Roman
  • 01/12/2025

23-SON HAZIRLIKLAR

“Kalbimi ne zaman susturmayı denesem daha çok senin adını fısıldıyor. Bir gün sensiz yaşamayı öğrendiğimde, kalbimin fısıldadıklarının da bir anlamı kalmayacaktı.”

Geçmiş

Defne’yi evden uzaklaştırmak Kalender çocukları için oldukça yıkıcı bir şeydi. Gurur, Karun ve Çağıl’ın hayat enerjileri çekilmiş gibi hepsi neşesiz çocuklara dönüşmüştü. Defne ablalarının olmadığı bir ev onlar için fazla soğuk ve ruhsuzdu. Aylardır onu görmüyorlardı ve onu görmek için tüm çabaları karşılıksız kalıyordu. Defalarca yalvarmalarına rağmen Şeref ve Güzin onları Defne’ye götürmemişlerdi. Günler birbirini kovalarken evdeki üç çocuk acı bir bekleyişle Defne’nin eve döneceği günü bekliyordu.

Bugün diğer günlerden farklı olarak Güzin’e bir telefon gelmiş ve kızının doğumunun başladığını öğrenmişti. Telefon geldiğinde şans eseri çocuklar onun yanındaydı. Şeref ve Güzin evden çıkmak için hazırlanırken Gurur ve Karun onları da götürmeleri için az yalvarmamıştı. Defne’yi görmeyi çok istiyorlardı. Ancak Şeref ve Güzin şiddetle bu fikre karşı çıkmış, orada ayak altında çocuk istemediklerini söylemişlerdi.

Gurur ve Karun’un yalvaran bakışları Çağıl’ı bulunca, Çağıl onlara kayıtsız kalamamış ve annesinin eteklerine yapışarak gitmesine izin vermemişti. Güzin’in yumuşak karnı Çağıl’dı ve onu bir tek Çağıl ikna edebilirdi. Çağıl annesinin bacaklarına sarılıp boncuk gözlerini ona dikerek, “Anne orda sana hiç sorun çıkarmacaz,” demişti. Bazı harfleri yutarak konuşan çocuk annesine yalvarıp, “N’olur bizi de götür,” diye yalvarınca Güzin en sevdiği oğlunu kıramamış ve çocukları da yanına almıştı.

Yol boyunca arabanın içinde Çağıl hiç susmamış, annesine Defne hakkında sorular sormuştu. Ancak Gurur ve Karun çok merak etseler de tek kelime etmemişlerdi. Güzin’in onlardan nefret ettiğini bildikleri için konuşup sesleriyle onun canını sıkmak istememişlerdi. Eğer bunu yaparlarsa Güzin sinirlenip onları eve gönderir ve Defne’nin yanına götürmez diye korkmuşlardı. Çağıl’ın aksine Gurur ve Karun kendi evlerinde iki sığıntı gibilerdi.

Şehrin dışında büyük bir eve geldiklerinde daha araba tam durmadan Gurur ve Karun arabadan atlamış ve eve koşmuşlardı. Aylardır görmedikleri ablalarını çok merak ediyorlardı. Ancak eve girdiklerinde hiçbir şey bekledikleri gibi değildi. Büyük evin kasvetli duvarları arasında Defne’nin çığlıkları hiç kesilmemişti. Üst kata çıktıklarında hizmetçiler sık sık bir odaya girip çıkıyordu ve o odayı üç adam koruyordu. Çocukları içeri almayan korumalar onların yakarışlarını umursamıyordu.

Güzin odaya girdiğinde kapıdaki adamlara hiçbir koşulda çocukları içeri almamalarını söylemişti. Gurur, Karun ve Çağıl, Defne’nin kapısının önünde duruyordu ve içeriden gelen her çığlık sesiyle biraz daha ağlıyorlardı. Karun’un mavi gözlerinde birbiri ardına yaşlar akarken, “Ablam karnından hamileydi,” diye fısıldadı on yaşındaki bir çocuğun masumluğuyla. “Belli ki karnı çok ağrıyor.” Kapıdan uzaklaşıp koşmaya başladı. “Ona şurup getireceğim o zaman karnı ağrımaz.”

Defne içeriden bağırdıkça Çağıl karnını tutarak daha çok ağlıyordu. Ela gözlerinden yanaklarına yaşlar yuvarlanırken, “Hamileliği daha geçmemiş,” diye hıçkırdı. “Karnısı çok ağrıyo olmalı.” Defne bağırdıkça Çağıl’ın karnına kramp giriyormuş gibi karnını tutuyordu.

Güzin dışarı çıktığında içeride olanları Çağıl görmesin diye hemen kapıyı arkasından kapatmıştı. Çağıl artık ablasının çığlıklarını duymaya dayanamadığı için bir köşeye çöküp elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Gurur ise yengesini geçip odaya girmeye çalıştıkça Güzin tarafından tartaklanıyordu. Yengesinin engelinden kurtulmaya çalışırken, “Yenge bırakaysun beni,” diye ona yalvarıp içeri girmeye çalıştı. “Ablamu göreceğum bırak da!”

