Roman
  • 01/12/2025

19-DARGIN HİSLER

“Beni incitmeyeceğini o kadar çok söylüyordu ki sanki bunu bana değil, kendine aşılıyordu.”

O korkunç gece hakkında Gurur ile hiç konuşmamıştık. Ben gittikten sonra restoranda neler yaşandığını ona hiç sormamıştım o da bu konuda bana bir şey söylememişti. Aramızda bir sorun çıkmaması için ikimizde o gece yaşananları konuşmamıştık. Evliliğimizi olumsuz yönden etkileyecek her şeyden kaçınıyorduk. Aramız iyiydi birbirimizi üzecek şeylerden kaçınıyor ve bir şekilde evliliğimizi yürütüyorduk. Görünürde her şey yolundaydı.

Aramızda çıkan tek tartışma Gurur’un saldırganlığıydı ve buna da ben sebep oluyordum. Evden birileri canımı sıkınca hemen Gurur’a yetiştiriyordum. O da sinirlenerek onların canına okuduğunda çok ileri gittiği için ona kızıyordum. Tabii o da bana karşılık verince tartışıyorduk ancak birbirimize bir saatten daha uzun küs kalamıyorduk.

Aradan geçen günler bile bizi bir adım ötesine taşımaya yetmemişti. Aramızdaki ilişki sanki hep yerinde sayıyordu çünkü ikimizin ilişkisinde cinsel yakınlaşma hiç yoktu. Bazı anlarda Gurur’u kışkırtmak için küçük girişimlerde bulunduğumu inkâr edemezdim. Bunlar gece uyurken daha kısa şeyler giymek, havluyla banyodan çıkmak veya ona sırnaşmak gibi küçük şeylerdi. Ancak Gurur sinir bozucu bir iradeyle tüm çabalarımı geri püskürtüyordu.

Beni karısı olarak değil, düşmanının kızı olarak gördüğü için bana elini bile sürmüyordu. Babamla işi bittiğinde hayatımda çıkmayı düşündüğü için beni gerçek anlamda karısı yapmaktan kaçınıyordu. Kum torbasını geriye savuracak şiddette sert bir yumruk attığımda ter içinde kalmıştım. Son günlerde kocamı baştan çıkartacak bir yol bulamadıkça soluğu malikanenin sosyal tesislerinde alıyordum.

Üç yıl öncesine kadar buradan hiç çıkmazdım. Evdekiler beni hantal ve tembel bir kız olarak gördüğü için sosyal tesisleri kullanacağım akıllarına bile gelmezdi. Bu yüzden bende her fırsatta malikaneden çıkıp bahçede yürüyüş yapıyormuş gibi davranarak gizlice buraya girerdim. Bir alt katta korumaların atış talimi yaptıkları salon bile vardı. Odamda geçirdiğim son üç yılı saymazsak dokuz yaşından beri alt kattaki salona defalarca inmiştim.

Babama çalışan ve benim çok sevdiğim bir koruma vardı. Adı Ferdi’ydi ve o benim sevdiğim tek korumaydı. Bir şeytan tarafından kaçırılıp bir ay boyunca rehin tutulduktan sonra bir türlü kendime gelememiştim. Bir gün benim için tekrar gelecek korkusu aklımı kaçırmama neden olacaktı. Sık sık atış talimi yaptıkları salona giderdim ve uzun süre raftaki silahlara bakıp dururdum.

Ferdi abi bir gün beni orada yakalayınca kaçmama izin vermemişti. Çocuk ellerime bir silah tutuşturup bana hedefleri göstermişti. “Dene,” diyen sesini hâlâ duyar gibiyim. Tetiğe basmam için beni zorlamıştı ama attığım kurşun hedefin yakınından bile geçmemişti.

Ağlayarak silahı yere attığımda Ferdi abi karşımda diz çöküp omuzlarımı tutmuş ve “Bir gün senin için geleceğinden korkuyorsan denemeyi bırakmamalısın,” demişti. Benden uykularımı çalan ve beni bu kadar çok değiştiren şeyi çok iyi biliyordu. Gözlerimin içine bakarak, “Bir köşeye saklanıp korktuğun şeylerin sana gelmesini bekleme, kendini hazırlayıp korktuğun şeylerin üzerine git,” demişti. O günden sonra Ferdi abi bana silah kullanmayı ve kendimi savunmayı öğretmeye başlamıştı.

Bazen atış talimi yapardık bazense buraya, yani bir üst kata çıkıp savunma dersleri üzerinde çalışırdık. Tüm bunları gizlice yapardık çünkü onun beni çalıştırdığını birilerinin bilmesini istememiştim. Bunu gizli tutmamın birçok nedeni vardı. Babam yetersiz biri olduğumu düşünürse benim yerime abim Caner’i veliahdı seçebilirdi. Böylece bende onların karanlık dünyasının bir parçası olmazdım.

Korktuğum ve nefret ettiğim bir dünyanın parçası olmamak için kendimi her konuda pasif ve yetersiz göstermiştim. Ancak değişen hiçbir şey olmamıştı çünkü hâlâ babamın bilindik tek veliahdı bendim. Sanki kaçtıkça daha çok bu kirli dünyanın bir parçası oluyordum. Üstelik artık Ferdi abi de yoktu çünkü babamı korumaya çalışırken bir saldırıda hayatını kaybetmişti.

Kum torbasına yeni bir yumruk atmaya hazırlanıyordum ki duyduğum adım sesleriyle hemen geriye çekildim. Kum torbasından uzaklaşıp aceleyle koşu bandına binip onu çalıştırdım. Hafif ritimlerle koşarken gözlerim kapıdaydı. Gurur’un içeri girmesiyle şaşırdım çünkü onun spor yapmak için malikanedeki tesisleri kullandığını bilmiyordum. Neden şaşırıyorsam burada egzersiz yapılacak tek yer burasıydı.

Sabah erken saatlerde uyandığımda Gurur hâlâ uyuyordu. Onu uyandırmadan odadan çıkıp buraya gelmiştim. Benden bir saat sonra uyanıp onun da soluğu burada almasını beklemiyordum. Üzerinde siyah bir tişört ve eşofman altı vardı. Henüz saat çok erken olduğu için yeşil gözleri uykulu bakıyordu. Koşu bandında koştuğumu görünce esnemesini güçlükle bastırdı. “Her yerde seni arıyorum. Korumalar buraya girdiğini söylemeseydi dışarıda olduğunu düşünürdüm.” Koşu bandına tuhaf gözlerle bakmaya başladı. “Sabahın köründe koşmak nereden çıktı?”

“Annem son günlerde domuz gibi yediğimi söyledi.” Bu yalan değildi çünkü dün bana gerçekten böyle bir şey söylemişti. “Benim için tuttuğu özel spor hocası bugün eve geliyormuş. O gelmeden biraz egzersiz yapayım dedim.”

“Hımm.” Baştan ayağa alıcı gözlerle beni süzmeye başladı. Yukarıdan sıkıca bağladığım saçlarıma, gözlüksüz gözlerime ve bakmaktan keyif aldığı açık boynumu uzun süre izledi. Üzerimde sporcuların giydiği bir yarım atlet ve tayt vardı. Gurur’un gözleriyse atletin açık yakasından taşan göğüslerime, düz karnıma ve tayttan belli olan kalçalarımdan yoğun bir şekilde geziniyordu.

Edepsiz bakışlarıyla beni utandırırken gülmemeye çalıştı. “Ben vücudunda herhangi bir fazlalık göremiyorum.” Başını omzuna doğru eğip bir kez daha beni süzdü. Bana yandan bir bakış atarken dudağında pis bir sırıtış vardı. “Her şey olması gerektiği gibi.”

Utançtan az kalsın koşu bandından düşecektim. “Şunu keser misin?”

“Neyi?”

“Kalçama bakıyorsun.”

Gözlerini kalçamdan güçlükle ayırıp kendine gelmek için başını iki yana salladı. Silkelenerek uyanmaya çalışır gibi bir hali vardı. “Bakmıyordum.” Yalancı.

Sabah ereksiyonu dedikleri şeyle bakışıyordum. Gurur önündeki şişkinliğin farkında mıydı, bilmiyordum ama uzun süre o bölgeye bakmadım. Gurur bakışlarımı yakalamadan hemen önüme dönüp koşmaya devam etmiştim. Şu aptal kız oyununa son vermeyi düşündüğüm için eskisi gibi o ne deyip ona sataşmadım. Bir şekilde ona her konuda bilgim olduğunu söylemenin bir yolunu bulmalıydım.

Gurur koşu bandının yanında durduğunda ellerimin üstü gözlerine ilişti. Gözlerindeki anlamayan ifadeyle başını kaldırdı. “Ellerine ne oldu senin?”

Düşük ritimlerle koştuğum için ellerime bakmayı sorun etmedim. Bir saate yakın yumruk attığım için ellerimin üstü tahriş olmuştu. Dudaklarımı büzerek ona kum torbasını gösterdim. “Hep orada durduğu için denemek istedim ama beceremedim çünkü canım çok yandı.”

“Ellerini sarmalıydın.” Gurur düğmeye basarak koşu bandını durdurdu. “Çıplak elle yumruk atmak akıllıca değil.” Kolumu tutarak beni bandın üstünde indirmişti. Etrafına bakınca raftaki sargı bezlerini gördü. Oraya doğru yürüdüğünde ne yapacağını çok iyi bildiğim için bakışlarım kapıyı buldu. Gurur’un arkasında gözü varmış gibi, “Kaçarsan canına okurum,” diye beni uyardı.

Sargı bezini açıp onu ikiye böldükten sonra yanıma geldi. “Ellerini uzat.”

Ellerimi arkama sakladım. “Bunu istemiyorum yumruk atmak çok vahşi bir eylem.”

“Vahşi bir eylem mi?” Kafamın üstünde iki kulağım daha varmış gibi şaşkınca bana bakıyordu. “Biri sana vurduğunda ona böyle mi söyleyeceksin?” Başımı salladığımda yakışıklı yüzü gerildi. “Uzat şu ellerini.”

“Niye?”

“Alt yapını görmek istiyorum.”

“İnşaat mıyım ben ne alt yapısı?”

“Farah uzatır mısın ellerini?”

“Hayır.”

“Uzat ulan şu ellerini!”

“Peki.” Ellerimi hemen ona uzattığımda boynundaki nabzı atmaya başladı. Bana olan bakışları fazla sertti. “Bir daha peki dersen o dilini keserim.”

