“Senden uzaklaşmak için kendimden ne çok gittiğimi ah, bir bilsen…”
Geçmiş
Gurur okula gitmek için odasından çıktığında yerdeki çantasını tekmeleyerek ilerliyordu. Çantaya tekme atarak onu birkaç adım ileriye savuruyordu daha sonra çantaya yetişip tekrar ona tekme atıyordu. Kendi çantasını bile taşımayacak kadar tembel bir çocuktu. Merdivenin üstünde durduğunda yerdeki çantayı biraz sağa biraz sola ayarladı. Daha sonra arkaya çekilip önce çantaya, hemen sonra basamaklara baktı. Gözleri kısıldığında yüzünde orta sahadan şut çekecek bir futbolcunun ciddiyeti vardı.
Yeşil gözlerini biraz daha kıstı, ciğerlerine büyük bir nefes çekti ve ileriye atılıp çantaya tüm gücüyle vurdu. Çanta aşağıya fırlayıp basamaklardan yuvarlanmaya başladığında Gurur soluğunu tutmuştu. Basamaklardan pata küte düşen çantayı izlerken çıt çıkarmıyordu. Çanta son basamaktan yuvarlanıp yere düştüğünde Gurur olmayan seyircilerin coşkulu tezahüratlarını kafasının içinde duydu ve küçük yumruklarını sıkarak, “Goool!” diye bağırdı.
Bunu neredeyse her sabah yaptığı için onu gören hizmetçiler gülerek holden geçiyordu. Gurur ise on yaşındaki bir çocuğun haylazlığıyla ellerini yukarı kaldırmış, hayalet seyircilerinin alkış tufanlarını büyük bir gururla göğüslüyordu. “Teşekkür edeyim, teşekkür edeyim.”
Dışarıda onu gören herkes onun delirdiğini düşünürdü, ki zaten Gurur normal bir çocuk da değildi. Çantasıyla attığı golün sevincini uzun süre yaşamadan abisinin, “O ırz düşmanının kanını sikeceğim!” diyen kızgın sesini duydu. Başını çevirdiğinde gözleri bu kattaki odalardan birinin kapısında oyalandı. Şeref ve Güzin’in sinirli sesleri Defne’nin odasında geliyordu.
Gurur bu insanların Defne’ye bir şey yapmasından endişelenerek hemen odasına doğru yürüdü. Aralıklı kapının önünde durduğunda Şeref odanın içinde sinirle dönüp duruyordu. Güzin ise Defne’nin kıyafetlerini gardıroptan çıkartıp yatağın üzerindeki bavula aceleyle koyuyordu. “Bu olay duyulursa rezil oluruz. Defne daha on üç yaşında.” Onun elbiselerini bavula gelişigüzel atıp yüzünü ovuşturdu. “Nasıl hamile kalabilir o daha çocuk!”
Hamile mi?
Kim hamile? Defne mi?
Gurur’un çocuk aklı duyduklarını yeteri kadar kavrayamadı. Henüz on yaşında olduğu için hamileliğin ne anlama geldiğini bile bilmiyordu. Abisi ve yengesini bu kadar kızdırdığına göre hamilelik iyi bir şey olmasa gerekti. Şeref’in sertleşen yüzünü kapı aralığında gördüğünde mavi gözlerinde geçen o sert ifade Gurur’u ürkütmüştü. Son derece ciddi bir suratla karısına dönüp, “Bebekten kurtulmalıyız,” dedi. “Kimse bu olayı duymadan Defne’nin karnındaki o piçten kurtulmalıyız.”
“Doktoru sende duydun bebek dört aylıkmış.” Güzin buna şiddetle karşı çıkarak kocasının önerisine yanaşmadı. “Kürtaj için geç kalınmış.”
“Sikimde değil o piçi doğurmayacak!”
“Kürtaj olursa Defne ölebilir!” Güzin sinirli adımlarla yatağın etrafında dönüp kocasının karşısına dikildi. “Senin arkadaşının yaptığı ahlaksızlık yüzünden kızımı kaybetmeyeceğim!” Gurur belki de ilk kez yengesini Defne’yi bu kadar içten savunurken görüyordu. İnce kaşlarını çatıp Şeref’ten hesap sorarken öfkesi narin vücudundan taşıyordu. “O herifi evimize sen soktun, kızıma olanlar senin de suçun!” Kocasını göğsünden sertçe iterken güzel yüzü yoğun bir öfkeyle sarsılıyordu. “Arkadaşın olacak o kansızın öldüğünü göreceğim, Şeref!”
“Güzin-“
“Onu içimize sen soktun!” Bağırarak Şeref’i susturduğunda ela gözlerinde birkaç damla yaş süzülmüştü. “Senin arkadaşın kızıma tecavüz etti!” Odanın içi buz kesmişti ama Gurur duyduklarından hiçbir şey anlamıyordu. Ne hamileliğin ne anlama geldiğini biliyordu ne de tecavüzün. Bunlar bir çocuğun bilmediği şeylerdi.
Omuzları düşen Şeref, karısını sakinleştirmek için sinirli bakışlarını yumuşatmaya çalıştı. Mavi gözleri Güzin ile aynı öfkeyi taşırken sesini daha kısık çıkartarak, “Benden ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu.
Yengesinin sırtıyla bakışan Gurur, onun sarsıcı sözlerini işitti. “Bu skandalın dışarı sızmasına izin vermeyeceğiz. Defne bugün evden ayrılacak ve doğuma kadar gözden uzak bir yerde yaşayacak. Daha sonra bebeği bir yurda verip kızımızı evine getireceğiz.” Gurur hemen kapıdan uzaklaşıp merdiveni inerken duyduklarına inanmak istemiyordu. Defne ablasını evden mi gönderiyorlardı?
Defne’yi nerede bulacağını iyi bildiği için dışarı çıkıp bahçenin sol tarafına baktı. Yanılmamıştı Defne yine oradaki defne ağacının yanındaydı. Son dört aydır gününün çoğunu hep o ağacın yanında geçiriyordu. Gurur dahil evdeki çocuklar ona ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu ama Defne çok değişmişti. Artık neredeyse hiç gülmüyor, kimseyle konuşmuyor ve onlarla vakit geçirmiyordu. Gününün çoğunu ya odasında ya da bahçedeki defne ağacının altında geçiriyordu. Yemeklerini bile onlarla yemiyordu.
