Roman
  • 01/12/2025

17-KAVGA VE KARGAŞA

“Karşıma çıkan tüm yollar, yürümek istemediğimde değil, geriye dönemediğimde benim oluyor.”

Babam benim için akrabalardan oluşan bir ekip hazırlarken ne düşünüyordu, bilmiyorum ama bunun kötü bir fikir olduğuna tüm kalbimle inanıyordum. Akrabalarımın içinde nerede sorunlu biri varsa onu benim ekibimin içine almıştı. Özellikle Esvet ve Nihat daha hastaneye gelir gelmez ayaklarının tozuyla yapmışlardı yapacaklarını. Bu ikisi anne tarafım için büyük bir utanç kaynağıydı. Esvet’in ekipten birinin cüzdanını çalmasını beklemiyordum. Bence o bile kimin cüzdanını çaldığını bilmiyordur.

Babam neyse de Gurur ve Asaf’ın yanında tartışıp tüm rezilliklerini ortaya döken kuzenlerim şimdi gelenleri izliyorlardı. Kılıç Aslan, İskender ve Zaza adım adım buraya yaklaşıyordu. Esvet gözlerini özellikle Kılıç Aslan’dan ayırmazken bu işin içinden nasıl çıkacağını merak ettim. Çantasındaki cüzdandan kurtulmalıydı. Bakalım bundan nasıl sıyrılacaktı?

Kuzenlerim yanımıza geldiğinde Kılıç Aslan sinirli bakışlarını Esvet’ten çekip babama döndü. Üçü de babamın karşısında durmuştu. Diyarbakır’dan gelen kuzenlerime tebessüm eden babam, “Hoş geldiniz gençler,” dediğinde Zaza ona doğru bir adım attı. “Hoş bulduk ağam.” Uzanıp babamın elini öperek alnına koydu. Bizde büyüklerimizin eli öpülürdü. Bu onlara duyduğumuz saygı ve sevgiyi göstermekti.

Babam baştan ayağa Zaza’yı süzdüğünde gözlerinin içi gülüyordu. “Ne çok büyümüşsün, Zahide.” Bir baba sıcaklığıyla onu izliyordu. “En son gördüğümde küçücük bir kızdın.” Şimdiyse genç bir kadına dönüşmüştü.

Zaza çocukken de maskülen giyinmeyi seven biriydi şimdi de öyle. Kahverengi saçları çenesinin altına gelecek kadar kısaydı. Saçlarının kesiminden dolayı yüzü daha yuvarlak görünüyordu. Ela gözleri ışıldayarak babama bakıyordu. Onun karşısında olmak bile Zaza’yı mutlu ediyormuş gibiydi çünkü babam aşiretimizin ağasıydı. Herkes kolayca ona ulaşamazdı.

Diyarbakır’daki diğer kızlarımızın aksine Zaza’nın üzerinde siyah bir tişört ve hâkî rengi bir pantolon vardı. Siyah deri ceketi üzerindeydi ve postalları ayağındaydı. Zaza benden sadece bir yaş büyüktü yani yirmi altı yaşındaydı. Çocukken de sürüden hep bağımsız hareket ettiği için kolay kolay süslü kıyafetler giymezdi veya bebeklerle oynamazdı. Daha o dönemlerde asker olmak en büyük hayaliydi. Acaba donanmadan neden atılmıştı?

Zaza bir adım kenara çekilince babamın gözleri İskender’i buldu. “Yolculuk nasıl geçti, İskender ağa?” diye ona sataştı. “Halin keyfin yerinde mi?”

İskender elindeki tespihi cebine koyarak babama yaklaştı. “İdare ediyoruz amca.” Uzanıp babamın elini öperek alnına koydu. “Memlekettekilerin selamını getirdim.”

“Başım gözüm üstüne.” Babam uzun zamandır görmediği yeğenine sımsıkı sarıldı. İskender’e sarılırken ölen kardeşine sarılır gibi hisliydi. Onu çok özlediğini görebiliyordum. “Bir dahaki sefer kendini bu kadar özletme,” dediğinde bile sesi buruktu.

İkisi için hisli sayılacak bir sarılmadan sonra İskender yavaşça ondan ayrılıp derin bir nefes aldı. “Denerim.” Bu sözlerin ne anlama geldiğini hepimiz iyi biliyorduk. Dışarıda daha uzun kalmayı deneyeceğini söylüyordu çünkü çok sık cezaevine giriyordu.

İskender ölen amcama çok benziyordu. Amcamla pek anımız yoktu çünkü ben çocukken ölmüştü ama onun fotoğraflarını görmüştüm. Tıpkı babası gibi İskender’in de gür kahve tutamları vardı. Saçlarının yanlarını kısaltıp arkaya doğru taramıştı. Böylece geniş alnı ortaya çıkmıştı. Onda en çok sevdiğim şey kehribar gözleriydi çünkü gözlerinin hipnoz edici bir etkisi vardı. Bakanı içine çeken türden gözlerinin bir derinliği vardı.

Zamanının çoğunu hapishanede geçirmesine rağmen iri ve güçlüydü. Bunun nedeni babamın ona içeriden çok iyi bakmasıydı. Hapishanede bile olsa babam onunla ilgilenmeyi hiç bırakmıyordu. Son olarak babamın gözleri Kılıç Aslan’ı bulunca, başından beri sessizliğini koruyan Kılıç elini sol göğsüne bastırarak babama selam verdi.

Diğerlerinin yaptığı gibi babamın elini öpmemişti. Ona kızmak yerine bu hareketi babamı güldürdü çünkü Kılıç Aslan Tozlu böyle biriydi. Kendi babasının önünde bile eğilip bükülmezdi. Ona istemediği bir şeyi kolay kolay yaptıramazlardı. Bunun en büyük örneği üç kez kendi düğününden kaçmasıydı. Babam onun kişiliğini çok iyi bildiği için öpmesi için ona elini uzatmamıştı.

Bunun yerine gülmemeye çalışarak, “Babanla işler nasıl gidiyor?” diye sordu.

Babasını hatırlamak bile Kılıç Aslan’ın yakışıklı yüzünün kasılmasına neden oldu. “En son gördüğümde dinime imanıma küfrediyordu.” Omuzlarını kaldırıp indirdi. “İyidir herhalde.”

Babamdan sonra Kılıç Aslan’ın bakışları beni bulunca omuzlarımı dikleştirdim. Bu kasıntı herifin siyah gözlerine bakınca bile oradaki meydan okumayı görebiliyordum. Büyük ihtimalle babam onu İstanbul’a getirtmek için ekibin başına geçeceğini söylemişti. Kendi ekibimde liderliği ona vermeye hiç niyetim yoktu. Babamın ona ne söylediğiyle ilgilenmiyordum ben ondan değil, o benden emir alacaktı.

Kılıç Aslan sadece bakışlarıyla bile liderliğini bana duyuruyordu ancak bu konuda geri adım atmayı düşünmüyordum. Bu herif hayatımda gördüğüm en ukala ve kibirli insandı. Burnu yere düşse eğilip almayacak biriydi. Onu bu kadar göklere çıkartan şeylerden biri de kadınların ona duyduğu hayranlık olabilirdi. Görünüş olarak gerçekten dudak uçuklatan biriydi. Uzun boyu, geniş omuzları ve insanlara attığı üstten bakışları etrafındaki çoğu kadını fazlasıyla etkiyordu.

Küçük ağa kendinden başka kimseyi sevmediği için görünüşüne oldukça önem veriyordu. Siyah saçları daima bakımlı, giydiği şeylerde hep ütülü olurdu. Üzerindeki siyah gömleğinde bile tek bir kırışık yoktu. Gömleği pantolonunun siyah rengiyle uyumluydu. Üzerinde ceket yoktu ve rahat olmayı sevdiği için kravat takmamıştı.

Gömleğin ilk iki düğmesi açık olduğu için bronz teni dikkat çekiyordu. Altın oranında yüz hatlara sahip birinin özgüveni vardı üzerinde. Uzun yüz tipi, belirgin elmacık kemikleri ve etli dudaklarıyla gerçekten baş döndürücüydü. Özellikle de kuzguni siyahı gözlerini dikip size doğrudan baktığında insanın kalbini hızlandırırdı. Neyse ki benim üzerimde pek etkisi yoktu.

Bu açıdan akraba olduğumuza çok seviniyordum çünkü ileride onun yakışıklılığı pazarlayabilirdik. Bence kadın düşmanlarımız için Kılıç Aslan iyi bir avantajdı. Ona haddinden uzun bakmış olmalıyım ki Gurur kaşlarını çatınca hemen bakışlarımı Kılıç’tan çektim. Bu delinin kıskançlık damarı tutarsa kuzen falan dinlemezdi.

Hızlıca hepsine sarılıp hoş geldin dedim. Erkek kuzenlerime sarılmak Gurur’un sinirden homurdanmasına neden olduğu için tanışma faslını kısa tutmuştum. Onları Gurur ile tanıştırdıktan sonra işin en zor kısmına geldik. Şimdi birbirleriyle tanışmalılardı. İlk gelenleri gösterip, “İstanbul’daki kuzenlerim,” dedim hızlıca. “Nihat ve Esvet.” Daha sonra onlara diğerlerini gösterdim. “Diyarbakır’dan gelen kuzenlerim Kılıç Aslan, İskender ve Zaza.”

Ekip ilk kez birbiriyle tanışırken iki tarafta oldukça mesafeliydi. Anne tarafım Kürtlerden hoşlanmazdı Nihat ve Esvet ise bunun en büyük kanıtıydı. Ayrımcılık yapan sadece bu ikisi değildi çünkü karşı tarafta onlardan olmayan ikiliye pek sıcak bakmıyordu. Sırf âdet yerini bulsun diye dil ucuyla birbirlerine hoş geldiniz dediler. Anlaşılan Türk, Kürt sorununu sıkça yaşayacaktık.

Kılıç Aslan, Esvet’in karşısında durup uzun boyuyla onu ezmeye başladığında gerilmeye başladım. Duygusuz gözleri Esvet’in üzerinde oyalanıyordu. “Cüzdanımı vermeyi düşünüyor musun?” Sesi tam da ondan beklediğim gibi soğuk ve hissiz çıkmıştı.

“Neyden bahsediyorsun?” Esvet onu anlamazlıktan gelip başını kaldırdı. “Cüzdanını neden benden istiyorsun?”

Sabırlı olmak Kılıç Aslan’ın tabiatında yoktu ama kendini zorlayarak birkaç kez derin derin nefesler aldı. “Benden aldığın şeyi güzellikle vermezsen-”

“Ne olur?” Esvet ona diklendiği an Kılıç Aslan onun belini kavrayıp sırtını sertçe duvara vurdu. “Geri almasını bilirim!” Cüzdanı nereye koyduğunu görmüş olmalı ki onun çantasına bile bakmadan elini Esvet’in yakasından içeri soktu. Esvet’in şaşkın bakışları eşliğinde sütyeninin içine sakladığı cüzdanı çıkartıp almıştı.

Gözlerini kocaman açan Esvet önce başını eğip göğüslerine baktı daha sonra da Kılıç Aslan’a dikti bakışlarını. “Sen az önce benim göğüslerime mi dokundun?” Bir anda kaşlarını çattı. “Tacizci puşt!” Dizini kaldırdığı gibi Kılıç Aslan’ın bacak arasına geçirerek onu iki büklüm etmişti. Bende bundan korkuyordum.

Zaza sinirlenerek ona doğru bir adım atınca Esvet omzundaki çantasını çıkartıp yere fırlattı. “Yaklaş da suratının fotokopisini duvara çıkartayım!” Hemen Zaza’nın kolunu tutarak onu durdurdum. “Tavsiye etmem kuzen.” Tam bir süslü kokona gibi görünen Esvet dövüş sanatlarında ustaydı. Hepimizi tekte yere sererdi.

İskender yerde iki büklüm duran Kılıç Aslan’ın nasıl olduğuna bakacaktı ama bunu yanlış anlayan Nihat, Esvet’in önüne geçti. “Geri bas lan!” Onun Esvet’e zarar vereceğini düşünmüştü.

Daha fazla dayanamayıp araya girdiğimde düşman bakışlarım Esvet ve Nihat’ın üzerindeydi. “Siz ikinizin sorunu ne?”

Esvet yerdeki çantasını alarak omuzlarını dikleştirdi. “Ne sorunumuz olacakmış?” Yüzünü buruşturarak koridordaki insanları gösterdi. “Şuraya bak etrafımız Kürt ve Lazlarla dolu.” Büyük bir mağduriyet yaşıyormuş gibi dudaklarını büzdü. “Nihat ile ikimiz türümüzün tek örneği gibiyiz.” Nihat’ı sahiplenircesine onun koluna girdi. “Türkleri temsil eden sadece biziz.”

Nihat gülmemeye çalışarak, “Kuzen,” diye başını ona doğru uzattı. “Bence Türkler onları temsil etmemizi istemezdi.” Bir hırsız ve dolandırıcı olduklarını düşünürsek bence de bunu istemezlerdi

Kılıç Aslan kıpkırmızı olmuş bir suratla ayağa kalktığında nihayet Esvet’in ona yaşattığı acıdan kurtulmuştu. Boynundaki damarlar şişerken ölümcül gözlerle Esvet’e bakıyordu. “İkinci kez bana vurmaya kalkışırsan kadın falan dinlemem!”

“Bak sen şu küçük ağaya.” Kılıç Aslan ondan hem yaşça hem de görünüş olarak daha büyükken Esvet onu küçümseyerek başını omzuna eğdi. “Kadın falan dinlemeyecekmiş de beni incitecekmiş.” Atom karıncası kaşlarını çatarak Kılıç Aslan’ın üzerine yürüdü. “Tüm kemiklerini kırdığımda bakalım beni tehdit edebilecek misin!”

Nihat hemen onun ensesini tutarak Esvet’i yanına çekti. “Enerji patlaması mı yaşıyorsun sen!” Esvet’in koluna yapışarak onu zorla asansöre doğru çekmişti. “Gidip bir kahve içelim de sakinleş. Hani Türkleri temsil ediyorduk? Türkler bu kadar saldırgan değil!”

“Tehdit altındaki hiçbir Türk susmaz kapat çeneni!”

“Kimse seni tehdit etmedi, herifin hayalarına tekme atan sensin.”

“Göğüslerimi elledi!”

“Sende o cüzdanı oraya saklamasaydın!”

“Nihat biraz daha konuşursan Allah yarattı demem gömerim seni buraya!” Nihat zorla onu asansöre bindirince şimdilik ikisinden de kurtulmuştuk ama şimdilik.

Kılıç Aslan, İskender ve Zaza, Aksa’yı görmek için onun odasına girince Gurur babama döndü. Yeşil gözleri kısılmıştı. “Bu çocukların gelişi ne iş?” Hepsinin bir anda buraya gelmesinin normal bir hasta ziyareti olmadığını anlayacak kadar zekiydi.

Babam onların buraya gelme amacını ustaca gizleyerek Aksa’nın odasına yürüdü. “Kuzenlerini görmeye gelmişler.”

Gurur’un sorgulayan bakışları beni bulunca omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Bende bilmiyorum.” Ona gördüğü tüm bu değişik insanların artık hayatımın her yerinde olacağını söyleyemezdim. En azından sevkiyattan önce bunu bilmemeliydi.


***

Babamla konuştuğumdan beri çok keyifsizdim çünkü sevkiyatı ileri bir tarihe ertelemişti. Ekiptekilerin birbirine karşı çok ön yargılı olduğunu görünce bunu yapmak zorunda kalmıştı. Sevkiyata kadar birbirimize güvenip az da olsa aramızdaki buzları eritmemizi umuyordu. Bu sevkiyat ailemiz için çok önemli olduğu için babam ince eleyip sık dokuyordu. Bu işi birbirinden hoşlanmayan bir avuç çocuğun ellerine bırakıp her şeyi batırmamızdan korkuyordu.

Bizi sevkiyata göndermeden önce birbirimize alışmamızı bekleyecekti. Böylece büyük gün geldiğinde olası bir tehlikede hepimiz bir diğerine sırtımızı yaslayacak kadar ona güvenecekmişiz. Babam böyle düşündüğü için sevkiyat tarihini ertelemişti ama ben onun gibi düşünmüyordum. İki farklı ırka bölünen bir ekibin kolay kolay birbirine ısınacağını sanmıyordum. Bizden yana bir sorun yoktu ama Esvet ve Nihat annemin bir temsili misali Kürtlere karşı çok ön yargılılardı.

Tüm ekip komple malikanede yaşayacağı için annem fenalık geçirmişti ama babamla onu sakinleştirmeyi başarmıştık. Anneme yaşadığımız maddi sıkıntıyı anlatıp iflasın eşiğinde olduğumuzu söylemiştik. Bunu duyduğunda neredeyse bayılacaktı. Onun gibi lüks zevkleri olan bir kadın için düşük bütçede yaşamak ölüm gibiydi.

Bu sevkiyatın önemini ve misafirlerimizin buradaki amacını anlayınca bir şey söylememişti ama onlara karşı daha sabırlı olacağını biliyordum. Annemi mutlu eden tek şey korkaklığı bırakıp babama yardım etmemdi. Onun varisi olarak üzerime düşeni yapmaya karar verdiğimi görünce az da olsun keyfi yerine gelmişti. Ancak en az babam kadar bana hiç güvenmiyor ve bu işin üstesinden gelebileceğimi düşünmüyordu.

