“Olmayacak bir dua da değildik aslında, sadece yanlış yer ve yanlış zamanda birbirimizle rastlaştık.”
Akşam Gurur beni evden almaya geldiğinde çok gergindim çünkü bu yemeğin amacını iyi biliyordum. Geceye özel yarım kollu siyah bir elbise giymiştim ama gözlüklerim gözlerimdeydi ve saçlarım hep olduğu gibi dağınık topuzdu. Dışarısı çok soğuk olduğu için omuzlarımda da şalım vardı. Değişen tek şey elbisemdi bunun dışında her şeyiyle aynıydım. Gurur ile restorana giderken arabayı kullanan oydu. Bu gece için nasıl planları olduğunu bilmediğim için fazla tedirgindim.
“Şey…” Kısık bir sesle konuşup dikkatini çekmeye çalıştım. “Bu gece bizi ne bekliyor?”
Gurur direksiyonu ustaca kullanırken yolu kontrol edip kısa bir an bana döndü. Daha şimdiden korktuğumu görünce beni yatıştırmak için bakışlarını biraz yumuşattı. “Orada kalp krizi geçirmemen için olacakları önceden bilmen daha iyi.”
Önüne dönerek hızını biraz düşürüp arabayı daha rahat kullanmaya başladı. “O masada üç yıl önce hakkımda infaz kararı çıkartan tüm liderler, onların eşleri veya sevgilileri olacak. Hepsi beni çok iyi tanıdığı için başlarına gelecekleri az çok tahmin ediyorlar. Bu yüzden hiçbiri yemeğe katılmak istemedi.” Dudağının köşesi tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldı.
Bu gülümsemesi fazla soğuk ve ürkütücüydü. “Onları gelmeye mecbur bıraktım.”
Aklıma gelenlerle kalbim kasıldı. “Annem de mi orada olacak?” Babamın yemekte olacağını biliyordum ama annemi beklemiyordum.
Gurur samimiyetten uzak bir şekilde gülerek başını iki yana salladı. “Annene bulaşacak kadar aptal bir herif değilim.”
“Peki, babam zarar görecek mi?”
“Hayır.”
“Tam olarak ne olacak?”
Gurur arabayı sağa çekerek durdurdu. Bu konuşmayı yolu takip ederek yapamazdı. Bana döndüğünde yeşil gözleri fazla temkinli bakıyordu. Bu gece olacaklara beni önceden hazırlarken ürkütüp kaçırmak istemiyordu. “Bu gece o masadaki her lider sevdiği birinin ölümüyle yüzleşecek.” Kaskatı kesilip koltuğun kenarını sıktığımda bakışları koltuğun döşemesine tutunan elimde oyalandı. “Evet, baban da değer verdiği birini kaybedecek.”
“Bunu yapamazsın!” Arabadan inmek için hemen emniyet kemerimi çözmeye çalıştım ancak kolumu tutarak beni durdurdu. “Mikail Tozlu,” dediğinde çırpınmayı bırakmıştım. Mikail kuzenlerimden biriydi ama kan bağımın olmasını istediğim biri değildi. Babamın Diyarbakır’daki işlerini halleden biriydi ancak ailemize yakışmayan ve hiçbirimizin onaylamadığı çok şey yapmıştı.
Küçük kızları alıp fuhuş çetesine sattığını ama öncesinde onlarla zorla yattığına dair söylentileri vardı. Babam bu söylentileri duyunca geçen yıl onu İstanbul’a getirtmiş ve yakasına yapışarak ondan hesap sormuştu. Mikail hakkında çıkan tüm söylentileri yalanlamış ve o iğrenç şeylerin hiçbirini yapmadığına babamı inandırmıştı. Ancak ben hiçbir zaman babam gibi körü körüne ona inanmamıştım çünkü o herif bir seferinde Aksa’yı da sıkıştırmıştı.
Lise çağında Aksa ile Elmas annenin yanına Diyarbakır’a gittiğimizde Mikail konaktan çıkmamaya başlamıştı. Ata binmek için Aksa ile sözleştiğimiz için o gün konaktan ayrılıp çiftliğe gitmiştik. Mikail bize eşlik ediyordu ve yol boyunca gözleriyle Aksa’yı taciz etmişti. O gün Aksa attan düştüğünde bileğini incitmişti. Mikail beni çiftlikteki ecza dolabından krem getirmem için göndermişti. Döndüğümde onları bıraktığım yerde bulamamıştım.
Etrafıma baktığımda Aksa’nın koşarak ahırdan çıktığını ve çok korktuğunu görmüştüm. O kadar çok korkmuştu ki burkulan ayağının üzerine basarak ahırdan fırlamıştı. Hemen arkasından Mikail çıkmıştı ve kanayan kafasını tutuyordu. Henüz Aksa bana hiçbir şey söylemeden Mikail yalanlarını sıralamaya başlamıştı. Aksa’nın bileğine bakmak için bacağını tuttuğunu ve kuzenimin her şeyi yanlış anladığını söylemişti.
Aksa ise korkuyla arkama saklanıp ağlayarak bana gidelim diyordu. O gün kaçarcasına çiftlikten çıkmış ve kimseye en küçük bir açıklama yapmadan apar topar İstanbul’a geri dönmüştük. Olanları babama anlatmamız gerektiğini söylememe rağmen Aksa bana izin vermemişti. Bizden on yaş büyük birinin sözlerine karşılık kimsenin ona inanmayacağını söylemiş ve beni susturmuştu.
Aksa kendini Mikail’den koruyup ondan kurtulacak kadar şanslıydı. Eğer onun kafasına vurup zamanında oradan çıkmasaydı daha kötü şeyler yaşanabilirdi. Mikail’in taciz ettiği tek kişinin Aksa olmadığını iyi biliyordum. O herif pisliğin tekiydi. Bu yüzden Gurur bana onun ismini söylediğinde tepkisiz kalmıştım çünkü öyle bir adamın ölmesi beni üzmezdi.
Hiç tepki vermediğimde Gurur gözlerini kısarak yüzümü izlemeye başladı. “Onun ölmesine üzülmediğine göre anlaşılan sende o herifin nasıl biri olduğunu biliyorsun?” Aklına düşen şüpheyle ifadesi sertleşti. “Sana bir şey yaptı mı?”
“Hayır.” Balımı iki yana sallayarak içini rahatlatmaya çalıştım. “Bana bir şey yapmadı ama onun nasıl biri olduğunu biliyorum.
Mikail’in bana elini sürmemesi Gurur’un rahat bir nefes almasını sağlamıştı. “Bu gece için öldürdüğüm adamların hepsi Mikail gibi olanlar. Bölge liderlerinin değer verdiği ama gerçekte ciğeri beş para etmeyen insanları özellikle seçtim. Onlar için sakın üzülme çünkü her biri yaşarken çok korkunç şeyler yaptı.” Direksiyonu sıkarken son derece ciddi bir şekilde gözlerime bakıyordu.
“Derinlemesine geçmişlerine indiğimde zorla alıkoyma, tecavüz ve çocuk istismarıyla karşılaştım. Nüfuslu ailelerden geldikleri için ceza bile almadan yaptıkları şeyden sıyrılmışlar.”
Ne düşüneceğimi bilmez bir halde ona bakıyordum. Gurur ise bende yarattığı karmaşanın farkında olmadan bana olanları anlatmaya devam ediyordu. Elinin tersiyle solgun yüzüme dokunup yanağımı okşamaya başladığında bunun beni sakinleştirmek için olduğunu biliyordum. “Bir tek Karun ve Duha’nın etrafında öldürecek bir adam bulamadım. O iki piçin yanında çalıştırdıkları adamlar bile fazla iyi ve düzgün insanlar.” Midem kasıldı. Yani diğerlerini gerçekten öldürmüştü.
Mikail gibi Gurur’un diğer kurbanlarının da ölmeyi hak ettiklerine eminim ama bu beni mutlu etmiyordu. Ölümlere sevinen biri değildim. Gurur elini yüzümden çekerken derin bir nefes aldı. “Tunus tüm adamlarının içinde en çok Kadem ve Uraz’a değer veriyor. Kadem’e dokunamazdım çünkü o ve Bige fazla yakınlar.” İçeriye biraz hava girsin diye camı açtı. “Bende Uraz’ı seçtim.”
“Onu öldürdün mü?”
“Hayır, bunu yapmadım çünkü o çocuk gerçekten iyi biri. Ancak ölmeli yani Tunus onun öldüğünü düşünmeli.” Kafamı iyice karıştırarak güldü. “Uraz’ın üzerinde ne varsa aldık ve sıfırdan başlangıç yapacağı bir ülkeye gönderdik.” Anlattığı çok normal bir şeymiş gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. “O piçin hesabını parayla doldurdum. Gittiği yerde rahat bir hayatı olacak. Geri dönerse bu sefer gerçekten onu öldüreceğimi bildiği için ülkeye adımını bile atamaz.” Tüm bunları normalleştirerek anlatmıyor mu, çıldırma sebebim olacaktı.