Karun ve Çağıl havuzun yanındaki şezlongda yan yana oturmuş üzgün gözlerle Defne’yi izliyorlardı. İkisi de okul üniformasının içindeydi ama okula gitmek için hazırlanmak yerine ablalarını izliyorlardı. Gurur onların yanına gittiğinde Karun başını kaldırıp mavi gözlerini ona dikti. Aylardır cevabını merak ettiği şeyi bir kez de Gurur’a sorarak, “Ablamın nesi var?” diye iç çekti kederli bir sesle. “Artık okula gitmiyor, bizimle oynamıyor ve hep üzgün.”
Çağıl suratını asarak küskün bir şekilde başını eğdi. “Doğum günümde bile mutlu değildi.” Ablasına gücenmiş gibi ayakkabılarına bakıp somurtmaya devam ediyordu. “Sekiz yaşına girdim ama sevinmedi bile. Artık benle piynik de yapmıyor.”
“Defne abla hamileymuş da.” Gurur kapı aralığında duyduğu şeyleri onlarla paylaşırken yeşil gözlerinde birçok soru işareti vardı. “Nedur bu hamileluk siz bilir misunuz?”
Ablasının ölümcül bir hastalığı olduğunu düşünen Karun ayağa kalktığında beti benzi atmıştı. “Ablam hasta mı?” Çocuk bedeni gerildi. “Kanser gibi bir şey mi olmuş?”
Çağıl’ın ela gözlerinde dehşete kapılan bir ifade oluştu. “Ya bize de bulaşırsa?” Korkuyla ayağa kalkıp Gurur ve Karun’dan uzaklaştı. “Ben hamile olmak istemiyom, annemden maske isticem.”
“Defne abla bu yüzden mi bizden uzak durayi?” Gurur gözlerini kısarak bir ağacın altında kederli bir şekilde oturan Defne’ye baktı. “Hamileluğu bulaşuci olmali ki bizlere bulaşşun istemeyi.”
“Bulaşırsa ne olur?” diye sordu Karun.
Çağıl korkarak ellerini karnına bastırdı. “O zaman bizim de karnımız büyür mü?” Ablasını ispiyonlayarak Gurur ve Karun’a doğru kafasını uzattı. “Defne abla karnısında hamile olmuş olabilir çünkü göbüşü gittikçe büyüyor.” Kolunu kaldırıp işaret parmağıyla Defne’nin olduğu yönü gösterdi. “Bu yüzden artık bol kıyafetler giyiyo çünkü karnısı büyüyo. Annem ondan bunu saklayacak bol şeyler giymesini istedi.” Çağıl dudaklarını sarkıtarak ellerini tekrar karnına bastırdı. “Ya benim de karnım büyürse? Ben büyüyünce asker olmak istiyom, hamile değil!”
Karun sinirlenerek elinin tersiyle küçük kardeşinin kafasının arkasına bir tane geçirdi. “Asker olmayacaksın dedim sana!”
Çağıl daha ensesindeki acıdan kurtulamazken ikinci darbe Gurur’dan gelmişti. Çağıl’ın askerlere olan bu tutkusu Gurur’u da kızdırdığı için sertçe onun kafasına vurdu. “İnşallah sende hamile kalursun da kurtuluruz senun bu askerluk sevdandan.”
Çağıl kafasına tutarak ağlamaya başladı. Ela gözlerinde yaşlar yuvarlanıp düşerken, “Sizi anama dicem!” diye sızlanmaya başladı. “Yine beni dövdüler dicem!” Ellerini kafasından çektiğinde Gurur ve Karun’u kızdıran bir inatla, “Asker olcam işte!” diye bağırdı. “Görürsünüz büyüyünce asker olcam!”
“He olursun salak.” Karun onu yetersiz gördüğünü gizlemeyen gözlerle küçük kardeşine bakıyordu. “Ağlakları askere almıyorlarmış bir kere.” Çağıl hemen susup ağlamayı bırakınca Gurur sinsice sırıtıyordu. “Ha bu büyüyecekte asker olacak öyle mi?” Gülerek başını iki yana salladı. “Kim napsun bu sümüklüyü.”
“Sizi anama dicem!”
“Yengeme biraz daha ana dersen bizden önce senun kafayi kirar.” Güzin Hanım gereksiz yere böyle şeylere takıntılıydı.
Çağıl ıslak yanaklarını silerken şimdi de gülüyordu. “Anam beni döverse bende Levent’i döverim.” Onun bu çıkışı Gurur ve Karun’u da güldürmüştü. Evdeki düzen herkes için farklı işliyordu. Karun sıklıkla Gurur’u döverdi ama Gurur kolay kolay ona el kaldırmazdı. Onun yerine gidip Çağıl’ı döverek Karun’a olan hıncını çıkartırdı. Çağıl’ın gücü Gurur’a yetmediği için o da gidip beşiğindeki Levent’i hırpalardı.
Karun tam bir şey söyleyecekti Gurur’un gülüşü silindi. “Defne abla yine ağlayi.” Gurur gözlerini Defne’den ayırmazken gördükleri karşısında çocuk yüreği sızlamıştı. Defne ağlıyordu. Sırtını ağacın gövdesine yaslayıp dizlerini karnına çekmişti. Kendini korumak ister gibi kollarını dizlerine sarmış ve başını eğerek ağlıyordu. Son dört aydır gözyaşları hiç dinmiyordu.
Üç çocuk koşarak hemen onun yanına gidip Defne’nin başında toplandılar. Karun ablasının döktüğü içli gözyaşlarına kıyamayıp, “Abla,” diye fısıldadığında mavi gözlerine yaşlar akın etmişti. “Abla niye ağlıyorsun? Bir yerin mi acıyor?”