Bu bir haftada olan tüm gelişmeler bundan ibaret değildi. Dün malikanenin tadilatı bittiği için bizimkiler tekrar eve dönmüştü. Gurur düşündüğümden daha kısa sürede evdeki hasarı yaptırmıştı. Telefonda annemle konuştuğumda Gurur’un evdeki eşyaları bile yenileriyle değiştirdiğini söylemişti. Hepsi de annemin zevkine göre özellikle seçilen lüks ve pahalı eşyalarmış.

Belki de ilk kez annemin Gurur’dan övgüyle bahsettiği bir ana tanık olmuştum çünkü telefonda sesi mutlu geliyordu. Ailem eve geri döndüğünde onların yanında olmadığım için olanları annemden telefonda öğrenmiştim. Gurur bir süre daha onun evinde yaşamamı istediği için henüz malikaneye dönmemiştik. Bir haftadır Gurur’un evinde kalıyordum ve itiraf etmeliyim ki hayatımın en iyi haftasıydı.

Gurur için de öyle olduğuna eminim çünkü sadece ikimizin yaşadığı bir evde canımızı sıkan kimse olmuyordu. Caner abimin bana zorbalık yapmadığı, Seçil’in beni sinir etmediği bir evde yaşamak çok güzeldi. Tüm günümü Gurur’un sevdiği yemekleri yapmayı öğrenmekle geçiriyordum. Gurur akşamları eve geldiğinde ona kapıyı açan ben oluyordum.

Yemekten sonra birlikte mutfağı toplayıp bazen film izliyorduk bazense gece geç saatlere kadar sohbet ediyorduk. Gecenin sonunda masal okuyarak beni uyuttuktan sonra kendi odasına gidiyordu. Her şey fazla iyiydi ve ben bunun bozulmasından çok korkuyordum.

Aksa dört gün önce hastaneden taburcu olmuştu. Taburcu olduktan sonra ailesinin olduğu bir eve gitmeye yanaşmadığı için babam onu bir otele yerleştirmişti. Ben ve Gurur ile kalması için çok ısrar etmiştim ancak Aksa bunu da istememişti. Dört gün boyunca otelde onu ziyaret edip karnındaki yarayla yakından ilgilendim. Kendini biraz toparlayınca amcam ve Asaf tekrar evlilik için yakasına yapışmıştı.

Aksa taburcu olmadan evlenmeyeceğini söyleyip durduğu için Asaf nikah tarihini ileriye ertelemek zorunda kalmıştı. Aksa’nın kaçmak için karnındaki yarayı bahane ettiğine eminim. Otele yerleştiğinde bile kaçamamıştı çünkü Asaf adamlarını onun odasının önüne yığmıştı. Buna rağmen Aksa onunla evlenmeyi düşünmüyordu ta ki dün babam onu görmeye gidene kadar.

Babam onunla ne konuştu, bilmiyorum ama Aksa fikrini değiştirip Asaf ile evleneceğini söylemişti. Ne kadar sorsam da bana neden kararını değiştirdiğini söylememişti. Ancak bazı tahminlerim vardı. Babam onu evlenmeye ikna etmek için Aksa’nın tek zaafını kullanmış olabilirdi, yani beni.

Onun evliliğinin bana sağlam bir müttefik kazandıracağını söylediyse Aksa fikrini değiştirmiş olabilirdi. Evlilik neydi ki, kuzenim benim için ölüme bile giderdi. Aksa kabul edince o tekrar vazgeçmesin diye Asaf işleri hızlandırmıştı. Aksa düğün istemediği için nikah aile arasında kıyılacaktı. Dünden beri onu bu evlilikten vazgeçirmek için elimden geleni yapmıştım ama beni dinlememişti.

Şu anda Asaf’ın evinde nikahları kıyılıyordu. Gurur ve Seçil dışında hepimiz buradaydık. Seçil’i burada istemeyen Aksa’ydı, Gurur ise Asaf’ın nikahına katılmak istememişti.

Aksa’nın nikah şahidi bendim Asaf’ın şahidi ise bir arkadaşıydı. Endişeli gözlerle Asaf’ın yanında oturan kuzenime bakıyor, bakışlarımla onu bundan vazgeçirmeye çalışıyordum. Ancak Aksa beni görmezden geliyordu. Gelinlik bile giymek istememişti. Gelinlik şöyle dursun, cenazeye katılıyormuş gibi siyah bir elbise giymişti.

Nesibe yengeyi sinirden deli edecek siyah, uzun bir elbise giymişti. Yarım kollu elbise ayak bileklerine kadar uzundu. Başına siyah tülü olan bir şapka takmış ve ellerine bileklerine kadar uzanan siyah bir eldiven takmıştı. Sürdüğü ruj bile siyahtı. Gerçek anlamda cenazeye katılan birine benziyordu. Belki de bu evliliği bir ölüm olarak görüyordu ve kendi cenazesine katıldığını insanlara gösteriyordu.

Nikah memuru mikrofonu eline alıp açılış konuşmasını yaptıktan sonra ezbere bildiğimiz o sözleri söylemeye başladı. “Birbirinizle evlenmek istediğinizi bizlere beyan ettiniz ve bizlerde gereken araştırmayı yaptık. Evlenmenize bir mâni olmadığını tespit ettik. Ancak evlenmek istediğinizi bir kez de şahitler ve misafirler huzurunda da sözlü söylemeniz gerekiyor.” Asaf’a doğru dönerek, “Sayın Asaf Bolatlı,” dedi. “Hiç kimsenin baskısı ve etkisi altında kalmadan kendi arzunuzla ve özgür iradenizle Aksa Atılgan ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

Asaf fazladan bir saniye bile düşünmeden, “Evet,” dediğinde ifadesi fazla ciddiydi. Sanki evlenmiyordu da önemli bir iş anlaşması yapıyordu.

Nikah memuru bu seferde Aksa’ya döndü. “Sayın Aksa Atılgan, hiç kimsenin baskısı ve etkisi altında kalmadan kendi arzunuz ve özgür iradenizle Asaf Bolatlı ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?” Nikah memuru özgür iradenizle dediğinde Aksa’nın gözleri önce babasını, sonra benim babamı ve daha sonra da Asaf’ı buldu. Ondan özgür iradesini elinden alan üç kişiye sırasıyla nefretle bakmıştı.

Aksa evet veya hayır demedi. Nikah memurunun sorduğu soruyla sessizleşmişti. Onun bu suskunluğu Asaf’ın yerinde rahatsızca kıpırdanmasına neden olmuştu. Aynı kadın tarafından ikinci kez nikah masasında terk edilme ihtimalini düşündükçe yüzü geriliyordu. Aksa’nın suskunluğu ona yoğun bir stres yaşattığı için boynundaki kravatını gevşetti. Sanki boğuluyordu. Aksa ya hayır derse? İşte bu ihtimal Asaf’a ecel terleri döktürüyordu.

Nikah memuru havada yoğun gerginliği soluyunca biraz kararsız kalsa da sorusunu tekrarladı. “Sayın Aksa Atılgan, hiç kimsenin baskısı ve etkisi altında kalmadan kendi arzunuz ve özgür iradenizle Asaf Bolatlı ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

Aksa daha fazla dayanamayıp başındaki şapkayı masaya atarak hemen ayağa kalktı. Masadan ayrılacağı esnada Asaf bir hışımla yerinden kalkıp onun kolunu sertçe tuttu. Aksa’nın bir kez daha kaçıp gitmesinden endişe ettiği için onu fazla sıkı tutuyordu. Mavi gözlerini onun nefret dolu kahve irislerine kenetleyerek sıktığı dişlerinin arasından konuştu. “Bunu yaparsan ağır sonuçları olur.” Aksa’ya buradaki tüm Tozlu’ları gösterdikten sonra gözleriyle beni işaret edip, “Hepiniz için!” dedi sert bir sesle. Son kısmı söyleyince Aksa kaskatı kesilmişti çünkü Asaf onu benim hayatımla tehdit ediyordu.

Bana bir şey yapmasına Gurur izin vermezdi. Tam Aksa’ya bundan bahsedip onu durdurmaya çalışacaktım ki, kolunu sertçe Asaf’ın elinden çekti. Ona duyduğu nefreti gizlemeden yüzüne bakarken, “Bazı şartlarım var!” diye çenesini dikleştirdi. “Şartlarımın hepsini kabul etmezsen seninle evlenmem.”

Son ana kadar evlilik için şartları olduğunu Asaf’a söylememişti. Bunu sona saklamasının nedeni Asaf’ı köşeye sıkıştırmak olduğunu biliyordum. Aksa’nın şartlarını kabul etmezse yine gidecekti. Asaf onun kolundan tutarak onu buradan çıkartınca hemen ayağa kalktım. Nesibe yenge onların birazdan döneceğini söyleyerek nikah memurunu oyalarken Asaf ve Aksa’nın peşinden dışarı çıkmıştım.

Asaf hole çıkana kadar Aksa’nın kolunu bırakmamıştı. Etraftaki hizmetçilere kızgın gözlerle bakıp, “Kaybolun!” deyince hizmetçiler hemen bir yerlere dağılmaya başladı. Aksa’nın şartlarını merak ettiğim için bir duvarın arkasına saklanıp gizlice onları izlemeye başladım.

Asaf’ın çatık kaşları neredeyse birleşmişti. Hesap sorar gibi ters gözlerle Aksa’ya bakarken nabzı hızla atıyordu. “Şartların nedir!”

Aksa’nın boyu benden bile kısa olduğu için Asaf’ı görmek için başını bir hayli kaldırmıştı. “Farah bir gün babasının yerini aldığında, yani lider olduğunda o masada onu her konuda destekleyeceksin.” Kalbim burkuldu. İlk şartı bile benimle ilgiliydi. Asaf’ın gözlerinin içine bakarak düz çizgideki dudaklarını araladı. “Gurur’u karşına almak pahasına kardeşimin yanında olacaksın.”

Asaf ondan böyle bir şey duymayı beklediği için hiç şaşırmadı. “Benim desteğimin Gurur’u durduracağını mı sanıyorsun?” Burnunun direğini sıkarak başını iki yana salladı. “Gurur’u hiç tanımıyorsun, ilkeleri olmayan bir adam. Daha geçen hafta beni senin hayatınla tehdit etti!” Sindiğim duvarın yanında buz keserken duyduklarıma inanamadım. Gurur onu kardeşimin hayatıyla mı tehdit etmişti? Aksa’nın benim için bir kuzenden çok kardeş gibi olduğunu bilmiyor olamazdı.

Hayal kırıklığına uğradım.

Aksa anlamayan gözlerle ona bakarken burada olan her şeyi kontrol etme arzusuyla dolmuştu. “Neyden bahsediyorsun?”

Birazdan söyleyeceklerini kimse duymasın diye Asaf etrafını kontrol edince hemen başımı geriye çektim. Duvarın arkasında durup kendimi gizlediğimde Asaf’ın, “Gurur, Farah’ın sevkiyatta kullanacağı adamlar için bana geldiğini biliyor,” dedi. Bildiğini zaten tahmin ediyordum. “Beni senin hayatınla tehdit ederek bu bilgiyi benden aldı. Farah’a vereceğim adamları kendi adamlarıyla değiştirecek.”

“Ve sende bunu yapmasına izin mi verecektin?”

“Hayır!” diyen Asaf’ın sesi keskindi. “Ümit’e kızının sevkiyatı üstlendiğini ve ona iyi bir ekip kurmasını tavsiye eden bendim.” Gözlerimi irice açtığımda duymayı beklemediğim şeylerin şokundaydım. “Farah bilmiyor ama ekibini bile onun için ben kurdum.” Bir dakika, ne?

Saklandığım yerden başımı yavaşça uzattığımda Asaf yüzünü sertçe ovuşturdu. Öfkesinin dışa vurumu sert simasına yansıyordu. “Farah içine kapanık asosyal bir kız, kendi kanında olmayan bir ekibe bağlanamazdı. Bu yüzden hızlı bir araştırma yapıp kuzenlerinin içinde en iyilerini onun için seçtim. Hazırladığım listeyi Ümit’e verip gerisini ona bıraktım.”

Bir süre duraksadıktan sonra alaycı gözlerini Aksa’ya dikti. “Ben yapmasaydım bu ekip işi sence Ümit’in aklına gelir miydi? Ümit, Farah’ı yetersiz bulduğu için onu geri planda bırakmayı düşünüyordu.” Ve Asaf, babamı bu işi bana vermesi için ikna mı etmişti? İşte bunu beklemiyordum.

En az benim kadar duyduklarının şokuna giren Aksa’nın gözlerinde merak vardı. “Bunu neden yaptın?”

“Çünkü kapıma gelip benden yardım isteyen bir kıza ihanet ettim.” Asaf’ı belki de ilk kez takdir ediyordum çünkü gözlerindeki suçluluk duygusunu yeteri kadar gizleyemiyordu.

“Farah’ın neyin peşinde olduğunu Gurur’a söylemek zorunda kalmıştım ve bunu telafi etmek için bir şeyler yapmalıydım.” Benim için bir ekip kurup etrafıma sağlam duvarlar örerek yaptığı şeyi telafi etmeye çalışmıştı. Asaf hakkında ne kadar da yanılmıştım. O yaptığı hataların sorumluluğunu alan biriydi.

Duyduklarından sonra Aksa belki de ilk kez ona nefret ederek bakmıyordu. Aksa’nın zayıf noktası bendim ve Asaf’ın benim için bir şeyler yaptığını öğrenmek ona olan bakışlarını yumuşatmıştı. Tıpkı babam gibi Aksa’da Asaf’ın benim için iyi bir müttefik olacağını düşünmeye başlamıştı. Bunu onun bakışlarından görebiliyordum.

“İkinci şartım ayrı odalarda kalmak.” Kendiyle ilgili şartını sunarken ona duyduğu nefret geri dönmüştü. “Evlensek bile aynı odada kalmayacağız.”

Asaf burnundan derin bir nefes verdiğinde ona karşı ilgisiz görünmeye çalışarak başını salladı. “Sen istesen bile senin odana gelmem.” Omuzlarını dikleştirdi. “Başka şartın var mı?”

“İstediğim her an evden çıkabilmeliyim.”

“Yanında adamlarım olduğu sürece evet.”

Aksa tam itiraz edecekti ki, Asaf kaşlarını belli belirsiz çattı. “Şansını zorlama güvenliğin için bu gerekli.”

Korumalardan nefret etse de bu konuda Asaf’ın fikrini değiştiremeyeceğini biliyordu. “Ve son olarak,” diye başını kaldırdı. “Bu evde yaşayacaksam annem babam ve Seçil hiçbir koşulda buraya gelmeyecek. Üçü bu evin eşiğinden bile geçmeyecek.”

Aksa’nın ailesinden Asaf’ta hoşlanmadığı için kabul etmesi zor olmadı. “Bugünden sonra bir daha buraya gelemeyecekler.” Kaşlarını yukarı kaldırıp alaycı bir sesle, “Başka?” diye sordu. “Başka bir şartın kaldı mı?”

Aksa bir süre düşündü ama aklına bir şey gelmeyince başını iki yana salladı. “Şimdi sıra benim şartıma geldi.” Asaf aralarındaki son adımı kapatıp onun üzerine eğildiğinde Aksa’ya olan bakışları fazla ciddi ve tehditkardı. “Benimle evli olduğun sürece benden nefret etsen bile beni aldatmayacak ve başka birini sevmeyeceksin.” Kısacası ona sadık kalmasını istiyordu. Asaf’ın tek şartı Aksa’nın sadakatiydi.

“Tamam.” Aksa bir saniye bile düşünmeden onun şartını kabul etti çünkü kolay kolay birilerine âşık olacak biri değildi. Büyük bir umursamazlıkla gülüp Asaf’ı gösterdi. “Sen istediğinle düşüp kalkabilirsin bu konuda sana engel olmayacağım.”

Bir şeyleri ima eder gibi gözlerini Asaf’ın mavilerine kenetleyip, “Hatta nikahtan hemen sonra da bir kadını kollarına alabilirsin,” dedi ve soğukça gülümsedi. “Ya da nikahtan önce.” Son kısmı fazla vurgulu söylemişti. Nikahtan önce derken bir şeyler ima ettiğine çok emindim.

Beş yıl önce nikah memuru gelmeden hemen önce ne yaşanmıştı?

Aksa bunları söyledikten sonra tekrar içeri girince Asaf anlamaz gözlerle onun arkasından bakıyordu. Aksa’nın neyi ima ettiğini anlamaya çalışıyordu. Çenesinden bir kas seğirirken, “O sikik günde ne yaşandı!” diye hırlayıp o da içeri girdi. Aksa’nın beş yıl önce onu neden terk ettiğini deli gibi merak ediyordu. Bunu merak eden sadece o değildi.

İki tarafta birbirinin şartlarını kabul ettiği için nikah kaldığı yerden kıyıldı. Aksa, Asaf ile evlenmeyi kabul edip deftere imzasını atınca herkes rahat bir nefes almıştı. Nikahtan sonra Aksa dinleneceğini söyleyerek bir nevi bizleri yeni evinden kovmuştu. Karnındaki kurşun yarasını bahane ederek hepimizi evden göndermişti. Yengem hakkı varmış gibi bir de bunun için yol boyunca Aksa’ya kızmıştı. Amcam ise sonunda inatçı kızını evlendirdiği için keyifliydi.