Onaylamaz gözlerle dik dik ona bakıyordum. “Birini yerinden yurdundan mı ettin?”
Hayretler içinde kalmış gibi kaşlarını çattı. “Öldürseydim daha mı iyiydi?”
“Hayır, ama ülkeden kovmak da doğru bir şey değil.”
“Hesabındaki o kadar parayla uçağa binerken hiç de üzgün değildi puşt.”
“Ondan aldığın eşyaları ne yaptın?”
“Başka birinin üzerine yerleştirip onu Tunus’a Uraz diye yutturacağım.”
“Duha’ya gerçeği söyleyeceğim.”
“Seni gebertirim,” dediğinde sinirden gülüyordu. “Şu hale bak karımız diye her şeyi anlatıyoruz o kalksın bizi satsın.”
“Ben senin suç ortağın değilim.”
“Evet, öylesin küçük ördek.” Burnumun ucuna küçük bir fiske vurduğunda sinirli görünmek için üstün bir çaba sarf ediyordu. “Biz seninle bir ekibiz birimiz battığında diğeri de boğulur.”
Suratımı asarak kapıya doğru kayıp ondan uzaklaştım. “Ben boğulmak istemiyorum.”
Önüne dönüp arabayı çalıştırdığında dudaklarında küçük bir tebessüm vardı. “Bende boğulmana izin verecek bir adam değilim.”
Tekrar yola çıktığımızda, “Canım tatlı çekti,” diye sızlanmaya başladım. “Yemeği evde yeseydik bize tatlı yapardım.” Yemekten sonra tatlıya yumulduğumu iyi biliyordu.
Arabayı kullanırken telefonunu çıkartıp bir numarayı arayarak kulağına yasladı. “Yalçın söyle oradaki şeflere limonlu tiramisu tatlısı yapsınlar.” Gülümseyerek arkama yaslandım. Limonlu tiramisu tatlısını çok seviyordum.
Yolun kalanı ikimiz için de fazla sessiz geçmişti. Çantamdaki kulaklığı çıkartıp telefonuma takarak yol boyunca müzik dinlemiştim. Gurur ara ara beni kontrol edip önüne dönerek arabayı sürüyordu. Etrafında birçok korumanın olduğu bir restorana geldiğimizde Gurur uzanıp kulağımdaki kulaklığı çıkardı. Kulaklığımı kablosundan çekerek çıkartıp çantama koymuştu.
Nabzımı yoklar gibi sıcak gözlerle bakarken, “Hazır mısın?” diye sordu.
“Hayır,” dedim dürüstçe. “Burada olmak, bunun bir parçası olmak ve korktuğum tüm o insanlarla aynı masada bulunmak istemiyorum.”
Gurur bana duymak istediğim sözleri söylemedi veya beni eve göndermeye yanaşmadı. Bunun yerine önce kendi kemerini daha sonra da benimkini açıp yönünü bana çevirdi. “Korktuğun tüm o insanların benden ödü kopuyor.” Çenemi tutarak eğdiğim başımı yukarı kaldırdı. “Farkında değilsin ama sen içerdeki tüm o insanlardan daha cesursun çünkü hepsinin korktuğu biriyle her gün aynı odada kalıyorsun.” Bana restoranı gösterdi. “O ödleklerle de aynı masaya oturabilirsin.”
“Bunları beni motive etmek için söylüyorsan…” Titreyen ellerimi kaldırıp ona gösterdim. “Hiç işe yaramıyor.”
Elini çenemden çekerken beni arabadan indirmek için farklı bir taktik uyguladı. “O restorana girersen sana yeşil erik alırım.”
“Bu sefer olmaz.” İnat ederek kollarımı göğsümde birleştirdim. “Beni hep böyle kandırıyorsun.”
“Siyah gül ister misin?”
“Hayır.”
“Şu çok sevdiğin Hindistan cevizli çikolatalara ne dersin?”
“Çocuk muyum ben, hayır tabii ki.”
Uzanıp arka koltuktaki ceketini alarak iç cebinden çek defterini çıkardı. “Ne kadar istiyorsun söyle?” Kahkaha attım.
Sesli gülerken başımı iki yana salladım. “Vereceğin hiçbir para beni bu arabadan indiremez.”
Çek defterini camın önüne atıp arabadan indi. Hızlı bir şekilde arabanın etrafını dönüp kapımı açtığında hemen koltuğun kenarlarına yapıştım. “Bunu yaparsan-” Daha ben cümlemi bitirmeden kolumdan tuttuğu gibi zorla beni arabadan çıkarttı ve sırtına attı. “Bu hiç adil değil!”
Tüm korumalarının gözleri önünde beni sırtında restorana götürmeye başlamıştı. “İnsan gibi sorduğumuzda kabul etseydin!”
“İnsan gibi sormadınız!”
“Hayvan gibi mi sorduk?”
“Seninle konuşmuyorum ben!”
Restoranın merdivenini çıktıkça sırtından baş aşağı sarkmaya devam ediyordum. Artık bunu rutin haline getirdiğimiz için beni indirmesi için bağırıp çağırmıyordum. Bunu daha önceleri yaptığında da hiç bağırıp çağırmazdım çünkü kendi istemediği sürece beni indirmeyeceğini bilirdim. Yaptığım tek şey gözlüklerim düşmesin diye tutmaktı.
Sıcak hava beni karşılayınca içeri girdiğimiz anladım. Gurur birkaç dakika yürüyüp durduğunda, “Hepsi içeride mi?” diyen sesini duydum.
“Bige Hanım dışında hepsi burada.” Bir çuval gibi Gurur’un sırtından sarkarken kimseyi göremiyordum ama bu Ali’nin sesine benziyordu.
“Hımm,” diyen Gurur düşünürcesine birkaç mırıltı çıkardı. “O süslü kuş bir yere geç kalmayacak kadar dakik biri. Başına bir iş gelmiş olmasın?”
“Evden geç çıktığı için gecikti birazdan burada olur.”
“Madem öyle misafirlerimizi bekletmeyelim.”
“Farah Hanım’ın ayağından bir sorun mu var?” diye sordu Ali. “Neden onu sırtında taşıyorsun?”
“Bıraktığım an kaçar.”
“Kaçmam bırak beni,” dedim sakince.
“Yemezler güzelim,” diye yürümeye devam etti. “Seni senden daha iyi tanıyorum.”
“İçerideki herkesin gözleri önünde beni sırtından taşıyarak mı oraya götüreceksin? Çok ayıp.”
“Ne ayıbı ulan? Karımı ister sırtımdan taşırım ister kucağımda, o piçler ne karışır!”
“Ama bu çok barbarca.”
“Normalde çok kibarım değil mi?”
“Konuşmuyorum ben seninle!”
O keyifli gülüşünü duydum. “Bakalım kaç dakika sürecek.” Ona uzun süre küs kalmadığımı veya doğru düzgün trip atamadığımı iyi biliyordu.
Yerdeki fayansları sayarken düz bir koridordan geçtiğimizi anladım. Daha sonra farklı bir yere girmiş olmalıyız ki fayansların rengi ve şekli değişmişti. İnsanların olduğu bir yerdeydik çünkü fısıltılarını duyabiliyordum. Gurur yavaşça beni yere indirdiğinde uzun süre onun sırtında sarktığım için başım dönmüştü. Dengemi koruyana kadar kolumu bırakmamıştı. Düşmeyeceğimden emin olunca kolumdaki elini çekmişti.
Gözlümü düzeltip dağılan saçlarımı yüzümden çektiğimde bir masanın yanında olduğumu gördüm. Omuzlarımdan kayan şalıma sarılacak kadar ürkmüştüm çünkü masada birçok kişi vardı. Babam dahil tüm bölge liderleri buradaydı ve çoğu kişinin yanında bir kadın vardı. Gurur ile ikimiz masanın en başında duruyorduk. Herkes gözlerini dikmiş bize baktığı için Gurur’un arkasına saklanmamak için kendimi zor tutuyordum.
Gurur sandalyemi benim için çekerek oturmamı bekleyince derin bir nefes aldım. Sandalyeye oturduğumda o oturmadı. Sandalyemin arkasında dururken elini omzuma koyarak yönünü masadakilere çevirdi. “Öncelikle hoş geldiniz,” dedi ve hemen sonra ekledi. “İki saniyeden daha uzun karıma bakıp onu tedirgin ederseniz gırtlağınızı sikerim!” Tüm gözler anında üzerimden çekildi.
Onlar bana bakmayınca daha rahat onları izleme fırsatı buldum. Sadece babam değil Karun Kalender ve Duha Tunus’ta buradaydı. Bölge liderlerinden biri olmasına rağmen Asaf burada değildi çünkü Gurur hakkında infaz kararı çıktığında Asaf o yıllarda henüz bölge lideri değildi. Babası öldükten sonra onun yerine geçmişti bu yüzden bu masada olması gerekmiyordu.