Defne başını kaldırdığında Gurur onun ayaklarının önüne kıvrılıp yanında diz çöktü. “Neyin varidur Defne abla?” Ellerini Defne’nin dizlerine koymak istediğinde Defne irkilerek hemen kendini geriye çekti. Titreyen ellerle eteğini aşağıya çekerken korkusu yüzüne yansıyordu. Gurur, Karun ve Çağıl göz göze geldiğinde üçünün de bakışlarında kafa karışıklığı vardı. Defne artık birinin ona dokunmasından bile korkuyordu.
Eskiden onlara sarılan, onları sırtında taşıyan ve yataklarına kıvrılıp onlarla uyuyan Defne gitmiş, en küçük temasla ürken bir Defne gelmişti. “Abla yapmaysun böyle.” Gurur onun ayaklarının önünde dizlerinin üstünde dururken içi acıyarak Defne’ye bakıyordu. “Neyin vardur söyleyesun bize?” Onu böyle görmeye dayanamıyordu.
Defne sırasıyla onlara bakarken yeşil gözlerinde birbiri ardına yaşlar dökülmeye başladı. Onları ne kadar üzdüğünü görebiliyordu ama bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu çünkü o da çok üzgündü. Başına gelenlerden sonra artık yalandan bile tebessüm edemiyordu. Hayat sanki onun için son bulmuş gibi ruhu bedeninden çekilmişti. Aradan dört ay geçmesine rağmen hâlâ başına gelenleri anlayamıyor, çektiği bu acıyı dindiremiyordu.
O günü hatırladıkça yeşil gözleri boş, biraz şaşkın ama bolca hüzünle doluyordu. Yüzündeki bu derin ıstırap çocuksu bir masumiyetle bir araya geldiğinde bile Defne kendini fazla kirli hissetmekten alıkoyamadı. “Ben birazdan evden ayrılacağım.” Canından çok sevdiği bu üç çocuğu gidişine hazırlarken dudakları titriyordu. “Bir süre yanınızda olmayacağım.”
Bir korku çöktü Karun’un içine ve küçük bedeni titredi. “Abla,” derken sesi bile fazla zayıf çıkmıştı. “Bizi bırakıp gidecek misin?”
“Seni anama söylerim,” diyen Çağıl ağlamaya başladı. “Ona derim ki Defne ablam gidiyo.” Onu evden gönderenlerden birinin de annesi olduğunu bilmeden ıslak gözlerle Defne’ye bakıyordu. “Biz mi seni üzdük?”
Gurur öne atılıp sıkıca Defne’nin ellerine yapıştı. “Bir daha senu üzmeyeceğuz.” Defne’nin onları bırakmalarını istemiyordu çünkü Defne onların her şeyiydi. Ailedeki tek kız Defne olduğu için bu üç çocuk onun üzerine titrer, bir dediğini iki etmezdi. Bu evde bir tek Defne’yi dinleyip onun her dediğini yaparlardı çünkü üçünün tek ortak noktası Defne’ye olan sevgileriydi.
“Defne abla gitmeysun.” Gurur ona yalvarmaya başladığında her an gidecek korkusuyla ellerini sıkıca tutuyordu. “Bizi bırakmazsan ha şu zarganayla heç kavga etmeyeceğum.” Bunları söylerken ona Karun’u gösteriyordu. “Çantami da ona taşutmayacağum.” Yüzü acıyla kasılırken öksüz çocuklar gibi başını omzuna yatırıp, “Gitme senu heç üzmem,” dediğinde Defne ağlayarak onu kollarının arasına aldı. Küçük amcasına sımsıkı sarılırken ondan nasıl ayrılacağını bilmiyordu. Gitmek veya kalmak Defne’nin elinde değildi ki, anne ve babası onu bu evden gönderiyorlardı.
“Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum.” Ağlamaktan Defne’nin sesi çatallaşırken Gurur’un omuzlarını tutup ikisinin yüzünü aynı hizaya getirdi. “Yokluğumda annem ve babamı kızdıracak şeylerden kaçınmanı istiyorum.”
Gurur’un çocuksu yüzüne bakınca yanaklarına süzülen yaşları tutamadı. “Benim güzel amcam,” derken belki de son kez Gurur’u şımartıyor, amca diyerek nazıyla oynuyordu. “Sana yalvarıyorum onların gazabını üzerine çekme.” Gittiğinde aklı hep burada kalacaktı çünkü Gurur ve Karun’u koruyacak kimse kalmayacaktı.
Gurur’un sırtını yakan ateş Defne’nin ciğerlerini dağlardı.
Karun’u üşüten ayaz ise Defne’nin yüreğini titretirdi.
Gittiğinde Gurur ve Karun’a ne olacaktı?
Elini uzatıp Karun’u yanına çağırdığında tıpkı Gurur gibi Karun’da onun yanına diz çökmüştü. Defne veda eder gibi Karun’un kumral saçlarını okşarken küçük kardeşine olan bakışları içliydi. “Babamın tersine gitme,” diye ona yalvardığında gözlerinin pınarlarında yaşlar akıyordu. “Yapma kardeşim, o canavarın damarına basma.” Şeref Kalender kendi kanında olanları bile harcayacak kadar korkunç biriydi. Karun’a bir fenalık yapmasından ödü kopuyordu.
Defne kıyamayan gözlerle Gurur ve Karun’a bakarken titreyen bir sesle, “Çağıl ve Levent’i size, sizi ise Allah’a emanet ediyorum,” dedi. Bu iki çocuğu Allah’tan başka kimse Şeref ve Güzin’in zulmünden koruyamazdı. Defne Allah’ın adaletine inanan bir çocuktu. Elbet bir gün herkes yaşattığını yaşayacaktı.
Karun, ablasının onlarla vedalaştığını anlayınca çocuk kalbi sıkıştı. Mavi gözlerini yaşların sızısı zorlarken bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ancak Defne onu susturdu. Kardeşine arkasındaki ağacı gösterip, “Karun’um,” dedi ah eder gibi.
Bunu ona nasıl söyleyeceğini bilmez bir halde Karun’a baktı ve on üç yaşındaki bir çocuğun ağzına yakışmayan o cümle dudaklarından döküldü. “Eğer olur da başıma bir iş gelirse sana vasiyetimdir, beni bir defne ağacının toprağına göm.” Defne bu gidişin bir dönüşü olmadığını hissediyordu.
