıştı. Karşımda durduğunda yüzünde alaycı bir ifade vardı. “Ondan hoşlanmıyorsun bile neden onu savunduğunu anlamıyorum.” Gözleri nemli vücudumda gezindiğinde bakışlarında gördüğüm beğeniyle midem bulandı. Ne oluyor lan bu siktiğim yerinde!

Son tartışmamızda Farah haklı olabilir miydi?

Kıza bir de zihniyeti kirli dedik ulan!

“Ona acıdığın için onu yanında tutuyorsun.” Seçil başını omzuna doğru eğip ayartıcı gözlerle beni süzmeye başladı. “Farah senin gibi bir adam için yetersiz.”

Bakışları yeterince midemi bulandırmıyormuş gibi söyledikleri kafamın tasını arttırdı. “Karım hakkında konuşup durma!” Çatık kaşlarla üzerine yürüyüp kolunu tuttum ve canını yakmak istercesine sertçe sıktım. “Edebini takın yoksa kadın falan dinlemem seni bu odadan ağlatarak gönderirim!” Bunu yapmam an meselesiydi.

Sıktığım kolu yüzünden acı çeken gözlerle bana bakarken kısık bir sesle, “Kendini kandırma,” diyerek ayarlarımla daha fazla oynadı. “Ona karşı hiçbir şey hissetmiyorsun.” Kendini kandıran biri vardı ama o ben değildim.

Söylediği her şeyle kan beynime sıçrarken dişlerimi kırmak istercesine sıkıyordum. Başımı eğip gözlerinin içine baktığımda ona olan bakışlarım tahammülsüzdü. “Şimdi beni iyi dinle!” dedim sert bir sesle. “Farah’ın boynundan çalacağım bir öpücüğü dünyadaki hiçbir kadının dudaklarına değişmem! Karım öyle bir mevzu bende!” Onu itercesine bırakıp kapıyı gösterdim. “Şimdi siktir git odamdan!”

Odanın kapısı bir anda açılınca gördüğüm kişiyle kısık bir sesle küfrettim. Zamanlamanı sikeyim, Farah! Nemrudun Kızı hiç olmadık bir zamanda odaya girmişti. Gözlüklerin ardına sakladığı gece karası gözleri Seçil ile ikimizin üzerinde oyalanıyordu. Kapının önünde donmuş bir şekilde dururken elini uzatıp kablolu kulaklığını çekerek çıkardı. Daha şimdiden ikinci tokadı yanağımda hissedebiliyordum.

Hay ben böyle işin ta amına koyayım!

Farah baştan ayağa beni izlerken üzerimde havlu dışında hiçbir şey olmadığını gördü. Kaşları çatıldı. Seçil’in tam karşımda durması da ona iyi şeyler düşündürtmüyordu. Hep sakin bakan gözlerinde çakan şimşeklerin her biri benim üzerime düşüyormuş gibi gergindim. Seçil’in bir şeyler söyleyerek onu yatıştırmasını bekledim ama Seçil, yakalanmışız gibi davranıp endişeyle ona bakınca kaşlarımı çattım. Sikeyim, kabak yine benim başıma patlayacaktı!

Farah donuk gözlerle Seçil’e baktığı için ne düşündüğünü anlayamıyordum. “Odamda ne işin var?” Daha sonra yavaş bir hareketle bakışlarını bana çevirdi. “Neden giyinik değilsin?” Sakince konuşup korku filmlerinden fırlamış gibi ağır tepkiler verdiği için insanın ödünü kopartıyordu!

Seçil onun gözlerinin içine bakıp dudaklarını büzerek konuştu. “Aksa’yı sormak için odana gelmiştim.” Farah’ın aklından geçen düşüncelerden dolayı onu kınar gibi ona üstten bakmaya başladı. “Ne bu suratının hali? Yoksa kocanı ayarttığımı falan mı düşünüyorsun?” Ulan ben utandım burada. Böyle bir şeyin şakası bile yapılmazdı ama bu kız açık açık dalgasını geçiyordu.

“Kocamı ayartmaya çalıştığını düşünmüyorum.” Farah sakince konuşup hızlı adımlarla onun üzerine yürüdü. “Bunu yaptığını biliyorum!” Seçil’in suratına öyle bir tokat attı ki, onu yere sermişti. Hayret ettim çünkü tokadın şiddetli sesi kulağımda çınlamıştı ama beni afallatan attığı tokat değildi. Birine bu sertlikte vurmasıydı.

Tersi pismiş.

Seçil yerde dizlerinin üzerinde dururken elini yanağına bastırıp şoke olmuş bir ifadeyle kafasını kaldırdı. “Sen bana vurdun mu?”

Asıl şaşırtıcı olansa Farah’ın haddinden fazla sakin olmasıydı. Kaşları bile çatık değildi. Sinirliyse bile yüzüne bakınca bu anlaşılmıyordu. Seçil’e tepeden bakarken dudakları kıvrıldı ve sevimli bulduğum bir şekilde gülümsedi. “Endişelenmen gereken tek şey yediğin tokat değil.”

Farah sakin halleri ve ılımlı gülümseyişiyle oldukça sinsi hareket ettiği için sıradaki hamlesini tahmin etmek hiç kolay değildi. Dizlerini bükerek yüzünü Seçil’in suratına yaklaştırdı. “Başınız benimle büyük belada.” Eğildiği yerde kafasını küçük bir açıyla çevirip bana baktı. “Yedi cihan ayağa kalksa bile bugün sizi elimden alamaz!” Bir anda Seçil’in ensesindeki saçları kavradı. Onun kızıl saçlarını yumruğuna dolayıp kuzenini peşinden sürükleyerek dışarı çıkartınca şoke oldum.

Siktir, bu gerçekten Farah mı?

Nutkum tutulmuş bir şekilde kapıya bakıyordum çünkü Farah az önce gözlerimin önünde birine tokat atmış, daha sonra da onu saçlarından sürükleyerek odadan çıkartmıştı. Kelimenin tam anlamıyla beni tuş etmişti. Gözlerimle gördüğüm halde inanamıyordum. Biri bana Farah’ın böyle bir şey yapacağını söyleseydi benimle kafa bulduğunu düşünürdüm. Benim uslu ve nazlı karım az önce sakince konuşup sevimlice gülümseyerek birini gözümün önünde tartaklamıştı.

Şoktan çıkamıyorum beynimin amına koydu.

Seçil’in dışarıda attığı çığlıklar beni kendime getirmişti. Hemen çekmeceden boxerlardan birini çıkartıp giydim. Havluyla dışarı çıkacak değildim. Aceleyle pantolonumu giyerken Seçil’in attığı çığlıklar hiç kesilmiyordu. Dışarıda kıyamet kopuyor gibiydi. “Öldürmesin lan bu kızı!” Yapsın, yapmasın demiyorum ama gündüz vakti uluorta yerde de yapmasın. Her şeyin bir yolu yordamı vardı. Siktir etsene, tanıkları ortadan kaldırıp kaza süsü veririz.

Kemerimin tokasını taktıktan sonra gömleğimi üzerime geçirip hemen odadan çıktım. Merdiveni aceleyle inerken gömleğin düğmelerini kapatmaya çalışıyordum. Bizim kaynana sesleri duyunca odasından fırlayıp o da merdivene koştu. “Ay n’oluyor yine bu evde!”

“Ben nereden bileyim kavganız gürültünüz mü bitiyor!” dediğimde dışarıdaki sesleri merak etmeseydi beni öldürebilirdi çünkü bu evdeki en gürültücü kişi bendim.

Sesler bahçeden geldiği için ikimiz koşarak dışarı çıktığımızda gördüklerimiz bizi şoke etmişti. Farah ve Seçil dışarıdaki havuzun içindeydi. Bu havada Farah onu havuzun içine atmış boğmaya çalışıyordu. Nesibe Hanım havuzun kenarında durup bağırıp kızarak Farah’ı durdurmaya çalışıyordu ama bizimkine zerre kadar işlemiyordu. Harbi boğuyordu onu. Gör de inanma.

Farah, Seçil’in saçlarını yumruğuna doladığı için onun kafasını suyun içine batırıp, “Nasıl? Su iyi mi?” diye sorduğunda sakinliği insanı delirtirdi. “Belki yangınını alır.” Birini havuzun içinde boğuyordu ve bunu yaparken kaşlarını bile çatmıyordu. Sakin ve soğukkanlıydı.

“Seri katillerde bile olmayan bir soğukkanlılık,” diye mırıldandığımda keyfime diyecek yoktu. “Çok rahat çok profesyonel.” Hayran kaldığımı inkâr etmiyordum. Karım şu anda fazla tapılası görünüyordu.

“Damat?” Demet Hanım kocaman gözlerle havuzdaki kızına bakarken koluyla beni dürttü. “Gözlüğüm yanımda değil bu yüzden emin olmak için soruyorum.” İşaret parmağıyla Farah’ı gösterirken ifadesi fazla komikti. “O benim ördeğim mi?”

“Evet ama şu an için ben ona ördek demezdim. Ejderha bile olabilir ama ördek, hayır.” İzlediğim şeyler bana sadistçe bir zevk verdiği için sırıttım. “Hep böyle olsa var ya...” Tadından yenmezdi.

Demet Hanım’ın yüzü bembeyaz olurken sertçe yutkundu. Sır verir gibi bana yaklaşıp, “Sanırım Seçil’i öldürüyor,” diye fısıldadı.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Dert değil arka bahçeye gömeriz.”

Duyduklarıyla sinirden küplere binmişti. “Bahçeme niye gömüyorsun!” Ama öldürmesinde sıkıntı yoktu, öyle mi?

Gülmemek için yanaklarımın içini dişledim. “Evin dışında bir yere gömeriz.”

Başıyla havuzun kenarında Farah’a bağırıp duran eltisini gösterdi. “Arkanda görgü tanığı bırakmayacaksın, değil mi?”

Bu sefer gülüşümü tutamadım. “Hallederiz.”

“Kocası bu işin peşini bırakmaz.”

“Onu da aradan çıkartırız.”

“Ümit’in sinir bozucu bir teyzesi-”

“Kaynana dur orada, tüm akrabalarını öldürecek değilim!”

“Elin değmişken birkaç kişiyi daha aradan çıkar işte!”

“Katil miyim ben?”

“Evet!”

“Harbi öyleyim. Neyse tamam, sen bana bir liste hazırla gerisi bende,” dediğimde gülerek eve yürüyünce bir küfür savurup hemen kolunu yakaladım. “Nereye gidiyorsun cadı karı?”

Şeytani gözlerle bana bakarken sırıttı. “Listeyi hazırlamaya,” deyince sinirden sesli güldüm. “Ana kız bana kafayı yedirteceksiniz.” Bu kadının akraba nefreti hiçbir şeye benzemiyordu.

“Abla!” Nesibe Hanım o cırtlak sesiyle bağırıp sinirden yumruklarını sıktı. “Buraya gelip şu çingene kızını durdur!” İri cüssesi ona engel olmasa havuza girip Farah’ı oracıkta boğabilirdi. Tüm hırsını Demet Hanım’dan çıkarmak ister gibi öfkeli gözlerle ona bakıyordu. “Seçil’e bir şey yapmadan hemen durdur Farah’ı!”