Güzin çatık kaşlarla onun küçük omuzlarını tutarken Gurur’u arkaya itti. Güzin’in ela gözlerinde oluşan o sarsıcı ifade Gurur’a kendisini bir hamamböceğiymiş gibi hissettirmişti. Gurur’dan midesi kalkıyormuş gibi bakışlarında tiksinti vardı ve hep yaptığı gibi yine baştan ayağa onu süzüp yüzünü buruşturmuştu. Yengesinde annelik beklemediği bir günü bile yoktu ama onda gördüğü tek şey iğreti ifadesiydi.

Güzin onu sert bir sesle uyarıp kaşlarını biraz daha çatmıştı. “Sana içeri giremezsin diyorum!” Güzin bu sığıntıdan nefret ettiği kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordu.

Gurur içeri girmek için tekrar öne atıldığında yengesinin onu ciddiye alması için çok zorlansa da onlar gibi konuşmaya çalıştı. “Yenge bırak beni!” Onu yakalayan yengesinin ellerinden kurtulmak için uğraştı. “İçeri gireceğim bırak beni!” Kendini Güzin’den kurtaramayacak kadar zayıf bir çocuktu. “Defne ablayı görmek istiyorum!”

Gurur’un ona bağırmasıyla hiddetlenen Güzin onun ince kollarını kırmak istercesine sıktı. “Çağıl ile aşağıda bekle!” Tırnaklarını onun koluna geçirince canı çok yandığı için Gurur ağlamaya başlamıştı. Yengesinin sivri tırnaklarının etine geçtiğini hissettikçe yeşil gözlerinden gözyaşlarını akıtıp, “Yenge bırak,” diye yalvarıyordu ancak onun acısından sadistçe zevk alan Güzin onu bırakmak yerine daha çok kollarını sıkıyordu.

Aşağıdaki dolapta bulduğu bir şurup şişesiyle yukarı çıkan Karun olanları gördü. Annesinin Gurur’un kollarını sıkıp onu ağlattığını görünce kaşları çatılmıştı. Koşarak yanlarına gelip Güzin’i karnından itmeye çalıştı. “Anne bırak onu!” diye bağırınca Güzin, Gurur’u bıraktı ama elinin tersiyle attığı tokat Karun’un yüzünde patlamıştı. Yere savrulan Karun’un yanağında annesinin parmaklarının izi vardı.

Karun’un bir yanağı kızarmış ve çizilmişti. Annesinin parmağındaki yüzük onun yanağında küçük bir çizik açmıştı. Karun düştüğü yerde başını kaldırmadı. Gözleri tek bir noktada oyalanırken mavilerine hüzün çökmüştü. Annesinden yediği tokat bile canını şurup şişesinin kırılması kadar yakmamıştı. O şurubu Defne’ye içirip onu iyileştirecekti. Şimdiyse şişe yere düşüp kırılmıştı.

Güzin onun yakasına yapışıp Karun’u kabaca ayağa kaldırdığında oğluna duyduğu tiksintiyi gizlemiyordu. İğrenerek Karun’un nemli gözlerine bakarken onu sertçe sarstı. “Sana ayağımın altında dolaşmamanı söylemiştim!” diye bağırdığında Karun, annesinin gözlerinde gördüğü iğrenme duygusunda boğuldu. Gurur ise aynı bakışlarda can vermişti. Güzin onlara hep bu gözlerle bakardı.

Güzin, Karun’un tişörtünün yakasını kavrayıp onu sertçe sarsarken ansızın dudaklarından çıkan acı dolu iniltiyle Karun’u bırakmıştı. Karun’a işkence etmeyi bırakıp başını eğdi ve acıyan bacağına baktı. Bacağında küçük bir kesik vardı ve kanıyordu. Güzin neler olduğunu anlamak için başını çevirince Gurur’u gördü. Gurur elinde kırılan şişenin bir parçasını tutuyordu. Güzin’in vücudu öfkeyle dolmuştu. Bu velet ona saldırıp onu yaralayacak kadar canına mı susamıştı?

Gurur, Karun’u korumak istercesine onun elini tutup yanına çekerken gözlerini yengesinden ayırmıyordu. Ona ne yaparlarsa yapsınlar sesini çıkarmazdı ancak yeğenlerine kimse dokunmamalıydı. Kendisiyle aynı yaşta olan Karun’un elini sıkıca tutarken diğer elindeki camı hafifçe sıktı. Küçük boyundan dolayı Güzin’i görmek için başını kaldırmıştı ve yeşil gözlerinde nefret vardı. “Bir daha ona dokunma!" diye bağırdığında belki küçük bir çocuk olabilirdi ancak cesareti yaşından daha büyüktü.

Ona yaşatılan tüm o acıların dışa vurumuyla, “Dokunma, vurma artık bize!” diye bağırdığında ağladığının farkında bile değildi. Artık onları yakmasınlar, soğuk hava deposuna kapatmasınlar ve hırpalayıp eziyet etmesinler istiyordu.

Gurur’un bu küçük başkaldırısı Güzin tarafından hoş karşılanmadı. Henüz on yaşındayken ona böyle sesini yükseltiyorsa biraz daha büyüdüğünde Gurur’un yapacaklarını görür gibi oldu. O günlerin hiçbir zaman gelmesini istemediği için hiddetlenerek, “Seni nankör sığıntı!” diye bağırıp onun üzerine yürüdü. “Ekmek yediği eli ısıran it!” Gurur’a vurmak için elini kaldırdı ancak Karun hemen Gurur’u arkasına çekti ve iki eliyle annesinin bileğini yakaladı. Gurur’a vurmasına izin veremezdi.

