Sabah gözlerimi açtığımda Gurur’u yanımda bulamadım. Benim için mutfak masasında kahvaltı hazırlayıp evden çıkmıştı. Korumalara sorduğumda acil bir işi çıktığı için sabah erkenden evden ayrıldığını söylemişlerdi. Onu yatakta bulamayınca tüm neşem kaybolduğu için arayıp nerede olduğunu sormamıştım. Keyifsiz bir şekilde kahvaltımı yapıp üzerimi değiştirdikten sonra bende evden çıkmıştım.
Gurur’un adamları bir dakika olsun yanımdan ayrılmadıkları için onlar beni hastaneye bırakmıştı. Kuzenimin nasıl olduğunu merak ettiğim için Aksa’nın yanına gelmiştim. Nesibe yenge ve amcam nihayet buradan ayrıldığı için kuzenimle yalnız kalabilmiştim. Ancak Aksa uyuduğu için onunla konuşma fırsatım olmamıştı. Odasının bir köşesinde babamla oturmuş sessizliğimizi koruyorduk. Yaşadığı ekonomik kriz yüzünden babam yine düşüncelerine dalıp gitmişti.
“Baba.” Ona seslenerek oturduğum yerden kalktım. “Bir sıkıntın mı var?”
Sesimle birlikte başını kaldırdığında bakışları yorgundu. “Biraz hava almalıyım.” Sandalyesinde güçlükle kalkıp yanıma geldi. “Bu ihtiyara eşlik eder misin?” Tebessüm ederek koluna girdim.
Babamla odadan çıktığımızda korumaların arasından geçip koridorda yürümeye başladık. Sanırım veliahdıyla bazı şeyleri konuşmanın zamanı gelmişti. Yüzüne bakınca bile bunu görebiliyordum. “Bana kızgın mısın?” diye sorduğunda bakışları bende değildi. Tam karşısına bakarak yürüyordu.
Küçük adımlarla ona eşlik ederken kırışıkların yer edindiği yüzünü seyrediyordum. “Hangi konuda sana kızgın olmalıyım?”
Bir konuda kendine kızarak içini çekti. “Sana bıraktığım kanlı miras için bana öfkeli olmalısın.” Beni varisi yaptığı için suçluluk duyduğunu biliyordum. Bunun üstesinden gelemeyeceğimi o da iyi biliyordu.
“Sevkiyatın üstesinden gelebileceğini düşünüyor musun?” Ansızın sorduğu soruyla adımlarım yere çakıldı. Kolundan çıktığımda korku içindeydim çünkü babam onun arkasından yaptıklarımı öğrenmişti.
Kendimi açıklama gereğinde bulunarak aceleyle, “Baba-” demiştim ki tüm ciddiyetiyle beni izlerken elini kaldırarak beni susturdu. “Sadece sorduğum soruya cevap ver.” Kızıyla konuşan bir babanın gözleriyle bana bakmıyordu. Karşısında birlikte iş yaptığı biri varmış gibi mesafeli ve ciddiydi. “Bu işin üstesinden gelebileceğini düşünüyor musun?”
Tam cevap verecektim ki bir kez daha elini kaldırarak beni susturdu. “Bir şey söylemeden önce yoluna taş koyacak kişinin kocan olduğunu ve başarısız olursan her şeyimizi kaybedeceğimizi unutma.” Omuzumu kavrayıp üzerime eğildi. “İyi düşün ve bana öyle cevap ver.”
“Yapabilirim baba.” Bunları söylerken fazladan bir saniye bile düşünmedim çünkü kendime olan güvenim tamdı. Bunu yapabilirdim.
Gözlerinin içine kararlılıkla bakarak, “Bu işi bana ver,” diye ona yalvardım. “Bunu senden kızın olarak değil, varisin olarak istiyorum. Bir gün yerine geçeceksem bana ait olanları korumalıyım.” Karşımda kimin olduğu umurumda değildi, benim her zaman ilk önceliğim ailem olacaktı. Bu uğurda Gurur ile savaşmayı göze alıyordum.
Babamın ihtiyar yüzünde değişen bir şey olmadı çünkü onu endişelendiren başka bir şey vardı. “Bu sevkiyat çok tehlikeli, Farah. Seni riske atmak istemiyorum.” Omuzumu hafifçe sıktığında hayatım için çok korktuğunu yeterince saklayamıyordu. “Bana geri döneceğini bilmeliyim.”
“Baba bana artık güvenmelisin.” Caner’den daha iyi bir seçenek olduğum için beni veliahdı yaptığını ama beni de çok yetersiz bulduğunu biliyordum. Ancak bana güvenmekten başka çaresi yoktu çünkü farkında değildi ama bu iş için elindeki en iyi aday bendim.
Bu sevkiyatla babam ve tüm ailem göründüğüm gibi biri olmadığımı anlayacaktı. Tüm hayatımı saklanarak geçirip potansiyelimi gizlemişken açığa çıkmak istemiyordum. Ancak bunu yapmaktan başka çarem yoktu, ailemizin geleceği yaklaşan sevkiyata bağlıydı. Başarısızlık oranını en aza indirmek için bu işi bizzat yapmalıydım. Bu konuda babamın beceriksiz adamlarına güvenemezdim.
Babam bu iş için ne kadar istekli olduğumu görünce hiç istemese de bana güvenmeyi seçti. Ailemizin kaderini belirleyecek bir sevkiyatı korkak kızının ellerine bırakmak onun için kolay bir karar değildi. Başlangıç olarak bana böylesine büyük bir sorumluluk vermek istemiyordu ama bu riski aldı. Kabul ederek belki de hayatının kumarını oynadı, işi bana vererek her şeyini bana yatırmıştı. Gerçek anlamda her şeyini.
Derin bir nefes alarak başını isteksiz bir şekilde salladı. “İşleri batırırsan biteriz, Farah başarmaktan başka şansın yok.” Üstlendiğim şeyin risklerinin farkındaydım.
“İflasın eşiğinde olduğumuzu biliyorum baba. Başarısız olmak gibi bir lüksüm yok.” Canım pahasına o tırların depolarımıza ulaşmasını sağlayacaktım.
“Madem öyle bu iş için sana iyi bir ekip lazım.” Tam itiraz edecektim ki sinirle güldü. “Benim adamlarım değil.” Bu konuda onun adamlarına güvenmediğimi bilmesi iyi bir şeydi.
Tekrar yürümeye başladığında merakla peşine takıldım. “Peki, hangi adamlar?”
Önde yürürken küçük adımlarla onu takip ediyordum. “Her liderin kendine özel bir ekibi vardır. Korumalardan bahsetmiyorum benim demek istediğim arka planda bizim için çoğu şeyi halleden güçlü bir kadro.” Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı. “İlk adımlarından son adımlarına kadar seninle bu yola çıkacak bir ekibin olmalı. Güvenip sırtını yaslayacağın insanları etrafına toplamalısın.”
Somurtarak adımlarımı pat pat yere vurup yanında yürüdüm. “Öyle bir ekibi nereden bulacağım? Arada seninkileri bana ödünç versen olmaz mı?”