Demet Hanım bu durumdan aldığı hazzı gizlemeye çalışarak onların yanına yürüdü. “Çocuklar oynuyor, Nesibe. Her şeyi abartmakta üstüne yok.”

“Kızın kızımı boğuyor!”

Kaynanam gözlerini masumca kırpıştırıp aptala yattı. “Bana oynuyorlarmış gibi geldi.” Başını çevirip havuzun içindekilere baktı. “Farah ne yapıyorsun anneciğim?” Seçil’in kafasını suyun içine sokup çıkartmak dışında bir şey yapmıyordu. Demet Hanım hayıflanarak dudaklarını sarkıttı. “Ördeğim gördüğün her suyun içine böyle atlayamazsın hava buz gibi.” Sitem eder gibi eltisine döndü. “Ay görüyor musun, Nesibe bu kız hiç dinlemiyor beni.” Bu kadın büyük olaydı.

Farah suyun içinde Seçil’e bol bol su yutturduktan sonra onu savurarak bırakmıştı. Seçil kendine gelmek için suyun içinde çırpınıp öksürmeye başladığında bile Farah ona yardım etmedi. Seçil yüzmeyi biliyorsa bile çok fazla su yuttuğu için suyun üstünde duramıyordu. Müdahale edilmezse gerçekten boğulacaktı.

Farah havuzdan çıktığında Nesibe Hanım çatık kaşlarla onun üzerine yürüyüp, “Seni küçük afişte!” diye bağırdı. “Bu sefer çok ileri gittin!”

Yengesine ters gözlerle bakan Farah, “Orada dur bakalım dev ekran!” diyerek sadece beni değil annesini bile hayrete düşürmüştü. Bekle, dev ekran mı? Gür bir kahkaha kopardım.

Karım cinnet geçiriyormuş gibi yengesine suçlayıcı gözlerle bakıyordu. “Bana kızacağına anne ol da kızına biraz haya ve edep öğret!” Yemin ederim bu halleri aklımı başımdan alıyordu.

Nesibe Hanım onda beklemediği bu sert çıkışın şokunu yaşarken Farah korumalara dönüp onlara havuzda çırpınan Seçil’i gösterdi. “Odasına götürün şunu.” Korumalardan biri hemen havuza atlayınca Farah’ın gözleri beni bulmuştu. Sikeyim, sıra bana mı geldi?

Aramızda çok fazla mesafe olduğu için yanıma gelmekle uğraşmadı. O havuzun yanında duruyordu bende avludaydım. Bu yüzden zahmet edip de buraya gelmedi. Bir süre o aldatıcı masum yüzüyle sakince bana bakıp durdu. Bu sürede aklından geçenleri tahmin bile edemiyordum. Gerçek anlamda sıradaki hamlesini çok iyi gizliyordu.

Bakışlarını benden çekip arabalardan birine doğru yürüyünce Demet Hanım’la onun arkasında bakıp duruyorduk. Şimdi ne yapacağını bilmediğimiz için merakla onu izliyorduk. Bir korumadan anahtarı alıp arabaya bindiğinde gözlerimi kıstım. Nereye gidiyordu? Arabayı çalıştırıp geri geri gitmeye başladığında iyice meraklanmıştım. Dışarı çıkacak gibi durmuyordu çünkü geri vitese takmıştı.

İyice geriye gidip tam karşısına baktı. Baktığı yerde kendi arabamı görünce beynimden vurulmuşa dönmüştüm. “Bunu yaparsan belanı sikerim!” Arabama çarpacaktı!

Dünkü arabam Şeref’in adamları yüzünden hurdaya döndüğü için bunu garajdan yeni çıkarmıştım. Daha kullanmaya başlayalı bir gün bile olmamıştı. Arabalarım değer verdiğim tek şeydi! Farah camı indirip kısa bir an bana baktığında tatlı tatlı gülümsedi. “İnan bana kocacığım en son üzüleceğin şey bile araban değil.” Gülüşü solduğunda bir anda gözlerinde ölümcül bir parıltı geçti. “Asıl bu arabadan indiğimde üzülmeye başlayacaksın!”

“Farah yeminle gebertirim! Kızım in aşağıya konuşalım!” Her an arabama çarpacak diye endişelenirken sinirden deliye dönmüştüm. Arabanın anahtarı banyoda çıkardığım pantolonun cebinde kaldığı için güzelim arabamı onun yolundan çekemiyordum. “Bak gerçekten günahımı alıyorsun!”

“Hangi birini!” diye bağırdığında nihayet sakinliğini bozup kaşlarını çatmıştı. “O kadar çok günahın var ki hangi birini alıyorum? Cehenneme düşsen tüm şeytanlar atamız diye önünde diz çöker be!”

Gülüşüme engel olamadım. “İltifat gibi geliyor.”

Direksiyona sertçe vurdu. “Siktir git!”

“Harbi ağzına çok yakışıyor. Ana avrat sövsene bana aynı etkiyi bırakacak mı merak ediyorum.”

Çıldırmış gibi sinirden çığlık attığında gaza yüklendi. “Yüzüne tükürsem yarabbi şükür diyeceksin pis herif!”

“Kemerini tak!” diye bağırmıştım ki son sürat ilerleyip arabama yanlamasına çarptı. Siktir!

Ona bir şey olacak diye nefesim kesildi çünkü çok hızlı çarpmıştı. Ağız dolusu küfretmeye başladığımda gördüklerime inanmakta güçlük çekiyordum. Harbi çarpmıştı! Çarpmanın şiddetiyle direksiyona doğru savrulunca kalbim ağzıma geldi. Islak saçları yüzüne savrulduğunda neyse ki burnu bile kanamamıştı. Arabamın kapısını yamultup geri geri gitti ve tekrar gaza basıp yine çarptı.

Demek ki onun da deli bir yanı varmış.

Beni kesse içim bu kadar acımazdı. Gözümün önünde güzelim arabamı hurdaya çeviriyordu. Aklı varsa o arabadan hiç inmezdi yoksa kimse onu elimden alamazdı! Sürekli arabama çarpıp geri çekiliyor ve tekrar gaza yüklenip bir daha çarpıyordu! Dünya üzerindeki en sakin kadından bir canavar yarattık. Arabayı haşat etmişti.

Bahçedeki korumaların şaşkın bakışları eşliğinde Farah arabamı parçalıyordu. Arabanın yan tarafını çökerttiği için yüzümü buruşturdum. Arabama her çarptığında beni orada hayal ettiğine o kadar eminim ki. Yanıma gelen Ali onu gösterip anlamayan bakışlarını bana çıkardı. “Yengeyi bu kadar sinirlendirecek ne yaptın?”

“Benimle bir ilgisi yok.” Homurdanarak araba düşmanı kadına tersçe baktım. “Özel gününde olmalı.”

“Abi arabanı parçalıyor.”

“Araba yerine beni mi parçalasın, Ali?” Bozulan sinirlerim yüzünden güldüm. “Karım terapi görüyor rahat bırakın onu.”

“Bir şeyleri parçalayarak mı terapi görüyor?”

“Bende böyle işliyor.” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Anlaşılan karımda da öyle.” Aslında hoşuma gitmediğini de söyleyemezdim. Keyifli bir şekilde Ali’ye bakıp ona Farah’ı gösterdim. “Ne kadar uyumluyuz görüyor musun?”

Ali’nin yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı. Yarım ağız gülerken başını iki yana salladı. “Kızı da kendine benzettin.” Ve bu son zamanlarda yaşanan en iyi şeydi.

Sadece benim arabamı değil bindiği o arabanın da ön kaportasını çökertmişti. Bir kez daha geri vitese takıp arkaya çekildiğinde tekrar arabaya çarpacak sandım. Ancak Farah gaza yüklenip direksiyonu bize doğru kırınca Ali ile aynı anda bir küfür savurduk. Ne yapıyor lan bu?

Ali süratle üzerimize gelen arabaya endişeyle bakıp sertçe yutkundu. “Abi sence bize çarpar mı?”

Dudağımın köşesi yavaşça kıvrıldı. “Belamızı sikecek gibi.”

Ali hemen yan tarafa kaçtı ama ben yerimden hiç kıpırdamadım. Farah’ın bunu gerçekten yapıp yapmayacağını görmek istiyordum. Bir elimi rahatça cebime koyup arabanın önünden çekilmedim. “Dene bakalım.”

Kaşlarını çattığında direksiyonu çok sıktığını gerilen yüz hatlarından anlıyordum. “Gör bakalım!” dedikten sonra arabayı üzerime sürdü. Son ana kadar duracağına ya da yanımdan geçeceğine çok emindim çünkü onda bunu yapacak cesaret yoktu. Ancak Farah bugün beni şaşırtmalara doymayıp arabayla gerçekten beni ezmeye kalkıştı.

Kıl payı paçayı kurtarmıştım. Son anda kendimi yan tarafa attığımda sinirden deliye dönmüş bir halde, “Ruh hastası kadın!” diye bağırdım. Benden daha deli çıkmıştı!

Saniye farkıyla arabanın önünden çekildiğim için malikanenin kapısına bodoslama daldı. Çift kanatlı kapının biri açıktı ancak diğer kanadı kapalıydı. Farah kapının kapalı olan kısmını da kırıp malikaneye girmişti. Kapıyı parçaladığı için arabanın yarısı içerideydi. Arabanın ön kaportasında dumanlar çıkınca endişelenerek ona doğru koştum. Burnu bile kanadıysa onu gebertirim!

Araba evin girişini tıkadığı için hemen üzerine çıkıp içeri atladım. “Farah!” Kapısını açmaya kalkıştım ama açılmıyordu! Ön cam çatlamıştı ve emniyet kemerini takmadığı için başı direksiyona çarpmıştı. “Farah!” Başı direksiyona yaslıyken hiç cevap vermiyordu. Sikeyim biraz daha dışarı çıkmazsa bu araba yanacaktı! İyi olup olmadığını bile bilmiyordum.

Tüm gücümle kapıya asılıp açmaya çalışırken aklımı kaçıracağımı sandım. Arabanın yakıt deposu patladığı için benzin sızdırıyordu ve ön kaporta dumanlar çıkartarak alev almıştı! Ateşi görmek şuurumu yitirmeme neden olduğu için arabanın ön kısmına bakamıyordum. Ancak hissettiğim sıcaklık gittikçe arttığı için motorun tutuştuğunu tahmin edebiliyordum.

Dışarıda Demet Hanım’ın korku dolu bağırışları vardı ve içeride de çalışanların çığlıkları. “Uzaklaşın buradan!” diye bağırırken kendimi kurtarmak yerine Farah’ı çıkarmaya çalışıyordum. Hizmetçilere kızıp, “Arka kapıdan çıkın!” dedikten sonra kapıya sertçe asıldım. Nihayet kapıyı açabilmiştim.

Arabadan çıkan dumanlar yüzünden göz gözü görmezken öksürerek Farah’ın üzerine eğildim. Onu kucağıma alarak arabadan çıkardığımda gözlerini usulca açıp kısık bir sesle inledi. “Gurur,” diye mırıldandığında alnı kanıyordu. Kollarımda tir tir titrerken omzumun arkasından arabanın ön kısmına bakıp sertçe yutkundu. “Ateş…” Hemen kucağımdan inmeye çalıştı. “Gurur çık buradan!”