Annesi ondan çok güçlü olduğu için Karun’un küçük elleri Güzin’in bileğini tutmaya çalışıyordu. Güzin başını eğip karşısındaki çocuğa bakarken yüzünde alay vardı, gözlerinde ise iğreti. “Bak sen şu küçük böceğe.” Bakışlarıyla Karun’a berbat hissettirerek kaşlarını yukarı kaldırdı. “Sen büyüdün de annene karşı mı geliyorsun?”

Annesinin ona olan tiksinti dolu bakışlarından nefret eden Karun’un mavilerindeki tüm duygu kayboldu. “Hep çocuk kalmayacağım anne.” Sesi bir çocuktan beklenilmeyen bir soğuklukta çıkmıştı. “Ben büyüdükçe sen küçüleceksin. İşte o zaman senden ne gördüysem onu yapacağım sana!” Oğlundan duymayı beklemediği bu sözlerle Güzin donup kalmıştı. Bunları duymaya hazırlıklı olmadığı için şoke olmuştu. Neler diyordu bu çocuk?

Gurur ve Karun onun bu şaşkınlığından faydalanıp koşarak hemen Defne’nin odasına girmişlerdi. İçeri girdiklerinde Defne’yi karnını tutarak ağlarken göreceklerini düşünmüşlerdi. Ancak gördükleri şey hayal ettiklerinin çok ötesindeydi. Defne yatakta kan ter içinde çarşafları sıkarak ağlıyordu. Onu görmeyeli karnı çok büyümüştü. Defne’nin şişkin karnı Gurur ve Karun’u çok korkutmuştu çünkü bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlardı.

Defne’nin üzerinde bir çarşaf vardı ve odadaki doktor sürekli ona ıkınması gerektiğini söyleyip çarşafın altını kontrol ediyordu. Gurur ve Karun sertçe yutkundu çünkü doktorun ellerinde kan vardı. Defne’nin kanı.

İkisi koşarak hemen Defne’nin yanına gitti. Karun ablasının terden ıslanan yüzüne baktığında neredeyse ağlayacaktı. “Abla,” diye ona seslendi ancak Defne yatakta kıvranıp her sancıyla daha çok çığlık atarken Karun’u duymuyordu.

Karun onun içler acısı halini gördükçe gözyaşlarını tutamadı. Defne’nin terli yüzü acıdan kasılıyor, her ıkınmayla yüzü şişip kılcal damarları bile belirginleşiyordu. Güzel gözlerine ağlamaktan kan çökmüştü ve gözlerinin altında koyu halkalar oluşmuştu. “Abla,” diyen Karun artık sesli bir şekilde ağlıyordu. Defne hiç de onun hayal ettiği gibi görünmüyordu.

Defne çektiği yoğun acının içinde kardeşini görmedi ve duymadı. Ancak elinde küçük bir el hissedince başını omzuna eğip ona baktı. Aylar sonra Karun’u görmesiyle yoğun bir özlem ve sancılarının ona verdiği derin acılarla hıçkıra hıçkıra ağladı. “Ka-Karun.” Yardım isteyerek küçük kardeşinin gözlerinin içine baktı. “Karun söyle anneme beni hastaneye götürsün.” Canı o kadar çok yanıyordu ki birileri ona yardım etsin istiyordu.

“Ben istemedim.” Defne gözyaşlarına boğularak başını iki yana salladı. “Karun yalan söylüyorlar ben istemedim.” Dişlerini sıkarken belini yukarı kaldırıp tekrar haykırdı. Karun’un canını yaktığını bilmeden onun elini tüm gücüyle sıkarken, “Çok yalvardım ama durmadı!” diye ağladığında sırtı yatakla buluşmuştu. Acıyla titreşen gözlerinde yaşlar eksik olmuyordu. “Ben onu durduramadım.”

Karun onun neyden bahsettiğini anlamamıştı. Bir gün anlayacaktı ama bu gece değil, bu gece için her şey fazla anlamsızdı. Güzin Hanım içeri girdiğinde Gurur koşup Defne için ona yalvarmaya başlamıştı. Onu hastaneye götürsünler diye yengesine yalvarıp ağlıyordu. Karun ise ablasının elini sıkıca tutuyor, onun acısını dindirmenin yollarını arıyordu. 

Defne’nin gözyaşlarında can verirken onunla ağlamaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Defne her bir kasılmayla tırnaklarını Karun’un eline daha çok geçirip çığlık atıyordu ancak canı çok yansa da Karun elini onun parmakları arasından hiç çekmemişti. Ablası iyi olacaksa Defne onun elini kanatabilirdi. Elini çekmek yerine boştaki elini kaldırıp Defne’nin yüzüne yapışan saçlarını çekiyor ve gözyaşlarını silmeye çalışıyordu.

Sadece Gurur değil Karun’da Güzin’e yalvarıp, “Anne onu hastaneye götür!” diye vicdanına dokunmaya çalıştı ancak Güzin bunu yapmadı. Defne’yi dışarı çıkartıp elalemin ağzına malzeme vermek istemiyordu. Defne’nin hamile olduğu duyulursa büyük bir skandala neden olurdu. Güzin bunu göze alamazdı.