Gurur’un abisi Şeref Kalender ve yengesi Güzin’de buradaydı. Şeref bir bölge lideri olmamasına rağmen Gurur onları da buraya getirmişti. Bu masadaki herkes fazla gergin görünüyordu. İçerideki ölüm sessizliğini Bige kapıdan girerek böldü. Kahverengi saçları açıktı ve kakülü kaşlarının üzerine kadar geliyordu. V yaka mini bir elbise giydiği için sadece göğüslerinin kıvrımı değil bacakları da dikkat çekiyordu.
Yüksek topukluların üzerinde ustaca yürüyüp içeri girmişti. Bige Saka’nın dişil enerjisi gerçekten çok yüksekti. Bu kadının inkâr edilemez baskın bir aurası vardı. Bu tür ortamlara hep giriyormuş gibi rahat ve kendinden emin adımlar atıyordu. Dudaklarında ise olmazsa olmazı kırmızı ruju vardı.
Bige’nin içeri girmesiyle Karun ayağa kalkıp ceketinin önünü düğmeleyince tüm liderler göz göze geldi. Yeraltının tehlikeli adamlarından biri olan Karun’un önünde herkes ayağa kalkar, elini öperdi ancak Karun, bir tek karısının önünde ayağa kalkıp ceketinin önünü kapatırdı. Sadece bu hareketiyle bile kendi gibi olan adamlara eski karısına saygı duymaları gerektiğini göstermişti.
İkisi barıştı mı, bilmiyorum çünkü en son resim sergisinde onları bir arada görmüştüm ve birbirlerine attıkları bakışlar fazla soğuktu. Boşandıkları ve devamında olanlar yüzünden araları açık diye biliyordum ama boşanmalarına rağmen Bige hâlâ Karun’un evinde yaşıyordu. Saka ve Sanrı’nın çetrefilli ilişkisini anlamak çok zordu.
Karun masadan ayrılıp Bige’ye doğru yürüdü. Mavi gözlerindeki işareti yakalamıştım. Bige’ye doğru yürürken gözleriyle onun düşen omuzlarını göstermişti. Mesajı alan Bige hemen omuzlarını dikleştirip kaybettiği özgüveni korudu. Bunu görünce Karun’un gözlerinde memnuniyet dolu bir ifade oluşmuştu. Eski karısını bu masadakilere karşı hazırlıyordu. Bunu görebiliyordum.
Karun onun yanına gittiğinde ikisi kısık sesle bir süre kendi aralarında konuştular. Ne konuştuklarını biz duyamıyorduk. Onları duyamasam da Bige’yi bazı konularda uyardığını tahmin edebiliyordum. Daha sonra Karun onun elini tutarak onu masaya getirdi. Bige’nin sandalyesini çekip oturmasına yardım ettikten sonra masadakilere döndü. “Buradaki herkesin karımı tanıdığını varsayıyorum.” Düz bir sesle konuşup sandalyesine yaslandı. “Bu yüzden tanışma faslına gerek yok.”
“Karım mı?” Karun’un annesi Güzin Hanım rujlu dudaklarını büzerek, “Eski karım demek istedin sanırım?” diye onu düzeltti. Kadının ela gözleri tiksinti içinde Bige’ye bakıyordu. Gelininden hoşlanmadığı çok açıktı.
Annesini izlerken Karun’un omuzları gerildi. “Eski mi yoksa yeni mi olduğuna ben karar veririm.” Bunları söylerken sesi fazla soğuktu. “Ona hâlâ karım diyorsam demek ki eski değil.” Arkasına yaslanarak kolunu Bige’nin sandalyesinin arkasına koydu. Bu hareketi fazla sahipleniciydi. Anlaşılan aralarındaki buzları eritmeye başlamışlardı.
İlk kez Gurur’un abisi ve yengesiyle aynı ortamdaydım. Yengesinden çok abisini merak ettiğim için gözlerim Şeref Kalender’i buldu. Bu adam Gurur’a ateşten korkmayı öğrettiği için hissiz gözlerle onu izliyordum. Ona baktıkça Karun’un babasına ne kadar çok benzediğini daha iyi anlıyordum. Oğulları Çağıl ve Levent fiziksel olarak Güzin Hanım’a benziyordu ancak Karun babasının kopyasıydı. İkisinin de sert yüz hatları, kumral saçları ve mavi gözleri vardı.
İlerleyen yaşından dolayı Şeref’in saçlarına aklar düşmüş ve yüzündeki kırışıklıklar artmıştı ancak Karun onun gençliği gibiydi. Bu adam Gurur’dan parası için nefret ediyordu peki ya oğlundan? Karun’dan nefret etmesinin sebebi neydi? Duyduğuma göre Şeref Kalender küçük kardeşi ve oğlunun hayatını zehretmişti. Gurur’a ateşten, Karun’a ise soğuktan korkmayı öğretmişti. Gurur hep yanardı, Karun’da hep donardı.
Şimdi bile soğuk havalara rağmen Gurur bir gömlek ve pantolonla gezer, ceketini hiç giymezdi. Karun ise yazın bile ceketini çıkarmazdı çünkü hiç ısınmazdı. Şeref bu ikisine tam olarak ne yapmıştı?
Şeref Bey oğluna sataşarak masadaki gerginliği arttırdı. “Madem onu hâlâ karın olarak görüyorsun...” diyerek gözlerini Bige’ye dikti. “Gelinimiz elimi öpsün de kocasının babasına hürmette kusur etmesin.” Havadaki atmosfer bir anda buz kesmişti.
Buradaki herkes onlara bakmaya başlamıştı. Kalenderler arasındaki çatışmayı çok iyi bildikleri için Bige’nin Şeref’in elini öpüp öpmeyeceğini merak ediyorlardı. Şeref aynı teklifi Gurur’un karısına yani bana edemezdi çünkü bunu yaptığı an Gurur onun suratını dağıtırdı. Küçük kardeşinin ne denli arıza olduğunu iyi bildiği için kolay kolay Gurur’a veya bana sataşamazdı.
Bige ters gözlerle kayınbabasına bakarken omuzlarımı dikleştirerek onun elini öpmeyeceğini gösterdi. Bunu gören Karun’un gergin vücudu gevşedi. Dudağının köşesi kıvrıldığında babasının gözlerinin içine ukalaca bakmaya başladı. “Bana bile elini öptüren bir kadına elini öptüreceğini mi sanıyorsun?”
İkinci kez karısını kendinden daha üstün göstermesini takdir etmiştim. Aralarında ne geçerse geçsin insanların yanında birbirlerini yüceltiyorlardı. “Benim karım kimsenin elini eteğini öpmez. Git dalkavuklarına öptür elini.”
Şeref Bey bozulan suratındaki ifadeyi gizleyemezken Güzin Hanım kaşlarını çatarak, “Karun!” diye onu uyardı. “İnsanların içinde babanla düzgün konuş.”
“Karşınızda çocuk yok, Güzin Hanım.” Bige onu tersleyerek oturuşunu dikleştirdi. “O sesiniz bir daha kocama yükselirse sonuçlarına katlanırsınız.” Karun gülüşünü saklamak için dudaklarını birbirine bastırırken Gurur yüksek sesle güldü. “Daha şimdiden eğlenmeye başladım.” Bense her an bir aile çatışmasının içine sürükleneceğiz diye diken üstündeydim.
Bölge liderlerinden Sadri’nin hesap soran bakışları Gurur’u buldu. “Neden buradayız?”
Herkesin önünde bir kadeh beyaz şarap vardı ama Gurur dışında kimse içmiyordu. Masanın en başında yanımda oturan Gurur onların çırpınışlarından sadistçe bir zevk alıyordu. “Neden burada olmamalısınız?” diye sorduğunda yeşil gözlerinin hedefinde Sadri vardı. “Üç yıl önce böyle bir masada değil miydiniz? Belki eskiyi yad etmek istersiniz diye düşündüm.” İnsanları korkutmaktan hoşlandığı için soğukça güldü. “Sahi siz üç yıl önce neden toplanmıştınız?” Onun infazını onaylamak içindi ve o bunu iyi biliyordu.
Masadaki kimseden çıt çıkmayınca hayrete düştüm. Söylentiler yalan değildi, tüm bölge liderleri Gurur’dan korkuyordu. Hepsi birbirine bakıp ona ne cevap vereceklerini düşünürken korkuları yüzlerine yansıyordu. Kimsenin bu konuda konuşmayacağını gören Karun nefesini bıkkınca verdi. “İnfazın için.” Bakışlarını amcasına çevirdi. “Sanki bilmiyorsun.”
“Demek infazım için?” Gurur sakince başını sallayarak tehlikeli gözlerini yeğenine dikti. “Peki, kimler onayladı infaz kararımı?” Karun dahil hepsi.
Ancak Karun diğerlerinden farklı olarak onu korumak için bunu yapmıştı. O dönem Gurur’un yerine daha yeni Kalender tahtına çıktığı için diğer liderlerin gözüne batamazdı. Onlarla aynı oyu vermiş ve hemen ardından amcasını yurtdışına kaçırarak onu bu infazdan kurtarmıştı. Bence Gurur bu konuda Karun’a kızmamalıydı.