“Sikeyim ateşini hiçbir şey senden daha değerli değil!” Onu bırakmadan başımı eğdim ve ateşin olduğu tarafa bakmamaya çalışarak Farah’ı arabanın üstüne çıkardım. “Dışarı çık güzelim!”

Arabanın üzerinde dizlerinin üstünde dururken kaçıp gitmek yerine bana elini uzattı. Arabanın motoru her an patlayabilirdi ancak o gitmek yerine gri dumanların içinde bana elini uzatıyordu. Soluduğu dumanlar yüzünden benden daha şiddetli öksürürken, “Gurur hadi!” diye bağırıp inatla elini uzattı. “Vaktimiz yok acele et!”

“Ulan bir kere de kendini düşünsen olmaz mı!” Elini tutarak hemen arabanın üstüne çıktım. Beni almadan buradan çıkmayacak kadar aptaldı.

Kapının yüksekliği yetersiz olduğu için eğilerek arabanın arka tarafına doğru koşmaya başladık. Farah parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdiğinde elimi sıkıca tutuyordu. Bu durumdayken bile süratle çarpan kalbime bir anlam veremiyordum. Onun narin parmaklarından tenime nüfus edip kalbime akan ılık bir his vardı.

Aynı anda arabanın üzerinden atlayıp avluya çıktığımızda koşmaya başladık. Demet Hanım ve korumalar çıkış kapısının önünde toplanarak güvenli bir bölgede duruyorlardı. Farah’ın elini sıkıca tutarken tek istediğim onu daha güvenli bir noktaya çekmekti. Diğerleriyle aramızdaki mesafeyi yarı etmiştik ki arkamızda büyük bir patlama meydana geldi. Patlamanın şiddetiyle öne doğru savrulduğumuzda ikimizde yere düşmüştük.

Patlamanın kulağımda yarattığı uğultulu basınca direnerek başımı kaldırdım. Yerde boylu boyunca uzanırken güçlükle hareket edip oturmuştum. İlk yaptığım şey Farah’ı kontrol etmekti. Dağınık saçlarının arasından bana bakıp bir, “Gurur!” deyişi vardı ki insanın içi gidiyordu.

O da benim için korkmuş gibi emekleyerek yanıma gelmesiyle rahat bir nefes aldım. Şükürler olsun ki ciddi bir şeyi yoktu. “İyi misin?” Bunu aynı anda sormuştuk.

Demet Hanım ve korumalar etrafımızı sarmıştı. Ali benim üzerime eğilmişti, annesi de Farah’ın. İkisi de deliye dönmüş bir halde bize bir şeyler soruyor, nasıl olduğumuzu anlamaya çalışıyorlardı. Ancak ikimiz de onları görmüyor ve duymuyorduk. Şu an için tek ilgilendiğimiz birbirimizin nasıl olduğuydu. Farah dizlerinin üzerinde dururken kuş gibi titreyerek elimi tuttu. Dokunsam ağlayacak gibiydi. Çok fazla korkmuştu.

Kirpikleri titreşirken kara gözlerine yaşlar akın etmişti. Küçük ellerinin arasındaki elimi sıkarken, “Gurur’um iyi misin?” diye sorunca yüreğim kasıldı. Beni sahiplenişi kaburgalarımın arasındaki kalbimi titretecek kadar sarsılmama neden olmuştu. İlk kez biri adımın yanına sahiplenme eki getiriyordu ve bu kişi karımdı. Bunu o kadar güzel bir şekilde söylemişti ki belki de ilk kez ona ait olduğumu hissettim.

Elim onun avuçları içinde olduğu için boştaki elimi kaldırıp yüzüne yapışan saçlarını çektim. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken alnından güzel yüzüne akan kandan nefret etmiştim. Bir kuş misali nasıl da titriyordu. Onu hayranlık içinde izlerken belli belirsiz tebessüm ettim. “Sen iyiysen bende iyiyim.” Rahatlayarak nefesini vermişti. İkimizde iyiydik.

Ayağa kalktığımızda annesi hemen onu kollarımın arasına çekip korkularını yatıştırmaya çalıştı. Ali’de benimle ilgileniyordu. Herkes buraya toplanmıştı hem de herkes. Tüm korumalar ve arka kapıdan çıkan çalışanların hepsi buraya gelmişti. Seçil ve annesi dahil herkesin gözleri malikanenin ön kapısındaydı. Kısa bir an başımı çevirip arkama baktığımda hemen önüme döndüm.

Yarattığımız facianın boyutu inanılmazdı. Sadece bir saniye bile bakmak beynimden vurulmuşa dönmeme neden olmuştu çünkü orada gördüğüm tek şey ateşti. Uzun süre ateşe bakmak beni çılgına çevirdiği için ikinci kez bakmadım. O bir saniyelik sürede arabanın alev alıp yandığını ve malikanenin ön cephesinin yıkıldığını görmüştüm.

Yukarıdan düşen molozlar yanan arabanın üzerine düşmüştü ama patlamanın sebep olduğu yangın evin her cephesine ulaşacak gibiydi. Korumalardan bazılarının hemen itfaiyeyi aradığını gördüm. “Abla ev yanıyor!” Nesibe Hanım’ın bağırışıyla Demet Hanım, Farah’tan ayrıldı. Başını çevirip malikaneye baktığında suratı bembeyaz kesilmişti. Asıl facia şimdi başlıyordu çünkü kaynananın evinin ön cephesi yıkılmıştı.

Sanırım bunun için ona bir çek daha yazmalıydım ama malikanenin tadilatı biraz zaman alırdı. Bir süre herkes başka bir yerde kalmalıydı. Evine baktıkça Demet Hanım’ın suratının aldığı şekil herkesi endişelendirmeye başlamıştı. Hiç yaşam belirtisi vermiyordu çünkü kaskatı kesilmişti. Tam da ben bugün kadının salonunu dağıtmışken olacak iş miydi bu?

Farah ile göz göze geldiğimizde ikimizde aynı anda birbirimize bahçe kapısını işaret ettik. Neredeyse kahkaha atacaktım. Annesinin saniyeler içinde kendine geleceğini ve peşimize düşeceğini iyi biliyordu. Bu sefer bizi parçalardı. Dikkat çekmemeye çalışarak küçük adımlarla kalabalığın arasından geçtik. Evet, kaçıyorduk.

Ali’nin yanından geçerken ona evi işaret edip, “Yangın odamıza ulaşmadan içeri girip telefon ve cüzdanımı al,” dedim. Hepsi çıkardığım pantolonun cebinde kalmıştı.

Ali arkamdaki eve bakıp gözlerini büyüttü. “Abi ev yanıyor.”

“Sikimde değil lan git eşyalarımı al.” Cüzdan neyse de yeni bir telefona uyum sağlamakla uğraşamazdım. Bunu yapmayacak kadar tembeldim.

Hiç dikkat çekmeden kalabalığın arasından sıyrıldık. Farah ile çıkış kapısına doğru birkaç adım atmıştık ki arkamızdan Demet Hanım’ın, “Orospu çocukları!” diyen kükreyişini duyunca hemen koşmaya başladık. Olaya uyanmıştı.

Kapıya doğru koşarken arkamıza bakmaya cesaret edemiyorduk. Farah benimle kaçarken suçluluk içinde, “Anne açıklayabilirim!” diye bağırdı. “Gerçekten açıklayabilirim.”

Çıkış kapısına ulaşmaya çalışırken, “Dinleme kaynana,” dedim intikam alır gibi. “O başkalarının açıklamasını ne kadar dinliyor ki!” Açıklamamı dinleseydi tüm bunlar başımıza gelmezdi.

Buradan çıkmaya çalışırken Farah bir kez daha bağırdı. “Anne evin tadilat masrafını kocam öder!”

“Şimdi kocan mı olduk, Farah Hanım? Bir kuruş bile ödemem!”

Demet Hanım korumalardan birinin silahını almış olmalı ki arkamızdan ateş etti. “Karı koca bir şeyleri yıkmaktan başka bir işe yaramıyorsunuz!” Salonunda yaptığım yıkımdan sonra Farah’ın ön cepheyi yıkıp yangın çıkarması kadını çılgına çevirmişti. Bizi vurmak için arkamızdan ateş edip, “Defolun evimden!” diye bağırıp duruyordu. “Sizi burada istemiyorum!”

“Evinin meraklısı değiliz kaynana!”

“İçinde yaşanacak bir ev mi bıraktınız piç kuruları!”

Farah elbisesinin eteklerini tutarak koşarken o yumuşak sesiyle, “Anne sen sakinleşene kadar eve dönmeyiz,” diyerek kadını iyice delirtti. Sanki dönecek bir ev bırakmıştı. Tadilatı bir haftadan önce bitmezdi, o da en iyi ihtimalle.

Demet Hanım arkamızdan üst üste ateş ederken, “Bıktım sizden!” diye bağırıp duruyordu. “Evime bir daha dönerseniz kızım ve damadım demem ikinizi delik deşik ederim!” Şanslıyız ki silah kullanmaktan hiç anlamıyordu çünkü sıktığı kurşunların hepsi ıskaydı. “Siktirin gidin evimden!”

Farah yanımdan koşarken, “Anne çok ayıp ya,” diye sızlandı. “Hiç yakışıyor mu ağzına o laflar.” Bu kızın kibarlığı bana kafayı yedirtecekti.

“Anan belamızı sikecek sen daha neyin ayıbından bahsediyorsun!” Farah’ın yanından geçen bir kurşunla ağız dolusu küfrettim. “O kurşunlardan biri bile karıma denk gelirse seni mermi manyağı yaparım kaynana!” demiştim ki bir kurşunda benim omzumun yanından geçmişti.

Sinirden bağıran Farah hemen elimi tuttu. “Anne kocamı vurursan mahkemeye gidip kütüğüme Elmas annenin adını yazdırırım!”

“Yavrum ne kızdırıyorsun kadını. Şimdi bunu söylemenin zamanı mı!”

“O da arkamızda ateş etmesin!”

“Hakkettik ulan sus!”

Hızlı bir şekilde malikaneden çıkıp bir süre daha koştuk. Demet Hanım’a hiç güvenmediğimiz için malikaneyle aramızdaki mesafeyi açana kadar durmamıştık. Güvenli bir bölgede olduğumuza kanaat getirince nefes nefese kaldırımda durduk. Elimi duvara bastırıp nefes alışlarımı düzene koymaya çalıştım. Kafayı sıyıran kaynana yüzünden soluğum kesilmişti. Farah ellerini dizlerine koymuştu ve öne eğilerek hızlı hızlı nefesler alıyordu.

Kendimi yere bırakıp ayaklarımı kaldırıma uzattım. “Otur daha rahat soluklanırsın.” Ona yanımı gösterdiğimde ter içinde yanımdaki yerini almıştı. Göğüs kafesi şiddetle inip kalkarken kısık bir sesle homurdandı. “Ödümü kopardı.”

“Annen manyağın teki.” Böyle olması hoşuma gittiği için kendimi tutamayıp gülmeye başladım. “Tam bana yaraşır bir kaynana.”

Kendini kasmayıp kafasına eseni yapan kadınları severdim. Karun’un karısına bu yüzden kanım ısınmıştı çünkü Bige’de bizim kaynana gibiydi. Keşke yanımdaki gözlüklü ördekte biraz onlardan feyz alsa. Gerçi bugün yaptıklarıyla beni hayrete düşürmüştü. Etkilenmediğimi söyleyemezdim artık Farah konusunda tamamen umutsuz değildim.

