“Büyük bir karanlığı delecek güçte olan tek şey küçük bir umut olabilirdi.”
Günler birbirini kovalarken tüm ekip artık babamın sevkiyat gününü belirlemesini istiyorduk. Aynı evin içinde yaşamaktan hepimize gına geldiği için bir an önce sevkiyatı yapıp birbirimizden uzak durmak istiyorduk. Biz bir türlü birbirimizle kaynaşmadıkça babam sevkiyatı öne almıyordu. Şu zamana kadar iyi yönden pek gelişme gösterdiğimiz söylenemezdi çünkü aradan geçen günlerde tüm ekip tam yedi kez karakolluk olmuştu. Her defasında Aksa ile olay yerinden kaçmamız babamı delirtiyordu.
İskender canı sıkıldıkça yanındaki herkesi peşinden nezarete çekecek bir yol buluyordu. Aksa ile ikimiz her defasında işin içinden sıyrılıp ekipten bağımsız hareket ediyorduk. Biz diğerleriyle ortak hareket etmedikçe babam da sevkiyatı ilerleyen tarihlere erteleyip duruyordu. Her an iflas edebilirdik ve bu sevkiyat bizi ipten alacak tek şeydi ancak babam büyük bir risk alıp sevkiyat tarihini geciktiriyordu. Görmek istediği ekip henüz onun istediği kıvama gelmemişti.
Bugün babam hepimizi iş yerine çağırdığı için soluğu Tozlu Holding’de almıştık. Bizi buraya neden çağırdığını bilmediğimiz için onun ofisinde sessizlik içinde bekliyorduk. Babam iş ortaklarından biriyle görüştüğü için sıranın bize gelmesini sükûnet içinde bekliyorduk. Bu görüşmeyi bizim olduğumuz ofiste yaptıkları için onları rahatsız etmemek için fazla sessizdik.
Telefonuma gelen bildiri sesiyle WhatsApp’a girdim. Esvet’in Genetik Karma adında bir grup açıp beni de eklediğini görünce başımı kaldırıp ona baktım. Hepimizi gruba eklediği için bakışlarımız onun üzerindeydi. Tam karşımda oturan Esvet bacak bacak üstüne atarken başını telefondan kaldırmıyordu. Gruba attığı mesajla herkesin bakışları tekrar telefonu bulmuştu. “Bence artık bir grubumuz olmalı,” yazmıştı. Böylelikle babam iş konuşurken bizler sessizlik içinde grupta konuşmaya başladık.
Kılıç Aslan: Bu sikik grubun adı neden Genetik Karma?
Esvet: Kraliçe ve soytarıları olmasını mı isterdin küçük aslancık? Bilgin olsun burada bahsettiğim kraliçe benim.
Kılıç Aslan: Kraliçeymiş, siktir git.
Zaza: Daha düzgün bir şey yapın şu grubun adını yoksa çıkarım.
Nihat: Donanmadan kovulmanın incelikleri olsun grup adı. Sence nasıl?
Zaza: Bir erkek orospusunun günlüğü olsun. Sence nasıl?
İskender: Bunu sevdim bu olsun :)
Nihat: Amına koyduğum piçi sen cezaevi dışında bir şey seviyor muydun?
Aksa: Biraz daha küfrederseniz Farah gruptan çıkar ve o çıkarsa bende çıkarım. Kız küfür sevmiyor düzgün konuşun!
Ben: Gerçekten çıkarım haberiniz olsun. Küfürlerinizi sansürleyin!
Esvet: Nasıl olacakmış o iş? Mesela ben Kılıç denen o insan müsveddesine gelmişini geçmişini siksinler demek istesem bunu nasıl sansürleyeceğim?
Kılıç Aslan: Biraz daha üzerime oynarsan ben senin gelmişini geçmişini seveceğim hırsız kız!
Zaza: Sevmek derken aslında sikerim mi diyorsun?
Esvet: Aha herif iki dakikada sansürü buldu. Nelere kadirim be!
Aksa: Siktir git!
Nihat: Hani küfür yoktu lan?
Farah ayrıldı.
Esvet, Farah kişisini ekledi.
Esvet: Küfretmeyin kız kaçıyor!”
“Evet, gençler?” Babamın sesiyle başımı telefondan kaldırdım. Babam ve danışmanı Veysel amca gözlerini dikmiş bizlere bakıyordu. İş görüşmeleri bitmiş olmalı ki ofiste sadece ikisi vardı. Kırk dakikadır görüştüğü diğer adam gitmişti. Babamın kahve hareleri sırasıyla her birimizin üzerinde oyalanmaya başlayınca bir terslik olduğunu anladım. “İşler gittikçe daha da kötüye gidiyor. Sevkiyatı daha fazla erteleyemem ama öncesinde bu işi ne kadar istediğinizi bana göstermelisiniz.”
“Baba eğer gösteri falan yapacaksak valla ben yokum,” dedim hızlıca.
İskender kocaman esneyip ağzını kapatma zahmetine bile girmediğinde utanmasa koltukta uzanıp uyuyacaktı. “Amca ben bu işi istemiyorum kurbanın olayım bi sal beni.”
“İşi istediğimizi sana nasıl gösterebiliriz?” Esvet hınzırca gözlerini kıstı. “Enişte farkındayım oradan bakılınca hepimiz sirk ucubeleri gibiyiz ama inancın olsun bende ip üzerinde yürüyecek kabiliyet yok.” Bir şeyleri değerlendirir gibi dudaklarını büzerek ayağındaki sivri topuklu ayakkabılara baktı. “Ayakkabıları çıkarsam acaba bir şansım olur mu?”
“Bu ip cambazı hırsız bir sirk ucubesi olabilir ama-“ Aksa başını kaldırarak çenesini dikleştirdi. “Ben öyle değilim amca. Bir sirkte harcanmak için yazılım mühendisi olmadım ayrıca ben fillerden korkarım.”
Nihat kısa saçlarını karıştırarak anlamayan bakışlarını Aksa’ya çıkardı. “Filler ne alaka?”
“Sirkte fil olur.”
“Fillerden korkmam ama kendimden daha büyük şeylerle aynı ortama girmekten hoşlanmıyorum.” Zaza büyük bir ciddiyetle babama bakıyordu. “Sirke gideceksek ben yokum amca.”
Babam ne saçmalıyorsunuz der gibi bize bakarken Kılıç her birimize kendimizi aptal hissettiren bakışlar atıyordu. Pencerenin önünde dikilirken sırtını duvara yaslayıp bir elini cebine koyarak rahat bir duruş sergiledi. “Kendimizi ona kanıtlamamızı istiyor.”
“Sirkte mi?” diye sordu Esvet.
“Kim çıkardı lan bu sirk mevzusunu!” Kılıç bizimle ne yapacağını bilmez bir halde sinirli gözlerle bakmaya başladı. “Amcam belli ki sevkiyattan önce bizleri test etmek istiyor. Bizi sahada görmek istiyor, buraya kadar anlaşılmayan bir şey var mı?” Hepimiz aynı anda el kaldırdığımızda Kılıç kısık bir sesle bir küfredip babama döndü. “Bizden ne yapmamızı istiyorsun?” Havadaki ellerimizi ısrarla görmezden geliyordu.
Babam kısa bir an Veysel amcayla göz göze geldiğinde ikisinin birbirine attığı bakışlar manidardı. Bizi sevkiyata gönderip göndermeyeceğini birazdan bize vereceği görevin üstesinden gelip gelmeyeceğimiz belirleyecekti. Masasının etrafından dönüp hepimizin onu göreceği bir yerde durdu. “İlk göreviniz olduğu için sizleri fazla zorlamayacak bir şeyler düşündüm. Tahir Mayıs ismi sizlere bir yerlerden tanıdık geliyor mu?”
Hepimiz birbirimize baktığımızda bakışlarımızda aynı soru işareti vardı. Tahir Mayıs ismini ilk kez duyuyorduk. Aksa dışında. Kuzenim yamuk saçlarının kısa tarafını kulağının arkasına sıkıştırırken, “Yasadışı maçların ünlü boksörü değil mi?” diye sordu. “Yeraltının tehlikeli adamlarının katıldığı bahislerde dövüşen bir uyuşturucu bağımlısı diye biliyorum.”
Aksa’nın bu konuda bilgisi olması babamın gözlerinde küçük bir parıltının oluşmasını sağladı. “Nevra Mistik hakkında bilgin var mı?”
Babamın bu sorularla nereye varacağını merak eden Aksa başını salladı. “Tahir’in dişi versiyonu diyebiliriz. O kaltağın ringdeki tüm rakiplerini öldürdüğünü duydum.”
“Güzel.” Babam kalçasını masaya yaslayarak keyifli gözlerle Aksa’yı izlemeye başladı. “En azından ekipteki biri bu alemde olanlar hakkında bilgi sahibi. Sizden bu geceki kafes dövüşlerine gelmenizi istiyorum.” Beti benzim atmaya başladı. Ne işimiz vardı öyle bir pislik yuvasında?
“Sebep?” Kılıç oldukça ciddi bir suratla babama bakarken siyah gözleri sorgulayıcıydı. “Oraya gidip ne yapacağız?”
“Bu gece için büyük bir bahis dönüyor.” Bizim aksimize çok rahat görünen babamın ihtiyar yüzünde beni endişelendiren bir şeyler vardı. “Liderler dahil birçok önemli adamın katıldığı ciddi bir bahis. İçerideki köstebeklerimizden aldığım istihbarata göre herkes parasını Tahir ve Nevra’ya yatırmış.”
Kılıç burada dönen oyunları anlamış gibi yüzü kasıldı. “Sende karşı taraf üzerine bahis oynadın, değil mi?”
“Başka şansımız yoktu.” Bu konuşan Veysel amcaydı. Bu gece olacaklar konusunda endişesini gizlemeden bizlere bakıyordu. “Paraya ihtiyacımız var ancak dibi bulduğumuzu bildikleri için kimse bize borç vermeye yanaşmıyor. Bahiste ortaya konulan paranın büyüklüğü sevkiyattaki kazancımızın yarısına tekabül ediyor.”
“Ya bahsi kaybederseniz?” İstemsizce ayağa kalkıp yerimde rahatsızca kıpırdandım. “O zaman ne olacak?”
Yoğun bir stresle yüzünü ovuşturan Veysel amca, “O zaman sahip olduğumuz son parayı da kaybederiz,” diyerek nefesimi kesti. “Kulağa aptalca geldiğinin farkındayım ama bu riski almalıydık. Ya bahsi kazanarak diğer tüm liderlerin parasını alırız ya da kaybedip yarın iflasımızı duyururuz.”
“Ama-“
“Farah bunu yapmalıydım,” diyen babama inanamayan gözlerle bakıyordum. “Sahip olduğumuz son şeyi bahis konusu yaptın baba!”
“Riskli ama mantıklı.” Kılıç, babamı savununca çatık kaşlarla ona döndüm. Tam ona bu saçmalığın ne demek olduğunu soracaktım ki beni susturarak konuşmama izin vermedi. “Bahisteki meblağ sevkiyattan gelecek olan paranın yarısına tekabül ediyormuş.”
Onu doğru şekilde anlamamı ister gibi sırtını duvardan ayırıp derin bir nefes aldı. “Birkaç ayda toplanmayacak bir meblağdan bahsediyoruz. Bahsi biz kazanırsak ve üstüne sevkiyattan gelen paraya sahip olursak totalde altı ay gibi bir zaman kazanmış oluruz. İflası geciktirip işleri düzeltmek için altı ayımız olacak.”
Kaşlarını çatan Esvet sinirlenerek ayağa kalktı. “O bahsi nasıl kazanacağız?”
“İşte bunu da siz bulacaksınız.” Asıl görevimiz buymuş gibi babamın kahve irisleri her birimizin üzerinde gezinmeye başladı. “Tahir ve Nevra ilk turda kaybetmeliler.”
Nihat işi kolay yoldan çözmek isteyerek sırıttı. “İkisini de topuğundan vuralım bitsin bu iş.”
“Etraflarında düzinelerce koruma var.” Babam umutsuzluk içinde başını salladı. “Üstelik maçtan önce başlarına bir iş gelirse herkes benden şüphelenir. Ne de olsa bir tek ben paramı onlara yatırmadım.” İşin içine hile girdiğinde bahis yatardı.
Burada olanları anlamaya çalışan Zaza ela gözlerini kısarak koltuğuna yaslandı. “Şimdi ben doğru mu anladım? Bu geceki bahsi kazanmana yardım edersek sevkiyatı yapmamıza izin vereceksin öyle mi?” Babam başını salladığında Zaza çantasını alarak ayağa kalktı. “Pekâlâ, biraz kafa kafaya verip bu konuda ne yapacağımızı düşüneceğiz.”
Esvet gülerek kapıya yürürken çok rahattı. “Merak etme enişte bu iş tam biz Genetik Karmalara göre.” Veysel amca yüzündeki tuhaf ifadeyle anlamayarak, “Genetik Karmalar mı?” diye sorduğunda Aksa öğürür gibi bir ses çıkardı. “Ekibimizin yeni ismi ve hayır, bu ismi seçerken bize sormadı!”
Babamın iş yerinden çıktıktan sonra Aksa onun yeni evinde toplanmamız konusunda ısrar etmişti. Asaf’ın bu saatte işte olduğunu ve boş evde kimsenin bizi rahatsız etmeyeceğini söylemişti. Bu geceki iş için kafa kafaya verip sıkı bir plan yapmamız gerektiği için sessiz bir yere ihtiyacımız vardı. Bizim malikanede her köşede biri çıktığı için orada sağlam bir plan yapamazdık.
Bir seferlik Asaf’ın evini kullanabilirdik ama bunu her zaman yapamayız. Bu tür gizlilik içeren planlar için kendimize ait özel bir alanımız olmalıydı. Bu konuyu babamla konuşacaktım. Malikanenin kuzey kanadında kullanılmayan bir salon vardı. Orayı çalışma alanımız olarak dekore ettirebilirdi. İhtiyacımız olan tek şey Aksa için gereken teknolojik cihazları temin etmesiydi.
Aksa’nın kullandığı tüm cihazlar Asaf’ın evinde olduğu için Bolatlı malikanesine gelmek zorunda kalmıştık. Hizmetçiler bize içecek bir şeyler ikram ettikten sonra Aksa onlara bizi rahatsız etmemelerini söyleyip odasının kapısını kapatmıştı. Kuzenimin odasına girdiğimiz an gördüklerimiz hepimizi şaşırtmıştı. Bu oda genç bir kızın odasından çok uzaktı çünkü duvarın bir bölümünde birçok ekran ve bilgisayar vardı.
Sanki bir kayıt odasındaymışım gibi hissediyordum. Her yerde ne işe yaradığını bilmediğim cihazlar vardı. Aksa bize keyfinize bakın deyip hemen bilgisayarlardan birinin başına geçmişti. Herkes odanın bir köşesinde durup etrafına garip bakışlar atarken Aksa büyük kulaklıklarını takıp bilgisayarın tuşlarına hızlıca basmaya başladı. “Yolda amcamda istediğim kulübün krokisini çıkartmalıyım. Bu bahis kimin mekânında yapılıyormuş ve kulübün kaç çıkışı var bilmeliyiz. Olası bir çatışmada tüm çıkışları ezbere bilmeliyiz.”
“Sen bunları yaparken biz ne yapacağız?” diye sorduğumda saati kontrol etti. “Kulübün ana bilgisayarına sızabilirsem bahsi düzenleyen kişilerin isimlerine ve katılımcı listesine erişim sağlayabilirim. Bunu yapabilirsem Tahir ve Nevra’nın bu geceki rakiplerini öğrenebiliriz. Ancak bu tür bilgilere erişim sağlamak için güvenlik ağını delmeliyiz ve bu da matematiksel beceri istiyor. Gereken donanıma sahibim ama aynı anda hepsini yapmam biraz zaman alabilir.”
“Farah sen matematikçi değil miydin?” Esvet odadaki tek yatağın üzerine yayılarak otururken elindeki kokteyli yudumluyordu. “Matematiksel algoritmaya sahipsin. Eğer şu yamuk saçlı kıza yardım edersen işi daha hızlı biter ve bizde nasıl bir yol izleyeceğimizi tartışabiliriz.”
Haklı olduğu için Aksa’nın yanındaki sandalyeye oturup bilgisayarlardan birinin başına geçtim. “Sen bulduğun kodları bana pasla ben senin için onları taratıp analiz edebilirim.” Ona yardım etmem hoşuna gittiği için Aksa tebessüm ederek başını salladı. Birlikte çalışırsak işimizi daha hızlı bitirip bu gece için nasıl bir yol izleyeceğimizi konuşabilirdik.
