Roman
  • 01/12/2025

15-FİLM SEYRİ

Farah

Bu aptal ve bilgisiz kız oyununu fazla uzattığımı biliyorum ama bunu nasıl sonlandıracağım hakkında bir fikrim yoktu. Bilmediğimi sandığı her şeyi aslında bildiğimi Gurur’a söylemeyi çok istiyordum. Ancak tepkisini kestiremiyordum. Onu kandırdığım için bana kızacağını tahmin etmek zor değildi. Başlarda eğlenceli gelen bu oyun gittikçe başıma dert oluyordu.

Gerçekleri öğrendiğinde Gurur yanlış fikirlere kapılabilirdi. Onunla alay edip onu aptal yerine koyduğumu düşünebilirdi. En önemlisi hakkımda yanıldığını düşünüp yanlış fikirlere kapılabilirdi. Göründüğüm gibi biri olmadığımı, çok iyi rol yaptığımı ve benimle ilgili her şeyin yalan olduğunu düşünebilirdi. Melek sandığı kadının aslında bir şeytan olduğunu düşünüp benden nefret edebilirdi.

Bunun olmasından çok korktuğum için bir türlü ona gerçekleri söyleyemiyordum. Bu da beni başlattığım bu oyunu sürdürmeye itiyordu. Aslında kendimi ona olmadığım biri gibi göstermemiştim sadece bazı konularda bilgisiz olduğumu düşünmesine neden olmuştum. Tüm bunları yaparken başıma nasıl bir dert açtığımı bilmiyordum. Bir gün gerçeği öğrendiğinde hakkımda yanlış fikirlere kapılacağı aklıma bile gelmemişti.

Gurur’un aldıklarını poşetin içinden çıkartırken yemek masasında beni bekliyordu. “Bırak onları,” diyen sesini duydum. “Yemekleri soğutmadan başlayalım.”

Sırtım ona dönükken, “Sarmanın yanına yoğurt güzel olur,” dedim hızlıca. “Tabağa koyup hemen geliyorum.”

Çay ve yoğurt kutusunu çıkardığımda poşetin içinde gördüğüm şeyle az kalsın kahkaha atacaktım. Bunları Gurur almamıştı, değil mi? Eğer öyle olsaydı poşetin içinde prezervatif paketi olmazdı. Bu prezervatifi Gurur’un almadığına çok emindim çünkü Gurur devasa bir egoya sahipti. Onun gibi lüks zevkleri olan benmerkezci bir adam şeyine takmak için bile marketten bir şey almazdı.

Üstelik Gurur’un aktif bir cinsel hayatı olmadığı için prezervatife ihtiyacı yoktu. Kalbinin bir yerlerinde hâlâ Leyla’nın yasını tuttuğu için kolay kolay bir kadına elini sürmezdi. Bu prezervatif paketinin poşetin içine nasıl girdiğini tahmin etmek zor değildi. Büyük ihtimalle bu tembel adam ondan istediğim şeyleri bir adamına aldırdı. O da oraya kadar gitmişken kendine prezervatifte almıştı. Kasadan geçirirken hepsini aynı poşetin içine koyduklarını fark etmemişti.

Pekâlâ, bu eğlenceli olacaktı.

Prezervatif paketini alıp yönümü masaya çevirdim. Başına geleceklerden habersiz Gurur iştahlı bir şekilde zeytin yağlı sarmaları yiyordu. Çatalla uğraşmak yerine onları eliyle ağzına atıp keyifle karnını doyuruyordu. Gülmemeye çalışıp yüzümü sabit bir ifade de tuttum. “Gurur?” Elimdeki paketi havaya kaldırdım. “Bu nedir?” Biliyorum gerçekleri öğrendiğinde canıma okuyacaktı ama onunla uğraşmak çok keyifliydi.

Sarmayı bütün olarak ağzına atıp bana döndüğünde elimde gördüğü şeyle öksürmeye başladı. Sarma boğazında kalırken nefes almak için su bardağına uzanmıştı. Sudan birkaç yudum aldığında, “Senin mi?” diye sorduğumda bu seferde içtiği suyu püskürterek çıkartmıştı. Kahkaha atabilirdim.

Peçeteye uzanıp ağzını silerken kaşları çatıktı. “Dalağını sikeceğim, Yalçın!” Peçeteyi sertçe masaya attı. “Şimdi işin yoksa gel de buna neyin ne olduğunu açıkla!”

Paketin sağına soluna meraklı gözlerle bakıp durdum. “Üzerindeki resmi balona benziyor ama içini de görmek istiyorum.” Paketi yırtacağım esnada hemen ayağa kalkıp onu elimden aldı. Prezervatifi arkasına saklarken yüzünde panik olmuş bir ifade vardı. “Bu sana göre bir şey değil.”

Başımı sağa sola uzatarak arkasına sakladığı prezervatifi görmeye çalıştım. “Kime göre bir şey?”

Benden kurtulmak için geriye doğru adımlar atarken ifadesi çok komikti. “Erkeklere göre bir şey.”

“Erkekler onunla ne yapıyor?”

“Bir gün söylerim şimdi yemeğimizi yiyelim.”

“Onunla ne yapacaksın?”

“Benim değil ki ne yapayım!”

“Senin getirdiğin poşetin içinden çıktı.” Arkasındaki şeyi almak için üzerine yürüdüm. “Seninki işte ver bakacağım.”

“Benim değil.” Alay edercesine paketin üzerindeki yazıyı okurken kısık bir sesle küfretti. “Benim olması mümkün değil.” O şeyin üzerinde orta boy yazıyordu ve çaktırmadan onu okuyup benim olması mümkün değil demişti. Bunu söyleyiş şekli bile fazla kibirliydi. Olamaz! Bu adamla asla sevişmeyeceğim!

Gözlerimi kısarak aramıza koyduğu mesafeyi kapatmaya çalıştım. “Bence o senin.” Üzerine gidip onu kıvrandırmaya devam ederken çok eğleniyordum. “Ne işe yarıyor?”

Başını kaldırıp sabır dilenircesine yukarı bakmaya başladı. “Biliyorum her şeyin en fenasını hak ediyorum.” Allah ile konuşup beni gösterdi. “Ama bu kadarı da biraz fazla değil mi?”

“Kiminle konuşuyorsun?”

Boynundaki nabzı sinirle attı. “Seni ilgilendirmez.” Prezervatifi hemen cebine koyup kolumu yakaladı. “Oturup yemeğimizi yiyeceğiz ve sen tek kelime etmeyeceksin!” Beni sandalyeye zorla oturttuktan sonra karşımdaki yerini almıştı. “Başla hadi.”

“Peki.” Çorbamı önüme çektim. “Soru sormak yok.”

Homurdanır gibi çıkan bir sesle konuştu. “Aferin.”

“Ama sonra bana o şeyin ne olduğunu söyleyeceksin?”

“Farah kurbanın olayım sus ve şu yemeğini ye!”

“Peki.”

“Her halta peki diyorsun ama hiç söz dinlediğin yok.” Bana kızarak önüne dönmüştü.

Onu sinirlendirip masadan kalkmasını istemediğim için canını sıkmayı bıraktım. İstediği gibi sessizlik içinde bir yemek yemedi ama onu strese sokan şeylerde konuşulmamıştı. Bir yandan yemeğimi yiyip bir yandan da ona Aksa’nın nasıl olduğunu ve malikanenin ön cephesini yıktığım için babamın tepkisini anlattım. Bu kadar borç içindeyken başına bir de evin tadilatını çıkardığım için babam çok kızmıştı.

Hastanede olduğumuz için belki bana sesini yükseltip üzerime gelmedi ama olanları hoş karşılamamıştı. Defalarca ondan özür dileyip yaptığım şey için çok pişman olduğumu söylemiştim. Tadilatı Gurur’un yaptıracağını söylemem ise onu daha fazla kızdırmıştı. Düşmanından gelen en küçük yardımı bile kabul etmeyecek kadar gururluydu. Evle ilgili her şeyi halledeceğini söyleyip Gurur’un parasını istememişti.

Bizimkileri şimdilik İstanbul’daki başka bir eve yerleştirmişti. Malikane gibi olmasa da bir süre idare etmelilerdi. Malikanedeki hasar onarıldığında tekrar eve döneceklerdi. Yemek boyunca tüm bunları Gurur’a anlattığımda sessizliğini korumuştu. Karnını doyururken ilgisiz görünmeye çalışıyordu ama anlattığım her şeyi dinlediğini biliyordum.

“Gurur.” Utana sıkıla ona bakmaya başladım. “Lütfen malikanenin tadilatını babamın üstlenmesine izin verme.” Babam o kadar borcun içinde bir de bununla uğraşsın istemiyordum.

Hazırladığım her şeyi iştahlı bir şekilde yerken beni başıyla onayladı. “O işi çoktan hallettim. Malikaneye otuz kişilik bir ekip gönderdim, hepsi de işinde iyi ustalar. Gece gündüz demeden çalışıp mümkün olan en kısa sürede evdeki hasarı giderecekler.”

“Babam ya onları kovarsa?” Gurur’dan gelecek hiçbir yardımı kabul etmiyordu.

Masadaki peçeteye uzanırken fazla rahat görünüyordu. “Baban hiçbir şey yapamaz. Benim gönderdiğim adamları kovarsa daha fazlasını göndereceğimi ona söyledim.”

“Peki, o ne dedi?”

Omuzlarını kaldırıp indirdi. “O sırada bana küfretmekle meşgul olduğu için bir şey söyleyecek durumda değildi.”

Ona gülümseyip rahat bir nefes aldım. “Teşekkür ederim.”

Sandalyesini iterek ayağa kalktı. “Önemsiz bir şey için bana teşekkür etme.” İkimizde karnımızı doyurduğumuz için masayı toplamaya başlayınca tebessümüm genişledi. Mutfağı toplamama yardım ediyordu.

Bir işin ucundan tutmak için ayağa kalkacağım esnada beni durdurdu. “Sen otur.” Sakin bir sesle konuştuğunda bana olan sıcak bakışları teşekkür eder gibiydi. “Tüm bunları hazırlarken çok yorulmuş olmalısın. Sen otur ben toplarım.”

Buna yanaşmayarak ayağa kalktım. “Olur mu hiç öyle şey. Birlikte hemencecik toplarız.”

Masadaki tabakları mutfak tezgahının üzerine bırakırken bana sandalyemi gösterdi. “Otur dedim.”

“Kocam çalışırken ben oturup izleyecek miyim?”

Kaşlarını belli belirsiz çattı. “Farah ben senin kocanım efendin değil.” Beni ikaz ederek son derece ciddi bir suratla bakmaya başladı. “Kafandaki evlilik tam olarak nasıl bir şey? Akşam eve gelip ayaklarımı uzatarak oturacağım sende bana hizmet mi edeceksin?” Yüzünü buruşturarak masadaki tabakları toplamaya devam etti. “Ev işleri dışarıda çalışmaktan daha zor. Sen dinlen mutfak bende.”

“Ama sende dışarıda çok yoruluyorsun.”

“Ona buna emir vermek insanı yormuyor el kızı,” diye bana sataştı. “Yerinde olsam oturur dinlenirdim çünkü benim gibi tembel bir herifi her gün çalıştıramazsın.”

“Olsun ben sana yardım edeceğim.”

“İnadını sikeyim, Farah!” Elindeki tabakları masaya bırakıp yanıma geldi. Daha ben karşı koymadan eğilip beni sırtına atmıştı. Omzundan baş aşağı sarkarken zorla beni mutfaktan çıkartıp salona getirmişti. “Dinlen dediysem dinleneceksin.” Beni yavaşça koltuğa bıraktıktan sonra televizyonu açıp kumandayı elime tutuşturdu. “Ben mutfağı toplarken sende şu sikik programlardan birini izleyebilirsin.”