Asaf ve Aksa’nın konuşmalarını duymadan önce Gurur’un evine geri dönmeyi planlıyordum. Onunla yaşamayı sevdiğim için uzun süre onun evinde kalabilirdim. Ancak Asaf’ı Aksa’yı öldürmekle tehdit ettiğini duyunca her şey değişmişti. Ona bu kadar sinirliyken onun evinde yaşamayacağım. Babamın evine geri dönerek üzerimi değiştirmiştim. Gurur arada sırada arıyordu ama telefonlarını açmıyordum.

Aksa’nın hayatı kimse için pazarlık konusu olamazdı.

Üzerime rahat bir şeyler giyerek bir alt kata indiğimde Esvet odasından çıkmıştı. İçinde mavi buklelerin olduğu sarı saçlarını açık bırakmıştı. Benim aksime çok şık bir elbise giymişti. Uzun kollu kısa elbisenin ona yakışmadığını söyleyemezdim. Diz kapaklarına kadar gelen çizmeleriyle bence hoş görünüyordu. Çantasını ve ceketini bir elinde tutarken bana doğru yürüdü. “Kuzeninin nikahı nasıl geçti kuzen?”

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Evlendiler işte.” Giydiklerini gösterdim. “Böyle hazırlanmış nereye gidiyorsun?”

Yanıma gelip koluma girerek benimle merdiveni inmeye başladı. “Ümit enişte ekibin kaynaşması için bir restoranda rezervasyon yaptırmış.” Üzerimdeki yün kazağı ve pantolonu işaret etti. “Böyle mi geleceksin?”

“Neyden bahsediyorsun yemekten haberim yoktu.”

Yeşil gözlerini kıstı. “Nihat sana söylemedi mi?” Başımı iki yana salladığımda Esvet yüzünü buruşturdu. “O aptal sana söylemeyi unutmuş olmalı.” Merdivende durup elimi tutarak beni yukarı çekmeye başladı. “Acele et seni hazırlamak için fazla vaktimiz yok.”

“Aslında bu kıyafetle yemeğe katılabilirim.”

“Kapat çeneni, Medine fukaraları gibi gezemezsin.” Üzerimdeki kıyafetlere tiksinerek bakarken beni çatı katına doğru sürüklemeye başladı. “O Kılıç denen piç seni çok küçümsüyor. Sadece bakışlarıyla bile bunu anlayabiliyorum. Bu ekibin bir parçası olmasına rağmen seni lideri olarak görmüyor. O herife her konuda ondan daha iyi olduğunu göstermelisin.”

“Bunun giydiklerimle ne ilgisi var?”

“Bir kadının görünüşü onun en büyük silahı.”

“Annem gibi konuşuyorsun.”

“Babam bana her kızdığında küfreder gibi halama benzediğimi söyler,” dediğinde gülerek odasına girdim. Eğer bir hırsız olmasaydı annemin en sevdiği yeğeni olabilirdi.

Odama girdiğimizde Esvet’in gardıroptan çıkarttığı her kıyafete yüzümü buruşturmuştum. Annem dolabı yeni moda kıyafetlerle dolduruyordu ama hiçbiri benim zevkime uymuyordu. Esvet’in bana uzattığı hiçbir kıyafeti beğenmemem en sonunda sinirlenmişti. “Pekâlâ, bakalım bunlara ne diyeceksin.” Tekrar gardırobu karıştırmaya başlamıştı.

Esvet siyah, kısa kollu ve balıkçı yaka bluzlardan birini aldı. Hemen ardından kahverengi mini bir etekle bana uzattı. Çekmeceleri karıştırıp siyah tül çoraplarımı verdikten sonra beni giyinme odasına doğru itmişti. “Denemeden karar verme.” İtiraz istemeyen bakışlarıyla mecburen içeri girdim.

On dakika içinde hızlıca giyinip yatak odama döndüğümde Esvet baştan ayağa beni süzüyordu. “Hımm bir şeyler eksik sanki.” Bir kez daha gardırobu karıştırmaya başladı. Askıdan siyah bir ceket çıkartıp bana uzattığında artık bu işkencenin bitmesini istiyordum. “Bunu bir dene.” Ben ceketi giyerken Esvet giyinme odama girdi. Oradaki dolaptan benim için bir çift çizme alarak geri dönmüştü. “Bunları da giymeni istiyorum.”

Derin bir nefes alıp yatağın kenarına oturarak çizmeleri giymeye başladım. “Spor ayakkabılarım daha rahattı.”

Bana üstten bakışları atarken bir an gözlerini devirdiğini sandım. “Erkekleri etkilemek istiyorsan rahatından ödün vermelisin.”

“Erkekleri etkilemek istemiyorum.”

“Peki, ya kocanı?”

“Gurur’un kıyafetlerimle bir sorunu yok.”

Esvet’in bakışları bana kendimi aptalmışım gibi hissettiriyordu çünkü yeşil gözleri öyleymişim gibi bakıyordu. “Gurur ne giydiğine karışmıyor olabilir ama unutma ki o da bir erkek ve erkekler çekici kadınlara karşı koyamaz.”

Ayağa kalkıp aynanın karşısına geçerken soğukça gülümsedim. “Gurur’a çekici görünmek istemiyorum.” Yansımama bakarken siyah gözlerimin ardından geçen karanlık parıltıyı Esvet görmemişti. “Benim Gurur için farklı planlarım var.” Onun aklını başından alacaktım hem de gerçek anlamda.

Esvet arkamdan gelirken, “Ne demek istedin?” diye sordu ama ona cevap vermedim. Aynadan kendimi izlerken sessizdim. Gurur ona neler yapabileceğimi hiç bilmiyordu ve olmaması gereken tek kadının yanında olduğundan haberi yoktu.

Aynadan kendime baktığımda gördüklerimi beğendim. Siyah bluzun üzerine giydiğim ceket çok yakışmıştı. Mini dar eteğim kalçamın tam altına geliyordu ve ceketin uzunluğu eteğin hizasındaydı. Uzun çizmeler dizlerimin üzerine geldiği için çok yakışmıştı. Topuzumdaki kalemi çıkardığımda saçlarım salınarak omuzlarıma döküldü. Bu halime beğenmediğimi söyleyemem ama bu şekilde dışarı çıkmak istediğimden emin değildim.

“Çok yakıştı.” Esvet gözlüklerimi çıkarmak için uzanınca ona izin vermedim. “Kalsın.” Camların ardından dünyaya bakmak bana kendimi daha iyi hissettiriyordu.

Esvet bu kılıkta öğle yemeğine gitmem için bir şekilde beni ikna etmişti. Lüks bir restorana gideceğimiz için böyle giyinmeyi kabul etmiştim. Birlikte odadan çıkıp aşağıya indiğimizde dış kapıya doğru koşan İskender’i gördüm. Işık hızıyla dışarı çıkmıştı. Sadece on saniye sonra Zaza koridorun sağından çıkıp İskender’in peşinden koşarak çıktı. Esvet ile göz göze geldiğimizde, “Siktir!” diyen Kılıç Aslan’ın sesini duyduk.

Kılıç ve Nihat’ta Zaza’nın çıktığı koridordan fırlayıp dış kapıya koşunca iyice endişelendik. “Onları bu kadar korkutan ne?” diye sormuştum ki elindeki sopayla gelen annemi görünce, “Kaç!” diye bağırıp bende kapıya koştum. Annemin neye sinirlendiğini bilmiyorum ama gözü bu kadar dönmüşken hepimizi birbirine katabilirdi.

Esvet ile koşarak dışarı çıkıp hemen arabama bindik. Annemden kurtulmak için arabalarımız birbiri ardına malikaneden çıkmıştı. Yola çıktığımızda Esvet ile aynı arabadan gidiyorduk. Kuzenim telefonunu çıkartıp öndeki arabada olan Nihat’ı aradı. Nihat, Kılıç’ın arabasındaydı. Nihat telefonu açınca Esvet hoparlöre alıp, “Halam niye sizi sopayla kovalıyordu?” diye sordu.

Nihat’ın gülüşünü duydum. “Bir sebebi yok teyzem bizi gördüğü an cinnet geçiriyor.”

“Niye?”

“Teyzemin akraba sevgisini bilmiyor olamazsın.”

“Diğerleri neyse de biz onun yeğenleriyiz.” Esvet homurdanarak kemerini taktı. “Bizi o Kürtlerle aynı kefeye koyamaz.”

İkinci kez Nihat’ın gülüşünü işittim. “Hoparlör açık kuzen.” Yani Kılıç Aslan bunları duyuyordu.

Esvet hiç endişe etmeden göz devirir gibi baygın bir hareket yaptı. “Birinin yüzüne söylemeyeceğim şeyi arkasından da söylemem. Yanındaki piçin duyup duymaması çok mu umurumda sanıyorsun?” Öğürür gibi bir ses çıkardı. “O herif tam üç kadını nikah masasında bırakmış bir kadın düşmanı.”

“Peki, sen nesin?” Bu konuşan Kılıç Aslan’dı. “Irkçı bir kleptomani beni mi yargılıyor?”

“En azından eşcinsel değilim.” Esvet onu sinirlendirmek için alayla güldüm. “Kabul et küçük ağa sen eşcinselsin bu yüzden o kadınlara karşı bu kadar mesafelisin. Belki de baban senin için yanlış cisten gelin arıyor.”

Kılıç Aslan ani bir firenle arabayı bir anda durdurunca ona çarptım. Hareket halindeki trafikte arabayı durdurmasını beklemediğim için zamanında frene basamamıştım. Arkadan ona çarptığımda Esvet ile ikimiz öne doğru savrulmuştuk. Eğer kemerlerimizi takmasaydık ön camdan dışarıya fırlayabilirdik. Kılıç Aslan öndeki arabadan bir hışımla çıkınca Esvet hemen kemerini çözüp arabadan atladı. Onu bu kadar sinirlendirmişken bence de kaçsın.

Arabadan indiğimde Kılıç deliye dönmüş bir halde Esvet’in üzerine yürüdü. Yüz hatları öfke ve tahammülsüzlüğün birleşimiyle gerilmişti. Yanında duran ellerini sıkarken siyah gözleri Esvet’e duyduğu nefretten kararmıştı. Boğazından hırıltıyı andıran bir ses çıkartıp, “Gelip yüzüme de söylesene hangi cinsten hoşlandığımı!” dedikten sonra aralarındaki mesafeyi kapatmak için öne atıldı.

Ancak Esvet hemen arabanın diğer tarafına kaçmıştı. İskender, Zaza ve Nihat yanıma geldiğinde tıpkı benim gibi onların da yüzünde bıkkınlık vardı. Bu yemek güya bizi bir araya getirecekti ancak Kılıç ve Esvet daha yola çıkar çıkmaz sorun çıkarmıştı. Esvet ondan kaçmak için ön kaportasını dağıttığım arabanın etrafından dönerken güldü. “Anlaşılan gerçekleri duymak beyimizi çok kızdırdı.”

Kılıç’ın yüzündeki öfkenin kaynağı Esvet’in arsızlığıydı. Hem ondan korkup kaçıyordu hem de hâlâ saçma sözleriyle canını sıkıyordu. Kaşlarının kavisi çatılırken Esvet’i yakalamak için hızlıca arabanın etrafından döndü. “Seni elime geçirdiğimde dövüş yeteneklerin bile seni benden kurtaramayacak!”

Esvet küçük bir çocuk gibi gülerek hemen arabanın diğer tarafına kaçtı. “Senden korktuğum için kaçtığımı sanma, Ümit enişteye bugün ekipten kimseyi dövmeyeceğime söz verdim.” İkisinin arasında araba varken durup Kılıç’ın gözlerine meydan okuyarak baktı. “Yarın gelsene karşıma küçük aslancık,” diye onun ikinci ismine değindi. “Bakalım o zaman kim kaçıyor.”

Kılıç’ın sıktığı dişlerinin gıcırtısını ta buradan duyabiliyorduk. Bir anda arabanın üzerine çıkıp Esvet’in yanına atladı. Esvet’e kaçma şansı tanımadan kolunu yakaladığı gibi sırtının arkasına bükmüştü. Kılıç hızlıca Esvet’in arkasına geçip kızın ensesini kavradı ve yüzünü arabanın ön kısmına yasladı. Bir suçluyu tutuklayan polisler gibi görünüyordu.

“Amcama verdiğin sözü siktir et!” Esvet’in canını çok yakmayacak şekilde yanağını biraz daha arabanın kaportasına yasladı. “Şimdi göster bana marifetlerini!”

Esvet kendini kurtarmaya çalıştı ama hiçbir şey yapamadı çünkü Kılıç onu kıskıvrak yakalamıştı. Onun bir kolunu bileğinden yakalayıp sırtının arkasına hapsetmişti ve iri parmakları kızın boynunu sarmış suratını arabaya yaslamıştı. Esvet çırpınarak, “Bırak beni!” diye bağırdığında bile onu tehdit etmeye kalkıştı. “Bırak yoksa-”

“Yoksa ne! Arsız bir hırsız bana ne yapabilir!” Kılıç arkadan onun üzerine eğildiğinde kaşları çatıktı. İri cüssesi Esvet’in ince bedeninin üzerine kapanırken dudaklarını onun kulağının yakınına getirdi. “Sabrımı zorluyorsun!” Buz gibi bir sesle konuştuğunda boynundaki nabzı sinirle atıyordu. “Biraz daha benimle uğraşmaya devam edersen sana dünyayı tersten gösteririm!”

“Şu elimi bırak da kim kime dünyayı tersten gösteriyor hep birlikte görelim!”

“Sen harbi kaşınıyorsun!”

İskender esneyerek baygın bakışlarını onlara dikti. “Şunu kesin sıkılmaya başladım,” dediği an Kılıç ve Esvet aynı anda bir küfür savurdu. İkisini durduracak tek şey İskender’in sıkılan canıydı.

Kılıç, Esvet’i bırakıp geriye çekildiğinde ikisi birbirine öldürmek ister gibi bakıyordu. Esvet bileğini tutup ters bakışlarını ona çıkardığında Kılıç’ın gözleri onun bileğinde oyalandı. Kolunu sırtının arkasında tutmak isterken Esvet’in bileğini haddinden fazla sıktığını daha yeni anlıyordu. Esvet’in ince bileğindeki kızarıklığı görünce kısık bir sesle küfredip hızlı adımlarla arabasına yürüdü.

Esvet onun arkasından çatık kaşlarla bakarken, “Öyle de vicdanlı,” diye homurdanıp o da benim arabama bindi.

Zaza güzel yüzünü ovuşturarak zaten dağınık olan saçlarını dağıttı. “Bu ikisinden çok çekeceğiz,” diye sızlanmıştı ki İskender uykulu bir şekilde esneyince dirseğini onun karnına geçirdi. “Canın sıkılırsa canını sıkarım!”

Karnına yediği darbeyle İskender acı içinde öne doğru büküldü. “Sadece uykum gelmişti!”

Yanına gidip omzuna dokundum. “İyi misin amcam oğlu?” Kaşlarımı çatarak sinirli bakışlarımı Zaza’ya çıkardım. “Şu koluna sahip çıksana.”

“Ne zaman esnese devamında canı sıkılıyor.” Zaza omuzlarını silkerek indiği arabaya yürüdü. Nihat ise Kılıç’ın arabasına doğru giderken, “Benim ne işim var bunların arasında,” diye sızlanıyordu.

İskender doğrulduğunda şimdi daha iyi görünüyordu. Onun için endişelendiğimi görünce kehribar gözlerinde sıcak bir ifade oluştu. “İyiyim ben amcam kızı.” Bana göz kırpıp o da arabasına doğru yürüdü.

Esvet üst üste kornaya bastırınca derin bir nefes alıp, “Geliyorum!” diye soludum. Ön kaportası pert olmuş bir arabayla restorana gidecektik!

Yolun kalanında neyse ki kimse sorun çıkarmadı da kazasız belasız restorana ulaştık. Restorana geldiğimizde arabanın anahtarını valeye uzatırken bile utanmıştım. Kaportası parçalanan o arabayı herkesten saklamak istiyordum. Hep birlikte restorana girdiğimizde garsonlardan biri masamıza kadar bize eşlik ediyordu.

Her masada birilerinin olması beni çok tedirgin ettiği için etrafıma kaçamak bakışlar atıyordum. İskender buradaki insanlara olan ürkek bakışlarımı görünce kolunu omzuma atarak beni yanına çekti. İçtiği sigaranın kokusunu alırken başını eğip bembeyaz olan suratıma bakmaya başlamıştı. “İyi misin amcam kızı?” Sosyal anksiyetemi iyi biliyordu.

Kolunun altına iyice sokulup güçlükle duyulan bir sesle, “Bilmiyorum,” diye fısıldadım. “Kalabalık beni tedirgin ediyor.”

İskender bir abi sıcaklığıyla beni göğsüne çekip saçlarıma küçük bir öpücük kondurdu. “Sadece küçük bir yemek sakin olmaya çalış.” Bunu deneyecektim.

Birlikte yürürken köşedeki masada Aksa bizi bekliyordu. Onun yanına giderek hepimiz masadaki yerimizi aldık. Zaza ceketini sandalyesinin arkasına asarken soru dolu gözleri Aksa’nın üzerindeydi. “Sen daha bugün evlenmedin mi? Ne işin var burada?”