Ona yalvaran çocukları görmezden gelen Güzin, kendi kızının acısını ısrarla görmezden geliyordu. “Hastaneye gidersek bu kepazeliği herkes öğrenir!” Düşündüğü tek şey buydu. İnsanların ne düşündüğü Defne'nin hayatından daha önemliydi.

Çocuklar o odada yirmi dakika boyunca kaldılar ve bu sürenin her bir dakikası beyinlerine kazındı. Özellikle Karun tüm hayatı boyunca unutmayacağı en büyük travmayı bu odada edinmişti. Defne’nin gerilen suratı, her çığlıkta büyüyen gözleri, terle karışık döktüğü gözyaşları hafızasının en derinlerine kazınmıştı. Karun bu odada yaşadıklarını tüm hayatı boyunca hiç unutamayacaktı. Ablası ilk bu odada ölmeye başlamıştı.

Başını çarşafın altından çıkartan doktorun yüzü korkuyla beyazlaşmıştı. Bir terslik olduğunu gösteren bakışlarını Güzin Hanım’a dikip, “Bu böyle olmayacak bir hastaneye gitmeli!” dedi ancak Güzin Hanım bu fikre yanaşmadı. Defne bu odada doğurmalıydı. Kimsenin bundan haberinin olmasını istemiyordu.

Gurur, Karun hatta Çağıl’ın yakarışları bile Güzin Hanım’ın fikrini değiştirmesini sağlayamamıştı. Üç çocuk görmemeleri gereken şeylere tanık olurken yatakta can çekişen de bir çocuktu. Henüz on üç yaşını bitirmemiş küçük bir kız çocuğunun acısı annesinin kalbine ulaşmamıştı. Defne daha çocuktu ve doktorların yardımı olmadan bir doğumun üstesinden gelemezdi. Annesi bunu görüyor ve elalemin sözlerine daha çok önem vererek kızının mezarını hazırlıyordu.

Defne çığlıklarının içinde bulduğu her boşlukta annesine yalvarıp ondan özür diliyordu. “An-anne benim suçum değildi,” derken ondan acıma ve merhamet dileniyordu. “Anne canım yanıyor, yardım et bana,” diye hıçkıra hıçkıra yalvardı ama annesi ona yardım etmedi. Bir nedenden dolayı Defne’ye çok kızmış gibi bu acıyı ona reva görmüştü.

Annesi yardım etmedi.

Defne’nin çığlıkları ve yardım dilenen sesi hiç dinmedi.

Ama kimse ona yardım etmedi.

Bu odada yaşanan her şey bir katliamdı.

Bir süre sonra Defne’nin çığlıkları kesildi ve onun yerini bir bebek sesi aldı. Doktorun sarıp sarmaladığı bebek ciyak ciyak ağlıyordu. Bu odada olanları anlamayan sadece üç kişi vardı ve onlarda Gurur, Karun ve Çağıl’dı. Doktorun sarıp sarmaladığı bebeğe bakıyor, daha sonra birbirlerine tuhaf bakışlar atıyorlardı. Bir bebekle karşılaşmayı hiç beklemedikleri için üçü de şoke olmuştu. Artık tepki bile veremiyorlardı. O bebek nereden gelmişti?

Çağıl ağlayıp duran ecüş bücüş bebeği onlara gösterdi. “Bu şey Defne’den mi çıktı?” Yürüyüp Defne’nin bacaklarının üzerindeki örtüyü tuttu. Çarşafı biraz kaldırıp başını eğdi. “Neresinden çıkardı onu?”

Çağıl kafasını çarşafın altına doğru eğmişti ki Gurur onun ensesine sertçe vurdu. “Bakma lan!” Gurur, Çağıl’ın kafasını çekerek onu Defne’den uzaklaştırdı. Daha sonra anlamayan bakışlarını Güzin’e çıkardı. “Yenge,” derken kaşları çatık, bakışları hesap sorar gibiydi. “Defne ablanın içinde o bebeğin ne işi var? Sen mi koydun onu oraya?”

Karun ise bebek veya odada dönen konuşmalarla ilgilenmiyordu çünkü tek düşündüğü Defne’ydi. Defne artık onun elini sıkmıyor veya bağırıp ağlamıyordu. Defne’nin eli Karun’u bırakmış yatağın üzerinde öylece duruyordu. “Abla.” Karun fısıltıyla konuştuğunda Defne’nin kapalı gözlerini görünce, “Defne!” diye bağırıp onu sarsmaya başladı lakin hiç cevap alamadı. Ablası artık konuşmuyor, ağlayıp ondan yardım istemiyordu.

Güzin’in emriyle korumalar içeri girip çocukları yaka paça dışarı çıkarmaya başlamıştı. Onlara direnen Karun, “Abla!” diye bağırdıkça onu daha sert tutup dışarı çekiyorlardı. “Defne uyan!”

Doktor bile dayanamayıp Güzin’i sağduyulu olmaya zorlayarak, “Çok kan kaybediyor, hastaneye gitmeli,” demişti ancak hiç dinlenilmemişti. Burada olanlar burada kalmalıydı.