Sızlanarak koltukta oturmayı kabul ettim. “Çok fazla kötü söz kullanıyorsun.” Neredeyse her iki kelimesinden birinde argo şeyler vardı. Ağzı çok bozuktu.

Mutfağa doğru yürürken o da bana söyleniyordu. “Hele o koltukta bir kalk asıl o zaman göreceksin kötü sözü.” Gülmemeye çalışarak arkasından bakıyordum. Onun için kara lahana sarması yaptım diye bana yardım etmeye çalışıyordu, değil mi? Kendince böyle teşekkür etmeye çalıştığını biliyordum.

Gurur mutfağı toplayana kadar benden istediği gibi koltukta hiç kalkmadım. Gurur yemek yapabiliyordu ama temizlikten pek anlamazdı. Mutfakta birçok kez bir şeylerin kırılma sesi ve Gurur’un küfredişi gelmişti. Hepsini duydum ama merak etsem de gidip bakamadım. Toplamaya çalışırken mutfağın içine ettiğini biliyordum. Bu yüzden onun tek başına bu işi üstlenmesini istememiştim.

Yıkamakla uğraşmayıp tüm o tabakları çöpe attığına emindim. Yanında ben olduğumda bunu yapamıyordu ama yalnızken hepsini çöpe atardı. Bir süre sonra dışarıdaki beş koruma eve girip mutfağın yolunu tutunca neredeyse kahkaha atacaktım. Gurur kendi başına halledemeyince dışarıdakilerden yardım istemişti. Bu adam eğer varlıklı biri olmasaydı ya çöplük içinde yaşardı ya da yaşadığı yeri bir enkaza çevirirdi.

Gözlerim mutfağın kapısında olduğu için içeriden gelen sesleri dinliyordum. Korumalardan biri, “Abi tencereyi niye çöpe attın?” diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Koca tencereyi çöpe mi atmıştı?

Gurur’un savunması insanı delirtirdi. “Makineye sığmadı.”

“Makineye sığmayan şeyleri elinle yıkaman gerekiyordu.”

“Ben yıkayacaksam bu amına koyduğum şeyi ne işe yarıyor? Onun işi bulaşıkları yıkamak değil mi? Herkes işini yapsın!” Sesi kızgınlıkla çıktığında korumaların gülüşünü duydum. “Abi sen niye mutfağa girdin ki, bıraksaydın yenge halletseydi.”

“Çok yalvarınca insanlık yapıp yardım edelim dedik.” Ben mi yalvarmışım?

“Şuraya bak pek yardım etmiş görünmüyorsun. Toplamaktan çok dağıtmışsın.”

“Sen hiç konuşma senin zaten belanı sikeceğim, Yalçın! Orospu evladı, sikine taktığın şeyin benim çay poşetimin içinde ne işi var!” Bu herif küfretmeden konuşmayı bilmiyordu!

Yarım saat boyunca mutfakta ne yaptılar hiç bilmiyorum ama nihayet oradaki gürültüler kesilmişti. Altı adam sonunda mutfağın üstesinden gelmiş olmalıydı. Adım sesleri duyduğumda hemen önüme döndüm. Onları dinlediğim anlaşılmasın diye gözlerimi televizyona dikmiştim. Bir süre sonra Gurur içeri gelip yorgun bir şekilde kendini koltuğa attı. Üstü başı dağılmış bir haldeydi. Gülmemeye çalışarak yönümü ona çevirdim. “Mutfaktaki işler bitti mi?”

Ayaklarını orta masaya uzatıp yerine yayıldı. “Hepsini hallettim.” O mu halletti? Yalancı herif.

“Mutfakta bazı sesler duydum.” Ona olan bakışlarım muzırdı. “Sanki biriyle konuşuyordun?”

Sırtının arkasına yastık koyarken yeşil gözleri hınzırca bakıyordu. “Telefonla konuşuyordum.” Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Adamlarından yardım aldığını kolay kolay itiraf etmezdi.

Gözlerini televizyona diktiğinde uykusu gelmiş gibi esnedi. “Farah bize çay koyar mısın? İlaç saatimden önce uyumamalıyım.” İlaçlarını tam saatinde ve eksiksiz kullanması beni mutlu ediyordu. “Tabii.” Ayağa kalkıp mutfağın yolunu tuttum.

Çayı üstüne verip bardakları çıkartırken kapının çalan sesini duydum. Gurur’un kapıyı açacağını bildiğim için mutfaktan çıkmadım. Tepsiyi hazırlayıp çayın yanına yaptığım atıştırmalıklardan çıkardım. Çayın suyu kaynayana kadar atıştırmalıkları içeri taşımıştım. Tepsiyle içeri girdiğimde Gurur’un elinde bir poşet vardı. Bunlar onun kullandığı ilaçlardı. İlaçları arabada kalmış olmalı ki adamları onu getirmişti.

Gurur ilaç poşetini masaya bırakıp bir maçın özetini izlemeye başlamıştı. Bende tepsiyi orta masaya bırakıp ilaçlarını çıkardım. Poşetin içinde o kadar çok ilaç vardı ki her biri beni çok şaşırttı. Daha önce Gurur’un bir düzüne ilaç kullandığını görmüştüm ama bunlara yakından bakma fırsatım olmamıştı. Çoğunlukla antidepresan ilaçlar vardı ve hepsi yüksek dozda ağır ilaçlardı.

Sadece antidepresan ilaçlar yoktu burada antiepileptiklerde vardı. Bu ilaçlar süregelen tekrarlayıcı depresyon ve manik ataklar için kullanılırdı. İki uçlu manik depresif hastalık bozukluğu tedavilerinde kullanılan ilaçlardı. Midem kasıldı. Çoğunlukla bipolar hastalarına verilirdi.

Poşeti biraz daha karıştırınca antipsikotikleri görünce buz kestim. Şizofreni ve şizoaffektif bozukluğu olan hastaların tedavisinde kullanılan ilaçlara bakıyordum. İyileşmeyen ve dirençli psikiyatrik bozukluğu olan hastalara verilen ilaçlardı. Elimdeki tabletlere bakarken kanım donmuştu. Bunlar insanı sersemleten çok ağır ilaçlardı.

Elime aldığım bir ilaç kutusuyla, “Demans mı?” diye mırıldandım şaşkınca. Bu bir rivastigmindi ama demans, yani bunama tedavisinde de kullanılırdı. Erken yaşlarda başlayan iyi huylu unutkanlıklarda verilmeyen bir ilaçtı.

Bipolar, şizofreni ve şimdi de demans ilaçları... Gurur’da bu bulgulara mı rastlanmıştı? Kaygı giderici ilaçları ve antidepresanları anlardım ama bipolar, şizofreni ve demans ilaçlarını görmeyi beklemiyordum. Kırmızı reçeteyle satılan ilaçlar bile vardı. “O ilaçların ne işe yaradığını biliyormuşsun gibi bakıyorsun.” Gurur’un sesini duyunca irkilerek ona döndüm. Dikkatli gözlerle beni izliyordu.

Orta masanın yanında diz çöküp ilaçları çıkardığım için ayağa kalkamadım. Gördüğüm ilaçlar beni afallattığı için ne düşüneceğimi bilmez bir haldeydim. “İlaçlar konusunda biraz bilgim var.” Endişemi ondan gizlemeye çalışarak ifademi sabit tuttum. “Burada çok fazla ilaç var. Söylesene sana konulan teşhis nedir?”

Masadaki ilaçlardan birini alıp ona gösterdim. “Mesela bunun bipolar bozukluğu olan hastalara verildiğini biliyorum.”

Nefret ettiği bir şeye bakar gibi masadaki ilaçlara bakıyordu. “Neyim olduğunu bir türlü bulamadıkları için gittiğim her doktor bana bir teşhis koyuyor.” Gözlerimin içine son derece ciddi bir ifadeyle baktı. “Bir zır delinin karısısın.” Son kısmı vurgulayarak söylerken sinirden güldü. “Sen el bebek gül bebek büyü ama-” Kendini gösterdi. “Sonra gel on yedi raporlu bir akıl hastasının karısı ol!” İçim korkuyla doldu.

On yedi mi?

Gurur’un on yedi raporu mu vardı?

Beti benzim artarken yavaşça ayağa kalktım. Arkaya adımlar atmamak için kendimi zor tutuyordum. “Sana tam olarak hangi teşhisler konuldu?”

Beni izlerken ne kadar tedirgin olduğumu ve korktuğumu görebiliyordu. Kaşlarını belli belirsiz çattı çünkü onunla yalnız olmaktan korktuğumu düşünmeye başlamıştı ve haksız da sayılmazdı. “Bana ne teşhis koyduklarını mı merak ediyorsun? Neredeyse hepsi.” Hepsi derken?

Yeşil gözleri endişe verici bir karanlığı kuşandığında suratı kaskatıydı. “Bendeki sorunu bulamadıkça her doktor bana bir teşhis koydu. İlk doktorumun bana koyduğu teşhis bipolar olduğum yönündeydi.” Elini kaldırıp sertçe başına vurdu. “İkinci doktorum şizofreni olduğuma çok emindi çünkü gerçek ve hayali ayırt edemediğim bir dönemde ona gitmiştim.” Şu zamana kadar gözlemlediklerim ikisine de sahip olmadığı yönündeydi. Bence Gurur bipolar veya şizofreni değildi.

Gurur’da bu iki hastalığın belirtileri yoktu. O dönemlerde belki bu belirtileri göstermiş olabilirdi ama ben Gurur’un bu iki hastalıktan birine sahip olduğunu sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı bunu anlardım. “Üçüncü teşhis neydi?” diye sorarken sesim titriyordu. Sıradakini öğrenmek istediğimden emin değildim.

Yüzünü buruşturdu. “Narsist kişilik bozukluğu.”

“Mümkün değil.” Kesin bir dille konuşup başımı iki yana salladım. “Tıpkı bipolar ve şizofreni gibi senin narsist olduğunu da sanmıyorum. Narsist kişiler benmerkezci oldukları için doktorun yanılmış olmalı. Kendine duyduğun hayranlığı meslek-” demiştim ki dilimi ısırarak kendimi son anda durdurdum. Az kalsın meslektaşım diyecektim. “Yani doktorun bunu narsistik diye yorumlamış olabilir,” dediğimde Gurur’un yeşil gözlerindeki karanlık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.

Can kulağıyla beni dinlemeye başladığını nefesini tutmasından anlamıştım. Bu konularda bilgim olmasını beklemediğini görebiliyordum. Pür dikkat beni izleyen adama tebessüm ederek bildiklerimi onunla paylaşmaya devam ettim. “Kendini seviyorsun ve tek başına bir ulus olduğunu düşünecek kadar kendine tapıyorsun.” Sürekli kendinden ben bir ulusum diye bahseden egoist bir adamdı.

“Seanslarınızda etrafındaki insanlara ne olduğunu umursamıyormuş gibi bir izlenim yaratmış olmalısın. Bu da doktorunun sana yanlış bir teşhis koymasına neden olmuş ancak sen kesinlikle narsist değilsin.”

Çaya bakmak için mutfağa yürüdüğümde Gurur yerinden kalkmıştı. Bu konudaki düşüncelerimi merak ettiği için peşimden gelmesi beni güldürebilirdi. Yanımda yürürken bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmiyordu. Sanki bir kuluçkadaki yumurtanın çatlamasına tanık oluyormuş gibi yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Bunun sebebi psikolojik ve ruhsal hastalıklar konusunda bilgili olmamdı. Bu onu şaşırtmıştı.

Birlikte mutfağa yürürken beni daha fazla konuşturmak için, “Doktorun bana yanlış bir teşhis koyduğundan nasıl bu kadar eminsin?” diye sordu. Neredeyse gülecektim çünkü söyleyeceğim her şeye inanacakmış gibi bakıyordu.