Nefes alışlarımızı biraz düzene koyunca sinirli gözlerini bana dikmekte gecikmedi. “Seçil ile odada ne oldu?” Bu sikik konuyu konuşmadıkça bana kızmayı bırakmayacaktı.

Söz konusu onun kuzeni olduğu için her şeyi açıkça dile getirmeyi kendime yakıştıramadım. Bunu sesli söylemek bile midemi bulandırıyordu. Sıkıntı içinde, “Haddini aştı,” diye soludum. “Gereken cevabı ona verdiğimi düşünüyorum.”

Farah bu sözlerle ne demek istediğimi anladığı için yüzünü ovuşturarak önüne döndü. Seçil’in beni ayartmaya çalıştığını anlamıştı. “O benim kuzenim.” Yüzünde her an öğürecekmiş gibi bir ifade vardı. “Bu çok çirkin bir durum. Benden önce senden hoşlandıysa bile ikimiz evlendiğinde buna son vermeliydi.”

“Ne demek istiyorsun?” Hissettiğim rahatsızlığı ondan gizleyemiyordum. “Sence onun bu yanlış hisleri çok eskiye mi dayanıyor?”

Asık bir suratla başını salladı. “Bence sen Leyla ile birlikteyken bile Seçil sana karşı bir şeyler hissediyordu. Nişanınızdan önce kuyumcuya gelmemiz bile planlı olabilir.” Mideme yumruk yemişim gibi gerildim. Biraz düşününce Leyla ölmeden önce de Seçil’i gittiğim çoğu yerde gördüğümü hatırladım.

Düşman bir ailede olmasına rağmen onu sıklıkla biz Kalenderlere ait mekanlarda görürdüm. Öyle anlarda onu yaka paça dışarı attırmamız gerekiyordu ama bunu yapmıyorduk. Sorunumuz ailenin erkekleriyle olduğu için mekanımıza gelen düşman ailenin kızını görmezden geliyorduk. Kuyumcuda dahil Seçil gideceğim çoğu yere gidiyor ve tesadüfen karşılaşmışız gibi yapıyordu. Beni takip mi ettiriyordu? Bunu daha yeni fark ediyordum. Siktir, o kızla başım belada olabilirdi!

“Ondan uzak durmanı istiyorum,” dedim. Yüzümde nasıl bir ifade var, bilmiyorum ama bu Farah’ı endişelendirmeye başlamıştı. “Göründüğünden daha tehlikeli olabilir,” diyerek onu uyardım. “Mümkün olduğunca onun oyunlarına aldanmamaya çalış.” Şu Seçil Tozlu’yu bir araştıralım bakalım. O maskesinin altında nasıl bir kadın çıkacağını merak ediyordum.

Farah başını sallayarak beni onayladıktan sonra umutsuzca etrafına baktı. “Evden kovulduk. Yangını söndürüp tadilatı yapılmadan kimse orada yaşayamaz.” Suratını asarak dudaklarını sarkıttı. “Yeniden dekore ettirmek çok masraflı olacak.” Benimle evliyken parayı mı dert ediyordu?

“Tüm masrafları karşılayıp evin tadilatını yaptıracağım.” Bunun için canını sıkmasını istemiyordum. Ne gerekiyorsa onu yapacaktım.

Eğdiği başını kaldırmadığında yine tırnaklarını kemirmeye başlamıştı. Stres altındayken bunu hep yapardı. “Benim sebep olduğum yıkımın parasını ödemek zorunda değilsin.”

“Sen diye bir şey yok, Farah Hanım.” Tırnaklarını daha fazla kemirmesin diye elini tutup avucuma hapsettim. “Biz diye bir şey var ve karımın yaptığı her şeyi ben yapmışımdır.” Eğdiği başını hızla kaldırdığında yanaklarına güzel bir pembelik nakşedilmişti. Onu utandırmak çok kolaydı.

Elimi uzatıp saçlarını çekerek alnındaki yarayı kontrol ettim. Ciddi bir yara değildi ama canımı fazlasıyla sıkmıştı. Bu kızın canı yansa benim içim sızlıyordu. Karım bende bambaşka bir mevzuydu. Gözlerimi alnındaki yaradan ayırmadan, “Çok acıyor mu?” diye sordum. Bir hastaneye gidip pansuman yaptırmalıydık.

Kıvrımlı kirpiklerinin arasından masum gözlerle bana bakarken başını iki yana salladı. “Hiç acımıyor.” Olanların suçluluğunu çektiği için yüzü asıktı. “Çok ileri gittim.” Göz pınarları her an ağlamaya hazır bekliyormuş gibi gözleri dolmuştu. “Neredeyse Seçil’i boğuyordum ve seni de öyle. Üzerine araba sürerken aklım neredeydi.” Kısık bir sesle hayıflanarak başını eğdi. “Hiç bu kadar kontrolsüz olmamıştım.”

“Bence büyüleyiciydin.” Kocaman açtığı şaşkın gözleriyle bana baktığında gülmeye başladım. “Daha önce hiç bu kadar etkileyici olmamıştın.” O an tek düşündüğüm onu kollarımın arasına alıp soluğu kesilene kadar öpmekti. Orada bunu yapmayı gerçekten istemiştim. O şuursuz hallerine karşı koymak kolay değildi.

Ona olan yoğun bakışlarımdan kurtulmak için gözlerini kaçırdı. “Şimdi ne yapacağız?” Benim dışımda her yere bakması beni neredeyse güldürecekti. “Sokakta mı kaldık?” Kiminle evli olduğunu hâlâ bilmiyordu, değil mi?

“Farah sen milyar dolarlık bir adamın karısısın. Bize ev mi yok?” Evden daha çok bir şey yoktu.

Yanımdaki aptal ördek birtakım şüpheli hareketlerde bulunmaya başlamıştı. Gözlerini kısarak bana bakarken kafasında bir şeylerin hesabını yapıyor gibiydi. “Yeğenin Karun’dan daha mı zenginsin?” Neredeyse gülecektim. Ülkenin yarısını satın alacak param olduğunu nereden bilsin.

İşlerin başında Karun olduğu için herkes her şeyin tek sahibinin o olduğunu düşünüyordu. Oysaki her şeyin yarısını ona ve kardeşlerine ben vermiştim. Şeref’in istediği tüm bu zenginliği ondan esirgeyip onun çocuklarıyla bölüşmüştüm. Bunun bilinmesinden nefret ettiğim için hiçbir zaman sıralamada ismimin olmasına izin vermedim. O siktiğim gazetecileri her yıl ülkenin milyarderlerinin kim olduğuna dair bir liste yayınlıyordu.

Karun ve Duha Tunus’un ismi ilk üçteydi ama benim ismim o listede yoktu. Eğer olmasına izin verseydim büyük ihtimalle listenin ilk sırasında olurdum. Boktan adamlar olabilirdik ama ülkenin kalkınmasına fayda sağladığımızı da kimse inkâr edemezdi. Yıllık ödediğimiz vergilerle bir şehir satın alınabilirdi. Uluslarası bir güvenlik sektöründeydik, yani sayısız bakan ve önemli iş insanlarına koruma sağlıyorduk.

Ülkenin her şehrinde sayısız şubelerimiz ve korumaları eğittiğimiz tesislerimiz vardı. Karun takım elbise girip şirketteki işlere bakardı bense şirkette çalışmayacak kadar tembeldim. Sıkıcı iş toplantıları uykumu getirdiği için İstanbul’un farklı yerlerinde birçok kumarhane işletiyordum. Orası daha eğlenceliydi. Kumarhanede her gün bir olay olduğu için orada bulduğum heyecanı şirkette bulamazdım.

“Sana bir şey sormak istiyorum.” Farah’ın aklında nasıl bir şeytanlık varsa dibime kadar girip bana sevimlice gülümsemeye başladı. “Senden boşansam ne kadar nafaka alırım?” Tek bir sözüyle öfke damarlarıma işlemişti. “Benden nafaka almak için boşanmayı mı düşünüyorsun?”

İnkâr etmesini beklerken masumca başını sallaması yok muydu, bana kafayı yedirtecekti! “Bir dakika, doğru mu anlıyorum?” Yönümü ona doğru çevirerek daha rahat oturdum. “Aslında benden boşanmak istemiyorsun ama mahkemede yüklü bir nafaka almak için boşanmayı düşünüyorsun. Doğru mu?”

Bir kez daha başını sallayınca bir küfür savurdum. “Kızım sen niye her şeyi tersten yapıyorsun!” Sert bir sesle konuşup çatık kaşlarla ona bakmaya başladım. “Senin cinsin paraya ihtiyacı olduğunda insan gibi kocasına gider ve ondan para ister. O parayı nafaka yoluyla almaya kalkışmaz!” Zaten kafadan kırıktım bir de bu kızın yanında dura dura olan aklımda gidiyordu.

Kabir azabı gibi bir şeydi!

“Peki.” İçimi ısıtan bir gülümseme sunup avucunu açarak bana doğru uzattı. “Paraya ihtiyacım var.”

“Cüzdanım ve telefonum yanımda yok.” Gözlerimi kısarak dikkatli bir şekilde ona bakmaya başladım. “Ne yapacaksın parayı?”

Üzerindeki ıslak elbiseyi gösterdi. Soğuk hava yüzünden üşüdüğünü benden gizlemeye çalışıyordu. “Giyecek kuru bir şeyler almak istiyorum.” Bir kez daha beni bozguna uğratmıştı. Birkaç kıyafet almak için benden para istediğini anlayamamıştım.

Islak olduğu için titremeye başlayınca kendimi berbat hissettim. Bu gidişle hasta olacaktı. Onu ısıtmak için kollarımın arasına çekmeyi düşündüğüm sırada kaldırıma bir araba yanaştı. Ali’nin arabasını hemen tanımıştım. Ayağa kaktığımızda arabadan inen Ali yanıma gelip telefon ve cüzdanımı bana uzattı.

Eşyalarımı ondan alıp Farah’ın arabaya binmesine yardım ettim. Farah’ın kapısını kapattığımda Ali, “Abi,” diye seslenip arabadan uzak bir noktaya yürüdü. Bilmem gereken bir şeyler olduğunu anlayınca yanına gittim. Ne söyleyecekse Farah’ın bunu duymasını istemiyordu.

Arka koltukta oturan kızı kontrol eden Ali, sıkıntılı bakışlarını bana çıkardı. “Bizim çocuklardan biri aradı.” Farah’ı gösterdi. “Dün akşamüzeri birileri onu Bolatlı’lara ait bir mekâna girerken görmüşler.” Bakışlarım hızla Farah’ı bulduğunda her şeyden habersiz arka koltukta oturuyordu. Asaf’a mı gitmişti?

Yanımda duran elimi sıkarken öfkem büyüyüp hayal kırıklığına dönüşmüştü. Gitmemesi gereken tek kişinin ayaklarına kadar gittiğini duymak nabzımı hızlandırıp vücut ısımı düşürüyordu. Asaf ile aynı havayı solumaktan bile nefret ederken Farah’ın ona gittiğini bilmek beni içsel bir çatışmaya sürüklüyordu.