Başını geriye atıp yüksek sesle güldü. “Benimkiler artık benim gibi ihtiyarlar. Gençliğimden bu yaşıma kadar yanımda olan o insanlar senin toyluğuna ayak uyduramazlar. Sana senin gibi gençler lazım.”
Çantamdaki telefonumu çıkardım. “Bana iki dakika ver hemen gazeteye ilan veriyorum,” dediğimde gülüşü beni mutlu ediyordu. Az da olsa keyfini yerine getirmiştim.
Kolunu omzuma atarak üzerime eğildi. “Senin için gereken tüm ayarlamaları yaptım. Ekibin bu sabah Diyarbakır’dan yola çıktı. Adamlarım havaalanında onları alacak.” Bir dakika ne? Bir ekibim olmuştu ve benim bundan haberim yok muydu?
“Baba,” diye fısıldadım korku içinde. “Lütfen bana akrabalarımızdan birilerini seçtiğini söyleme.” Daha fazla akraba mı? Annem bu sefer kalp krizinden giderdi.
Babam, Demet Tozlu faktörünü hatırlamış olmalı ki başına gelecekleri hayal edince irkildi. “Anneni sakinleştirme işi sende.”
“Bu kadar zalim olamazsın. Annem etrafında akrabalarımızdan birini görünce cin çarmışsa dönüyor.” İtiraz ederek kolunun altından çıktım. “Ben daha yeni evi yıktığım için bana çok sinirli bu sefer yalnızsın.”
Annemden ödü koptuğu için kızgın görünmek için kaşlarını çatmaya çalıştı. “Evi yıktığın için bende sana sinirliyim. Cezanda indirim istiyorsan gelen çocuklar için anneni önden hazırlamalısın.”
“Ama baba bu cezadan indirim değil ki bu bildiğin idam.” Elimi boğazımın yakınına getirip keser gibi yaptım. “Annem beni kıtır kıtır keser.”
“Sahip olduğu tek çocuğusun hiçbir şey yapamaz.”
“Bunu en son söylediğinde topuklu ayakkabısıyla kafamı kırmıştı.”
Bıyık altında güldü. “O olaydan sonra daha hızlı koşmayı öğrendin.”
“Bu işte yalnızsın baba!”
“O malikaneyi tek başına yaptırırım sana. Sen yıktın sen yapacaksın!”
Hızlı bir U dönüşü yapıp, “Peki, annemi ben hallederim!” dediğimde sesli gülerek önüne döndü. Bunlar karı koca beni hunharca kullanmaya bayılıyorlardı.
Asık bir suratla yanında yürürken, “Kimler geliyor?” diye sordum.
“Kuzenlerin?”
“Baba o kadar çok kuzenim var ki hangilerinden bahsediyorsun?” Sadece baba tarafından değil anne tarafından da çok fazla kuzenim vardı. Annem bir ailenin dört çocuğundan biriydi. Haliyle onun da kardeşlerinin çocukları vardı. Baba tarafı daha karışık olduğu için kimin kim olduğunu bile unutuyordum.
“Elmas’ın yeğenini hatırlıyor musun?” diye sorduğunda yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. “Kendi düğününden üç kez kaçan firariden mi bahsediyorsun?” Elmas annenin yeğeni, yani Kılıç Aslan’ın namı tüm Diyarbakır’a yayılmıştı çünkü evlenmeye şiddetle karşıydı.
Kılıç Aslan’ı nikah masasına oturtmak kolay değildi. Kendi düğününden kaçtığı için babasının gazabını üzerine çekmişti. Üstelik bunu tam üç kez yapmıştı. Her defasında ona farklı bir gelin bulup evlenmesi için onu zorluyorlardı. O da sürekli gelini masada bırakıp birkaç gün boyunca ortalarda görünmüyordu. Babası kız tarafıyla sık sık kanlı bıçaklı olduğu için Kılıç Aslan’ı evlatlıktan reddetmişti.
Bence Aksa ile çok iyi anlaşırlardı çünkü ikisinin çok ortak noktası vardı. Babam yürümeye devam ederken, “Her şeyi yöneten sen olacaksın ama beni dinlersen ekip liderin Kılıç Aslan olmalı,” deyince sessizlik içinde onu dinlemeye başladım. “O piçin kafası çok farklı çalışıyor, kolay kolay yaş tahtaya basacak biri değil. Sağ kolun ve senden sonraki yetkili o olmalı.”
“Bunu düşüneceğim.” Kendi ekibimde kime hangi pozisyonu vereceğim benim kontrolümde olmalıydı.
“Dayımın torunu Zaza, yani Zahide’yi hatırlıyor musun?”
Başımı sallayarak onu onayladım. “Rüstem dayının ortanca torunundan bahsediyorsun, değil mi?”
“Evet, ta kendisi.”
“Zaza donanmaya katılmıştı diye hatırlıyorum?”
Gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. “Geçen yıl donanmadan atıldı.” O kadar çok akrabamız vardı ki hepsinin takibini yapamıyordum.
“Niye?” diye sorduğumda babam omuzlarını kaldırıp indirdi. “Nedenini kimseye söylemiyor. Zaza’dan daha iyi bir keskin nişancı bulamazsın.” Homurtum onu güldürdü çünkü benim için seçtiği kişilere çoktan bir pozisyon bulmuştu. Görev dağılımını yapmamı elimden alıyordu.
“Ve İskender,” dedi. “Rahmetli kardeşimin oğlu.” Kerim amcadan küçük bir kardeşi daha vardı ama o ben çocukken ölmüştü.
“İskender hapiste değil miydi?”
“Dört ay önce çıktı. O piçin on altı yaşından beri hapishanelere ayrı bir düşkünlüğü var. Ben onu dışarı çıkarttıkça o içeri girecek bir yol buluyor.” Babamın ifadesi küfreder gibi hoşnutsuzdu. “Canı sıkıldıkça tatile gider gibi bir suç işleyip cezaevine giriyor. Tekrar içeri girmeden onu İstanbul’a çağırdım.”
Uyarı niteliğindeki bakışlarını bana dikti. “Yanınızda olduğu sürece hepinizin yapacağı tek şey İskender’in sıkılmamasını sağlamak yoksa kendiyle birlikte sizi de yakalatır.” Yapabilseydim ağız dolusu küfrederdim. İskender gibi birini nasıl benim ekibime alırdı!
İskender’in sebep olacağı şeyleri hatırladıkça yüzüm kireç gibi soluyordu. “Baba o çok kolay sıkılıyor. Ne yani tüm ekip İskender Bey’i mi eğlendireceğiz?” Hepimizi cezaevine göndermeyeceğinin bir kanıtı yoktu.
Suratımın aldığı şekil babamı çok eğlendirdiği için gülerek önüne döndü. “İskender’i duyunca Kılıç Aslan’da seninle aynı şeyleri söyledi hatta Zaza’da.” Haksız da sayılmazlardı.