Karun, Defne’nin söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordu ama ortada onu ağlatacak kadar kötü bir şey olduğunu seziyordu. Kirpiklerinin arasından yaşlar akarken sırf ablası daha fazla üzülmesin diye başını salladı. Neyi kabul ettiğini bile bilmiyordu. Bir gün yanında bir tabutla Ordu’dan ayrılacağını bilmeden Defne’nin ona vasiyet ettiği şeyi kabul etmişti. O tabut Defne’nin tabutu olacaktı ama henüz hiçbiri bunu bilmiyordu.
Defne önce Gurur ve Karun’a, daha sonra da bir köşede somurtarak onları izleyen Çağıl’a sımsıkı sarılmıştı. Gitmeden önce ona da birkaç nasihatte bulunmadığı için Çağıl’ın ona gücendiğini anlamıştı. Çağıl evin sevilen çocuklarından biri olduğu için Defne onu anne ve babası hakkında uyarma gereğinde bulunmamıştı. Ama küçük kardeşine de diyecek birkaç sözü vardı. “Bir gün büyüyünce çok iyi bir asker olacağına tüm kalbimle inanıyorum.” Bu sözleri Çağıl’ı avutmak için söylemiyordu çünkü Defne buna gerçekten inanıyordu.
Çağıl’ın yüzünü avuçlarının arasına alıp yanağını okşadı. “Hayallerinin peşinden koşmaktan asla vazgeçme kardeşim.” Kendini zorlayarak Çağıl’a gerçeklikten uzak bir gülümseme sundu. “Kalbinin arzuladığı şeylerin peşinden gittiğin sürece mutlu olabilirsin.”
Annesi onun bavuluyla dışarı çıktığında Defne gitme zamanının geldiğini anladı. Bahçedeki çocuklara son bir kez daha sarılıp hiç istemese de ayağa kalkmıştı. Görmesi gereken biri daha olduğu için onları bırakıp eve yürüdü. Annesinin yanından geçerken kalbi ona küsmüş gibi bir kez olsun Güzin Hanım’a bakmamıştı. Korumalar onun eşyalarını arabaya taşırken Defne eve girip Levent’in odasına doğru ilerledi. En küçük kardeşini görmeden bu evden ayrılamazdı.
Bir daha onları göremeyeceğini içten içe biliyordu.
***
Günümüz
Farah Kalender
Gurur ve onun yapacaklarıyla ilgili aklıma her türlü çılgınlık gelirdi ama beni öpmesi… İşte bu ihtimal aklımın kıyısına bile ulaşmazdı. Onun beni öpmesini tetikleyen şey neydi, bilmiyordum. Bir haftadır birbirimizi görmememiz mi yoksa eve döndüğü ilk gecede tartışıp ondan boşanmak istemem mi? Cevap bunlardan biri de olabilirdi her ikisi de. Boşanmak istediğimi söyledikçe onu ne denli kızdırdığımı görmüştüm hatta üzerime yürüyünce bir an bana şiddet uygulayacağını bile düşünmüştüm. Bana bunu düşündürecek kadar sinirlenmişti.
Ancak Gurur Kalender bir kez daha ondan beklenileni yapmayıp beni şaşırtmıştı. Öfkeli adımlarla üzerime yürüyüp beni öpmesini beklemiyordum. Beni öpme şekli izlediğim o filmlerdeki gibi ateşli değildi çünkü benden aldığını bana satmıştı yani benim daha önce yaptığım gibi yapmıştı. Dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırarak beni susturmuştu. Hepsi bu.
Bu bile kontrolünü yitirmesi için yeterliydi. Kendi başlattığı şeye yenilerek dudaklarını hafifçe kıpırdatarak beni öpmeye başladı. Bunu yaparken son derece yavaş ve nazikti. Onun gibi kontrolsüz birinden beklenmeyecek kadar ölçülüydü. Sanki beni ürkütüp kaçırmak istemiyordu. Belki de bu konudaki tecrübesizliğimi ve bunun benim gerçek anlamdaki ilk deneyimim olduğunu bildiği için kontrollü davranmaya çalışıyordu. Sonuçta önceki girişimlerimi gerçek bir öpücük olarak görmüyordu.
Arada sırada dudaklarına kondurduğum o küçük öpücükleri saymadığı için beni öperken çok dikkatliydi. Bir yanı bana gerçek bir öpüşmenin nasıl olduğunu göstermek için çıldırırken diğer yani onu kontrollü olmaya zorluyordu. Bir şeyleri ilk kez onunla yaşadığımı bildiği için bana karşı sabırlı olmaya çalışıyordu. Bu yüzden dudaklarımın üzerindeki hareketleri yavaş ama kışkırtıcıydı.
İtiraf etmeliyim ki ona nasıl karşılık vereceğim hakkında zerre kadar bir fikrim yoktu. Beni öpmesinin şaşkınlığını doruklarda yaşadığım için onu itsem mi yoksa karşılık mı versem, bilmiyordum. Tercihim ikincisiydi.
Dudaklarıma olan yoğun ilgisi aklımı başımdan aldığı için neyi nasıl yapacağımı bile unutmuştum. Aklım gerekli gereksiz birçok soruyla meşgulken çıldırmak üzereydim. Daha önce kimseyle gerçek anlamda öpüşmemiştim. Ya karşılık verdiğimde her şeyi batırırsam? O zaman beni öpmeye son verir miydi? Çıldıracağım, uzun zamandır beklediğim bu anı bile kendim için dünyanın en güç şeyi haline getirmeyi başarmıştım.
Gurur kafamın içinde başlattığım kargaşayı sezmiş olmalı ki beni harekete geçirmek için ellerini yüzümden çekti. Bunu yaparken dudaklarımızın temasını kopartmamıştı çünkü hâlâ beni öpüyordu. Eli boynuma süzülüp ensemi kavradığında bile put gibi öylece duruyordum. Beni öpmesine izin veriyor ancak ona karşılık vermek için hiçbir girişimde bulunmuyordum. Gurur ensemdeki saçlarımı yumruğuna doladı ve hafifçe çekince canım biraz yandığı için kısık bir sesle inledim. İniltim dudaklarımın aralanmasına neden olunca Gurur dudaklarımın arasına sızdı. Adi herif.