“Narsist kişiler aşırı bencil, benmerkezci, kibirli ve çıkarcılardır. Çoğunlukla özür bile dilemezler çünkü yaptıkları her şeyde kendilerini haklı görürler. Narsistler sadece kendilerini severler ve dışarıdan birini sevmeye kapalılar.” Başımı kaldırıp beni izleyen yüzüne iç çekerek baktım. “Onlar bozulmuş insanlardır, Gurur. Mış gibi yapan ama aslında her şeyden yoksun olan insanlar.”

“Farah daha açık anlatır mısın şunu?” Sözlerime bu kadar önem vermesi ve beni ciddiyetle dinlemesi kalbimi kuş gibi titretiyordu.

“Başkalarının duygularıyla beslendikleri için kurbanlarının ayaklarını yerden kesip onu göklere çıkartırlar. Her konuda kusursuz bir imaj yarattıkları için kurbanlarının gözünü iyi boyarlar. Onları kendilerine bağladıktan sonra korkunç yüzleri ortaya çıkar. En küçük şeyde tartışma çıkartıp partnerlerini suçlarlar. İlişkileri boyunca karşılarındaki kişiye o kadar yetersiz hissettirirler ki onlardan bir zavallı yaratırlar. Ayrıldıklarında bile partnerleri uzun yıllar boyunca kendini toparlayamaz.”

Durup onu gösterdim. “Sen kusursuz bir imaj yaratmıyorsun, mış gibi davranmıyorsun çünkü sen kusurlarınla kendini seviyorsun.” Sahip olduğum en değerli şeye bakıyormuşum gibi gözlerine dalıp gittim. “Ve sen kusurlarınla çok güzelsin, Gurur.” Boğazındaki âdem elması hareket edecek bir sertlikte yutkunmuştu.

Kasılan yüz hatları çözülürken gergin omuzları gevşedi. Bana öyle bir bakışı vardı ki onun yeşillerinde kendimi özel hissettiren bir şeyler vardı. Bana olan bu bakışının sebebi şey gibiydi… Birileri tarafından gerçek anlamda önemsendiğini bilmekti. Sanki kimse onu benim gibi şımartmamış, değerli hissettirmemiş ve onu tüm dünyası yapmamıştı.

Öyleymiş gibi davranmışlar ama bunu ona kemiklerine kadar hissettirmemişlerdi. Gurur ona verdiğim değeri ve önemi her zerresinde hissediyordu çünkü benim ona olan sevgim çıkarsız ve saftı. Ailemi bitirmeye çalışan bir adamdan nefret etmiyor, onu öfkesinden ve ailemi de ondan korumaya çalışıyordum. Yani evet, benim Gurur’a olan hislerim çıkarsız ve masumdu. Bunu çok iyi bildiği için ona gösterdiğim ilgiyi sahte bulmuyordu ve gerçekliğini ta içinde hissediyordu.

Kıyaslamak istemiyorum ama benim Leyla gibi Gurur’a bir mecburiyetim yoktu. Gurur olmasa bile bir ailem ve hayatım vardı. Sahip olduğum tek şey Gurur olduğu için ona sıkı sıkı tutunmuyordum çünkü sahip olduğum tek şey Gurur değildi. Ben ailesi tarafından sevilen bir bölge liderinin kızıydım. Hayatımda Gurur olmasa bile çok şeye sahiptim. Bu yüzden benim ona olan ilgimi daha gerçekçi buluyordu.

Belki de bu yüzden Gurur benim söylediğim her şeye inanıyor ve samimiyetimden şüphe etmiyordu. Çünkü benim ondan bir beklentim yoktu. Benimle olan ilişkisi ne mecburiyettendi ne de vicdan azabından. En az onun bana hissettirdiği kadar ona özel olduğunu hissettirdiğimi biliyorum. Farkında değildi ama biz her konuda birbirimizi tamamlıyor ve birbirimizi iyileştiriyorduk.

Bir psikolog ve onun deli kocası.

Belki de bu mükemmel bir uyumdu.

Bana olan yoğun bakışları beni utandırdığı için gözlerimi kaçırıp yürümeye devam ettiğimde arkamda gülüşünü duydum. Kızaran yanaklarımı görmek hoşuna gidiyordu. Küçük adımlarla onun önünde yürürken ona konulan teşhis hakkında konuşmaya devam ettim. “Sen partnerine yetersiz hissettirip onu aşağılamak yerine ona değer veriyorsun. Bu yüzden sana konulan üçüncü teşhisin de yanlış olduğunu düşünüyorum.” Tıpkı bipolar ve şizofreni gibi Gurur’da narsistik de yoktu.

Beni incittiğinde kendine kızıyor ve benden özür diliyordu. Bana masal okuyor, çocukça hareketlerime karşı sabırlı oluyor ve beni koruyup kolluyordu hatta kendinden bile. Tüm bunlar ona yanlış bir teşhis konulduğunun kanıtıydı.

Mutfağa girdiğimizde omzumun üzerinden arkaya baktım. “Peki, sana konulan dördüncü teşhis neydi?” On yedi teşhisin hepsini bilmek istiyordum. İçlerinde hangilerinin doğru ve yanlış olduğunu anlamanın tek yolu buydu.

Birkaç büyük adım atarak yanımdan geçip buzdolabını açtı. “Bence dördüncüsünü bilmeye hazır değilsin.”

Korkuyla yutkundum. “Psikopat falan değilsin, değil mi?” Dolaptan çıkardığı su şişesiyle bana döndüğünde bakışları muzırdı. Gülmemek için yanaklarının içini ısırıp şişenin kapağını açtı. Bardak kullanmadan suyu şişesinden içerken onu izliyordum. “Gurur sana konulan teşhisin içinde psikopatlık var mı?” Bunu bilmeliydim.

Şişenin yarısına kadar kana kana içtikten sonra ağzını elinin tersiyle sildi. Çok kaba bir adamdı. Dağınık, pis ve kaba. Suyu bardaktan bile içmiyordu. Su şişesini tezgâhın üzerine bırakıp yönünü bana çevirdi. “Psikopat olsam ne yapabilirsin ki, Nemrudun Kızı?”

Tüm vücudum gerilmişti. “Öyle misin, değil misin?” Bana cevap vermek yerine sırıtarak yanımdan geçtiğinde kaşlarımı çattım. Bu gülüşünden ne çıkarmalıydım? İçimden bir ses onun korkunç yüzüyle henüz hiç tanışmadığımı söylüyordu.

Geniş omuzlarıyla bakışırken ona doğru koştum ve sırtına atladım. Bunu hiç beklemediği için bir an irkildi ama bu çok kısa sürmüştü. Bacaklarımı beline sarıp kollarımı boynuna doladım. “Soruma cevap vermedin, Laz Hödüğü.” Başımı omzundan öne doğru sarkıtıp merakla ona bakmaya başladım. “Sana konulan teşhisin içinde psikopatlık var mı?”

Sırtından düşmeyeyim diye bacaklarımı tutarken kafasını yüzüme doğru çevirdi. Benim her zamanki surat ifademi takınarak kendini bana masum biri gibi göstermeye çalıştığında yeşil gözleri fazla hınzır bakıyordu. “Ben karıncayı bile incitmem el kızı.”

“Yalancı.”

“Alırım şimdi ayağımın altına. Kocaya yalancı denmez.” Kızgın görünmek için kaşlarını çatmaya çalıştı ama yapamadı çünkü çok eğleniyordu. “Ben kan görmeye bile dayanamam.”

Gülmeye başladım. “Kocam bir yalancı.”

“İn ulan aşağıya! Hanımefendiyi sırtımızda taşıyoruz ama yine yaranamıyoruz.”

“İnmem ayaklarım yoruldu.” Onu boğmak istercesine kollarımı sıkıca boynuna doladım. “Kocam beni taşımayacaksa ne diye var?”

“Hamallığını yapmak için değil herhalde. O kadar narinsin ki iki adım yürüyemiyorsun.” Bıyık altında gülerek önüne döndü. “Nemrudun nazlı kızı.”

Çenemi omzuna yaslayarak kırpıştırdığım gözlerimin arasından ona sevimlice gülümsedim. “Ağır değilim dimi?”

Yalandan sızlanıyordu ama beni sırtından da indirmiyordu. Beni taşıyarak yürürken bana sataşmadan duramıyordu. “Şişmansın, Farah belim koptu.”

Kendimi tutamayıp kıkırdadım. “Pek de hassasmış bu el oğlu.” Başımı eğip yanağına küçük bir öpücük kondurdum. “Hemencecik de beli ağrırmış.”

Hınzır gözlerle bana bakarken yanağını uzattı. “Tekrar öpersen seni buradan Bağdat’a kadar bile sırtımda taşırım.” Kaburgalarımın arasındaki kalbim dört nala koşuyordu.

Dudaklarıma iç ısıtan bir gülümseme yayılırken uzanıp yanağını ikinci kez öptüm. Hemen sonra bir öpücük daha kondurdum yanağına ve bir tane daha. Onu masum sayılacak küçük öpücüklere boğduğumda gülüşüne engel olamadı. Gülüşü çok hoştu çünkü fazla içtendi. “Bir ayarın yok mu senin?” dediğinde ben hâlâ yanağının her yerine dudaklarımı bastırıyordum. “Kızım dur yoksa huy yapar bende.” Gözlerimin içine çapkın bir ifadeyle baktı. “Sonra hep öpmeni isterim.”

Gülümseyerek bu sefer yanağına sulu bir öpücük kondurdum. “Bende hep öperim.”

Başımı omzuna yasladığımda dudaklarındaki tebessümle beni izliyordu. Yoğun bir ilgiyle yüzüme dalıp giderken kim bilir ne düşünüyordu. “Ölünür ulan,” diye iç çekti. “Senin bir gülüşüne ölünür be kızım.” Nefes alamadım.

Keşke hep böyle kalsak.

Leyla’yı hatırlamadığı zamanlar benimle mutluydu.

Zamanın tam bu noktasına sıkışıp onunla böyle kalmayı çok isterdim. Sadece benim olması için neler yapmazdım ki. Bana ait olmayan bir adamı istediğimi bilmek acı vericiydi. Eğer benim olsaydı beni kaybetmemek için intikamından vazgeçerdi. Ancak o hâlâ Leyla’ya aitti çünkü Leyla için benden vazgeçmişti. Evet, yaptığı şey tam olarak buydu. Ailemi bitirdikten sonra bir daha onun hayatında olmayacağımı biliyordu ve bunu bilmesine rağmen durmuyordu.

Sırtından indiğimde o salona gitti bende çayı demledim. Gurur çok fazla çay içtiği için her bardakta mutfağa gelmek istemediğim için çaydanlığı içeri götürdüm. Çaydanlığı orta masaya bırakıp yanına oturdum. Çay demlenince bardağını dolduracaktım. Ona televizyonu gösterip hevesli bir şekilde, “Bizim için bir film açsana,” dedim. “Kontrol ettim birçok film sitesine üyeliğiniz varmış. Onlardan birine girebilirsin.”

Gözlerini maç özeti sunan programdan ayırmıyordu. Trabzon sporun geçen haftaki maçını kaçırmadan izlemişti ama bir de özetini izliyordu. “Gurur,” diye sızlanarak koluna yapıştım. “Hadi film izleyelim.”

Katı bir suratla buna yanaşmadı. “Geçen hafta çoğunu kaçırdım bu bitsin istediğin filmi izlersin.”

“Seninle izlemek istiyorum.”

“Maçın yorumu bittiğinde istediğin gibi film izleriz.”

“Ama o zaman saat çok geç olur.”

“Farah bir rahat ver.”