“Ailenin tüm çürüklerini benim ekibime toplamışsın,” diye sızlanmaya başladım. “Biri düğün kaçağı, diğeri ordudan kovulmuş ve üçüncüsü de cezaevi aşığı. Bunlardan daha kötü ne olabilir ki?”
Gözlerimin içine eğlenerek bakıp sırıtınca henüz en kötüsünü duymadığımı anladım. “Esvet’te geliyor.” Yüzümdeki tüm kan çekildiğinde babam neredeyse kahkaha atacaktı. “Yakın dövüş konusunda Esvet’ten daha iyisini bulamazsın.”
“Baba o bir hırsız.”
“Senden çalmadığı sürece sorun yok.” Çıldırmak üzereydim, Esvet gibi eli uzun birini ekibimde istemiyordum!
Esvet, anne tarafından akrabamdı ve İstanbul’da ailesiyle yaşıyordu. Dayılarımdan Nail dayının en küçük kızıydı. Kuzenimin gördüğü her şeyi izinsiz ve gizlice almak gibi kötü bir alışkanlığı vardı. Ailesi varlıklı biri olduğu için Esvet’in maddi yönden bir sıkıntısı yoktu. Bir şeyleri çalmak için geçerli hiçbir sebebi yoktu ama o, çalmadan duramıyordu.
Çocukken annesi ona bir hobi edinmesini söylemişti ve Esvet, ertesi gün sıra arkadaşının defterini çalarak eve dönmüştü. Her şey böyle başlamıştı. Yengemin ona bahsettiği hobinin hırsızlık olduğunu hiç sanmıyordum. Bana yaşattığı stres henüz bitmemiş gibi babamın hınzır bakışları üzerimdeydi. “Son olarak Nihat.”
“Harika!” dedim sinirle. “Ekipte bir tek dolandırıcı kadromuz boştu artık o da doldu!” diye isyan ettiğimde babam gür bir kahkaha patlattı. “Bunu duymayı bekliyordum.” Beklerdi tabii ne de olsa Nihat gibi bir üç kağıtçıya kimse tepkisiz kalamazdı.
O çocuk tüm yakın çevresini dolandırmıştı hatta annemi bile. Tıpkı Esvet gibi o da anne tarafından akrabamdı çünkü teyzemin oğluydu. Kimsesiz çocuklar için bağış adı altında geçen yıl annemi bile dolandırmıştı. Ben onu bir de annemin karşısına mı çıkaracaktım? Annem beni mahvedecekti.
Koridorun sonuna geldiğimizde babam dönerek yönünü bana doğru çevirdi. Ekibimdeki üyelerin birinden bile memnun olmadığım için yüzüm sirke satıyordu. Gülmemek için yanaklarının içini dişleyen babam, “Bakıldığında hepsi çok sorunlu çocuklar ama senin için bundan daha iyi bir ekip düşünemiyorum,” diye beni neşelendirmeye çalıştı. “Onlar kusurlu kusursuz bir ekip.”
“Daha iyi ve sorunsuz kuzenlerim de var.” Bende kuzenden daha fazla hiçbir şey yoktu.
“Evet ama hiçbiri bu çocuklar kadar yetenekli değil. Kılıç Aslan ekibin beyni, Aksa hackeri, Zaza keskin nişancısı,” diye sıralamaya başladı. “Esvet sana tüm kapıları açabilir, Nihat ise düşmanlarını aldatmana yardım edebilir. Bizim dünyamızda dürüstlük her zaman kazandırmıyor.”
Kollarımı göğsümde birleştirerek dik dik ona bakmaya başladım. “İskender bana ne kazandıracak? Cezaevi deneyimi mi?”
Babam yüzünü buruşturarak yanımdan geçti. “O piçin hiçbir vasfı yok, onu aranızda idare edin. Dediğim gibi sakın sıkılmasına izin vermeyin.” Yoksa kendisiyle birlikte hepimizi cezaevine gönderirdi!
Peşine takıldığımda sorularımın ardı arkası kesilmiyordu. “Ne zaman geliyorlar?”
“Diyarbakır’daki kuzenlerinin uçağı yarım saat önce indi, birazdan burada olurlar. İstanbul’daki kuzenlerinse her an gelebilir.”
“Ekibin içinde Aksa’yı da saydın ama amcam onu evlendiriyor.” Kolunu tutarak onu durdurdum. “Baba o evlenmek istemiyor, buna engel olamaz mısın?”
Yüzü kararırken beni hayal kırıklığına uğratarak başını iki yana salladı. “Ailenin lideri bile olsam Kerim’in kızı hakkındaki kararına karışamam.” Derin bir nefes alarak beni gösterdi. “Ben nasıl ki onu kızımla ilgili şeylere karıştırmıyorsam o da aynı şeyi benden istiyor.”
“Ne yani Aksa’nın istemediği bir evlilik yapmasına izin mi vereceğiz?”
Beni rahatlatmak ister gibi omzumu hafifçe sıktı. “Asaf sandığınız kadar kötü biri değil. Aksa için en doğru adam olduğunu biliyorum.” Gözlerinde görmekten hoşlanmadığım bir his belirmişti. “Kuzeninin Bolatlı ile yapacağı evlilik sana bir müttefik kazandırabilir. Bir gün yerime geçtiğinde o kurtlar sofrasında güvenebileceğin birileri olmalı.” Sırf bana müttefik kazandırmak için Aksa’nın evliliğine karşı çıkmadığını anlamak beni mutlu etmemişti.
Konuşmamız bitince babam yanımdan ayrılmıştı. Hastanenin her yerinde adamları olduğu için biraz yalnız kalmak istememi sorun etmemişti. Bir alt kata inerek kendime kahve aldım. Korumalardan bunu isteyebilirdim ama biraz yürümek istemiştim. Kahvemi yudumlayarak koridorda yürürken gördüğüm kişiyle durdum. Doğru görüp görmediğimden emin olmak için gözlerimi kısmıştım. Siyahlar içindeki bu adam deniz kenarında gördüğüm o yabancı değil miydi? Neydi adı… Sonat.
Bir eli cebinde yürürken telefonla konuşuyordu. Yine giydiği gömleğe kadar siyahlara bürünmüştü. Gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı ve boynunda kravatı yoktu. Siyah saçları özenle taranmış, kahve gözleriyse etrafına boş bakışlar atıyordu. Ta ki beni görene dek. Bakışları bana değdiği an gözlerinin irislerine tuhaf bir duygu nakşedildi. Bu adamda anlam veremediğim bir şeyler vardı.
Ben şaşkınca ona bakarken o, beni gördüğüne hiç şaşırmamış gibiydi. Bana doğru adımlar atarken keyfi yerinde görünüyordu. “Beni mi takip ediyorsun?” Benim ona sormam gereken soruyu o bana soruyordu.
Yüzümdeki alık ifadeyle, “Neden sizi takip edeyim?” diye sordum safça. “Belli ki burada karşılaşmamız bir tesadüf.”