Aralanan dudaklarımın arasında kendine yer edindiğinde artık karşılık vermemi istediğini anladım. Parmak uçlarımdan yükselip omuzlarına tutundum ve ondan gördüğüm şekilde onu öpmeye başladım. Ona verdiğim acemice karşılıkların onun için yetersiz olacağına çok emindim ancak benden karşılık bulmak Gurur’u tetiklemişti. Boğazında hırıltıyı andıran kalın ve anlaşılmaz bir ses çıkmıştı. Belimi kavrarken üzerime biraz eğilip beni daha yoğun öpmeye başladı.
Ona karşılık verdiğim an işin boyutu değişmişti çünkü Gurur artık daha saldırgan ve daha talepkârdı. Az önce dudaklarımı nahifçe öperken şimdi daha hoyrat ve tutkuluydu. Bana nefes bile aldırmıyordu. Soluksuz bir şekilde beni öptüğü için kolları arasında titremeye başladım ancak bu acıdan veya nefessizlikten kaynaklanan bir titreme değildi. Ona duyduğum arzuyla kavrulan vücudumun dudaklarına verdiği bir tepkimeydi.
Onun dudaklarını hissetmek ve onun tarafından öpülmek hayal ettiğimin çok ötesinde bir duyguydu. Bunu yaşamak ne okuduğum kitaplarda anlatıldığı gibi ne de izlediğim o filmlerde görüldüğü gibiydi. Nabzım Gurur’un öptüğü dudaklarımda atarken kalbim hiç olmadığı kadar hızlanmıştı.
Beni arkamdaki duvara ittiğinde sırtım soğuk duvara değmişti. Artık duvar ve Gurur arasında sıkışmıştım. Dudaklarıyla dudaklarımı talan ederken belimin arkasındaki eli sırtımdan aşağıya doğru kaymaya başladı. Dokunduğu her yeri kor gibi yaktığının farkında olmadan iri eli tişörtümün altına sızdı. Düz karnıma sürtünüp göğüslerime doğru uzanan eli yüzünden titremelerim artmıştı.
Dudaklarımı sabırsız, aceleci ve hoyratça öperken onun kolları arasında nefes bile alamıyordum. Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırarak çekiştirdiğinde iniltim odada duyulan tek şeydi. Nasırlı eli göğsümü kavramak üzereyken son anda kendini durdurdu. Beyninde yıldırımlar çakmış olmalı ki beni öptüğünü hatta bana dokunmak üzere olduğunu yeni fark etti ve durdu.
Başını yavaşça geriye çektiğinde yumduğum gözlerimi usulca açtım. Hızlı hızlı nefes alırken onun omuzlarına tutunmasaydım düşebilirdim. Gurur’un yeşilleri adeta parlıyordu. Ben onun gözlerine bakıyordum o ise öpülmekten şişen dudaklarıma. Dudaklarıma odaklanan bakışlarının gözbebekleri büyümüş ve derinleşmişti. Üzerime eğilmiş bir şekilde durduğu için nefes aldıkça ılık nefesi aralıklı dudaklarımın arasına sızıyor, onları karıncalandırıyordu.
Dudaklarımdaki uyuşukluğu gidermek için ıslak dudaklarımı emdiğimde Gurur’un çenesi kasıldı, gırtlağında anlaşılmaz bir ses çıkardı. Sanki tekrar dudaklarıma yumulmamak için kendini zor tutuyordu. Tişörtümün altındaki elini gördüğünde omuzları gerildi ve alnında ince bir ter damlası belirmişti. Sanki yanıyordu ve onu bu yangına atan bendim.
Önce tişörtümün altına sızan elini çekti, daha sonra da bakışlarını güçlükle yüzüme çıkardı. Dudaklarının bende yarattığı sarsıntıyla hızlı hızlı nefes alırken yüzüm cayır cayır yanıyordu. Aldığım hazzın yanı sıra utanmıştım da ve kızaran yanaklarım beni ele veriyordu. Beni daha fazla utandırmaması için kıvranırken Gurur’un dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Üzerime atlayıp beni öptüğün için mutlu musun?” Bir dakika, anlamadım?
Onun üzerine atlayıp onu öptüğümü mü iddia ediyordu. Bu herif neden böyleydi! Hiçbir konuda sorumluluk almıyor, her şeyin içinde çıkmayı biliyordu. “Ben öyle hatırlamıyorum,” dedim safça. “Sen beni öptün.”
Gözlerinin kenarları hafifçe kırıştığında yüzünde küçük bir çocuğun haylazlığı vardı. “Belli ki sende B-12 eksikliği var çünkü bana saldırıp beni öpen sendin.” Dehşete kapıldığımda bu egoist adam az önce bana büyük bir lütufta bulunmuş gibi çenesini dikleştirdi. “Ben her iyi kocanın yapacağı gibi sana karşılık verip duygularını incitmedim.”
Omuzlarındaki ellerimi çekip göğsüne hafifçe vurdum. “Bu kadar iyi ve düşünceli olmasaydın ne yapardım!”
Yana doğru bükülmek için titreyen dudaklarını birbirine bastırıp gülüşüne engel oldu. “Ne kadar iyi ve düşünceli biri olduğumu az önce bizzat kabul ettin.” Cebindeki telefonu çıkartıp ses kaydını açtı. Telefonu bana doğru uzatırken şaşkınlıkla ona bakıyordum. “Kayıtlara geçmesi için tekrar söyler misin?”
Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda bir kez daha onunla ne yapacağımı bilmiyordum. Kendi yaptığı şeyleri bile benim üzerime yıkan bir deliydi. “Benim kocam çok iyi ve düşünceli.” Gülüşlerimin arasında telefona doğru uzanıp ona istediğini verdim. “Üzerine atlayıp onu öptüğümde bile beni düşünüp bana karşılık verecek kadar iyi biri.” Sesli gülerken başımı kaldırıp muziplik akan yüzüne baktım. “Oldu mu padişah hazretleri?”