Saatler sonra
“Bu bahsi düzenleyen Gurur muymuş?” Şoke olmuş bir halde elde ettiğimiz verilerin içinde geçen isme bakıyordum. Bu adam her taşın altında çıkmak zorunda mıydı?
Aksa ile bilgisayar başında oturmaktan belimiz ağrımıştı ancak uzun bir çabadan sonra benim yardımımla Aksa gereken tüm bilgilere sızmıştı. Kulüp sandığımız şeyin bir kumarhane olduğunu ve bu geceki müsabakanın kumarhanenin gizli bir katında yapılacağını öğrenmiştik. Beni şoke eden tek şey o yerin Gurur’a ait olması ve bu bahsi düzenleyen kişinin Gurur olmasıydı.
Kalenderler sektördeki en iyi güvenliği sunuyordu, bu yüzden onlardan birinin güvenlik ağını kırmak Aksa’yı çok zorlamıştı. Onların ağına saldırdığımız anlaşılırsa karşı tarafın hackerleri saniyesinde yerimizi tespit edebilirdi. Bunun olmaması için Aksa doğrudan onların sistemine girmemiş, dolambaçlı yollardan bilgi işlemcisine girmişti. Gurur ve Asaf’ın arası bu kadar kötüyken yeni bir gerilime neden olmak istememiştik. Ne de olsa bu işi Asaf’ın evinde yapıyorduk.
Hazırladığımız çıktıları ekiptekilere uzattığımız için son yarım saattir hepsi elindeki kopyaları inceliyordu. O kopyalarda kumarhanenin imar planı, katılımcıların listesi ve Tahir ile Nevra’nın rakiplerinin bilgileri vardı. “Bu da Gurur’un babana kurduğu bir tuzak farkında mısın?” Kılıç elindeki belgeleri incelerken fazla düşünceli görünüyordu. “Amcam bahse ev sahibi yapan kişinin Gurur olduğunu bilseydi asla böyle bir işe girişmezdi. Amcamı arayıp sorsak eminim bize farklı bir isim verecektir çünkü perde arkasında Gurur’un olduğu aklına bile gelmez.” Keşke ona yanıldığını söyleyebilseydim ancak Kılıç iddialarında haklıydı.
Gurur, babamın elinden kalan son parayı da almanın bir yolunu bulmuştu. Kuklalarını aracı edip bu bahsin babamın kulağına gitmesine neden olmuştu. Liderler ve mafya babalarının bahis için küçük oynamayacağını tahmin eden babam, büyük bir risk alıp tüm parasını karşı tarafa yatırmıştı. Ya batacaktı ya da kazanacaktı.
Bu kayıtlara ulaşana kadar Tahir ve Nevra’nın yeraltının boks şampiyonları olduğunu bilmiyordum. Onlar dururken babam parasını nasıl karşı tarafa yatırabilirdi? Bu delilikti. Babam maddi yönden bu kadar kötü durumdayken Gurur babamın bahiste dönen tüm parayı kazanmak isteyeceğini tahmin etmişti. Bu yüzden gereken tüm organizasyonu bizzat yapıp müsabaka için kendi mekanlarından birini seçmişti.
Gurur bu geceki bahiste hiçbir aksilik çıkmasına izin vermeyecekti. Tahir ve Nevra’nın etrafına bir ordu adam yığacak, onların güvenliğini sağlayıp onları ringe çıkartacaktı. Ev sahibi o olduğu için elindeki listede babamın bahsi karşı tarafa oynadığı yazıyordu, yani babamın kime oynadığını bile biliyordu. Babam bu bahsin arkasında Gurur’un olduğunu bilmiyordu ancak Gurur, babamın hangi takıma parasını yatırdığını bile biliyordu.
Artık neden kumarhane işlettiğini daha iyi anlıyordum çünkü Gurur gerçek anlamda bir kumarbazdı. Bir masada dönen tüm hilelere sahipti. Babam bir kez daha Gurur’un tuzağına düşmek üzereydi. “Kamuran ve Ceylan denen boksörler hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. Bu ikisi Tahir ve Nevra’nın bu geceki rakipleriydi. Onların kaybı bizim sonumuz olurdu.
“Bilemiyorum.” Esvet dövüş konusunda çok iyi olduğu için odanın içinde dönüp dururken gözlerini elindeki belgelerden ayırmıyordu. Ceylan’ın fotoğrafının olduğu dosyayı bize gösterip odanın tam ortasında durdu. “Kız şu zamana kadar katıldığı hiçbir maçı kaybetmemiş, aynı şekilde Kamuran’da öyle. Bakıldığında ikisi de çok iyi büyük ihtimalle Ümit enişteyi aldatan da bu oldu.”
Zaza yerinde rahatsızca kıpırdanarak meraklı bakışlarını ona dikti. “Ne demek istiyorsun? İkisi de bu iş için iyiyse sorun ne?”
“Sorun Tahir ve Nevra.” Esvet’in güzel yüzünde iç karatan bir ifade vardı. “Kamuran ve Ceylan iyi olabilir ama iki tarafın performansını karşılaştırdığımda Tahir ve Nevra açık ara alır bu maçı.”
Yatağın üstündeki dizüstü bilgisayarı gösterdi. “Aksa ve Farah kumarhanenin krokisini çıkartırken bende ringe çıkacak bu dört ismin önceki maçlarından birkaçını izledim. Tahir ve Nevra ringde daha acımasız, fevri ve kuralsız oynuyor. Üstelik Kamuran geçen yıl bileğinde küçük bir sakatlık yaşadığı için Tahir’in karşısında bu onun için büyük bir dezavantaj. Hepsi bu da değil Kamuran’ın sağ kroşesi bence zayıf, Tahir bunu fark ederse bunu kendi lehine çevirebilir.”
“Hay sikeyim!” Nihat sinirlenerek ayağa kalkıp yüzünü sertçe ovuşturdu. “Desene bu gece her şekilde kaybedeceğiz bu bahsi.”
“Amcam bahsi kaybederse bizde sevkiyata giremeyiz.” Zaza agresif bir tutumla kısa saçlarını dağıtıp odanın içinde dönmeye başladı. “Bizden istediği ona bu bahsi kazandırmamız.” Ama nasıl? Bahsi babama nasıl kazandıracağımızı bilmiyorduk.
Dönen sandalyenin üzerinde bir tur atan Aksa elindeki belgeleri bilgisayarın önüne fırlattı. “Anlaşılan amcam bizden bir imkansızı istemiş. Bizlik bir mesele olsa tamam diyeceğim ama tüm iş Kamuran ve Ceylan’dan bitiyor.”
“Ya bizlik bir mesele olsaydı?” Kılıç Aslan’ın zamansız sesiyle hepimizin gözleri onu buldu. Pencerenin önünde dikilirken siyah gözlerinde gizem vardı. Umutsuzluğa kapılan suratlarımızı izlediğinde dudağının köşesi usulca kıvrıldı. “Bahsi kazanmanın tek yolu bu işi gerçek anlamda ele almamız.”
Esvet ayakta durmaktan yorulmuş gibi kendini yatağın üzerine atıp bakışlarını ona çıkardı. “Müsabakanın kontrolünü nasıl ele alacağız?” Alay ederek güldü. “Tahir ve Nevra’ya gidip kaybetmeleri için yalvaracak mıyız?”
Kılıç’ın vücut dili de ifadesi gibi çok rahattı. Bir elini cebinde tutarken bakışları Esvet’e odaklanmıştı. “Kaybetmesi için kimseye yalvarmayacağız çünkü kaybetmelerini sağlayacağız.” Dudağının köşesi tembelce yana kıvrıldığında gözlerini Esvet’in yeşillerine kenetledi. “Sen ve ben,” dedi. “O ringe biz çıkıp alacağız bu maçı.” Boğazım düğümlendi.
Düşündüğüm şeyi kastetmiyordu, değil mi?
Kamuran ve Ceylan’ın yerine ringe çıkmaktan mı bahsediyordu?
Tüm ekip donup kalmış, bunun bir çılgınlık olduğunu düşünüyorduk. Ancak Esvet, Kılıç ile göz kontağını kesmiyor, onun önerisini ciddi anlamda değerlendiriyordu. “Saçmalamayın.”
Şiddetle karşı çıkarak ayağa fırladım. “Birkaç kişiyi yumruklamak ve ringde bir boksörle karşılaşmak aynı şey değil! Üstelik Nevra’nın rakiplerini öldürmeden o sahadan çıkmadığını söylediniz.” Bunun Esvet için ölümcül sonuçları olabilirdi. Hayatı söz konusuyken böyle bir şeye kalkışmasına izin veremezdim. Bu sadece Esvet için değil Kılıç için de çok tehlikeliydi.
Nihat’ta benimle aynı fikirde olduğunu göstermek istercesine yanımda durup ikisine döndü. “Farah haklı bunun ikiniz için de çok tehlikeli sonuçları olabilir. Bu yasadışı bir müsabaka yani ölümler serbest.”
“Katılıyorum.” Zaza’da bu çılgınlığa yanaşmayarak başını iki yana salladı. “Orada ölüp ölmemeniz umurumda değil ama aynı ekipten olduğumuz için mecburen cenazenize katılmam gerekecek.”
Düşüncesi bile üşenmesine neden olmuş gibi Zaza omuzlarını düşürdü. “Cenazelerden hoşlanmıyorum. Acaba sevkiyattan sonra ölebilir misiniz?” İşin trajik yanı bunu sorarken fazla ciddi olmasıydı.
Aksa yürüyüp gardırobunu açarak askıdaki kıyafetlerini karıştırmaya başladı. Bulduğu iki siyah elbiseyi askısıyla alıp bana gösterdi. “Amcam bu ekibi kurunca bir gün lazım olur diye cenazedeki kıyafetlerimizi önceden ayırmıştım.” Normal bir şeyden bahseder gibi bana gülümsedi. “Bak bu yakası tüllü olan benimkisi.” Diğer elbiseyi gösterdi. “Bu da seninki.”
Alacağım cevaptan çok korksam da ona bunu sormadan edemedim. “Kuzen senin dolabında neden ikimiz için cenaze elbisesi var?”
Masumca omuzlarını silkerek bana buradakileri gösterdi. “Bu beceriksizlerden birilerinin daha ilk görevimizde öleceğini tahmin etmek zor değildi.” Kılıç ve Esvet’e bakıp güldü. “Anlaşılan ilk bu ikisi gidecek. Bir de yas kıyafeti bakmakla uğraşmayalım diye her şeyi önceden ayarladım.”
Komik değildi ama bu saçmalık karşısında kendimi tutamayıp gülmeye başladım. “Her zamanki gibi çok düşüncelisin.”
“Ölmeyeceğiz.” Kılıç yakasını düzelterek kendisini gösterdi. “Kendi adıma konuşursam o ringden canlı çıkacağımı biliyorum.” Başını omzuna doğru eğerek alaycı gözlerle Esvet’i süzdü. “Ama mavi saçlı kızı bilemem.”
Esvet belki de ilk kez bu kadar sessizdi. Bu konuda bir şey söylemeden önce bunu ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı. Elindeki dosyadan gözlerini ayırmayıp Nevra’nın fotoğrafıyla bakışırken sessizliği bizi endişelendiriyordu. Kabul ederse Nevra’nın üstesinden gelip gelemeyeceğini düşünüyordu. Yeşil gözleri Nevra’nın fotoğrafının üzerinde gezinirken dudakları yavaşça kıvrıldı. “Ben bu hatunu o ringe gömerim gömmesine ama ya güzel suratıma hasar verirse?” Derin bir nefes alıp başını salladı. “Pekâlâ, ben varım.”
“Benim buna rızam yok.” Katı bir sesle konuştuğumda bakışlarım Kılıç ve Esvet üzerinde geziniyordu. “Bu ekibin lideri benim ve iznim olmayan bir şeyi yapamazsınız!”
Kılıç tehlikeli planını savunarak bakışlarını bana çıkardı. “Ekibin beyni de benim ve benim fikrimle bahsi kazanabiliriz.”
“Bu çok tehlikeli.”
“Risk yoksa kazanç da yok.” Tam bir şey söyleyecektim ki Kılıç Aslan yanıma gelip karşımda durdu. Uzun boyu ve kaslı vücuduyla beni ezerken omuzlarını hafifçe bükerek üzerime eğildi. “Daha iyi bir fikrin yoksa benim bulduğum çözümü onaylamak zorundasın. Kamuran ve Ceylan o ringe çıkarsa maçı kaybedeceğiz ve baban sahip olduğu son parayı da kocana kaptıracak.”
Kılıç’ın yüzü tehlikeli bir gizemle kararırken gözlerinin ardında geçen ifade ürkütücüydü. “Maçı alırsak sadece amcama kazandırmış olmayacağız aynı zamanda Gurur Kalender’i kendi mekânında alt edeceğiz. Bu gerçekten hiç ilgini çekmiyor mu?”
“Oradan bakılınca kocamla savaşmak isteyen biri gibi mi görünüyorum?”
Gerçeklikten uzak alaycı bir gülümseme kondu dudaklarına. “Kırılma noktasına girmek üzereyiz, Farah. Bu noktada kocanı savunamazsın. Ya ona karşı koyup onunla savaşacaksın ya da ona yenilip ailenin sonunu hazırlayacaksın!”
“Ama bu çok kötü bir fikir!” Kaşlarım çatıldığında bana dayattığı bu saçmalıkta içime sinmeyen çok şey vardı. “Ringe çıkacak boksörler önceden belirlendi. Oraya gidip öylece ringe çıkacağınızı mı sanıyorsunuz?”
Kılıç her şeyi çoktan planlamış gibi soğukça güldü. “Herkes ringde dövüşenin Kamuran ve Ceylan olduğunu düşünecek.”
Aksa’nın kahve gözlerinde merak belirdi. “Bu nasıl olacak?”
“Maske.” Bunu diyen Esvet’ti. Bilgisayarı açıp bize Ceylan’ın yasadışı bir maçını gösterdi. Ceylan’ın yüzünde gözlerini kapatan siyah bir maske vardı. Taktığı maske yüzünün hepsini kaplamıyor, sadece gözlerini gizliyordu.
“Ceylan’ın sol kaşında çirkin bir yara var,” diyen Esvet sırıttı. “Bundan utandığı için tüm maçlarında maske takıyor.” Başını bilgisayardan kaldırıp Kılıç’ı gösterdi. “Bu geceki maçta Kamuran’da partneriyle uyumlu bir maske taksa kimse bir şeyden şüphelenmez.” Daha şimdiden Kılıç’a Kamuran muamelesi yapmaya başlamıştı.
Nihat bir kadeh şarapla kafayı bulmak ister gibi kadehi kafasına dikip tüm içkiyi bitirdi. “İçeriye nasıl gireceğiz?” Kadehi sertçe masaya bırakıp elinin tersiyle dudaklarını sildi. “Böylesine ciddi bir bahsin olduğu bir mekâna elimizi kolumuzu sallayarak giremeyiz.”
“Amcam bir şekilde bizi içeri sokacaktır,” dedi Zaza. “Ona bahsi kazandırmamızı istediğine göre kumarhaneye girişimiz konusunda bir şeyler düşünmüş olmalı.” Zaza güldü. “Ringe çıkacağımız aklına bile gelmez bence sürprizi bozmayalım.”
“Hadi diyelim ki içeri girdik.” Kollarımı göğsümde birleştirip inatçı bir tutumla çenemi dikleştirdim. “Kapıdaki korumaları atlatıp Kamuran ve Ceylan’ın kulisine nasıl gireceğiz? Diyelim ki bir şekilde bunu yaptık onları maça çıkmamaya nasıl ikna edeceğiz?”
Kılıç’ın dudaklarında tehlikeli bir gülümseme belirince az kalsın küfredecektim. “Umarım planında onları etkisiz bir hale getirmek yoktur?” diye sordum.
Sakince omuzlarını kaldırıp indirdi. “Hızlı ve acısız olacak.” Kim için?
Esvet çantasını alıp kapıya yürüdü. “Hadi gidelim bu geceki maça hazırlanmalıyım.”