Aksa menüye bakarken omuzlarını kaldırıp indirdi. “Amcam bu yemekte olmam gerektiğini söyledi. Ayrıca evlendiysem ne olmuş?” İki parmağını ağzına doğru götürüp öğürür gibi yaptı. “O herifle gerdeğe girecek değilim ya.”

“Artık o senin kocan.” Onu kınayarak masadaki menüye uzandım. “İnsanların içinde kocan hakkında daha ölçülü konuşmalısın.”

Esvet sinirle güldüğünde yeşil gözleri beni açıkça yargılıyordu. “Farah sen de ne kadar koca düşkünü çıktın be kızım.”

“Hayır, ben sadece evli insanların birbirilerinin arkasından atmalarını doğru bulmuyorum.” Menüyü yüzüme kadar çekip menünün arkasına saklandım. “Çiftler birbirilerini temsil eder, ne sorunları varsa bunu kendi aralarında çözmeliler. İnsanların yanında birbirlerini küçük düşürmelerini onaylamıyorum.”

“Ama kocanın sana yaptığı tam olarak bu bayan psikolog.” Nihat’ın alay ederek söylediklerine, “Hayır,” diye karşı çıktım. “Kocam beni küçük düşürecek bir şey yapmıyor.”

“Öyle mi dersin?” Kılıç Aslan’ın kinaye barındıran sözleriyle menüyü yüzümden çektim. Tek kaşını kaldırmış alaycı gözlerle beni izliyordu. “Kocan aileni bitirmeye çalıştığı için hepimiz bugün bu masadayız. Buna rağmen seni küçük düşürmediğini mi söylüyorsun?”

“Kocamın yaptıkları yanlış ama kendince haklı sebepleri var.” Omuzlarımı dikleştirerek hepsine uyarı niteliğinde bakmaya başladım. “Bu masada kocam konuşulmayacak. Doğrusuyla yanlışıyla o benim kocam ve onunla ilgili şeylere ben karar veririm. Onu yargılamak kimsenin haddine değil.” Kuzenlerimin hepsi homurdanarak önüne dönmüştü. İnsanların Gurur hakkında kötü konuşmalarından nefret ediyordum.

Garson siparişlerimizi alıp gittiğinde masanın üzerinde duran telefonum tekrar çaldı. Gurur’un aradığını görünce telefonu sessize aldım. Asaf’ı Aksa’nın hayatıyla tehdit ettiğini öğrendiğimden beri onun telefonlarını açmıyordum. Yemeklerimizin gelmesini beklerken hepimiz fazla sessizdik çünkü birbirimizle konuşacak bir şeyimiz yoktu. Babam bu yemeğin bizi yakınlaştıracağını düşünüyorsa, büyük yanılıyordu.

İki masa ötemizdeki kalabalık grup çok gürültücüydü. Hepimiz fazla sessiz olduğumuz için mi onları duyuyoruz yoksa onlar fazla mı yüksek sesle konuşuyorlardı, bilmiyorum ama her konuştuklarını duyuyorduk. Üç kız yedi erkekten oluşan on kişilik bir gruptu. Hepsi gündüz vakti içiyordu ve yüksek sesle konuşup kahkaha atıyorlardı.

Böylesine lüks bir restoranda buradaki insanları rahatsız edecek kadar gürültücü oluyorlarsa bunun tek bir nedeni vardı. Hepsi de hatırı sayılı ailelerin çocukları olmalı ki restoran görevlileri onları uyarma gereğinde bulunmuyordu. Giyim kuşamları bile para içinde yüzdüklerini açık bir şekilde gösteriyorlardı. Ancak konuşma tarzları fazla edepsiz ve görgüsüzdü.

O masadakilerden biri, “Yanındaki kızı çekip aldığımda hiçbir şey yapamadı piç,” diye gülerek bacakları ayrık bir şekilde oturuyordu. Boynuna kadar vücudunun her yerinde dövmeleri olan bu adam koltuğa yayılmış dalkavuklarına övünerek bir şeyler anlatıyordu. “Lavuğun gözleri önünde sevgilisini becerdim gıkı çıkmadı.” Masadaki herkes buna gülerken ben dahil bizim masamızdakiler kaşlarını çatmıştı.

Arkadaşlarından biri onu destekleyerek, “Oğlum kim sana ne yapabilir ki?” diye onu gazladı. “Süleyman Giriz’in oğluna kim ne yapabilir. Altlarından karılarını çekip alsan sesleri çıkmaz.”

Süleyman Giriz ismini duyunca hepimiz göz göze geldik. Esvet ve Nihat dışında hepimiz birbirimize anlamlı bakışlar atıyorduk. Bu ikisi babamın dünyasına yabancı oldukları için duyduğumuz ismin kim olduğunu bilmiyorlardı. Esvet gözlerini kısarak öne doğru eğildi. “Ne kaçırdık?”

Yan masayı kontrol edip kısık bir sesle ona açıklama yapmaya başladım. “Süleyman Giriz yeraltının tehlikeli kaçakçılarından biri ve anlaşılan-“ Başımla dövmeci adamın olduğu masayı gösterdim. “Onun oğluyla aynı mekandayız.”

Tedirginliğimi gizlemeden masadaki telefonumu alıp çantama koydum. “Bir sorun çıkmadan gidelim buradan. Belli ki bu herif Mehmet Giriz.”

Zaza yerine yayılarak bacak bacak üstüne attı. “Mehmet Giriz ise ne olmuş?”

“Herifin bir psikopat olduğunu duymuştum. Babasına güvenerek girdiği her mekânda sorun çıkartan bir züppe.”

Aksa gülmemeye çalışarak öne eğildi ve kısık bir sesle, “O piçin lakabı kulağı kesik Mehmet çünkü sol kulağı yok,” dedi keyifli bir şekilde. “Yıllar önce Gurur’a sataşmak gibi bir aptallık yapmış. Gurur’un olduğu bir mekânda nişanlısı Leyla’ya asıldığı için Gurur onun kulağını keserek babasına göndermiş.” Aksa bu olayı anlatırken bundan aldığı hazzı gizleyemiyordu. “Süleyman’a gönderdiği mesaj çok açıktı; sen oğlunun kulağını çekmezsen çeken birileri çıkar.”

Ne yazık ki Aksa’nın anlattığı her şey doğruydu. Gurur kendi liderlik döneminde damarına basmadığı insan bırakmamıştı. Bu yüzden tüm bölge liderleri onu yıkmak için konseyde onun aleyhine oy verip yerine yeğeni Karun’u liderliğe getirmişlerdi. Diğer masadan birileri Mehmet’i konuşturmaya devam ederek, “Becerdiğin kıza ne oldu?” diye sorunca kullandıkları çirkin kelimeler midemi bulandırıyordu.

Mehmet kirli sakalını kaşırken tüm dişlerini göstererek sırıttı. “Ne olacak sayemde gerçek bir erkek tarafından becerildi. Yanındaki o puştun çükü bile kalkmadığına eminim.”

“Peki, kızın rızası var mıydı kanını siktiğim piçi!” İskender’in yan masaya laf atmasıyla hepimiz kısık bir sesle küfrettik. Böyle olacağını biliyordum! Canı sıkılmaya başlamış olmalı ki kavga çıkartıp karakolluk olmanın peşine düşmüştü.

İskender’in yüksek sesle onlara laf atmasıyla Mehmet ve arkadaşlarının gözleri bizim masayı buldu. Masadaki herkese tek tek bakan Mehmet’in bakışları bende oyalanınca gri gözlerinin ardında sadistçe bir ifade geçti. Sandalyemde rahatsızca kıpırdandım çünkü beni tanımıştı. Gurur’a kinli olduğu için onun karısını hemen tanımıştı.

Artık onun radarına girmiştik sorun çıkarmadan gitmemize izin vermeyecekti. Esvet yan masadaki züppenin bana olan bakışlarından rahatsız olup, “Eee?” diye sataştı. “Devam et bakayım nasıl beceriyormuşsun sen insanları?”

Mehmet ürkütücü gözlerini benden çekip Esvet’e döndü. Esvet bizim dünyamıza çok yabancı bir yüz olduğu için onun annemin yeğeni olduğunu bilmiyordu. Arkadaşlarımızdan biri sandığı için pişkince Esvet’i izliyordu. “Niye sordun, sende mi becerilmek istiyorsun?”

Kılıç Aslan sigarasını yakarak sandalyesine yaslanıp iki tarafı izlemeye başladı. Oldukça sakin görünüyordu. Esvet ise gözlerini Mehmet’e dikip küçümsercesine ona bakıyordu. “Lütfen yap bunu,” diye onu kışkırttı. Yeşil gözleri hınzırca bakarken rujlu dudaklarını büzdü. “Şu övündüğün erkekliğini bir de bana göster, bakalım beni nasıl becereceksin?” Biraz daha becerme sözünü duyarsam kusacağım.

Mehmet onun meydan okumasına karşılıksız kalmayarak masasındaki arkadaşlarına Esvet’i gösterdi. “Kızı getirin.”

“Cık cık cık.” Esvet başını iki yana sallayarak ona güldü. “Köpeklerini gönderme sen gel beni al.” Bizim masayı gösterdi. “Hatta bu masada düz beni.” Bu şuursuzun sarfettiği sözler hepimizi sinir ederken Mehmet sandalyesini iterek ayağa kalktı. Gerçekten geliyor muydu?

“Siktir!” diye küfretti Nihat. “Buraya geliyor.”

Zaza sandalyesini sağa çekerek Esvet’in yanından biraz uzaklaştı. “Bunu görmek istediğimden emin değilim.”

İskender uykulu gözlerle esneyerek bileğindeki saatini kontrol etmişti. “Bu işin sonunda hapse girmeyeceksek kılımı bile kıpırdatmam.” Yan masaya laf atarak her şeyi başlatan oydu bir de bundan sıyrılıyordu.

Bense öldürmek ister gibi Esvet’e bakıyordum. “Bu işin sonunda hapse girmeyeceğiz ama-”

“Cenazeye katılacağız,” diyen Aksa sözlerimi tamamladı. Bu masada bir tek beni güvende tutmak istediği için beni yanına çekip Esvet’e çatık kaşlarla bakmaya başladı. “Birileri öldürülmeye pek bir hevesli!”

Kılıç Aslan ise yaslandığı sandalyesinde sessizlik içinde sigarasını içiyordu. İfadesiz yüzünde ne düşündüğünü anlamak çok zordu ama oldukça sakin görünüyordu. Bu konuyla ilgili herhangi bir yorum yapmadan sigaranın dumanını içine çekerek Mehmet’in masamıza gelişini izledi. Bu suskunluğunu neye yormam gerektiğini bilmiyordum.

Mehmet, Esvet’in kolunu sertçe tutup onu ayağa kaldırdığında İskender ve Nihat kaşlarını çattılar. İkisi tam ayağa kalkacaktı ki Kılıç küçük bir hareketle onları durdurdu. Esvet’in ne yapacağını görmek istiyordu. Ancak Esvet hepimizi şaşırtarak hiçbir şey yapmadı. Mehmet onu peşinden sürükleyerek, “Masamıza gel de bizi eğlendir yosma,” dediğinde bile Esvet ona hiç karşılık vermemişti.

Kılıç Aslan sigaranın dumanını ciğerlerine çekerek tek kaşını yukarı kaldırdı. “Gerçekten hiçbir şey yapmayacak mısın?” Gri duman dudaklarının arasından süzülürken Esvet’in ne işler karıştırdığını anlamaya çalışıyordu. “Seni böylece götürmesine izin mi vereceksin?”

Esvet hınzırca gülümseyerek başını salladı. “Enişteme söz verdim bugün kimseyi pataklamayacağım.” Mehmet’in masasındaki züppelere baktığında gülüşü genişledi. “Bence de biraz onları eğlendirmeliyim.” Hayır, o böyle uysal bir kız değildi. Bir şey yapacaktı ama ne yapacağını henüz bilmiyorduk.

Mehmet, Esvet’i kendi masasına doğru sürükleyince Kılıç Aslan buna daha fazla tepkisiz kalamadı. Sakinliğini korumaya çalışarak, “Yerinde olsam kızı bırakırdım,” diye sigarayı kül tablasına bastırarak söndürdü. “Hemen.”

Mehmet durup omzunun üzerinden Kılıç’a baktığında hâlâ Esvet’in kolunu tutuyordu. “Bu sürtük senin sevgilin mi?” Pişkince güldü. “Eğer öyleyse bu daha da eğlenceli olacak.”

Kılıç sandalyesine yaslı bir şekilde onu izlerken başını omzuna doğru hafifçe yatırdı. Mehmet’e attığı umursamaz bakışlarıyla onu küçümsüyordu. “O kız benim hiçbir şeyim değil.”

“O zaman sorunun ne?”

“Benim sorunum masamdaki bir kızı alman.” Ellerini sandalyenin kenarlarına bastırıp ağır bir hareketle ayağa kalktı. “Şimdi şöyle yapıyoruz koçum.” Ceketini çıkartarak kalktığı sandalyeye attı. “Sen kızı bırakacaksın bende burada canlı çıkmana izin vereceğim.”

Kılıç gömleğinin kollarındaki manşetleri açarak birkaç kat yukarı kıvırdı. Daha sonra siyah gözlerini Mehmet’in öfkeli gözlerine dikerek ona kapıyı gösterdi. “O gevşek ağzını sikmeden topla itlerini siktir git!”

Kılıç’ın bu çıkışıyla Mehmet yüksek sesle gülerek arkadaşlarına döndü. “Piçi görüyor musunuz daha kime posta koyduğunu bilmiyor.”

“Eee yeter be!” Esvet bir anda kolunu çekerek dirseğini onun karın boşluğuna gömdü. “Git ötede havla dedik sana!”

Karnına yediği dirsek darbesiyle Mehmet öne atılıp Esvet’in saçlarını ensesinden yakaladı. Kızın saçlarını yumruğuna dolayınca Kılıç Aslan bir hışımla onun yanında belirmişti. “O elini kırıp mabadına sokmazsam!” Mehmet’in Esvet’in saçlarındaki elini bileğinden yakalayıp sertçe çekti. Esvet’i kolundan tutup arkasına aldığı gibi Mehmet’in suratına kafa atarak onu yere sermişti. Mehmet’in arkadaşları masalarından fırlayınca bizimkilerde devreye girdi. Ortalık çok pis karışmıştı.

İki taraf birbirine yumruk yumruğa girdiğinde oturduğu yerden kalkmayan sadece Aksa ile ikimizdik. Çıkan kavgadan ötürü diğer masalardaki herkes bağırarak dışarı kaçarken biz iki kuzen yerimizden hiç kıpırdamıyorduk. Henüz sipariş ettiğimiz yemekler bile gelmemişti ama masada birkaç atıştırmalık vardı.

Aksa kopardığı ekmeği mezelerden acı sosa batırıp ekmeği ağzına attı. “Hımm acısı çok iyi.” Tabağı önüme uzattı. “Tadına bakmak ister misin?”

Uzanıp ekmeği alarak acı sosa batırdım. Sostan küçük bir lokma aldığımda yüzümü buruşturdum. “Ben daha iyisini yapardım içine ceviz bile koymamışlar.” Boş masayı gösterdim. “Çok açım sence yemekler için çok bekler miyiz?”

Aksa kısa bir an sandalyelerin havada uçuştuğu kavgaya bakıp başını iki yana salladı. “Hiç sanmıyorum kuzen. Garsonlar kavgayı ayırmakla meşguller.”

“Sence bu ne zaman biter?”

“Daha yeni başladılar hemen bitmez.”

“Çoktan polisleri aramış olmalılar.”

Aksa hemen çantalarımızı alıp beni ayağa kaldırdı. “Bu yakınlarda daha iyi bir restoran olduğuna eminim.” Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek bana kapıyı gösterdi. “Tatlıyı ben ısmarlarım.”

Ona gülümseyerek elini sıkıca tuttum. “Yemeklerde benden.” Diğerleri yüzünden nezarete düşecek kadar aptal değiliz.

Kavga edenlere fazla yaklaşmadan masaların arasından geçmeye başladık. Restoranda bir izdiham yaşanıyordu. Kılıç Aslan yerde Mehmet’i yumruklamakla meşguldü. Esvet ise onun biraz yakınında durmuş, Kılıç’a yaklaşmaya kalkışan herkesi yere seriyordu. İskender bir adamın ensesini kavrayıp suratını masaya gömmüştü. Zaza ise iki kızı saçlarından yakalayıp kafalarını birbirine vurarak onları yere savurmuştu. Nihat’a bakınca onun yerdeki bir adamı tekmelediğini gördüm.

Bence bizsiz de iyi idare ediyorlardı.

***

Hava karardığında biz Aksa ile malikanenin arka bahçesindeki salıncağımızda sallanıyorduk. Ayrı geçirdiğimiz beş yılın acısını çıkarmak ister gibi tüm günümüzü birlikte geçirmiştik. Telefonlarımızı kapatıp huzur içinde bir öğle yemeği yedikten sonra birlikte gemiye binerek küçük bir deniz turu yapmıştık.

Martılara simit atmış, sinemada bol kahkahalı bir film izlemiş, ihtiyacımız olmasa bile alışveriş yapmıştık. Bisiklet kiralayıp lisedeyken olduğu gibi bisikletle hep gittiğimiz o parka bile gitmiştik. Aksa karnındaki yaradan dolayı bisikletin pedallarını çeviremediği için benim önüme oturmuştu. Parktaki kaydırakta bile kaymıştık. Seyyar satıcılardan ben onun için kâğıt helva almıştım o ise bana süt mısırı almıştı.