Gurur performansımı yetersiz bulmuş gibi yalancı bir kınamayla beni gösterdi. “Gülmeden daha içten bir şekilde söylemelisin.” Kıkırtıma engel olamadım. “Bana zorla söylettiğin şeylere gerçekten inanıyor musun?”
“Son kısım hiç olmadı.” Kaydı durdurup telefonu cebine koydu. “Orayı çıkartacağım. Gülüp durduğun için söylediklerin bile anlaşılmıyor.”
Aklıma gelenlerle dudaklarım kıvrıldı. “Gülüşümü kaydetmiş oldun.”
“Anlamadım?”
Tebessüm ederek cebini gösterdim. “Bir gün bir zamanlar sana nasıl güldüğümü unutacağın kadar ayrı düşersek artık sende bir kaydı var.” Duymayı beklemediği bu sözlerle tüm vücudu gerildi, yakışıklı suratındaki neşe kayboldu. Şimdi aklında tek bir soru vuku bulmuştu. Bir gün gülüşümü bile unutacak kadar birbirimizden kopar mıydık?
Bunu ciddi anlamda düşünmeye başladığında sevkiyat gününü hatırladı. Yeşil gözlerinde derin bir kayıp oluştuğunda Gurur belimi yakaladı ve beni göğsüne çekip sımsıkı sarıldı. Kolları arasında buz kestiğimde Gurur’un kolları kemiklerimi kıracak bir şiddette beni sarmıştı. Afalladım hatta şoke oldum çünkü hızlanan kalbinde onun korkusunu sezmiştim. Bir gün ayrılacağımız gerçeği Gurur’u öyle bir sarsmıştı ki, kontrolü dışında kendini bana sarılırken bulmuştu.
Onun iri kollarının arasında kaybolduğumda ılık nefesini saçlarımın arasında hissettim. Bunu neden yaptığı hakkında bir şey söylemedi zaten bende ona bu konuda bir şey sormadım çünkü neden bana sarıldığını biliyordum. Başım göğsüne yaslıyken patlayacakmış gibi hızlanan kalbinin sesini dinliyordum. Deniz esintisini andıran o ferahlatıcı kokusunu soluduğumda esnemeye başladım. Uykum gelmişti.
Günlerdir doğru düzgün uyuyamadığım için kokusunu soluyunca gözlerim saniyeler içinde kapanmıştı. Bir haftadır ihtiyacım olan tek şey buymuş gibi vücudum çok hızlı uykuya teslim olmuştu. Bacaklarım büküldüğünde Gurur düşmeme izin vermeyerek hemen beni kucağına aldı. Uykudan kaynaklı bir sersemlik yaşadığımı anlamadığı için, “Farah,” diyen sesi kulağıma fazla endişeli geldi. “Neyin var?”
Kollarımı boynuna dolayıp göğsüne kedi gibi kıvrılırken esnedim. “Uykum var.” Bunları söylerken gözlerimi açıp ona bakamıyordum çünkü kendimi fazla huzurlu hissediyordum. Onun göğsünde kendime yer edinirken çok hızlı uykuya dalmıştım. Bu sefer beni uyutmak için masal okumasına bile gerek kalmamıştı çünkü özlemini çektiğim koku ihtiyacım olan her şeye sahipti.
Ve ben anladım ki beni asıl uyutan şey onun kokusuydu.
Artık o da bunu biliyordu.
***
Bir haftadan sonra deliksiz bir uyku çekmiş olmalıyım ki öğlene doğru uyanmıştım. Araladığım uykulu gözlerim komodinin üzerinde duran dijital saate kayana kadar öğle on ikiye kadar uyuduğumu anlamamıştım. İlk kez bu saatlere kadar uyuyordum ve bunun da sebebi bir haftadır yaşadığım uyku problemiydi. Yatakta çıkmaya yeltenmiştim ki boynumda hissettiğim bir sıcaklıkla başımı hafifçe çevirdim. Gördüklerimle soluğum kesilmişti.
Gurur yatağımdaydı.
Geceyi benimle geçirmesini hayal dahi edemezdim. Kalbim hızlanmaya başladığında bunun gerçekliğini sorguluyordum. Gurur vücudumda en sevdiği yere, yani boynuma yüzünü gömerek uyuyakalmıştı. Artık boynumun onun yuvası olduğunu biliyordum çünkü ilk kez onu bu kadar huzurlu görüyordum. Uyurken bile hep tetikte ve diken üstünde olduğu için kaşları çatık olurdu ancak şimdi öyle değildi. Yakışıklı yüzü büyük bir huzurun güzelliğiyle gevşemişti.
Boynumun kıvrımına sürtünen burnu, kokumu içine çektikçe onu daha çok uyumaya teşvik eder gibiydi. Çenesi omzum ve boynum arasında bir yere yaslı olduğu için nefes aldıkça ılık nefesi tenimi gıdıklıyordu. Dışarıdaki gün ışığı onun sarı saçlarına yansıdıkça saçlarına dokunmayı istiyordum ve yüzünü ellerimin arasına alıp avuçlarımı kirli sakalından gezdirmek için çıldırıyordum.
Yakışıklılık sözü onun için az kalırdı, çok güzel görünüyordu. Kendisiyle sık sık övündüğü kadar vardı, Gurur gerçek anlamda büyüleyiciydi. Kirpiklerini aralamasını ve beni içine çeken o yeşil gözlerini görmeyi her şeyden çok istiyordum. Onu daha önce hiç bu kadar huzurlu uyurken görmemiştim.
Bir kolu karnımı sarıyordu ve bir bacağı bacaklarımın arasındaydı. Ona doğru yan bir şekilde uyuduğum için benim bacağımda onun üstündeydi. Birbirimize sarılıp sabaha kadar sarmaş dolaş uyuduğumuza inanamıyordum. Omzunun üzerinde duran elimi yavaşça kıpırdatıp sarı tutamlarına dokundum. Bunu yapmama kızmazdı, değil mi? Ne de olsa dün gece beni öperek daha fazlasını yapmıştı.
Pardon, üzerine atlayıp onu öpen benmişim!