Hepimiz toparlanıp kapıya yönelmiştik ki arkamızdan Aksa’nın, “Bu şeyi odamda bırakıp nereye gidiyorsunuz?” diyen sesini duyduk. Ona döndüğümüzde ters gözlerle koltukta uyuyan İskender’e bakıyordu. İskender’in uyuduğunu gören herkesten yüz kızartıcı küfürler çıkmıştı. Bende diyorum İskender’in sesi niye hiç çıkmıyor, meğerse uyumuş.
Nihat onun yanına gidip İskender’i sertçe sarstı. “Kalk lan gidiyoruz!”
İskender irkilerek başını kaldırdığında kehribar gözleri uyuşuk bakıyordu. “Gidiyor muyuz? Nereye? Geldik mi?”
“He geldik!” Nihat onun koluna yapışıp onu zorla ayağa kaldırdı. “Burada ne planlar döndü ama herifin hiçbir şeyden haberi yok.” Öldürmek ister gibi İskender’e bakıyordu. “İşimiz yok bir de buna mı özet geçeceğiz?” Ne yazık ki öyle yapacaktık.
“Farah onlar gitsin sen biraz daha benimle kal.” Aksa yanıma gelip suratını asarak elime yapıştı. “Bu evde çok canım sıkılıyor biraz daha kalamaz mısın?” Onun ısrarlarına dayanamadığım için kalmayı kabul ettim. Beş yıl aradan sonra bulduğumuz her boşlukta birbirimizle vakit geçirmeyi seviyorduk.
Diğerleri İskender’i alıp gittiğinde Aksa ile ikimiz evde eğlenecek çok şey bulmuştuk. Saçma sapan makyajlar yapıp dolabındaki kıyafetleri denemiş, müzik açıp podyuma çıkmış gibi odanın içinde bir tur atmıştık. Kendimizi soktuğumuz komik durum ikimizi de eğlendirmişti. Daha sonra tüm o makyajdan ve gülünç kıyafetlerden kurtulup aynı renkte giyinmiştik. Siyah sweatshirt ve siyah tayt içinde çok uyumluyduk. Beyaz topuklu çorap ve pofuduk terliklerle fazla rahat görünüyorduk.
Akşama kadar yemiş içmiş ve bolca eğlenmiştik. Kız kıza keyifli bir zaman geçirdiğimizi inkâr edemem. Aksa yüksek sesle müzik açınca kahkaha attım. Şarkı sözleriyle gülüşüme engel olamıyordum. Bu şarkıda ciddi miydi? Yatağın üstünde ayaklarımı sarkıtarak onu izlerken Aksa eline saç fırçasını aldı. “Düşe kalka böyle geldik,” derken oynuyordu.
“Biz aşkı dumana verdik.” Odanın ortasına ilerleyip kapıya sırtını çevirdi. “Bak yine tribe girdik.” Bana göz kırpıp, “Takma düzelir be kanka,” dediğinde tekrar gülmeye başladım.
Yataktan atlayıp bulduğum bir kumandayı elime aldım. “Bu alemde kardaşın çok.” Saçımdaki kalemi çıkartıp saçlarımı savurarak onunla oynamaya başladım. “Denizde kum bizde dalga,” dediğimde omuzlarımı hafifçe kıpırdatıp kalçamı salladım. “Hallederiz sıkıntı yok.” Çapkınca Aksa’yı süzüp ona göz kırptım. “Takma düzelir be kanka.”
Oynayarak birbirimize doğru ağır adımlarla yaklaşırken, “Dönmesekte köşeyi biz,” dedik aynı anda. “Kaybetmeyiz neşeyi biz.” Resmen bağırarak çalan şarkıya eşlik ediyorduk. “Hani yok mu bişeyimiz.” Aksa yüksek sesle güldü. “Takma düzelir be kanka.”
“Bu alemde kardaşın çok.
Denizde kum bizde dalga.
Hallederiz sıkıntı yok.
Takma düzelir be kanka.”
“Bırakta kader utansın.” Ona yaklaştığımda omzumla onun omzuna vurdum. “Herkes seni mutlu sansın,” dediğimde Aksa etrafımda oynayarak dönerken, “Hayat buysa üstü kalsın,” dedi neşeyle. “Takma düzelir be kanka.” Bildiğin göbek atarak oynuyorduk.
Odada çalan müziğe rağmen, “Karını karımdan uzak tut, Bolatlı,” diyen o tanıdık sesi duydum. “Bu yamuk saçlı kız karımın dengesini bozuyor.”
Aksa ile irkilerek kapıya döndüğümüzde kapının önünde dikilen kişilerle sertçe yutkunduk. Gurur ve Asaf buradaydı. Müzik sesi ve çıkardığımız gürültüler dışarıdan bile duyuluyor olmalı ki ikisi kapıyı bile çalmadan içeri girmişlerdi. Kapıyı çaldılarsa bile biz duymamıştık. Kapının üç adım önünde durmuşlar, tuhaf gözlerle bize bakıyorlardı. Yüzüm kızarmaya başlamıştı.
İkisi de üzerimizdeki uyumlu kıyafetlere, oynamaktan terleyen yüzlerimize ve mikrofon niyetine kullandığımız tarak ve kumandaya garip bakışlar atıyordu. Gurur kolay kolay Asaf’ın evine gelecek biri değildi. Hava karardığı için eve gidip beni bulamayınca soluğu burada almış olmalıydı. Az önce olanları gördüğü için yüzündeki garip ifadeyi saklamadan tek kaşını havaya kaldırdı. “Ne iş?”
Utançtan elimdeki kumandayı arkama saklayıp yerimde kıpırdandım. “Şey… Biraz eğleniyorduk.”
“Hımm.” Sükûnet içinde başını ağır ağır salladığında yeşil gözleri bir nedenden dolayı benden hesap soruyordu. “Telefonlarımı niye açmadın?”
Arka planda bangır bangır çalan müziği işaret ettim. “Aradığını duymadım.”
“Bu müzikte duymazsın tabii.” Bana karşı sabırlı olmaya çalışırken sık sık yanındaki Asaf’a ters bakışlar atıyordu. “Neden bu herifin evindesin, Farah?”
“Kuzenim burada yaşadığı için onunla biraz zaman geçirmek istedim.”
“Kuzenin sana gelsin sen niye buraya geliyorsun?” Gurur’un bu çıkışıyla Asaf’ın yüzünde beliren ifadeyi görüp Aksa ile göz göze geldik. Daha önce buna benzer bir şeyi Asaf’ta Aksa’ya söylemişti.
İşaret parmağımla kapı önünde dikilen iki adamı gösterdim. “Sizin aranız kötü diye kardeşimden uzak durmayacağım.”
Aksa koluma girerek sözlerimi onayladı. “Birbirimize gidip gelebiliriz bununla bir sorununuz varsa umurumuzda değil.” İkisinin kaşlarını çatmasını zerre kadar umursamamıştı.
Başından beri sessizliğini koruyan Asaf derin bir nefes alıp boyundaki kravatı çekiştirdi. “Kuzeninin buraya gelmesinin bir sakıncası yok.” Öldürücü gözlerle Gurur’a baktı. “Bu piçi evimde istemiyorum.”
Gurur’un çenesinden bir kas seğirdiğinde yanında duran elini sıkıyordu. “Siktirtme bana evini, karım burada olmasaydı bu boktan evin eşiğinden bile girmezdim.” Ters bakışlarını bana çıkartıp dışarıyı gösterdi. “Elimden bir kaza çıkmadan gidelim!” Bunları söyledikten sonra dışarı çıkmıştı.
Aksa kızgın gözlerle kocasına bakarken kahve gözleri eleştireldi. “Biraz daha kibar olamaz mıydın? Senin yüzünden belki de bir daha Farah’ı buraya göndermeyecek.”
Aksa’nın saçlarına baktıkça daha fazla sinirlenen Asaf kaşlarını belli belirsiz çattı. “Topla şu odayı.” Dağınıklıktan hiç hazzetmiyormuş gibi odadaki karmaşaya kızgın gözlerle bakıyordu. “Odanda saçların gibi orantısız!” dedikten sonra o da dışarı çıktı.
Bir süre kapıya baktıktan sonra başımı çevirip omzumun üzerinden Aksa’nın yamuk saçlarını göz hapsine aldım. “Şu saçlarının kesimini düzeltsen sana bakarken daha az kaşlarını çatar.”
Aksa sırıtarak omuzlarını silkti. “Onun sempatisini kazanmakla ilgilenmiyorum.” Ne hatırladıysa yüzündeki gülüşü soldu. “Bu gece kumarhanede o da olacak. Bırak saçlarımı da kocalarımıza yakalanmadan geceyi nasıl atlatacağımızı düşün.”
“Bir yolunu buluruz,” diye mırıldandım ama onlarla aynı mekandayken kendimizi nasıl gizleyeceğimizi bende bilmiyordum.
Gurur ne işler çevirdiğimi anlarsa canıma okurdu.
***
Saat gecenin ikisi olduğunda heyecanım ve korkum artmaya başlamıştı. Akşam yemeğinden sonra herkes odalarına çekilince Gurur her zamanki gibi bana masal okuyup beni uyutmuştu. O bana masal okurken uyuyormuş taklidi yaparsam uyumadığımı anlardı bu yüzden gerçekten uyumuştum. Gurur ve babam farklı arabalarda evden ayrıldıktan sonra Esvet odama gelip beni uyandırmıştı. Evdeki kimseye yakalanmadan gizlice dışarı çıkmıştık.
Bir tek arka kapıyı koruyan korumalar evden çıktığımızı görmüştü ama onlarda her şeyi önceden bildikleri için bize sorun çıkarmamıştı. Babam planımızın içeriğini bilmiyordu ama bu görevi o bize verdiği için önceden korumalarla konuşmuş ve çıkmak istediğimizde bize sorun çıkarmamalarını söylemişti. VIP araçlarımızdan siyah bir doblo arabayla evden ayrılmıştık.
Babamdan tek istediğimiz kimliğimizi deşifre etmeden bizi kumarhaneye sokmasıydı. Babamın bizim için çıkardığı sahte kimlikler işimizi hiç kolaylaştırmıyordu. Hepimiz garson kılığında bir şekilde içeri girmeyi başarmıştık ancak tanınmamak için yanımızda getirdiğimiz siyah maskeleri takıyorduk. Ceylan’ın maçlarında taktığı siyah maskenin bir benzerini takıyorduk. Bizi görenler sevdiğimiz bir boksörü desteklemek için onun maskesinde taktığımızı düşünüyordu.
Esvet çok sosyal bir kız olduğu için yanında getirdiği maskeleri buradaki birkaç garsona da vermiş, onları da maske takmaya ikna etmişti. Ne kadar çok kişi bu maskelerden takarsa daha az dikkat çekerdik. Bir süre sonra diğer garsonlarda bizlerle uyum içinde olmak istedikleri için hepsi siyah maskeleri takmıştı. Onlar kadrolu garsonlardı ancak bizler bir gece için kiralanan garsonlardık.
İçeri girmesine girdik ama asıl sıkıntı bu gecenin formatıydı. Burası bildiğimiz diğer kumarhanelere hiç benzemediği için garson üniformaları da her hafta değişiyormuş. Bu gece özel bir maç olduğu için gecenin teması kan ve tutkuymuş. Bu yüzden erkek garsonların üzerinde sadece askılı siyah pantolon ve boyunlarında siyah bir papyon vardı. Bunun dışında kaslı vücutları tüm çıplaklığıyla görünüyordu.
Biz kadın garsonlar ise göğüslerimizi öne çıkartan siyah, deri bir korse ve kıçımızı bile zor kapatan siyah dar bir etek giyiyorduk. Fileli çorabı olan jartiyerler giymek zorunda mıydık? Saçlarımızı sıkı bir at kuyruğu yapmıştık ve boynumuza tasma gibi siyah bir aksesuar takmıştık. Garsonlar için olan soyunma odasında hazırlanırken mini eteğimi aşağıya çekiştiriyordum. “Neden seks köleleri gibi giyindiğimizi biri bana açıklayabilir mi?”
Esvet boy aynasının önünde kendini süzerken güldü. “Bunu senin o kafası bozuk kocana sormak gerek.”
Zaza çoğunlukla postal giymeye alışık olduğu için siyah stiletto ayakkabıların içinde can çekişmeye başlamıştı. “Enişte bey kumarhane mi işletiyor yoksa genelevi mi hiç belli olmuyor!” Tıpkı benim gibi kısa eteğini çekiştirip bize arkasını döndü. “Götüm görünüyor mu?” diye sorduğunda Aksa kıkırdadı. “Eğilmediğin sürece hayır.” Hiçbirimiz eğilmeyi düşünmüyorduk.
Aynanın karşısına geçip baştan ayağa kendimi süzdüğümde ağlayabilirdim. “Şeylere benziyorum.” Yüzümde dramatik bir ifade vardı. “Birazdan müşterisiyle buluşacak o kadınlara benziyorum. Umarım garsonlarda bu geceki eğlenceye dahil değildir.” Yansımamda gördüğüm kadın ben olmaktan çok uzaktı.
Saçlarımı sıkıca ensemde bağladığım için gözlerim çekik görünüyordu. Esvet’in bana yaptığı kuyruklu göz makyajı da böyle görünmesini sağlıyordu. Kuzenim eyelineri nasıl kullanacağını iyi biliyordu. Bu gece hiçbir şekilde tanınmamak için hepimiz farklı lensler takmıştık. Mavi lenslere alışık olmayan gözlerim sık sık sulanıyordu. Yüzümde hafif bir makyaj ve dudaklarımda bordo ruj vardı.
Bir kez daha dudaklarımı emip ruju taşırırsam bu sefer Esvet kafamı duvara çarpabilirdi. Zaza ve benim makyajımı o yapmıştı. Korse gibi görünen deri büstiyer yüzünden ince omuzlarım ve boynum açıktaydı. Önde bağcıkları olan büstiyerden her an göğüslerim dışarı fırlayabilirdi. Deri eteğin uzunluğu kalçamın tam altında olduğu için eğilmekten korkuyordum. Dizlerimin üstüne kadar gelen fileli çorap ve eteğin altında uzanan jartiyerin lastiği ortaya seksi bir görüntü çıkartıyordu.
Üzerimdeki her şeyden çok rahatsızdım ama hiçbiri boynumdaki tasmadan beni daha çok rahatsız edemezdi. Boynumu saran deri tasma çok rahatsız ediciydi. Kendimi gerçek anlamda seks işçisi gibi hissetmeye başlamıştım ve bu iğrençti. Aksa, Zaza ve ben üzerimizdekileri çekiştirip dururken bir tek Esvet halinden rahatsız değildi. Aynadan kendini izlerken sırıtıyordu. “Tüm erkeklerin bana dibi düşecek çünkü taş gibi bir hatunum.”
Tanınmamak için bu geceye özel sprey boyayla sarı saçlarını pembeye boyamıştı. Normalde yeşil olan gözlerinde mavi lensler vardı. Zaza yüzünü buruşturmamaya çalışarak onun pembe saçlarını gösterdi. “Zevklerin küfür gibi.” Bunları söylerken taktığı peruğun uzun saçlarını düzeltiyordu. Zaza kahve kısa saçlarının üzerine siyah bir peruk takarak kendini gizlemişti. İçimizden bir tek o peruk taktığı için sadece onun saçları açıktı. Bir peruğa at kuyruğu yapamazdı.
Bence kaşlarının üzerine kadar gelen kakülüyle bu peruk ona yakışmıştı. Üstelik yeşil lenslerde onu çok farklı gösteriyordu. Aksa ise saçlarını sıkıca yukarıda bağladığı için yamuk saçları fazla belli olmuyordu. Ela lensler onu da rahatsız ediyor olmalı ki eli sık sık gözlerine gidiyordu ama son anda kendini durdurup gözlerini kaşımıyordu.
Esvet topuklu ayakkabılarla ustaca yürüyüp kıvırtarak kapıya ilerledi “Gidelim artık köleler, bu akşam için büyük planlarımız var.” Şuh bir kahkaha attı. “Tüm o zengin piçlerinin paralarını almalıyız.”
Zaza kapıya doğru bir adım atmıştı ki topuklu ayakkabılar yüzünden tökezleyince Aksa hemen onun koluna girdi. “İyi misin kuzen?” Zaza’nın sıkıntı içindeki yüzüne bakıp güldü. “Beş santim topukluyla bile yürüyemiyorsun.”
Zaza kolunu ondan kurtararak duvara tutunup kapıya ilerlemeye çalıştı. “Askeriyede bize topuklu ayakkabıyla yürümeyi öğretmiyorlardı kuzen. Size tetikçi lazım oldu da ben mi yok dedim.” İğrenircesine üzerindekilere baktı. “Şu halime bak fahişelere benziyorum!” O ayakkabılarla yürüyemiyordu nasıl içki servisinde bulunacaktı, merak konusuydu.