Geçmiş gözümün önünde canlandıkça arabanın kapısını açıp Farah’ı dışarı çıkarmayı ve can yakıcı bir şekilde ondan hesap sormayı istiyordum. Öfke karmaşık ve şiddetli yoğun duygulardan oluşurdu. Böyle anlarda ise kontrolümü tamamen yitirirdim. Derin derin nefes alırken tek istediğim biraz sakinleşmekti çünkü otokontrolümü yitirirsem Farah’ın canını yakabilirdim. Olası bir kriz bana her şeyi yaptırabilirdi. Onu kendimden korumaya çalışıyordum.

Boynumdaki damarların belirginleşmesiyle Ali endişelenerek, “Abi farklı şeyler düşün,” diyerek önüme geçti. Farah’ı görmemi engelleyerek aklımı onun yaptığı şeyden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Karımın Bolatlı’ya gitmesi kolay kolay sindireceğim bir şey değildi. Yüzümdeki karanlık ifade Ali’nin yutkunmasına neden olmuştu. “İlaçlarını aldın mı?”

“Aldım!” dedim sertçe. İnsan içine çıkmamı sağlayan tek şey yıllardır kullandığım bir düzüne ilaçtı. Elimi sinirle saçlarımdan geçirirken damarlarımdaki kanın hızını hissedebiliyordum. “Neden o piçe gitmiş?”

Her an bir çılgınlık yaparım diye Ali tetikte bekliyordu. “Henüz bilmiyorum.” Sebebini öğrenmek benim için zor değildi.

Sakinleşene kadar Farah’a yakın olmayı düşünmüyordum. “Onu merkezdeki evlerden birine götür,” dedim hızlıca. “Yol üstünde bir mağazada dur ve neye ihtiyacı varsa onu al. Güvenliği için evin etrafına adamları dik hiçbiri kuş uçurtmasın.” Bunları söyledikten sonra hemen oradan uzaklaştım. İstediğim cevapları almak için kime gideceğimi iyi biliyordum!

***

Asaf’ın ayağına gidecek değildim, o da benim mekanıma gelmezdi. Bu yüzden görüşmek için ortak bir alan seçmiştim. Eskiden çok sık geldiğimiz bir restoranın teras katındaydım. Bolatlı adamlarıyla birlikte terasa çıktığında yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Burası onun korumalarıyla dolmuştu. Yanlarında bu kadar çok koruma taşımak insan kirliliğinden başka bir şey değildi. Başıyla küçük bir selam verip karşımdaki yerini aldığında daha şimdiden canım sıkılmıştı.

Bakışlarından anladığım kadarıyla onu buraya neden çağırdığımı biliyordu. Lafı hiç uzatmadan doğrudan konuya girdim. “Karım neden seninle görüşmeye geldi?” Kendi iyiliği için bana bilmem gerekenleri söylemeliydi aksi takdirde işler çirkinleşirdi. Bu herife hiç tahammülüm yoktu.

Cevap vermeden önce burayla ilgilenen garson kızı çağırdı. Buradaki koruma sayısının artmasıyla zavallı kızın yüzü korkudan bembeyazdı. Terastaki silahlı adamlardan korktuğunu gizleyemiyordu. Masamıza geldiğinde Asaf ondan içecek bir şeyler isteyerek kızı gönderdi. Daha sonra yönünü tekrar bana çevirdi. “Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu.” Sorduğum soruyu geçiştirerek bu yükseklikten aşağıya baktı. “En son ne zaman buraya geldiğimizi hatırlıyor musun?”

“Buraya seninle eski günleri yad etmeye gelmedim.” Arkama yaslanarak alay eden gözlerimi ona diktim. “Ama evet, en son ne zaman buraya geldiğimizi hatırlıyorum.”

“Atlamıştık.” İki katlı bir restoranın terasında olduğumuza değinerek bana aşağısını gösterdi. “Az kalsın ölüyorduk.” Atlamasak da ölecektik. O saldırıdan kurtulmanın tek yolu buydu çünkü pusuya düşmüştük.

Garsonlar masayı donattıktan sonra bir kez daha konuya girip sabırsızca konuştum. “Farah neden sana geldi?”

Sigarasını yakmak için çakmağa uzandığında sağ elinin avuç içindeki yarayı gördü. Avucunun içini çaprazdan kesen bir bıçak yarası vardı. Mavi gözleri benim sol elime kayınca masanın üstündeki elimi sıktım. Avucumdaki bıçak yarasını ondan gizledim ama o yaranın bir benzerinin avucumda olduğunu iyi biliyordu. Yıllar önce kan kardeşi olduğumuzda yaptığımız bir şeydi. Saçma ve çocukça bir eylemdi. Kurtulabilseydim avucumdaki bu yaradan kurtulurdum.

Derin bir nefes alarak bakışlarını elimden çekip bana çakmağı gösterdi. Ateşi yakacağını anlayınca başımı omzuma çevirdim, böylelikle sigarasını yakabildi. Paketin içinde bir dal sigara daha çıkardı. “İster misin?” Onun yakacağı bir sigarayı içmezdim. Bu yüzden mesafeli bir sesle, “Kalsın,” dedim.

Başını usulca sallayıp nihayet asıl konumuza döndü. “Hangi sebeple bana geldiğini neden karına sormuyorsun?” Alaycı bakışlarını bana dikti. “Neyin peşindesin, Gurur?”

Koltuğa yaslanıp bacaklarım aralıklı bir şekilde oturdum. “Bir şeylerin peşinde olduğumu sana düşündüren nedir?”

“Çünkü sen istemediğin sürece kimse ne planladığını önceden öğrenemez.” İçkisine uzanırken yapmacık bir şekilde güldü. “Farah sevkiyatı biliyorsa bunun tek bir anlamı olabilir.” Parmakları votka kadehini sararken, “Bilmesini istedin,” diye küçük bir varsayımda bulundu. “Sevkiyat haberini onun kulağına fısıldayan sendin.” Böyle olduğuna neredeyse emindi çünkü beni iyi tanıyordu.

Onun sözlerini duymazdan gelerek ona yeni bir soru yönelttim. “Senden mi yardım istedi?” Bakışlarım delici bir ifadeye büründüğünde kontrolümü kaybetmemeye çalışıyordum. “Bunun için sana geldi, değil mi?”

“Diyelim ki evet.” Asaf omuzlarını dikleştirerek nabzımı ölçmeye başladı. “Ona yardım etsem ne yapabilirsin ki?”

Dudağımın köşesi tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldığında onunla olan göz kontağını kesmiyordum. “Aksa Atılgan’ın cesedini morgda ziyaret etmek ister misin?” Kaşları çatıldığında bundan zerre kadar etkilenmedim. “Arada ben olmasam bile sen Farah’a zarar verecek bir adam değilsin ama ben yaparım.” Sesim fazla kararlı çıkıyordu. “Herkes iyi bilir ki ben kuralsız oynarım.”

“Aksa’nın kılına bile zarar gelirse-”

“Gelmemesini istiyorsan konuş!” Telefonu çıkartıp ona bir fotoğraf gösterdim. “Az önce Ali’nin bana gönderdiği bir fotoğraf.” Gözlerimde geçen ifade tüm sadist duyguları içinde barındırıyordu. “Kızı indirmek için Ali’yi aramam yeterli.”

Kan beynine sıçrarken mavi gözlerini telefon ekranında gördüğü fotoğraftan ayırmıyordu. Baktığı bu fotoğrafın yeni çekildiğini anlamak zor değildi. Aksa’nın hasta yatağında uyurken çekilen bir fotoğrafıydı. Asaf hiçbir konuda sınır tanımadığımı iyi bildiği için dişlerini sıkarak, “Ona dokunursan seni bitiririm!” diye hırladı. Avucundaki kadehi kırmak istercesine sıkıyordu. “Beni karşına almak istemiyorsan o kızdan uzak duracaksın!”

Rakımı yudumlarken onun aksine çok sakindim ve öfkesi beni eğlendiriyordu. “Tehditlerin beni etkilemiyor. Farah’ın sana neden geldiğini söylemezsen Aksa’yı morgda ziyaret edersin!” Aklıma gelenlerle dudaklarım kıvrıldı. “Belki öncesinde beş yıldır onu uzaktan izlediğini ve her konuda ona yardım ettiğini öğrenir.”

Sıktığı kadeh kırılıp parmaklarının arasında paramparça olduğunda eli kanamaya başlamıştı. “O kız umurumda değil, onun nerede olduğunu bile bilmiyordum!”

“Siktir git lan kıza fena tutuldun. Onu o parkta gördüğün günden beri aklından çıkartamıyorsun.” Sırf Aksa için Tozluların iş ortağı olmuş, bu süreçte Aksa’yı daha fazla görmeyi planlamıştı. Aksa ile evlenmek için onun biraz daha büyümesini beklemişti.

Bu olduğundaysa Asaf ona açılmaya hazırlanıyordu. Ancak Aksa’nın adı bir skandala karışmış ve babası onu öldürmeye kalkışmıştı. Asaf olması gereken en doğru zamanda devreye girmişti. Onunla evlenmek istediğini söyleyerek kızı kurtarmıştı ama Aksa düğün günü ondan kaçmıştı. Kız zaten bizim gibi adamlardan nefret ediyordu.

Asaf onu sevdiği için onunla evlenmek istediğini söyleseydi belki işler daha farklı olabilirdi. Bu piçte sevdiği kıza duygularını açacak cesaret yoktu. Gönül meselelerinde hep fazla ketumdu. Kırılan kadehin döküntülerini masaya bıraktı. Avucuna batan birkaç cam parçasını çıkardığında eli hâlâ kanıyordu.

Elindeki votka ve kanı silmek için peçeteye uzandığında ne kadar sinirli olduğunu gizleyemiyordu. “Sevkiyatı Farah üstlendi!” dediğinde bana olan bakışları tahammülsüzdü. “Babasının bundan haberi yok ve senin de öğrenmemen için Ümit’in adamlarını kullanamaz. Bu iş için ona gereken adamı temin etmem için bana geldi!” Farah’ı ele verdiği için kendini berbat hissettiğini görebiliyordum. Bu itiraf için ona başka şans tanımamıştım çünkü konuşmazsa Aksa’nın başına bela olacağımı iyi biliyordu. Aksa ile evlenene kadar onun güvende olduğunu bilmeliydi.

Duyduklarımdan sonra tepkisizliğimi korudum. O gece Farah’ın uyumadığını biliyordum. Ali ile yaptığım o telefon konuşmasını özellikle o uyanıkken yapmıştım çünkü her şeyi duymasını istemiştim. Bu aslında Farah için bir testti artık babasının batmak üzere olduğunu biliyordu. Ümit’in sıradaki veliahdının Farah olduğunu bilmeyen yoktu.

Bir gün babasının yerine geçecekse kendisine ait olan saltanatı koruması için ona bir şans vermiştim. Karşıma geçip ona ait olan şeyler için savaşmazsa babasından ona kalacak saltanat yıkılacaktı. Ali ile konuşurken Farah duysun diye sevkiyatın hangi gün yapılacağını bile söylemiştim.

Aynı şekilde o gün yoluma çıkan kimseye merhamet etmeyeceğimi de özellikle belirtmiştim. Bunu normalde yapmamam gerekiyordu ama Farah’a duyduğum suçluluk duygusundan dolayı olacakları önceden ona duyurmuştum. Hayatına bodoslama girmişken en azından savaşma şansı olmalıydı. Bu yüzden karşı atakta bulunması için ona bir şans sunmuştum.