“Peki.” Suratımı asarak yanından kalktım. Çayını doldurup önüne koyduktan sonra asık bir suratla dışarı çıkıp onu yalnız bırakmıştım. Üst kattaki bir odanın önünde durup derin bir nefes aldım. Gün içinde evi gezme fırsatım olduğu için bu odanın boş olduğunu biliyordum. Gurur ve Melek’in odaları koridorun sonundaydı.

İçeri girip gardıroba yerleştirdiğim kıyafetlerin içinde kendime giyecek bir şeyler çıkardım. Bugün Ali ile alışverişe çıktığımızda kendim için birçok şey almıştım. Banyoda üzerimi hızlıca değiştirip odaya geri döndüm. Mavi bir tişört ve siyah şort giymiştim. Televizyonu açarak yatağın üstüne oturdum.

Animasyon filmlerinden birini açıp sırtımı yatak başlığına yasladım. Tek başıma film izlerken suratım asıktı çünkü Gurur ile izlemeyi istemiştim. Film başlayalı henüz beş dakika olmamıştı ki odamın kapısı çalındı. Gurur’un peşimden gelmesini beklemiyordum ama gelmişti. Asık bir suratla yanından ayrılmama dayanamamıştı.

“Farah orada mısın?” diye kapıya vurdu.

Tripli bir sesle, “Uyuyacağım git maçın özetini izle,” dediğimde gülüşünü duydum. “Küstün mü sen bana?”

“Niye küsecekmişim?” Suratımı asarak başımı iki yana salladım. “Bir daha seninle konuşmayacağım.”

“Çocuk,” diyen sesi keyifli geliyordu. “Müsait misin, içeri geliyorum?”

“Film izliyorum git buradan,” dediğimde odama girmesi için çıldırıyordum.

Beni uygunsuz bir vaziyette yakalamak istemediği için, “İçeri geliyorum,” dedi. Daha sonra bana süre tanıyıp biraz bekledikten sonra kapımı açtı. Odamın kapısı açıldığında hemen televizyona bakmaya başladım. Onunla ilgilenmiyormuş gibi davranıyordum.

Yatağımın diğer tarafında durduğunda umursamaz bir suratla ona dönüp, “Niye geldin?” diye sordum. Beni duymamış gibiydi çünkü yeşil gözlerinin odağında çıplak bacaklarım vardı. Gözlerinin irisleri koyulaşacak bir yoğunlukta bacaklarıma bakıyordu. Kendine gelmek istercesine burnundan nefesini sertçe vererek başını iki yana salladı. “Sen daha usturuplu bir şeyler giyemez misin?” Nefes alışları hızlanmıştı.

Şaşkın bir suratla giydiğim şeylere bakıp ona döndüm. “Bunlar oldukça muhafazakâr.”

“Her yerin ortadayken ben buna muhafazakâr demezdim.” Yatağa girip pikeyi karnımın üzerine kadar çekti. “Üşüyeceksin üstünü açma.”

“Neden geldin?”

Kumandayı elimden çekip aldı. “Birlikte film izlemek istediğini söylemiştin.” Ayakkabıyla yatağa girmeyi sorun etmeyip ayaklarını uzattı. Sırtını yatak başlığına yaslandığında, “Pis herif,” diye söylenerek yatakta emekledim. Ayaklarının yanında durup ayakkabılarını çıkartarak yere attım.

Çoraplarını da çıkardıktan sonra tekrar yerime geçtim. Gurur aramıza bir kişilik mesafe bırakıp iyice yatağın diğer tarafına kaymıştı. Ona doğru gitmek istedim ama hemen aramıza bir yastık koydu. Beni sinir ediyordu! Aramıza koyduğu yastığı gösterdim. “Bu da ne şimdi?”

Benim açtığım filmden çıkıp diğer filmlere bakarken gözleri televizyondaydı. “Film izlerken birinin bana temas etmesinden hoşlanmıyorum.” Yalancı.

“Peki.” İyice yatağın sol tarafına kayıp bir yastıkta ben aramıza koydum. O yatağın bir ucundaydı bense diğer ucunda. Artık aramızda iki kişilik bir mesafe vardı. Ben bundan rahatsızdım ama Gurur böyle olmasından memnundu. Elinden geldiğince benden uzak durmaya çalışıyordu.

İstediği gibi bir film bulup yatağa iyice yayılmıştı. Yeni çıkan filmlerden birini açtığı için filmin konusu hakkında pek bilgim yoktu. Filmin ilk on dakikası giriş kısmı olduğu için sakin geçmişti ancak daha sonra gerilimi hissetmeye başladım. Sanırım gerilim ve korku türünde bir filmdi. Bir daha onunla film izlemek istemeyeyim diye bu filmi özellikle açtığını biliyordum. Pek benlik bir film değildi.

Tatile gelen bir grup insan, psikopat bir çiftin otelinde kalacak kadar şansızlardı. Onların odalarına bile gizli kamera taktıkları için otelin her yerinde müşterilerini izliyorlardı. Gruptaki bir kız odasına gitmek için koridorda tek başına yürürken bir anda ışıklar kesilince irkildim. “İlk seni öldürecekler!” Ortadaki yastıklardan birini alıp kucağıma bastırdım. “Telefonun ışığını açsana!” Belki de o caniler tam karşısındaydı, bunu nereden bilecekti.

Kız telefonunun ışığını açmayı akıl edince rahat bir nefes aldım. Işığı karşısındaki koridora tuttuğunda orada kimse yoktu. Arka fonda çalan gerilim müziği beni çok ürküttüğü için, “Arkana bak,” diye fısıldadım. Kucağıma bastırdığım yastığı sıkıca tutuyordum. Korkudan her an yastığı ısırabilirdim.

Kalbim patlayacakmış gibi hızlanırken, “Hadi,” diye hayıflandım. “Arkana bak!” Kız bir anda arkasını döndüğünde karşısına çıkan adamla çığlık attığımda Gurur’un gülüşünü duydum. Korkudan betim benzim atmış bir şekilde ona döndüğümde gülerek beni izliyordu. “Biraz sessiz ol çok gürültücüsün.” Adi herif ne kadar eğlendiğini gizleyemiyordu.

Beni daha da korkutmak için bilerek ışığı da kapatmasına hayret ettim. Kocamdan daha büyük şerefsizi yoktu! Adam kızın ağzını kapatıp onu bir odaya sürüklediğinde, “Hayır ama ya!” diye sızlandım. “Onu öldürünce eline ne geçecek! Hastalıklı duygularını tatmin eden bu psikopat çiftin Allah belasını versin!” Yastığı televizyona fırlattım. “Gidin tedavi olun!”

Gurur başını arkaya atıp yüksek sesle güldüğünde keyfine diyecek yoktu. “Alt tarafı bir film sakin ol.”

“Böyle film mi olurmuş, bu filmin senaristini dava edeceğim.”

“Farah sus da izleyelim.”

“Bana ne, ben bunu izlemek istemiyorum.”

“Çocukluk yapma bu film korku dalında bile değil.”

Ona televizyonu gösterip kaşlarımı büktüm. “Kızı öldürecek.”

“Belki de öldürmeyecek.” Adam odaya çektiği kızın karnını deşince Gurur yalancı bir üzüntüyle, “Tüh be,” dedi eğlenerek. “Öldürdü.” Bilerek böyle yaptığını biliyordum!

Aşağıda ilaçlar üzerinden açılan konudan dolayı böyleydi. Bana bir psikopat olduğunu düşündürtmek istiyor olabilirdi. Belki de gerçekten öyleydi, Gurur hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Umarım kendini göstermeye çalıştığı gibi biri değildir. Film boyunca hiç susmadım. Her sahnesi beni çok ürküttüğü için çığlık atıp yüzümü kapattıkça Gurur’un gülüşleri hiç kesilmemişti.

Filmden çok benim tepkilerim onu eğlendiriyordu. Filmde sadece adam değil adamın sevgilisi de manyağın tekiydi. Testereyle birinin üzerine yürüyünce hemen Gurur’a sokuldum. Filmin bana yaşattığı gerginlik yüzünden Gurur’un dibine kadar girmiştim. Filmin kaçıncı dakikasında aramızdaki yastıkları çektiğimi bile hatırlamıyordum.

Kadın testereyi adama doğru savurunca, “Allah’ın cezası!” diye bağırıp yüzümü Gurur’un göğsüne sakladım. “İnşallah biri de size aynısını yapar!” Gurur’un hareket eden göğüs kafesinden yine güldüğünü anladım. Bir daha kimse bana Gurur’la film izlettiremezdi. Adamın film zevki korkunçtu.

Bu tür filmleri hiç izlemediğim için gerçekten çok korkmuştum. Bu tür katliam filmleri bana göre değildi. Yüzümü onun göğsüne gömüp onun sıcaklığına sokulana kadar ne kadar çok titrediğimi fark etmemişti. Gerçek anlamda çok korktuğumu anlayınca kısık bir sesle, “Siktir!” diyen sesini duydum.

Kolunu belimin altından geçirerek beni göğsüne bastırdı. “Farah bu sadece bir film.” Bana kendimi güvende hissettirmek istercesine sesi yumuşacık çıkmıştı.

“Korkunç bir film,” diye sızlandım. “O psikopat çift masumları öldürüyorlar.”

“Masum olduklarını kim söyledi?” Çenemi yavaşça tutup başımı kaldırdığında başım hâlâ onun göğsüne yaslıydı.

Kafasını hafifçe eğerek korkudan bembeyaz olan suratıma baktı. “Filmin başında liseli bir kıza tecavüz eden beş çocuk vardı ve kızın iki arkadaşı ona ihanet etmişti. Tecavüzcülerin aileleri tarafından satın alındıkları için mahkemede kızı sattılar. Tecavüzcüleri serbest kalınca kızda intihar etti. Aradan on yıl geçtiğini gösteren yazıyı okumadın mı?” Bana televizyonu gösterdi. “Şu anda ölen herkes kızın tecavüzcüleri ve mahkemede yalan ifade veren arkadaşları.”

Şaşırdım. “O çocuklar otele gelen kurbanlar mı?” Sürekli gözlerimi kapatıp durduğum için filmin birçok sahnesini kaçırmıştım. Bu yüzden işlenen cinayetlerin nedenini anlayamamıştım.

Gurur’un bana olan bakışları fazla sabırlıydı. “Onlar kurban değil, Farah.” Bana kaçırdığım detayları anlatırken yüzü fazla yakınımdaydı. “Her biri on yıl önceki olayın failleri. Psikopat diye adlandırdığın bu çift bir şirketle anlaşıp hepsine tek tek ulaştı. Ücretsiz tatil adı altında onları tek bir çatı altında toplayıp öldürüyorlar çünkü intihar eden o kız aslında kadının kız kardeşiydi. Güçlükle büyütmeye çalıştığı kardeşiydi.”

Gözlerimin içine imalı bir şekilde bakıp ciddiyetle dudaklarını araladı. “Genç bir kızın katilleri dışarıda gününü gün ettiği için kadın sevgilisiyle tüm bunları yapıyor.” Başını iki yana salladı. “Onların yaptıklarını bende onaylamıyorum ama adaletin yetersiz kaldığı yerlerde en sakin insanlar bile kontrolden çıkabilir.” Ne yazık ki söylediklerinde haklılık payı vardı. Adalet doğru şekilde uygulansa bu tür cinayetler daha az yaşanırdı.

Gurur bana film hakkındaki detayları anlatsa bile korkmayı bırakmamıştım. Başroldeki çiftin bunu yapmak için kendince haklı sebepleri olabilirdi ama bu onların yaptıklarını da haklı çıkartmıyordu. İşledikleri her cinayetle biraz daha ürktüm. “Şimdi bunların kızın katillerinden ne farkı kaldı ki,” diye isyan ettim. “Eminin intihar eden kız bile intikamının bu şekilde alınmasını istemezdi.” Bunları söylerken hâlâ Gurur’un kollarının arasındaydım. “Yaptıkları çok yanlış.”