Burası kumarhane katı olduğu için hepimiz dışarı çıkıp diğer garsonların arasına karıştık. Bir alt katta dövüşler yapıldığı için aşağıya inmek için buradaki garsonların arasına sızmalıydık. Diğerlerden bağımsız olarak bizim ekip ten rengi kulaklık takıyordu. İki kulaklık yerine sadece bir tane takıyorduk çünkü biriyle karşılaşırsak yan dönerek onlara kulaklığın olmadığı kulaklarımızı gösterebilirdik.
Bizler dövüşün olduğu katta çalışacağımız için bu kattaki garsonlar gibi kumar oynanan masaların arasına karışıp servis yapmıyorduk. Alt kattan sorumlu olan bir adam vardiya değişimi için bizi almaya gelince hepimiz onun peşine takıldık. Kalabalık bir grupla asansöre bindiğimizde ekipteki erkekler biz kızlara, bizlerse onlara bakıp duruyorduk.
Hepsi üstsüz bir şekilde sadece bir pantolonla dururken kasları çok dikkat çekiciydi. Onlarda bizleri seksi bir kıyafetin içinde görünce ister istemez bunu yadırgayıp bakıyorlardı. Nihat baştan ayağa Zaza’yı süzerken yüzünde inanamayan bir ifade vardı. Gözbebekleri irileştiğinde şoke olarak İskender’in kulağına uzandı. “Zaza kız mıydı lan?”
İskender gülmemeye çalışarak ona başını salladı. “Arada bende onun cinsiyetini hep unutuyorum.”
Bunu unutan sadece İskender değilmiş çünkü Kılıç’ta Zaza’ya şaşkın bakışlar atıyordu. “Harbi kıza benziyor.”
Zaza bize eşlik eden görevliyi kontrol edip çatık kaşlarla asansördeki üç şaşkına döndü. “Ne demek kıza benziyor? Normalde erkeğe mi benziyorum?” Kılıç buna cevap vermemek için hemen başını kaldırıp tavanı kontrol etmeye başladı. Nihat telefonunu çıkartıp başını telefona gömerek bu sorudan kaçtı ve İskender hep yaptığı gibi bileğindeki saate bakarak onu görmezden geldi. Biz kızlar onların bu şapşallığına gülerken Zaza her birini parçalayabilirdi.
Asansör bir alt kata inerken Kılıç ve Esvet’in birbirine attığı bakışları yakaladım. Esvet alt dudağını ısırmamaya çalışarak Kılıç’ın kaslarını dikizlerken Kılıç, baştan ayağa onu süzüyordu. Bu ikisinin arasında cızırdayan elektriği bir tek ben mi hissediyordum? Göz göze geldiklerinde Esvet hemen kendini toparlayıp bir geceliğine pembeye boyattığı saçının kuyruğunu arkaya itti. “Fena görünmüyorsun küçük aslancık,” dediğinde Kılıç’ın çatılan kaşlarını gördüm. Sadece sözleriyle bile onu kızdırmayı başarıyordu.
Kılıç onun pembe saçlarını gösterdi. “Saçlarınla derdin ne senin?” Öncesinde de sarı saçlarının arasında mavi gölgeler vardı.
Esvet gülerek sırtını asansörün duvarına yaslayıp yerinde salındı. “Renkli kişiliğimin dışa vurumu diyelim.”
Bu gece ringe çıkıp ölümüne bir dövüş yapacak birine göre ikisi fazla rahat görünüyordu. Kırmızı neon ışıkların yandığı düz bir koridorda yürüyüp bir kapıdan geçtiğimizde gördüklerim akıllara durgunluk verirdi. Kapıdan içeri girdiğimiz an bağırışlar, alkışlar ve tezahüratlar kulaklarımızı delecekti. Liderler ve onlar gibi tehlikeli olan yeraltının kralları yukarıdaki teraslarında oturmuş, aşağıdaki cümbüşü izliyordu. Aşağıda ise kafes dövüşü yapılıyordu.
Sadece en seçkin insanlar yukarıdaki teraslarda olacağı için aşağıdaki kalabalık yukarı çıkamazdı. Çıkmak da istemiyorlardı çünkü kafesli ringin etrafında durup dövüşenleri yakında izlemek daha çok hoşlarına gidiyordu. Buradan bakılınca aşağıdaki tüm o insanlar fazla vahşi ve barbar görünüyorlardı. Bizi buraya getiren güvenlik şefi sadece teraslardaki özel müşterilerine servis yapacağımızı, aşağıya inmeyeceğimizi söylemişti.
İsabetli bir karardı çünkü bu kılıkta aşağıdaki barbarların yanına inersek bizi parçalayabilirlerdi. Babama bahsi kazandırayım derken tacize uğramak istemiyordum. Garsonlardan sorumlu şef gidince her birimiz bara yaklaşıp içki tepsilerini aldık. Diğer garsonların biraz arkasında kalıp ağır adımlarla ilerlerken Kılıç kısık bir sesle, “Bu heriflere servis yaparsak elbet birileri bizi tanır,” diye fısıldadı. “Burada oyalanmak yerine kulise gidip Kamuran ve Ceylan’ı bulmalıyız. Birazdan onların maçı başlayacak.”
Aksa çaktırmadan etrafına bakıp bize terasın diğer ucunu gösterdi. “Oradaki kapıyı görüyor musunuz, o kapı dövüşçülerin olduğu kulisin koridoruna açılıyor. Oraya kadar kimseye yakalanmadan gidersek gerisini hallederiz.”
Hepimiz dağılıp terastaki localara yöneldik. Herkes bir locaya girip orada oturanlara içki servis ediyordu. Babam, Veysel amca ve birkaç adamın oturduğu locaya doğru yürürken kulağımdaki kulaklıktan Zaza’nın, “Oğlum bu ayakkabılarla yürüyemiyorum ben,” diyen sızlanmasını duydum. “Düşmekten korkmuyorum ama düşerken ya götüm görünürse?” Neredeyse gülecektim.
“Kanka sen rahat ol ben tam arkandayım,” diyen Nihat’ın eğlenen sesini duydum ve hemen ardından da Zaza’nın küfredişini işittim. “Sen arkamdayken bileğimi kırsalar yine düşmem!”
“Bu kıyafetin içinde kendimi çok çıplak hissediyorum.” Bu sitem eden İskender’di.
“Kendini çıplak hissetmen çok normal çünkü zaten yarı çıplaksın.” Aksa’nın kıkırtısını duydum. “Heyt be şu sırt kaslarına bak.”
“Aksa defol git arkamdan! Ben senin birinci dereceden kuzeninim git Kılıç’ı taciz et.”
“Reis sen niye seninle uğraşan tüm kızları bana paslıyorsun?” Kılıç’ın isyanı beni güldürebilirdi. “Oğlum biriyle de başa çıkmayı öğren!”
“Senin başa çıkma yöntemini de iyi biliyoruz küçük ağa.” Esvet’in sesini kulağımda duyduğumda Kılıç’a sataşmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığını anladım. “Kızları nikah masasında bırakmak onlarla başa çıkma yöntemi olamaz.”
“Sen önce kıvırtmadan yürümeyi öğren sonra gel bana bir şeyler anlat.”
“Kıçıma mı bakıyorsun?”
“Önümde yürüyorsun.”
“Ve sende kıçıma bakıyorsun öyle mi?”
“Bakmam için böyle kıvırtmıyor musun?”
Esvet’in, “Siktir git piç!” diyen sinirli sesinden hemen sonra Kılıç’ın gülüşünü duydum. “Düzgün yürü.”
Hepimiz dağılıp bir locaya girdiğimizde babamın olduğu masaya yaklaştım. Gözlerimde mavi lensler ve yüzümde siyah bir maske varken kolay kolay beni tanıyamazlardı. Önce buradaki birkaç adama içki verdim daha sonra da babama yaklaştım. Aşağıdaki kapışmayı izlediği için yürüyüp onun görüş açısına girdim. “Bir şeyler içer miydiniz efendim?”
Babam yumuşak sesimi duyana kadar masalarına gelen garsona bakma zahmetine girmemişti. Tanıdık sesimi duyunca başını hızla kaldırıp bana baktığında bir an koltuğundan ayağa fırlayacak sandım. İhtiyar yüzü yoğun bir şokla kasılırken maskenin ardındaki yüzün bana ait olduğuna inanmak istemiyordu. Bu gece garson kılığında burada olacağımızı biliyordu ancak garsonların bu kılıkta giyineceklerini tahmin bile edemezdi.
Babamın gözleri sadece iki saniye vücudumda oyalandı, o da ne giydiğimi görmek içindi. Oldukça cüretkâr ve açık bir kıyafetin içinde olduğumu görünce fazladan bir saniye bile vücuduma bakmadan hemen bakışlarını yüzüme çıkardı. Vücudumu gözlerine yasaklayıp sadece yüzüme bakması kalbimi eritiyordu. Uzun uzun giydiklerime bakıp beni utandırmayacak kadar iyi bir babaydı.
Eğilmemeye çalışarak tepsideki içkileri ona uzattığımda kendini toparlamaya çalıştı. Masadaki diğer adamların şüphelerini çekmemek için yüzündeki afallamış ifadeden kurtulmaya çalışıyordu. Uzanıp bir kadeh içki aldığında masasındaki bir adam, “Bu yerin garsonları bu geceki müsabakadan daha çok ilgimi çekmeye başladı,” diyerek alıcı gözlerle beni süzmeye başlamıştı. Yanındaki arkadaşına beni gösterdi. “Şu yavruyu bak gel de bunu becer-“
“Ona bakan gözünü, uzanan dilini sikmemi istemiyorsan kapat çeneni!” Babam bir hışımla silahını çıkartıp yönünü bu densiz adama çevirince adamın yüzü korkudan bembeyaz kesildi. Babamın elindeki silaha bakarken korkudan dilini yutmuştu. Babamın kaşlarının kavisi çatılırken her an silahını ona doğrultup tetiğe basacak gibiydi. Umarım bunu yapmazdı çünkü bu her şeyi mahvederdi.
Adamın yanındaki arkadaşı gerginliği önlemek için, “Sakin ol, Ümit,” dedi uzlaşmacı bir sesle. “Ceyhun’u sende bilirsin her zamanki densizlikleri.” Babama daha fazla sorun çıkarmadan hemen onların masasından ayrıldım. Bana asılan o herif belki babamdan bile yaşlıydı ama kızı yaşındaki birine yürümeyi sorun etmiyordu.
Birkaç masaya daha içki servis edip diğerlerinden önce Aksa’nın gösterdiği kapıya yetişmiştim. Kapıdan geçip loş ışıkla aydınlanan koridorda yürürken her yerde kameralar vardı. Dudaklarımı fazla oynatmamaya çalışarak, “Biraz acele edin,” dedim bizimkilere. “Terastan çıktım sizde fazla oyalanmadan gelin. Sıradaki maç Kamuran ve Ceylan’ın.” Maç her an başlayabilirdi ancak biz daha onları etkisiz hale getirmemiştik.
“Aynı anda çıkmamız şüphe uyandırır bunu belli aralıklarla yapmalıyız,” diyen Kılıç Aslan’ın sesini duydum. “Aksa sen İskender ile git daha sonra da ikişerli gruplar halinde biz çıkacağız.”
“Bir kadın az önce kıçımı elledi!” Bu Nihat’tı. “Sizin bu sikik operasyonunuz yüzünden burada tacize uğruyorum.”
Zaza’nın homurtusunu duydum. “Her şeyi gördüm kadın seni ellerken keyfin yerindeydi.”
Nihat’ın gülüşünü işittim. “Hatun güzeldi.”
Koridordaki korumaların arasından düz bir şekilde ilerlerken kulisleri bulmaya çalışıyordum. Garson kıyafeti içinde ve elimde bir içki tepsisi varken şimdilik kimse benden şüphelenmemişti. Koridordan sağa döndüğümde tam karşımda bu tarafa gelen Gurur ve Ali’yi görünce ne yapacağımı bilemedim. Eğer buradaki korumalar olmasaydı hemen onlara sırtımı dönüp bir yere saklanırdım ancak korumaların bakışları üzerimdeyken bunu yapamazdım.
Mecburen düz bir şekilde ilerlemeye devam ettim ama korkudan kalbim patlayacakmış gibi hızlanmıştı. Gözlerimde lens, yüzümde maske ve üzerimde oldukça cüretkâr bir kıyafet varken beni tanıyamazdı, değil mi? Üstelik işimi şansa bırakmamak için evden çıkmadan önce yeni aldığım ve hiç kutusundan çıkarmadığım bir parfümü üzerime boca etmiştim. Kokuma kadar her şeyi değiştirmiştim.
Karşı karşıya birbirimize doğru yürürken Gurur, Ali ile konuşuyordu. Yakışıklı yüzü ciddiyet içindeydi. Yürüdükçe onları daha iyi duyuyordum. “Bu gece hiçbir aksilik çıkmasını istemiyorum,” diyen Gurur’un bakışları fazla sertti. “Müsabaka bitmeden Ümit bu yerin bana ait olduğunu bilmemeli.” Babam belki bilmiyordu ama biz her şeyin farkındaydık.
Ali onu sakinleştirmek için hafifçe güldü. “Merak etme şu ana kadar hiçbir şeyden şüphelenmedi. Her şey plana uygun gidiyor, bu gece kalan son parasını da kaybedecek. Kamuran ve Ceylan şüphe uyandırmayacak bir şekilde kaybedecekler.” Az kalsın elimdeki tepsiyi yere düşürecektim. Babamın kime oynadığını iyi bildikleri için onları satın almışlardı. İşte bunu beklemiyordum.
Babamın Kılıç’ı neden Diyarbakır’dan getirttiğini artık daha iyi anlıyordum. Kılıç’ın takımın beyni olacağını söylerken ona inanmamıştım ama haklı çıkmıştı. Kılıç işimizi şansa bırakmak yerine bizzat ringe çıkmayı önerdiğinde ona kızmıştım ama artık en doğrusunu yaptığını biliyordum. Eğer onun planı olmasaydı babam bu gece bir kez daha Gurur’a yenilecekti. İşimiz Kamuran ve Ceylan’a kalsaydı bu geceyi yenilgiyle sonlandıracaktık.
Gurur bir kez olsun başını kaldırıp karşına bakmadan yürüyordu çünkü Ali’ye bir şeyler anlatmakla meşguldü. Yanımdan geçip gittiğinde rahat bir nefes almamak için kendimi zor tutmuştum. Gittikçe birbirimizden uzaklaşırken Ali’nin, “Bu garsonları kim giydiriyor?” diyen sesini duydum. “Hepsi eskortlara benzemiş.”
“Yılmaz piçinin işidir,” diyen Gurur’un sesi küfreder gibi çıkmıştı. “Orospu çocuğunun aleti evdeki karısına kalkmıyor ama burayı fuhuş yuvasına çevirdi. Yarın hesabını kesin gitsin.”
İki korumanın bir kapının önünde durduğunu görünce o kapının ardında boksörlerden birinin olduğunu anladım. Kapıya yaklaştığımda korumalar yolumu kesip, “İçeri giremezsin,” diyerek beni durdurmuştu.
Onlara elimdeki tepsiyi gösterdim. “Gurur Bey maçtan önce Kamuran Bey ve Ceylan Hanım’a rahatlatıcı bir kokteyl getirmemi istedi.” Bunu söylerken sesimin titrememesi için çok çaba harcıyordum.
Korumalardan biri, “Burası Tahir Bey’in kulisi,” diyerek bana koridoru gösterdi. “Kamuran Bey ve Ceylan Hanım’ın kulisleri koridorun sağındaki odalarda.”
Ona teşekkür edip yanlarında ayrıldım. Dimdik bir şekilde karşıma bakarak yürürken kısık bir sesle, “Nerede kaldınız?” diye bizim çocuklara seslendim. “Siz gelmeden bunlar kulisten çıkıp ringe gidecek gibi.”
“Tam arkandayız sakın arkanı dönme,” diyen Aksa’nın sesini duydum. “Kılıç ile geliyoruz sen düz devam et.”
“Sen İskender ile gelmiyor muydun?”
“Masalardaki kadınlardan birinin engeline takıldığı için Kılıç ile çıkmak zorunda kaldık.” En azından burada yalnız değildim.