“Tesadüf mü? Buna gerçekten inanmamı mı bekliyorsun?” Tam karşımda durduğunda ürkerek arkaya doğru iki adım attım. Gözleri geriye attığım adımları bulduğunda yüzü hoşnutsuz bir ifadeye büründü. “Ta buralara kadar hem peşimden geliyorsun hem de benden korkuyor musun?” Olamaz, yine başlıyoruz.
“Beyefendi düzgün konuşur musunuz?” Daha ilk dakikada beni sinirlendirmeye başlamıştı. “Evliyim ben neden tanımadığım bir adamı takip edeyim?”
Uzun boyundan dolayı bana üstten bakışlar atarken sözlerime zerre kadar itimat etmemişti. “Beni takip etmiyorsan burada ne işin var?”
“Üst katta kuzenim yatıyor.” Aklıma gelenlerle korkup biraz daha geriledim. “Belki de siz beni takip ediyorsunuz?”
Bana kendimi dilenciymişim gibi hissettiren o sinir bozucu ifadesi tekrar ortaya çıkmıştı. Önce kalemle tutturduğum saçlarıma, daha sonra da gözlüğüme küçümseyen gözlerle baktı. Bakışları kıyafetlerime kayınca yerimde rahatsızca kıpırdandım. Üzerimde bir omuzu açık salaş bir kazak ve tayt vardı. Vücudumun kıvrımlarının görülmesinden rahatsız olduğum için kazağımın uzun eteği kalçamı kapatıyordu.
Baştan ayağa beni süzerken yüzünü abartıyla buruşturdu. “İnan bana peşine düşüp takip edeceğim bir kız değilsin.” Onun tipi olmadığımı her defasında hatırlatmak zorunda mıydı?
Ona cevap olarak tam tersi şeyler söyleyecektim ki ayağımdaki beyaz spor ayakkabıları gösterdi. “Bağcığın açılmış basıp düşebilirsin.”
“Düşmekle bir sorunum yok.” Omuzlarımı dikleştirip hesap soran bakışlarımı ona çıkardım. “Neden buradasınız?”
Bunu kabul etmekten nefret etsem de yakışıklı biriydi ve takındığı umursamaz tavrı tuhaf bir şekilde onu çekici kılıyordu. “Harbiden seni takip ettiğimi mi düşünüyorsun?” Alaycı bir sesle konuşup cebindeki elini çıkartınca elinin sarılı olduğunu gördüm. “Küçük bir iş kazası geçirdiğim için buradayım.” Sanırım burada karşılaşmamız gerçekten bir tesadüftü.
Rahatlayarak nefesimi verdiğimde bu onun dikkatinden kaçmamıştı. “Bu da neydi şimdi?” Kahve gözleri kısıldı. “Elimi kesmem seni mutlu mu etti?”
“Şey… Hayır.” Yanlış anlaşılmak istemediğim için hızlıca konuşup başımı iki yana salladım. “Elinize olanlar için üzüldüm.” İki dakikada bana soğuk terler döktürdüğü için bakışlarımı kaçırıp kısık bir sesle konuştum. “Geçmiş olsun.”
“Hep böyle mi konuşursun?” diye sordu.
Onun dışında her yere bakarken bir yolunu bulup gitmek istiyordum. “Nasıl?”
“Fısıltıyla.” Bunu duymayı beklemediğim için yutkunarak başımı kaldırdım. İfadesi şimdi fazla hissizdi. Emin değilim ama her defasında kısık çıkan sesim sanki canını sıkıyordu.
“Benim sesimin normali bu.” Güçlükle konuşup ona geldiğim yönü gösterdim. “Kuzenim beni bekler artık gitmeliyim. Tekrardan geçmiş olsun.”
Ona sırtımı dönüp tam yanından ayrılacaktım ki, “Cüzdanım arabada kalmış,” diyen sesi beni durdurdu. Yavaşça ona döndüğümde bana olan bakışları fazla muzırdı. “Bana içecek bir şeyler ısmarlayabilir misin?” Başıyla kafeteryanın olduğu yönü gösterdi. “Kahve olabilir.”
Deniz kenarında bana söyledikleri aklıma gelince sebepsiz yere ödeşmek istedim. “Bilemiyorum.” Bir ayağımın üzerinde salınırken başımı omzuma doğru eğdim. “Bu aralar dilencilik sektöründe işler çok kesat. Bu yüzden fazla param yok,” dediğimde dudakları seğirdi, gülüşünü bastırmaya çalıştı ama pek başarılı olamadı. Kendini tutamayıp güldüğünde eğlenmeye başlamıştı.
“Madem öyle.” Aramızdaki mesafeyi kapatıp yarısına kadar içtiğim kahveyi elimden aldı. “Bende bununla idare ederim.” Afallayan bakışlarımın altında bir başkasının içtiği, yani benim bardağımdan bir yudum aldı. Üstelik dudaklarımın değdiği yerden içmişti. Belki de bunu fark etmemişti.
Yaptığı şeyi onaylamadığımı gizleyemiyordum. “Başkalarının bardağından içmek sağlıklı değil.” Elinde tuttuğu karton bardağı gösterdim. “Eğer bulaşıcı bir hastalığım olsaydı size de geçmiş olacaktı.”
İnadıma yapar gibi gözlerimin içine bakıp kahveden bir yudum daha aldı. Bunu yaparken irislerinde haylaz parıltılar vardı. “Bulaşıcı bir hastalığın var mı?”
“Yok.”
Omuzlarını kaldırıp indirdi. “O zaman sorun da yok.”
“Ya olsaydı?”
Gözlerimin içine haddinden uzun baktığında sebepsiz yere gerildim. “Fark eden bir şey olmazdı.” Bu da neydi şimdi?
“Farah?” Gurur’un sesini duyunca irkilerek arkamı döndüm. Asansörden inmiş bana doğru yürüyordu. Yeşil gözleri sık sık ben ve arkamdaki adam arasında gidip geliyordu. Paniklemiştim Gurur’un bir şeyleri yanlış anlamasını istemiyordum.
Yanıma geldiğinde ne düşündüğünü anlamayacağım kadar donuktu. Birkaç adım arkamda duran Sonat’ı gösterdi. “Kim bu herif?” Sakin çıkan sesine aldanmamam gerektiğini biliyordum çünkü Gurur her an her şeyi yapacak biriydi.
“Bu beyefendinin adı Sonat.” Gurur’a tebessüm ederek küçük bir açıklama yaptım. “Onunla ilk kez deniz kenarında karşılaşmıştık.”
“Demek adı Sonat?” Gurur hissiz bir sesle konuştuktan sonra yanımda durup yönünü Sonat’a çevirdi. “Ve bugün de burada karşılaştınız öyle mi?” Yeşil gözlerini onun gözlerine diktiğinde bakışları hesap sorar gibiydi. “Bana bunun bir tesadüf olduğunu söyleyebilir misin?”
Tam konuşacaktım ki Gurur elini kaldırıp beni susturdu. Bunu yaparken gözlerini bir saniye olsun Sonat’tan ayırmıyordu. “Sana sormadım, Farah ona sordum.”