“Hepimiz onayladık.” Bunu söyleyen Duha’ydı. Karun ve Duha’nın da bu deliden korktuğunu görebiliyordum ama diğerleri gibi susmuyorlardı.
Şeref Bey kendini bu olayın dışında tutarak sinirli gözlerle Gurur’a baktı. Mavi gözlerindeki o yoğun kin beni endişelendiriyordu. “Ben kurulda bile değildim liderlerin yaptığı bir oylama için ben neden buradayım?”
Gurur bıyık altında gülerek onu izliyordu. “Sen farklı bir sebepten buradasın abi.” Ona bir şeyi hatırlatırcasına yüzünde derin bir ima vardı. “Senin sayende Kocaeli’ne küçük bir ziyaret yapmışken karşılığında sana teşekkür etmeyeyim mi?” Bige ile ikisi aynı arabadayken Şeref’in onlara saldırdığını biliyordum. Bunun acısını abisinden çıkarmaya kararlıydı.
“Farah’ı eve gönder.” Babam daha fazla dayanamayıp sessizliğini bozdu. “Oylamada bile yoktu kızım neden burada?”
“Evde sıkılayi,” diyen Gurur’a hayret ettim. Beni zorla buraya getirmişti!
Gurur korkudan ne kadar çok titrediğimi görünce masadaki elimi tuttu. Elimin üzerinde onun sıcak elini hissettiğimde boş bulunup irkildim. Gurur avucundaki elimi sıkarak sıcak bakan gözlerini bana dikti. “Sakin ol.”
Gözlerime akın eden yaşları görünce kaskatı kesilerek, “Şşş,” diye mırıldandı. Beni böyle bir ortama getirdiği için suçluluk duyduğunu biliyordum. Bunu gizlemek için çabalarken başını eğip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bakışları bana güven vermek ister gibiydi. “Bugün bu masada saçının teline bile zarar gelmeyecek iki kadından birisin.” Tehlikeli bir şekilde güldü. “Aslında ikiniz dışında diğerlerinin belasını sikeceğim.”
Güçlükle bakışlarımı onun yeşillerine kenetleyip, “İkincisi kim?” diye sordum.
Gurur’un yengesi olduğu için diğer kadının kendisi olduğunu düşünen Güzin Hanım tam sevinmeye başlamıştı ki Gurur, “Orada oturuyor,” diyerek bana Bige’yi gösterdi. Bu sözlerle Güzin Hanım bozguna uğramıştı çünkü Gurur ona ne olacağıyla zerre kadar ilgilenmiyordu. Sadece abisinden değil yengesinden de nefret ediyordu. Karı koca kim bilir ona neler yapmışlardı.
Garsonlar servis arabalarıyla içeri girince buradaki herkesin suratı kireç gibi solmuştu. Gelen yemekler hepsini ürkütüyor olmalıydı. Gurur ise arkasına yaslanmış, sırıtarak onların yemeklere verdikleri tepkileri izliyordu. “Yemeklerimiz de geldi.” Yeşil gözlerinde geçen tehlikeyi herkesin gördüğüne emindim. “Damak zevkinize hitap etmesi için yemeklerle özellikle ilgilendim.” Herkes neden bu kadar korktu? Yemeklerin içinde zehir mi vardı?
Çorba veya diğer alternatifler es geçilerek herkesin önüne doğrudan ana yemekler konuldu. Hepimizin önüne bir tabak et koymuşlardı. Garsonlar çekilince masadaki tüm gözler Gurur’u buldu. Bizim tabağımızda kırmızı et varken Gurur’un tabağındaki balık göze çarpıyordu. Bu da herkesi kendi tabağındaki et konusunda şüpheye düşürüyordu. Korku dolu gözlerle tabağımdaki ete bakıp bununla ne yapacağımı düşünüyordum.
İçinde gerçekten zehir olabilir miydi?
Bu masada tabağındaki eti yemeye istekli olan sadece Bige vardı. Çatal ve bıçağa uzanınca Karun hemen onun elini tuttu. “Bu konuda anlaştığımızı sanıyordum?”
Bige önce tabağına daha sonra da Karun’a bakıp dudaklarını sarkıttı. “Ama bu et,” diye fısıldayıp olayı dramatize etti. “Bir ısırık alayım başka yemeyeceğim.” Karun’u ikna etmek için kendini acındırıp, “Anlamıyorsun çok müşkül bir durumdayım,” dedi. “Bir parça diyorum ya, sadece bir parça yiyeyim başka yemem.”
“Bige, tut kendini.” Karun onun elini masanın altına koyarak yemesine izin vermedi. “Et konusundaki oburluğunu biliyorum ama bunu yiyemezsin.”
“Tamam, yemeyeceğim bırak elimi.” Kahve gözlerindeki inatçı bakış bunun tam tersini söylüyordu. “Ben iradesi güçlü bir kadınım yememi istemiyorsan yemem.”
Karun ona zerre kadar güvenmiyor olmalı ki kısık gözlerle Bige’ye bakıyordu. “O eti yersen geceyi hastanede geçireceğini temin ederim,” diye onu tehdit etti. “Mideni yıkatmak için seni hastaneye götürmemi istemiyorsan sakın yeme.”
“Midemi yıkatacak kadar ne var bu ette?”
“Eve gidince anlatırım. Bir kez olsun koca sözü dinle ve yeme bunları.”
“Ben hep koca sözü dinliyorum bir kere.”
Karun’un kaşları kızgınlıkla çatıldı. “Say ulan bana bir tane! Şu zamana kadar sözümü dinlediğin tek bir konu söyle?”
Bige omuz silkerek onun bakışlarından kaçındı. “O kadar çok ki hiç aklıma gelmiyor,” diye homurdandığında Karun sinirden gülerek başını iki yana salladı. “Tertemiz dövmek gerek seni.”
Duha eti kendinden uzaklaştırarak yüzünü buruşturdu. “Hiç aç değilim.” Yemeyeceğini belirterek inatçı bakışlarını Gurur’a çıkardı. “Bu yemeği başka zamana ertelesek olur mu? Kadem beni kız arkadaşıyla tanıştıracaktı bunu kaçırmak istemiyorum.”
“Olur tabii.” Gurur gülümseyerek ona başını salladı. “Parçalarına ayrılmadan o sandalyeden kalkacağını düşünüyorsan kalkabilirsin.”
Duha’nın yüzündeki tüm kaslar seğirdi. “Bu ne demek lan şimdi?”
Gurur ne zaman giydiğini anlayamadığım ceketinin iç cebine uzandı. Cebinden küçük bir kumanda çıkartarak bizlere gösterdi. “Hepinizin sandalyesinin döşemesinde vücut ısınıza duyarlı bir bomba var.” Hepimiz sertçe yutkunduğumuzda yanımdaki akıl hastası gülerek başını salladı. “Bige ve Karun yerine oturduktan sonra tek bir düğmeyle hepsini aktif hale getirdim. O bombaların kıçınızdan patlamasını istiyorsanız kalkmayı deneyin.” Midem kasıldı.
Bir bombanın üstünde mi oturuyordum?
Masadaki herkesten yüz kızartıcı küfürler yükselirken neredeyse ağlayacaktım. “Hi-hiç kalkamayacak mıyız ayağa?”
Sorduğum soruya karşılık Gurur ayağa kalktı. “Benimkinde yok.” Gülerek tekrar yerine oturdu. “Ama siz kalkamazsınız.” Elim ayağım titrerken beni deli ederek, “İstersen bir dene,” diye bana sataştı. Daha sonra masadakilere döndü. “Blöf yapıp yapmadığımı anlamak için sizde deneyebilirsiniz.”
Buradaki kimse bir akıl hastasını test etmek istemediği için ayağa kalkmaya cesaret edemedi. “Allah’ın cezası psikopat!” Bige sinirle bağırdığında o bile ayağa kalkmaya korkuyordu. “Makyajımı yenilemem gerekirse ne halt edeceğim? Herkesin gözleri önünde yüzümü pudralayıp ruj mu süreyim!” Bir bombanın üzerinde oturuyorken bu kadının tek düşündüğü makyajı mıydı?
Gurur ondan böyle bir çıkış bekliyormuş gibi yüksek sesle güldü. “Makyajını burada yapabilirsin eminim buradakiler seni çok yadırgamaz.”
“Ama çantam arabada kaldı.” Bige buradaki herkesin sinirleriyle oynayarak ağlamaklı bir ifadeyle burnunu çekti. “Farkında olmadan dudaklarımı dişlediğim için rujun çoğunu emiyorum.” Bedbaht bir halde başımı ellerinin arasına aldığında Karun dahil herkes inanamayan gözlerle ona bakıyordu. “Kırmızı rujumu istiyorum!”
Duha deliye dönerek kaşlarını çattı. “Kıçımızda patlayacak bir bombanın üzerinde otururken ter derdin rujun mu?”