Koridoru dönünce buradaki iki kapıyı da koruyan korumalar gördüm. Sanırım Kamuran ve Ceylan buradaydı. İçeri girecektim ki buradaki korumalarda önüme geçti. “İçeri giremezsin.”
“Maçtan önce serinletici bir şeyler içsinler diye boksörlere alkol oranı düşük kokteyllerden vermem söylenildi.” Korumanın gözlerinin içine bakıp, “Gurur Bey’in talimatı,” dediğimde bile yolumdan çekilmedi. “Gurur Bey az önce buradaydı ve bize böyle bir şeyden bahsetmedi.”
“Ay hayatım anlasana kokteyl bahane.” Aksa cilveli bir sesle konuşup Kılıç ile yanıma geldiğinde bakışları korumaların üzerindeydi. “Kamuran ve Ceylan’ın maçlara çıkmadan önce farklı fantezileri varmış.” Anlamadım?
Aksa hafif meşrep bir kadın gibi davranarak buradaki adamlardan birine sırnaşmaya başlamıştı. Kolunu adamın omzuna yaslayan Aksa onun kulağına doğru uzandı. “Maçın gerginliğini yaşadıkları için biraz rahatlamaya ihtiyaçları varmış.” Konuşurken dudaklarını özellikle adamın kulağına değdiriyordu. “Hızlı bir muameleden sonra işim biter. Vardiya değişimde senin de biraz gevşemeye ihtiyacın olursa…” Parmaklarını adamın ensesine sürterken gözlerini onun mavilerine kenetledi. “Üst katta olacağım.” Adamın yutkunuşu görülmeyecek gibi değildi. İyi ki Asaf burada değildi.
Aksa’nın yaptıkları Kılıç’ı kızdırdığı için bir eliyle tepsiyi tutarken yanındaki elini sıkıyordu. Neyse ki taktığı maske sayesinde buradakiler onun çatık olduğunu düşündüğüm kaşlarını görmüyordu. Aksa’nın can alıcı performansından sonra buradaki adamlar farklı bir amaç için buraya geldiğimizi düşünmediler. Yolumuzdan çekilip bizim için kapıyı açtıklarında Kılıç’a karşıdaki odayı gösterdiler. “Ceylan Hanım orada.” Kılıç’ın da Ceylan’a muamele çekmek için geldiğini düşünmüşlerdi.
Sorun şu ki Kılıç, Kamuran’ın yerine geçecekti bu yüzden bir kadının odasına giremezdi. Bizim Ceylan’ın odasına girmemiz gerekiyordu. Aksa şuh bir kahkaha atarak adamlara döndü. “O Kamuran için burada,” dediğinde Kılıç renkten renge giriyor ancak işi bozmamak için tepki veremiyordu.
Aksa sır verir gibi korumalara yaklaşıp, “Kamuran odasına erkek fahişelerden birini istedi,” dediğinde korkumdan Kılıç’ın olduğu tarafa bakamıyordum. Aksa fırsatını bulmuşken Kılıç’ı sinir ederek gülmeye devam etti. “İnsanların zevklerini sorgulamamayı bırakalı çok oldu.” Adamlara Ceylan’ın odasını gösterdi. “Bir kadını rahatlatmak benim de hoşuma gitmiyor ama bunun için iyi bir ödeme aldık.” Bu sözlerden sonra Aksa’nın koluna girip onu Ceylan’ın odasına çekmemi kimse garipsemedi. Bu kızı Asaf’a söylemek isteyen ispiyoncu bir yanım ortaya çıkmıştı.
Kılıç diğer odaya girerken bizde Ceylan’ın odasına girdik. Kapıyı arkamızda kapatırken Aksa elini kalbinin üzerine bastırdı. “Bir an içime Esvet girdi sandım!” Dramatik isyanı beni güldürebilirdi. Bence iyi iş çıkarmıştı.
Odanın içine yürüdüğümüzde Ceylan’ı boks ayakkabılarını giyerken gördük. Başını kaldırıp kısa bir an bize baktı. Maskesini henüz takmadığı için kaşındaki derin yara göze batıyordu. Yarası fazla derin ve rahatsız ediciydi. Ceylan’ın mavi gözleri buradaki varlığımızı sorguladığı için uzun süre kaşına bakmaya çekiniyordum. Kahverengi saçları dikkatimi çekmişti.
Esvet saçlarını pembeye boyarken Ceylan’ın saç rengini unutmuş olmalıydı. Onun gibi mavi lensler takmıştı ama saçlarının rengini gözden kaçırmıştı. Neyse ki sprey boyalar Esvet’in soyunma odasındaki çantasındaydı. Buraya gelirken kahverengi boyayı da getirse iyi olacaktı. Ceylan bize kapıyı gösterip tekrar önüne döndü. “Maçtan önce hiçbir şey içmem.” Sanki kazanmak için o ringe çıkacakmış gibi davranması yok muydu, insanı sinir ediyordu.
Ceylan’ın içecekleri reddetmesiyle Aksa başını sallayıp, “Siz nasıl isterseniz efendim,” deyip odanın içine yürüdü. “Maçtan sonra belki içmek istersiniz diye odanıza bir kadeh bırakacağım.”
Aksa odanın ortasına yürüyüp elindeki tepsiyi masanın üzerine bıraktı. Göğüslerinin arasına sakladığı şırıngayı çıkartıp arkadan Ceylan’a yaklaştığında nefesimi tutmuştum. Aksa onun sandalyesinin arkasına sinsice yaklaştı ve şırınganın ucunu açıp Ceylan’ın ensesine sapladı. Ceylan inleyerek hızla kafasını kaldırdığında Aksa hemen onun ağzını kapatmıştı. Ses çıkartıp dışarıdaki adamları buraya toplamasını istemiyordu.
Ceylan’ın mavi gözleri irileştiğinde daha kendini Aksa’dan kurtaramadan saniyeler içinde gözleri kapanmıştı. Aksa rahat bir nefes alıp kulaklığına dokundu. “Ceylan uzun süre derin bir uyku çekecek. Esvet nerede kaldın?” Bir an önce buraya gelmeliydi çünkü hazırlanması için fazla zamanı kalmamıştı.
Esvet’in sesini duymayı beklerken Zaza’nın sıkıntı içinde çıkan sesini işittik. “Bir sorunumuz var.”
Aksa ile göz göze geldiğimizde ikimizin birbirine attığı bakış fazla korku doluydu. Son dakika gelişen bir aksilik planda yoktu. Duyacaklarımın korkusuyla sesim titrerken, “Ne sorunundan bahsediyorsun?” diye sordum.
“Bu kuş beyinli erkek Fatma üzerime düştü!” diyen Esvet’in sesi sinirli ve acı çeker gibi çıkmıştı. “Bir ayakkabıyla yürümeyi başaramayan bu arkadaş narin vücudumu cüssesiyle ezdi. Onun yüzünden sağ elimin bileğini incittim. Bu kadar acıdığına göre kırmış bile olabilirim!” Elim ayağım buz kesti. Bu hiç iyi olmamıştı.
“Kazaydı dedim ya sana.” Zaza’nın sesi suçluluk doluydu. “Size bu ayakkabılarla yürüyemediğimi söyledim.”
“Siktir!” Kılıç’ın sesini duyduğumuza göre o da üzerine düşeni yapıp Kamuran’ı uyutmuş olmalıydı. “Esvet elimizdeki tek kadın dövüşçüydü şimdi ne halt yiyeceğiz! Son dakikada birini bulamayız!” Esvet’in sakatlığı planda yoktu. Bu her şeyi mahvetmişti.
“Ceylan çıksa nasıl olur?” Bunu öneren Nihat’tı. “Esvet saf dışı kaldıysa mecburen Ceylan çıkacak o ringe.”
“Ceylan çıkamaz çünkü onu uyuttuk.” Aksa onu uyandırmaya çalışarak kızı sarsmaya başladı. “Ağır bir ilaçtı sabaha kadar deliksiz uyuyacak.”
“Ceylan uyanık olsaydı bile o çıkamazdı.” İçki tepsisini masaya bırakıp odanın içinde sinirden dönmeye başladım. “Gurur ve Ali’nin konuşmalarını duydum. İkisini de satın almışlar bu gece şüphe uyandırmadan kaybedeceklermiş.”
Sanki şimdi bunun yeriymiş gibi İskender’in, “Plan yattıysa eve gidebilir miyiz?” diyen sızlanışını duyduk. “Bu pislik yuvasında canım sıkılmaya başladı.” Herkesten küfreden sesler çıkarken ne yapacağımı bilmez haldeydim. Esvet’in sakatlanacağı aklımıza bile gelmediği için yedek bir plan yapmamıştık.
“Esvet bileğin çok mu kötü?” diye sorduğumda acıklı sesi içimi karartıyordu. “Elimi bile sıkamıyorum bu halde ringe çıkarsam Nevra beni oraya gömer.”
Nihat ortaya başka bir öneri atıp, “Senin yerine Zaza’yı çıkartalım,” dedi ancak Zaza buna yanaşmadı. “Beni es geçin kimse beni oraya çıkartamaz.”
Kılıç, “Aksa?” diye sorduğunda kuzenim dehşete kapılarak gözlerini belertti. “Oğlum ben yazılım mühendisiyim ne anlarım dövüşmekten? Saha oyuncusu değilim, bu iş beni aşar.”
“Farah ihtimal dahilinde bile değil,” dedi İskender. “Amca kızı gölgesinde bile korkuyor, oraya çıksa ilk yumrukta yere devrilir.”
“Şu kaslarım olmasaydı kadın kılığına girip ben çıkardım oraya,” diyen kişi Nihat’tı. “Çaresizliğin bizi getirdiği son nokta.”
“Ben çıkarın ringe,” dediğimde büyük bir sessizlik yaşandı çünkü kimse benden böyle bir çıkış beklemiyordu. Açık konuşmak gerekirse sözler dudaklarımdan çıkana kadar bende kendimi ihtimal dışı görüyordum. Ben mi çıkardım? Tertemiz sıyırmış olmalıyım!
Herkes benden duyduklarının şokunu yaşarken Aksa’nın gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi büyümüştü. “Sen mi çıkacaksın?” Yanlış duyduğunu düşündüğü için tuhaf bir suratla bana bakıyordu. “Farah sen tokat atmayı bile bilmiyorsun, Nevra üzerinden tır gibi geçer.”
“Sadece geçse iyi boynunu kırıp seni bir köşeye atar,” dedi Esvet. “O sürtük şu zamana kadar hiçbir rakibinin yaşamasına izin vermemiş!”
“Oraya çıkmayı unut amcam kızı.” İskender’de karşı çıkanların arasındaydı. “Siktiğim bir bahis yüzünden ölmene izin vermeyeceğim!”
“Kaybettik işte toplanıp gidelim.” Bu Zaza’ydı. “Bu bizim değil, amcamın suçu. Biz mi dedik ona böyle bir bahse para yatır diye?”
“Aksa, Farah’ı da alıp buraya gel.” Nihat’ın sesi fazla endişeli geliyordu. “Kuzenimi bile bile ölüme göndermeyeceğim.”
“Farah?” diğerlerinin aksine Kılıç’ın sesi daha yatıştırıcı çıkmıştı. “Üstesinden gelebileceğine emin misin?”
“Ne diyorsun lan sen!” İskender’in sesi kükrer gibi kızgın çıkmıştı. “Kaybedeceğini bile bile kızı oraya mı çıkartacağız!”
“Neden bunun kararını ona bırakmıyoruz?” diyen Kılıç herkesin sinirleriyle oynamaya başlamıştı. “Bu bahsi kaybedersek amcam bize zaten güvenmiyor artık hiç güvenmez. Sevkiyatı başka bir ekibe verirse sevkiyatı da kaybeder. Bu olduğunda iflasını duyurmaktan başka çaresi kalmaz. Farah sıradaki varis eğer şimdi gerekeni yapmazsa ona kalacak bir taht olmayacak. O ringe çıkacak potansiyeli varsa çıkmalı.” Kılıç Aslan’ın bu sözleri herkesi susturmaya yetmişti çünkü haklıydı, bu benimle ve geleceğimle ilgiliydi. Bunun kararını ben vermeliydim.
Bana ait olanları korumak istiyorsam elimden gelen çabayı göstermeliydim. Anksiyetem varken herkesin gözlerinin üzerimde olacağı bir ringe çıkabilir miydim, hiç bilmiyordum. Herkes beni izlerken korkup gerilmeden Nevra’ya karşı uzun süre dayanacağımı sanmıyordum. Açıkçası o maçı alacağımı bile düşünmüyordum ama denemeliydim. Kaybetsem bile en azından elimden gelen çabayı gösterdiğimi bilmeliydim. Babam ve aileme bu kadarını borçluydum.
Ceylan’ın arkasına geçip kollarını tutarak Aksa’ya onun ayaklarını gösterdim. “Kimse gelmeden onu taşımama yardım et. Onunla kıyafetlerimizi değiştirmeliyiz.” Evet, kararımı vermiştim bunu yapacaktım.
Aksa’nın güzel yüzü endişeden kireç gibi solarken ne diyeceğini bilmez bir halde bana bakıyordu. Böyle bir şeye kalkışmam bile ona yoğun bir korku yaşatıyordu. İlk yumrukta yere serileceğimi düşünüyordu ve beni bu çılgınlıktan vazgeçirmek istiyordu. Ancak gözlerimdeki kararlı ifade onu susturuyordu.
Ceylan’ı banyoya taşıdıktan sonra Aksa banyo kapısını içeriden kilitledi. Kuzenim beni vazgeçirmeye çalışırken bir yandan da ondan istediğim gibi Ceylan’ı soyuyordu. Bende boş durmayıp üzerimdeki kıyafetleri çıkarmaya başlamıştım. Bu yasa dışı bir maç olduğu için herhangi bir forma veya kıyafet zorunluluğu yoktu. Ceylan’ın üzerinden çıkardığımız sporculara özgü siyah yarım atleti hızlıca giydim.
Siyah şortu da giydiğimde rahat bir nefes almıştım. Neyse ki Ceylan bu geceye özgü dar bir şort seçmemişti. Kalçamı sıkan o etekten sonra bu şort çok iyi gelmişti. Ayağımdaki pileli çorapları çıkartıp çöpe attıktan sonra Aksa elinde yeni çoraplarla banyoya girdi. “Bunları içerideki dolaptan buldum.” Bir çift topuk çorabı görmek beni bundan daha fazla mutlu edemezdi çünkü Ceylan’ın ayağındakileri giymek istemiyordum.
“Aksa spor ayakkabılara ihtiyacım var.” Ceylan’ın ayağında olan boks ayakkabılarına iğrenerek bakıyordum. “Onların içinde rahat edemem.”
Aksa bana odayı gösterdi. “Dolapta var ama otuz dokuz numara.” Ben otuz sekiz giyiyordum ama elimizdeki tek ayakkabı onlarsa mecburen giyecektim.
Ceylan’ı banyoda bırakarak odaya girip spor ayakkabıları aldım. Beyaz spor ayakkabıları daha çok seviyordum ancak ayakkabı seçme lüksüm olmadığı için bu gece siyahlarla idare edecektim. Bir numara büyük ayakkabıları giyip ayağımda çıkmasın diye bağcıklarını sıkıca bağlamaya çalıştım. Umarım açılmazdı çünkü benim bağladığım ayakkabıların bağcıkları hep açılıyordu.
Yüzümü gizlemesine yardımcı olması için saçlarımı açıp taradığımda gözlerimdeki maskeyi çıkartmamıştım. Kapı tıklatıldığında dışarıdaki biri, “Ceylan Hanım zaman geldi,” deyince yoğun bir korkuyla Aksa’ya döndüm. “Mavi lensler Ceylan’ın gözlerinin rengiyle uyuyor ama benim saçlarım siyah.” Ceylan’ın saçları kahverengiydi.
Aksa dolaptan çıkardığı ipek bornozu bana uzatırken benden daha çok korkuyordu ama bunu saklamaya çalışıyordu. “Büyük adamlar terasta izlediği için saç rengini yakında göremezler. Görseler bile ringdeki ışıklardan dolayı saçlarının daha koyu göründüğünü düşüneceklerdir.”
Ayağa kalkıp bornozu giyip kuşağını bağladım. Bana bir şey olacak korkusuyla benden daha çok titreyen Aksa, omuzlarımı tutup karşımda durdu. “Biliyorum baban için bunu yapmak istiyorsun ama Farah sen ne anlarsın dövüşmekten?” Burnunun direği sızlamış gibi sesi kısılırken kirpikleri titreşti. “Nevra ringden canlı çıkmana izin vermeyecek. N’olur bırak bu saçmalığı gidelim buradan.”