Çocuklar korumalara direndi, bağırıp karşı koydu ancak sonuç itibariyle hepsi çocuktu ve çok zayıflardı. Korumalar üçünü zorla dışarı çıkartıp aşağıya indirdiklerinde Şeref merdivenin en altında bekliyordu. Korumalar üç çocuğu Şeref’in karşısına getirdiklerinde Karun kollarını tutan adamdan kurtulup, “Baba!” diye bağırarak onun karşısına dikildi. “Ablam iyi değil!” Karun bağırıp Şeref’e vurmaya başladığında küçük yumruklarının Şeref’in üzerinde hiç etkisi yoktu. Ancak aynı zamanda babasını kızdıracak kadar da etkiliydi.

Şeref onu yere savurduğunda oğluna attığı sinirli bakışlar fazla sertti. “İyi değilse ne yapalım?” diye hiddetle bağırdığında ağzından tükürükler çıkıyordu. Karun’un üzerime yürüyüp boğazını sıkarak onu ayağa kaldırdığında ona nefes aldırmadı. Tüm öfkesini Karun’dan çıkarmak ister gibi boğazını sıkıp onu nefessiz bırakıyordu. “Ablan yaptığı ahlaksızlığın bedelini ödüyor!”

Karun nefes alamazken ona karşı koyamayacak kadar küçük ve zayıftı ta ki Gurur devreye girene kadar. Gurur, Karun’u kurtarmak için abisinin öfkesini üzerine çekip onun yüzüne tükürmüştü. Şeref’i aşağılayarak Karun’u onun ellerinden kurtarmıştı. Onu kurtarmış ve kendisini hedef yapmıştı. Şeref, Karun’u yere fırlattığında Gurur onun karşısında dimdik duruyordu. “Babam sana yanlış bir isim koymuş abi!” diye bağırdı küçük yumruklarını sıkarak. “Senden büyük şerefsiz yokken sen Şeref ismini hak etmiyorsun! Defne abla ölüyor, onu siz öldürüyorsunuz!”

Kendisine karşı gelinmesinden nefret eden Şeref’in gözleri seğirmeye başladı. Yüzü öfkeden kasılırken kötü bakışları Gurur’a kenetlenmişti. “Sen daha şerefsizlik görmemişsin!” Gurur’un kolunu tuttuğu gibi onu peşinden dışarıya sürüklemeye başladı.

Bundan gerisi akıllara durgunluk veren türdendi. Şeref, Gurur’u dışarı çıkartarak adamlarından benzin istemişti. Bazı korumalar Karun ve Çağıl’ı sıkıca tuttuğu için kimse Gurur’a yardım edememişti. Şeref benzin bidonunun kapağını açınca Gurur’un yeşil gözlerinde daha önce hiç var olmayan bir korku belirdi. “Abi,” diyen fısıltısı ağlamaklıydı. “Onunla ne yapacaksın?” Gurur’u yakacak mıydı?

Şeref’in işaretiyle iki kişi Gurur’un kollarına yapışınca Karun, “Baba dur!” diye bağırıp onu tutan adamlardan kurtulmaya çalıştı. “Yapma dur!” diye defalarca bağırdı ama Şeref durmadı. Gurur onun ayaklarına kapanıp af dilemedikçe durmazdı. Onu durduracak tek şey Gurur’un onu yüceltip kendini alçaltmasıydı. Bu başından beri hep böyle olmuştu.

Şeref bidondaki benzini Gurur’un kafasından aşağıya dökmeye başladı. O döktükçe Gurur kollarını tutan adamlardan kurtulmaya çalışıp, “Abi yapma!” diye bağırıp daha çok yalvarıyordu. Gurur çırpındıkça yüzü benzinle yıkanıyor, küçük bir kısmı da ağzına giriyordu. Çok korkuyordu çünkü abisi onu yakacaktı. Gurur yanmaktan korkardı.

Şeref bidondaki benzinle onu yıkarken Gurur çırpınıp kollarını tutan adamlardan kurtarmaya çalıştı. Benzin vücudunda bir soğukluk bıraktı ve hemen ardından korku dolu bir sıcaklığa dönüşmüştü. Gurur’un titreşen kirpiklerinden süzülen benzin görünüşü puslandırırken her şey bir anda bulanıklaşmıştı. Kafasının içinde bir haykırış, anlam veremediği bir çığlık koptu ancak yankılarını Gurur dışında kimse duymadı.

Bir şeyler oluyordu ve bu olan her neyse Gurur’dan bir şeyleri söküp götürüyordu.

Şeref önce onu benzinle yıkadı daha sonra da etrafına benzinle bir halka çizdi. Gurur halkanın içinde sırılsıklam bir halde dururken Şeref cebinden zippo çakmağı çıkarmıştı. Abisinin elinde tuttuğu çakmaktan gözünü ayırmayan Gurur’un kalbi süratle hızlandı ve bakışları büyüdü. Korktuğu her ne varsa onu yaşamaya başladığını hissediyordu. O çakmak ateş alacak diye ödü kopuyordu.