Bige agresif bir tutumla, “Evet!” diye ona bağırdığında Karun küfrederken Gurur buradaki adamlarına döndü. “Buraya bak koçum.” Gülerek Bige’yi gösterdi. “Dışarı çıkıp gelin hanımın çantasını getir.” Gurur, Bige’nin tuhaflıklarına alışmış gibiydi. Birlikte yaptıkları o Kocaeli seyahatinde ne yaşadıklarını çok merak ediyordum.
Güzin Hanım sinirlenerek elini masaya sertçe vurdu. “Buradaki kimse onun rujuyla ilgilenmiyor! Bırak bu saçmalığı da şu bombaları imha et!”
“Ben ilgileniyorum.” Gurur kinaye barındıran bakışlarını yengesine kenetledi. “Kocan yüzünden onunla saldırıya uğradığımızda bile tek derdi kırmızı rujuydu.” Olanları hatırlayınca yüzünü buruşturdu. “Kırmızı rujum deyip tutturacak tüm gece. Keyfimin içine limon sıkmasını istemiyorum bu yüzden önceliğim onun rujunu getirmek.”
“Deli deliyi dakikasında bulurmuş!” diyen yaşlı adam Sadri’den başkası değildi. Karun’a bakıp ona Bige ve Gurur’u gösterdi. “Bu ikisini daha az yan yana getir.”
“Sana mı soracağım lan!” Çenesinden bir kas seğirirken Karun sert bir sesle onu susturdu. “Kendi işine bak.”
Bige rahat durmayıp bu seferde bölge lideri Sadri’ye sataştı. “Bana bir daha deli dersen ayağa kalkarım!” Bunu gerçekten yapacakmış gibi görünüyordu. “Kendimle birlikte hepinizi havaya uçurduğumda görürsünüz deliyi!” Hepimize göz dağı vererek saçlarını arkaya doğru savurdu. “O rapor gerçek değil!”
“Konumuz Kalender’in karısının tuhaflıkları değil!” Haşim hırslı bakışlarını Gurur’a yöneltti. “Bizlerin kim olduğunu unutmuş olamazsın. Bu gece burada başımıza bir iş gelirse bundan sıyrılacağını mı sanıyorsun?”
“Çok da sikimde lan.” Gurur içkisini yudumlarken kimseyi zerre kadar umursamıyordu. “Yemeğinizi yiyin yoksa hepinizin kıçında kocama bir delik açılır.”
Karun yemeye yanaşmayarak bu işten sıyrılmaya çalıştı. “Akşamüzeri yemeği fazla kaçırmış olmalıyım.” Tabağı öne doğru iterek kendinden uzaklaştırdı. “Midemde bir lokma için bile yer yok.”
“Kalender Beyciğim ile aynı tokluğu yaşıyorum,” diyen Duha’da yemeye yanaşmadı. “Hiç aç değilim.” Karun’un karşısında oturması bile onu kızdırıyordu çünkü ikisinin arası açıktı.
Ben bu masadan nasıl kalkacağımı düşünürken Bige ve Karun kendi aralarında kısık bir sesle konuşuyorlardı. Kendilerini masadakilerden soyutlayıp alçak bir sesle koyu bir sohbete tutuşmuşlardı. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama oldukça eğleniyor gibilerdi. “Oh, Allah muhabbetinizi arttırsın.” Duha araya girip sinirli gözlerle ikisine bakmaya başladı. “Biz burada kıçımızda ter dökerken sizin keyfinize diyecek yok.”
Ona bakmak bile Karun’u kızdırıyordu. “Senin kıçından bize ne lan!”
Güzin Hanım’ın eleştiren bakışları Karun’un üzerindeydi. “Şimdi gülüp eğlenmenin zamanı mı? Bu masada kaldıkça hepimiz sinirlenmeye başlıyoruz bir de üstüne siz gülerek daha fazla canımızı sıkmayın.”
Bige kamyon arkası sözlerden birini kaynanasına söyleyip, “Yangın görseler akılları gidecek ama sorsan hepsi ateş,” dediğinde Karun tekrar güldü. Bunlar karı koca çok farklı bir kafadalardı.
Güzin Hanım’ın Bige’ye olan tahammülsüzlüğü yüzünün her zerresinde okunuyordu. “Haddini aşmaya başladın,” diye gelini ikaz etti. “Kimi karşına aldığın hakkında zerre kadar fikrin yok!”
“Kimi karşıma aldığımı çok iyi biliyorum.” Bige belli belirsiz sırıttığında iki kadın meydan okuyan gözlerle birbirine bakıyordu. “Şu zamana kadar kimleri karşıma aldığımı bir bilseniz.” Omuzlarını dikleştirdi. “Hiçbiri artık yaşamıyor. Bence siz kimi karşınıza aldığınıza dikkat edin.”
Karun’un babası olaya müdahale ederek oğlunu hedef aldı. “Sustur karını.”
“Sen sustur karını.” Karun babasının gözleri önünde kolunu Bige’nin omzuna koyarak arkasına yaslandı. “Benim karım susacağı yeri de konuşacağı zamanı da iyi bilir.”
Gurur onları izlerken uykusu gelmiş gibi esnedi. “Kendi aranızda tartışmayı bırakın.” Hepsini susturarak tüm dikkatleri üzerine çekti. “O kadar hazırlık yaptım karnınızı doyurun.” Bize zorla bu şeyleri yedirmeye kararlıydı!
Bölge liderlerinden Devrim’in karısı tabağını öne itti. “Ben hiç aç değilim.”
Karun’a büyük bir hayranlık duyduğunu iyi bildiğim Ragıp, “Canım bir şey yemek istemiyor,” dediğinde onun karısı da yemek istemedi. “Diyetteyim sadece salatayla besleniyorum.”
Karun’un annesi tiksinti dolu gözlerle tabağındaki ete bakıyordu. “Diyetisyenim bir süre bana yüksek kalorili şeyleri yasakladı.” Yapmacık bir üzüntüyle dudaklarını büzdü. “Bu masada yiyeceğim bir şey yok.”
Şeref Bey kin dolu gözlerle Gurur’a bakarken ona bir şeyi hatırlatmak istercesine bakışları manidardı. “Uzun zamandır vejetaryenim!” Tükürürcesine konuştuğunda neyi ima ettiyse bu Gurur’u güldürdü. “Bilmez miyim.”
Buradaki herkes buldukları bir bahanenin arkasına saklanıp yemeyeceğini söyleyince Gurur bakışlarını bana çevirdi. “Bakalım güzel karım da sizinle aynı fikirde mi?” Dalga geçercesine konuştuğunda omzunun üzerinden beni izliyordu.Yeşil gözlerindeki ifade fazla şeytaniydi. “Sende aç değil misin?”
Babam kırmak ister gibi dişlerini sıkarken masadaki eli yumruk olmuştu. “Kızımı rahat bırak!”
Beni kullanarak babamın canını sıkan Gurur açık bir şekilde ona meydan okuyordu. “Buraya gelip beni durdursana?” Babam yerinden kalkamazdı, kimse bunu yapamazdı çünkü birimiz ayağa kalkarsa hepimiz havaya uçardık. Benim burada olmam bile babamı o sandalyeye mahkûm ediyordu.
Gurur beni zorlayıp duygusuz bir şekilde bana tabağımı gösterdi. “Ye hadi.” Beni ne kadar korkuttuğunu iyi biliyordu ama bunu umursamıyormuş gibi davranıyordu. Tüm düşmanları bu masada olduğu için onların yanında bana karşı iyi niyet gösteremezdi.
“Lü-lütfen.” Sesim titrerken ona olan bakışlarım ağlamaklıydı. Bunun bir parçası değildim ve olmakta istemiyordum. Bu insanların arasında olmak bile beni korkutuyordu. “Ben senin tabağından yesem olur mu?” diye sordum kısık bir sesle. “Tabii izin verirsen?”
Gurur’un yeşillerinde küçük bir yumuşama oldu ama bu çok kısa sürdü. Düşmanlarının yanında özellikle bana sert davranmaya çalışıyordu çünkü bu insanlara beni umursamadığını gösteriyordu. Gurur’un bana olan zaafını anlarlarsa herkes onu köşeye sıkıştırmak için beni kullanmaya kalkışırdı. Buna rağmen bana dayanamayıp tabağını benim önüme itti. “Karnını doyur.”
Rahat bir nefes aldığımda Gurur diğerlerine döndü. İfadesi fazla katıydı. “Sulu gözlü karıma küçük bir ayrıcalık tanımış olabilirim ama aynı şey sizler için geçerli değil.” Hepsinin önündeki yemeği gösterdi. “O tabaklardaki tüm et bitmeden kimse bu masadan kalkamaz.” Herkes buz keserek tabağına bakıyordu. İçine gerçekten zehir koymuş olabilir miydi?
Gurur buradakileri köşeye sıkıştırmaktan büyük bir haz alırken bakışlarını Şeref’e yöneltti. Ona olan bakışları alaycıydı. “Hadi abi,” dediğinde bile abi kısmını her defasında küfreder gibi söylüyordu. “Yemeğe başlaman için seni teşvik etmeli miyim?”