Ya sessizliğini korur ve hiç zarar görmeden her şeyin bitmesini beklerdi ya da karşıma geçip benimle savaşırdı. Bunun seçimini tamamen ona bırakmıştım. Ancak neyi seçerse seçsin sonuç değişmeyecekti, perşembe günü Ümit’in devri kapanacaktı. O sevkiyatın olmasına izin vermeyecektim. Telefonda Ali’ye de dediğim gibi bu uğurda yoluma çıkan herkesi harcamaktan çekinmem.

Farah’a gelirsek… O doğrudan karşıma çıkacak cesarette olmadığı için onun adına endişelenmem gerekmiyordu. Sevkiyata bizzat katılmayacağına emindim. Ben sadece piyonu sahaya sürerek olanları izlemek istedim. Farah her şeyi duymuştu yani piyon artık sahadaydı. Yerinde mi sayacaktı yoksa ilerleyip sahada devleşecek miydi, işte bunu perşembe günü görecektik.

Karım olması bu konuda ona anlayış göstereceğim anlamına gelmiyordu. Babasını kurtarmayı seçerse bu uğurda giriştiği tüm çabaları baltalamaktan çekinmezdim. Farah ile bir derdim yoktu ama Ümit’i kurtarmasına izin veremezdim. Benim tuzaklarımı geçip babasına yardım edemezdi.

“Yapacak, Gurur.” Asaf manidar gözlerle bana bakarken başını ağır ağır salladı. “Sevkiyata bizzat katılacak.”

“Bunu yapamayacak kadar korkak.” Bu konuda endişelenmeden büyük bir rahatlıkla içkimi yudumlamaya devam ettim. “Yapacağı tek şey senden aldığı adamları sevkiyata göndermek olur.” Farah’ın bizzat sahaya atılacağını sanmıyordum. Sevkiyat günü karşıma çıkan kimseye acımayacağımı özellikle belirttiğim için doğrudan orada gidecek cesareti yoktu.

Masadan öne doğru eğildim. “Senden kaç adam istedi?”

Asaf masadaki birkaç peçeteyi kanayan avucuna bastırırken çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Yüz ama ben ona üç yüz adam göndereceğimi söyledim.”

Keyfim yerine gelerek onaylayan mırıltılar çıkardım. “Sevkiyattan bir gün önce ona söz verdiğin üç yüz adamı göndereceksin.” Doğrudan gözlerinin içine baktım. “Ama hepsi benim adamlarım olacak.” Dudaklarım kıvrıldığında sevkiyat günü yaşanacakları görür gibiydim. “Sana göndereceğim adamları seninmiş gibi karıma göndereceksin.”

Masadaki eli yumruk olduğunda sıktığı dişlerinin arasından tıslar gibi bir ses çıkardı. “Onu tuzağa düşüreceksin!”

“Aynen öyle.” Farah’ın tüm o tırları benden kaçırması mümkün değildi. Sevkiyatın başarısız olmasını sağlayacaktım.

Sigaranın dumanı dudaklarının arasından süzülürken Asaf bir şeyi anlamak ister gibi bana bakıyordu. “O sevkiyatı baltalarsan Tozluları bitireceksin ve bu olduğunda neler olacağını biliyorsun, değil mi?” Parmağımdaki alyansı gösterdi. “Farah artık karın olmayacak, yapacağı ilk şey senden boşanmak olur.” Gözlerimin içine son derece ciddi bir ifadeyle bakıp, “Onu kaybetmeye hazır mısın?” diye sordu.

Tüm vücudum gerildiğinde bunu ondan gizlemeye çalıştım. “Ümit’in kızıyla ilgilenmiyorum.” Bolatlı’ya hiç güvenmediğim için gerçeği ondan saklayarak alayla güldüm. “O kız umurumda değil.”

Dalga geçercesine tek kaşını yukarı kaldırdı. “Leyla’yı seçtim diyorsun yani?”

“Öyle!” Bu yalan değildi. “Siktiğim bu kafa karışıklığından sıkıldım artık.” Ne aklımdakini unutabiliyordum ne de yanımdakiyle mutlu olabiliyordum. Leyla hayatımın her yerindeydi. Farah ile evli kaldığım her saniye Leyla’nın ahı omuzlarıma biniyordu.

“On bir yıllık bir ilişkiyi birkaç aydır tanıdığım bir kız için harcamayacağım.” Farah ile üç yıldır evli olabilirdim ama onunla olduğum zamanları toplasan üç ay bile etmezdi. Leyla’nın intikamını almalıydım bu kadarını ona borçluydum. Bir tek bunu yaptığımda içine düştüğüm bu karmaşa son bulacaktı. İki kadın arasında çıkmaza düşmüştüm ve artık bunu bitirmenin zamanı gelmişti.

Seçtiğim kadın Leyla’ydı.

Ve ardımda bırakacağım kadında Farah’tı.

“Perşembe günü Farah defteri benim için kapanacak.” Bu konudaki kararımı vermiş bir şekilde başımı salladım. “Sevkiyatı başarısızlığa uğrattıktan hemen sonra Farah açmasa bile boşanma davasını ben açacağım.”

“Hımm.” Asaf tuhaf mırıltılar çıkardığında kafasına yatmayan bir şeyler var gibiydi. “Farah’ın senin için bir değeri yokmuş gibi davranıyorsun ancak resim sergisinde ona nasıl baktığını gördüm.” Neyden bahsediyordu?

Başını omzuna doğru eğip beni köşeye sıkıştırmaya çalıştı. “Ona bakarken gözlerinde oluşan o ifadeyi daha önce hiç görmemiştim.” Mavi gözlerini gözlerime kenetledi ve kinayeli bir sesle, “Hatta Leyla’ya bakarken bile,” dedi eğlenerek.

Gerilmemeye çalışıp rakı şişesine uzandım. “Siktiğim varsayımlarını kendine sakla.”

“Sizin orada aşka ne derler, Gurur?”

“Sevda.” Biz kuzeyin çocukları âşık olduk demezdik, sevdalandık derdik. O da bunu iyi biliyordu maksat sohbet ilerlesin.

Meraklı bakışlarını bana dikerek gözlerini kıstı. “Söylesene hiç sevdalandın mı?”

“İlkokul öğretmenim sayılıyor mu?”

Gülerek başını iki yana salladı. “Hayır.”

Bardağımı rakıyla doldururken ifadem artık fazla ciddiydi. “Leyla’nın bendeki yerini biliyorsun.”

“Aynı zamanda ona duyduğun şeyin aşk olmadığını da biliyorum.”

“Siktir git!”

“Sevgi ve aşk arasındaki fark ne biliyor musun?”

Bıkkın bir sesle, “Neymiş?” diye sordum isteksizce. Sanki o çok biliyordu.

“Sana bunu söylerim ama önce sorduğum soruya cevap vereceksin.” Bir bacağını diğerinin üzerine atıp koltuğuna yaslandı. “Leyla’da sevdiğin bir şeyler var mıydı?”

Bu konunun nereye varacağını merak ettiğim için başımı salladım. “Çok fazla.”

“Peki, nefret ettiğin yanları var mıydı?”

“Evet.”

“Mümkün olsaydı Leyla’nın o yanlarını değiştirir miydin?”

“Sanırım değiştirirdim.”

“Kim için?”

“Kendim için.” O yönlerini değiştirdiğimde daha az kavga eder ve daha az birbirimizi üzerdik. Bu yüzden mümkün olsaydı onda sevmediğim yönlerini değiştirirdim.

Asaf derin düşüncelere dalarak hiç konuşmadı. Bu sürede parmaklarını birkaç kez siyah saçlarından geçirip onları biraz daha dağıtmıştı. Sanki yeterince dağınık görünmüyormuş gibi. İçtiğim birkaç kadeh rakıyla hafif çakır keyif olduğumu biliyordu. Sohbetimize geri dönerek meraklı gözlerini bana çıkardı. “Peki, karın?”

Yerimde dikleştim. “Ne olmuş karıma?”

Elimden olmadan savunmacı bir tutum sergilediğimde mavi gözlerinin ardından canımı sıkan bir ifade geçmişti. “Farah’ta sevdiğin bir şeyler var mı?” diye aynı soruları bu seferde Farah için sormaya başladı.

Neyin peşinde olduğunu anlamıyordum ama ona cevap verdim. “Çok fazla.”

“Nefret ettiğin yanları var mı?”

“Evet.”

“Mümkün olsaydı Farah’ın o yanlarını değiştirir miydin?”

“Hayır!” dedim sertçe.

“Neden?”

Rakının verdiği rehavetle boş bulunup, “Çünkü Farah’ta nefret ettiğim şeyleri bile seviyorum!” dediğimde bu sözler en çok beni şaşırtmıştı. Aklımda yer edindiğini bilmediğim bu düşünceler kelimelere dökülüp dudaklarımdan çıktığında büyük bir bozguna uğramıştım. Siktir! Böylesine saçmalayacak kadar ne içtim?

Kaşlarımı çattığımda Asaf gülüşünü saklamak için başını eğdi. Ben bu kadar sinirlenmişken yüzüme karşı açık açık gülerse bu masayı kafasına geçireceğimi iyi biliyordu. Bir süre sonra başını kaldırıp bana baktığında ne kadar eğlendiğini gizleyemiyordu. Bana sorduğu saçma sapan sorulardan ne çıkardı, bilmiyorum ama bana olan bakışları fazla keyifliydi. “Geçmiş olsun.”

Yerimde huzursuzca kıpırdandım. “Ne sikimden bahsediyorsun?”

Bolatlı bıyık altında gülerken mavi gözlerinde kinaye vardı. “Herkesi sevebiliriz hem de herkesi. Birinin gülüşünü bile sever ve sırf o gülüşü için onu hayatımızın bir yerine koyabiliriz.” Gözlerimin içine manidar bir ifadeyle bakıp, “Birine karşı suçluluk duyduğumuzda da onu sevebiliriz,” diyerek canımı sıktı. “Suçluluk duygusu bile bize birini sevdirebilir.” Ciddi anlamda sinirlerimle oynamaya başlamıştı. Leyla’ya olan hislerimin suçluluk duygusundan kaynaklandığını ima ediyordu.

Çatık kaşlarla tam ona bir şey söyleyecektim ki benden önce konuştu. “Ancak âşık olduğun kişinin her şeyini seversin hatta kusurlarını bile. Bu yüzden onda hiçbir şeyi değiştirmek istemezsin.” Yorgunca başını sallayıp sigaranın dumanını içine çekti. “Sevgi bir kısmını sevip diğer kısımlarına tahammül etmektir. Aşk ise karşındakini bir bütün olarak sevmektir.”

Lafı nereye çekmek istediğini anladığım için kızgınlıkla dişlerimi sıktım. “Fazla hızlı gidiyorsun bas o frene!” Ayağa kalkıp içtiklerimin parasını masaya attım. “Benim hayatımla ilgili varsayımlardan bulunacağına kendi hayatına bak.”