Sonat dimdik bir şekilde onun karşısında dururken rahatsızlığını yeteri kadar gizleyemiyordu. Sanki Gurur’a bakmak bile onu sinirlendiriyordu. “Öyle diyebiliriz.” Duygusuz bir sesle konuşup sargıdaki elini gösterdi. “Burada karşılaşmamız tamamen tesadüf.”
Gurur’un eli belime uzandığında bu temasa hazırlıklı değildim. Parmakları sahiplenircesine belimi sarıp beni yanına çekerken Sonat’a olan bakışları ürkütücüydü. “Umarım ikinci kez karımla karşılaşman bir tesadüftür.” Dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldığında bu soğuk gülüşü kan dondurucuydu. “Aksi takdirde bir kez de benimle karşılaşmak zorunda kalırsın ve bu tesadüfen olmaz.” Onu tehdit etmişti.
Sonat’ın çenesi seğirdiğinde Gurur’un bakışları delice bir boyuta ulaştı. Aralarındaki gerginlik devasa bir boyuttaydı. Birbirlerine attıkları soğuk bakışlar beni endişelendirdiği için hemen Gurur’un elini tuttum. “Gidelim artık.”
Bir çılgınlık yapmadan onu buradan götürmek istediğim için elini sıkıca tutuyor, onu peşimden çekiyordum. “Bekle!” Sert bir sesle konuşup beni durdurdu. Ona döndüğümde kaşlarının çatık olduğunu gördüm. Neden bu kadar paniklediğimi anlamaya çalışıyordu. Sakladığım bir şeyler olup olmadığından şüpheleniyordu.
Böyle ulu orta bir yerde bana kızacağından korkmaya başlamışken burnundan nefesini sertçe verdi. Kendini sakinleştirmeye çalışarak ayakkabılarımı gösterdi. “Bağcıkların açılmış.”
“Sorun değil.” Bir an önce gitmek istediğim için açılan bağcıklarımı fazla önemsemedim. “Sonra bağlarım.”
“Basıp düşebilirsin.”
“Düşsem ne olacak ki bununla bir sorunum yok.”
Bana öldürücü gözlerle bakıp parmaklarımın sardığı elini çekti. “Düşersen canın yanar ve benim acı çekmenle ilgili ciddi sorunlarım var.” Karşıma geçip bir ayağının üzerine diz çöktüğünde donup kalmıştım. Bunu ikinci kez yapıyordu.
Koridordaki onca insanın önünde benim karşımda diz çökmeyi sorun etmemişti. Uzanıp ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken bakışları fazla ciddiydi. Büyük bir titizlikle spor ayakkabılarımın bağcıklarını benim için bağlıyordu. Herkesin gözünü korkutup dize getiren Gurur Kalender, benim önümde bir ayağının üzerine diz çökmeyi sorun etmiyordu. Dudaklarımdaki tebessümün farkında bile değildim.
Ayakkabılarımı bağlayıp bağcıklarından küçük bir fiyonk yaptığında kıkırdadım. “Bunu bana da öğretmelisin.” Sesim fazla mutlu çıkıyordu çünkü yaptığı bu küçük jestler kalbimi yerinden hoplatıyordu.
“Bakarız.” Ayakkabılarımla işi bittiğinde ayağa kalkıp bana asansörü gösterdi. “Kahvaltı yapmadığım için karnım aç eve gidelim.” Neredeyse kahkaha atacaktım. Dışarıda yemekten nefret ettiği için eve gidince yine beni mutfağa sokacağını biliyordum. Ev yemeklerini çok seviyordu.
Onunla asansöre yürürken dönüp arkama baktım ama Sonat’ın çoktan gittiğini gördüm. “Nereye bakıyorsun?” Gurur’un sinirli sesini duyunca hemen önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım. “Hiçbir yere bakmıyorum.”
Kızgın bakışlarıyla beni ürkütüyordu. “O piçe mi bakıyordun?”
“Hayır, ne alakası var.”
Asansöre bindiğimizde ondan önce davranıp üst katın düğmesine bastım. Aksa’yı görmeden hastaneden ayrılmayacağımı bildiği için bana sorun çıkarmadı. Ona bakmasam da hesap soran bakışlarını üzerimde hissediyordum. Asansörde onunla yalnız olmak beni ürkütmeye başlamıştı. Bir anda asansörü durdurup bana dönünce irkilerek arkaya doğru birkaç adım attım. Yine başlıyoruz.
Her şeyden çok kolay korktuğumu bildiği için beni ürkütmemeye çalışarak bakışlarını yumuşatmaya çalıştı. Dün gece beni korkutmuşken bunu tekrar yapmak istemiyordu. “O herifle ne konuşuyordunuz ve deniz kenarında ne konuştunuz? İlk kez ne zaman karşılaştınız?” Beni konuşturmak için sesini oldukça yumuşak çıkartmıştı.
Bana kızmasından endişe ettiğim için bakışlarım yerdeydi. “Sen Bige ile Kocaeli’ne gittiğin gün biraz hava almak için dışarı çıkmıştım. Orada deniz kenarında karşılaştık.” Suçlu çocuklar gibi eğdiğim başımı kaldırmıyordum. “Ben yanlış bir şey yapmadım.”
Aramızdaki mesafeyi kapattığında mümkün olsa deve kuşları gibi başımı yerin altına sokardım. Beni yanlış anlamasından endişe ettiğim için yüzüne bile bakmaya korkuyordum. Elimi avucunun içine alıp dudaklarımdan çekene kadar yine tırnaklarımı kemirdiğimi fark etmemiştim. “Sakin ol senin yanlış bir şey yapmadığını biliyorum.” Beni korkutup ağlatmaktan ödü kopuyordu.
Tuttuğu elimi yavaşça aşağıya indirerek yan tarafımda tuttu. Boştaki eli çenemi hafifçe sıkarak başımı kaldırmıştı. “Bana onunla ne konuştuğunuzu anlatmanı istiyorum.” Ilımlı bakan gözlerini benim titreşen siyahlarıma kenetleyerek bakışlarımı kaçırmama izin vermedi. “Tüm konuştuklarınızı bilmek istiyorum.”
“Havadan sudan şeyler.”
“Farah.” Birkaç kez derin derin nefesler aldı. “Sana havadan sudan gelen şeyler belki de öyle değildir.” Omuzlarını bükerek üzerime eğildi. “Laf arasında biri sana küfretse bile bunu anlamayacak bir saflıktasın.” Başparmağıyla çenemi hafifçe okşayarak başını yana doğru yatırdı ve yüzlerimizi aynı hizaya getirdi. “Tüm konuşmalarınızı eksiksiz anlat bana.”
“Ama hepsini hatırlamıyorum.”
Çenemdeki eli gerilmişti. “Hepsini hatırlamayacak kadar uzun mu konuştunuz?”
“Evet, bir saate yakın konuştuk.”
“Sikeyim, Farah!” Benimle olan temasını kopartıp bir adım geri çekildiğinde sinirden yüzü kaskatıydı. “Bir saat ne konuştun elin herifiyle?”