Gurur güldüğünde yeşil gözlerinde kısa bir an yoğun bir acı görmüştüm ama bunu çok hızlı gizledi. “Daha iyi bir atmosfer olması için masaya birkaç mum getirtmemi ister misin?” Şeref’e bir şeyleri hatırlatmak ister gibi bakışları kinayeliydi. “Sen seversin mumları.” Karun’un kaskatı kesildiğini gördüm.
Şeref suskunluğunu koruduğunda mavi gözlerinde zerre kadar pişmanlık yoktu. Aksine Gurur’a olan bakışları suçlayıcıydı. “Bu gece çok fazla düşman kazandın, Gurur.” Bu sözlerle açık bir şekilde onu tehdit ettiğini görebiliyordum. “Bu geceden sonra arkanı kollasan iyi edersin.”
Karun ve Duha dışında tüm liderlerden onaylayan sesler çıkınca, “Siktiğim piçleri,” diyen Gurur onlardan zerre kadar korkmadan güldü. “Sanki daha önce dostummuşsunuz gibi davranmayı bırakın. Hepinizin bu masada olmasının nedeni daha önce beni öldürmeye çalışmak, değil mi? Değişen bir şey mi var?”
Bir adam Bige’nin çantasını getirip ona uzattığında Ragıp, “Sonsuza kadar bizi bu masada tutamazsın,” diyerek Gurur’a bir gerçeği hatırlattı. “Hepimizin arabasında ve telefonunda yerimizi gösteren vericiler var. Bizden haber alamadıklarında adamlarımız buraya damlar.” Bir dakika, hiçbirinin koruması burada yok muydu? Gurur’a bir kez daha hayret ettim. Tüm liderleri korumasız bir şekilde buraya getirmesi kolay bir şey değildi.
Bige çantasından küçük bir ayna çıkartıp kırmızı rujunu tazelerken Gurur omuzlarını dikleştirdi. “Gelsinler.” Ne onları ne de onların korumalarını bir tehdit olarak görmüyordu. “Hepsi için yeteri kadar yerimiz var.”
Duha yerinde rahatsızca kıpırdandı fakat altındaki bombayı hatırlayınca küfrederek hareketsiz kaldı. “Tuvalete gitmem lazım!”
Balıktan bir lokma aldığımda fazla tatsız geldiği için suratımı astım. Bunu gören Gurur tabağımdaki balığa biraz tuz serpip limon sıkarken Duha’ya kapıyı gösterdi. “Git sana engel olan yok.”
“Lan oğlum sen bir dönsene artık tımarhanene!” Duha kızgınlıkla yumruğunu masaya geçirdi. “Altımdaki bombayı imha edecek tuşa bas da gideyim. Siktir, çok sıkıştım!”
Gurur balığı benim için tatlandırıp tabağı önüme ittikten sonra masadaki peçeteye uzandı. “Hepinizin sandalyesindeki bomba birbirine bağlı. Biri ateşlenirse diğerleri de patlar. Birini durdurursam hepsi durur.” Gülmemeye çalışarak Duha’ya döndü. “Hepinizi serbest bırakmak hiç içimden gelmiyor.”
“Siktir git piç!” diye bağırdı Duha. “Altıma mı yapayım koyduğumun iti!”
“Yap oğlum,” diyen Gurur’un rahatlığı herkesi deli ediyordu. “Burada biz bizeyiz kimse sana çok görmez.”
Masadaki kadınlardan biri bağırarak, “Ay burada mı yapacak!” diye hayrete düştü. “Her yeri kokutursa bu sandalyeden kalkmayacağımın garantisini veremem!”
Utançtan yüzü kızarmaya başlayan Duha, “Herkesin gözü önünde yapacak değilim!” diye sinirle soludu. “Kemal söyle karına kapatsın çenesini!”
“Düzgün davran kadına.” Bige ona kızdıktan sonra dudaklarımı emerek sürdüğü ruju dudaklarına yedirdi. “Siz erkeklerin yediği haltlar yüzünden biz bu masadayız.”
Duha tüm öfkesini Bige’den çıkarmak istercesine tahammülsüz gözlerle ona bakıyordu. “Sen orada ne yüzle konuşabiliyorsun?” Masadaki elini sıktı. “Senin yüzünden buradayım lan!”
“Bana bağırıp durma.” Bige sakince konuşup kapağını kapattığı ruju çantasına attı. “Gurur beni kandırdığı için Karun ile ikiniz buradasınız.” Tüm suçu Gurur’a atarak çantayı yere bıraktı. “Eve gidince açıklarım sana o mesajın nedenini.”
Duha ona bakarken sıktığı dişlerinin arasından hırlar gibi bir ses çıkardı. “Tabii eve gidebilirsek!” Duha ikinci kez Bige’ye sesini yükseltince Karun’un mavilerine delici bir öfke yerleşti. “Üçüncü kez ona sesini yükseltirsen siktiğim patlayıcıları bile ayağa kalkıp suratını dağıtmama engel olamaz!”
İçerideki yoğun gerginlikten herkes birbirine çatacak yer ararken Duha sinirle soludu. “Siktir git lan!” dedi. “Kalktığında daha sen bana ulaşamadan havaya uçarsın.”
“Sende öyle!” diye onu tehdit etti Karun. “Tüm düzenek birbirine bağlıysa burayı havaya uçurmaya bir kişinin ayağa kalkması yeter!”
Karun ve Duha hep olduğu gibi birbirlerine sataşmaya başlayınca Bige’nin ikisini kontrol ettiğini, daha sonra da tabağındaki ete yumulduğunu gördüm. Bu kadın gerçekten bir et canavarı olmalı ki etin zehirli olup olmadığını umursamadan onu yemeye başlamıştı. Henüz kimse onun bu yaptığını fark etmemişti ama ben hayretler içinde Bige’yi izliyordum. Hayır, bunlar normal bir insanın davranışları değildi.
Kim içinde zehir olduğunu düşündüğü bir eti yer ki?
Gurur balığı yemediğimi görünce tabağımı önüne çekip balığın kılçıklarını benim için temizledi. Bunu yapmadan önce masadakileri kontrol etmiş ve kimsenin ona bakmadığından emin olmuştu. Şu anda herkes Karun ve Duha arasında geçen laf dalaşını izliyordu. Gurur hızlıca balığın kılçıklarını ayıklayıp tabağı önüme koymuştu.
Gurur yoğun bir ilgiyle bana bakıp, “Karnını doyur güzelim,” diye bana göz kırpınca tebessüm ederek çatala uzandım. Kimse ona bakmadığında bana karşı fazla iyiydi.
Karnımı doyurmaya başlamışken Bige’nin, “Gurur?” diyen sesiyle başımı kaldırdım. Boş tabağını Gurur’a göstererek gülümsedi. “Tadı çok güzeldi bir tabak daha alabilir miyim?” Herkes sessizleştiğinde restoranın içi buz kesmişti.
Masadaki tüm gözler Bige’yi bulmuştu. Herkesin ona attığı şaşkın bakışlar çok komikti. Karun onun boş tabağına bakarken şoke olmuştu. Yüzü bembeyaz olurken önce tabağa daha sonra da Bige’ye baktı. Bu hareketi birkaç kez tekrarlayıp en sonunda tekrar Bige’ye baktı. “Kimi yedin sen?” diye sorduğunda Bige sertçe yutkunurken ben kemiklerime kadar sarsıldım.
Kimi yedin de ne demekti?
Hızla Gurur’a döndüğümde bana yarım bir ağız gülerek arkasına yaslandı. Midemde yoğun bir bulantı hissederken masadaki etlere korku dolu gözlerle bakıyordum. Buradakiler zehirden korktukları için değil, insan eti olduğundan şüphe ettikleri için yemeye yanaşmamışlardı! Damarlarımdaki tüm kan çekildi. Onlara böyle düşündüren neydi?
Gurur daha önce birilerine insan eti mi yedirdi?
Böyle bir şey yaşanmış olmalı ki herkes tabaktaki etin insan eti olacağını düşünmüştü. Bu masada böyle düşünmeyen bir tek Bige ile ikimiz vardık. Bizler Gurur ve onun sapkın intikam anlayışını yeteri kadar bilmediğimiz için etin zehirli olabileceğini düşünmüştük. Buradakiler gibi insan eti ihtimali aklımıza bile gelmemişti. Titremelerim artmıştı. Gurur’un bana göstermediği korkunç bir yüzü olabilirdi.
Karun’un ona kimi yedin diye sormasıyla Bige serseme dönmüştü. “Anlamadım?”
Onu uyarmasına rağmen Bige’nin o eti yemesi Karun’u deliye çevirmişti. Sinirden çenesinde bir kas seğirdi. “Yediğin o şey insan eti bile olabilir!”
Tıpkı benim gibi Bige’de gerçeği idrak edince yutkunarak masadaki tabaklara döndü. Güzel yüzü bembeyaz olurken herkesin önündeki tabağa tek tek bakıyordu. İnsanlar onu izliyordu o ise onların tabağındaki eti. İçinde yaşadığı karmaşanın boyutunu bilemem ancak hislerini ustaca gizlemeyi başardı. Yediği etten dolayı rahatsız mı hissetti yoksa keyfi yerinde mi, bilemiyordum. Duygularını solan yüzüne yansıtmıyordu.