Başımı hızlıca salladım. “Peki, demem.”

Sinirden avucunun içindeki bandajları sıkıyordu. “Bu dememiş halin mi?” diye sorduğunda dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Bunu görünce gülerek elime uzandı. “Gerçekten dilini kesmeyeceğim rahat ol.”

Ellerimi açıp bandajları sırasıyla avucuma sardı. Ellerimle işi bitince bana kum torbasını gösterdi. “Dene bakalım nasıl yumruk attığını görmek istiyorum.”

Yürüyüp kum torbasının yanında durarak hafifçe vurdum. Gurur yanımda durup bana koçluk yaparken, “Daha sert,” dedi.

Bir öncekinden bir tık fazla vurduğum için kum torbası yerinde bile kıpırdamadı. Gurur sabırlı olmaya çalışarak derin derin nefesler aldı. “Farah insan gibi şu siktiğim şeyine vurur musun?”

“Deniyorum.” Sızlanarak kolumu kaldırıp aynı düzeyde bir yumruk daha attım ve kum torbasında yaprak bile kıpırdamadı. Çok iş yapmışım gibi omzumu tutup kolumu esnetmeye çalıştım. “Bu sefer çok sert vurdum dimi? Kolum ağrıdı yerer bu kadar.”

Gurur beni kum torbası niyetine yumruklamak ister gibi kızgın bakıyordu. “Sen buna sert vurmak mı diyorsun?” Yumruğunu kaldırıp kum torbasına geçirince darbenin şiddetiyle kum torbası arkaya savruldu ve bana doğru gelip suratıma çarptı. Hadi ama!

Kalçamın üzerine küt diye düştüğümde acıyan burnuma tutarak hemen ayağa kalktım. “Seni babama söyleyeceğim!” Kapıya doğru birkaç adım atmıştım ki yerinden hiç kıpırdamadan sadece kolunu uzattı ve ensemden yakalayıp beni yanına çekti. “Nereye kaçtığını sanıyorsun?” Kartal pençesi gibi enseme parmaklarını geçirmişken başını eğip yüzümü kontrol etti.

Kısık gözleri yüzümde herhangi bir hasar bulamayınca alay etmeye başladı. “Güzel suratında bir sorun yok babasının nazlı kızı.” Zorla beni karşısında durdurup bir adım geriye çekildi. “Bana şöyle en sağlamından birkaç sağlam yumruk atmadan hiçbir yere gitmiyorsun.”

Afallayarak gözlerimi büyüttüm. “Sana vurmamı mı istiyorsun?”

Gurur benden çok basit bir şey istemiş gibi beni bu kadar dehşete düşüren şeyin ne olduğunu anlayamıyordu. “Pratik yapıyoruz, Nemrudun Kızı her şeyi abartmakta üstüne yok.” İkimizin arasındaki mesafeyi gösterip ona yaklaşmamı istedi. “Senin atacağın amatör yumruklar beni yerimden bile kıpırdatamaz.” Başlamamı isteyen bir hareket yaptı. “Hamleni yap.” Şeytan diyor ki o ukala ağzının ortasına bir tane çakıp yüzündeki küstah ifadeyi oradan sil!

Kendimi açık etmek için henüz çok erken olduğu için derin bir nefes alıp kendime hâkim oldum. Benden istediği gibi ona saldırıp vurmaya çalıştım ama aslında gerçek anlamda saldırmıyordum. Gurur bunu bilmediği için bu konuda büyük çaba gösterdiğimi sanıyordu. Ben ona vurmaya kalkıştıkça başını sağa sola çekiyor ya da yana doğru kayarak acemi saldırılarımı bertaraf ediyordu.

“Ama sen hep kaçıp durursan sana nasıl vurabilirim ki?” Koşup üzerine atladığımda onu sırtüstü düşürmüştüm. Son anda ellerimi başının arkasına koyarak başının zemine çarpmasına engel olmuştum.

Gurur boylu boyunca yere düştüğünde onun üzerindeydim. Ellerim başının altında olduğu için kollarım yüzünün iki yanında duruyordu. Üzerine atlarken saçlarımdaki kalem düştüğü için saçlarımda onun yüzüne dökülmüştü. İşin trajik yanı bacaklarım açık bir şekilde üzerinde oturduğum için sertliğini bacaklarımın arasında hissediyordum. Çok uygunsuz bir konumdaydık.

Yüzlerimiz birbirine çok yakın olduğu için Gurur bu yakınlıkta yüzümü seyrederken, “Çok tuhaf bir kızsın,” diye mırıldanıp başının altındaki ellerime değindi. “Beni düşürürken bile önceliğin beni korumak.” Bu onu hayrete düşürüyormuş gibiydi.

Gördüğüm en güzel yeşilleri kuşanan irislerine bakarken iç çektim. “Ben seni incitemem, Gurur. Canını yaktığımı düşündüğün anlarda bile ben seni korumanın yollarını ararım.”

Yeşil gözleri titreştiğinde içine çektiği nefes bile canını yakıyormuş gibi boğazı düğümlendi. Yanında duran ellerini kaldırıp belimi tuttuğunda bakışları özür diler gibiydi. Elinin altındaki tenim yanmaya başlamıştı. “Ben seni inciteceğim, Farah.”

Bana karşı işleyeceği günahın mahcubiyeti yakışıklı yüzüne nakşedilirken, “Üzgünüm,” diye fısıldadı. “Doğrudan olmasa da ben seni çok inciteceğim. Sana ait olan her şeyi yakıp yıkacağım ve bu da seni çok incitecek.” Ailemi bitirecek sevkiyattan bahsediyordu ve neyden bahsettiğini bildiğimi biliyordu.

Gözlerimi sızlatan yaşlar birbirini takip edip ardı ardına göz pınarlarıma nüksetti. Gözyaşlarıma direnerek ağlamadım. “Biliyorum.” Alçak bir sesle konuştuğumda yüzüne çarpan nefesimde bile ona yalvaran bir şeyler vardı. “Ve o gün geldiğinde bizim masalımız son bulacak, değil mi?”

İnkâr etmesini hatta bu konuda beni oyalayıp sevkiyat gününe kadar kandırmasını bekledim. Ancak sevkiyatı bile öğrenmemi o sağlamışken yalanların ardına sığınmadı. “Evet,” dedi canımı yakarak. “O gün geldiğinde seni özgür bırakacağım.” Bunlar duymaktan nefret ettiğim şeylerdi ama Gurur en başından beri bana karşı hep fazla açıktı.

Ne benimle evlenme amacını gizlemişti ne de bu evde olma amacını. Gurur belki de bir tek bana karşı bu kadar açık ve dürüsttü. Bense yalnızca ona dürüst değildim. Onu kandırmadığım tek bir anım bile yoktu ve bunu en başından beri yapıyordum. Kendimle ilgili yalanları ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum artık doğru zamanı da beklemiyordum çünkü bunun bir zamanı ve yeri yoktu.

Sonuçları benim için ağır olsa da hepsini bir anda öğrenmeliydi. Ve bunu her şeyin son bulacağı gün öğrenmeliydi. Nasıl olsa sevkiyattan sonra bir daha birbirimizin hayatında olmayacaktık. O gün öğrenmesi bana bir şey kaybettirmezdi çünkü o günden sonra onu görmeyecektim. Ne bana olan nefretini görecektim ne de öfkesini. Aramızdaki her şey sevkiyatta son bulacaktı.

Ben canımı yakan bir ayrılığı düşünürken Gurur’un aklından geçenler çok başkaydı. Dudaklarıma olan yoğun bakışları bile onun ne düşündüğünü anlama yetiyordu. Kalbim tekledi. Beni öpmek istiyordu ama bunu yapmayacağını biliyordum. Beni öpmek için çıldırıyordu ancak tek bir öpücük işleri onun için karıştıracağı için bunu yapamıyordu.

Oynadığım masumiyet oyununun bana bazı avantajları olduğu için ben ona kıyasla daha şanslıydım. İstediğim her şeyi yapıyordum ve Gurur davranışlarıma bir anlam yüklemiyordu çünkü bazı şeylerin farkında olmayacak kadar saf olduğumu düşünüyordu. Burnumu burnuna sürterek ona iyice yaklaştım. Masum gözlerle ona bakıp dudaklarını gösterdim. “Öpeyim mi?” Gerildi.

Tutkudan uzak küçük öpücüklerime alışmıştı ama bu öpücüklerin onun üzerindeki etkisini bilmiyordum. İstese de bu yakınlıkta irislerine yerleşen beklentiyi gizleyemiyordu. İlgisiz görünmeye çalışarak tek kaşını alaycı bir ifadeyle yukarı kaldırdı. “Benim üzerimde pratik mi yapıyorsun?”

Dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamazken, “Evet,” dedim dürüstçe. “İzlediğimiz o filmdeki kadın bu konuda çok iyiydi. Senin üzerinden pratik yaparak bir şeyleri öğrenmeye çalışıyorum.”

Aklına ne geldiyse kaşlarının kavisi belli belirsiz çatıldı. “Öğrendiğinde ne olacak?”

Ona kocaman gülümsedim. “Seninle ayrıldığımızda yeni kocam beni öperken ona daha iyi karşılık veririm.”

Bir anda beni altına aldığında sırtım soğuk zeminle buluştuğu için irkildim. Gurur yakıcı bir öfkeyle üzerimdeydi. “Benden ayrılır ayrılmaz biriyle mi evlenmeyi düşünüyorsun?” Yüzünün her noktası bir anda değişmişti. Gözleri kısıldığında çenesini sıktığı için dişleri gıcırdıyordu. “Boşanır boşanmaz başka bir adamın kollarına mı atacaksın kendini?”

“Evet,” dediğimde şaşkınca ona bakıyordum. “Bunda ne var ki herkes bunu yapıyor.”

“Kimse böyle yapmıyor, Farah!” Gür çıkan sesi irkilmeme neden olunca sakinleşmek için üstün bir çaba göstermeye başladı. “Dinle!” Bir kez daha sesi kontrolü dışında yüksek çıkınca dudaklarını birbirine bastırdı. Beni ürkütmeden bazı şeyleri bana aşılamaya çalışıyordu. “Bir yakınımızın cenazesini kaldırdığımızda aileden birini evlendirmek için ne kadar bekleriz?”