Kapıdaki koruma bir kez daha kapıya vurunca derin bir nefes alıp kuzenime gülümsemeye çalıştım. “Bunu denemezsem babama olanların suçluluğunu hep çekerim.” Saçlarım iki yanımdan önüme gelirken bornozun şapkasını yüzüme kadar çektim. Yürüyüp dışarı çıktığımda Aksa’nın ne durumda olduğunu görmek için dönüp ona bakmadım. Benim için korktuğunu biliyordum.
Kılıç’ta dışarı çıktığında onun bornozu siyahtı. Yüzümüzü kapatan şapkanın altında birbirimizi görebiliyorduk. İki yanımızdan korumalar bize eşlik ederken yürümeye başladık. Birkaç koridordan geçerek merdiveni inip bir alt kata geçmiştik. Bunu yaparken vücudumdaki titremeyi durduramıyordum.
Her adımda korkum biraz daha büyürken yanımda yürüyen Kılıç, “Sakin ol,” diye fısıldadı. “Rakiplerimiz milli boksörler değil. Yasal olarak bir sporcu kimlikleri yok. İyi dövüşüyorlar diye yeraltında boksör ünü kazanan insanlar olduğunu unutma.”
“Eğer bunları beni sakinleştirmek için söylüyorsan hiçbir işe yaramıyor,” diye mırıldandım. Bize eşlik eden korumalar sesimizi duymasın diye fısıltıyla konuşuyorduk. “Beni motive etmek istiyorsan liderin olduğumu söyle.”
Gülüşünü duydum. “Hiçbir zaman benim liderim olamayacaksın.” Bu inatçı herifi ekibimde istemiyordum!
Bir kapının önünde durduğumuzda dışarıdaki tezahüratları ve yoğun gürültüyü duyabiliyorduk. Sunucu ismimizi söylemeden bu kapının açılmayacağını biliyorduk. Maçın spikeri, “Ve şimdi de beklediğiniz dev kadro!” diye mikrofona bağırıp izleyicileri coşturuyordu. “Çıktığı tüm maçların hepsini kazanan, rakiplerinin yüreklerine korku salan, ringin kral ve kraliçesi, bu alemin şampiyonları Tahir ve Nevra!” Dışarıda yoğun bir alkış ve tezahürat tufanı koptuğunda içimdeki kaçma isteğini bastırmaya çalışıyordum.
“Bitti mi? Hayır, bitmedi!” diyen sunucu kalabalığı coşturmaya devam ediyordu. “Şimdi de sırada acımasızlıklarıyla bilinen, rakiplerine asla merhamet etmeyen, ringde bir deve dönüşen Kamuran ve Ceylan var!” Tahir ve Nevra kadar olmasa da bizim için de bir alkış tufanı kopunca korumalar kapıyı açmıştı.
Avuç içlerim terlerken göğsümdeki baskı azımsanacak gibi değildi. Yerimden hiç kıpırdayamıyorum çünkü dışarıdaki kalabalığın karşısına çıkmaya hazır değildim. Sosyal anksiyetemi çok iyi bilen Kılıç’ın eli elimi sardı. Elimi sıkarak gücünü ve desteğini bana hissettirmeye çalışıyordu. “Bu gece öleceksen bile yalnız ölmeyeceksin,” dediğinde içim kıyıldı. “Ya birlikte çıkarız o ringden ya da birlikte okuturuz selamızı.”
“Korkuyorum.”
“Ölmekten mi?”
Başımı iki yana salladım. “Kaybetmekten.”
Kılıç elimi avucunun içine alarak biraz daha sıktı. “Yanındayım kazansan da kaybetsen de. Unutma bu gece ya birlikte batacağız ya da birlikte çıkacağız.”
Kimseye fark ettirmeden kulağımızdaki kulaklığı çıkartıp yere atarak ayakkabımızla ezdik. Bunlarla ringe çıkamazdık. Derin bir nefes alarak kendimi cesaretlendirmeye çalıştım. Kılıç’ın varlığı bana bir nebze olsun ilerleme gücü verdiği için parmaklarımı onun parmaklarının arasından geçirdim. Korumaların arasında dışarı çıktığımızda yoğun bir alkış senfonisi bizi karşıladı. Bize eşlik eden korumalar kimseyi yanımıza yaklaştırmıyordu.
Kalabalığı yarayarak etrafı kafesten oluşan ringe yaklaştık. Üç basamak çıktığımızda Kılıç içeri girdi ancak ben kafesin önünde öylece kalmıştım. Kafesin parmaklıklardan oluşan kapısıyla bakışırken bir adım ilerisine gidemiyordum. Bu kafese baktıkça çocukluğumda tutulduğum yer gözlerimin önünde beliriyordu. Sanki bir kez içeri girince tekrar çıkamayacakmışım gibi hissediyordum. Korkuyorum ve bu korkuyu yaşamayalı on altı yıl olmuştu.
Gurur ve babam farkında olmadan beni neye zorladıklarını asla bilemezlerdi. Doğrudan olmasa da bu kafesle sınanmam ikisinin suçuydu. Gurur babama bu tuzağı kurmasaydı babam bizden yardım istemezdi ve bende ona yardım etmek için burada olmazdım. Babam ve Gurur farkında değillerdi ama onların kavgasında en büyük zararı ben görüyordum. İkisinin korumayı istediği benken tek zararı bana vermeleri ne büyük çelişkiydi ama.
Terleyen avuç içlerimi ve hızlanan nefeslerimi saymazsak şimdilik idare edebilirdim. Daha fazla dikkat çekmeden çok korksam da kafesin içine girdim. Kafesin etrafındaki gürültücü insanların varlığını unutmaya çalışırken kaskatı bir haldeydim. Birileri gelip bornozlarımızı çıkardı. Yüzüm açığa çıktığında gözlerimi gizleyen maskenin varlığı içimi rahatlatıyordu.
Kılıç saçlarımı işaret edince, “Açık kalsın,” dedim ancak Kılıç buna yanaşmadı. Kaşlarını belli belirsiz çatarak ikinci kez saçlarımı gösterdi. “Rakibin saçlarını eline dolarsa seni kıskıvrak yakalar.” Biliyordum ama saçlarım beni buradaki insanlardan gizleyen şeylerden biriymiş gibi hissediyordum. Sadece maske yeterli değildi, yüzümü gizleyecek her şeye ihtiyacım vardı.
Kafesteki yardımcılar Tahir ve Nevra’nın boks eldivenlerini takarken birkaç kişi eldivenlerle yanımıza geldi. Kılıç o eldivenleri takmayı sorun etmedi ancak ben, “Kalsın,” dedim. Onlara tepsideki beyaz sargıları gösterdim. “Bunları istiyorum.” Daha önce hiç boks eldiveni kullanmadığım için beni yavaşlatmalarını istemiyordum.
Uzattığım ellerimi benim için sardıktan sonra hepsi kafesten çıkmıştı. Korkumu bastırmaya çalışarak içinde bulunduğumuz kafesin metal korkuluklarına bakıyordum. Hayatımın birçok bölümünde kendimi bir kafesteymişim gibi hissetmiştim ancak gerçek anlamda bir kafese gireceğim aklıma bile gelmezdi. Bu gece neye kalkıştığım hakkında kimsenin en küçük bir fikri yoktu. Nezarete düşmekten bu kadar çok korkmamın nedeni parmaklıkların ardında olmanın bana hissettirdiği sarsıcı duyguydu.
Dokuz yaşında parmaklıkların ardında yaşadıklarımdan sonra burada olmak benim için ölüm gibiydi. Gurur ve babam beni neye zorladığını hiçbir zaman bilemeyecekti. Onlar yüzünden son zamanlarda asla yapmam dediğim işlere kalkışıyordum. Bu kafesin içinde olmak hayatımdaki en büyük travmayı tetikliyordu.
Kafesin etrafını saran kalabalığa baktıkça nefes alışlarım endişe verici bir derecede hızlanıyordu. Saçlarımın dipleri terliyor, vücudumdaki sarsıntı beni histeri bir krize zorluyordu. Nereye bakarsam bakayım demir parmaklıkların ardında yardım isteyen, çığlık çığlığa ağlayan küçük bir kız çocuğu görüyordum. Kimsenin sesini duymadığı o küçük kız geçmişin mezarlığından hortlayıp zihnimi işgal ediyordu. Bu kafesin içinden çıkmadıkça kendimi daha iyi hissetmeyecektim.
Kalabalığa baktıkça tanıdık yüzlerde gördüm. Yüzlerinde siyah bir maske olsa da en ön sıralarda duran o beş kişinin bizim çocuklar olduğunu biliyordum. Esvet sağ bileğini tutarken acı çeken gözlerle beni izliyordu. Başımı kaldırıp terastaki seyircilerimize baktığımda herkesin orada olduğunu gördüm. Karun ve Duha Tunus dahil tüm liderler bu geceki maçı izlemek için özel localarındaki yerlerini almıştı. Gurur, Karun’un olduğu locadaydı.
Babamın masası onların hemen yanındaydı. Maç başlamak üzereyken yukarıdaki herkesin gözleri önünde yönümü babama çevirdim. Dizlerimi hafifçe kırarak babamın önünde eğilip ona selam verdiğimde bu hareketim yukarıdaki tüm insanları şaşırtmıştı. Burada bir tek ona saygı duyuyormuşum gibi elimi kalbime bastırıp babamın önünde eğilmiştim.
Babam bile bu maskenin altındaki kişinin kızı olduğunu bilmiyordu. Beni en son garson kıyafetinin içinde gördüğü için üzerimi değiştirip ringe çıkacağım aklına bile gelmezdi. Babam ne kadar düşünürse düşünsün ödlek kızının ringe çıkacağını hayal edemezdi. Oysaki kafese girmek ne ki, onun için canımı bile verirdim.
Ağzımdaki ağızlık beni rahatsız ederken hakem, “Hazır mısınız?” diye sorduğunda iki takım karşı karşıya duruyordu. Açık konuşmak gerekirse ben hiç hazır değildim.
Nevra benim cüssemde bir kadındı. Bu öğle onun fotoğraflarını görünce daha kaslı ve iri bir kadın beklemiştim ama öyle değildi. Fotoğraflarında göründüğü gibi geniş omuzları olan bir kadın değildi. Kumral saçlarını sıkı bir balık sırtı yapmıştı ve yeşil gözleri bana fazla ters bakıyordu. Kondisyonunun benden daha iyi olduğunu gösterircesine dudağının köşesinde küçümseyici bir gülüş vardı.
Tahir ise Kılıç’tan bile daha iri bir cüsseye sahipti. Işığın altında fazla yağlı ve parlak görünen kavruk teni göz korkutuyordu. Adamın balon gibi olan kol kasları ve boğumlu göğüs kasları Kılıç’tan çok beni korkutuyordu. Vücudunun yarısını kaplayan dövmenin mavi mürekkebi tenine işlenmişti. Tahir’in yuvarlak yüzünde görünen pörtlek gözleri işimizin hiç kolay olmadığını gösteriyordu. Siyah gözlerinin Kılıç’a attığı bakış sabırsız ve acımasızdı.
İki tarafın arasında duran hakem, “Unutmayın rakipleriniz dışında kimseye müdahale edemezsiniz,” diye bize kuralları hatırlattı. “Herkes sadece kendi rakibiyle ilgilenebilir.” Gözlerinin ardında anlamlı ancak beni endişeye boğan bir ifade geçti. “Ya pes ederek ya da ölerek bu kafesten çıkabilirsiniz.” Sanırım ben seçimi ilk şıktan yana kullanacaktım.
Kafesin kapılarını kapattıklarında hakem düdüğü çalarak kenara çekildi. Ne yani tüm kurallar bundan ibaret miydi? Centilmence bir dövüş yapmayacağımızı anlamak zor değildi. Kılıç ve Tahir’den biraz uzaklaşıp kendi alanımızı oluşturduğumuzda Nevra bana saldırmak için bir saniye olsun beklemedi. Nevra’nın sert yumruğu yüzüme değmeden hemen başımı eğdim. Bir süre savunmada kalıp onun saldırılarını analiz edecektim.
Rakibime karşı bir atakta bulunmadan onun hareketlerini ve saldırı şeklini gözlemek bana avantaj sağlayabilirdi. Yaptığım analizlerin sonucunda bir saldırı planı yapmak istiyordum ancak Nevra bana bu şansı vermedi. Onun karşısında uzun süre savunmada kalamayacağımı çenemin altına yediğim yumrukla anladım. Eğer ağzımdaki ağızlık olmasaydı dişlerimin birbirine çarpıp kırılacağına çok emindim.
Hayır, savunmada kalmak bir kurtuluş olamazdı. Çenemdeki yakıcı acıya direnerek başımı kaldırdığım an Nevra’nın ikinci yumruğu suratımla buluşmak üzereydi. Son anda başımı eğerek kendimi ondan kurtarıp sıktığım elimi karın boşluğuna geçirdim. Ona attığım yumruk bile fazla isteksizdi çünkü birine fiziksel anlamda zarar vermek istemiyordum. Şiddete karşı hassas olan yanımı bu mücadele için ikna edemiyordum.
Darbem istediğim şiddette olmadığı için Nevra’yı bir adım geriye püskürtmek dışında onda yaprak bile kıpırdamadı. Yumruklarımı yüzümün yakınında tutarak sıradaki hamlesini bekledim. Üzerime atılıp bana tekrar saldırınca kollarımı sağ ve sol yaparak onun darbelerinden suratımı korumaya çalıştım. Yüzüme yumruk atacakmış gibi davrandı ve hedef şaşırtarak bir anda karnıma vurunca arkaya doğru savruldum. Burası benim gibi birinin olması gereken bir yer değildi!
Nevra’nın bu sert darbesi beni yere düşürünce kalabalık çıldırmış gibi bağırıp ona tezahürat yapmaya başladı. Bu kadın yumruklarını iyi konuşturuyordu, bunu inkâr edemezdim. Ellerimi yere bastırıp tam kalkacaktım ki köprücük kemiğime attığı tekmeyle beni sırtüstü yere sermişti. Bir anda üzerime çıkıp karnımın üzerine oturdu ve suratıma yumruğunu geçirince neye uğradığımı anlamadım. Bu düşündüğümden daha zor olacaktı.
Ellerimi çapraz bir şekilde tutup kollarımla yüzümü korumaya çalıştım ancak Nevra durmuyordu. Yüzüme vuramayınca kafamın sağına ve soluna yumruklarını geçirmeye başlamıştı. Kulaklarımda müthiş bir çınlama vuku bulmuştu. Her darbesiyle bu dünyayla olan bağım biraz daha kopuyor ve ben geçmişe sürükleniyordum. Kafatasım kırılıp beynim dağılacakmış gibi hissederken bir kafesin içinde olmayı aşamıyordum.
Birileri beni bu kafesin içinden çıkarmalıydı. Artık nefes bile alamıyordum ve Nevra histeri bir krizle titrememi umursamadan üst üste kafama vuruyordu. Bir anda etrafımdaki her şey değişmeye başladığında artık bir kafesin içinde ringde değildim. Aldığım darbelerin sarsıcı etkisiyle bilincimin kumarhaneyi terk edip kafamın içindeki bir anıya hapsolduğunu anladım. Sıklıkla rüyalarımda gördüğüm korku evinin merdivenlerinde duruyordum. Şimdi bunun hiç zamanı değildi.
Yine üzerimde ayak bileklerime kadar uzanan beyaz bir elbise vardı. Bu elbise sanki benim kefenimdi çünkü zihnim buraya ne zaman gelse üzerimde hep bu elbise oluyordu. Sanki bir ruhtum.
Gıcırdayan tozlu basamaklara çıplak ayaklarla basıp indim. Korku evi adı verdiğim bu köşk ne kadar da sessizdi. Loş bir ışıkla aydınlanan bu evdeki kasveti soluyordum. Her adımımla toz zerrecikleri ateşböcekleri gibi havada uçuşurken aşağıya inip korumaların arasından geçtim. Küçük bir kız çocuğunun kapısında nöbet tutan bu adamlar beni görmüyordu. Bir ruh gibi aralarından geçip merdiven boşluğundaki kapının önünde durdum.