Onu benzin halkasının içinde tutan adamlar dışarı çıktı ancak Gurur çıkamadı. Dehşete kapılmış gibi Şeref’in elindeki çakmağa bakarken tutulan uzuvlarını kıpırdatamıyordu. Aralığın biriydi, yani hava çok soğuktu. Gurur ıslaktı, üşüyordu ve titriyordu. Ancak kalbi kor gibi yanıyor, aynı ateşi vücudunun da tatmasından endişe ediyordu.

“Gurur halkanın dışına çık!” Karun boğazımı yırtarcasına bağırıp öne atıldı ama onu tutan adamlar Gurur’a gitmesine izin vermedi. “Uzaklaş, Gurur!”

Karun’un sesini duyunca Gurur irkilerek kendine gelip kaçmak istedi ancak Şeref yaktığı çakmağı yere attı. Ateş sarı dalgalar çıkartarak hızla Gurur’un etrafını sardığında Gurur haykırdı. Benzinle yıkandığı için ateşten çemberin üzerinde atlayamıyordu. Ateşe yaklaştığında bile tutuşacağını bildiği için halkanın ortasında kalmıştı. Ağlayarak etrafına bakıp kaçacak bir yer arıyordu ama bulamıyordu. Dört bir yanı ateşle çevrilmişti ve rüzgâr estikçe ona doğru dalgalanan ateşin alevinden ödü kopuyordu. Tüm o korku filmlerinden daha korkunç bir sahneydi bu. Gurur kapana kısılmıştı.

Onu yakacaklardı.

Nereye baksa gözlerinin karşılaştığı kızıl ateşle aklını kaçırmanın eşiğine gelmişti. Yardım isteyen bakışları Karun’u bulduğunda kaşları büküldü ve ağlamaklı bir sesle, “Karun,” diye fısıldadı başka da hiçbir şey diyemedi.

Karun ona dayamadı çünkü Gurur’un adını söyleme şekli içine öyle bir dokundu ki, kendini toparlayamadı. Gurur sadece tek bir şey söylemişti ve o da Karun’un adıydı. Dizlerinin bağı çözüldüğünde Karun kendini yere bıraktı ve dizlerinin üzerine sertçe düştü. “Baba durdur bu şeyi!” Bağırıp babasına sesini duyurmaya çalıştı. “Baba onun yerine ben yalvarıyorum.”

Karun ağlayarak başını eğdi ve ellerini yere bastırıp secde eder gibi babasının önünde büküldü. “Onun bizden başka kimsesi yok, çıkar onu,” diye babasından af diledi. Gurur öksüzdü onu koruyacak anne ve babası yoktu. Şimdi ise Gurur bir ateş çemberinin içindeydi.

Karun’un babasına secde etmesi bile onun taş kalbinde küçük bir merhamet kırıntısı oluşturmamıştı. Mavi gözleri hırçın denizler gibi dalgalanırken, “Bu hepinize ders olsun!” diye bağırıp yanındaki adamdan bir kibrit aldı.

Gurur’a doğru yürüyünce Gurur ürkek gözlerle Şeref’e bakıp başını iki yana salladı. Yeşil gözlerinde korkunun her tonu oluşmaya başlamıştı. Ağlayarak çılgına dönmüş bir halde Şeref’in elindeki kibrite bakıyordu. “Abi gelme.” Kibriti çakıp Gurur’un üzerine atacaktı. Onu cayır cayır yakacaktı. Bu onu o kadar çok korkuttu ki, “Gelme abi, gelme!” diye bağırıp yumruk yaptığı ellerini kafasına vurmaya başladı. “Abi gelme!”

Çocuk vücudunun her kası şiddetli bir krizle sarsılmaya başladığında Gurur’un pamuk ipliğinde olan aklı onu terk etmeye başlamıştı. Her hücresi ve her zerresinde korku kök salıp onu esir almıştı. Gözlerinin gördüğü tek şey abisinin elindeki kibritti ve etrafındaki ateşti. Beynine yoğun şok dalgaları yayıldığında henüz yanmadan ateşi teninde hissetmişti. Öyle bir yanıyordu ki bu sanki içinde bir şeyleri kopartıp yok ediyordu.

Aklını, insanlığını, sağduyusunu ve vicdanını ondan alan şeyin adı ateşti ve bu ateşin bir kısmı etrafındaydı, kalan kısmı ise Şeref’in ellerinde. Küçük yumruklarını daha sert kafasına geçiren Gurur transa girmiş gibi, “Abi gelme, gelme abi!” diye bağırdıkça içinden bir şeyler ölüyordu ama onun tek istediği kurtulmaktı.

Üzerindeki benzinin sıcaklığı tüm hücrelerine girip gözeneklerine sızdıkça Gurur içinden, “Böyle mi öleceğim?” diyordu. “Yakacaklar mı beni?” Yaşlar güzel gözlerinden yuvarlandığında bir yanı isyan edip acıyla haykırdı. “Yanmak istemiyorum!” Ama cehennemi kabullenen yanı, “Yanacağız,” diyordu. “Bizi yakacaklar.” Ve farklı bir ses, “Biz bunu hakkettik,” diyerek kafasının içindeki yerini alıyordu. Hemen ardından başka bir ses, “Hakketmedik,” diyerek karşı çıkıyordu. “Biz bunu hiç hakketmedik.”