Sevgiyi kâğıt helvaya benzettiğim için ona olan sevgimi bir kâğıt helvayla gösterdiğimi biliyordu. O da bana en sevdiği şeyi yani süt mısırı almıştı. Birlikte geçirdiğimiz çok güzel bir gündü. Onu malikaneye gelmeye ikna ettiğimde annemi arayıp Seçil’i evden göndermesini istemiştim. Aksa onu gördüğü an çıldırdığı için bir sorun çıkmasını istemedim. Henüz yarası iyileşmemişken Seçil ile kavga etmesini istemiyordum.

Zaten Seçil’de Aksa’nın eve geleceğini öğrenince anneme hiç zorluk çıkarmadan hemen arkadaşına gitmişti. Aksa onu görürse karnındaki yaranın bile onu durdurmayacağını iyi biliyordu. Aksa ablasına saldırmak için fırsat ararken Seçil onun karşısına çıkmayarak en doğrusunu yapıyordu.

Kuzenimle salıncakta ileri geri hafifçe sallanırken burukça gülümsedi. “Eskiden ne çok severdim bu evi ama şimdi bu evde sevdiğim tek şey sen ve bu salıncağım.”

Tam karşıma bakarak sallanırken iç çektim. “Geçmişi geçmişte bırakmanın bir yolunu bulmalıyız.” Bu ikimiz içinde geçerliydi.

Umutsuzca bakan kahve irislerini bana diktiğinde bu konuda fazla karamsardı. “Babam bana bekaret testi yaptırmak istemişti, Farah. Seçil’in yalanlarına inanarak küçük kızına o testi yaptırmak isteyen babam beni vurdu.” Karnını gösterdi. “Ölebilirdim ve bu onun umurunda bile olmazdı.” Kaşları kızgınlıkla çatıldığında bana gösterdiği öfkenin ardında derin bir azap vardı. “O testi bana değil Seçil’e yaptırmalı. Namus bekçiliği yapan o yosma kim bilir kaç kişiyle yatmıştır.”

“Aksa o senin ablan. Seçil’den bende hoşlanmıyorum ama ablan hakkında düzgün konuşmalısın.” Yüzümü buruşturarak onu kınamaya başladım. “Ablana yosma demen çok çirkin.”

Çatık kaşlarından değişen bir şey olmazken kafama sertçe vurdu. “Bana onu savunma onun olmadığı bir şey demiyorum. Kocanda gözü olduğunu söyleyen sendin.”

“Evet ama-”

“Farah sus senin yumuşak kalbini hiç çekemem!”

“Peki.”

Önüme döndüğümde aldığı sinirli nefesleri duyuyordum. “Biri sana sesini yükseltince hemen başını eğip peki demenden nefret ediyorum.” Kolumu tutarak ona bakmamı sağladı. Bana bakınca ne görüyor, bilmiyorum ama bu onun canını yakıyordu. “Sen kimsenin kölesi değilsin kardeşim. Daha nereye kadar itaatkâr bir köle gibi yaşayacaksın?” Burnunun direği sızlamış gibi, “Farah,” diye mırıldandı kısık bir sesle. “Eski Farah’ı çok özlüyorum.”

Çoğu zaman onu bende özlüyordum.

Bu konuda ona bir şey söylemek yerine susup önüme döndüm ama Aksa susmadı. “O bir ayda sana ne yaptılar? Bunu bana ne zaman anlatacaksın?”

“Aksa lütfen.” Bu konuda üzerime gelmesini istemediğim için yalvaran bir sesle onu susturdum. “Geçmişte olanlar hakkında konuşmak istemiyorum.”

Eskiden beri ne kadar ısrar ederse etsin beni bu konuda konuşturamamıştı. Bunu bildiği için bir gün ona anlatmamı bekliyordu. Aradan geçen yıllara rağmen hâlâ olanları anlatmaya hazır olmadığımı görünce başını salladı. Israr ederek beni üzmek istemiyordu. Tam önüne dönmüştü ki aklına ne geldiyse tekrar bakışlarını bana dikti.

“Günlerdir sana söylemek istediğim bir şey var ama bir türlü konuşacak vaktimiz olmadı.” Yüzündeki ciddiyete bakılırsa önemli bir şey olsa gerek.

“Bana ne söyleyeceksin?”

Bunu nasıl söyleyeceğini bilmez bir halde yerinde rahatsızca kıpırdandı. “Babamın beni vurmasının tek sebebi beş yıldır onlardan kaçmam değildi.” Bu söyleyeceklerini kimse duymasın diye arka bahçeyi kontrol etti. “Farah bizimkiler çok çirkin bir işe bulaşmışlar.” Yüzünü ovuşturarak nefesini sesli bir şekilde verdi. “Gurur bunu öğrenirse hiçbirini yaşatmaz.”

Neyden bahsettiğini anlamıyordum ama işin içinde Gurur’un olması beni endişelendirmeye başlamıştı. “Aksa ne söyleyeceksen lafı dolandırmadan söyler misin?”

Konuşmak için tam dudaklarını aralamıştı ki bir anda sustu. Gurur’un adı geçince bile değişen bakışlarımı görmek onu susturmuştu. Söyleyeceği şeyden önce bir şeyi bilmek ister gibi kahve gözlerini kıstı. “Gurur’a karşı ne hissediyorsun, Farah?” Derimin altı ısınmaya başladı. Böylesine küçük bir soru bile yanaklarımın kızarmasına neden oluyordu.

Aksa meraklı gözlerle bana bakınca ondan gerçeği gizleyemedim. “Onu seviyorum.” Bunu sesli itiraf ederken bile utanıyordum ama gerçek buydu ve bunu uzun süre Aksa’dan saklayamazdım. “Ben onu çok seviyorum kuzen.” Hatırladıklarımla içim burkuldu. Burnumun direği sızladığında kalbimin sıkıştığını hissettim. “Onu o kadar çok seviyorum ki o beni kaybetmek için uğraştıkça ben onu kazanmaya çalışıyorum.”

“Farah-”

“Onu kaybetmek istemiyorum,” dediğimde Aksa sertçe yutkundu. Nemli gözlerimi kuzenimin kahvelerine kenetlediğimde bakışlarım buruktu. “Farkındayım er veya geç beni bırakacak ama-” Boğazımda bir düğüm oluşurken konuşmak için kendimi zorladım. “O günlerin daha geç gelmesini istiyorum.”

Dudaklarımda acıdan kaynaklı bir tebessüm oluştu. “Biliyorum çok aptalca ama bir anda değil yavaş yavaş kendimi onun gideceğine hazırlamak istiyorum.” Kalp kırılmadan önce her şeyi kafada bitirmek istiyordum.

Ona sanki duymaması gereken en kötü şeyi söylemişim gibi Aksa neye uğradığını bilemedi. Yüzü kireç gibi solduğunda gözlerimin içine acı çekerek bakıyordu ve bu acının kaynağı bendim. Sanki benim için üzülüyor ve benim için acı çekiyordu. Bana her ne söyleyecekse tüm sözlerini yutup salıncaktan ayağa kalktı. “Üşümeye başladım içeri girelim.”

Salıncaktan kalkıp omuzlarımdaki şala sarılarak peşinden yürüdüm. “Bana ne söyleyecektin?”

Yamuk saçlarını arkaya doğru iterken önemsiz bir şeyden bahseder gibi, “Hiç,” dedi. Bana gülümsemek için kendini zorladı. “Önemli bir şey değildi.” Üşüdüğünü gösterircesine dibime kadar girip şalımı benimle paylaştı. “Çok soğuk hızlı yürü.” Sanki beni geçiştirmek için böyle davranıyordu. Aksa’nın benden bir şeyler sakladığını hissettim ama anlatması için ısrar etmedim. Bilmem gerekecek kadar önemli bir şey olsaydı zaten söylerdi.

Malikaneye girip salona geçtiğimizde annem ve yengelerim oturuyordu. Annem bir moda dergisini karıştırıyordu, Nesibe yenge akşam yemeğinden önce bir şeyler atıştırıyordu ve Yonca yenge tırnaklarını törpülüyordu. Seçil’i havuzda boğmaya kalkıştığım günden beri sadece Seçil değil Nesibe yengem de bana soğuk yapıyordu. Beni gördüğünde bile kaşları çatılıyordu.

Aksa ile yan yana koltuklarda oturduğumuzda yengemin eleştirel bakışları kızının üzerindeydi. “Daha bugün evlendin ilk günden kocanın evinden çıkıp buraya gelemezsin.”

Aksa baygın gözlerle ona bakmamak için kendini zor tutarak sırtının arkasına yastık koydu. “O da nikahtan hemen sonra işe gitti niye kimse ona bir şey demiyor?”

Nesibe yenge çay bardağını sehpanın üzerine bırakırken suçlayıcı gözlerini kuzenimden çekmiyordu. “Sen böyle asilik yaparsan kocanı daha çok evden kaçırtırsın. Bir erkeği eve bağlamak karı kısmının işi.” Ona beni gösterdi. “Bak şu bile o tımarhane kaçkınını kendine bağladı adam evimizden çıkmıyor.”

“Anne yengem bana şu diyor,” diye sızlandım.

“Şu bile mi?” Annemin hesap soran bakışları saniyesinde yengemi buldu. “Benim kızımın neyi varmış da şu bile diyorsun, Nesibe?”

“Katil kızının neyi yok ki.”

“Seçil’i biraz tartakladı diye katil olmadı. Ayrıca benim kızım annesinin dizinin dibinde oturuyor.” Annem ona Aksa’yı gösterdi. “Senin kızın gibi beş yıldır firari değil.”

“Yenge beni diline dolama saygımdan sana karşılık vermem ama-” Tüm bunları ben başlatmışım gibi Aksa sırtının arkasındaki yastığı alıp kafama geçirdi. “Kızını pataklarım!”

Kafamı tutarak sızlanırken anneme ters gözlerle bakıyordum. “Yengemin tek kızı Aksa mı? Niye onun hakkında konuşuyorsun Seçil’i yersene.”

Annem yanındaki yastığı alıp yüzüme fırlattı. “Sana da yaranılmıyor!” Şamar oğlanına dönmüştüm burada.

Yüzüme çarpan yastık ayaklarımın önüne düştüğü için onu alıp yanıma koydum. Gurur’un içeri girmesiyle herkes birbiriyle sataşmayı bırakmıştı. Tüm gün telefonlarını açmadım diye Gurur’un bana olan bakışları sertti. Ancak üzerimdeki kıyafetleri görünce bakışları değişmişti. Beni bu kadar özenli görmeye alışık olmadığı için tepeden tırnağa beni süzüyordu. Yeşil gözlerinde oluşan o beğeni kanımı kaynatıyor, yanaklarımı ısıtıyordu.

Yediğim yastıklar yüzünden dağılan saçlarımı görünce Gurur’un tadı kaçtı. “Saçlarına ne oldu senin?”

Yüzüme dağılan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken önüme dönüp ona bakmadım. Bakışlarımı ondan çektiğimde, “Hayırdır kaynana?” diyen sesini duydum. “Bu yine niye trip atıyor bana?”

“Nereden bileyim ben.” Annem ona yukarıyı gösterdi. “Kavga edecekseniz al karını yukarı çık. Salonumda tek bir eşyanın kırılmasını istemiyorum.”

“Anne ben onunla hiçbir yere çıkmam.” İkisine de sırtımı döndüm. “Söyle ona odama gelmesin misafir odalarından birinde kalsın.”

“Kaynana söyle kızına beni sinirlendirmesin. Karımla aynı çatı altındayken sikseler başka bir odada kalmam.”

“Anne ona söyle terbiyeli konuşsun!”

“Kaynana söyle kızına ne söyleyecekse kendi söylesin!”

“Anne söyle ona ben onunla konuşmuyorum.”

“Sebebini sor kaynana.”

“Sorma anne söylemem.”

“Söylemeyecekse trip de atmayacak o zaman.”

“Keyfimin kahyası mı istediğimi yaparım.”

“Haberin olsun kaynana kızın elimde kalacak!”

“Anne söyle ona hiçbir şey yapamaz.”

“Defolun gidin evimden piç kuruları!” Annemin kızgın sesi ikimizi de susturmuştu. “Daha son yaptığınızı unutmadım bir de sizin dırdırınızı çekemem!” Önce Gurur’a sonra da bana ters gözlerle bakıyordu. “Birbirinize ne söyleyecekseniz beni araya katmadan söyleyin!” Omuzlarını dikleştirerek saçlarını arkaya doğru savurdu. “Kimse için telefon görevi görmeyecek kadar değerliyim.”

Homurdanarak önüme döndüğümde burada o kadar yer varken Gurur gelip tam karşımdaki koltuğa oturdu. Bacakları hafif aralıklı oturmuştu ki gözleri annemi bulunca derin bir nefes alıp oturuşunu düzeltti. Bunu gören annemin ona olan bakışları yumuşamıştı. Birbirleriyle itişip dursalar da Gurur’un ona saygı duyduğunu iyi biliyordu.

Gurur hesap soran bakışlarını bana dikince bir kez daha onu görmezden gelip yan tarafıma bakmaya başladım. “Ya sabır!” diyen kızgın sesini duydum ama herkesin içinde daha fazla üzerime gelmedi. “Sen neden buradasın baldız?” Bu seferde Aksa’ya sataşmaya başlamıştı. “Daha ilk günden kocanın evinden mi kaçtın?”

Tıpkı benim gibi Aksa’da Gurur’un Asaf’ı onun hayatıyla tehdit ettiğini iyi biliyordu. Bu yüzden yoğun bir nefretle Gurur’a bakarken bakışlarındaki soğukluğu gizleyemiyordu. “Sana baktıkça Farah’ın yerinde olmadığıma seviniyorum. Asaf bile senin yanında melek sayılır.”

Gurur’un gözleri Aksa ile ikimizin üzerinde oyalanmaya başladığında sorunun ne olduğunu çok hızlı anladı. Aralarında geçen konuşmayı Asaf’ın bize anlattığını anlamıştı. Oysaki bunu bildiğimi Asaf ve Aksa bile bilmiyordu çünkü onları gizlice dinlemiştim. Gurur’un dudağının köşesi kıvrıldığında bu sinsi gülüşünün sebebini iyi biliyordum. Doğrudan karşısına geçip ondan hesap soramazdım. Bunu yaptığımda bende Asaf’a neden gittiğimi ona açıklamak zorunda kalırdım.

İçeriye önce babam daha sonra da kuzenlerim girince neredeyse gülecektim. İskender dışında hepsi buradaydı ve hepsinin üstü başı dağınıktı. Polislerin gelip kavgaya karışan herkesi tutukladığını biliyordum. Şu saate kadar hepsi nezaretteydi. Babamla birlikte eve geldiklerine göre onları içeriden çıkartan babamdı. Olanlardan Gurur’un haberi olmalı ki onlara bakarken gülmemek için yanaklarının içini ısırıyordu.

Kılıç Aslan, Esvet, Nihat ve Zaza ölümcül gözlerle Aksa ile ikimize bakıyordu. Onları bırakıp kaçtığımız için çok sinirli olduklarını gizlemiyorlardı. En önde yürüyen babam bile kızgın gözlerle bize bakıyordu. “Gemiyi ilk terk eden farelerde buradaymış.”

Aksa açık açık gülerek bana doğru biraz kaydı. “Batan bir gemide kalmak akıllıca olmazdı amca.”

“Baba ben nezarete girmekten korkuyorum,” dedim kısık bir sesle. “Yoksa onları bırakıp gitmezdim.” İyice Aksa’ya sokulup ondan destek almaya çalıştım. “Sicilimin temiz kalmasını istiyorum.” Gözlerim amca oğlunu ararken, “İskender nerede?” diye sordum.

Kılıç ceketini koltuğun üzerine atarken yakışıklı yüzünde küfreder gibi bir ifade vardı. “Bir gece nezarette kalmazsa yarın sabah polislerden birini öldüreceğini söyledi. Polis memurunu tehdit etmekten tekrar gözaltına alındı,” dediğinde Aksa ile gülüşmeye başladık. Böyle bir şey duymayı bekliyorduk.

Babam yorgunca annemin yanına oturduğunda bugün yaptığım şeyden dolayı onu hayal kırıklığına uğrattığımı saklamıyordu. O yemeğin amacı bir araya gelmemizdi ilk fırsatta kaçmamız değil. “Farah senin sicilin temiz kalamaz. Bir gün yerime geçtiğinde hiç istemesen de elini kirleteceksin.”

“Bunu yapmayacağım baba.” Kendimden emin bir şekilde başımı iki yana salladım. “Bir gün yerine geçsem bile ben hiçbir zaman sizler gibi olmayacağım. Sorunları çözmenin tek yolu kan dökmek değil.”

“Neymiş peki yolu?” Bunu soran Gurur’du. Biraz merakla biraz da alayla beni izliyordu. “Biri sana saldırdığında ona karşılık vermeyip ne halt edeceksin?”

“Saldırılarını savuştururum ama öldürmem.”

“İlk kanı nasıl ve ne koşullarda dökeceğini çok merak ediyorum.” Bir gün öyle bir anın geleceğini biliyormuş gibi tuhaf gözlerle bana bakıyordu. “Senin için oldukça sarsıcı olacağı kesin.” Yeşil gözlerinin ardından hastalıklı bir parıltı geçti. “O esnada kusacağını ve uzun süre kendine gelemeyeceğini tahmin etmek zor değil.” Soğukça gülerek beni gösterdi. “Hassas yüreğinin kaldıramayacağı bir an olacaktır.”