Keder ve korku içinde filmi izlemeye devam ediyordum. “Adalet sistemi yetersiz diye herkes eline silah alsa ülkede kan gövdeyi götürür. İntikam için bence bu da doğru bir yol değil.” Gurur’un intikam anlayışı filmdeki çiftle aynı olduğu için onların yaptıklarını onaylıyordu ancak ben bunu çok yanlış buluyordum. Bu yüzden o izlediği filmden zevk alırken ben izlediğim her şeyi çok gereksiz buluyordum.

Gurur ile her yönden birbirimizden çok farklıydık. Düşünme şeklimiz ve olaylara bakış açımız bile çok farklıydı. Birazcık benden feyz alsa belki de babamla uğraşmayı bırakacaktı ancak o durmuyor ve kafasına koyduğu şeyin peşinden gidiyordu. Perşembe günkü sevkiyatı başarısızlığa uğratıp bizi iflasa sürüklemek istiyordu.

Asaf ile görüşmeye gittiğimi biliyordu. Bu yüzden beni Ali ile eve gönderip arabaya bile binmemişti. Arabanın içinde onları izlemiştim. Ali ona ne söylediyse gerilen yüz hatlarını ve bana kızgınlıkla baktığını görmüştüm. Bana öyle sinirli bakmasının tek nedeni yardım için Asaf’a gittiğimi öğrenmesiydi. Bu kadarını anlayacak kadar kafam çalışıyordu. Gurur bana bu konuda bir şey söylemiyordu çünkü onun da bir planı vardı.

Asaf ile ne konuştular, bilmiyordum ama eski dosttan düşman olmazdı. Asaf beni satmış bile olabilirdi. Aslında bunu yapması işime gelirdi. Perşembe günü beni kıskıvrak yakalamak için Gurur hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyordu. Benim de karşı bir planım olduğu aklına bile gelmezdi. Asaf’ın bana vereceği adamları artık istemiyordum ama o son ana kadar bunu bilmeyecekti. Artık Asaf’a da güvenmediğim için onun adamlarıyla yola çıkamazdım.

Gurur bugün Asaf ile konuşmaya gittiğinde bende hastaneye uğrayıp Aksa’yı ziyaret etmiştim. Ona Gurur’un Asaf’ı görmeye gittiğini söylediğimde Aksa’da benimle aynı şeyleri düşünmüştü. Gurur’un bir şekilde Asaf’ı konuşturacağını ve belki de sevkiyat için ondan adam istediğimi öğrenmiş olabileceğini söylemişti. Gurur düşmanlarına tuzaklar kurmayı sevdiği için eminim sevkiyat günü benim için de bir tuzak hazırlayacaktır.

Bu yüzden Aksa ile karşı bir strateji düşünmüştük. Gurur sevkiyat günü beni bozguna uğratacağını düşünerek keyiflenebilirdi ancak asıl bozguna uğrayan o olacaktı. Onu kendi tuzağıma çekiyordum ve bundan haberi bile yoktu. Bu durum karşısında Aksa ile çok sağlam bir B planımız vardı. Sevkiyatı sorunsuz bir şekilde yaptığımda sevgili kocamın yüzünün alacağı şekli görmek için sabırsızlanıyordum.

Nasıl bir kadınla evli olduğunu hiç bilmiyordu.

“Böyle dalmış ne düşünüyorsun?” Gurur’un sesini duyunca başımı çevirip suratımı astım. “Filmi sindirmeye çalışıyordum şey... Bu filmde onaylamadığım çok şey var.” Dudaklarımı sarkıttım. “Animasyon izlemeliydik.”

İğrenmiş gibi yüzünü buruşturdu. “Çocuk filmleri izleyecek değilim. Biraz büyü ve yetişkinlere göre şeyler izle.”

“Ama bu film çok şiddet içeriyor.”

Gözlerinin ardında psikopatlara özgü bir ifade geçti. “Filmi sevmemin nedeni de tam olarak bu.” Özellikle böyle davranıp onun hakkında farklı düşünmeye beni itiyordu.

Televizyona ters ters bakıp suratımı asmaya devam ettim. “Bunu sevmedim ben çizgi film izlemek istiyorum.”

Bir bacağını diğerinin üzerine atarak yatağa iyice yayıldı. “Bunu izleyeceğiz dedim.”

“Daha önce izlediğin bir filmi?”

“Hayır, ilk kez seninle izliyorum.” Sırtının arkasına koyduğu yastığa yaslanıp gözlerini televizyona dikti. “Konuşup durma replikleri kaçırıyorum.” Bu filmin nesini sevdiyse!

Şiddet içerikli yabancı bir filmi altyazılı izliyorduk. Gurur’un yıllarını yurtdışında geçirdiği için Fransızca da dahil birçok dil bildiğini biliyordum. İngilizce bildiğimi bilmediği için benim de anlamam için altyazıyı açmıştı. Kırk dakika boyunca filmdeki çift hep psikopatça şeyler yapıp durdu. Midemi bulandıracak birçok sahne vardı çünkü insanları katlediyorlardı.

Filmin kırk beşinci dakikasında başroldeki çift sevişmeye başlayınca Gurur gerildi. İşte şimdi eğlenme sırası bendeydi çünkü cinsellik hakkında hiçbir şey bilmediğimi sanıyordu. Göreceklerimi bana açıklayamazdı. Televizyondakiler öpüştüklerinde odaya kadar sabredemeyip birbirlerinin kıyafetlerini çıkarmaya başlamışlardı.

Gurur hemen aramızdaki kumandaya uzanınca ondan önce davrandım. Ters gözlerle bana bakıp telaşla, “Farah ver şunu!” dedi. Kumandayı benden almaya çalışınca arkama sakladım. “Devamında olacakları merak ediyorum.”

Kısa bir an televizyona baktığında kadın sütyen ve kısa bir etekle kalmıştı. Adamın gömleğiyse çoktan yeri bulmuştu. Adam kadını duvara sıkıştırıp dudaklarına yumulunca bir küfür savuran Gurur iyice gerildi. “İstediğin gibi çizgi film izleyeceğiz ver şunu!” Kumandayı almak istedi ama ona vermedim. “Bu film sana göre değil.” Az önce öyle demiyordu ama.

İntikam alırcasına gözlerinin içine bakarken gülmemeye çalışıyordum. “Az önce yetişkinlere özgü filmler izlememi isteyen sen değil miydin?” Onu köşeye sıkıştırarak televizyonu gösterdim. “Onlar ne yapıyor?”

Daha şimdiden soğuk terler dökmeye başlamıştı. Kumandayı benden almaya çalışırken yüzü kaskatıydı. “Sikeyim, hiçbir şey yapmıyorlar ver şunu!”

Ona televizyondaki çiftin yaptıklarını gösterdim. “Birbirlerini dudaklarından öpüyorlar ve bu hoşlarına gitmiş gibi.” Onu iyice kızdırarak gözlerinin içine sevimlice baktım. “Bende denemek istiyorum.”

Çenesinden bir kas seğirdiğinde bu işten nasıl kurtulacağını düşünüyordu. “Farah sana şunu ver dedim.”

Televizyona bakarken gözlerimi kocaman açtım. “Kadının memesini elliyor ve kadın bundan zevk alıyor.” Hızlı bir şekilde Gurur’a dönüp ona kocaman gülümsedim. “Onların yaptığı şeyi bende denemek istiyorum.” Daha o bana engel olmadan tişörtümün eteklerini tutup başımdan çıkardım. Gurur’un ettiği küfürler bana kahkaha attırabilirdi.

Bu gece onun için hiç kolay geçmeyecekti.

Yatağa girerken sütyeni çıkardığımı çok iyi bildiği için tişörtü çıkardığım an hemen başını eğmişti. Şimdi üzerimde sadece bir şort vardı ve göğüslerim tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Üstümü çıkartırken bakmayacağını çok iyi biliyordum. Bir an bile bakacağını düşünsem bunu yapmaya cesaret edemezdim. Yatakta dizlerimin üzerinde dururken televizyonu gösterdim. “O adam kafasını eğmiyor, baksana kadının göğüslerini tutuyor.” Elini tutup kendime doğru çekmeye çalıştım. “Sende benimkini tut.”

Elini sertçe çekerek bana direndi. Bunu yaparken mümkün olduğunca göğüslerime bakmamaya çalışıyordu. “Adam doktor!” dedi hızlıca. Başını omzuna doğru eğip televizyona kızgınlıkla bakıyordu. “Kadının göğüslerini ellemiyor, herhangi bir kitle var mı diye kontrol ediyor. Meme kanserine bir mesaj bu.” Bir sevişme sahnesini bana bu şekilde mi yorumladı? İnanılır gibi değildi.

İnatçı bir tutumla kumandayı arkama saklayıp televizyonu gösterdim. “Adamın doktor olduğuna emin misin? Baksana kadının göğüslerini nasıl da elliyor.”

Bana bakmamak için gözlerini televizyondan ayırmadığı için çenesini sıkıyordu. “Demek ki bu şekilde kontrol ediyorlar.”

“Adam onu elledikçe kadın inleyip duruyor.”

“İnlemiyor, Farah kadının ödü kopuyor. Ya meme kanseriyse diye acıdan kıvranıyor.”

“İfadesi acı çekiyormuş gibi değil.”

Adamla duvar arasında sıkışan kadının çıkardığı zevk iniltilerine yüzünü buruşturdu. “Acısını iyi gizleyen kadınlardan olmalı.”

“Adam kadının memesini emiyor.”

“Ağzıyla kontrol ediyor piç!”

“Adam şimdi de kadının kıçını elliyor.”

Ona kabir azabı gibi gelen sorularım yüzünden televizyondaki çifte nefret etmiş gibi bakıyordu. “Kadının kalçasındaki silikonlardan biri patlamış mı diye kontrol ediyor.”

Kafam karışmış gibi başımı omzuma eğdim. “Bu adam doktor mu yoksa estetik cerrahı mı?”

“Orospu çocuğu her dalda uzman olmalı.”

“Şimdi de onu öpüyor.”

Filmdeki her gelişmeyi bana yorumlamanın siniriyle parmaklarını sarı saçlarından sertçe geçirdi. “Belli ki bademcik ameliyatından önce bu gerekli.” Gurur’un yüzünde acı çeken bir ifade vardı. “Şimdiki neslin tedavi yöntemlerini sorgulamamak gerek.”

Televizyonda gördüklerimle gözlerimi kocaman açtım. “Şimdi de adam pantolonunu çıkartıyor.”

Kaşlarını çattığında boğazında hırlamayı andıran bir ses çıktı. “İşte bunu açıklayamam!” Yataktan fırlayıp duvardaki televizyonu sökmesine hayret etmiştim. Bu hayvan herif televizyonu kucaklayıp yere savurarak kırdı. Şaşkınlık içinde yerde ters duran televizyona bakıyordum. “Gurur?”

Eğdiği başını kaldırmadığı için bana bakmamaya çalışarak sert bir sesle, “Yine ne var!” diye soludu.

Dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamadım. “Fişi çeksen yeterliydi.”

Ağız dolusu küfredip yerdeki televizyona gelişigüzel bir tekme attı. “Bende fişi çekecek akıl bırakmış gibi konuşma oradan!” Derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. “Farah gözünü seveyim şu tişörtünü giy.”

Göğüslerimin ortada olmasını sorun etmemeye çalışarak, “Tişörtüm yerde,” dedim masumca. “Onu bana verebilir misin?”

“İn ulan kendin al!”