Hepimiz onun öğürüp kusmasını beklerken Bige derin bir nefes alarak başını kaldırdı. Dudaklarına küçük bir gülümseme kondurarak Gurur’a boş tabağını gösterdi. “Bir tabak daha alabilir miyim?” dediğinde herkes küfrederken Gurur kahkaha attı. Karun ise Bige’nin yamyamlığı karşısında ondan uzaklaşarak, “Siktir, manyak karı!” demişti.
Herkesin Bige hakkında fısıldayarak konuşması ve Karun’un ürkmüş gözlerle ona bakması çok komikti. Gurur, Bige’yi onların bakışlarından kurtarmak istercesine nefesini bezgince verdi. “Canim sıkılayi ve kabul edun eğlencelu değulsunuz.” Farkında olmadan yine Karedeniz ağzıyla konuşmaya başlamıştı ve bu çok tatlıydı.
Bölge liderlerinden Sadri kaşlarını çattı. “Buradan çıkınca üzerine şarjörü boşalttığımda ne kadar eğlenceli insanlar olduğumuzu göreceksin!”
Gurur onu bir tehdit olarak görmediği için baygınca gözlerini devirdi. “Eminum yaparsun Sadri efendu,” diye konuşup ona yaklaşan iri korumasına döndü. Uzun boylu dev gibi bir adam elindeki metal kutuyla Gurur’un yanına gelmişti. “Abi,” diye konuşup kutuyu masaya bıraktı. “İlaç saatin geçiyor.”
Gurur içinde ilaçlarının olduğu kutuyu elinin tersiyle iterek, “Geçsun,” dedi sakince. “Daha sonra kullanayim.”
Kemal’in yanındaki sarışın kadın o tiz sesiyle kulaklarımızı tırmaladı. “Ne demek daha sonra kullanırım!” diye Gurur’a çıkıştı. “Zaten kafan kırık geziyorsun bir de o ilaçları aksatırsan hiç çekilmezsin!”
Kadının ince sesi Duha’yı rahatsız ettiği için dişlerini sıkarak, “Kemal sustur şu karını!” diye yüzünü buruşturdu. “Bok gibi paran var şu karının ses tellerini yaptırmak aklına gelmiyor mu?”
Gurur’dan dolayı buradaki herkes çok sinirli olduğu için öfkelerini çıkartacak birilerini arıyordu. Kemal çatık kaşlarla Duha’ya bakarken tahammülsüzlüğü gözlerine yansıyordu. “Karım değil sevgilim lan!” Duha sürekli Kemal sustur karını dediği için Kemal cinnet geçirmek üzereydi. “Karım ve sevgilimi birbirinden ayırt edemeyecek kadar çok mu içtin!” Hem evliydi hem de sevgilisi mi vardı?
Bige abartılı bir şekilde öğürerek, “Midem bulandı,” dedi. Bölge liderlerinden birine doğrudan sataşmayı sorun etmeyip kahve gözlerini yaşlı adama, yani Kemal’e dikti. “Ama yediğim etten değil bu masadaki insanların şerefsizliklerinden.” Karun’un kadını da tıpkı onun gibi fazla korkusuzdu.
Kemal karşılık olarak Bige’ye tam bir şey söyleyecekti ki Karun belindeki silahı çıkartıp sertçe masaya koydu. Bu apaçık bir tehdit olduğu için Kemal dudaklarını birbirine sımsıkı bastırarak sustu. Karun ortalığı karıştırmaktan başka bir şey yapmayan Bige’yi de uyardı. “Rahat dur. Bu masadaki herkesi bana kırdırmak istemiyorsan rahat dur.”
Gurur ayağa kalkarak arkasındaki korumaya bakınca adam başını sallayarak dışarı çıktı. Dışarı çıktı ama daha fazla adamla geri dönmüştü. Masanın diğer ucuna hepimizin görebileceği bir projeksiyon kuruldu. Gurur ellerini masaya bastırarak öne doğru eğilmişti. “Hadi biraz eğlenelum.” Gerçeklikten uzak bir şekilde güldüğünde henüz bitmediğini anladım. “Gece daha yeni başlayi.”
Gurur ikinci bir kumandayı eline aldığında Karun sigara paketini çıkardı. Çakmağı daha yeni çıkarmıştı ki masadaki herkes uyarı niteliğinde öksürünce Bige kahkaha attı. Karun o çakmağı yakarsa Gurur’un yapacakları herkesi korkutuyordu. Kimse onun yanında ateş yakmaya cesaret edemezdi. Karun bile endişelenerek Gurur’a çakmağı gösterdi. “Gözünü kapat lan sigaramı yakacağım.” Bige’nin kıkırtısı burada eğlenenin sadece o olduğunu gösteriyordu. Karun’un Gurur’dan korkması onu çok eğlendiriyordu.
Gurur kendinden beş ay küçük yeğenine bezgin gözlerle bakıyordu. “O kadarcık ateş beni rahatsız etmez.”
“Emin misin?” diye sordu Duha. “Kriz geçirip bize saldırma ihtimalin de var.”
Masadaki kadınlardan biri olan Beste Hanım ürkerek Karun’a döndü. “O çakmağı yakma,” diye fısıldadı. Gurur duymasın diye kısık bir sesle konuştuğunu zannediyordu oysaki buradaki herkes onu duyuyordu. Masadan öne eğilip, “Ateş görünce kuduz köpekler gibi etrafına saldırdığını görenler var,” deyince kaşlarım çatıldı. Kimin kocasına köpek diyordu bu?
“Erkek görünce saldıranlardan daha iyi değil mi?” dediğimde masadakilerden daha şaşkındım çünkü masadaki konuşmaya dahil olmayı hiç düşünmüyordum. Kocam için kuduz köpek benzetmesi yapan kadına öldürmek ister gibi bakıyordum. “O dilini ağzının içinde tut, Beste Hanım.” Gözlerinin içine baktığımda sesim fazla tehditkârdı. “Aksi takdirde bir daha konuşacak bir dilin olmayacak.”
Beste denen kadın yüksek sesle güldü. “Bak sen şu bey kızına,” diye beni küçümsedi. “Yanında baban ve deli kocan varken sen konuşur muydun?”
Tam ona gereken cevabı verecektim ki masadaki herkesin beni izlediğini fark ettim. Onların bana olan bakışları anksiyetemi tetiklediği için cesaretimi kırmıştı. Eğer beni izlediklerini daha geç görseydim belki o zaman Beste denen şu kadına ağzının payını verebilirdim ancak şimdi tek kelime edemiyordum. Herkes gözünü dikmiş bana bakıyorken karşılık vermek şöyle dursun, saklanacak yer arıyordum.
Beste denen kadının karşısında susup bakışlarımı kaçırmam Gurur’da büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Bunu hissedebiliyordum. Bu masadaki herkes ondan korkarken benim de buradaki herkesten korkmam canını sıkmıştı. Gurur bakışlarını benden çekerek beni gözlerine yasakladı. Bunu görmek beni üzmüştü. Suratımı asarak, “Eve gitmek istiyorum,” dediğimde sesim küskündü.
Gurur ısrarla beni görmezden gelerek adamlarına döndü. “Farah Hanım’ı evine götürün.”
“Kalacağım,” dedim bu seferde.
Gurur bana kötü hissettirerek omuzlarını kaldırıp indirdi. “Ne istiyorsan onu yap.” Bunları söylerken bana hiç bakmıyordu.
Daha fazla dayanamayıp sinirlenerek ayağa kalktığımda herkesin korkudan ödünü koparmıştım. Sandalyelerimizdeki bombalar yüzünden kimse kalkamıyordu ama Gurur beni kızdırdığı için bunu yapmıştım. Kimse patlamayınca benim sandalyemde bomba olmadığını anlayıp tuttukları nefeslerini geri vermişlerdi. Gurur’un beni görmezden gelmesine o kadar kızmıştım ki açıkçası ayağa kalkarken bomba hiç aklıma gelmemişti.
Yürüyüp Beste Hanım’ın yanına gittim ve ensesindeki saçları kavrayıp kadının suratını masaya çarptım. Herkes hayretler içinde bana bakarken kadının yüzünü tabaktaki ete gömmüştüm. “Babam ve deli kocamın yanında böyle şeyler yaptığım da oluyor!” Başımı kaldırıp sinirli gözlerle Gurur’a baktım. “Şimdi oldu mu?” Benden yapmamı istediği şey tam olarak buydu!
Babam iri gözlerle bana bakarken Gurur’un dudağının kenarı yana doğru kıvrıldı. “İşte şimdi oldu.” Keyifli bir şekilde bana elini uzattı. “Buraya gel, Farah.”