Düşüncesi bile kanımı dondurmaya yetiyordu ama beni asıl dehşete düşüren Gurur’un bana hissettirdikleriydi. Bakışları öyle bir günün gelmesini ister gibiydi. “Sen kötüsün.”

Gerçeklikten uzak bir şekilde güldü. “Bunu daha yeni anlıyor olamazsın.”

Onunla tartışmak istemediğim için ayağa kalkıp kapıya yürüdüm. “Yemeğimi odamda yiyeceğim beni beklemeyin.” Biraz yalnız kalıp kendimi dinlemek istiyordum.

Salondan ayrılıp çatı katına çıkmıştım. Gurur’un aşağıda mı yoksa burada benimle mi yiyeceğini bilmediğim için yemek yemedim. Kitaplığımdaki kitaplardan birini alıp şöminenin yanındaki sandalyeme oturmuştum. Odamda bir şömine vardı ama Gurur’dan dolayı onu hiç yakmıyordum. Sallanan sandalyenin gıcırtısını işitirken öne ve arkaya doğru hafifçe sallanarak kitap okuyordum. Okuduğum bir şiir kitabıydı ve çoğu mısralar çok etkileyiciydi.

Bazen sadece bir şairin bestelediği bir şiir olmak isterdim. Bazılarının üstün körü okuyup geçtiği ama bazılarının derinlemesine düşündüğü küçük bir şiir olmayı isterdim.

Kitap okumaya kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki aradan geçen saatlerin hiç farkında olmamıştım. Ben kitap okurken dünyayı unutan o insanlardandım. Dudaklarımın arasından arkasını çiğnediğim kalemle ara ara sevdiğim satırların altını çiziyordum. Gözlüğüm kaydıkça onu burnumun üstüne itiyor, daha sonra gözlerimi tekrar satırlarla buluşturuyordum. Kulağımdaki kablolu kulaklıkta ise sevdiğim şarkılar çalıyordu.

Odamın kapısı gürültüyle açılana kadar gayet huzurluydum. Ancak Gurur’un içeri giriş şekli korkudan irkilmeme neden olmuştu. Kapı duvara çarpacak bir sertlikte içeri girmişti. Çatık kaşlarla telefonda konuşuyordu ve bakışları fazla ürkütücüydü. “O konseyde aleyhime oy veren herkesin ecdadını sikeceğim, Ali!” diye bağırıp kapıyı çarparak kapattığında soluğum kesildi. Korktuğum olmuştu.

Gurur üç yıl önce hakkında çıkan infaz kararını kimlerin onayladığını öğrenmişti ve içimden bir bunu ona babamın söylediğini söylüyordu. Belli ki yine birbirleriyle dalaştılar ve babam onu kızdırmak için eski meseleleri açmıştı.

Odanın içinde sinirden dönüp dururken Gurur’un yüz ifadesi fazla sertti. Gerilen vücudunu, kasılan kaslarını ve hızlanan kalp atışlarını hissedebiliyordum. Kaşları çatıktı gözleriyse sinirle kısılmıştı. “Karun ve Duha’nın dalağını sikeceğim!”

Boştaki elini sarı saçlarının arasına daldırıp her bir tutamını öfkeyle dağıttı. “Yarın akşam için bir yemek ayarla hepsini aynı masaya toplayacağım!” Telefonu kapatıp bir hışımla bana döndüğünde sandalyeme sindim. Ağır bir kriz yoldaydı.

Ona bakınca bile ciddi bir öfke krizi geçirmeye çok yaklaştığını görebiliyordum. Yeğeninin onun hakkındaki ölüm kararını onaylaması onda büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Duyduğu hayal kırıklığı öfkeyi tetikliyordu ve öfke de sağduyuyu yok ediyordu. Delici bakışları benim üzerimde oyalanırken normal olmayacak şekilde hızlı nefesler alıyordu. “Babanın bana söylediklerini sende biliyor muydun?”

Ağır adımlarla bana yürüyünce hemen sandalyeden kalktım. “Karun’un konseyde verdiği oyu biliyor muydun?” Her an her şeyi yapabilirdi.

Arkaya doğru adımlar atmamak için kendimi zor tutarken korku içinde başımı salladım. “Biliyordum.”

Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdığında vücut duruşu fazla gergindi. “Biliyordun ve bana söylemedin öyle mi?” Ses tonu kalınlaştığında yanında duran ellerini sıkmaya başlamıştı. Nefes alışları biraz daha hızlanınca daha çok endişelenmeye başladım. Hedefine kitlenmiş bir yırtıcı gibi gözlerini benden ayırmıyordu.

Aldığı her solukla geniş omuzları hareket ediyor, göğüs kafesi yükselip alçalıyordu. Yüzündeki kılcal damarlar bile belirginleştiğinde sıktığı dişlerinin arasından, “Dışarı!” diye hırladı kalın bir sesle. “Hemen dışarı çık!”

Bana bağırdığında irkilerek arkaya doğru bir adım attım. Parmaklarımın arasındaki kitap korkudan yere düştüğünde, “Gurur,” diye fısıldadım ama sesimi duyduğundan bile emin değilim. Yeşil irisleri kararırken kontrolünü kaybetmesi an meselesiydi. “Sakin olmalısın.” Geçirdiği krizlerin bazen ağır sonuçları olabiliyordu.

“Evet, biliyordum ama senden özellikle saklamadım.” Ondan çok korksam da titreyen bacaklarımı zorlayıp ona doğru bir adım attım. “Sorsaydın söylerdim.” Çekingen adımlarla ona yaklaştığımda hareketlerim fazla temkinliydi. “Sen sormayınca bende geçmişte kalan tatsız bir konuyu açıp canını sıkmak istemedim.”

Tam karşısında durup başımı kaldırdım. “Bana inanmalısın sana yalan söylemiyorum.” Titreyen parmaklarımı uzatıp yüzüne dokundum. Parmak uçlarım yanağına sürtünürken onu sakinleştirmeye çalıştığımı biliyordu.

“Sorsaydın gerçeği senden saklamazdım.” Boştaki elimi omzuna bastırıp parmak uçlarımdan ona doğru uzandım. “Nefes alışların çok düzensiz benimle nefes almalısın.”

Avuç içimi yanağına sürterken ondan korksam da onu bırakıp bu odadan çıkmadım. “Yaşadığın hayal kırıklığının boyutunu anlayabiliyorum ama bana güvenebilirsin.” Yumuşak bir sesle konuşup gözlerimi onun yeşillerine kenetledim. “Ben seni hiç üzmeyeceğim. Sırtından vurmayacak ve seni kandırmayacağım.”

Elimin altındaki gergin vücudu gevşerken bakışlarındaki sertlik kaybolmaya başlamıştı. Ona gülümseyerek, “Ben hep yanında olacağım, Gurur’um,” diye fısıldadığımda nefes alamadı.

Yanında duran yumrukları açıldığında gözlerimin içine dalıp gitmişti. Gurur’un bir, “Farah,” deyişi vardı ki adım onun dudaklarından çok güzel çıkıyordu. Sıktığı parmaklarını açarak belimin iki yanına koydu.

Sahiplenircesine belimi tutarken gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmiyordu. “Dudaklarından çıkan her söze çok kolay inanıyorum çünkü bir tek senin dürüstlüğünden şüphe duymuyorum.” Omuzlarını bükerek üzerime eğildi. “Sana yalvarıyorum beni düş kırıklığına uğratma.”

“Gurur-”

“Yapma, Farah kaldıramam.” Yeşil gözlerindeki keder bana kimsesizliğini iliklerime kadar hissettirirken sesi ona yakışmayan bir zayıflıktaydı. “Sen benim kendimden bile sakındığım bir güzelliktesin. Bana her şeyi yap ama sende beni kandırma.” Karun’un konseyde verdiği oyun acısıyla söylediği sözler gözlerimin dolmasına neden olmuştu çünkü bende onu kandıranlardandım. Hem de en başından beri.

Karun’dan sonra birinin daha ondan bir şeyler saklamasını istemediği için üzerime biraz daha eğildi. Alacağı cevaptan korkarcasına titrek bir sesle, “Bilmem gereken bir şey var mı?” diye sordu.

Ona söylemek istedim. Saf ayağına yattığımı ama aslında bilmediğimi sandığı her şeyi bildiğimi söylemeyi çok istedim. Ancak Karun ile ilgili gerçeği yeni öğrenmişken ona daha fazla yüklenmek istemedim. Bu akşam için bir düş kırıklığını da ben ona yaşatmak istemediğim için sustum. Vereceği tepkiyi kestiremediğimden susmuştum. Belki de gerçeği öğrenince beni bırakıp gitmesinden korkmuştum.

Başlarda masum gibi görünen ama şimdilerde beni bir çıkmaza sürükleyen bir oyunun içinde bocalıyordum. Omzundaki diğer elimi de yanağına koyup yüzünü avuçlarımın içine aldım. Ona karşı duyduğum suçluluğun içinde kaybolurken, “Yok,” dedim iç çekerek. “Senden sakladığım hiçbir şey yok.” Henüz ona gerçekleri söylemeye hazır değildim.

Rahatlayarak nefesini verdiğinde tüm vücudu gevşemeye başlamıştı. İstemediği şeyler duyacak diye çok korktuğunu görebiliyordum. Ben ona cevap verene kadar kendini fazla kasmış olmalı ki yorgun düşmüş gibi alnını alnıma yaslayıp bende dinlendi. Gözlerini yumduğunda ılık nefesi yüzüme çarpıyordu. “Kuzenine zarar vermezdim.” Kalbim hızlandı. Gözleri kapalı bir şekilde söylediği şeyler dudaklarımda küçük bir tebessüm yaratmıştı. Asaf’ı tehdit etmesine rağmen Aksa’yı incitmeyeceğini söylemek istemişti.

Gurur’un elleri benim belimdeydi benim ellerimse onun yüzünde. Alnını benim alnıma yaslayarak gözlerini yumduğunda çok huzurlu görünüyordu. Avuçlarımın altındaki kirli sakalını okşayıp burnumu onun burnuna sürttüğümde dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. “Rahat dur.” Sesi kalbimi eritecek bir sıcaklıkta çıkmıştı.

Bu yakınlıkta onu izlerken ne kadar yakışıklı olduğunu bir kez daha anlıyordum. Benim olmayacak bir güzellikteydi. Tek bir tel kirpiğine bile büyülenmiş gözlerle bakıyordum. Bakışlarım dudaklarına kaydığında bu çekime daha fazla karşı koyamadım. Birbirimize bu kadar yakınken ona karşı koyacak güçte değildim. Kontrolüm dışı etli dudaklarına uzanıp onu öptüm. Ellerimin altındaki yüzü buz kestiğinde gerginliğini belimi tutan ellerinde hissetmiştim.

Tek yaptığım dudaklarımı hafifçe onun dudaklarına bastırmaktı. Daha sonra bende gözlerimi yummuştum ama dudaklarımızın temasını koparmamıştım. Şaşırtıcı bir şekilde Gurur beni itmedi veya kendini geriye çekmedi. Ilık nefeslerimiz birbirine karışırken birleşen dudaklarımızı o da ayırmamıştı. Beni öpmemişti veya onu tutkulu bir şekilde öpmemiştim. Tek yaptığım ilkinde olduğu gibi dudaklarımla onun dudaklarını kapatmaktı.

Uzun süre bu şekilde kaldık. İçinde şehvet veya cinsel dürtülerin olmadığı masum bir öpücükle birbirimizde soluklandık. Sanki ruhlarımız ılık nefeslerimizde süzülüp birbirine karışıyordu. Dudaklarımızın temasıyla aramızda oluşan derin bağı ve duygusal yakınlaşmayı hissedebiliyordum. Bu tür küçük öpücükler en gizli duyguları tetiklerdi. Kalbin kapılarını aralayıp duygusal etkileşimi arttırırdı.

Birleşen dudaklarımızda cinselliği çağrıştıran hiçbir şey yoktu. Bu daha çok saf sevgiyi yoğun bir şekilde hissetmek gibiydi. Birbirimize duyduğumuz tüm o karmaşık duygular sevginin en yalın ve en somut şekline bürünüp bizi kuşatmıştı. Küçük bir öpücüğün bizi birbirimize daha çok bağladığını hissedebiliyordum ve böyle hisseden sadece ben olamazdım.

Yumduğum gözlerimi yavaşça aralayıp başımı usulca geriye çektim. Dudaklarım Gurur’un dudaklarından koptuğunda gözlerini araladı. Uzun kirpiklerinin arasından bana bakınca derimin altı ısındı. Vücudumdaki tüm kan yanaklarıma akın ederken ne yapacağımı bilemedim. Çok utanmıştım ve bunu ondan saklayamıyordum. Onu öperken devamında ne kadar utanacağımı hiç hesaba katmamıştım.

Gurur’un yeşil gözleri cayır cayır yanan yüzümde gezindiğinde gülmemek için yanaklarının içini dişledi. “Yanımda tişörtünü çıkartırken utanmıyorsun ama küçük bir öpücük seni utandırıyor.” Muzırca göz kırptı. “Ne iş el kızı?”

Utançtan gözlerimi kaçırırken, “O başka bu başka,” diye homurdandım.

Onun dışında her yere bakıyordum ama, “Haklısın,” diyen sesi beni daha fazla utandırıyordu. “Tişörtünü çıkarman potansiyelinin çok üstünde bir hareketti.” Benimle uğraşmaktan zevk alıyordu.

“Şunu hatırlatıp durmaz mısın?” Film izlerken anın verdiği heyecanla o tişörtü nasıl çıkardım, bilmiyorum ama hatırladıkça daha fazla utanıyordum. “Belimi bırakır mısın gitmek istiyorum.”

“Yok öyle kaçmak, Nemrudun Kızı.” Belimi daha sıkı tutunca çekingen gözlerle başımı kaldırdım. Gözleri yoğun bir şekilde boynumda oyalanıyordu. “Seninle bir anlaşma yapalım.” Başını yana doğru eğerek boynuma uzandığında kalbim tekledi. “İstediğin zaman beni öpebilirsin ama bende her istediğimde boynundan öperim.” Bunları söyledikten sonra dudaklarını boynuma bastırınca titreyerek omuzlarına tutundum.

Başımı yan tarafa yatırarak ona boynumdan daha çok alan açarken, “Boynumu öpmek dudaklarımı öpmekten daha çok ilgini çekiyor,” diye homurdandım.

Son söylediklerim onu güldürdüğü için gülüşünün sıcak dokusunu tenimde hissetmiştim. “Senin o acemice öpücüklerin gerçek bir öpüşmenin yakınından bile geçemez.” Belimi daha sıkı tutarken burnunu boynuma sürterek kokumu ciğerlerine çekti.

“Dudaklarının tadını bilmiyorum ama teninin lezzetini biliyorum.” Dilini boynumda gezdirmeye başladığında ayakta durmakta güçlük çektim. Beni baştan çıkarmak için fazladan çabalamasına hiç gerek yoktu.

Dizlerimin bağı titrediğinde nefes alışlarım hızlanmıştı. Gurur’un diliyle boynumda yaptığı şeyin etkisi müthişti. Boynuma dişlerini geçirdiğinde inleyerek tırnaklarımı tutunduğum omuzlarına geçirdim. “Sana bir şey itiraf etmeliyim, Farah.” Isırdığı yerin üzerinde dilini gezdirmeye başladığında gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Kendimi tamamen onun insafına bırakmış gibiydim.

Gurur boynumdaki tatlı işkencesini sürdürürken boğuk bir sesle, “Üzerindeki bu şeyler sana çok yakışmış,” diye fısıldadı. Esvet’in zorla bana giydirdiği kıyafetleri beğenmesi hoşuma gitmişti. Ondan aldığım küçük bir iltifat bile ayaklarımı yerden kesiyordu.

Isırdığı yerdeki acıyı almak ister gibi aynı yere dudaklarını bastırınca kasıklarımın arası zonkladı. Sadece boynumla ilgilenmesini istemiyordum. Ellerini vücudumun her yerinde istiyor, dudaklarıyla tenimin her noktasını keşfetsin istiyordum. Uyarılmıştım ve daha fazlasını arzuluyordum.

Gurur boynuma son bir öpücük kondurup başını yavaşça geriye çekince suratım asıldı. Bana yetmeyen o öpücüklerden daha fazlasını arzuluyordum. Asık suratımı görünce gözlerini kıstı. “Sorun ne?”

“Yok bir şey.” Neyim olduğunu anlamasın diye hemen ona sırtımı dönüp yatağa yürüdüm. Onun meraklı bakışları eşliğinde yatağa uzanarak ona arkamı döndüm. “Uykum geldi uyuyacağım.”

“Bu saatte mi?”

“Evet.”

“Pijamalarını giymeden mi uyuyacaksın?”

“Evet.”

“Farah çizmelerinle yatağa girdin.”

“Sana ne, böyle uyuyacağım!”

Gülüşünü duydum. “Şimdi kimmiş bakalım huysuz.”