Derin bir nefes alarak içeri girdim ama normalde bu kapının hep kilitli olduğunu biliyordum. İçeri girince bir kat daha merdiven inip bodrum katının kirli zemininde yürüdüm. Tavanda sallanan ampul buranın karanlığına cılız bir ışık sunarken bir hücrenin önünde durdum. Demir parmaklıkların bu tarafında durup içeriye baktığımda gördüklerim kalbimi yasa boğuyordu.
Hücrenin içinde bir döşek, klozet ve siyah bir köpek vardı. Başkada hiçbir şey yoktu. Köpeğin önünde bir çocuğun pantolonunda kopan bir bez parçası vardı. Yerdeki o bez parçasında kanlar vardı ve bunu görmek bacağıma ağrıların girmesine neden oluyordu. Başımı çevirince eski döşeğin üzerinde oturan o çocuğu gördüm. İşte bu görüntü hıçkırıklarla ağlamam için beni zorluyordu çünkü o bendim.
Tarak görmeyen siyah saçları dağınık bir şekilde yüzüne dökülen kız çocuğu kesik kesik ağlayarak kanlı bacağına üflüyordu. Bir köpeğin diş izlerini taşıyan bacağına üfleyip acısını yatıştırmaya çalışıyordu. Bazen dişlerini sıkıp yukarıya bakıyor, gözyaşlarını tutmaya çalışıyor ve “Baba,” diye sayıklıyordu ama hemen ardından daha çok ağlayıp başını kanlı bacağına eğiyordu. “Ba-baba beni bul artık,” diye fısıldayıp hıçkırıklarla ağlıyordu.
“Baban yerini bile bilmiyor.” Acı bir gerçeği ona hatırlatırken onun ızdırabı karşısında çaresizdim. “Kimse senin için gelmeyecek oradan çıkmanın bir yolunu bulmalısın.”
Başını çevirip bana baktığında çocuk gözlerinde büyük bir yakarış vardı. “Beni ne zaman buradan çıkartacaksın?”
“Seni orada tutan ben değilim.”
“Olmadığını mı sanıyorsun?” Siyah gözlerindeki acı artık sadece ısırılan bacağı için değildi. “Beni yıllardır bu kafesin içinde tutan sensin.”
Başımı iki yana sallayarak arkaya doğru bir adım attım. “Sana bunu yapan ben değilim.”
“Lisansın olmasa da sen bir psikologsun.” Gözlerimin içine büyük bir ciddiyetle baktığında yüzünde bir çocuğa yakışmayan bir şeyler vardı. “Bir psikolog yıllardır bu gerçeği nasıl anlamaz?”
Gerginliğimi ondan gizlemeye çalışarak, “Neyi?” diye sorduğumda sesim güçlükle duyulacak bir fısıltıyla çıkmıştı.
“Kim olduğunu veya-“ Alaycı bir ifadeyle gözlerini gözlerime kenetledi. “Kim olmadığını.”
“Ne demek istiyorsun?”
Ayağa kalktığında artık bacağı canını yakmıyor gibiydi. Bana doğru attığı her adımla bacağındaki kanama biraz daha duruyordu. Parmaklıkların diğer tarafında durduğunda artık geçmişimle karşı karşıyaydık. Aramızda demir parmaklıklar varken kuzguni siyahları soğuk bir hisle beni izliyordu. “Beni buraya hapseden sensin çünkü ben senin gerçekte olduğun kişiyim.”
Göğüs kafesimdeki kalbim artçı şoklarla sarsılırken kuruyan dudaklarımı güçlükle oynattım. “Seni anlamıyorum.”
Dudağının köşesi kıvrıldığında sanki kendimin kötü tarafına bakar gibiydim. “Korkma çift karakterli değilsin veya kişilik bölünmesi yaşamıyorsun.” Aklımdan geçenleri anlıyormuş gibi konuşmuştu. Konuşurken soğuk bakışları kanımı donduruyordu. Bir çocuk nasıl böylesine donuk bakabilirdi, bunun şaşkınlığını yaşıyordum. “Ben gerçeğim, diğer adıyla bastırmaya çalıştığın gerçek kişiliğinim.”
“Bunu biliyorum.”
Soğukça güldü. “Yeterince bilmiyorsun.”
Ne demek istediğini anlamadığımda bana hücresini gösterdi. “On altı yıl önce tam burada büyük bir psikolojik çöküş yaşadın. Ağır, sarsıcı ve şiddetli bir çöküş.” Kısa boyundan dolayı beni görmek için başını kaldırdı. Bana kendini göstererek, “Sen hâlâ o enkazın içindesin,” dedi.
İç çektiğinde gözlerinde bana acıdığını gösteren bir şeyler vardı. “Kurtulduğunu düşünme çünkü sen on altı yıldır hâlâ bu hücrenin içindesin.” Onu oradan çıkartmadıkça da bu kafesten kurtulamayacaktım.
Kendimi bir kez daha burada bulmamın nedeni ringdeki kafesin içine girmemdi. Eğer bu geceki maç olmasaydı ölesiye korktuğum bu yerde olmayacaktım. Yıllardır bundan kaçtığım için hiç olmadık bir zamanda ağır bir yüzleşmenin içine sürüklenmiştim. Ringde geçirdiğim kriz beynimin benimle ilgili tüm gerçekleri bir bedende karşıma çıkarmasına neden olmuştu. Eğer psikoloji okumasaydım şu anda yaşadıklarım beni delirtebilirdi ancak psikolojide sıklıkla görülen bir şeyi yaşadığımı biliyordum.
İnsan beyni karmaşık algoritmalardan oluştuğu için bazı yüzleşmeler sıra dışı olabilirdi. Karşımdaki çocuk benim şu zamana kadar kaçtığım tüm gerçeklerden oluşuyordu. “Bana bak.” Ürkek bakışlarıma kendini göstererek, “İyi bak,” dedi sakin ama soğuk bir sesle. “Bak ve bana ne gördüğünü söyle.”
Siyah saçlarındaki asiliğe, gözlerindeki cesarete, dik omuzlarındaki meydan okumayı izledim. Kaldırdığı başı, dikleştirdiği çenesi bile korkusuzluğunu haykırıyordu. Küçümseyerek beni gösterdi. “Bir de kendine bak.” Korkudan titreyen şeffaf vücuduma, sönük saçlarıma, düşük omuzlarımdaki ürkekliğe ve solgun yüzüme bakıyordu.
“Bu ben değilim, böyle doğmadım. Benden ısrarla bir sünepe yaratmayı bırak!” Küfreder gibi yüzüme bakıp, “Ben bu kadar aptal, korkak ve gurursuz değilim!” diye haykırdı.
Bana yaşattığı dehşet verici duygular yüzünden irkilerek bir adım daha arkaya attığımda bu onu kızdırdı. Kaşlarını çatarken bir böceğe bakar gibi bana bakıyor ve kendimi değersiz hissettiriyordu. “Duymaktan korktuğun doğrulardan kaçmayı bırak artık! Rüyalarında defalarca buraya geliyorsun peki, neden her defasında şeffaf bir görüntün var?” Kızgınlıkla başını salladı. “Çünkü sen henüz kim olduğunu bulamayan kayıp birisin!”
Bir hayalete benzeyen silik şeklimi gösterdi. “Bu senin hiçlik ve var olmaya çalışan savaşın! Beni burada bırakarak ya tamamen yok olacaksın ya da beni çıkartıp ete kemiğe bürüneceksin.”
Burada olanları anlamakta güçlük çektiğim için zoraki bir sessizliğin içine çekilmiştim. Korktuğumda sesim titrer ve cümlelerim yarım kalır diye konuşamıyordum. Ancak şu anda yarım kalacak cümleleri göze almama rağmen sesim çıkmıyordu. Karşımdaki Farah bana karşı sert ve acımasızdı. “Olduğun ve olman gereken kişi tam karşında duruyor ama sen ona ulaşmak için hiçbir şey yapmıyorsun!”
Kontrolümü yitirip yumruklarımı sıkarak, “Bunu yapmak sandığın kadar kolay değil!” diye bağırdığımda avuç içlerini tüm gücüyle parmaklıklara vurdu. “Düşündüğün kadar zor da değil! Artık beni özgür bırakmalısın!”
Daha fazla dayanamayıp kapıya doğru yürüdüğümde arkamda bağırarak parmaklıklara asıldı. “Beni sonsuza kadar burada tutamazsın!” Ona doğru döndüğümde çatık kaşlarla bana bakıyordu. “İnsanlara yaşattığın bu yanılgı bir gün son bulacak.” Beni göstererek, “Aynadaki yansıma kaybolacak,” dedi ve kendini gösterdi. “Ve gerçek olan özgür kalacak.” Bunun olacağından hiç şüphesi yokmuş gibi gözlerimin en derinine baktı. “İşte o zaman herkes bu alemin gördüğü tek kadın liderle tanışacak!”
Siyah gözlerinde gördüğüm acımasızlık karşısında bir an ürperdim. Sonra onun gerçek olmadığını, aslında bastırdığım duygularım olduğunu hatırlayıp derin bir nefes aldım. Şu anda yaşadığım şey sadece kendimle yüzleşmek değildi, aynı zamanda bir iç çatışmaydı ve bunun nedeni yıllardır bastırdığım duygularımdı. “Neden oradasın biliyor musun?” Omuzlarım yenilgiyle çökmüştü. “Çünkü ben henüz bir şeyleri aşamadım.” Önemli bir parçamı kafamın içindeki kafese hapsetmiştim ve onu dışarı çıkartamıyordum.
Sessizlik içinde beni dinlerken gözlerimden süzülen yaşlara engel olamadım. “Bu benim var olma hikayem, benim masalım ve benim hayat kavgam.” Kendimle olan bu kavgamda ağır yaralanmışken ikimizin arasındaki parmaklıkları gösterdim. “Bir gün seni burada çıkardığımda yitirdiğim benliğimi yeniden bulacağım ve kaybettiğim her şeyi geri alacağım.” Gerçek bundan ibaretti.
Artık bana olan bakışları daha dost canlısıydı. “Beni buradan çıkarmanın bir yolunu bulmalısın.” Bunu denemediğim bir günüm bile yoktu. On altı yıl önce burada kendimden çok şey kaybetmiştim ve yitirdiğim şeyler artık gün yüzüne çıkmak istiyordu.
“Deniyorum,” demekten başka hiçbir şey söyleyemedim çünkü gerçekten deniyordum.
Geçmişime olan yolculuğum şimdilik son bulmuş olmalı ki etrafımdaki her şey değişmeye başlamıştı. Gözlerimi aralamaya çalıştığımda gerçek dünyaya dönüşüm benim için çok sancılı olmuştu. Kollarım hâlâ çapraz bir şekilde yüzümün önünde duruyordu. Sanki bu şekilde felç geçirmişim gibi Nevra’nın darbeleri bile kollarımın düğümünü çözememişti. Kafatasımdaki acıyı ve beynimdeki çalkantıyı hissediyordum.
Canım o kadar çok yanıyordu ki kaç dakikadır bu darbelere maruz kaldığımı kestiremiyordum. Kafamın içinde olan dünyaya gidişim ne kadar sürmüştü? İçimden bir ses bana saatler gibi gelen o sürenin aslında birkaç dakikadan ibaret olduğunu söylüyordu. Çünkü beş dakika bile Nevra’nın bu şiddetli yumruklarına maruz kalsaydım şimdiye beyin kanamasından ölmüştüm.
Karnımın üzerine oturan kadın kafamın iki yanına yumruk atmayı bıraktığında buna sevinemedim. Karnımın üzerinde otururken tükürerek ağzındaki ağızlığı çıkartıp dişleriyle boks eldivenlerinin bandını açtı. Yediğim darbelerin acısıyla boğuşurken, “Siktir!” diyen Esvet’in kızgın sesini duydum. Esvet kafesin çok yakınında olmalı ki sinirli sesini duyabiliyordum. “Onun boynunu kırmak için eldivenleri çıkartıyor!” Lütfen şaka yapıyor olsun.
Ne demek boynumu kıracaktı?
Nevra eldivenleri yeni çıkarmıştı ki, ellerimi iki yanımdan yere bastırdım ve öne atılıp suratına kafamı gömdüm. Kalan son gücümle onu üzerimden atmayı başarmıştım. Kafamdaki yoğun acıya direnerek ayağa kalkmayı başarmıştım. Bunu yapmam hiç kolay olmamıştı. Bacaklarım titrerken ayakta zor duruyordum. Kafama aldığım darbeler yüzünden her şeyi çift görürken gözlerimin önünde yanıp sönen küçük yıldızlar vardı. Bunu gerçekten yaşıyor olamazdım.
Nevra’nın kanayan burnuna tutarak ayağa kalktığını hayal meyal görüyordum. Allah kahretsin, her şey etrafımda dönüyordu. Üzerime yürürken ağzımın içinde rahatsız edici bir his bırakan ağızlığı tükürerek çıkardım. Nevra saldırılarını sürdürüp bana yumruk atmaya çalıştığında onun bileğini yakalamıştım. “Bunu yapmaktan gerçekten nefret ediyorum ama beni çok zorluyorsun!” dedikten sonra bileğini bükerek arkasına geçtim ve ensesini kavrayıp dizimi suratına geçirdim.
Nevra’yı savurarak yere attığımda hâlâ kendime gelmeye çalışıyordum. Sık sık başımı iki yana sallıyor, silkelenip kendime gelmeye çalışıyordum ancak başımdaki ağrı ve kulaklarımdaki çınlama hiç kesilmiyordu. Üstelik gözlerimin önü puslu olduğu için her şeyi bulanık görüyordum. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar açtığımda bile değişen bir şey olmadı. Gözlerimin önündeki buğulu perde kalkmıyordu.
Az önceki darbem Nevra’yı sadece sarstı ancak ciddi bir hasar bırakmadı. Düştüğü yerde kendini çok hızlı toparlayıp tekrar bana saldırdı. Onun üst üste gelen yumruklarından kurtulmaya çalışırken, “Biraz soluklanmama izin versen ölmezsin!” diye sinirlenip başımı yana çektim ve onun darbesinden kurtulur kurtulmaz çenesinin tam altına yumruğumu geçirdim. Daha bana yaşattığı acıdan kurtulmamışken nefes bile almama izin vermeden saldırıyordu.
Çenesinin altına çok sağlam vurmuş olmalıyım ki dişlerinin zangırtısını duydum. Dilini ısırmış olmalı ki ağzındaki kanı tükürüp çatık kaşlarla üzerime yürüdü. “Seninle işim bittiğinde boynunu kırmaktan büyük bir zevk alacağım!”
“Nedir sizdeki bu boyun aşkı, inan hiç anlamıyorum ama şiddetten hoşlanmıyorum.” Kendimi geriye çekerek bana yaklaşmasına izin vermedim. Tek istediğim bulanık gören gözlerimin normale dönmesi için biraz zaman kazanmaktı ancak Nevra bana soluk aldırmıyordu. Karnıma attığı tekmeyle beni arkaya doğru savurduğu için sırtım kafesin parmaklıklarına çarptı. Bu gerçekten çok acıtmıştı.
Kafamın iki yanına yediğim yumruklar yüzünden bir türlü net göremezken şimdi bir de karnımdaki acı nüksetmişti. “Dinle.” Hızlı hızlı nefes alırken bir elimi karnıma bastırmıştım. “Sana gerçekten zarar vermek istemiyorum ve elimden geldiğince bundan kaçınıyorum.” Dudaklarımdan çıkan acı dolu iniltiyle dişlerimi sıktım. “Ama beni zorluyorsun lütfen bunu kes.”
Eğildiğim yerde güçlükle doğrulup adım adım bana yaklaşan kadını sağduyulu olmaya zorladım. “İşler ikimiz için çirkinleşmeden kendi rızanla maçtan çekilemez misin?” Birilerini incitmekten hoşlanmazdım ve tüm hayatım boyunca bundan kaçınmıştım. Beni bir şeylere zorlamadan bu maçtan çekilmeliydi.
Nevra’nın dudaklarında beni küçümseyen bir gülüş belirdiğinde gözleriyle beni gösterdi. “Demek bana zarar vermekten kaçınıyorsun?” Ortada komik bir şey varmış gibi yüksek sesle güldü. “Senin gibi kaç tanesini bu sahaya gömdüğümden haberin var mı?” Bir anda gülmeyi kesip aramızdaki mesafeyi hızla kapattı ve bana vurmak için yumruğunu yüzüme savurdu.