Bu konuşmanın varacağı yeri merak ederek, “Kırkının çıkmasını bekleriz herhalde,” dedim safça.

Beni istediği noktaya çekmenin memnuniyetiyle başını hafifçe salladı. “Gördün mü cenazeden sonra bile düğün dernek kurmak için belli bir zamanın geçmesi gerekiyor.” Yeşil gözlerinin ardında oluşan o sinsi ışıltıyı gizlemeye çalışarak ciddiyetini korudu. “İnsanlar boşandığında da tekrar evlenmek için bekleme süreleri var.”

“Bunu bilmiyordum.”

“Çünkü cahilsin,” dediğinde beni kandırdığını sanan bu işgüzar adama ne diyeceğimi bilemiyordum. Çocuk kandırır gibi beni yalanlarına inandırırken kınarcasına diliyle damağına vurdu. “Daha örf ve adetlerimizi bilmiyorsun bu nasıl cehalet?” Bunları söylerken Gurur’un gözleri haylazca parlıyordu. “Biz boşandıktan sonra tekrar evlenmen için önce o bekleme süresini doldurmalısın.”

“Bekleme süresi ne kadar ki?”

Gözlerinin kenarları hafifçe kısıldığında gülmemeye çalışıyordu. “En az otuz yıl.”

İrice açtığım gözlerimi belerttiğimde bu duyduklarıma inanamıyordum. “Yirmi beş yaşındayım otuz yıl daha beklersem elli beş yaşında olurum. O zaman kim ne yapsın beni?”

Gurur’un dudağının köşesi seğirdiğinde ciddiyetini korumak için büyük bir çaba sarfetiyordu. “Sen otuz yıllık bekleme süresini doldur sonrasına bakarız.” Bana büyük bir lütufta bulunuyormuş gibi alçakgönüllülükle kendini gösterdi. “Hadi yine iyisin kimse almazsa ikinci kez ben alırım seni.” Nankörün tekiymişim gibi suçlayıcı bir ifade takındı. “Böyle iyi bir kocan var hiç değerini bilmiyorsun.”

Kendimi tutamayıp yüksek sesle gülmeye başladım. “Yiyesim var benim bu kocayı.”

Karnımın üzerinde otururken başını geriye çekerek kendini ağırdan satmaya başladı. “Kendimi kimseye yedirmem.”

Ellerimi yere bastırıp öne atılarak onu düşürüp üzerine çıktım. Şimdi onun karnının üzerinde oturan bendim. Ona saldırıp boynunu ısırdığımda yüksek sesle güldü. “Yiyesim var derken ciddi miydin? Çekil ulan üzerimden.” Beni itmeye çalışırken bile gülüyordu. Birbirimizle uğraşıp atışmayı çok seviyorduk. Gurur gülmeyi seven biriydi çünkü benim yanımda hiç somurtmuyordu daha doğrusu bunu yapamıyordu. Birlikteyken her defasında gülecek bir şeyler buluyorduk.

Boynunu çok sert ısırmış olmalıyım ki gülüşünün o hoş sesi kesildiğinde boğazından çıkan kalın bir sesle inlemişti. Hemen başımı kaldırıp endişeli gözlerle ona bakmaya başladım. “Acıttım mı?”

Dağınık saçlarımın arasından Gurur’a baktığımda bakışları tamamen bana odaklanmıştı ve gözlerinin irisleri büyümüştü. Yeşil gözlerindeki ifade derinleşmişti. Önce sorunun ne olduğunu anlamadım ancak kasıklarının üzerine oturduğum için pantolonunu zorlayan sertliği hissettim. Omurgama soğuk bir his yayıldı. Boynunu ısırırken farkında olmadan onu tahrik etmiştim. Yanlış bir pozisyonda yaptığım bir şey onun uyarılmasına neden olmuştu.

İri elleri belimi iki yanında kavradığında soluğum kesildi. Aramızdaki çekime direnmeye çalışıyordu ancak işi hiç kolay değildi çünkü kasıklarının üzerinde otuyordum. Uzandığı yerde kaşlarını hafifçe eğerek yüzüme baktığında terlemeye başlamıştı. “Farah.” Hızlanan nefeslerinin arasından güçlükle konuşmuştu. “Yavaşça üzerimden kalkabilir misin?” En küçük bir sürtünmede yaşanacakları kestiremiyordum.

Kadın erkek fark etmez, insan vücudunun cinsel istek ve ihtiyaçları vardı. Böyle durumlarda hormonlarımızı kontrol edemez, dürtülerimizi bastıramazdık. Gurur son üç yıldır kimseyle cinsel ilişkiye girmemişti bense tüm hayatım boyunca. Ancak konu cinsellik olunca erkekler biz kadınlara göre daha zayıftı. Bu yüzden Gurur yavaşça onun üzerinden kalkmamı istiyordu çünkü küçük bir sürtünme ona her şeyi yaptırabilirdi.

Aptalı oynamaya devam ederek hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi yaptım. “Peki.” Benden istediği gibi ona sürtünmemeye çalışarak üzerinden kalktım. Ayağa kalktığımda pantolonunu zorlayan o yere hiç bakmayıp kapıya yürüdüm. “Boynunu kopartacak kadar çok sert ısırmadım. Yerde uzanmayı bırakıp benimle gel,” diye yalandan sızlandım. Bunları söylerken arkamı dönüp ona bakmıyordum. “Kahvaltıyı hazırlarken bana yardım etmelisin.”

Arkamdan sinirle bana saydırıp, “Sabah sabah insanda kahvaltı edecek hal mı bıraktın!” diyordu.

“Anlamadım?” Tam ona bakacaktım ki, “Sakın dönme!” diye hızlıca beni uyardı. Dönersem önündeki şişkinliği benden saklayamazdı. “Sen düz devam et ben buradaki duşu kullanıp geliyorum.”

Durup kapıyla bakışmaya başladım. “Neden odamızdaki duşu kullanmıyorsun?”

“Bu halde dışarı çıkamam!”

“Ne var ki halinde?”

Sinirle ettiği küfürleri duyabiliyordum. “Çok acıktım bana kuymak yapar mısın?” Beni buradan göndermek için farklı bir taktik deniyordu. “Kocan aç mı kalsın, Farah?”

Gülüşümü bastırarak kapıyı açtım. “Kocamın canı kuymak çektiyse hemencecik yaparım.” Daha fazla üzerine gitmeyip yanından ayrıldım. Onun kıvranışlarını görmeyi çok isterdim ancak yavaş yavaş aptal kız rolünü bıraktığım için artık bu konularda Gurur’un sinirleriyle oynamıyordum.

***

Kahvaltıdan sonra Gurur, Ali ile çatı katındaki terasa çekilmişti. İş konuşacaklarını söyleyip benden onları rahatsız etmememi istemişti. Annemin benim için tuttuğu spor hocasıyla uğraşmaktan onları rahatsız edecek zamanım yoktu. Hava çok soğuk olduğu için Erhan Bey bizi malikanenin büyük salonunda çalıştırıyordu. Bizi diyordum çünkü çalıştırdığı tek kişi ben değildim. Güya benim için buraya gelmişti ama annem ve Esvet’te hemen onun programına dahil olmuştu.

Hepimiz tayt ve atletle salonun ortasında şekilden şekle giriyorduk. Kılıç Aslan, İskender’in evde canı sıkılmasın diye onunla dışarı çıkmıştı. Nihat ve Zaza ise bir köşeye oturmuş, salondaki bu çılgınlığı izliyordu. Zaza, Esvet gibi bu tür egzersizleri sevmezdi. Elindeki silahı temizlerken baygın gözlerle arada sırada bize bakıyordu. Nihat ise telefonunda şaka programları izliyordu.

Annem ve Esvet bana göre daha esnek oldukları için Erhan Bey’in gösterdiği ısınma hareketlerini kolayca yapıyorlardı. Ancak annemin deyişiyle kazık gibi olan ben ne eğiliyordum ne de bükülüyordum. Çok rahat kırk yaşında olan Erhan Bey’in ela gözleri umutsuz bir vakaya bakar gibi beni izliyordu. “Farah Hanım parmak uçlarınız ayaklarınıza değecek şekilde öne eğilmelisiniz.”

Üzerimde bir tayt varken yapamayacağım tek şey buydu. Arkamda Nihat ve önümde Erhan Bey vardı. Hangi tarafa dönsem buradaki birine kıçımı gösterecektim. Affedersiniz ama kimsenin önünde eğilip arkamı çıkarmak istemiyordum. “Belimi incitmişim,” diye bir bahane uydurdum. “Eğilemiyorum.”

Annem ve Esvet’in maşallahı vardı çünkü kimseyi umursamadan eğilip kalkıyorlardı. Erhan Bey yanıma gelip bana yardımcı olmaya çalıştı. “Belinizi zorlayacak bir hareket değil.” Belimi tutmak için ellerini uzatmıştı ki Gurur’un içeri girmesiyle hemen adamdan uzaklaştım.

Annem bunu görünce nefes nefese yönünü Gurur’a çevirdi. “Sorun çıkarmak için geldiysen hemen git.” Ellerini beline koyarak çenesini dikleştirdi. “Burada forma girmeye çalışıyoruz senin kıskançlıklarını hiç çekemeyiz.”

Daha içeri adımı attığı an karşılaştığı bu muameleyle Gurur neye uğradığını anlamadı. “Neyden bahsediyorsun kaynana?” Olanları anlamak için önce bize sonra da Erhan Bey’e tuhaf gözlerle baktı. Bugün spor hocasının geleceğini bildiği için onun burada olmasını yadırgamadı. Yürüyüp tekli koltuğa yayılarak annemi şaşırttı. “Ben medeni biriyim çalışmanıza engel olmayacağım.” Cebindeki telefonu çıkartıp kendi halinde takılmaya başladı. “Siz devam edin benden yana sıkıntı yok.”

Normalde bunu yapmayacaktım ama Gurur’un ne kadar medeni olduğunu görmek için Erhan Bey’in benden istediği hareketi yapmayı kabul ettim. Erhan Bey’in önüne geçerek ona arkamı döndüm. “Böyle mi yapacağım hocam?” diye sorup ayak parmaklarıma dokunmak için eğilmeye kalkıştım.