İşte o an bir şey oldu, zaman durdu ve Gurur şiddetli yumruklarını kafasının iki yanına geçirip boğazını yırtarcasına haykırdı. Dışarıdan ona bakan herkes ateşten çok korktuğu için bunu yaptığını düşündü ama bunun tek nedeni ateş değildi. Gurur aslında kafasının içindeki sesleri susturmaya çalışıyordu. Kimse anlamamıştı ama Gurur’un delirdiği an tam olarak buydu. Kafasının içinde o kadar çok ses vardı ki onların içinde artık kendi sesini duyamıyordu.

Sürekli konuşan, onu çıldırtan ve ona yanacağını söyleyen sesleri susturamamıştı. Canını yakarak sert yumruklarını kafasına geçirirken Gurur olanları anlamıyordu. Bu seslerde neyin nesiydi? Neden bu kadar gerçeklerdi ve nereden gelmişlerdi? Gurur onları susturmak için kafasına vurup kendine zarar verdiğinde bile hiçbiri susmadı. Şimdi yapamadığı şeyi hayatının kalanında da yapamayacaktı. Kafasının içindeki sesleri hiçbir zaman susturamayacaktı.

Ve bir an gelecekti ki kendinden biz diye bahsedip çoğul kullanacaktı. Bunun nedenini insanlardan saklamak için egosunun arkasına saklanacak ve ben tek başıma bir ulusum diyecekti. Onlara kafamın içinde susmayan bir ulus var diyemeyeceği için bu yalanın ardına saklanarak yarasını gizleyecekti. Daha düne kadar sahip olduğu tek lakap Koçariyken bugünden sonra herkes için Deli Gurur olarak anılacaktı.

O sesler peşini hiç bırakmayacaktı.

Çoğu zaman kaçmak isteyecek ama nereye saklanırsa saklansın kafasının içindeki sesleri de kendiyle götürecekti. Henüz on yaşındaydı, yani bir şeyleri kabullenme aşamasında bile değildi. Yatağının altına saklanacak, dolabının içine girecek ama duyduğu seslerden kaçamayacaktı. Ve bu ona her olduğunda diz çöktüğü yerde kafasına vurup daha çok ağlayacaktı. Bunu ona yaşatan ve onda böylesine bir hasar bırakan öz abisiydi.

Gurur kafasının içindeki seslerin arasında kaybolmuşken etrafında olan bitenin hiç farkında değildi. Düşünme yetisini kaybettiği için dışarıda olan her şeye kendini kapatmıştı. Trans halindeyken etrafında olanları görmüyor ve anlamıyordu. Tek yaptığı şiddetli bir krizle titreyip kafasına durmaksızın vurmak ve “Abi gelme!” diye bağırmaktı.

Abisinin artık gelmediğini, o kibriti yakmasına Çağıl’ın izin vermediğini hiç anlamamıştı. Gurur için ateşten çemberin içine atlayan Çağıl onunla yanmayı göze almıştı. Ağlayarak dışarı çıkan Güzin Hanım küçük oğlunu ateşin içinde görünce Şeref’i durdurmuş ve ateşi söndürmelerini istemişti. Kocasına bağırıp Defne’nin öldüğünü söylediğinde bile Gurur kendine gelememişti. Defne’nin öldüğünü duymuş ama girdiği transtan çıkamamıştı. Sanki kaybolmuştu ve geri dönemiyordu.

Sonra bir şey oldu. Bir bebeğin ağlayan sesini duydu. Tüm bu kaos ve felaketin içinde ağlayan bir bebeğin sesi Gurur’un içine çekildiği hiçliğe ulaştı. Bu öylesine bir sesti ki, onu duymak Gurur’u geri dönmeye zorlamıştı. Yumrukları başının yakınında dururken bilinci gittikçe açılmaya başlamıştı. Şeref’in sağ kolu Numan’ın kucağındaki bebeği gördü.

Şeref infaz emrini verdiği için Numan bebekten kurtulmak için arabasına yürümüştü. Ancak Numan, Gurur’un yanından geçerken bebek bir anda ağlamaya başlamıştı. Bunu duyan Gurur yeni yeni kendine gelirken, “Dur,” diye fısıldadı.

Numan durup Gurur’a doğru dönünce Gurur sendeleyen adımlarla ona yaklaştı. Başını kaldırıp ağlamaktan bitkin düşmüş gözlerle karşısındaki iri adama bakmaya başladı. “Ab-abi bu bebek Defne ablanın nesi oluyor?” Az önce yaşadığı ağır şeyler yüzünden titremeden konuşamıyordu. “Onun içinden çıktı.”

Numan onun içler acısı haline dayanamayıp, “Gurur Bey’im-“ demişti ki Gurur, “Abi nesi oluyor?” diye tekrar sordu. Bebek Defne’nin nesi oluyordu bilmek istiyordu.

“Kızı,” dedi. “Defne Hanım’ın kızı.”

“Kızı,” diye fısıldadı Gurur. Yeşil gözlerinde birbiri ardına yaşlar akarken birkaç kez bu kelimeyi içinde tekrarlamıştı. Bu bebek Defne’nin kızıydı. “Defne abla öldü.” Bunu sesli söylemek bile çocuk yüreğini yasa boğuyordu. “Bu yüzden mi ağlıyor.” Başını kaldırmış meraklı gözlerle Numan’a bakıyordu. “Annesi öldüğü için mi? Yoksa karnı mı aç ya da üşüyor mu?”