Bana bakmadığı için dudaklarımdan oluşan sinsi gülümsemeyi görmüyordu. “Yataktan çıkmayacak kadar yorgunum.” Yalandan sızlanıp, “Korumalardan birini çağır tişörtümü versin,” dediğimde kan beynine sıçramış gibi hırlamayı andıran bir ses çıkardı. “O siktiğim piçleri senin yatak odana girmeyecek!” Başını yerden kaldırmadan hızlı adımlarla yürüyüp yatağımın yanına geldi. Yerdeki tişörtü alıp suratıma atar gibi rastgele yatağa fırlatmıştı. “Üstünü giy!”

Onu daha fazla zorlamak istemediğim için tişörtümü giydim. “Tamam, bakabilirsin.”

Sırtı bana dönük bir şekilde yatağın yanında duruyordu. “Giyindin mi?”

Hızlıca başımı salladım. “Evet, çıplak değilim.”

“Yalan söyleme.”

“Niye yalan söyleyecekmişim?” Kolunu tutup kendime doğru çekerek onu yatağa düşürdüm. “Bak giyindim işte.”

Tedirginlik içinde bana baktığında üzerimdeki tişörtü görünce rahat bir nefes almıştı. “Bir daha benim yanımda üstünü çıkarma.”

Hızlıca başımı sallayarak huyuna gittim. “Peki, senin yanında üstümü çıkarmak yok.” Aklıma gelenlerle heyecanlı bir şekilde koluna yapıştım. “Başkalarının yanında soyunabilir miyim?”

Omuzları gerilirken her an ağzıma bir tane çarpacakmış gibi sinirliydi. “Seni kurşuna dizerim!”

“Niye?”

“Bir de niye diye soruyor, çıldıracağım!” Yüz kızartıcı küfürler ederek bana kızmak için dudaklarını aralamıştı ki, yeşil gözleri kolumda oyalandı. Bir şeyi yeni fark ediyormuş gibi koluma dikkatlice bakıyordu. “Bu nedir?” Kolumu tutup başını eğdi. “Bu siktiğim izleri de neyin nesi?”

Neyden bahsettiğini anlamak için koluma bakınca gördüklerimle ne yapacağımı bilemedim. Para için Caner abim beni sıkıştırıp kolumu çok sert sıktığı için tenim morarmıştı. Abim canımı yakacak bir sertlikte sıktığı için parmak izleri kolumda çıkmıştı. Gurur kolumdaki izlere yakından bakınca şakaklarındaki damarlar belirginleşmişti. Yeşil gözlerinin ardında karanlık bir his belirdiğinde ürktüm. Kolumu tutarken Caner’in açtığı morluklara ölüm soğukluğuyla bakıyordu. Hesap soran bakışlarını bana diktiğinde çenesi kaskatıydı. “Bunu sana kim yaptı?”

Panikleyerek kolumu çekmeye çalıştım. “Hiç kimse.” Aceleyle konuşup kolumu sırtımın arkasına sakladım. “Bir yerlere çarpmış olmalıyım.”

Nabzı boynunda atarken sıktığı dişlerinin arasından, “Sikerler yalanını!” dedi tersçe. “Kolunda parmak izleri var.”

Güçlükle duyulan bir sesle, “Kimse yapmadı,” diye fısıldadım. Onun sert bakışlarından kurtulmak için yataktan çıkmaya çalıştığımda kolumu tuttuğu gibi beni yatağa savurdu. Daha ben ne olduğunu anlamadan beni altına almıştı. Kaçmayayım diye bunu yaptığını biliyorum, ağırlığıyla beni ezmemeye çalışırken beni kıskacı altına almıştı.

Buz gibi gözlerle bana bakarken bakışlarında herhangi bir yumuşama olmamıştı. “Bir daha sormayacağım, Farah!” Gırtlağından çıkan hırıltılı sesi kemiklerime kadar irkilmeme neden oluyordu. “Hangi orospu evladı canını yaktı!”

Öfkesi beni ürküttüğü için her an ağlayabilirdim. Sesi normalde de gür çıkardı ama ne zaman sinirlense sesi daha yüksek çıkıyordu. Bana bağırdıklarında çok korktuğum için onun altında titriyordum. “B-ben anneme gitmek istiyorum.” Gözlerimden taşmak üzere olan yaşlar ondan ne denli korktuğumu açık ediyordu. Güçlükle ona bakıp, “Seninle kalmak istemiyorum,” diye mırıldandım. “Gitmek istiyorum.” Gerçekten gitmek istiyordum.

Üzerimdeki vücudu kasıldığında sertçe yutkundu. Ondan korkup uzaklaşma isteğim onu beyninden vurulmuşa çevirmişti. Şaşkına dönmüş bir vaziyette bana bakıyordu. “Sana bunu yapanlardan korkmuyorsun ama benden mi korkuyorsun?” Bakışları delici bir ifadeye büründüğünde dişlerini sıktıkça çenesindeki kaslar seğiriyordu. “Neden bu kadar aptalsın!”

“Bana bağırıp durma.” Gözlerimden bir damla yaş süzülürken titreyişlerim arttı. “Anla artık ben büyük harflerden korkuyorum.” Benimle konuşurken sesinin desibelini biraz düşürmeliydi.

Yeşil gözleri yanağımda süzülen gözyaşını takip etti. Tek bir damla gözyaşımın akması ona kendini berbat hissettirmiş olmalı ki ne yapacağını bilemedi. Kendine kızar gibi tuhaf sesler çıkardıktan sonra sakinleşmeye çalıştı. Hızlı hızlı nefesler alırken gözlerini yumdu. Beni bakışlarındaki sertlikten korumak istercesine bunu yapmıştı. Nefes alışları belli bir düzene girene kadar gözlerini açmamıştı.

Otuz saniye süren bir mücadeleden sonra gözlerini açtığında şimdi bana olan bakışları daha katlanırdı. “Özür dilerim.” Tüm ağırlığını bir koluna verirken uzanıp parmak uçlarıyla gözyaşımı sildi. “Seni korkutmak istememiştim.” Sesi beni yatıştırmak ister gibi sıcak çıkmıştı. “Annenin yanına dönmeyi unut, bu gece burada kalıyorsun.”

“Hayır.” Buna yanaşmayarak onu üzerimden itmeye çalıştım. “Gitmek istiyorum.” Az önce bana bağırıp durduğu için ağlamaklı sesim titriyordu. “Seninle kalmak istemiyorum.”

“Farah kes şunu.”

Ellerimi göğsüne bastırıp onu kendimden uzaklaştırmak için uğraştım. “Bana sürekli bağırıp korkutuyorsun. Bir gece bile seninle aynı evde kalmak istemiyorum.”

Kaşlarını kızgınlıkla çatıp göğsündeki ellerimi bileklerinden yakaladı. “Sana şunu kes dedim!” Kısık ama sert bir sesle bana kızıp ellerimi başımın üstünden yatağa bastırdı. “Her zaman annenin arkasına saklanamazsın büyü biraz!”

Bu yaptığıyla nefes alışlarım hızlanırken daha çok çırpınmaya başladım. Beni kıskacına alması bana kendimi güvende hissettirmediği için kirpiklerimin arasından akan yaşları durduramıyordum. “Be-beni bırak.” Göğüs kafesimin içindeki kalbim çırpınırken hıçkırdım. “Evime gitmek istiyorum!”

Gözyaşlarıma dayanamadığı için onda yarattığım karmaşanın içinde kayboldu. Ondan korkmam ona kendini bir canavarmış gibi hissettirdiği için yüzü kireç gibi solmuştu. Burnunun direği sızlamışçasına, “Benimle kalamaz mısın?” diye sordu tuhaf bir sesle. Kaşları büküldüğünde çaresizliği beni kuşattı. “Şimdi gidersen kendimi kaybedip fena dağıtırım.”

Bileklerimdeki parmakları gevşediğinde yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Benden korkuyorsan arabada uyurum eve girmem.” İçim acıdığında kendimi berbat hissettim. Beni yanından tutmak için bunu gerçekten yapacakmış gibi kararlıydı. Gözlerini gözlerime kenetledi ve bana olan muhtaçlığıyla, “Gitme,” diye fısıldadı. “Bir gece için de olsa benim yanımda kal. Sana söz istemediğin sürece eve girmem.”

“Gerek yok.”

“Farah-”

“Hayır, dışarıda uyumana gerek yok.” Başımın üstünde duran bileklerimi gevşekçe tutmasına rağmen kollarımı çekmek için bir şey yapmadım. “Gurur bana bağırmadığın sürece senden korkmam.” Bunu ona defalarca hatırlatıyordum ama ne zaman sinirlense farkında olmadan sesini yükseltiyordu. “Benimle ilgili dikkat etmen gereken sadece iki şey var. Bana bağırma ve üzerime yürüme.”

Kendini savunup haklı çıkmaya çalışmak yerine hatasını kabullenip başını ağır ağır salladı. “Boktan herifin tekiyim, sinirlendiğimde düşünme yetimi kaybediyorum.” Son derece ciddi bir şekilde solgun yüzüme bakıp tedirgince konuştu. “Hâlâ korkuyor musun benden?”

“Hayır.”

“Yalan söyleme.”

“Belki birazcık.”

“Hımm.” Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında ılık nefesini dudaklarımda hissediyordum. “İstediğin şu çizgi filmlerden izlersek benden korkmayı bırakır mısın?”

Kıkırdayarak, “Gurur televizyonu kırdın,” dediğimde dudağının köşesi kıvrıldı. “Evdeki tek televizyon bu değil.”

Bir şey söylemek için başımı kaldırdığımda burnum onun burnuna sürtündü ve dudaklarımızın arasındaki mesafe biraz daha azaldı. Bunu bilinçli yapmadığım için gerilmiştim. Ne kadar uygunsuz bir pozisyonda olduğumuzu daha yeni fark ediyorduk. Bacaklarım aralıklı bir şekilde sırtüstü yatıyordum ve Gurur bacaklarımın arasına girmiş bir halde üzerimdeydi. Ellerimi başımın üstünden tuttuğu için yüzlerimiz birbirine çok yakındı. O da bunu yeni fark ettiği için bakışları değişmişti.

Yeşil gözlerinin odağına dudaklarım girdiğinde irisleri koyulaştı. Gözlerini dudaklarımdan ayırmadığı için odadaki atmosfer bir anda değişmişti. Aralıklı dudaklarıma baktıkça kendine zor hâkim olduğunu görebiliyordum. Nefes alışları hızlandığında ağırlığıyla beni ezmeye başlamıştı. Bir çılgınlık yapmamak için müthiş bir çaba gösteriyordu. Sadece başını beş santim daha eğse dudaklarımızın arasındaki mesafe kapanacaktı.

Onu teşvik etmek için, “Gurur,” dedim sakince. “Beni öpmek istiyorsan öpebilirsin.” Nefes almayı bıraktı.

Gözlerinin ardında kopan fırtınayı görünce bir an bunu yapacak sandım hatta neredeyse yapıyordu fakat son anda kendine engel oldu. Beni öpmek için çıldırmasına rağmen iradesinin son kırıntısına tutunarak kontrolünü sağlamıştı. Kendine gelmek için başını iki yana sallarken nefesini sertçe verdi. “Neye sebep olacağını bilmiyorsan benden seni öpmemi isteme.”

Bir kez daha beni reddettiği için tüm keyfim kaçmıştı. “Bu hafta içinde babanla işim bitecek ve gideceğim hayatından!” Kalbim kasıldığında bana karşı fazla açık ve acımasızdı. Bu öfkesinin nedeni bana kolayca ulaşabilecekken bunu yapamıyor olmasından kaynaklanıyordu. Öfkesi aslında bana değil kendineydi.

Üzerimde kaskatı bir şekilde dururken gözlerini gözlerime dikti. “Bir adamdan intikam almaya çalışırken kızını lekeleyemem.” Bana dokunmayı benim açımdan bir leke olarak mı görüyordu?