“Sikeyim, öyle yapmayacaksın!” Daha ben yere eğilmeden Gurur bir hışımla ayağa kalkınca annemin gazap dolu bakışları onu buldu. Gurur yüzündeki öfkeyi gizlemeye çalışırken derin derin nefesler aldı. “Üşüyecek ondan şey ettim.” Etrafına bakıp koltuğun üzerinde duran Esvet’in ceketini aldı. Yanıma gelip ceketi belime bağlayarak kalçamı örtmüştü. Ceketin kollarını karnımdan sıkıca bağlayıp düğüm atmıştı.

“Kızın kalçası mı üşüyor piç herif!” Annem ona çıkışarak üzerine gitmeye devam etti. “Üşüyorsa o ceketi ona giydir kalçasına değil.”

Gurur’un yüzü sertleşirken ters bakışlarını anneme çıkardı. “Karımın neresinin üşüdüğünden sana ne kaynana!” demişti ki annemin de bir atlet ve dar bir taytla durduğunu görünce kısık bir sesle küfretti. “Ana kız delirtecek bunlar beni!” Nihat’e doğru yürüdüğünde Nihat gülmemeye çalışarak hemen ceketini çıkartıp Gurur’a uzattı.

Gurur annemin karşısında durup annemin tüm itirazlarına rağmen zorla ceketi onun beline bağladı. Annem ona kızarak ondan kurtulmaya çalıştıkça Gurur onu zorlayıp ceketi bağlamaya çalışıyordu. “Sende üşüteceksin rahat dur!”

Kaşları seğiren annem, “Defol git evimden medeniyet görmemiş vahşi!” diye bağırıp Gurur’un bağladığı ceketi çıkarmaya çalıştı. Ancak Gurur hemen belindeki silahı çıkardığı gibi tavandaki avizeye doğrulttu. “Onu çıkartırsan avizeni delik deşik ederim!” Annem anında ellerini ceketten çekmişti. Gurur ile zıtlaşırsa milyon dolarlık avizesine ne olacağını çok iyi biliyordu.

Gurur’un bu salonda değer verdiği tek kişi annem ile ikimizdik. Bu yüzden Esvet’e karışmayıp kalktığı koltuğa geri oturdu. Erhan Bey, anneme Gurur’u gösterip, “Sorun çıkarmayacağına emin misiniz?” diye sordu. Annemin kızgın bakışları Gurur’u bulunca Gurur teslim oluyormuş gibi ellerini yukarı kaldırdı. “Hiç karışmayacağım. Dediğim gibi ben medeni bir insanım.” Buradan bakınca pek de öyle görünmüyordu.

Erhan Bey üçümüzün karşısında durup yeni direktiflerde bulundu. “Bacak kaslarımızı esnetmek için yere uzanıp yan dönelim hanımlar.” Bu gerçekten gerekli miydi?

Annem ve Esvet yere uzanınca mecburen bende onlara uydum. Yan bir şekilde yere uzandığımızda Erhan Bey tepemizde dikilip, “Bir ayağınızı kaldırıp indirin,” dedi. Bu kadar mı?

Uzandığım yerde koluma yaslanırken sağ bacağımı yukarı kaldırıp indirmeye başladım. Her hareketle bacağımızı iyice ayırıyor, tekrar birleştiriyorduk. Gurur güya kalçamı kapatmıştı şimdi de bacağımı açıp duruyordum. Üstelik bunu yaparken arkamı kapatan ceket açılıyor ve kalçamın şeklini gösteriyordu. Gurur gittikçe spor hocasından nefret etmeye başlamışken çatık kaşları neredeyse birleşmişti.

Kıskandığını gizlemek için benim sağlığımı düşünüyormuş gibi davranıp sert yüz ifadesini yumuşatmaya çalıştı. “Farah sen bu hareketi yapma bir yerlerini inciteceksin.” Sakin olmaya çalışarak anneme döndü. “Sende bu hareketler için fazla yaşlısın.”

Yüzündeki botokslara rağmen annemin yüzü seğirirken siyah gözlerindeki öfke Gurur’u bir kaşık suda boğmak ister gibiydi. “Sen kime yaşlı diyorsun hadsiz piç!”

“Anne kocama piç deyip durmaz mısın?”

“Söyle o zaman kocana karışıp durmasın!”

“Karışmıyorum,” diye düzeltti Gurur. “Sağlığınızı düşünüyorum.” Daha sonra tehditkâr bakışlarını Erhan Bey’e çıkardı. “Bu ikisine daha usturuplu hareketler göstermen senin yararına.” Geldiğinden beri zavallı adamı tedirgin ediyordu.

Erhan Bey soğuk terler dökerek bize döndü. “Daha hafif hareketlerle başlayalım.” Bize yeri gösterdi. “Sırtüstü uzanın-” demişti ki daha cümlesini bitirmeden Gurur uyarı niteliğinde öksürünce Erhan Bey alnındaki teri sildi. “Ayağa kalkın lütfen.”

Üçümüz ayağa kalktığımızda annem her an Gurur’un üzerine atlayabilirdi. İşimize karışıp durduğu için Gurur’u parçalamak istiyordu. Erhan Bey karşımızda durup kollarını yukarı kaldırdı. Daha sonra kollarını yukarıda tutup sağa doğru eğildi. Bizden de aynısını yapmamızı isteyince onu taklit ettik. Şükürler olsun ki Gurur bu hareket için bize sorun çıkarmamıştı.

Birkaç kez sağa yaptığımız hareketi bu seferde sol için yaptık. Gurur’un telefonu çalınca bizi kontrol etti. Her şeyin yolunda olduğunu görünce telefonu kulağına yaslayarak dışarı çıkmıştı. Gurur’un gittiğini görünce Erhan Bey bize hemen yeni bir hareket sundu. Yere sırtüstü uzanıp bir bacağımızı diz kapağımızdan tutup karnımıza kadar çekmemizi istiyordu.

Dizimizi kendimize her çektiğimizde yine alttan kalçamızın şekli belli edecekti. Normalde annem bunu sorun etmezdi ama Gurur evdeyken bu hareketleri yapmayı artık o da doğru bulmuyordu. “Emin misiniz, Erhan Bey?” Ona kapıyı gösterdi. “Damadımın nasıl biri olduğunu sizde gördünüz. Buraya gelirse size yapacakları konusunda endişeliyim.”

Gurur’un yanında süt dökmüş kediye dönen adam, o gidince bizi eleştirmeye başladı. “Böyle çağdışı yobaz adamlara pabuç bırakmamalısınız, Demet Hanım,” diye annemi kışkırtmaya başlayınca ağzım bir karış açıldı. “Spor bir sanattır kimsenin sanatıma karışmasını istemiyorum. Damadınız işime karışıp duracaksa bu evde bir dakika bile durmam.” Bu yürek yiyen herif niye Gurur buradayken sanatını savunmamıştı?

“Siktir git be!” diye ona çemkirdim. “Sen kime yobaz diyorsun densiz herif!” Üzerine yürüdüğümde annem hemen araya girerek önümde dağ gibi dikilmişti.

Annem kolumu sıkıca tutarken özür dileyen bakışları Erhan Bey’in üzerindeydi. “Kızımın kusuruna bakmayın lütfen. Normalde ona küfretseniz bile sesini çıkarmaz ama konu kocası olunca içinde Deccal çıkıyor.”

Çatık kaşlarla annemi önümden çekmeye çalıştım. “Anne çekil bu herif Gurur’uma yobaz dedi!”

“Farah kimse senin deli kocana bir şey demedi!” Annem fenalık geçirecekmiş gibi suratı kıpkırmızı olmuştu. “Ördeğim sen niye böylesin.” Kafama bir tane geçirip canımı yaktı. “Yobaz demişse ne olmuş sanki olmadığı bir şey!”

“Ne yani Gurur yobaz mı?”

“Değil mi, Farah?”

“Değil hem öyleyse bile bu herifin haddine mi onun hakkında konuşmak!”

“Allah’ım deli çıkacağım bu kızın önünden!” Annem beni tersleyerek Erhan Bey’in yanına gidip yalvar yakar onu kalmaya ikna etti. Pişkin herif bıraksak sanki gerçekten gidecekti.

Tek bir ders için bizden dünyanın parasını alacaktı bir de nazlanıp, “Bilemiyorum, Demet Hanım,” diyordu. Çenesini dikleştirip gururu incinmiş gibi davranıyordu. “Bu şartlar altında çalışabilir miyim, bilmiyorum.” Ciddiyim bu adam siktirip gidebilir mi? Normalde küfürden hoşlanmam ama bu adamın kaprisleri ve annemi kendine yalvartması ağzımı bozmama neden oluyordu.

Annemin yoğun ısrarlarından sonra Erhan Bey trip atmayı bırakıp kaldığı yerden bizi çalıştırmaya devam etti. Sırtüstü uzanıp az önce bize söylediği hareketi yapmaya çalıştık. Bir ayağımı uzatırken diğer ayağımı dizimden büküp karnıma çekmeye çalıştım. Annem ve Esvet’in yaptığı gibi yapıyordum ancak ona kızdığım için kafayı bana takan Erhan Bey her hareketimde sorun bulmaya başlamıştı. Sürekli yanlış yaptığımı söyleyip beni zorluyordu.

Diz kapağım karnıma değecek kadar kendime doğru çekmeme rağmen tepemde dikilip sinirlerimi bozmaya devam etti. “Yanlış yapıyorsunuz, Farah Hanım.” Ellerimle karnıma çektiğim dizimi gösterdi. “Biraz daha asılmalısınız.”

“Daha ne kadar asılabilirim ki?” diye sızlandım. “Biraz daha çekersem dizim karnımı delecek.”

Kendiyle getirdiği pilates bandını bize verip, “Kalkmayın,” dedi. “Bandı ayağınıza geçirip bacağınızı yukarı kaldırarak esnetin. Her hareketle biraz daha yukarı kaldırın.”

Daha şimdiden eklemlerim sızlarken bandı ayağımın altına sabitleyip esnek bandın yardımıyla bacağımı yukarı kaldırmaya çalıştım. “Diziniz bükülmeyecek şekilde, Farah Hanım.” Kafayı taktı bana.

Sırtüstü yerde uzanırken banda asılıp bacağımı dizimden bükmemeye çalışarak yukarı kaldırdım. Erhan Bey bacaklarımın arasına girip diz çöktü ve kaldırmaya çalıştığım ayağımı bileğinden yakaladı. “Hiç çaba göstermiyorsunuz.”