Kendimden beklemediğim bir çeviklikle başımı yan tarafa çekerek yumruğunun arkamdaki demir parmaklıklara değmesine sebep oldum. Suratımı dağıtacak bir şiddette attığı o yumruk kafesin demir parmaklıklarıyla buluşunca acı dolu nidasını duydum. Onun için endişelenerek, “Lütfen dur artık,” demiştim ki bana doğru döndüğü gibi sol yumruğunu yüzüme geçirdi. İyilikten de anlamıyordu!
Dudağım patlayınca birbirine çarpan dişlerimde yumruğunun sarsıntısını hissettim. “Pekâlâ.” Kaşlarım çatıldığında ağzımdaki kanın tadı midemi bulandırmıştı. Sanki bir metal parçasını dişlerimin arasında ezmişim gibi ağzımda yoğun demir tadı vardı. Boğazımı yakan keskin bir bıçaktan farklı değildi. “Bu işi senin anladığın şekilde yapalım!” Beni gerçek anlamda kızdırmayı başarmıştı çünkü dudağımı patlatmıştı ve patlayan bir dudağın açıklamasını Gurur ve anneme yapamazdım.
Nevra bir kez daha bana saldırınca bu sefer bana vurmasına izin vermeden ondan önce davrandım ve kaburgalarına attığım tekmeyle onu geri püskürttüm. Kendini toparlamasına izin vermeden dudağına sert bir yumruk atarak bende onun dudağını patlattım. Hafifçe büküldüğünde doğrulmasına fırsat tanımadan ensesini kavrayıp suratını kafesin parmaklıklarına çarptım. Beni buna zorlamaması için onu uyarmadığımı söyleyemezdi.
İçimde taşan öfkenin hiddeti damarlarıma sızarken istesem de sakinleşemiyordum. “Beni sinirlendirmek en zoru ama bir kez bunu yaptığınızda sonuçlarına katlanırsınız!” Başını geriye çekip tüm gücümle ikinci kez suratını parmaklıklara çarptım. “Senin yüzünden anneme patlayan dudağım için iyi bir yalan bulmalıyım.” Sinirden kırmak istercesine dişlerimi sıkıyordum. “Benimki gibi bir anneye sahip değilsen neyden bahsettiğimi anlayamazsın!” Annem canıma okuyacaktı.
Yüzünü kana buladığım Nevra’yı yere savurup üzerine yürüdüm. Kalkmasına izin vermeden hemen üzerine atladım ve suratına yumruğumu geçirdim. “Senin yüzünden hâlâ gözlerimin önünde küçük noktalar yanıp sönüyor!” Tüm gücümle sıktığım elimi burnunun tam üzerine geçirdiğimde burnundan kanlar fışkırdı. “Merhametsiz olursan insanlardan merhamet bekleyemezsin!” Yaptığı hiç hoş değildi.
Üst üste Nevra’nın suratına geçirdiğim her yumrukla içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordum. Belki de bunu yapmayı bırakmalıydım belki de ihtiyacım olan tek şey biraz öfkeydi. Kazanmamı sağlayıp beni bu kafesin içinde çıkartacak tek şeyin öfke olduğunu anladığımda kendimi sakinleştirmeyi bıraktım.
Nevra’yı kendinden geçiren yumruklarımın ardı arkası kesilmezken Esvet’in, “İşte bu be!” diyen heyecanlı sesini duyuyordum. “Abi ben aşırı yükseldim, lezbiyen olsaydım kuzen falan dinlemez yürürdüm bu kıza.” Biri onu en acilinden susturmalıydı.
Bu kafesten ikimizden biri ölmeden ya da pes etmeden çıkamazdı. Bunu bildiğim için Nevra’ya karşı atak şansı tanımamaya çalışıyordum. Yumruk atmaktan kollarım ağrımaya başladı ancak duramazdım. Eğer Nevra kendini kurtarırsa bir daha kolay kolay bu avantajı elde edemezdim. Güçlükle elde ettiğim bu şansı heba edecek kadar aptal değildim.
Kazanmak üzereydim. Birazdan Nevra’nın pes edeceğini kanlı suratında ve yenik bakan gözlerinde görmüştüm. Ancak planda olmayan ve kimsenin beklemediği bir şey oldu. Biri arkadan kolumu sertçe tutup beni Nevra’nın üzerinden kaldırdı ve karnıma attığı yumrukla beni yere serdi. Karnıma o kadar sert vurmuştu ki, düştüğüm yerde karnıma tutarak acı içinde inlemiştim. Bu da kimdi şimdi!
Başımı güçlükle kaldırdığımda Tahir’in burnundan hızlı hızlı nefesler alarak üzerime yürüdüğünü gördüm. Hani herkes kendi rakibiyle dövüşebilirdi? “Bu da ne demek!” İskender’in öfkeden çıkan hiddetli sesi gürültücü kalabalıkta bile duyuluyordu. Başımı çevirip ona bakamıyordum ama çok kızdığını tahmin edebiliyordum. “Faul var! Siktiğim hakemi bir şey yapsana!”
Tahir adım adım bana yaklaşırken karnımı tutarak zor bela ayağa kalkmıştım. Kılıç ringin bir köşesinde yatıyordu ve durumu içler acısıydı. Nevra’da yerden kalkmaya çalışıyordu ve Tahir beni parçalamak ister gibi üstüme geliyordu. Başımı çevirip hakeme baktığımda bir şeyler yapmasını bekledim. Buna göz yummayacaktı, değil mi? İki kişiyle dövüşmeme izin vermemeliydi.
Bu kural dışı bir şey olduğu için hakemin Tahir’i durdurmasını bekledim ancak bunu yapmadı. Müdahale edip etmeyeceği konusunda kararsız kalmış gibi başını kaldırıp terastakilere baktı. Görüş açım yavaş yavaş normale döndüğü için aslında Gurur’a baktığını gördüm. Gurur ringdeki kadının karısı olduğundan habersiz başını belli belirsiz iki yana sallayarak hakeme karışmaması gerektiğini söylemişti. Nefessiz kaldığımı hissederken yutkunamadım bile.
Hayatımla kumar oynadığının farkında bile değildi.
Gurur bu gece babama kazandırmak istemediği için Ceylan’ı ama gerçekte beni harcayacaktı. Öfke damarlarımda kor gibi gezerken yumruklarımı sıkarak yönümü Tahir’e çevirdim. Bu kafeste cesedim bile çıksa Gurur’un kazanmasına izin vermeyecektim! Bu bildiğimiz boks maçlarından değildi, daha çok sokak dövüşleri gibiydi bu yüzden neredeyse her şey serbestti. Bakalım Kılıç’ın rakibi nasıldı?
Tahir boks eldivenin olduğu yumruğunu yüzüme savurduğunda eğilerek onun ilk darbesinden kurtuldum. Doğrulduğum an bana kendimi savunma şansı tanımadan kaburgalarıma attığı sert tekmeyle beni arkaya savurmuştu. İç organlarımın yer değiştirdiğini düşündüm. Bu denli sert ve acı verici bir darbeydi. Onun iri cüssesine kıyasla daha zayıf ve çevik olduğum için ayağa kalkmayı başardım. Ağzımdan süzülen kanı elimin tersiyle sildiğimde dengemi zor koruyordum.
İkinci kez bana vurmasına müsaade etmeden tüm gücümle bacak arasına tekme atarak onu dizlerinin üzerine düşürdüm. Böğürerek kulak tırmalayan bir ses çıkardığında havaya sıçrayıp başının yan tarafına sert bir tekme atarak onu yan bir şekilde yere düşürdüm. Hemen aramızdaki mesafeyi kapatıp karın boşluğuna tüm gücümle tekme attım ve bunu tekrar, tekrar yapmaya başladım. “Yanlış kadının damarına bastın!” Kalkmasına izin vermeyi düşünmüyordum.
Biri arkadan omuzumu tuttuğu gibi arkama dönünce suratıma yediğim yumrukla geriye sendeledim. Nevra’nın beklenmedik yumruğuyla Aksa’nın, “Kansız piçler bire karşı iki, adil bir dövüş değil!” diyen bağırtısını duymuştum.
Nevra’nın yumruğu beni sarstı ancak yıkamadı. Terden vücudum parıldarken bana ikinci defa vurmak isteyen Nevra’nın bileğini havada yakaladım ve kemiğin kırılan sesini duyana kadar sertçe büktüm. Kulağımı tırmalayan tiz çığlığını duyduğumda dudağımın köşesi yavaşça kıvrıldı. “Şşş,” derken gözlerinin içine bakıyordum. “Ben daha yeni ısınıyorum.” Bu konuşan ben değilim gibiydi. Kafamın tasını attırdıklarında karşılarında bambaşka bir Farah bulurlardı.
Hemen arkamda bir hareketlilik hissedince dizine vurarak Nevra’ya diz çöktürdüm ve arkamı döndüğüm gibi başımı eğerek Tahir’in yumruğunun başımın üstünden geçmesini sağladım. Çevik bir hareketle başımı kaldırıp Tahir’in karın boşluğuna tekme atarak onu geri püskürttüm.
Kaşları çatıldığında dudağımın köşesinde küçük ama tehlikeli bir gülümseme belirdi. “Dikkat et oğlum bu biraz acıtacak.” Öne atılıp sert bir yumrukla onu iki adım gerilettim. Ve hemen arkasında kalbinin üzerine ikinci bir yumruk daha attıktan sonra havaya sıçrayıp kafasının yan tarafına tekme atarak onu yere serdim. Dediğim gibi ben daha yeni ısınıyordum.
Attığım tekmenin şiddetiyle Tahir’in kulağından kan gelmişti. Ellerini yere bastırarak kalkmaya çalıştı ama ciddi bir beyin sarsıntısı geçiriyormuş gibi ilk denemesinde kalkamadı. Başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştığını izledim. Bu gece hepsi beni fazla hafife almıştı, oysaki dokuz yaşından beri arka planda kendimi geliştiriyordum. Alt yapım iyi bir dövüş için müsaitti.
Şiddeti asla tasvir etmediğim için kolay kolay birilerini incitmezdim ancak bu gece bunu yapmaya mecburdum. Bu maçı babama kazandırmalıydım. Tahir ve Nevra eş zamanlı ayağa kalkmıştı. Tahir önümde dururken Nevra tam arkamdaydı. Görünürde ikisinin arasında kapana kısılmıştım ama içimde zerre kadar korku yoktu.
Bu ringde potansiyelimi keşfetmiş ve yapabileceklerimi görmüştüm. Bu da beni korkutmuyor, korkulacak biri yapıyordu. Bu gece yaptıklarımla en çok kendimi şaşırtmıştım çünkü daha önce birilerinin üzerinden hiç pratik yapmadığım için dövüş konusunda bu kadar iyi olduğumu hiç bilmiyordum. Savunma sanatlarının tüm tekniklerini bildiğimi biliyordum ama birilerinin üzerinde bildiklerimi deneyecek cesaretim hiç olmamıştı.
Rakiplerimin ikisi aynı anda bana saldırdığında biri arkadan Tahir’in omuzunu tutup onu kendine doğru çevirdi ve suratına kafa atarak beni Tahir’den kurtardı. Bu kişi Kılıç’tan başkası değildi. Ona biraz zaman kazandırıp kendini toparlayana kadar Tahir’i oyalamıştım. Yüzü gözü kan içinde kalan Kılıç kısa bir an bana bakıp teşekkür niyetine, “Eyvallah,” dedikten sonra Tahir’e odaklandı. “Tekrarı olmasın lütfen,” diyen homurtumu duyduğunu sanmıyordum.
Birinin arkadan ensemdeki saçlarıma asılmasıyla diz kapağımı onun karın boşluğuna geçirdim. Kollarımı arkaya uzatıp Nevra’ın kafasını yakaladım ve öne çekerek omzumun üzerinden ona takla attırdım. Tam önüme düşünce kırdığım bileğine basarak ona hayatının en acı dolu çığlığını attırmıştım. “Neydi söylediğin o söz?” Bileğini ayağımın altında ezerek üzerine eğildim. “Benim gibi kaç tanesini bu sahaya gömmüştün, değil mi?” Kaşlarım çatıldığında sıktığım elimi kanlı suratına geçirdim. “Beni de gömsene buraya!”
Bir dizimin üzerine diz çöküp her yumrukla suratını biraz daha kana buladım. Ona nefes aldırmamaya kararlı bir şekilde tüm gücümle yüzüne yumruklarımı geçiriyordum. Artık elini bile kaldıramayacak hale gelince nefes nefese durup bir elimi çenesinin altına koydum, diğer elimde başının arkasını buldu. Nevra’nın güçlükle araladığı gözlerinin içine tüm ciddiyetimle bakarak, “Diğer kurbanlarına yaşattığını yaşamak üzeresin!” dedim. “Güzel boynuna veda et.”
Boynunu kıracakmışım gibi blöf yaptığımda Nevra kendini zorlayarak yanındaki kolunu kaldırdı ve elini iki kez üst üste yere vurdu. Hakem düdüğü çaldığında kopan bu alkış tufanı ve tezahüratlar benim içindi. Nevra pes etmişti.
Kendimi zorlayarak ayağa kalktığımda kan ve ter içindeydim. Herkes, “Ceylan! Ceylan! Ceylan!” diye bağırıp burayı sesleriyle inletirken kimse maskenin altında kimin olduğunu bilmiyordu.
Her solukla omuzlarım şiddetle hareket ederken vücudumda ağrımayan yer yoktu. Hakemin ikinci kez düdüğü çalmasıyla bu sefer, “Kamuran!” diyen tezahüratlar yeri göğü inletti. Dudaklarım kıvrıldı. Kılıç’ta rakibine pes ettirip kazanmıştı.
Kendime gelmek için şiddetli nefesler alıyordum. Terli yüzüme yapışan saçlarımı çektiğimde Kılıç’ın güç bela ayağa kalktığını gördüm. Göz göze geldiğimizde ikimizin de bakışları tükenmiş gibi yorgundu çünkü tüm enerjimizi bu ringde harcamıştık. Önce ona doğru küçük adımlar attım ama daha sonra kazanmamızın verdiği mutlulukla koşup boynuna atladım. İyiydi, iyiydik.
Boynuna sımsıkı sarıldığımda gülerek kollarını belime sardı ve beni birkaç tur kendi etrafında çevirdi. “Senin nefes alışına kurban!” derken iyi olduğum için ne kadar mutlu olduğunu saklayamıyordu. Bunu birlikte başarmıştık.
Kılıç Aslan’dan ayrılıp yukarı baktığımda babamın mutluluğu gözlerine yansıyordu. Bu uzaklıkta bile aldığı rahat nefesleri görebiliyordum. Maç boyunca gerilen vücudu gevşemeye başlamıştı. Bahsi kazanmıştı ve ona bu bahsi kazandıranın Kılıç ile ikimizin olduğunu henüz bilmiyordu. Tabii ekiptekilerin de katkılarını unutmamak gerekti. Tüm gün bunun hazırlığını yapmıştık.
Gurur’un olduğu locaya baktığımda öfkesinin yakıcılığını kemiklerime kadar hissetmiştim. Çatık kaşlarla bize bakarken her an bizi kurşuna dizebilirdi. Onun planında Kamuran ve Ceylan’ın kazanması yoktu. Bunun olmaması için ikisini satın alarak kazanma şansını arttırmıştı. Ancak evde uyuduğunu sandığı karısı onun mekanına sızmış ve gözlerinin önünde kafes dövüşüne katılmıştı. Gurur’un er veya geç bunu öğreneceğini biliyordum. Tek temennim bir süre daha öğrenmemesiydi.
Gurur ile göz göze geldiğimizde bu uzaklıkta karısına baktığını anlamadı. Siyah maskemin dantel desenleri mavi lenslerin olduğu gözlerimi iyi gizliyordu. Gurur’un gözlerindeki yoğun öfke ve tehlike karşısında korksam da bunu ondan saklamayı başardım. Tahir’i üzerime salıp beni iki kişiyle dövüşmek zorunda bırakan adamın gözlerinin içine bakarken dudaklarım kıvrıldı.
Dudağımın köşesi yana kıvrılırken onunla dalga geçercesine göz kırptığımda parmaklarının arasında sıktığı kadeh parçalandı. İçki parmaklarının arasından süzülürken cam kırıkları sıktığı avucunun içindeydi. Bu gece işimi bitirmeye ant içer gibi sert bakışlarını üzerimden ayırmıyordu. Ona büyük bir bahis kaybettirmiştim. Daha da önemlisi bu gece Ümit Tozlu’ya karşı kaybetmesinde büyük katkım vardı.
Bunu yapanın karısı olduğunu öğrendiğinde suratının alacağı ifadeyi görmek isterdim.
Yorumlar