Sıkıntı içinde bana bakarken bir çıkmaza düştüğünü saklayamıyordu. “Yapamam el kızı.” Bu intikam oyununda yorgun ve yenik düşmüş gibi bezgindi. “Sen benim için fazlasın, çok istesem de elim sana uzanmaz.” Yüzü gerilirken kaşları büküldü. “O kadar bilgisizsin ki seni arzuladığımda bile kendimden utanıyorum.” Tiksinti içinde yüzünü buruşturdu. “Bu bir çocuğu suistimal etmekle aynı şey!”

“Ama ben bir çocuk değilim!”

“Hadi oradan!” Bana sesini yükselterek kaşlarını kızgınlıkla çattı. “Neyi istediğini bile bilmiyorsun!” Biliyorum Allah’ın cezası diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Bilmediğimi sandığı her şeyi biliyordum ama başıma açtığım bu saçma oyunun içinden çıkamıyordum! Kendimi ona tam bir aptal gibi gösterirken aklım neredeydi!

Bileklerimi ondan kurtararak ellerimi uzatıp omuzlarını kavradım. Ellerimin altındaki vücudu kaskatıydı. “Bilmiyorsam sen bana öğret.”

Buna şiddetle karşı çıktı. Boynundaki damarlar gerilirken kaşlarının kavisi hâlâ çatıktı. “Artık uyumalısın!” Bulaşıcı bir hastalık taşıyormuşum gibi üzerimden çekilip yataktan hemen çıktı. Bunu fazla hızlı yapması canımı sıkmıştı.

Sinirden burnumdan soluyarak bende yataktan çıktım. Önünden geçip banyoya yürürken başımı kaldırıp yüzüne bakmamıştım. “Banyo yapacağım sen odana git. Yıkandıktan sonra sarkaçla uyurum.” Bunları söyledikten sonra banyoya girip kapıyı sertçe kapatmıştım. Küçük bir öpücüğe bile yanaşmıyordu.

Ilık suyu açıp üzerimdeki her şeyi hırsla çıkardım. Suyun altına girdiğimde sinirden zangır zangır titriyordum. Bunu hep yapıyordu! “Sanki ben sana çok meraklıyım.”

Uzun süre suyun altından çıkmamıştım. Yeterince sakinleşmeden odaya dönmek istemiyordum. Biraz daha iyi hissedince suyu kapatıp havluya uzandım. Havluyu sıkıca vücuduma sarıp odaya girdiğimde Gurur’un gitmediğini görmek beni şaşırtmıştı. Yatağın üzerinde ayaklarını uzatarak oturuyordu ve yanında bir masal kitabı vardı. Onu nereden bulmuştu?

Telefonuyla meşgulken çıkardığım seslerden odaya girdiğimi anladı ancak başını hiç kaldırmadı. “Hasta olacaksın giyin.” Sesi bile fazla düzdü.

Kollarımı göğsümden birleştirerek dik dik ona bakmaya başladım. “Odamdan çıkarsan daha rahat giyinirim. Burada giyinme odası yok.”

İfadesiz bir suratla ısrarla beni görmezden geliyordu. Başını o telefondan kaldırsa ölmezdi. “Banyoda giyinebilirsin.”

“Odamda giyinmek istiyorum.”

“Giyin sana bakmıyorum.”

Bu herifin Laz inadıyla yarışamayacağımı bildiğim için banyoya girip çıkardığım kıyafetleri yeniden giydim. Odaya döndüğümde saçlarımdan omuzlarıma sular akıyordu çünkü saçlarımı kurutmamıştım. Gurur’a olan öfkemden kurutmayı da düşünmüyordum. Aynanın karşısına geçip yolmak istercesine tarağı saçlarıma geçirdim. Gerçek anlamda çok sinirliydim ve bunu nasıl gizleyeceğimi bilmiyordum.

Sırtım ona dönük bir şekilde hırsla saçlarımı tararken arkamdan sinirli sesini duydum. “Saçlarına iyi davran!”

İnadına tarağı daha sert saçlarıma geçirdiğimde, “Farah!” dedi bu sefer daha şiddetli bir sesle. Aynaya bakınca öldürmek ister gibi bana baktığını gördüm. Yansımasına gözlerimi dikip tarağı saçlarımdan hoyratça geçirdiğimde kaşlarını çattı. Sinirli adımlarla banyoya girip on saniye içinde elinde bir havluyla çıkmıştı.

Yanıma gelip tarağı elimden çekip aldığında çenesini haddinden fazla sıkıyordu. “Bir daha saçlarına böyle davranırsan seninle fena bozuşuruz!” Beni tehdit edip sandalyemin arkasına geçti. Havluyla saçlarımı kurutmaya başladığında sert yüz hatlarına rağmen hareketleri naifti.

Saçlarımdaki fazla suyu alırken gözlerini siyah tutamlarımdan ayırmıyordu. “Sahip olduğun saçların tek bir teli için her şeyi yapabilecek insanlar var.” Midem kasıldı. Yeğeni Melek kanser olduğu için tüm saçları dökülmüştü. Saçlarım konusundaki hassasiyeti bundandı.

Gurur saçlarımı kuruttuktan sonra tarağı alıp onları yavaşça taramaya başladı. Tek bir telini koparmamaya çalışarak tutam tutam saçlarımı tarıyordu. Tarak saçlarımın üzerinden kayıp giderken Gurur bunu hep yapıyormuş gibi özenliydi. Aynadaki yansımasına bakınca yüzündeki huzurlu ifadeyi gördüm. Yeşil gözleri taradığı saçlarımdan oyalanırken dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Onlarla ilgilenmeyi sevmiş gibiydi.

“Hep topladığın için daha önce saçlarının bu kadar uzun olduğunu hiç fark etmemiştim.” Sesi beğeni içinde çıkmıştı. “Hiç kesme.” Kalbim teklemişti çünkü bu bir ricaydı.

Saçlarıma olan ilgisi beni biraz sakinleştirdiği için, “Peki,” deyiverdim. Uçlarından kırıklarını almak dışında saçlarımı hiç kesmezdim çünkü uzun saç seviyordum.

Gurur saçlarımı taradıktan sonra tarağı bir kenara bıraktı. Kaba elleri saçlarımı arkada toplayıp üçe ayırdığında aynada onu izliyordum. Soluğum kesilmişti çünkü saçlarımı örecekti. Daha önce birinin saçlarını taradığını tarağı kullanma şeklinde anlamıştım ama ilk kez birinin saçlarını örüyor olmalı ki çok uğraştı. Biraz örüyordu sonra yaptığı örgüyü beğenmeyip hepsini açıyor ve tekrar deniyordu.

Bunu tam yedi kez yapınca kıkırdadım. “Belki de vazgeçmelisin.”

Tarağı alıp karıştırdığı saçlarımı tekrar tarayarak düzeltti. “Bu sefer olacak.” İfadesi bana kahkaha attırabilirdi. Sanki beyin ameliyatı yapıyormuş gibi ciddiydi.

“İlk kez mi yapıyorsun?”

Tarağı bırakıp saçlarımı arkadan tekrar üçe ayırdığında başını salladı. “Melek çocukken onun saçlarını hep ben tarardım ama Melek’in saçları çok nazlıydı. Uçlarından kırıklarını bile alsan bir daha kolay kolay uzamazdı. Bazı saçlar makasa küser bu yüzden onun saçları örgü yapılmayacak kadar kısaydı.” Benim saçlarımı işaret etti. “İlk kez birinin saçlarını örüyorum.”

“Öremiyorsun, Gurur.”

“Rahat dursan çoktan örmüştüm.” Beceriksizliğini bile bana yıkacak kadar egoistti. “Benim yapamayacağım bir şey yok. Sürekli kıpırdadığın için bozuluyor.”

“Sen ve devası egon bu dünya için çok fazlasınız.”

“Daha iyi bir dünya bulunana kadar aranızda idare ediyoruz.”

Gülmeye başladığımda, “Kıpırdama,” diye beni uyardı. “Bak senin yüzünden yine yapamadım. Şu kafanı bir oynatmasan olacak.” Böylece sekizinci başarısız girişimini de benim üzerime yıkmıştı.

Gurur’un ne denli inatçı bir adam olduğunu en iyi bu gece öğrenmiştim çünkü kırk dakika boyunca beni bu sandalyeden kaldırmamıştı. Burada oturmaktan belim ve boynum ağrımaya başlamıştı ama o inatla kalkmama izin vermiyordu. Yarısına kadar yaptığı örgüyü beğenmeyip tekrar bozduğunda neredeyse ağlayacaktım. “Yirmi sekizinci deneme oldu bu. Belki de saçlarım açık uyumalıyım.”

Yine tarağa uzanırken, “Uydurma,” diye homurdandı. “O kadar olmadı.”

“Hepsini tek tek sayıyorum.”

“O zaman saymayı bırak, Farah.”

“Boynum ağrıdı benim!”

“Kocana çemkirme!”

“Bu da olmazsa vazgeçeceksin.”

“Kitabımda yok.”

“Ne yok?”

“Vazgeçmek.”

“Valla bak ağlayacağım!” dediğimde gülerek başını salladı. “Tamam, bu son.” Aynadan bakınca gözlerinde gördüğüm parıltılarla karnımda baloncuklar oluşmaya başlamıştı. Bu bakışı da neydi?

Saçlarımı örmeyi beceremediği için beni bu sandalyede tutmuyordu, Gurur saçlarıma dokunmayı sevmişti. Bunu doğrudan yapamadığı için bir bahaneye ihtiyacı vardı ve bulduğu tek bahane onları örmekti. Yumuşak saçlarımın parmaklarının arasından kayıp gitmesini sevmiş gibiydi. Saçlarıma dokunmak bile yakışıklı yüzünde küçük bir tebessüm yaratıyordu.

Saçlarımı örerken, “Farah,” diye mırıldandı içli bir sesle. “Sakın saçlarını kesme.” Duraksadı ve aynadan gözlerimin içine baktı. “Saçlarını sevdim.” Nabzım boğazımda atmaya başlamıştı. Onları gerçekten sevmiş gibi bakıyordu. Aslına bakarsanız son kırk dakikadır yaptığı şey buydu, saçlarımı sevmek.

Nihayet saçlarımı örebilmişti. Ucuna bağlayacak bir toka bulamadığı için odadan çıkmıştı. Bir süre sonra Melek’in odasında aldığı lastik bir tokayla dönmüştü. O tokayı örgü yaptığı saçlarımın ucuna takması çok tatlıydı. Yaptığı örgüyü önüme çekip aynadan baktığımda gülmeye başladım. “Ama bu yamuk yumuk olmuş.” Ayağa kalkıp karşısına dikildim. “Demek ki her işte çok iyi değilsin.”

Amacım egosuna küçük de olsa bir darbe vurmaktı ama sözlerim ona hiç işlemedi. Omuzlarını dikleştirip küstah bir hareketle göğsünü kabarttı. “Ben her işte çok iyiyim sıkıntı senin saçlarında. Örülmeyecek kadar gür ve kalın.”

“Hı hı.”

“Farah ağzını eğerek konuşma çarpacağım bir tane.”

Başımı omzuma doğru eğip ona gülümsedim. “Yapar mısın?” diye sordum safça.

Burnumun ucuna parmağıyla küçük bir fiske vurdu. “Sen bu kadar sevimliyken mi?” Karnımda kelebekler uçuşuyordu.

Yalandan öksürüp boğazını temizlediğinde saçlarımdaki yamuk yumuk örgüyü gösterdi. “Beğenmediysen açabilirsin.” Açmamı istemediğini görebiliyordum.

“Hayır, çok sevdim.” Yürüyüp yatağa girerek pikeyi karnıma kadar çektim. “Ama bana masal okumazsan yaptığın örgüyü bozarım.”

Yatağın üstündeki masal kitabını aldığında gülümsüyordu. “Zaten okuyacağım.” Yatağımın kenarına oturacağı esnada onu durdurdum. “Yatakta oku.”