Alay edercesine güldüm. “Söyler misin, beş yıl önce Aksa neden seni nikah masasında bıraktı? Seninle evlenmeye ikna olmuşken o son günde ne oldu?” Kaskatı kesildiğinde şimdi canı sıkılan oydu. “Seni nikah masasında bırakmasını o kadar kafaya taktın ki bunu neden yaptığını hiç araştırmadın,” dediğimde suratı buz kesmişti. “O kızın nefretini nasıl kazandığını bir araştır derim.”

Bunları söyledikten sonra oradan ayrıldım. Onu yeni sorularla baş başa bırakıp terastan çıkmıştım. Aksa hakkında gözden kaçırdığı bir detaya değinerek ona bir iyilik yapmıştım. Ona bu iyiliği yapmamın tek nedeni Farah’ın neyin peşinde olduğunu bana söylemesiydi. Hiçbir konuda o herife borçlu kalmak istemediğim için bana verdiği bilgi karşılığında bende ona Aksa hakkında bir şeyler vermiştim.

Artık sorunu nerede arayacağını biliyordu. Şu zamana kadar kızı hep uzaktan izlemişti ama neden ondan kaçtığına bir anlam verememişti. Cevaplar için nereye bakacağını artık biliyordu. Aksa ile her ne yaşandıysa bu evlenecekleri gün olmuştu. Beş yıl önce o düğünde Aksa’yı kaçmaya iten bir şeyler yaşandığına emindim. Tanıdığım kadarıyla o kız kolay kolay kaçacak biri değildi. Bunu yaptıysa çok önemli bir sebebi olmalıydı.

Düğün günü bir şeyler yaşanmış olmalıydı.

***

Kumarhaneye uğrayıp günün kalanını oradaki işlerimi hallederek geçirmiştim. Bu sürede birkaç kez Farah’ı arayıp nasıl olduğunu kontrol etmiştim. Yeni bir evde yalnız kalıp sıkılmasını istemiyordum. Aslında o da tüm gün evde değildi çünkü gününün büyük çoğunluğunu hastanede kuzeniyle geçirmişti. Saat beş gibi Ali’nin onu eve bıraktığını biliyordum. Hava karardığında kumarhaneden ayrılmıştım.

Yola çıktığımda Melek’i arayıp biraz onunla konuşmuştum. Yarın onu hastaneye götürmeliydim. Onun için yeni bulduğum doktor bazı testler yapacaktı. Melek’in kurtulmasının mümkün olmadığını bende biliyordum ama belki bir mucize olur diye şansımı denemekten vazgeçmiyordum. O benim kızım gibiydi, onsuz bir hayat düşünemiyordum.

Farah’ın kaldığı evin sokağına girince onu aradım. Telefonu açmayınca endişelenerek tekrar aradım. Eğer bu seferde açmazsa evi koruyan korumaları arayacaktım. Buna gerek kalmadan kulaklıktan Farah’ın, “Efendim, Gurur?” diyen o kadifemsi sesini duydum. “Eğer nasıl olduğumu soracaksan ben iyiyim. Bunun için sürekli beni aramak zorunda değilsin.”

“Sürekli seni aramıyorum.” Sesim homurtuyla çıktığında o tatlı gülüşü kulağıma geldi. “Bu beni yedinci arayışın. Neredeyse her saat başı arıyorsun.” Tek tek hepsini saydı mı?

“Ulan arasak suç aramasak suç. Bizde meraklı değiliz sesini duymaya.” Neden onu terslediğimi bile bilmiyorum ama aramamdan rahatsız olduğunu düşünmek beni kızdırmıştı. “Eve geliyorum bir şey istiyor musun diye aradım.”

“Ekmek ve çay al.”

“Hizmetçin mi var senin? Söyle kapıdaki adamlara onlar alsın.”

“Kapıdaki adamlar mı benim kocam?”

“Farah yine attırma tepemin tasını.”

“Kim benim kocam?” Bu kız insana feleğini şaşırtırdı!

“Benim ulan, benim!”

Bir müziğin en tatlı melodisini andıran o gülüşünü tekrar duydum. “O zaman sen alacaksın. Kim benim kocamsa o alacak istediğim şeyleri.”

“Kişisel bir şeye ihtiyacın var mı diye aradım, ekmek ve çay için değil.”

“Neye ihtiyacım olduğunu sana söyledim. Ekmek ve çay al. Ah, şimdi hatırladım yoğurtta yok. Üşengeçliği bırakıp bunları al tembel herif.” Bunları ben alacaksam kapıdaki o piçler ne işe yarıyordu?

Markete uğrayıp alışveriş yapmayacak kadar üşengeçtim. Farah’ın telefonunu kapatıp Yalçın’ı aradım. “Beş dakikaya evdeyim. Ben oraya gelmeden önce ekmek, çay ve yoğurt al. Sakin zili çalıp yengene verme, onları senden alırım,” dedikten sonra telefonu kapattım. Bu kadar yorgunken kimse beni markete sokamazdı.

Eve geldiğimde Yalçın evin dışında elindeki poşetlerle beni bekliyordu. Arabayı yavaşlattığımda ön kapıyı açıp aldıklarını koltuğun önüne koydu. “Buyur abi.”

“Eyvallah koçum.” Farah bu şeyleri benim almadığımı asla anlamazdı.

Bahçe kapısını benim için açtıklarında içeri girdim. Arabadan inip ön koltuktaki poşetleri alırken bile üşeniyordum. Kapının önünde durup zile basarak beklemeye başladım. Bu villayı Melek çok severdi. Geçen yıl Türkiye’ye döndüğümüzde uzun süre burada kalmıştık. Ali’nin Farah’ı diğer evlerden birine götürmediğine sevindim çünkü burası dışında diğer tüm evlerimde Leyla’dan izler vardı. Ali bir zamanlar Leyla ile yaşadığım eve Farah’ı götürecek kadar aptal biri değildi.

Kapı açıldığında belki de ilk kez hizmetçiler dışında kapıyı bana karım açıyordu. Yüzündeki tebessümle kapıyı açıp, “Hoş geldin,” demesi bana kendimi tuhaf hissettirmişti. Sadece bir anlığına bu evliliğin gerçek olduğunu hissettim. Karımın bana kapıyı açması, gülümsemesi ve hoş geldin demesi bana alışık olmadığım bir huzuru hissettirmişti.

Elimdeki poşetleri almak için uzandığında ona izin vermedim. “Ben taşırım.”

İçeri girdiğimde burnuma çok güzel kokular geliyordu. Bu kokuların mutfaktan geldiğini anlamak zor değildi. Dikkatli gözlerle Farah’a baktığımda gördüklerimle donup kalmıştım. Çok farklı görünüyordu.

Siyah saçlarının üzerine bizim oraların keşanını bağlamıştı. Bordo ve mavi çizgilerden oluşan keşanın altın pulları alnına dökülüyordu. Çok da yakışmıştı. Üzerinde beyaz bir bluz ve dizlerinin üzerine gelen gri bir etek vardı. Ayağındaysa hep olduğu gibi beyaz spor ayakkabıları. Önlük niyetine beline bağladığı peştemali bile bizim yöreye aitti. Baştan ayağa onu süzerken soluğum kesilmişti. Onu hiç tanımasam bizim oraların kızı derdim. Nefes kesici görünüyordu.

Ona olan bakışlarım onu utandırdığı için tüm kan yanaklarına toplanmaya başladı. “Şey… Bunları mutfakta buldum.” Saçlarındaki keşanı gösterdi. “Yemek yaparken saçlarım dökülsün istemedim.” Şimdi de beline bağladığı peştemaliyi işaret etti. “Bluzum kirlenmesin diye takmıştım. Ali’ye sordum Melek’in olduğunu söyledi. Kullanabilirsin demişti ama rahatsız olduysan…” Saçlarındaki keşana uzandı. “Hemen çıkartabilirim.”

“Kalsın,” dediğimde onu durdurmak için sesim fazla hızlı çıkmıştı. Hafifçe öksürerek kendimi toparlamaya çalıştım. “Sende de fena durmamış.”

“Fena durmamış derken?” Kafası karışmış bir şekilde dibime kadar girip başını kaldırdı. “Yani yakışmış mı demek istiyorsun?” Bunu sormak için bana bu kadar yaklaşmasına gerek var mıydı?

“Eh işte.” Hemen ona sırtımı dönüp mutfağa yürüdüm. “Kötü de durmamış.”

Pıtı pıtı adımlarla peşimden gelirken sesinin yumuşak tınısı sinirlerimi yatıştırıyordu. “Arada bana güzel bir şeyler söylesen ölmezsin.”

“Karnım aç benim.”

“Bu güzel bir şey değil ki,” diye homurdandı. “Sen hep açsın.”

Karşılık olarak ona hiçbir şey söylemeden mutfağa girdim. Mutfak masasının üzerinde gördüğüm yemeklerle adımlarım durmuştu. Hepsi de sevdiğim yemeklerdi özellikle de kara lahana sarması. Gözlerimi sarma tabağından ayırmıyordum. Beni mutlu ettiği kadar beni hüzünlendiren bir yemeğe bakıyordum. Burnumun direği öyle bir sızladı ki bir anda on yaşına dönmüştüm.

Alçalmış bir şekilde yerdeki sarmaları yiyen o çocuğu unutamazdım. Her ısırıkla biraz daha ağladığımı hatırlayınca iç çektim. Karun, Defne ve Çağıl’da benimle o utancı paylaşmıştı. Devamında olanlarsa sırtımı yaktığı için acısını hâlâ kemiklerimde hissediyordum.

Kara lahana sarmasına olan kederli bakışlarım Farah’ın dudaklarındaki tebessümü silmişti. “Sevinmedin mi?” Bunları hazırladığı için her an ona kızacakmışım gibi bakışları ürkekti. “En çok hangi yemeği sevdiğini bilmediğim için Karun abiyi arayıp ona sordum.” Bunu anlamalıydım.

Geçmişi hatırlamanın sancısıyla keyifsiz bir sesle, “Ellerine sağlık,” dedim. Elimdeki poşetleri mutfak tezgahının üzerine bırakıp kapıya yürüdüm. “Üzerimi değiştirip geliyorum.”

Hissiz bir sesle konuşup mutfaktan çıkmıştım. Üst katın basamaklarını tırmanıp buradaki odama girdiğimde derin bir nefes aldım. Geçmiş bazen hiç olmadık bir zamanda kendini hatırlatıyordu. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra tekrar odaya döndüm. Gardırobu açıp siyah bir tişört ve eşofman altı aldım. Burada yaşadığımda giydiğim kıyafetlerin hepsi hâlâ duruyordu. Bu yüzden kıyafet sıkıntısı çekmeyecektim.

Üzerimdeki gömleği ve atleti çıkarttıktan sonra tişörte uzanmıştım ki durdum. Boy aynasının önünde durup aynaya sırtımı döndüm. Başımı çevirip omzumun üzerinden aynadan sırtıma bakınca iç çektim. Bu siktiğim izlerin biri bile geçmemişti. Geçmişimi sırtımda taşıyordum. “Yatacak yerin yok orospu çocuğu!” Şeref’e küfrederek tişörtü kafamdan geçirdim. Beni bir ucubeye çevirmişti.

Üzerimi değiştirip aşağıya indiğimde Farah çok üzgün görünüyordu. Mutfaktaki bulaşıkları toplarken gözleri sık sık özenerek hazırladığı yemek masasına kayıyor, suratını asarak bakışlarını masadan çekiyordu. Tüm bu şeyleri hazırlamak için kim bilir ne kadar çok uğraşmıştı.