“Havadan sudan.”
“Siktirme havasını suyunu!” Gırtlağından çıkan kalın bir sesle konuştuğunda yanında duran elini sıkıyordu. “Hiç tanımadığın biriyle bir saat boyunca ne konuşulur!”
Somurtarak yüzümü asmaya başladım. “Yine bana bağırıyorsun.”
Dişlerini sıktığı için çenesinde bir kas seğirdi. “Bağırmıyorum sesim gür çıkıyor.” Bana olan bakışları fazla tersti. “Altmış dakikanın siktiğim her saniyesinde ne konuştuğunuzu söyleyeceksin bana!”
“Bak bağırıyorsun işte.”
“Farah delirtme adamı, konumuz benim sesim değil.”
“Delirtme mi?” Hayretler içinde ona bakıyordum. “Sen zaten delisin.”
“Sende bu delinin karısısın.” Beni ürküterek bir yere varamayacağını çok iyi bildiği için farklı bir taktik denedi. “Ne konuştuğunuzu bana anlatırsan sana kara gül ve yeşil erik alırım.”
“Bana rüşvet mi teklif ediyorsun?”
“Ona henüz sıra gelmedi ama işe yarayacaksa çek defterim arabada,” deyince kahkaha attım. Bazen çok şapşal olabiliyordu.
Asansörün düğmesine basarak çalıştırdım. “Bankta çantam kalmıştı almak için döndüğümde o bankta oturuyordu.” Saklayacak bir şeyim olmadığı için Sonat ile nasıl karşılaştığımızı ona anlatmaya başladım. “Korktuğum için yanına yaklaşıp çantamı alamadım. Bu yüzden ondan kalkmasını istedim ama kalkmadı. Gazetesini okurken keyfinden ödün vermedi.”
Asansörden indiğimde Gurur yanımda yürüyerek sessizliğini korudu. “Beni dilenci sandı. Ondan para koparmak için çantayı bahane edip dikkatini çekmek istediğimi düşündü.” Gurur’a bakıp ona kendimi gösterdim. “Şey… Sence ben dilenciler gibi mi giyiniyorum?”
Kaşlarının kavisi usulca çatıldı. “O puştun ne dediğini niye bu kadar önemsiyorsun?” Baştan ayağa beni süzerek kıyafetlerimi ve görünüşümü değerlendirmeye başlamıştı.
Beni izlerken gözlerinin yeşil harelerinde oluşan beğeni aklımı başımdan alıyordu. “Sen her şeyiyle fazla güzelsin.” Bunları söyledikten sonra çapkınca bana göz kırptı. “Karıma her şey yakışır.” Gurur’un bir karım deyişine her şeyimi feda edebilirdim çünkü sahiplenme şekli çok güzeldi.
Dudaklarımda gülücükler açarken parmak uçlarımdan yükselip dudaklarımı yanağına bastırdım. “Kocam bugün çok tatlı.” Yanağına bir öpücük daha kondurdum. “Hem de çoook,” dediğimde gülüşüne engel olamadı. Gurur gülmeyi seven bir insan olduğu için uzun süre ciddi kalamazdı.
Yanağına kondurduğum iki öpücük sinirlerini yatıştırdığı için şimdi bana olan bakışı daha yumuşaktı. “Devam et anlatmaya.” Deniz kenarında olan her şeyi bilmek istiyordu.
Yanında yürürken önemsiz bir şeyden bahseder gibi sesim sıkılmış çıkıyordu. “Dilenci diyerek sinirlerimi bozduğu için bende ona kızdım.”
“Kızmak mı?” Kaşlarını alay ederek yukarı kaldırdı. “Farah sen kızamıyorsun.”
“Yoo bazen kızabiliyorum. Hatırlasana malikaneye arabayla daldım,” dediğimde başını arkaya atıp gür bir kahkaha patlattı. “Nasıl da masum masum anlatıyor.”
Yaptığım şeyi hatırladıkça şaşkınlığım artıyordu. “Malikanenin ön cephesini yıktım.”
Benimle gurur duyuyormuş gibi gülümseyerek onayladı. “Ve bu gördüğüm en iyi şeydi.”
Ayaklarımı sertçe yere vurarak onun önünde yürümeye başladım. “Beni kötüye teşvik ediyorsun.”
“Konuyu kaynatma küçük ördek.” İki adımla bana yetişip beni konuşturmak için baskı yaptı. “Deniz kenarından devam et.”
“Valla bak fazla hatırlamıyorum. Önemli hiçbir şey konuşmadık ki.” Onu geçiştirmemden nefret etse de daha fazla ısrar edip beni zorlamadı. Bu konuda bana inanmayı seçti ya da öyleymiş gibi davrandı.
Uyarı dolu bakışlarını benden çekmeyip itiraz istemeyen bir sesle konuştu. “O herifle üçüncü kez karşılaşırsan bundan haberim olacak. Anladın mı?” Bu konunun kapanmasını istediğim için başımı sallayarak onu onayladım. Onunla üçüncü kez karşılaşacağımı sanmıyordum.
Gurur’un adımları bana kıyasla daha büyük olduğu için ona yetişmekte güçlük çekiyordum. Her defasında durup ona yetişmemi bekliyordu. Aramızdaki mesafe yine açılınca koşup sırtına atladım. Kollarımı boynuna dolayıp başımı omzundan öne doğru uzattım. “Ya beni bekle ya da beni taşı.”
Omzunun üzerinden bana bakarken düşmeyeyim diye bacaklarımı tutuyordu. Yaptığım bu küçük taşkınlıklar onu çok eğlendiriyordu ama bunu gizlemek için sinirli görünmeye çalıştı. “Sen iyice beni hamalın yaptın.” Fazla güç uygulamaktan kaçınarak yalandan beni sırtından atmak için uğraştı. “İn ulan aşağıya.” Oysaki gerçekten istese tek bir hareketiyle beni yere savurabilirdi.
Çenemi omzuna yaslayarak daha sıkı boynuna sarıldım. “Ayaklarım yoruldu azıcık taşı işte.”
Beni sırtında taşıyarak yürürken sitem eder gibi dudaklarını büktü. “Kendimize karı diye sanki sultan kızı aldık. Pek de nazlıymış bu kız.”
“Ayaklarım yoruldu diyorum.”
“Görende maraton koştuğunu düşünür.”
“Hele ki azıcık taşıdın ya artık söylenir durursun. Karını taşımayacaksan ne diye yaptın o kasları?”
Gülmemek için yanaklarının içini dişledi. “Seni taşımak için yapmadık herhalde.”
“Kim için yaptın peki?”
Bana diklenerek göğsünü kabarttı. “Hesap mı vereceğiz?”
Gücenmiş gibi suratım asılmıştı. “Vermez misin?”
Gözleri muzırca bana bakarken derinden gelen bir iç çekişle. “Hesap soran sensen veririz elbet,” deyince tekrar gülümsemeye başladım. Gurur Kalender bambaşka bir şeydi.