Güya bana yardım ediyordu ama bacağımı omzunun hizasında kaldırarak canımı yakmıştı. Acıyla inlediğimde, “Kasıklarınızda biraz yanma olacak ama kalıcı değil,” diye açıklama yapmıştı. Bacağımı bu kadar büyük bir açıyla açmadan önce en azından ısınmama izin vermeliydi.

Erhan Bey bacaklarımın arasında dururken yukarı kaldırdığı bacağımı yere doğru eğiyor ve bu sefer daha büyük bir açıyla kaldırıyordu. “Ne halt ediyorsun orospu çocuğu!” Gurur’un kükreyen sesini duyduğumuzda Erhan Bey irkilerek hemen ayağa kalktı. “Ben işimi yapıyo-” dedi ama daha cümlesini tamamlamadan Gurur’un yumruğu onun suratında patladı.

Çattığı kaşları yüzünden alnındaki ince çizgiler belirirken Gurur onu duymuyor gibiydi. Yere düşürdüğü adamın yakasına yapışıp yüzünü onunkine yaklaştırdı. “Senin işin karıma haddinden fazla yaklaşmak değil!” Onu kendine doğru çekip suratına kafa atarak yüzünü kana buladı.

Hemen ayağa kalkıp hepimiz Gurur’u durdurmaya çalıştık ama onu Erhan Bey’in üzerinden çekemedik. Adama üst üste yumruklarını geçirirken delirmiş gibiydi. Onu bacaklarımın arasında o pozisyonda görmek şuurunu yitirmesine neden olmuştu. Hayvani bir öfkeyle adama vururken ne annemin bağırışları ne de Esvet’in çırpınışları onu durdurabildi.

Nihat ve Zaza ise heyecanlı bir film izliyorlarmış gibi sırıtarak bu olanları izliyorlardı! Sanki onlarda Erhan Bey’e sinir olmuştu. Gurur’un kıskançlığı artık ürkütücü ve tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı çünkü Erhan Bey’in yüzünü tanınmaz bir hale getirdiğinde bile onu bırakmadı. Attığı her yumrukla ona küfrediyor, hırslanıp daha şiddetli vuruyordu. Kontrolünü tamamen kaybetmişti. Durmazsa onu öldürecekti.

Bu manzara korkudan aklımı başımdan aldığı için, “Yeter dur!” diye koluna yapıştım. “Dur artık onu öldüreceksin!”

Başını hızla çevirip bir anda bana bakınca onun korkunç yüzüyle bakışıyordum. Yüz hatları öfke ve ölümün kasvetiyle seğirirken sıktığı dişlerinin arasından, “Tüm bunları bu herifin altına yatmadan önce düşünecektin!” deyince sertçe yutkundum. Bir anda zaman durmuş gibi salonun içi buz kesmişti. Bu cümleyi düşündüğüm anlamda söylemediğini, yere uzanmamdan bahsettiğini ama öfke anında yanlış kelimeler seçtiğini biliyordum. Yine de gözlerimin ardını sızlatacak kadar korkunç bir etkisi vardı.

Onu bırakıp hemen kapıya yürüdüğümde arkamdan, “Sikeyim!” diyen kızgın sesini duydum. Peşimden gelirken aceleyle, “Farah yemin ederim o anlamda söylemedim!” diye kendini açıklamaya çalıştı. “Öyle demek istemediğimi iyi biliyorsun!”

Salondan çıkıp koşarak merdiveni çıkmaya başladığımda arkamdan, “Farah dinle!” diye bağırıp peşimden geliyordu. “Beni yanlış anladın!”

Beni yakalamasına izin vermeden çatı katına çıkıp hemen kendimi banyoya kilitledim. Sadece otuz saniye sonra Gurur kapının diğer tarafında durup, “Farah özür dilerim,” diye seslendi. Beni ne denli üzdüğünü iyi bildiği için sesi pişmanlık içinde çıkmıştı. “İnan ki o anlamda söylemedim.”

“Hangi anlamda söylediğinle ilgilenmiyorum.” Kapıya dik dik bakarken tek istediğim beni yalnız bırakmasıydı. “Daha ne dediğini bilmeyen bir şuursuzsun!”

“Farah,” dediğinde alnını kapıya yasladığını bir elini kapıya bastırdığını hissettim. “Doğru kelimeleri seçemeyecek kadar öfkeliydim. Orada demek istediğim şey o herifin yanında yere uzanmandı.” Bunu biliyordum. Söylemek istediği ve dudaklarından çıkan şeylerin birbirleriyle uyuşmadığını anladığında o da yaptığı hatayı anlamıştı. Sinirlendiğim tek şey kurduğu yanlış bir cümle değildi.

“Onun çenesindeki kemiğin kırılma sesini duydum, Gurur!” Aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyordu. “Onu öldürebilirdin!”

“Bana onu mu savunuyorsun?” Onun da gittikçe sinirlenmeye başladığını agresif çıkan sesinden anlayabiliyordum. “Başına gelenleri hakketti!”

“O kadarını hakketmedi!” Ne yazık ki hiç hakketmediğini söyleyemiyordum çünkü Gurur’un tepkisini görmesine rağmen kendi kaşınmıştı.

Gurur’un aldığı sinirli nefesleri duyabiliyordum. “Onu uyarmadığımı söyleyemezsin!” diye hırladığında sesi yine fazla gür çıkmıştı. “Siktiğim piçi seni yere yatırmak için gitmemi bekliyormuş!”

“Beni yere yatırmadı yerde uzanıyordum!”

“Ve o senin dibindeydi!”

“Dibimde değildi bacaklarımın arasındaydı!”

Yüz kızartıcı küfürler ederken, “Bu daha da kötü!” diye kızdığında kapıya sertçe vurdu. “Herif karimin bacaklaru arasundadur ben oraya durup alkiş mi tutacaktum!” Hatırladıkça daha fazla sinirleniyordu ve sinirlendikçe şivesi değişiyordu.

“Yumruklaman da gerekmiyordu.”

“Az bile yaptum!”

“Zorba haydut!”

Küfreder gibi, “Nemrudun Kızı!” diye bağırdı.

“Laz Hödüğü!”

“Çık ula dışari!”

“Defol git odamdan!” Bende ona bağırarak ayağımın ucuyla kapıya vurdum. “Dağ ayısı yobaz!”

“Kırdurmayasun şu kapiyi!” Kapı kolunu çekiştirerek açmaya çalıştı. “O siktiğum piçi bacağuni bir omzuna kadar açmuş sen gel baa oni savun!”

“Hiçbir yerimi açmamıştı üzerimde tayt vardı.”

“Giymeyeceksun bir daha o daracuk şeyleru!”

“Sana mı soracağım ne istersem onu giyerim!”

“Ev erkek kaynayi ula, erkek kaynayi! Giymeyeceksun deduysem giymeyeceksun!”

“Defol git şuradan sinirleniyorum artık!”

“Çık da yüzume karşi sinurlen bakayim, Farah Hanum!”

“Çıkarım çıkmam sana ne!”

“İnatçu çocuk!”

“Huysuz ihtiyar!”

“Gideyrum bu evden! Bu yaşta çoluk çocukla mı uğraşacağum! O piçi savunduğun için ayaklaruma kadar gelup özür dilemedukçe de dönmeyeceğum!”

“Hem suçlusun hem de üstüne özür mi bekliyorsun?” Pişkinliğin bu kadarına pes doğrusu. “Özür falan dilemeyeceğim senden!”

“Oni göreceğuz, Farah Hanum!” dedikten sonra kapıdan uzaklaşan ayak seslerini duydum. Gittiği gibi geri dönecekti, ayaklarına kadar gidip ondan özür dilemeyecektim.

***

Gözlerimin altındaki morluklarla bakışırken içimden Gurur’a az sövmüyordum. Dengesiz herif dediğini yapmış ve gerçekten de evden gitmişti. Duyduğuma göre Kalenderlerin malikanesine yerleşmişti. Gitmesinden bir sorun yoktu ama onun gidişinin üzerinden daha birkaç gün geçmeden sarkacım ortadan kaybolmuştu. Evin içinde casusları mı vardı, bilmiyorum ama sarkacımı Gurur’un aldırdığına çok emindim.

Yanımda olmadığı için masal okuyarak beni uyutamazdı. Beni uyutan bir diğer faktörü ortadan kaldırıp ona gitmem için beni zorluyordu. Kendi ayaklarınla bana geleceksin derken benden sarkacımı alacağını tahmin bile edemezdim. İşi gücü bırakıp benimle uğraşan bir kocam vardı.

Tüm ekip komple arabalardan indiğimizde Kalenderlerin malikanesine bakıyorduk. Buraya sarkacımı almak için gelmiştim ama tek başıma evden çıkamamıştım. Her ne kadar kocamın ailesi olsalar da buraya yalnız gelmek istememiştim. Bizimkiler içeri girmeye yanaşmayarak bana devasa malikaneyi gösterdiler. Eve girmemi istiyorlardı ama bunu yapacağımı hiç sanmıyordum.

Kılıç Aslan kolumdan hafifçe iterek beni yürümeye zorladı. “Gidip iste şu sarkacı sen uyu bizde biraz rahatlayalım.”

Zaza esneyerek uykulu gözlerinin arasında sitemle bana bakıyordu. “Uyuyamayınca gece bizi niye uyandırıyorsun? Ekip ruhu bu değil.”

“Tam olarak bu.” Homurdanarak korku dolu gözlerle karşımda duran görkemli malikaneye bakıyordum. “Babamı sizde duydunuz her şeyi birlikte yapmalıyız. Birimiz uyuyamayınca diğerlerimiz de uyumamalı.”

Nihat’ın aklı hemen fesatlığa kaydığı için sırıttı. “Her şeyi birlikte yapacağız derken ne demek istiyorsun?” Ela gözleri kısıldığında dudaklarında pis bir gülüş vardı. “Birimiz seviştiğinde diğerlerimizde mi onunla sevişecek?”

Esvet gülüşüne engel olamadı. “Grup mu yapacağız?” Kılıç, İskender ve Nihat’ı kafadan eleyip alıcı gözlerle önce beni, daha sonra Aksa’yı ve en sonunda da Zaza’yı süzdü. “Yeni deneyimlere açığım kızlar.”

Zaza dördümüzü uygunsuz bir vaziyette hayal etmiş olmalı ki midesi bulanmış gibi elini karnına bastırdı. “Ben senin açık olduğun her şeye kapalıyım.”