Ne demek istediğimi anlamadı. “Yatakta okuyorum zaten.”

“Yatağımın kenarına oturarak değil.” Yan tarafı işaret ettim. “Yatağa girerek oku.” Buna yanaşmayarak tam itiraz edecekti ki, “Bu da mı beni lekeler?” diye sordum alayla. “Kolun koluma değse düşmanının kızını kirletmiş mi olursun?” Yapmacık bir şekilde güldüm. “Babamın ne kadar da düşünceli bir düşmanı varmış. Ona yapmadığı şeyi bırakmıyor ama bana gelince fazla onurlu.”

İfadesi ciddileştiğinde bana olan bakışı buz gibiydi. “Sana karşı iyiysem bu hakkettiğini düşündüğümden. Babana gösterecek merhametim yok.”

“Hah!” Tuhaf bir ses çıkartıp inanamayan bakışlarımı ona diktim. “Bana karşı iyi olduğunu mu düşünüyorsun?”

Derdimin ne olduğunu anlamaya çalışırken şaşırmıştı. “Sana zalim mi davranıyorum?” Bunu gerçekten merak ediyordu.

Ona sırtımı dönüp pikeyi kafama kadar çektim. “Sandığın kadar iyi de davranmıyorsun.” Sesim her an ağlayacakmışım gibi içli çıkmıştı.

Sesli bir şekilde aldığı nefesleri duydum. Yatağın bir tarafı çöktüğünde homurtusu kulağıma geldi. “Bir şekilde bana her istediğini yaptırıyorsun ya, çıldırıyorum!” İstemediği halde yatağa girmesinden bahsediyordu.

Bana yaklaşmamak için yatağın diğer ucunda olduğunu biliyordum. Bu yüzden kafamı pikenin altından çıkartmadım. “Bir varmış bir yokmuş…” diye masal kitabını okumaya başlamıştı ki, kafamı çıkarmadığımı görünce kısık bir sesle küfretti. “Ördek dedik deve kuşu çıktı.” Bana doğru kayıp pikeyi karnıma kadar indirdi. Kolunu belimin altından geçirip beni göğsüne çektiğinde sesli yutkundum. Bunu yapmasını beklemiyordum.

Yanağım göğsüne yaslıyken gülümseyerek başımı kaldırıp ona baktım. Trip atmayı bıraktığımı görünce gülmemeye çalışarak başını iki yana salladı. “Şimdi keyfin yerine geldi mi, Nemrudun nazlı kızı?”

“Evet.” Kolumu beline sararak kırpıştırdığım kirpiklerimin arasından onu izlemeye başladım. “Kollarının arasında uyut beni.” Tüm vücudu taş kesilmişti. Önünü ardını düşünmeden ona karşı bu kadar açık sözlü olmam her defasında onu bozguna uğratıyordu. Kolumu beline sardığımda bile vücudu bana tepki verip gerilmişti.

Yüzümü seyre dalmışken bu yakınlıkta belki de ilk kez bakışlarını benden alıp gözlerini kaçıran o oldu. Yalandan öksürerek hemen elindeki masal kitabını açtı. Sağ koluyla beni sarıp göğsüne bastırırken masal kitabı sol elindeydi. Sayfaları onun için ben çevirebilirdim. Göğsüne iyice sokulup ona daha sıkı sarıldığımda iç çekişi kulağıma gelmişti. Bizi bitirmeye çalışırken ona sığınmam onu derinden sarsıyordu.

Bu gece bana orman perisi adında bir masal kitabı okuyacaktı. “Bu kitabı nereden buldun?” diye sordum merakla.

“Evin yakınında bir kitapçı var. Sen banyodayken kitapçı kapanmadan Yalçın’ı gönderdim.” Her şeyi önceden düşünüyordu.

Gurur bana masal kitabını okumaya başladığında huzurlu bir şekilde onu dinlemeye başladım. Başım onun göğsüne yaslıyken kokusuyla gevşiyordum. Parfümünün deniz esintisini andıran kokusunu çok seviyordum. Hep olduğu gibi masalın bazı yerlerini saçma bulmuş, mantık hatalarını eleştirmiş ve karakterlere bol bol küfretmişti. Masalın yarısına geldiğinde göz kapaklarım ağırlaşmış ve uykum gelmişti ama uyumamak için direnmiştim.

Son satırları okuyup masalı bitirdiğinde bile sık sık esniyor ama uyumuyordum. Kitabı kapatıp yan tarafına bıraktığında, “Derdin ne senin?” diye sordu sitemle. “Uyumamak için bu inadın niye?”

Ona baktığımda başını eğip benden cevap beklediği için yüzü çok yakınımdaydı. “Uyumak istemiyorum.” Suratımı asarak ona daha sıkı sarıldım. “Uyuduğumda gidersin.”

İçine çektiği nefesi ciğerlerine hapsetti. “Geceyi seninle geçirmemi mi istiyorsun?”

Başımı hızlıca sallayarak, “Evet,” dedim tam bir dürüstlükle. “Uzun zaman sonra ilk kez evim dışında bir yerde kalıyorum.” Gözlerimi kaçırdığımda ifadem fazla mahzundu. “Annem ve babam burada olmadığı için kendimi güvende hissetmiyorum. Şey… Sanırım korkuyorum.” Damarlarındaki tüm kan çekilmiş gibi vücut sıcaklığı düşmüştü.

“Farah,” deyişi endişe içindeydi. “Burada benimle yalnız olmaktan mı korkuyorsun?”

Başımı kaldırdığımda ne denli sarsıldığını gördüm. Ondan korkmamdan nefret ediyordu. “Hayır, bu odada yalnız kalmaktan korkuyorum.” Yumuşak bir sesle konuşup elimi kaldırarak yüzüne dokundum. “Senden korkmadığım için kalmanı istiyorum çünkü senin yanında kendimi güvende hissediyorum.” Yanağım göğüs kafesine yaslı olduğu için hızlanan kalbinin sesini duydum.

Gerilen yüzü gevşemeye başladığında gözlerini benden ayırmıyordu. Bana olan bakışı fazla güzeldi. Parmak uçlarım yanağına değdiğinde ona dokunmam için bana izin verdi. Parmaklarım biraz çekingen biraz da ürkekçe onun yüzünde gezindiğinde bundan hoşlanmış gibiydi.

Gözlerini büyük bir huzura yumup yanağını avuç içime yasladı. Sanki dünyalar benim olmuştu çünkü bu hareketi bana teslim olmuş gibiydi. Onun gözleri kapalıydı ve ben onun kolları arasındayken aşık gözlerle onu izliyordum. Bakışlarım dudaklarına kayınca kendime düşünme şansı vermeden uzandım ve onu öptüm. Dudaklarıma değen ilk dudaklar onun olmalıydı. Başka biriyle bunu yapmayı istemiyordum.

Bu gece filmde izlediğim gibi onu ateşli bir şekilde öpmeye kalkışmadım. Bu çok aşırıya kaçmak olurdu. Tek yaptığım dudaklarımı onun dudaklarına hafifçe değdirmekti. Bunu yaptığım an kemiklerine kadar kasılmıştı. Beni itmesini veya kızmasını bekledim ancak bunların hiçbirini yapmamıştı. Dudaklarım onun dudaklarına yaslı olduğu süre boyunca hiç kıpırdamadı hatta nefes bile almadı.

Sadece beş saniye, dudaklarımın onun dudaklarına temas ettiği süre sadece beş saniyeyle sınırlıydı. Bu beş saniyede kalbim patlayacakmış gibi hızlanmış, omurgama buz gibi bir his yayılmıştı. Bu gerçek bir öpücük bile sayılmazdı çünkü dudaklarım hiç hareket etmeden beş saniye boyunca onun dudaklarının üzerinde kalmış ve daha sonra geri çekilmiştim. Dudaklarımızı birleştirmek dışında onu gerçek anlamda öpmek için hiçbir şey yapmamıştım.

Dudaklarına tüy gibi küçük bir öpücük kondurup başımı çektiğimde yumduğu gözlerini yavaşça araladı. Yeşil gözlerindeki karmaşa bu öpücüğe hazırlıklı olmadığını gösteriyordu. Bu kadarına cesaret edeceğimi beklemiyordu. Bana kızacağından çok emindim ama tek yaptığı içli bir şekilde nefesini vermekti. “Sen hiç rahat durmaz mısın?”

Çok utandığım için derimin altı yanıyordu. Yüzümü onun göğsüne gömüp bakışlarından kaçtım. “Sen beni hiç öpmeyince ben şey ettim.”

“Ney ettin?” diyen sesi fazla düz çıktığı için ne düşündüğünü anlayamıyordum.

“Öptüm işte.”

Güldüğünde başımın yaslı olduğu göğüs kafesi hafifçe sarsıldı. “Sen buna öpmek mi diyorsun?”

Homurdanarak kolumu beline sardım. “Gerçeğinin nasıl olduğunu bana göstermeyeceksen konuşma lütfen.”

Keyifli çıkan bir sesle, “Uyu hadi,” diyerek beni iyice göğsüne çekti. “Bu gece burada uyuyacağım bu yüzden korkmana gerek yok.”

“Şey…” diye kıvrandığımda küfreden sesini duydum. “Farah bana ikinci kez o kitabı okutturamazsın!”

“Ama masal okumazsan uyuyamam ki,” diye sızlandım. “Tekrar okumalısın.”

“Kalk ulan kucağımdan, ilk okuduğumda uyusaydın başa dönmezdik!” Beni kendinden uzaklaştırmaya çalışınca ona koala gibi yapıştım. “Gideceğini sandığım için uyumadım. Beni itmeyi bırak sana sarılarak uyuyacağım!”

Karnındaki kolumu kastederek, “İstemiyorum bana sarılmanı çek şu kolunu,” dedi ama onun kolu da hâlâ beni göğsünde tutuyordu.

“Çekmeyeceğim işte!”

“Bu tacize girer!” dediğinde kıkırdadım. “Hiçte bile.”

“O siktiğim şeyi ikinci kez okumayacağım.”

“Sabaha kadar uykusuz mu kalayım?”

“Umurumda değil kal!”

Çenemi göğsüne yaslayıp gücenmiş gözlerimi ona diktim. “Umurunda değil miyim?”

“Hiç bu toplara girmeyeceğim devamında kimin kazandığını iyi biliyorum!” Kaşlarını çatarak beni göğsünden itmeye çalıştı. “Kızım bıraksana beni.”

Ona daha sıkı sarılarak iyice göğsüne sokuldum. “Umurunda değil miyim?”

“Sikeyim, başladık yine!”

“Umurunda değil miyim?”

“Farah bak sağdan soldan yine geliyorlar bana. Çekilsene ulan kucağımdan!”

“Umurunda değil miyim?”

“Kabir azabı gibisin!”

“Umurunda değil miyim?”

Gözlerinin çevresi kısıldığında belli belirsiz tebessüm ederek başını salladı. “Umurumdasın be kızım.” Bunları söylerken derinden bir iç çekmişti. “Hem de öyle böyle değil.” Gülümsediğimi görünce hayıflanır gibi, “Bir de gülmesi yok mu,” diye sitem etti. “İnsanı ölüme sürükler.”

Başımı göğsüne yaslayıp önüme döndüğümde Gurur ikinci kez masal kitabını eline aldı. Bir kolu beni omzumdan göğsüne bastırırken kitap yine sol elindeydi. Orman perisini bana ikinci kez okurken gözlerimi yumdum. Beni bırakıp gitmeyeceğini bildiğim için bu sefer uykuya dalmam daha kısa sürmüştü. Emin değilim ama kitabın giriş kısmından bile uyumuş olabilirdim. Gurur’un kollarında ve onun ferahlatıcı kokusuyla kendimden geçip masal okuyan sesiyle uyumuştum.


Yorumlar