“Şiddetten beslenen bir psikopatla odamı paylaşıyorum!” Homurdanarak yanına gidip sandalyeme oturdum. Bana isteğim dışında yaptırdığı şeylerden nefret ediyordum ama bunu neden yaptırdığını da biliyordum. İnsanların karşısında korkup kabuğuma çekilmek yerine onlara gerektiği gibi karşılık vermemi istiyordu.
Beste Hanım yüzünü silerken duyamadığım bir sesle bana kızıyordu. Gurur ise büyülenmiş ve etkilenmiş gözlerle beni izliyordu. “Bir isteğin var mı?” İstediği oldu ya, nasıl da hemen ilgi gösterirdi. İnsanların bizi izlediğini bildiğim için ona gülümsemek için kendimi zorlayıp başımı iki yana salladım.
Önüme döndüğümde bile Gurur yoğun bakışlarını benden çekmedi. Az önce tanık olduğu şeylerin etkisine girmiş bir halde soluksuz beni izliyordu. Onun bakışları kan akışımı hızlandırıp beni utandırdığı için, “Şey…” diye bir şeyler geveleyip konuyu farklı bir yere çekmeye çalıştım. “Yemeğimi bitirdim bu gece tatlı yok mu?” Söyleyecek daha iyi bir şey aklıma gelmemişti.
Sadece bakışlarıyla bile beni utandırmak Gurur’u eğlendirdiği için gülmemeye çalışarak yanaklarının içini dişledi. “Olmaz olur mu?” Yanında duran korumaya döndü. “Yengenin tatlısını getir koçum.”
“Bildiğimiz tatlı mı?” diye sordu Duha.
“Evet,” dedi Gurur.
Duha’nın siyah gözleri kısıldı. “Basbayağı bildiğimiz şu şekerli tatlılardan mı?”
Gurur ona başını salladı. “Evet.”
Duha bu seferde kaşlarını yukarı kaldırdı. “Normal tatlılardan mı bahsediyorsun?”
“Evet!” Gurur’un sesi şimdi daha sert çıkmıştı. “Derdin ne senin?”
“Şu hale bak,” diye homurdandı Duha. “Karısını evcil hayvanı gibi eğitmiş puşt,” dediğinde neyden bahsettiğini anlamadım. “Yemeğimi yedim tatlı yok mu diyor.” Duha sinirlerimi bozarak meraklı bakışlarını Gurur’a çevirdi. “Şu işin tekniğini bana da söylesene? Elay’ı bir kez olsun böyle uysallaştıramadım.” Burada evcilleştirilen ben miydim? Neredeyse kahkaha attım. Hiçbir şey bildikleri yoktu.
Dışarıdan bize bakan herkes Gurur’un beni kontrol ettiğini, yönlendirdiğini ve evcilleştirdiğini düşünebilirdi ancak durum tam tersiydi. Beni pasif gören ve Gurur’dan korkan bu insanlar ilişkimizin iç yüzünü bilmiyordu. Aslında Gurur’a bir şeyler yaptıran, onu istediği noktaya çeken ve onu manipüle eden bendim. Başından beri Gurur’u ufak ufak işliyor, onun tüm sistemine sızıyordum. O bile onun üzerimdeki etkimin farkında değildi. Dışarıda görünen ve gerçekte olan şeyler çok farklıydı.
Duha’nın benden evcil bir hayvan gibi bahsetmesiyle Gurur’un omuzları gerildi. Tam ayağa kalkacaktı ki Bige kaşığı alıp Duha’nın kafasına fırlattı. “Kadınlardan evcilleştirilmesi gereken hayvanlarmış gibi bahsetme!” Oturduğu sandalyeyi gösterdi. “Şimdi ayağa kalkarım görürsün!”
Alnına çarpan kaşıkla Duha inleyerek kafasını tuttu. “Şaka yapıyordum!”
“Kendi cinsin üzerinden şaka yap!” Bige onu tersledikten sonra tuzluğu alıp Gurur’un kafasına attı. “Sende kızı sindirip durma!” Bige Saka’yı sevmediğimi söyleyemezdim.
Gurur son anda başını yana eğerek Bige’nin attığı tuzluktan kurtuldu. Bige’ye kızmak yerine sinirli bakan gözlerini Karun’a dikti. “Karının eline koluna sahip çık! İnsanlara bir şeyler fırlatıp durmasın.”
Karun sıkıntıdan parmaklarının arasındaki çakmağı çevirirken sinirden güldü. “Ellerine ters kelepçe taksan bile o yine insanlara fırlatacak bir şeyler bulur,” dedi ve ekledi. “Masada bir satır olmadığı için şanslısın.” Bu sözlerden ne anlamalıydım? Bige daha önce Karun’a satır mı fırlatmıştı?
“Her neyse.” Gurur ayağa kalktığında planının en can alıcı noktasına gelmiş gibi beni de ayağa kaldırdı. Korkunç bir şey yapmak üzere olduğunu anladığım için, “Neler oluyor?” diye sordum.
“Bir şey olduğu yok.” Gurur beni ürkütmemek için yumuşak bir sesle konuşup üzerime eğildi. “Bundan gerisi uykunu kaçıracak türden şeyler.” Yanımdaki korumalara döndü. “Onu eve götürün.”
Endişe içinde babama baktığımda babam kendinden çok benim için korkuyordu. “Eve git, Farah,” dediğinde o da birazdan yaşanacakları görmemi istemiyordu. “Hiç burada olmamalıydın.”
Tereddüt ederek yerimden hiç kıpırdamadım. Gidersem Gurur babama bir şey yapar mıydı? Başımı kaldırıp Gurur’a baktığımda yeşilleri fazla donuktu. “Lütfen,” diye fısıldadım. “Babam eve sağ salim dönsün.”
Gurur ruhsuz gözlerle babama baktıktan sonra tekrar bana döndü. Onun bakışlarından ne düşündüğünü anlayamıyordum çünkü fazla hissizdi. “Eve git.” Bana söylediği tek şey bu olmuştu. Daha sonra adamlarına dönüp onlara beni gösterdi. “Onu eve götürün.”
Babam bakışlarıyla gitmem gerektiğini gösterince hiç istememe rağmen kapıya yürüdüm. Restorandan çıktığımda Ali bana eşlik ediyordu. Binmem için arabanın kapısını açınca ona restoranı gösterdim. “İçeride ne yaşanacak?”
Ali bu konuda bir şey söylemeyeceğini gösterircesine dudaklarını birbirine bastırdı. İnat ederek arabaya binmediğimde derin bir nefes alarak bana doğru bir adım attı. “Babanız için endişelenmenize gerek yok. Gurur Bey’in bu geceki planında babanızı öldürmek yok.”
“Peki, ne yapacak?” İkinci kez ona restoranı gösterdim. “Orada neler yaşanacak?”
“Sizi korkutacak her şey,” dediğinde kemiklerime kadar ürktüm. Bunu gören Ali bana arabayı gösterdi. “İşte bu yüzden gitmeniz gerek çünkü göreceklerinizi mideniz kaldırmaz.”
“Ama Bige’de içeride.”
“Bige Hanım bu tür şeylerin içine doğmuş biri.” Ali gözlerimin içine bakarak, “Tavandan düşen parçalanmış insan uzuvları onu korkutmaz,” dedi. Yerimde sendelediğimde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. İçeride olan şey bu muydu? Ceset yağmuru mu?
Hemen arabaya binip kapıyı kapattım. Orada her ne yaşanacaksa artık bilmek istemiyordum. Gurur’un sadistçe intikam oyunlarıyla zihnimi kirletmeyecektim. Sanırım onun ne yapmak istediğini anlamıştım. Her liderin yakın olduğu birini seçip onu parçalatmıştı. Etlerini masada servis etmiş, uzuvlarını birazdan açılacak tavanın üzerine yerleştirmişti. Tavan açıldığında insan uzuvları her birinin üzerine düşecekti.
Bazıları yakınlarını taktıkları saatten bazıları da parmağındaki yüzükten veya onu anımsatan bir şeylerden tanıyacaktı. Gurur bu yüzden Uraz’ın eşyalarını almıştı çünkü Duha masadaki o uzuvlardan birinin Uraz olduğunu düşünmeliydi. Gurur’un intikam anlayışı gerçekten hastalıklı derecede korkunçtu. Bu geceyle ilgili içimi rahatlatan tek şey seçtiği kurbanların hepsinin rezil insanlar olmasıydı.
Buraya gelirken Gurur bana kurbanları hakkında bilgi vermişti ve onların bazılarının tecavüzcü olduğunu söylemişti bazıları da çocuk istismarında bulunmuş. Yine de böyle bir şeye gerek var mıydı? Onları farklı şekillerde de cezalandırabilirdi. Gurur hakkındaki birçok şeyi ısrarla görmezden geliyordum çünkü onun nasıl biri olduğunu kabullenmek ondan korkup kaçmama neden olurdu.
Gurur’un düşmanlarından biri olmak istemezdim çünkü intikam anlayışı kan dondurucuydu.
Ve içimden bir ses bir gün düşman olacağımızı söylüyordu.
Yorumlar