Gurur beni koridorun bitişiğine kadar sırtından taşımıştı ama daha sonra beni indirdi. Bundan gerisi babam ve adamlarıyla dolu olduğu için beni daha fazla taşıyamazdı. Birlikte sola dönerek babamın adamlarının olduğu koridora girdik. Aksa’nın odasının önüne geldiğimizde Gurur her zamanki gibi babam ve amcamla dalaşırken bende kuzenimin odasına girdim.
Aksa’nın odasına girdiğimde içeride Asaf’ı gördüm. Aksa ona öldürücü gözlerle bakıyordu ancak Asaf onun sinirli bakışlarını görmezden geliyordu. Yatağın yanındaki koltuğa rahatça oturmuş, boş gözlerle telefonunda bir şeyler yapıyordu. Kapı aralıklı olduğu için içeri girerken fazla ses çıkarmamıştım bu yüzden geldiğimi anlamamışlardı.
Aksa kucağındaki yastığı sıkarken mümkün olsa o yataktan fırlar ve Asaf’ı çıplak ellerle boğabilirdi. Ona olan bakışları o denli nefret doluydu. “Nikah için gün alman umurumda değil. Yarın seninle evlenmeyeceğim!” Asaf yarın için evlilik tarihi mi almıştı? Hiç vakit kaybetmemişti.
Asaf telefonuyla meşgulken Aksa’nın öfkesinden zerre kadar etkilenmiyordu. “Yarın o imzayı atmazsan babandan önce ben bitiririm işini.” Sakin bir sesle konuşup telefonu kurcalamaya devam etti. “Ve bence de yarın benimle evlenme.” Başını yavaşça kaldırıp buz gibi gözlerle Aksa’ya baktığında bakışları tehditkardı. “Böylece senden kurtulmam için bana bir sebep verirsin.”
Aksa inatçı bir tutumla çenesini dikleştirerek onu ciddiye almadı. “Yine nikahtan kaçacağım ve bu sefer bu ülkeye hiç dönmeyeceğim!” Asaf’ın kapıya diktiği adamlar olmasaydı çoktan buradan kaçmıştı.
Onun öfkeden kor gibi yanan gözlerine bakan Asaf’ın dudağının köşesi usulca kıvrıldı. “Nereye gidersin mesela?” diye alayla konuştu. “Seni benden saklayacak bir ülke var mı?”
Kuzenim yüzüne gelen saçlarını hırsla arkaya iterken yastığın yumuşak kumaşını biraz daha sıktı. “Senin gücün beni bulmaya yetmez, Bolatlı. Eğer öyle olmasaydı bu beş yıl içinde beni bulurdun.”
Dudaklarını birbirine bastıran Asaf belli belirsiz güldü. Bakışları fazla manidardı. Sanki onun yerini en başından beri biliyormuş gibi bakıyordu ama bu konuda tek kelime etmedi. “Seni bulmak isteseydim bulurdum ama hiç aramadım.” Bir bacağını diğerinin üzerine atarak koltuğuna yaslandı. “Seni arama zahmetine bile girmeyecek kadar benim için önemsizsin.” Bu sözlerde samimi olduğunu sanmıyordum.
Duyduklarından sonra Aksa’nın kaşları biraz daha çatılmıştı. “Madem öyle neden benimle evlenmek istiyorsun!”
“Çünkü kaçtığın yere geri dönecek kadar aptalsın.” Buz gibi bir sesle konuştuğunda mavi gözleri duygudan yoksundu. “Etrafta eski nişanlım sıfatıyla gezip tozmana izin verecek değilim. Karım olacaksın ve beni o nikah masasında bırakmanın hesabını vereceksin!”
Yumruk yaptığı elini yastığa geçiren Aksa deliye dönmüştü. “Senin karın olmaktansa ölmeyi yeğlerim!”
“Neden!” Asaf kontrolü dışında ona bağırdığında başından beri sergilediği o sakinliğinden eser kalmamıştı. “Neden benimle evlenmek senin için ölümden daha ağır!”
Öfke patlaması yaşıyormuş gibi bir hışımla ayağa kalkıp Aksa’nın yanında bitti. “Son ana kadar benimle evlenmeye istekliydin. İnkâr etsen de içten içe senin de rızan olduğunu biliyordum. İnadıma saçlarını hep yamuk kessen de beni her gördüğünde kızaran yanaklarından rızan olduğunu anlıyordum!” Kaşlarını çatarak Aksa’nın üzerine eğildi. “Düğünde ne yaşandı da benden kaçtın!”
Aksa kendini yataktan geriye çekerek ondan uzaklaşmaya çalıştı. “Belli ki yanlış fikirlere kapılmışsın.” Bunları söylerken Asaf dışında her yere bakıyordu. “Hiçbir zaman seninle evlenmeyi istemedim. Senden hep nefret ettim!”
Şakaklarındaki damarlar şişecek kadar sinirlenen Asaf, “Yalan söylemeyi bırak!” diye ona sesini yükseltip Aksa’nın çenesini kavradı. Onu kendine bakmaya zorlayıp üzerine biraz daha eğilmişti. “Düğünden birkaç saat önce o gelinliğin içinde mutluydun. Bana olan bakışların utangaçtı ama nefret dolu değildi.” Onun gözlerinde gördüğü bu nefrete katlanamıyor gibiydi.
Aksa’nın kahve irislerine baktığında çenesi seğirdi. “O yıllarda gözlerinde bu nefret yoktu!” Burnunun direği sızlamışçasına sesi kısılmıştı. “Seni nasıl kaybettiğimi bilmek istiyorum.”
Aksa ona bakarken ne hatırlıyordu, bilmiyorum ama hatırladıklarıyla gözlerindeki nefret arttı. Ona baktığımda bile Asaf’a duyduğu nefreti yoğun bir şekilde soluyordum. Asaf’ın elini iterek onu kendinden uzaklaştırdı. “Kendi kafanda kurduğun şeylere inanmışsın! Karın olmayı hiç istemedim, sana hiç gülümsemedim ve senin karşında yanaklarım hiç kızarmadı.” Tehdit eder gibi işaret parmağını ona doğrultup, “Bir daha sakın bana dokunma!” diye onu uyardı. “O kirli ellerini bana sürmeyeceksin!”
Aksa’nın sert çıkışıyla Asaf hızla eski soğukluğuna bürünmüştü. Yüzünde katı bir ifade oluştuğunda kızgınlıkla Aksa’ya bakıyordu. “Yerinde olsam o sesimi kısardım çünkü karşında beş yıl önceki adam yok! Seninle evlenmek sikimde bile değil, sana tahammül etmemin tek nedeni yaptıklarının hesabını sana ödetmek. Yarın karım olduğunda buraya hiç dönmemeyi dileyeceksin çünkü bu evlilik senin azabın olacak!” dedikten sonra hızla dışarı çıkıp kapıyı arkasından çarptı.
İşler gittikçe karışıyordu.