Aksa ona Zaza ile ikimizi gösterip güldü. “Enseste karşıyım.”

Esvet’in gözleri beni bulduğunda kollarımı çapraz bir şekilde göğsümün üzerinde birleştirdim. “Lütfen şaka yaptığını söyle.” Sesim korkuyla çıkınca Esvet kahkahasıyla kulaklarımızı doldurdu. “Çok tatlısın, Farah.”

İskender uzaylı görmüş gibi dördümüze tuhaf gözlerle bakıyordu. “Siz kızlar kendi aranızda böyle şeyleri mi konuşursunuz?”

Zaza parmaklarını tarak gibi kullanıp kısa saçlarının arasından geçirirken alaycı bakışlarını İskender’e dikti. “En azından siz erkekler gibi kadınları çekiştirmiyoruz.”

Kılıç Aslan’ın ifadesi sertleşti. “Kadınları çekiştirmekten daha önemli işlerimiz var.”

Nihat başıyla İskender’i gösterdi. “Onun sıkılmamasını sağlamak gibi.”

İskender ne hatırladıysa beti benzi atmıştı. “Dün akşam beni pavyona götürdüler.”

Kılıç Aslan’ın Nihat’a olan bakışları suçlayıcıydı. “Bunun fikriydi.”

“Bir kadın üzerime kustu.” Kadının kusmuğunu hâlâ üzerinde hissediyormuş gibi İskender temiz gömleğine baktı. “Biraz daha zorlasaydı iç organlarını bile üzerime çıkartabilirdi.”

Nihat kınarcasına onu izlerken cık cık diye sesler çıkartıyordu. “Seni oraya bir kadınla yat diye götürdüm ona mide bulandırıcı şeyler anlat diye değil!”

Esvet gözlerini kısarak İskender’e yaklaştı. “Biriyle yattın mı peki?” Bu konuların meraklısıydı. “Onca zamandır hapisteymişsin içeride kadın bulmak zordur.”

İskender ondan uzaklaşarak gömleğinin yakasını düzeltti. “Pavyondan biriyle yatmayacağım.”

Esvet mavi saçlarını parmağına dolarken sırıtarak yine onun dibine kadar girdi. “Kriterlerini söyle sana ayarlarım birini.”

“Kimseyle yatmak istemediğimi anlamıyorsun, değil mi?”

“Kadın olmak zorunda değil ki eski sevgililerimden birini-”

İskender onu daha fazla konuşturmadan Esvet’i Kılıç’a doğru itti. “Git onunla uğraş!”

Kılıç, Esvet’in omuzlarını tutup onun yönünü Nihat’a doğru çevirdi ve omuzlarından hafifçe öne itti. “Kuzeninle uğraş.”

Nihat gülerek kollarını iki yana açıp, “Gel kız buraya,” dedi eğlenen bir sesle. “Sen ne yapacaksın onları gel benimle uğraş.”

Esvet’in gülüşü genişlerken Nihat’ın kollarının arasına girip dudaklarını onun yanağına bastırdı. “Ay ne yapacağım onları biz bize yeteriz.”

“Esvet cüzdanımı çalarsan belanı sikerim! İki sarıldık diye rahat dur.”

“Çalmıyordum elim cebine gitmiş alışkanlık.”

Herkes gülmeye başladığında onları kendi haline bırakıp malikaneye yürüdüm. Güvenlik kulübesinde duran iri adam beni tanımış olmalı ki bana hemen bahçe kapısını açtı. Bahçeye girince kendimi çok tuhaf hissettim çünkü buraya ikinci gelişimdi. İlk gelişim Gurur ve Leyla’nın nişanı içindi. O gün onların nişanına katılmak için bir yabancı olarak buraya gelmiştim. Bugün ise Gurur’un karısı sıfatıyla bu kapıdan içeri girmiştim.

Kaderin işleyişini anlamak kolay değildi.

Nişanları bahçede olduğu için malikâneye adım attıkça gözlerim bahçenin farklı noktalarında oyalanıyordu. Her adımımla geçmiş gözlerimin önünde canlanıyordu. Gurur’un yeğenleriyle horon tepmesi, Leyla ile dans edişini ve babamla bu bahçede reyhani oynadığımızı hatırlıyordum. Gurur’un nişanlısına takı taktığımı bile hatırlıyordum. Leyla ile ilgili şeyleri hatırladıkça içim burkuluyordu. Sanki onun sevdiği adamı ve yaşaması gereken hayatı ondan çalmıştım. Çoğu zaman böyle hissediyordum.

Sarışın bir hizmetçi bana kapıyı açıp beni içeriye buyur etmişti. Onu takip ederek çift kanatlı bir kapının önünde durdum. İçeriye gelişimi bildirdiklerinde benim için kapıları açmışlardı. Gerginliğimi bastırarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. İçeri girdiğimde tüm aile kahvaltı masasındaydı. Benim gelişimle hepsi susmuş gözlerini bana dikmişti. Onların bakışları beni tedirgin ettiği için kapının önünde öylece duruyordum. Ne içeriye doğru bir adım atabiliyordum ne de arkaya.

Gurur’un tüm yeğenleri bu masadaydı. Karun, Çağıl, Levent ve Melek masadaydı. Bige ve Kenan’da buradaydı. Gurur ise sandalyesinden arkaya yaslanmış, beni buraya getirmenin hazzını yaşıyordu. Bugün buraya geleceğimden çok eminmiş gibi gözlerinde zafer parıltıları vardı. Sanki beni buna mecbur eden o değilmiş gibi davranıyordu!

Bige’nin bana olan bakışlarını yakaladım. Bazı yönlerde annemle birbirlerine çok benzedikleri için bana annemin gözleriyle bakıyordu. Bir kalemle tutturup özensizce topladığım saçlarıma, gözlerimdeki gözlüğe, üzerimdeki salaş kazağa ve kot pantolonuma dikkatlice bakıyordu. Kahverengi gözleri ayaklarımdaki spor ayakkabılarda bile oyalanmıştı.

Ve hayır, Bige’nin bakışları rahatsız edici değildi çünkü beni izlerken dudaklarında küçük bir tebessüm vardı. Sanki beni sevimli buluyormuş gibi gözlerinin kahvesinde hoş bir parıltı belirdi. Modadan uzak zevkimi yadırgamıyor veya kınamıyordu. Onun bakışlarında bana kendimi kötü hissettirecek hiçbir şey yoktu. İki elti birbirimizden çok farklıydık çünkü Bige Saka şık ve zarif bir kadındı. Bense asosyal ve annemin deyişiyle paspaldım.

Onların bana olan meraklı bakışları beni rahatsız ettiği için sık sık başımı eğip ayaklarıma bakıyordum. “Hoş geldin, Farah.” Bige bana gülümseyerek ayağa kalkıp yanıma geldi. Burada olmaktan ne kadar rahatsız olduğumu anlamış gibi beni rahatlatmaya çalıştı. “Seni burada görmek çok güzel.”

Bir anda bana yaklaşıp sarıldığında ne yapacağımı bilemedim. Onu kendimden uzaklaştırmam hoş olmazdı, sarılışına karşılık vermemek de beni kaba gösterirdi. Ailem dışındaki kimseye kolay kolay yakınlık gösteremediğim için böyle temaslara hazırlıklı değildim. Kendimi zorlayarak sarılışına karşılık verdim. Ona çok kısa sarılıp hemen ondan ayrılmıştım. Gülümsemeye çalışarak, “Hoş buldum,” dedim. “Nasılsın, Bige?”

“Teşekkür ederim sen nasılsın?”

Masaya baktığımda dudağımdaki zoraki gülümseme silindi. Ben sanki burada hiç yokmuşum gibi Gurur önüne dönmüş kahvaltısını yapıyordu. Başını çevirip bu tarafa hiç bakmıyordu. Tripli olması gereken kişi ben değil miydim? Sonuçta sarkacımı alıp beni buralara kadar getirten oydu. Kocam benden daha nazlıydı!

Melek tuhaf bir kıyafetin içinde yanıma gelip bana kocaman gülümsedi. “Hoş geldin, Farah Yenge.” Uzanıp yanaklarıma sulu öpücükler bırakmaya başladığında bundan ne kadar çok rahatsız olduğumu gizlemeye çalıştım. Gurur ile aramızdaki sahte evliliği bilmesine rağmen bana sürekli yenge demesine alışacağımı sanmıyordum.

Melek’e tebessüm ettikten sonra masaya doğru yürüdüm. Herkes Gurur’un yanına gideceğimi beklerken benim adımlarım Karun’un yanında durdu. Bu evde bir tek onun yanında gerilmiyor veya korkmuyordum. Bunun tek nedeni Karun’a duyduğum sevgi değil aynı zamanda benim için yaptıklarıydı. Gurur beni kaçırdığında Karun o kulübeye zamanında gelmeseydi belki de şimdiye yaşamıyor olacaktım. Ona hayatımı borçluydum.

Sandalyesinin yanında dururken beni izleyen adama içten bir şekilde gülümsedim. “Merhaba, Karun abi.” Habersiz gelmenin mahcubiyetiyle, “Kusura bakma böyle destursuz gelmek zorunda kaldım,” dedim.

Karun’un mavi gözlerinde bir abinin sıcaklığı oluşurken bana belli belirsiz tebessüm etti. “Ne kusuru, Farah.” Nasıl biri olduğumu iyi bildiği için beni korkutmamaya çalışıyordu. “Burası senin de evin geç otur bizde kahvaltı yapıyorduk.”

Bakışlarım bir kez daha Gurur’u bulduğunda tüm keyfim kaçmıştı. Israrla beni yok sayıp kahvaltısını yapıyordu. Küçük adımlarla onun yanına giderken homurdanmadan duramadım. Pek de nazlı el oğlu! Gurur’un sandalyesinin yanında dikilip samimiyetten uzak bir sesle, “Özür dilerim,” dedim. Sarkacımı ondan geri alana kadar huyuna gitmeliydim.

Ekmeğine tereyağını süren Gurur fazla umursamazdı. “Ne için özür diliyorsun?” Bunu söylerken dönüp bana bakmamıştı bile.

Suçlu çocuklar gibi ayaklarıma bakarken sesim kısıktı. “Sana şey dediğim için.”

“Ney dediğin için?”

“Neyden bahsettiğimi iyi biliyorsun?”