Adım seslerini duyduğumda bile ona doğru dönmedim. Yatağımın kenarında oturup omuzlarımı tutarak beni sırtüstü çevirdi. “Hiç olmazsa çizmelerini çıkartalım.” Yatağın kenarından aşağıya kayarak bir ayağımı dizinin üstüne koymuştu. Çizmemin fermuarını açarak onu ayağımdan çıkardı. Küçük bir çocukmuşum gibi benimle ilgilenmesine hayret ediyordum çünkü bunu başından beri yapıyordu. Bana karşı fazla sabırlı ve ilgiliydi. Sanki onun bebeğiydim.

Yemeklerimi yediğimden emin oluyordu ve küçük dairemizin ev işlerinde bana yardım ediyordu. Saçlarımı tarayıp onları örüyor, beni yatağıma koyup üzerimi örtüyordu. Eline bir masal kitabı alıp ben uyuyana kadar bana masal okuyordu. Herkesin korktuğu Deli Gurur bana bir bebek gibi bakıyordu. Bu başından beri böyleydi. Gurur Kalender gerçek anlamda bende bambaşka bir mevzuydu.

Çizmelerimi çıkartıp yatağın yanına attığında gözle görülür bir şekilde rahatlamıştım. “O şeyler çok rahatsız edici.” Çizmeleri ona şikâyet ederek tül çorapların içindeki ayaklarıma baktım. “Ayaklarım şiştiği için sızlıyor.”

Ayaklarım onun dizlerinin üzerinde dururken yeşil gözleri ilgili bakıyordu. “Çorapları da çıkar.”

Sırtımın arkasına iki yastık koyarak daha rahat oturdum. Ellerimi mini eteğimin altına daldırarak tül çorabı aşağıya çektiğimde Gurur başını çevirip bakmadı. İki çorabı da diz kapaklarımın üzerine kadar sıyırdıktan sonra eteğimi düzelttim. Gurur uzanıp dizimin üzerindeki çoraplardan birini kenarlarından kavrayıp ayaklarımdan çıkardı. Aynı şeyi diğer çoraba da yapmıştı.

Onları da yere attıktan sonra ayaklarımı tekrar dizlerinin üzerine koydu. Sağ ayağımdan başlayıp hafifçe ovuşturunca kalbim tekledi. Ayaklarımın sızladığını ona söylerken bana masaj yapmasını beklemiyordum. Acısını almak istercesine ayağıma masaj yapıyordu. Ayak parmaklarımın her birini hafifçe sıkıp bırakıyor, bileğimi ovuşturuyordu. Büyülenmiş bir şekilde onu izliyordum. Gurur’un ilgisi çok güzeldi.

Kimse Gurur Kalender’i bir kadının ayaklarına masaj yaparken hayal edemezdi. Bu insanların hayal gücünün çok ötesinde bir şeydi. Bunu bizzat yaşamama rağmen ben bile bu gördüklerime inanamıyordum. Önemli bir iş yapar gibi son derece ciddi bir surat ifadesiyle ayaklarımla ilgilenirken, “İyi geliyor mu?” diye sordu. Bunu sorarken bile gözlerini ayaklarımdan ayırmamıştı.

Kuruyan dudaklarımı güçlükle aralayıp, “Evet,” demeyi başardım ama sesimde yaşadığım şaşkınlık hissediliyordu. “Bu işte anlıyor gibisin sanırım ilk kez yapmıyorsun?”

Ayak parmaklarımı kavrayıp bileğimi sağa sola hafifçe oynatırken sinirden güldü. “Aslına bakarsan ilk kez yapıyorum.” Şimdi de parmaklarını ayağımın altındaki o hassas dokuya bastırdı. “Masajdan hiç anlamam eğer canını yakarsam söyle bana.” Canımı yakması şöyle dursun, bileğimi kırsa bile bunu söylemezdim çünkü ilk kez birinin ayaklarına masaj yapıyordu ve o kişi bendim. Bunun benim için anlamını bilemezdi.

Gurur ayaklarımdaki sızıyı alana kadar her iki ayağıma da masaj yapmıştı. Parmaklarının sihirli bir etkisi olmalı ki beceriksizce yaptığı masaj çok iyi gelmişti. Onun dokunuşlarıyla vücudum gevşerken parmak uçlarıyla sol ayak bileğimdeki dikenli tel dövmesine dokundu. Parmakları dövmemin üzerinde gezinirken yeşil gözlerindeki suçluluğu gizleyemiyordu. O dövmenin bir yarayı gizlemek için yapıldığını iyi biliyordu.

Uzun süre sol ayak bileğimdeki dövmeye baktı, daha sonra da sol elinin bileğine eğdi bakışlarını. Bileğindeki siyah deri bilekliğe attığı bakışlar fazla manidardı. O bilekliğin ondaki anlamını bir türlü anlamıyordum ama onu hiç çıkarmıyordu. İç çekerek bakışlarını bileğinden çekmişti. Ayağımı tutup hafifçe yukarı kaldırdıktan sonra başını eğdi ve dudaklarını bileğimin iç tarafına bastırdı. Nabzım hızlandığında bunun geç kalınmış bir özür olduğunu iyi biliyordum.

Beni kaçırmasaydı bende ondan kaçıp bir kurt kapanına yakalanmayacaktım. Ayağımdaki o dikiş izlerinin ve dövmenin sebebi oydu. Bunu bildiği için dövmemden beni öpüp yaptıkları için benden özür dilemişti. Bazı özürler kelimelere dökülmez, Gurur’un yaptığı gibi küçük öpücüklerin içine gizlenirlerdi.

Gurur bileğimin iç tarafını öptükten sonra ayağımı yavaşça yatağa bırakıp başını kaldırdı. Yüzümü seyrederken yeşil gözlerinde iç ısıtan bir ifade vardı. “Yemek yedin mi? Aç uyumamalısın.”

Bu konuda suçluluk hissederek kucağımdaki ellerimle oynamaya başladım. “Aksa ile dışarıdaydım bu yüzden yemek yapamadım.”

Bana tebessüm ederek ayağa kalkıp mutfağa doğru yürüdü. “Yemeği ben hazırlarım ama bulaşıklara elimi sürmem,” deyince arkasından aşık gözlerle onu izliyordum. Aç bir şekilde uyumama kolay kolay izin vermezdi.

Temizlikten ve bulaşıklardan pek anlamazdı ama iyi yemek yapardı. Ne yazık ki Gurur yemek yaparken mutfağın içinden geçerdi. Ortaya lezzetli bir tabak yemek çıkartırdı ancak mutfakta da kırılmadık şey bırakmazdı. Daha mutfağa gireli iki dakika bile olmamışken içeriden bir şeylerin kırılma sesi geldi ve Gurur’un sinirli küfredişini duydum. “Bu siktiğim bardakları niye ayağımın altında geziyor!” Gülerek yataktan çıktım. Hiç şaşırtmıyordu.

Bardaklar yerde değildi ama koca cüssesiyle masaya çarpmış olmalı ki masanın üstündeki bardakları yere düşürmüştü. Mutfağa doğru yürürken, “Çık mutfağımdan yemeği ben hazırlayacağım,” diye ona seslendim. “Daha fazla dağıtmadan lütfen terk et orayı.”

“Yemeği ben hazırlayacağım,” diye içeride seslendi. “Farah lütfen siktir olup gider misin?”

“Düzgün konuş karınla!”

O sinir bozucu gülüşünü duydum. “Karımla düzgün konuştuğumuz için lütfen dedik herhalde.” Ve ikinci kez bir şeylerin kırılma sesini işittim. “Sürekli bana çarpan bu masanın ecdadını sikeceğim! Orospu çocuğu bana bir daha çarparsan seni doğuran ağacın, yapan marangozun amına koyarım!” Bir deliye masanın cansız bir obje olduğunu ve kimseye çarpamayacağını nasıl anlatabilirim ki!

Sakarlığını bile kabul etmeyecek kadar benmerkezciydi.

Mutfağa girdiğimde masanın üstündeki çoğu şeyin yerde kırık olduğunu gördüm. Gurur sürekli masaya- pardon masa sürekli Gurur’a çarptığı için üzerindeki eşyalar düşüp kırılmıştı. “Burada ne oldu?” diye sorduğumda gülmemeye çalışıyordum.

Gurur yerdeki kırık cam parçalarını toplarken ters gözlerle masaya bakıyordu. “Ona sor.” Kime? Masaya mı?

Telefonu çaldığında elindeki cam parçalarını çöpe attı. Telefonunu çıkartırken cebinden bir şey düşmüştü. Yere düşen gümüş pandora bilekliğe bakıyordum. Gurur bakışlarımı takip edince yerdeki bilekliği gördü. Telefonu hâlâ çalarken açmak yerine eğilip bilekliği almıştı. “Melek’e mi aldın?” diye sordum safça.

Israrla çalan telefonu cebine koyarken bilekliğe gergin bakışlar atıyordu. Meraklı bakışlarım onu strese sokuyormuş gibi sarı saçlarını dağıttı. “Melek için almadım.” Ensesini ovuştururken bana yandan bir bakış attı. Soğuk terler dökmeye başlamıştı ve biraz da utanmış gibiydi. “Bunu-” Sesi kısık çıkınca boğazını temizleyip bir şeyler mırıldanarak küfretti. Az kalsın kahkaha atacaktım. Onu benim için almıştı ve bana nasıl vereceğini bilmiyordu çünkü böyle şeyleri sıkça yapan biri değildi.

Onun kıvranışlarını izlemek çok zevkli olsa da cesaretini kırmamak için bunu uzatmadım. “Bakayım nasıl bir şeymiş.” Küçük adımlarla yanına gidip elindeki pandorayı aldım.

Normalde Pandora bilekliklere takılı bazı aksesuarlar olurdu ama bunda gül dışında hiçbir şey yoktu. Gümüş bilekliğe bir tek küçük bir siyah gül takılıydı. Sanki bu bileklik için özel olarak yapılmış bir güldü. Kalbimde kelebekler uçuşurken gülümsediğimin farkında değildim. Siyah gül benim en sevdiğim çiçekti. Bileğimdeki pandorayı çıkartıp Gurur’un aldığını taktım.

Takı takmaktan hoşlanmazdım ama pandora bileklikleri çok severdim. Gurur hep bu bilekliklerden taktığımı görünce benim için özel bir pandora bileklik yaptırmış olmalıydı. Ona bileğimdeki pandorayı gösterip kocaman gülümsedim. “Bu benim olsun mu?” Onu daha fazla strese sokmamak için benim için aldığını anlamamış gibi yapıyordum. “Baksana bana çok yakıştı.”

Yeşil gözleri önce bileğimdeki pandoraya daha sonra da dudaklarımdaki gülümsemeye kaydı. Küçük bir bilekliğin beni bu kadar mutlu etmesini şaşkınlıkla izliyordu. Kalbimdeki mutluluk sadece dudaklarımdan taşmıyor aynı zamanda gözlerimdeki ışıltıyı arttırıyordu. Bu bileklik Gurur’un bana aldığı bir hediyeydi ve benim için anlamı paha biçilmezdi. Orijinal bir pandora olduğu bakınca bile anlaşılıyordu. Bilekliğe taktırdığı bu kara gül bile özel yapımdı. Beni düşünerek yaptırdığı bir bilekliğin bendeki yeri çok ayrıydı.

Gurur yalandan öksürerek rolünü ustaca sürdürdü. “Senin için almamıştım ama madem beğendin senin olsun.”

“Hımm.” Üzülmüş gibi dudaklarımı büzdüm. “Madem benim için almadın o zaman onu sahibine vermelisin.” Bilekliği çıkarmaya kalkıştığımda, “Kalsın,” dedi aceleyle. Bunu haddinden hızlı söylediğini fark edince kısık bir sesle ikinci kez kendine küfretti. “Bu böyle olmayacak.” Homurtuyla karışık bir şeyler söyledikten sonra derin bir nefes aldı. Onu bu kadar gerdiğim için bana olan bakışları kızgındı. “Senin için almıştım tak işte.”

“Ama az önce başkası için aldığını söylemiştin.”

“Şimdi de senin için aldığımı söylüyorum.”

“Bir öyle diyorsun bir böyle. Kim için aldın bunu?”

Burnundan nefesini sertçe verdiğinde çenesinden bir kas seğirdi. “Senin için aldım diyorum!”

“Yalancı.”

“Kocaya yalancı denmez!” Beni tersleyerek bileklikteki siyah gülü gösterdi. “O gül bile sana aldığımın kanıtı. Senin dışında kimse yası çağrıştıran bir gülü sevmiyor.”

Dudaklarımda çok güzel bir gülümseme belirdi. “Yani gerçekten benim için aldın? Peki, neden bana bunu aldın?”

“Bir nedeni yok içimden geldi.” Umursamaz görünmek için yüzüne duygusuz bir ifade kondurup omuz silkti. “Bu şeylerden hep takıyorsun belli ki seviyorsun.”

“Bu bilezikte sadece bir tane aksesuar var.”

Yeşil gözleri bileğimdeki pandorada oyalanırken başını ağır ağır salladı. “Sana iyi hissettiren şeylerin aksesuarını yapıp bilekliğine takman için boş.” İki adımla karşımda belirdi. Elimi tuttuğunda içim titremişti çünkü küçük bir teması bile beni heyecanlandırıyordu.

“Senin için unutulmaz olan güzel anıları bu bileklikte toplayabilirsin.” Parmağı bileğimdeki bilekliğin siyah gülüne sürtünürken gözlerimin içine bakıyordu. “Güzel anılarını bir objeye dönüştürüp bu halkayı tamamlayabilirsin.”

“O zaman bilekliğime bir tane ateş eklemeliyim.”

Şaşırarak dudaklarını büktü. “Ateş mi?”

Hızlıca başımı sallayarak ona gülümsedim. “Sen de beni mutlu ediyorsun ve sen ateşsin.” Kırpıştırdığım kirpiklerimin arasından ona bakarken Gurur’un bakışları dudaklarımdaki gülümsemedeydi. “Bence halkadaki ikinci obje ateş olmalı.”

İç çekerek yüzümdeki saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken parmaklarının tersi yanağıma sürtünmüştü. “Sen nasıl istersen öyle yap.”

Telefonu bir kez daha çalınca derin bir nefes alarak benden uzaklaştı. “Ne var, Ali!” Çatık kaşlarla telefonu açtığında Ali ona ne söylediyse yüzünü buruşturdu. “O iki beceriksiz yardımım olmadan zor barışır. Bir de kör randevuya çıktı aptallar. Restorandan ayrıldıklarında üzerlerine kurşun yağdırın. İkisine de bir şey olmasın ama birbirlerinin değerini anlayacak kadar onları korkutun,” dedikten sonra telefonu kapatıp bana döndü. “Sen yemeğe başla, Bige ile konuştuktan sonra sana yardım ederim.” Bunları söyledikten sonra telefonda Bige’yi arayarak mutfaktan çıkmıştı.

Yine ne işler karıştırıyordu?

***

Sabah uyandığımda Gurur odada yoktu. Onu aradığımda bu akşamki yemek için bazı planlamalar yapması gerektiğini, akşama hazır olmamı söylemişti. Tüm bölge liderlerini topladığı o yemeğe benim de katılmamı istiyordu. Bunu hiç istemiyordum ama babam da orada olacağı için mecburen kabul etmiştim. Babamda liderlerden biriydi ve Gurur ona zarar vermeye kalkışırsa ona engel olmak için orada olmalıydım.

Odamdan çıkıp aşağıya inene kadar Aksa’nın dün gece burada kaldığını anlamamıştım. Seçil ile karşılıklı koltuklarda oturuyorlardı ve birbirlerine düşmanca gözlerle bakıyorlardı. Kardeşinin çoktan gittiğini düşündüğü için Seçil eve dönünce kötü bir sürprizle karşılaşmıştı. Salonda sadece kuzenlerim vardı, yani bizim ekip.

Hepsi de gözlerini Seçil ve Aksa’ya dikmiş, olası bir saldırıyı durdurmak için tetikte bekliyorlardı. Ortam çok gergindi biri nefes alsa duyuluyordu. İskender’in yanına oturup kulağına doğru uzandım. “Döndüğünü görmek güzel.” Kendi isteğiyle geceyi nezarette geçirmişti.

Aksa ve Seçil’in yarattığı gerginlik yüzünden o da yüksek sesle konuşmayıp bana doğru uzandı. “Amcam sabahın köründe gelip beni çıkarmasaydı daha mutlu olurdum.”

“Yahu içeride ne var seni bu kadar cezbeden?”

Gülerek her an birbirine saldıracakmış gibi duran Aksa ve Seçil’i gösterdi. “En azından bu ikisi yok.”

“Birbirlerine dalsalar sence kim alır?” diye sordum saçma bir merakla.

İskender bana yamuk saçlı kızı, yani Aksa’yı gösterdi. “Karnındaki dikişler olmasaydı açık ara maçı alacağına bahse girerdim.”

“Ama dikişleri var.”

“Bu yüzden hepimiz diken üstündeyiz çünkü ablasına saldırırsa dikişlerini kanatabilir.”

Seçil ikisinin bakışmalarından sıkılmış gibi yanaklarının içini havayla doldurdu. “Tüm gün bunu sürdürecek misin? Ne olduysa hepsi geçmişte kaldı.”

Aksa kaskatı bir şekilde koltukta otururken sağında Kılıç, solunda ise Nihat oturuyordu. En küçük bir atakta onu yakalayacaklarını biliyordum. “Merak etme bu tüm gün sürmeyecek.” Ona Kılıç ve Nihat’ı gösterdi. “Bu ikisi beni rahat bıraktığı an suratını dağıtacağım.”