“Neden ona bir şans vermiyorsun?” Gülmemeye çalışarak kuzenimin yatağına doğru yürüdüm. “İsimleriniz bile çok uyumlu, Asaf ve Aksa.”
İki parmağını ağzına sokup öğürdü. “İsmim onunla aynı cümlede olunca bile midem bulanıyor.”
“Biraz düşündüm de Asaf pek haksız sayılmaz.” Yatağın kenarına oturup geçmişi hatırlamaya çalıştım. “Hep istemediğini söylüyordun ama sanki onu görünce mutlu oluyordun. Nikahtan hemen önce ne oldu, Aksa?”
Bana olan bakışları fazla tersti ama öfkesinin arkasına büyük bir sır sakladığını hissediyordum. “Belli ki sende bir şeyleri yanlış anlamışsın çünkü ondan nefret ederken mutlu olmanın yakınında bile değildim.” Yatağa uzanıp pikeyi kafasına kadar çekti. “Yarınki nikah memurundan kaçmak için biraz enerji toplamalıyım. Annem ve babam tekrar odama gelip canımı sıkmadan uyumak istiyorum.” Geçmişle ilgili sorulardan kaçıyordu.
“Seçil seni görmeye hiç geldi mi?”
“Karşıma çıkmaya cesaret edemez ama bir iyileşeyim sen asıl o zaman gör onun saçlarını nasıl yoluyorum,” dediğinde gülerek başımı iki yana salladım. Pikenin altına saklanan deve kuşunu nasıl oradan çıkartacağımı iyi biliyordum. “Babam benim için kuzenlerden oluşan bir ekip kurmuş, birazdan burada olurlar.”
Pikeyi kafasından hızla çekip yatakta oturduğunda az kalsın karnındaki dikişleri patlatacaktı. “Ekibin içinde İskender’in olduğunu söylersen kendimi camdan atarım!”
“Maalesef.”
“Hassiktir!” Yamuk saçlarını sinirden karıştırarak inanamayan gözlerle bana baktı. “Farah o piç canı sıkıldıkça kendini içeri attırıyor! On altı yaşından beri toplasan iki yıl dışarıda kalmamıştır ve o yirmi altı yaşında!”
Yüzüme dramatik bir ifade kondurdum. “En kötüsü İskender değil.”
Gözleri pencereyi buldu. “Kuzenin Esvet’te geliyor dersen garanti atlarım.”
“Ne yazık ki.”
“O hırsızı yakınımda istemiyorum. Onunla bir kan bağım bile yok o senin kuzenin! Ortak kuzenlerimiz hep Diyarbakır’da.”
“O zaman Zaza’nın gelişi seni mutlu eder.”
“Donanmada kovulan bir arızayı görmek beni mutlu etmez.”
Sırıttım. “Peki, ya Kılıç Aslan?”
Yüzündeki tüm kan çekilmişti. “O küçük ağa kaç kızı nikah masasında bıraktı haberin var mı?”
“Sende birini nikah masasında bıraktın.”
“Ama benim rekorum üç değil.”
Kapının dışında duyduğumuz seslerle ikimizin de bakışları kapıyı bulmuştu. “Paraya bile ihtiyacın yok herifin cüzdanını niye çaldın!” Duyduğum bu tanıdık sesle başıma nasıl bir bela aldığımı daha iyi anladım. Bu teyze oğlu Nihat’ın sesiydi.
Ve dayımın kızı Esvet’in sesini de duydum. “Taksi parasını bana ödettiğine göre belli ki halam ve eniştem yine hesaplarını dondurdu. Cebinde harçlığın olsun diye o ukalanın cüzdanını çaldık herhalde.”
“Nitelikli hırsızsın!”
“En azından bir dolandırıcı değilim, babamı bile çarptın be!” Benim de annemi.
“Diyene bak sende bizimkilerin kasasını soydun,” dedi Nihat.
“Parayı yarı yarıya kırıştırdığımızı ne çabuk unuttun? Sesini kesmezsen beni eve gizlice soktuğunu halama söylerim.” Bu ikisi anne tarafındaki akrabalarımın yüz karasıydı.
Onları karşılamak için dışarı çıktığımda babam, Gurur ve Asaf’ın önünde tartışıyorlardı. İkisiyle de son üç yıldır hiç görüşmediğim için ne kadar değiştiklerini yeni fark ediyordum. Esvet’in sarı saçları en son gördüğümde çok kısaydı ama şimdi beline gelecek uzunluktaydı. Saçlarının arasında maviye boyadığı tutamlar vardı.
Yuvarlak yüzü usta bir hırsız olduğunu gizleyecek kadar çocuksuydu. Benden bir yaş küçük olmasına rağmen on yaşındaki bir çocuğun haylazlığına sahipti. Yeşil gözlerini süzüp kalp şeklindeki dudaklarını büzdüğünde herkesi kandırabilirdi. Giydiği pahalı kıyafetlerin içinde hiç de hırsızlık yapacak biri gibi görünmüyordu. Esvet Yücel çalmadan duramazdı.
Nihat ise kahverengi saçlarını asker tıraşı yapacak kadar kısa kestirmişti. Benimle aynı yaştaydı ama bana kıyasla daha uzun ve daha yapılıydı. Ela gözleri oyunbaz bir ifadeyle Esvet’i kınıyordu ama kendisinin de Esvet’ten daha aşağı kalır bir yanı yoktu. Uzun bir yüz tipi ve çenesinde küçük bir çukur vardı. Temiz yüzü onun iyi ahlaklı biri olduğunu düşündürebilirdi ancak öyle değildi.
Tüm sülaleyi dolandıracak kadar belalı biriydi. Nihat Gümüşay’ı tanıyan herkes ondan uzak durması gerektiğini bilirdi. Babama doğru düzgün selam bile vermeden kendi aralarında tartıştıkları için derin bir nefes aldım. İkisinin dikkatini çekmek için tam yalandan öksürecektim ki koridorun karşısında beliren üçlüyle hareketsiz kaldım. Kılıç Aslan, İskender ve Zaza’da gelmişti. Nihat ve Esvet onlarla ilk kez tanışacaktı.
Nihat gelenleri görünce sırıtarak Esvet’e yaklaştı. “Şu sağdaki sana tanıdık geldi mi kuzen?” Ona Kılıç Aslan’ı gösterip beti benzi atan Esvet’in kulağına uzandı. “O cüzdandan hemen kurtul.” Gözlerimi irice açtım. Esvet ayağının tozuyla Kılıç Aslan’ın cüzdanını mı çalmıştı?
Kılıç Aslan yanındakilerle bu tarafa yürürken gözlerini dahi kırpmadan Esvet’e bakıyordu. Kıza attığı soğuk bakışlar adeta başın belada diyordu. İçimden bir ses bunları bir araya getirmenin büyük bir hata olduğunu söylüyordu. Ben bir de bunlarla Gurur’dan büyük bir sevkiyat alacaktım öyle mi? Kesin elimize yüzümüze bulaştırırdık.
Ülkenin tüm arızaları benim ekibimde toplanmıştı.
Yorumlar