Gurur tereyağlı ekmeğini iştahla yerken omuzlarını kaldırıp indirdi. “En küçük bir fikrim yok.”

Sinirden tavana bakıp Allah’tan kendim için sabır istedikten sonra tekrar Gurur’a döndüm. “Özür diledim işte eve dön artık.” Niye bu kadar uzatıyordu ki.

Kocam olacak öküz, taze gelinler gibi tripli bir şekilde bakışlarını ısrarla benden kaçırıyordu. “Dönmeyeceğum önce ne içun özür dileduğunu söyle.”

Sinirlerime hâkim olmak için üstün bir çaba gösteriyordum. “Sana zorba bir haydut olduğunu söylediğim için özür dilerim.”

“O değuldur diğer söyleduğunden bahset.”

“O kadar şey söyledim ki hangi birinden bahsedeyim?”

“Bende oni derum, Farah Hanum.” Gurur ayağa kalkıp bana sırtını dönerek yürüdü. “O kadar şey söyledun ki hangi biri için özur dileyeceksun?”

Onu takip edip küçük adımlarla peşinden gitmeye başladım. “Hepsi için toplu bir özrü kabul etsen olmaz mı?”

Önümde yürürken dikleştirdiği omuzlarıyla bakışıyordum. “Olmaz ula kalbumi kirdun doğru düzgün telafi etmelisun.”

Şaka gibiydi ama uzun kahvaltı masasının etrafında dönmeye başlamıştık. Masanın etrafında oturanlar şaşkınlıkla bize bakarken biz onların etrafında dönüp duruyorduk. Gurur benden kaçmak için adımlarını hızlandırdıkça ona yetişmeye çalışıyordum. “Tamam, dur da hepsi için tek tek özür dileyeyim. Adımların büyük sana yetişmekte güçlük çekiyorum.”

İnadıma daha büyük adımlar atmaya başladı. “Durmayacağum biraz da sen koş benum peşumde.”

“Sen benim peşimde hiç koşmadın ki!”

“Önce sen benum peşumde koş bakayim, sonrasını düşünürüz.” Bige kahkaha attığında yanaklarım utançla kızardı. Kocamla rolleri değişmiştik!

Amacı beni peşinde koşturmaksa bunu gerçekten yapıyordu çünkü o önde ben arkadaydım. Artık sinirlenmeye başlıyordum. “Masanın etrafında dönmekteki amacımızı söyler misin? Bu masa çok mu kutsal, neden onu tavaf ediyoruz?”

“Canım öyle isteyi.” Gurur masanın etrafında bir tur daha döndü ve tabii bende onun peşinde.

“Başım döndü lütfen durur musun?”

“Heç umurumda değul.”

Bu iş böyle olmayacaktı! Onun peşini bırakıp hızlı adımlarla kapının yanına geldim. Aramızdaki mesafeyi kontrol ettikten sonra kaşlarımı çatarak onun eğlenen gözlerine baktım. “Sana söylediğim tüm o şeyleri hak ettin!” diye bağırdım. “Hiçbiri için pişman değilim! Değer verdiğim o şey odamda kaybolmasaydı buraya bile gelmezdim! Özürmüş, yok sana özür!” Bunları söyledikten sonra koşarak hemen dışarı çıktım. Peşimden gelip beni yakalamasını istemiyordum.

Salonun kapısından uzaklaşırken Gurur’un gülerek, “Tekrar gelecek,” dediğini duymuştum. Uyumak için sarkacıma ihtiyacım olduğunu bildiği için tekrar geleceğimi düşünüyordu. Hayır, uykusuzluktan kafayı sıyırsam bile ikinci kez bu adamın ayağına gelmeyecektim!

***

Bir hafta sonra

Telefonum üst üste çalarken açmıyordum çünkü evden birilerinin aradığını biliyordum. Bir ruh gibi deniz kenarında yürürken gördüğüm halüsinasyonlar beni çıldırtmak üzereydi. Uykusuzluğun en korkunç yan etkilerinden birini yaşadığım için evde duramamış, gizlice dışarı çıkmıştım. Bir hafta olmasına rağmen Gurur eve dönmemiş veya sarkacımı bana göndermemişti. İkinci kez ona gitmediğim için o da beni uyutan tek şeyi vermeye yanaşmıyordu.

İlk iki gün hiç uyuyamamıştım. Kırk sekiz saat boyunca gözümü bile kırpmamıştım. Uykusuzluk canıma tak etmiş ancak bir türlü uyuyamamıştım. Annem ve babam bu duruma dayanamayıp Gurur ile konuşacaklarını söylemişlerdi. Ancak buna izin vermemiştim. Ailemden kimse o herifin ayağına gitmeyecekti. Buna şiddetle karşı çıktığımda babam son çare olarak beni narkozla uyutmuştu.

Üç gece narkozla uyumuştum ancak bunun da benim için ağır sonuçları oluyordu. Ne zaman narkoz alsam uyandığımda sersem gibi oluyordum. Midem bulanıyor, sık sık kusuyor ve çoğu zaman ne yaptığımı bilmeyecek kadar kendimden geçiyordum. Narkoz aldığımda günün çoğunu uyuşturulmuş gibi geçiriyordum. Bu yüzden sarkacım olmadan geçirdiğim beşinci gecenin sabahında narkoz almayı da bırakmıştım. Son iki gün ise hiç uyumamıştım.

Bu son bir haftadır Gurur bana ne yaşattığını tahmin bile edemezdi. Uyuyamadıkça uyku problemimin kaynağına iniyordum ve o kaynak halüsinasyona dönüşüp canıma okuyordu. Her yerde derisi yanmış bir adam ve siyah bir köpek görmeye başladığım için aklımı kaybedecektim. Olur olmadık her anda onları görüyor, kendimi parmaklıkların ardında buluyordum.

Deniz kenarında yürürken yanımda geçen tek tük insanın bana attığı tuhaf bakışları görebiliyordum. Uyuyamadığım için gözlerim kan çanağına dönmüştü ve gözlerimin altı morarmıştı. Tenim solmuş dudaklarım kurumuştu. Baygın bakıyor, uyuşuk adımlar atıyordum. Beni görenler muhtemelen bir bağımlı olduğumu düşünüp yadırgıyor ve kınıyordu. Çoğu da acıyan gözlerle bana bakıyordu.

Kendimi boş bir banka yorgunca attığımda elimde sıktığım telefon bir kez daha çaldı. Yeni bir halüsinasyonun gazabına uğramadan, “Ben iyiyim baba,” diye telefonu açtım. “Sadece biraz yalnız kalmak istiyorum.”

Yanında annem olmalı ki arkadan annemin endişeli sesini duyabiliyordum ama babamın sesi daha baskındı. “Farah o halde yanına hiç koruma alamadan dışarı çıkamazsın!” Yürümekte bile zorlandığımı bildiği için çok korkmuş olmalıydı. “Yerini söyle seni almaları için birilerini göndereceğim.”

“Lütfen bunu yapma.” Banka uzanıp gökyüzüne bakmaya başladım. “Eve döneceğim ama öncesinde biraz yalnız kalmak istiyorum.”

“Farah’ım benim güzel kızım sen benim yüreğime mi indireceksin,” diyen sesi yalvarır gibi çıkmıştı. “O halde tek başına dışarıda olmamalısın. Yerini söyle geleyim yanına.”

“Baba lütfen dur artık.” Gözlerimde birbiri ardına yaşlar akarken vücudumdaki titremeyi kontrol edemiyordum. Gerçek anlamda bir bağımlıya benziyordum. “Her şey üstüme üstüme geliyor biraz nefes almaya ihtiyacım var. Beni bulmaya çalışma ya da adamlarını peşime takma. Senden tek istediğim birkaç saat beni yalnız bırakman,” dedikten sonra aramayı sonlandırıp telefonu hepten kapattım.

Ayaklarım bankın kenarında taşarken sırtüstü uzandığım yerde mavi gökyüzünü izliyordum. Islak kirpiklerimi kapattığımda bile bir gram uyku gözlerime uğramıyordu. Çok fazla üşüdüğüm için titriyordum. Evden can havliyle çıktığım için üzerime hiçbir şey almamıştım. Çantamı bile almamıştım yanımda olan tek şey telefonumdu.

Birinin gölgesini üzerimde hissettiğimde yumduğum gözlerimi araladım. Tepemde dikilen adama sarhoş gözlerle bakarken onun neden burada olduğunu sorgulamayacak kadar uyuşmuştum. Uykusuzluğun bana yaşattığı sarsıntıdan dolayı Sonat’ın burada olma sebebini derinlemesine düşünemiyordum. Onunla ilk kez burada ve bu bankta karşılaşmıştık. Belki de buraya sık gelen biriydi.

Tepemde dikilirken uykusuzluktan baygın bakan gözlerime ve gözlerimin altındaki koyu halkalara bakıyordu. “Sarhoş veya bağımlı mısın?” Anlamaya çalışarak kahve gözlerini kıstı. “Hangisisin?” Oradan bakınca ikisinden biri gibi görünüyor olmalıydım.

Güçlükle bankta oturarak kenara kayıp onun için oturacağı alan açtım. Eğdiğim başımı ellerimin arasına alıp sıkarken, “Sarhoş olsam ne yapardınız?” diye sordum iniltiyle. Uykusuzluk bende baş ağrısı yapıyordu.

“Ayılman için bir kahve getirirdim,” diyen sesini duydum.

“Bağımlı olsaydım ne yapardınız?”

“Kurtulman için gereken her şeyi.”

“Neden?” Başımı kaldırıp yorgun gözlerle ona bakmaya başladım. “Beni tanımıyorsunuz bile neden tanımadığınız birine yardım edesiniz ki?”

Titreyişlerime kayıtsız kalamadığı için üzerindeki siyah ceketini çıkardı. “Birine yardım etmek için onu tanımak gerekmiyor.” Giymem için ceketini tutunca onu geri çeviremedim. Çok üşüdüğüm için teşekkür ederek çıkardığı ceketi giymiştim. Ceketine sinen sigara ve parfümünün kokusunu soluyordum.

Sırtımı banka yasladığımda kısık gözlerini üzerimden çekmiyordu. “Ne bu halin? Neyin var?”

Gurur yüzünden bu halde olduğum için gözlerimin ardı sızlayınca başımı gökyüzüne kaldırıp ağlamamaya çalıştım. “Uyuyamıyorum.” Gözyaşlarımı tutabildim ama sesim ağlamaklı çıkmıştı. “Çok uykum var ama uyuyamıyorum.”