“Bence deneme.” Seçil sırıtarak onun karnını işaret etti. “Tabii tekrar hastaneye yatmak istemiyorsan.”

Daha fazla dayanamayan Aksa bir hışımla ayağa kalkmaya çalıştığında Kılıç ve Nihat onun omuzlarına bastırarak onu yerine çivilediler. “Ay yeter ya!” Esvet sinirlenerek ayağa kalktı. “Bu gerginlikten içim şişti.”

Ekiptekilere sırasıyla bakıp bize Aksa’yı gösterdi. “Şu asimetrik saçlı kız dikişlerini patlatmasın diye onu tutuyoruz, değil mi?” Başıyla Seçil’in olduğu tarafı gösterdi. “Aksa bu lensliyi döverse rahatlayacak bizde bu sinir bozucu gerginlikten kurtulacağız, değil mi?”

Esvet sırıtarak her birimize tek tek baktı. “Size bir önerim var. Bu çakma gözlüyü Aksa yerine ben döveyim, Aksa rahatlasın ve bizde işimize bakalım.” İlk oyu kendine vererek elini kaldırdı. “Kabul edenler?”

Nihat anında elini kaldırdı. “Sonuçta ikisi de benim kuzenim değil.”

Zaza stresten bir bacağını yere vurup gergin bir ritim tutarken o da elini kaldırdı. Seçil inanamayan gözlerle ona bakınca Zaza ne kadar kinci biri olduğunu bir kez daha gösterdi. “Çocukken saçımı çekmiştin.”

Bende elimi kaldırdım ve Seçil benden hesap bile soramadı çünkü neden el kaldırdığımı iyi biliyordu. Kocamdan gözü vardı bu bile el kaldırmam için yeterliydi. Benden sonra Aksa’da elini kaldırdı. Eli havadayken Esvet’e bakıyordu. “Benim yerime onun burnunun üzerine en sağlamından bir yumruk indirirsen sana hırsız demeyi bırakırım.”

İki tarafta kendi kuzenleri olduğu için Kılıç ve İskender el kaldırmadı ancak bu Esvet’i durdurmadı. Üzerindeki ceketini çıkartırken Kılıç ve İskender’e bakıp sinsice güldü. “İkiye karşı beş oy beyler. Adil bir oylama olduğu için demokrasiye saygı duymalıyız.”

Seçil başına gelecekleri bildiği için, “Amca!” diye babama seslenerek kapıya koştuğunda Esvet onun kolunu arkadan yakaladı. Seçil’i kendine doğru çevirdiği gibi tam burnuna sert bir yumruk atarak onu yere serdi. Kızın üzerine atlayıp Seçil’in o süslü suratına bir yumruk daha geçirdiğinde Seçil’in çığlığı tüm odayı doldurmuştu.

Kılıç Aslan ve İskender ağız dolusu küfrederek hemen onlara doğru koştular. Aksa ve Nihat ise gülerek beşlik çakıyorlardı. Zaza telefonunu çıkarmış bu olayın her anını kaydediyordu. Kılıç Aslan arkadan Esvet’in belini yakalayarak onu Seçil’in üzerinden çekti. İskender ise burnu kanayan Seçil’i yerden kaldırıyordu. Esvet kendini Kılıç’tan kurtarmaya çalışırken ellerini ve ayaklarını çırparak Seçil’e ulaşmaya çalışıyordu. “Bırak beni dağ ayısı henüz işim bitmedi!”

“Bir dur lan yoksa elimden bir kaza çıkacak!” Kızgınlıkla kaşlarını çatan Kılıç, onu koltuğa fırlattığında Esvet koltuğa çarpıp savrularak yere düşmüştü. Başta Kılıç olmak üzere hepimiz kaskatı kesildik. Eyvahlar olsun geliyordu gelmekte olan. Nihat dudaklarını oynatarak Kılıç’a kapıyı gösterdi. “Kaç.”

Esvet düştüğü yerden başını kaldırıp dağınık saçlarının arasından sinirli gözlerle Kılıç’a bakıyordu. “Şimdi ben senin ebeni bellemez miyim!” Kedi gibi tıslayıp ayağa kalktığı gibi Kılıç’ın üzerine atlayıp onu sırtüstü yere düşürdü. Kılıç’ın karnının üzerine oturduğu gibi suratına yumruğunu geçirdi. “Sen kim oluyorsun da beni yere fırlatıyorsun!”

Esvet ikinci kez ona yumruk atmaya kalkıştığında Kılıç onun bileğini yakaladı. Esvet’in attığı yumruktan dolayı dudağı kanıyordu. Kan beynine sıçramış gibi onun bileğini sertçe sıkmıştı. Siyah gözlerinde yıldırımlar çakarken boğazından çıkan kalın bir sesle, “Kime bulaştığına dikkat et demiştim sana!” diye onu tehdit edip bir anda Esvet’i altına aldı.

Nihat onu durdurmak için öne atıldığında Zaza hemen oturduğu koltuktan fırladı. Nihat’ı Kılıç’tan uzak tutmak için koşup Nihat’ın sırtına atlayıp koluyla boğazını sıktı. “Kuzenimden uzak dur!”

Nihat onun kolunu boğazından çekmeye çalışırken Zaza’yı sırtından atmak için uğraşıyordu. “Kuzenin olacak piç benim kuzenimden uzak duracak!” Bir anda herkes birbirine girmişti.

Orta sehpanın üzerindeki çerezleri alan Aksa yanıma gelip oturdu. Sakince bana tabaktaki bademleri gösterip, “İster misin?” diye sorduğunda iki kavrulmuş badem aldım. “Teşekkür ederim.”

“Ne oluyor burada!” Babamın gür çıkan kızgın sesiyle herkes durup başını kapıya çevirdi. Annem babam, Nesibe yenge, Kerim amcam, Caner abim ve Asaf Bolatlı kapının önünde durmuş tüm bu hengameyi izliyorlardı. Hadi bakalım başlıyor bizim mesai.

Babamın içeri girmesiyle herkes donmuş bir şekilde öylece kalmıştı. Babamın sinirli bakışları ilk İskender’i buldu. Seçil’in saçı başı dağılmış ve burnu kanıyordu. İskender ise ona yardım etmek için onun kolunu tutuyordu. Babam konuyu bilmediği için Seçil’i o hale getiren kişinin İskender olduğunu düşündü.

Babam kaşlarını kızgınlıkla çattığında İskender hemen elini çekip Seçil’den uzaklaştı. “Göründüğü gibi değil.” Durduk yere kabak onun başına patlayacaktı.

Babam ve yanındakilerin bakışları bu seferde Zaza ve Nihat’ı buldu. Zaza maymun gibi Nihat’ın sırtına atlayıp onu boğuyordu. Bizimkilerin gelişiyle hemen kolunu Nihat’ın boynundan çekip yere atladı. “Göründüğü gibi değil.”

Bu sefer tüm gözler yerde sırtüstü yatan Esvet’i ve onun üzerinde olan Kılıç Aslan’a kenetlendi. Kılıç, Esvet ona zorluk çıkarmasın diye onun bileklerini yakalamış, kollarını başının üstüne kenetlemişti. İkisi birbirine fazla yakın görünüyorlardı. Önce birbirlerine baktılar daha sonra aynı anda küfredip kapının önünde dikilenlere döndüler. “Göründüğü gibi değil!” Bunu da aynı anda söylemişlerdi.

Kılıç hemen onun üzerinden çekilince Esvet ayağa kalkmıştı. Bu seferde babam ve yanındakilerin bakışları Aksa ile ikimizi buldu. Herkes saç baş birbirine dalmışken biz yan yana bir koltukta sakince oturuyorduk. Bu görüntü babamı kızdırdı çünkü ikinci kez sürüden aykırı hareket ediyorduk. Dün onları restoranda bırakıp kaçmıştık bugünse her birini kendi haline bırakıp koltukta sefa sürüyorduk.

Babamın sinirli gözleri Aksa’nın elindeki tabakta ve parmaklarımın arasındaki bademde oyalandığında Aksa ile aynı anda, “Göründüğü gibi,” dedik ve Asaf dışında herkes bize tersçe bakmaya başladı. Asaf ise bıyık altında gülmekle meşguldü.

Babam yumruğunu sıkarak herkese koltukları gösterdi. “Geçin şöyle!” Herkes suçlu çocuklar gibi bir yere oturunca babam sırasıyla her birimize kızgınlıkla bakmaya başladı. “Burada olanları biri anlatsın!”

Seçil bulduğu bir peçeteyi kanayan burnuna bastırırken öfkeli gözlerle Esvet’i gösterdi. “Bu orospu burnumu kırdı!”

Esvet yanındaki yastığı alıp onun suratına fırlatmıştı. “İkinci kez kırmamı istemiyorsan ağzını topla!”

İyice hiddetlenen babam silahını çıkartarak tavana bir el ateş etti. “Yeter! Kimin karşısında olduğunuzu unutmayın. Birbirinize sataşmak yerine doğru düzgün anlatın şunu!” diye bağırdığında konudan alakasız bir şekilde annem tavandaki deliğe baktı. “Hayatım sakin olur musun, ya kurşun avizeme gelseydi.” Böyle bir ortamda bile tek düşündüğü avizesi miydi?

Seçil burnu yüzünden acı çeken bir ifadeyle, “Amca,” diye fısıldayıp timsah gözyaşlarını dökmeye başladı. “Bunlar Esvet’in beni dövmesi için bir oylama yaptılar ve hepsi de bunu kabul etti.” İçli içli ağlarken suçlayıcı bakışları Aksa ile ikimizin üzerindeydi. “Her şeyi bu ikisi başlattı.”

“Yalan söylüyor baba.” Kendimi savunarak başımı iki yana salladım. “Esvet oylamayı başlatınca Aksa ile mecburen kabul etmek zorunda kaldık çünkü ekipteki herkes evet oyu vermişti.”

Kılıç ve İskender oylamaya katılmadıklarını söylemek üzereydiler ki Aksa kaşlarını çatarak ikisini de susturdu. Daha sonra babama dönüp o da bizi savundu. “Dün restorandan kaçtık diye ekipten bağımsız hareket ettiğimizi düşünüp bize kızmıştın. Bizde mecburen Farah ile ekiple aynı oyu verdik.”

“Demek ekibe uydunuz?” Babam gırtlağından çıkan hırıltılı bir sesle Aksa’nın elindeki tabağı ve avucumdaki iki bademi gösterdi. “Bu yüzden mi ekiptekiler saç baş kavga ederken siz ikiniz tıkınıyordunuz?”

Aksa kolunu omzuma atarak babama masumca gülümsedi. “Amca biz asil kısraklarız.” İşaret parmağıyla birbirine giren grubu gösterdi. “Ne işimiz var bu tepinen eşeklerle. Asaletimizi korumalıyız.”

“Katılıyorum,” dediğimde Zaza’nın fırlattığı yastık suratıma çarpmıştı. Babam burada olmasaydı her biri bizi parçalayabilirdi.

Babam yarım saat boyunca kızgın sözleriyle hepimizi haşladı. Bu evin çatısı altında bir daha böyle bir şey yaşanırsa bunun ağır sonuçları olacağını söyleyerek bizleri tehdit etmişti. Daha sonra kahvaltı bile yapmadan çekip gitmişti. Annemse babamı kızdırdığımız için bize kızarak onun arkasından gitti. Nesibe yenge, Seçil’i hastaneye götürmek için onunla gitmişti. Kerim amca, Aksa’ya kızmaya kalkıştığında Asaf’ın tek bir kaş çatışıyla geri adım atmak zorunda kalmıştı.

Bu kalabalıkta Caner abim para için bir kez daha beni sıkıştıramamanın öfkesiyle salondan çıkmıştı. Günlerdir beni yalnız yakalamak için uğraşıyordu ama ondan köşe bucak kaçıyordum. Ekibimdekilerde kendilerine çeki düzen vermek için odalarına çekilmişti. Burada kalan sadece Aksa ile ikimiz vardık bir de Asaf.

Asaf, Aksa’nın karşısındaki koltuğa oturduğunda karı koca birbirine gergin bakışlar atıyordu. Ceketinin kollarını yukarı toplayan Asaf, “Evet?” diye soru dolu bakışlarını Aksa’ya dikti. “Tahminen ne zaman eve dönmeyi düşünüyorsun?”

Aksa bir bacağını diğerinin üzerine atarak arkasına yaslandığında Asaf’ın gözleri onun kısa eteğinde oyalandı. Bacak bacak üstüne atınca eteği iyice yukarı toplanmıştı. Asaf’ın aklına evdeki erkekler gelince kaşları belli belirsiz çatıldı. “Benimle eve geliyorsun.”

Kuzenim inatçı bir tutumla çenesini dikleştirdi. “Farah’ın yanında kalmak istiyorum.”

“Biraz da Farah senin evine gelsin.”

“Benim bir evim yok!”

“Artık var!” Asaf’ın sert sesi Aksa’yı susturmuştu.

Karısına karşı sabırlı olmaya çalışarak öne eğilip kollarını dizlerine yasladı. “Odalarımız ayrı olabilir ama karımla ayrı evlerde yaşamayacağım.” Aksa’nın her şeyi bana anlattığını bildiği için benim yanımda ayrı odalarda kalacaklarını söylemekten çekinmemişti. “Sana ve-” Yüzünü buruşturarak Aksa’nın yamuk saçlarına baktı. “Asimetrik saçlarına tahammül ediyorsam sende karşılığında benim sınırlarımı zorlamayacaksın.”

Asaf’ın mavilerinde ima dolu bir ifade geçtiğinde tehdit eder gibi Aksa’ya beni gösterdi. “Bir anlaşmamız olduğunu unutma.” Ne yazık ki anlaşmanın içeriğini gizlice dinlemiştim. Aksa ona sorun çıkarmayacaktı o da her konuda beni destekleyecekti.

Aksa tırnaklarını koltuğun döşemelerine geçirirken tahammülsüz gözlerle Asaf’a bakıyordu. “Senin o kasvetli köşkünde çok sıkılıyorum. Evde hizmetçiler dışarıda korumalar, tek başıma ne halt edeceğim orada?”

Asaf cebindeki sigara paketini çıkartırken elinden geldiğince ona karşı ilgisiz görünmeye çalışıyordu. “Evli kadınlar evde ne yapıyorlarsa sende onu yapabilirsin.”

Aksa’nın yüzünde komik bir ifade oluştu. “Yani tüm gün temizlik yapıp, kirlilerini yıkayayım ve kıyafetlerini mi ütüleyeyim?” Beti benzi atmaya başladı. “Sen şimdi yemeklerini yapıp kapıda seni karşılamamı da beklersin?”

Asaf’ın sert yüz hatları yumuşarken gözlerinin ardında muzır bir parıltı geçti. “Saydıklarını yapmak istersen hayır demem.”

“Hizmetçin mi var senin?”

“Evet, sanırım yedi tane.”

“Neyden bahsettiğimi iyi biliyorsun.”

“Sende benim neyden bahsettiğimi iyi biliyorsun.”

Aksa sinirle sıktığı elini sertçe koltuğa vurdu. “Boşanmak istiyorum.”

Paketten çıkardığı bir dal sigarayı dudaklarına yerleştiren Asaf’ın keyfi yerindeydi. “Şunu kafana sok seni boşamayacağım.” Sigarasını yakmak için çakmağı çıkarmıştı ki duraksadı. Mavi gözleri bir süre Aksa’nın üzerinde oyalandı daha sonra başını çevirip salonu kontrol etti. Soğuk havadan dolayı tüm camların kapalı olduğunu görünce derin bir nefes alıp dudaklarının arasındaki sigarayı paketin içine geri koymuştu. Aksa’nın astımı vardı.

Ayağa kalkıp Aksa’ya kapıyı gösterdi. “Gidelim artık.”

Onu almadan Asaf’ın buradan ayrılmayacağını iyi bildiği için Aksa isteksizce ayağa kalktı. “O evde kalmamı istiyorsan eğlenebileceğim bir şeyler almalısın.”

İkisi kapıya doğru yürürken Asaf’ın sinirli homurtusunu duydum. “İnsanların özel hayatına sızdığın tüm cihazlar odana geldi bile. Seni uyarıyorum o şeylerle benim hesaplarıma girmeye kalkışma aksi taktirde hepsini gözlerinin önünde parçalarım.”

Aksa onun sırtıyla bakışarak yürürken, “Senin sıkıcı hesaplarınla ilgilenmiyorum,” dedi. “Son çıkan şu bilgisayarlardan da aldın mı?”

“Evet.”

“Eski karının hesaplarını hacleyip çıplak fotoğraflarınızı internete yayacağım.”

“Kimsede çıplak fotoğrafım yok.”

“Hüsrana uğradım.”

Asaf durup omzunun üzerinden baş belası karısına baktı. Bu uzaklıktan bile mavi gözlerindeki hınzır ifadeyi görebiliyordum. “Beni çıplak görmek istiyorsan söylemen yeterli,” dediğinde Aksa’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Aksa böyle bir karşılık almayı beklemediği için utancını alayla gizlemeye çalıştı. “Çıplak erkek görmek istesem sence sana mı gelirdim?” dedikten sonra salondan çıktı. Asaf ise kaskatı bir halde onun peşinden gitmişti. Birbirlerinin gırtlağına yapışmadan bakalım kaç gün aynı evin içinde kalacaklardı?


Yorumlar