Parmaklarımı sarı saçlarının arasına daldırdığımda tebessüm ettiğimin farkında bile değildim. Saçlarını okşarken hafif mırıltılar çıkartınca uyanmaya başladığını anladım. Sadece saçlarına dokunmak bile beni dünyanın en mutlu kadını yapmaya yeterdi. Çenesini tutarak boynumdaki başını yavaşça kaldırıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. Evet, bunun için beni utandıracağını bilmeme rağmen onu öperek uyandırmak istemiştim.
Dudaklarına kondurduğum öpücük dün geceki gibi tutku ve şehvet barındırmıyordu. Daha önceki öpücüklerim gibi küçük ve masumeneydi. Yanağını öper gibi dudaklarını öpüp başımı geri çekmiştim ancak kapalı kirpiklerinden değişen bir şey olmayınca uzanıp onu tekrar öptüm. Tekrar, tekrar ve tekrar öptüğümde gözleri kapalıydı ama dudakları kıvrıldı. “Beni uyandırmadan bunu yapmayı bırakmayacaksın, değil mi Nemrudun Kızı?”
Yanımda uyumasının mutluluğuyla gülümseyip dudaklarını tekrar öptüm. İçimden taşan bir neşeyle yanağını okşayıp canlı bir sesle, “Günaydın, Gurur’um,” dediğimde kollarımın arasındaki vücudu elektrik akımına uğramış gibi kasıldı ve o, gözlerini araladı.
Benim tarafımdan sahiplenmenin onda yarattığı sarsıcı etkiyle yeni bir güne uyanmıştı. Emin değilim ama içimden bir ses ilk kez birinin onu Gurur’um diyerek uyandırdığını söylüyordu. Ne zaman adının yanına sahiplenme eki koysam Gurur çok tuhaf tepkiler veriyordu.
Yeşil gözlerini görmek günümü güzelleştirirken yarı uykulu uyuşuk gözlerle beni izliyordu. Yatakta kıpırdanıp, “Saat kaç?” diye sormuştu ki, başını çevirince sarmaş dolaş bir vaziyette olduğumuzu gördü. Kaskatı kesilmişti.
Yüzü gerilirken çarpılmış gibi hemen kendini yatağın diğer tarafına attı. Uykusu bir anda dağılmıştı. “Beni yatağına mı attın?” Yüzünde inanamayan bir ifade vardı. “Yapmadığın bir tek bu kalmıştı!” Anlamadım?
İkimiz yatağın farklı uçlarında dururken aramıza çok rahat iki kişi sığardı. Yatakta bağdaş kurarak oturduktan sonra anlamayan bakışlarımı ona çıkardım. “Sen yatağıma girmişsin.” Her şeyin sorumlusu olarak beni gösteremezdi. “Ben bir şey yapmadım.”
Sırtını yatak başlığına yasladığında yeşil gözlerindeki suçlayıcı ifade beni çıldırtıyordu. “Yatağında olmamın suçlusu sensin.” Yeni uyandığı için henüz sesi açılmamıştı bu yüzden uykulu sesi kalın çıkıyordu. “Gece kollarımda sızıp kaldın. İnsanlık edip seni yatağına yatırmak istedik ama kollarını ahtapot gibi boynuma sarmıştın.”
Beni hayretler içinde bırakarak bu işten de ustaca sıyrılmaya başladı. “Bir türlü beni bırakmadığın için acıyıp yanında uyudum.” Sırtının arkasındaki yastığı alıp kafama fırlattı. “Yani senin yüzünden buradayım.”
Ben bu adamı boğarım!
Kafama çarpan yastığı yanıma bırakırken üzerindeki beyaz tişörtü ve siyah eşofman altını gösterdim. “Ahtapot kollarımdan kurtulamadığın için yatağıma girmişsin ama ahtapot kollarım üzerini değiştirmene engel olmamış.” Gülmemeye çalışarak onun sıklıkla söylediği bir sözü taklit ettim. “Ne iş?”
Bile isteye yatağıma girmişti. Önce beni yatağa yatırmış, daha sonra üzerini değiştirip yanıma yatmıştı. Bunu kabul etmek yerine başını eğip üzerine bakmaya başladı. Giydiklerini görünce kısık bir sesle küfredip dehşete kapılmış bir ifadeyle bana döndü. Usta oyuncuydu. “Ne yaptın ulan bana?” Ona zorla bir şey yapmışım gibi pikeyi göğsünün üzerine çekip kaşlarını çattı. “Masum ayaklarıyla beni yatağına attığın yetmezmiş gibi bir de soydun mu?”
Yastığı alıp suratına geçirdim. “Ben sana bir şey yapmadım!”
“Üzerimdeki kıyafetleri değiştirdiğine göre belli ki bir şey yapmışsın!”
“Şunu kes sana hiçbir şey yapmadım!”
Kendi isteğiyle yatağıma girdiğini kabul etmek yerine saçma ithamlarda bulunarak beni sinir ediyordu. Irzına geçmişim gibi pikeyi boynunun altına kadar çekmesini şaşkın gözlerle izliyordum. Yeşil gözleri muzırca bakarken ciddi görünmek için kendini zorluyordu. “Masum dedik şeytan çıktı.” Kınarcasına bana ters ters bakmaya başladı. “Bana ne yaptın sapık ördek!”
“Şunu yapma dedim sana!” Sinirlenerek üzerine atlayıp karnının üzerine oturdum ve yastığı bu sefer daha sert suratına geçirdim. “Kabul et işte geceyi benimle geçirmek istedin!”
Beni itmeye çalışırken canımı yakmak istemediği için fazladan güç uygulamıyordu. “Kalk üstümden,” derken gülmemeye çalışıyordu. “Önce yatağına attın şimdi de üzerimize atlıyorsun.”
“Atlamıyorum üzerinize!” Yastıkla bir kez daha ona vurdum. “Gece yatağıma gelen sizsiniz!”
“Biz kimsenin yatağına girmeyiz, Farah Hanım.” Böbürlenerek çenesini kaldırdı. “Tabii sende haklısın gördün böyle yakışıklı kocayı üzerine atlamadan duramıyorsun.”