“Uyku problemin mi var?”

“Benim birçok problemim var.” Gökyüzünü izlemeyi bırakıp karşımdaki denizin hırçın dalgalarına gözlerimi diktim. “Bazen sadece yok olmak istersin.”

İşi muzırlığa dökerek bakışlarımın odağında olan denizi gösterdi. “Atlamayı düşünmüyorsun değil mi?”

“Hayır, bu tür şeylere meylim yok.” Öylesine bir şeyden bahseder gibi ince omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Yaşamayı seviyorum.”

Sonat sessizlik içinde beni dinlerken yüzündeki duygusal dalgalanmayı gördüm. “Yaşamak,” diye mırıldandığında sesi iç çeker gibiydi. “Güzel bir şey olsa gerek.”

İçime bir kasvet çöreklendiğinde artık bakışlarımın odağında onun karamsar bakan gözleri vardı. “Bunlar ölü bir adamın sözleri mi?”

Sonat’ın yüzü yaşadığı kederin yükünü taşıyormuş gibi sertleşmişti. Kahve irislerini doğrudan bana diktiğinde derin bir boşluğun içinde kaybolmuş gibiydi. “Hepimiz biraz ölü değil miyiz?” Odağını yitiren gözlerle beni gösterdi. “Sen biliyor musun ne zaman öldüğünü veya katilini?”

Hatırladıklarımın burukluğuyla tek bir gözyaşım gözlerimin çukurunda süzüldü. “Ne zaman öldüğümü biliyorum.” Bir damla gözyaşının sıcaklığını yanağımda hissettim. “Dokuz yaşındaydım.” Gözlerimi gözlerine kenetledim. “Öldüğümde dokuz yaşındaydım.” Dudaklarım titrerken başımı iki yana salladım. “Ama katilimi bilmiyorum o kısım meçhul.”

Sonat bakışlarını benden çekip denizi izlemeye başladığında içindeki boşlukta kaybolmuş gibiydi. Onun da aşamadığı, bir türlü üstesinden gelemediği derin bir acısı olmalı ki bir şeylere tutunmaya ihtiyacı olduğunu hissettim. “Doğduğumda.” Dudaklarından çıkan tek şey bu olmuştu.

Yersiz bir merakla, “Doğduğunuzda ne oldu?” diye sordum.

Sert rüzgâr bizden yana esince üzerimde ceketi olmasına rağmen ben üşüdüm ama o rüzgârı bile hissetmedi. Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktığında gözlerinde gördüğüm şey derin bir boşluk ve dinmek bilmeyen bir matemdi. “Doğduğumda ölmeye başladım.” Ve ikinci bir gözyaşı yanağımda süzüldü. Sebebi hiç tanımadığım bir adamdı.

“En acısı da…” diye başladığım cümlemi, “Bir cenazemiz bile olmadı,” diye tamamladı. Çünkü kimse öldüğümüzü bile anlamadı. Her şey fazla sessiz ve bir anda olmuştu.

Sonat ile ortak acılarımızın olduğunu anladığımda sanki ona biraz daha yakınlaşmıştım. İkimizde susup hırçın denizin kıyıya vuran dalgalarını izlerken çok fazla ortak noktamızın olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sonat’ın yanındayken hissettiklerime bir anlam veremiyordum ama onunla ilgili her şey çok tuhaftı. Bizi birbirimize bağlayan bir ipin iki farklı ucunda gibiydik.  

Sanki o ip ikimizin de parmağına bağlıydı. Birbirimizden uzaklaştıkça aramızdaki ip geriliyor, yaklaştıkça bize nefes aldırıyordu. Her şey fazla garipti. “Acaba önceki hayatımızda tanışıyor olabilir miyiz?” Sessizliği bozarak ortaya yeni bir teori attım. “Sizinle ilgili bana tanıdık gelen bir şeyler var.”

Beni izlerken bakışları sanki daha ışıltılı ve daha derindi. Bana olan bakışları nazik ve sevgi doluydu ama aynı zamanda gözlerinde anlam veremediğim kıvılcımlar oluşuyordu. “Önceki hayat diye bir şeylerin varlığına inanacak kadar hayalperest misin?” Alay ettiğinde düz çizgideki dudakları kıvrıldı. “Seninle ilgili bana yabancı gelen hiçbir şey yok.” Sözlerinde derin bir ima sezdim ama gerçekte ne demek istediğini anlamadım.

Burada çok fazla seyyar satıcı olurdu. Kâğıt helva satan birini görünce Sonat’a döndüm. “Yanınızda para var mı?”

Sonat bakışlarımı takip ettiğinde kâğıt helvaları gördü. Gözlerinin çevresinde ince çizgiler belirdiğinde hafifçe gülümseyerek ayağa kalkmıştı. Satıcının yanına gidip iki kâğıt helva alarak geri dönmüştü. Yanıma oturduğunda birini bana uzattı. “Teşekkür ederim.”

Kâğıt helvanın ambalajını açmaya başladığımda iri parmakları arasında öylece tuttuğu şeyi ona gösterdim. “Yemeyecek misiniz?”

“Sigara içtikten sonra belki.” Üzerime eğilince korkudan neredeyse sıçrayacaktım. Bu yakınlaşmaya hazır değildim çünkü bu tür ani hareketler beni ürkütüyordu. Nefesini yüzümde hissedeceğim kadar bana yaklaşıp elini üzerimdeki ceketin cebine doğru uzattı. Bunu yaparken korkudan solan yüzüme ve kırpıştırdığım gözlerime bakıyordu. “Neden bu kadar ürkeksin?” Sesinin sıcaklığı yüzüme çarpıyordu.

“Sakin ol, Farah sadece sigara paketimi alacağım.” Sigarasını alıp geriye çekildiğinde rahat bir nefes alarak bankın kenarına doğru biraz kaydım. Aramıza koyduğum mesafeye hoşnutsuz gözlerle baktı ama bu konuda herhangi bir şey söylemedi. Bana bu kadar yaklaşmak yerine sigarasını benden isteyebilirdi.

Açtığım kâğıt helvadan bir ısırık aldığımda sevdiğim bir şeyi yerken aldığım o hazdan daha fazlasını alıyordum. Sonat sigarasını içerken dudaklarında süzülen dumanın arasından yüzümde oluşan tebessümü izliyordu. “Dünyanın en leziz şeyini yiyormuş gibi davranıyorsun.”

Gülerek başımı salladım. “Çünkü dünyanın en leziz şeyini yiyorum.”

“İki kuruşluk bir atıştırmalığın nesini bu kadar seviyorsun?”

“Bana hissettirdiklerini.” Önüme döndüğümde bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum. “Çocukken sevgiyi kâğıt helvalara benzetirdim.” Denizin tuzlu kokusunu içime çekerken gülümsediğimin farkında değildim. “Dışı sert içi fazla yumuşak.” Soğuktan pembeleşen elimdeki kâğıt helvadan kocaman bir ısırık aldım. “Büyüdüm ve düşüncelerimde değişen hiçbir şey olmadı. Sevgi gerçekten de kâğıt helva gibiymiş dışı sert ve meşakkatli ancak içi yumuşak ve sıcak.”

“Peki, sen arzuladığın o yumuşak sıcaklığa kavuştun mu?” diye sorduğunda o beni izliyordu bense denizi.

Gurur aklıma geldiğinde göğüs kafesim sıkışmaya başlamıştı. O da tıpkı bu deniz gibi hırçın ve asiydi. Kuzeyin oğlu bir deli dalga gibi hayatımın altını üstüne getiriyordu. Tıpkı Karadeniz gibi bazen durgun bazense sertti. Kendini hiç kasmayan, kafasına eseni yapan arızanın tekiydi. Herkese gösterdiği o sert kabuğunu bir tek benim yanımda kırıyor, beni gözünden bile sakınıyordu.

Kabul ediyorum bazı şuursuz ve kontrol edilemez kötü alışkanlıkları vardı. Beni bir haftadır uykusuz bırakmak gibi bazı düşüncesiz davranışları da vardı. Ancak biliyordum ki o inatçı herif hiçbirini beni üzmek için yapmıyordu. Eminim uyumanın bir yolunu bulduğumu, bu yüzden ikinci kez sarkaç için ona gitmediğimi düşünüyordu. Gurur eğer günlerdir ne halde olduğumu bilseydi bir dakika durmaz sarkacı bana getirirdi.

Onu aklamak veya kendi içimde haklı çıkarmak için böyle düşünmüyordum. Ben kocamı tanıyordum ve nasıl biri olduğunu herkesten daha iyi biliyordum. O deli adamın merhametli bir yanı vardı. Bile isteye bana acı çektirecek biri değildi. Gurur ile ilgili düşüncelerin içinde kaybolmuşken, “Evet,” diye başımı salladım. “Arzuladığım o sıcaklığı buldum.”

“Kimden?”

“Gurur’dan yani kocamda aradığım her şeyi buldum,” dediğimde Sonat’ın yüzü aniden değişti. İfadesi sertleştiğinde sebepsiz yere endişelenmeye başlamıştım. Sanki yanlış bir şey söylemişim gibi bana olan bakışları tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı. Yanında duran elini sıktığında avucundaki kâğıt helvanın ezildiğini gösteren o çıtırtıyı duymuştum.

Bankın kenarına doğru biraz daha kaydığımda beni korkuttuğunu anlamıştı. Silkelenir gibi başını iki yana sallayıp yüzündeki sert ifadeyi orada silmeye çalıştı. Bakışlarını yumuşatmak için kendini zorlayıp yapmacık bir şekilde gülümsedi. “Aradığın şeyi bulduğun için senin adına sevindim.” Pek sevinmiş gibi görünmüyordu.

“Teşekkürler.” Hemen ayağa kalkıp üzerimdeki ceketi çıkartıp yanına koydum. “Umarım sizde aradığınızı bir gün bulabilirsiniz.” Yarısına kadar yediğim kâğıt helvayı gösterdim. “Tekrar teşekkür ederim.” Bunları söyledikten sonra kaçarcasına yanından ayrılmıştım. Bu adamın sohbeti hoştu, iyiydi ancak bazı anlarda tüylerimi diken diken ediyordu. Ona Gurur’dan bahsedince yüzünde oluşan o ifade de neydi?


Yorumlar