Sırtı bana dönük bir şekilde mutfak tezgahını toplarken ona doğru yürüdüm. Bunu yapmak aklımda bile yoktu ama onu üzgün görmeye dayanamadığım için arkadan ona sarıldım. Bu kendimi affettirmek için yaptığım bir şeydi. Ona sarılıp ellerimi karnının üzerinde birleştirdiğimde nefes almayı bırakmıştı. Benden böyle bir şey beklemediği için hiç kıpırdamadan kollarımın arasında duruyordu.

Başımı eğip dudaklarımı kulağının yakınına getirdim. “Özür dilerim,” diye fısıldadım. Bu kızın yüzü asıldığında benim yüreğim sıkışıyordu. Üzerimde böyle bir etkisi vardı.

Ona belli etmeden saçlarının güzel kokusunu içime çekerken, “Yemekler harika görünüyor,” dedim yatıştırıcı bir sesle. “Ve sende her zamankinden daha güzelsin.” Kollarımın arasında titrediğinde heyecanlandığında bunu gizlemeyecek kadar saftı.

Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktığında yanaklarında can alıcı bir pembelik vardı. Ona sarılmam bile onu haddinden fazla utandırmıştı. “Sarma için çok uğraştım.” Güçlükle duyduğum kısık bir sesle konuşup bana bakmak için kendini zorladı. “Yiyecek misin?”

Belli belirsiz tebessüm ederek başımı salladım. “Tüm tencereyi bitirecek kadar çok açım.” Geçmişte olanlar yüzünden sevdiğim bir yemeğe gücenecek değildim.

Yiyeceğimi duyunca Farah tuttuğu nefesini sesli bir şekilde verdi. Asık suratı değişti ve gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. “Sen masaya geç ben şurayı toplayıp geliyorum.” Ona olan dikkatli bakışlarımdan kurtulmak için hemen önüne dönmesi beni güldürmüştü. Böyle anlarda gözüme fazla sevimli görünüyordu.

Ona sarılmayı bırakıp masaya geçeceğim esnada gözlerime boynu ilişti. Karnının üzerindeki ellerim onu daha sıkı tuttuğunda yutkunuşunu duydum. Tek bir elimin parmaklarının saracağı ince boynundan gözlerimi ayıramıyordum. Teninin o pürüzsüz yumuşak dokusuyla dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Üzerine eğildiğim için köprücük kemiklerinin çukurunu görmek bile dudaklarımı karıncalandırıyordu. Sikeyim, buna karşı koymak hiç kolay değildi!

Yüzümü boynuna gömüp teninin o tatlı kokusunda kaybolmamak için kendimi zor tutuyordum. Dudaklarım iki gündür onun tenine değmediği için her zerrem yoksunluk içinde kıvrandı. Farah’ın boynu benim karşı koyamadığım tutkum ve kırmızı çizgimdi.

Ondan önce hiçbir kadının boynu beni böylesine cezbetmemişti. Aslına bakarsak Farah’tan önce bir kadının boynuna meftun bile değildim. Boyun fetişim olduğunu sanıyordu ama çok yanılıyordu. Eğer öyle olsaydı şu zamana kadar etrafımdaki tüm kadınlarda baktığım ilk şey onların boynu olurdu. Bendeki boyun sevdası Farah ile başlamıştı. Evlendiğimizde o kulübede onu boynundan öptüğüm gün bende böyle bir tutku ortaya çıkmıştı.

“Farah.” Kaçmasın diye arkadan ona daha sıkı sarılıp çenemi boynuna yasladım. “Öpmeme izin var mı?”

Hareket eden göğüs kafesinin şiddetini görebiliyordum. Aldığı her hızlı nefesle dik göğüsleri yükseliyor ve sonra tekrar alçalıyordu. Elindeki tabağı sıkıca tutarken kollarımın arasında kuş gibi titriyordu. “Peki.” O melodik sesiyle konuşup başını sol omzuna doğru yatırdı. “Kocamsın beni öpmek istediğinde izin almana gerek yok.” Kocası olmam bir şeyi değiştirmezdi. Rızasını almadan ona elimi bile sürmezdim.

Kollarımın arasında kapana kısılmıştı fakat o kaçmak için hiçbir şey yapmıyordu. Bu da yetmezmiş gibi onu öpmem için bana gereken izni veriyordu. Bu evde benimle tek başına olmak onu hiç mi korkutmuyordu? Herkes bana karşı temkinliyken Farah’ın bana bu kadar güvenmesini anlayamıyordum. Benden korktuğu anlarda kendimi fazla boktan hissediyordum. Onu korkutacak bir şey yapmamak için elimden gelen çabayı gösteriyordum.

Kriz geçirmediğim sürece ona zarar verme ihtimalim yoktu. Buraya gelirken bile onu kendimden korumak için tüm ilaçlarımı eksiksiz almıştım. Benden korkmaması hoşuma gidiyordu çünkü bana kendimi normal biriymişim gibi hissettiriyordu. Her ne kadar öyle olmasam da.

Henüz hiçbir şey yapmadığım halde kollarımın arasındaki titreyişleri artınca, “Şşş,” diye mırıldandım. Omuzlarımı bükerek üzerine biraz daha eğildim. “Seni incitmem, Farah.” Gözlerimin önünde ateş yakmadıkça bu mümkün değildi. Yatıştırıcı bir sesle konuşup başımı biraz daha eğdim. “Senden istediğim şey çok basit.” Burnumu boynuna sürttüm. “İhtiyacım olan tek şey küçük bir öpücük.” Onun boynu benim bağımlılığımdı.

Beni rahatlatan, sinirlerimi yatıştıran ve yoksunluğunu çektiğim bir ihtiyaç gibiydi. Uyuşturucu benim için zararlı ve tehlikeliydi. Ancak Farah’ın teninin kokusu zararsız ve iyileştiriciydi. Ona ihtiyacım vardı.

Burnumu yumuşak tenine sürtüp kokusunu içime çektiğimde kalbim patlayacakmış gibi hızlanmıştı. Onun pürüzsüz teninde aldığım kokuyla gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Farah’ın kokusu onu soluyan her insanın üzerinde afrodizyak etkisi yaratabilirdi. Teninin kendisine has çok hoş bir kokusu vardı. Onun boynunu öpmeyi bu yüzden çok seviyordum çünkü kokusunu en yoğun soluduğum yer boynunun girintisiydi.

Parfümünün yumuşak dokusuyla birleşen ten kokusunu ciğerlerime çektiğimde sanki vücudum fazladan serotonin ve dopamin üretiyordu. Bu anlatamayacağım bir histi. Burnum onun boynunun çukuruna sürtündükçe hızlanan nefes alışlarını duyuyordum.

Çoğu zaman kendini bana öptürmemek için sürekli bana sorun çıkartıyordu ama boynundan çaldığım öpücükler onun da hoşuna gidiyordu. Bundan hoşlandığını vücudunun verdiği tepkilerden biliyordum. Kokusuyla kendimi sarhoş edene kadar boynundan yükselen kokuyu uzun uzun ciğerlerime çektim. Araladığım dudaklarımı boynuna bastırdığımda kısık sesle çıkan iniltisi nabzımı hızlandırdı. Çıkardığı sesler fazla tahrik ediciydi.

Dudaklarım onun boynunda gezinip küçük öpücükler bırakmaya başlamıştı. Bunu yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Tenine kondurduğum her öpücükle Farah’ın nefes alışları biraz daha artıyor, titreyişleri çoğalıyordu. Dişlerimi boynuna geçirdiğimde ise dudaklarından çıkan iniltisi hemen burada ona sahip olmam için beni zorluyordu.

Beni durduran tek şey Farah’ın cinsellik konusunda hiçbir bilgisi olmamasıydı. O kadar deneyimsizdi ki çoğu zaman kendimi onu istismar ediyormuşum gibi hissediyordum. Ve bu fazla boktan bir duyguydu. Sırf bu yüzden mümkün olduğunca sınırı aşmamaya çalışıyordum.

Vücudunun ihtiyaç içinde kıvrandığını biliyorum çünkü bunu yeteri kadar gizleyemiyordu ama neyi istediğini bilmiyordu. Böyle anlarda vücudundaki ısı artışının sebebini bilmiyordu. Sadece boynunu ısırmamla bile arzu içinde kıvranmaya başlamıştı. Vücudundaki hormon artışını hissedebiliyordum ancak Farah, kendi vücudunun ne istediğini bile bilmiyordu.

Bunu nasıl bilmezdi, aklım almıyordu. Bir kadın cinselliği nasıl bilmezdi? Lise ve üniversiteye gitmişti, değil mi? Hep o çatı katında yaşamadı ya, bir zamanlar fakülteye gidip insanların arasına karışmış olmalıydı. Farah tüm bunlarda nasıl uzak kalabilmişti ve nasıl kadın ve erkek ayrımını bilmezdi?

Bir yanım benimle çok büyük kafa bulduğunu söylüyordu ama diğer yanım onu savunuyor, kimse bu kadar iyi rol yapamaz diyordu. Boynunun ısırdığım yerine küçük bir öpücük kondurup yavaşça onu kendime doğru çevirdim. Aralıklı dudaklarının arasından hızlı hızlı nefesler aldığında yanakları gül goncası gibi kızarmıştı.

Utangaç gözlerle bana bakarken baş döndürücü görünüyordu. Ona bir orgazm yaşatmak bir dakikamı bile almazdı çünkü vücudu buna hazırdı. Ve bunu yapmamak işkenceden farksızdı!

“Gerçekten bilmiyor musun?” Seks konusunda hiçbir şeyi bilmemesi çoğu zaman bana inandırıcı gelmiyordu. Bakire olup olmaması beni ilgilendirmezdi ancak cinsellik konusunda bilgisiz olması çoğu zaman inandırıcı gelmiyordu. Kafamı kurcalayan şeyse hiçbir şey bilmiyormuş gibi beni kandırarak eline ne geçeceğiydi? Bunu yapmakta hiçbir çıkarı yoktu. Bu da ona inanmamı sağlıyordu.

Farah o çipil çipil gözlerini kırpıştırıp merakla bana bakıyordu. Nasıl da masum görünüyordu. Bana bu gözlerle bakarken uzaydan geldiğini söylese bile ona inanırdım. Belki de ben ona inanmaya fazla hazırdım. “Neyi bilmiyorum?” diye sorarken şaşkınlığını soludum.

Dayanamayıp kendimi ona bastırdığımda bacaklarının arasında sertliğimi hissetti. “Bunu!” Sadece boynunu öpmek bile uyarılmama neden olmuştu.

Gözleri yuvalarında fırlayacak gibi olduğunda ağzı bir karış açılmıştı. Bacaklarının arasında hissettiği sert baskıyla başını eğip aşağıya baktı. “Gurur.” Sesi şoke olmuş gibi çıkmıştı ve adımı söylerken hâlâ aşağılara bakıyordu. “Bana batan o şey nedir?” Bir küfür savurarak hemen ondan uzaklaşıp masaya yürüdüm. Numara yapmıyordu, bu kız gerçekten hiçbir halt bilmiyordu!

Bu nasıl mümkün olurdu, aklım almıyordu!


Yorumlar