Sabah sabah sebepsiz yere utanmıştım. “Öyle şeyler yapmam ben.”
Benimle uğraşmaktan aldığı zevk parıldayan gözlerine yansıyordu. Dudaklarında çarpık bir gülüş oluşurken bir kez daha kendi yaptığı şeyi üzerime yıkmayı başarmıştı. “Farkındaysan yine üzerimde olan sensin.” Beni daha fazla utandırarak hınzırca güldü. “Umarım ne kadar şanslı olduğunun farkındasındır,” dediğinde devamında gelecekleri çok iyi biliyordum. Yüzü keyifle gevşerken beni deli etmenin hazzını yaşıyordu.
“Milyar dolarlık bir kocan var. Boy pos endam desen rabbim bana hepsini vermiş.” En sevdiği şey kendini övmek olduğu için altımda yatarken bile omuzlarını dikleştirmeye çalıştı. “Allah özene bezene yaratmış beni. Eşim benzerim yok, anlasana kızım ben tek başıma bir ulusum. Sabah akşam şükretmelisin böyle bir kocan olduğu için.”
Gülüşünü bastırmaya çalışarak haylazca bakan gözleriyle beni gösterdi. “Çirkin şansı dedikleri şey bu olsa gerek.” Kahkaha attım. Beni sinir ediyordu.
Sabah sabah sinirlerimin üstünden girip altından çıktığı için kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Annemin erkek versiyonu gibiydi. “Mademki bu çirkin tüm şansını senden yana kullandı o zaman senden biraz daha faydalanmalıyım.” Dudaklarını gösterdim. “Öpeyim mi?”
Benimle uğraşmanın rahatlığı vardı üzerinde. Yüzünde duygusal bir dalgalanma oluştuğunda dün geceyi hatırlamak muzip bakan gözlerine yoğun bir koyuluk katmıştı. Dün geceki soluksuz öpüşmemizi hatırlamak bakışlarının kararmasını sağlamıştı. Aklından geçenlerden habersiz, “Dün gece nasıldı?” diye sordum biraz utangaç biraz da çekingen bir ifadeyle. “Şey… Benim gerçek anlamdaki ilk öpücüğüm sayılırdı. Söylesene nasıldı?” Bunu gerçekten merak ediyordum.
Gurur’un bakışları dudaklarıma kaydığında altımdaki vücudu kasıldı. Sadece dudaklarıma bakmak ve dün geceyi hatırlamak bile vücudunu harekete geçirmişti. Altımdaki kıpırtıdan uyarıldığını anlıyordum çünkü bacaklarımın arasını zorlayan sertliğini hissetmeye başlamıştım. Gözlerinin can alıcı yeşili biraz daha koyulaştığında dudakları istemsizce aralandı. Bunlar olurken bakışlarını bir türlü dudaklarımdan ayırmıyordu.
Merakla ondan cevap beklediğimi bildiği için kendini zorlayarak birkaç kez yalandan öksürdü. “Yeteri kadar iyi değildin.” Dün gece ona verdiğim karşılıkları yetersiz bulduğunu bana düşündürtmeye çalışarak bakışlarını gözlerime çıkardı.
Gözlerinin ardında muzır parıltılar vardı. “Biraz daha pratik yapmalısın.” Derimin altı kor gibi yanmaya başladı. Bunun anlamı onun üzerinde deneme yapmaya devam etmem miydi? Kalbim tekledi. Onu öpmemi istiyordu.
“Hımm.” Üzülmüş gibi yapıp dudaklarımı sarkıttım. “Demek dün geceki öpücüklerim senin için yetersizdi.” Gülmemeye çalışarak gözlerinin içine baktım. “Peki, istediğin gibi biraz daha pratik yapacağım.”
Üzerinde kalkmaya çalışarak sinirleriyle oynamaya başladım. “Eminim korumalardan biri pratik yapmam için bana yardımcı olur,” dediğimde eğlenen ifadesi bir anda kayboldu. Kaşları çatıldığında ifadesi sertleşmişti. Daha ben onun üzerinden kalkamadan belimi yakaladığı gibi beni altına almıştı.
Gurur’un ağır cüssesinin altında ezilirken bana olan sinirli bakışları deliceydi. Kaşlarının arasındaki mesafe daraldığında sıktığı çenesinden bir kas seğirdi. “Az önce ne dedin sen!” Yüzündeki sert hatlar yoğun bir öfke tarafından kuşatılmıştı. Bana olan kızgın bakışları bile korkudan ödümü kopartıyordu. “Birinin karımı öpmesi şöyle dursun, dönüp de ikinci kez bakanın dalağını sikerim!”
Masum bir ifadeyle ona bakarken kafam karışmış bir şekilde gözlerimi kırpıştırdım. “Pratik yapmamı sen söyledin.”
Çatık kaşlarının arasında derin çizgiler oluşurken gırtlağında sinirli bir hırıltı çıkardı. “Ben burada dururken git dışarıdaki piçlerle mi pratik yap dedim?”
Bana kızıp durduğu için küskün bir tavırla suratımı asmaya başladım. “O zaman kocanla pratik yap deseydin. Ben nereden bileyim ne demek istediğini?”
Sinirden boynundaki damarlar belirginleşip nabız gibi atarken bana olan bakışları biraz daha sertleşti. “Sana altyazı geçilmeyince hiçbir şey anlamıyor musun?”
“Hayır,” dedim safça. “Bir şeyleri anlamam için altyazı şart.”
“Türkçe konuşuyorum burada.”
“Ama üstü kapalı Türkçe konuşuyorsun. Seni anlamamı bekleyeceğine ne derdin varsa açık açık söyle.”
“Farah kaybol gözümün önünden.”
“Üzerimden kalkmadığın sürece zor biraz.” Homurtular çıkartarak üzerimden çekilmesi bana rahat bir nefes aldırmıştı. Biraz daha ağırlığıyla beni ezseydi kaburgalarımı kırabilirdi. Gurur yataktan çıkıp doğrudan banyoya girince bende üzerimi değiştirmek için gardırobu açtım. Daha bu huysuz adama kahvaltı hazırlamalıydım.
Yorumlar