“Ne önemi var!” diyen Şeref’in kızgın sesini duydu. “Daha fazla oyalanma, Numan!”

Gurur abisini onaylayarak başını salladı. “Haklısın bir önemi yok,” dediğinde az önce ona yaşattıkları için ürkek gözlerle Şeref’e bakıyordu. Ondan çok korkuyordu.

Gurur yalvaran gözlerle Numan’a bakınca gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. “Numan abi,” diye fısıldadığında ıslak gözleri sık sık kundaktaki bebeğe kayıyordu. O bebek Defne’nin kızıydı, onu öldüremezlerdi. Defne’yi koruyamamıştı belki kızı için bir şeyler yapabilirdi. Ve tüm bunları düşünürken Gurur henüz on yaşındaydı.

Kimse Gurur’un ne demek istediğini anlamadı ancak Numan anlamıştı. Gurur belki sesli bir şekilde bir şey söylemedi ama bakışlarıyla Numan’a çok şey söylemişti. Onun gözlerindeki yakarışı gördükçe Numan yutkunup başını ağır ağır salladı. “Gurur Bey'im,” diye iç çeken adam kucağındaki bebeği daha sıkı tuttu.

Numan bebekle birlikte arabasına yürürken Şeref, Defne’nin ölümü için insanlara nasıl bir yalan uyduracağını düşünüyordu. Gurur ise giden arabanın arkasından bakarken Şeref’in canını yirmi yıl boyunca sıkacak bir şeyin temellerini bu gece atmıştı. Kurtaracağı o bebek Şeref’e atacağı en büyük kazık olacaktı.

Defne’nin kızını yaşatacaktı.

***

Günümüz

Farah Kalender

Dün geceki maçtan sonra hâlâ kendimize gelememiştik. Ringde canım çıktığı için kumarhaneden kaçarcasına çıktıktan sonra en yakın hastaneye gitmiştik. Gurur ve adamlarına yakalanmadan kumarhaneden çıktığımız için gerçekten çok şanslıydık. Korktuğum gibi Kılıç ve bende ölümcül denecek bir hasar yoktu ama birkaç günde geçmeyecek bazı yaralarımız vardı. Karnıma aldığım darbeler yüzünden karnıma dokunmak bile canımı yakıyordu. Yarına kalmadan karnımda ciddi morluklar oluşacağını tahmin etmek zor değildi.

Giydiğim kapalı kıyafetlerle karnımdaki yaraları bir şekilde gizleyebilirdim ancak yüzümdekiler için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Yanağımın bir tarafı şişmeye başladığı için hastanede bastırmam için buz vermişlerdi. Alt dudağımın kenarı ise patlamıştı. Kılıç ile kıyaslanınca ben daha iyiydim çünkü Tahir onu çok zorlamıştı. Kılıç’ın sol gözünün altı morarmaya başladığı için o da uzun süre gözüne buz torbasını bastırmıştı.

Elmacık kemiklerinde kızarıklıklar vardı ve sağ kaşı patladığı için iki dikiş atılmıştı. Doktor iz kalmayacağını söylemişti ama Kılıç’ın bunu umursadığını sanmıyordum. Birkaç kaburgası çatladığı için hastaneye yatışı gerçekleşmişti. Aslına bakarsanız bende hastanedeydim. Kafama aldığım darbeler yüzünden olası bir kafa travmasına karşı beni müşahede altında tutuyorlardı.

Bulduğumuz en yakın hastaneye geldiğimiz için bir devlet hastanesindeydik. Acil tıklım tıklım dolu olduğu için hiç boş odalarının kalmadığını söyleyip Kılıç ile ikimizi aynı odaya almışlardı. Aynı odanın içinde ayrı odalardaydık. Esvet’in deyişiyle Genetik Karma ekibindeki herkes odamızdaydı. Kumarhaneden çıktığımızdan beri Kılıç’a olan övgüleri ve bana olan şaşkınlıkları hiç son bulmamıştı. Öyle dövüşmeyi nereden öğrendiğimi sorup durmayı alışkanlık haline getirmişlerdi.

Dokuz yaşından beri her boşlukta pratik yaptığımı söylediğimde bile çenelerinden kurtulamamıştım. Bu seferde bunu neden onlardan gizlediğimi sorup alınganlık yapmışlardı. Sanki çok yakınmışız gibi hesap sormaları yok muydu, insanı delirtirlerdi. Odada fazla yer olmadığı için Aksa yatağıma girip benim gibi sırtını yatak başlığına yaslamıştı. Pikeyi karnımıza kadar çekip Aksa’nın bizim için aldığı cipsi yiyorduk.

Zaza ve İskender odadaki iki koltuğu işgal ettiği için Nihat pencerenin önünde duruyordu. Esvet ise tekerlekli sandalyesinde otururken sargıdaki bileğine bakıp ara ara Zaza’ya öldürücü bakışlarını atıyordu. Buraya gelince Esvet’in de bileğini göstermiştik. Bileğini incittiği için bir süre o sargıyı çıkartamazdı. Buraya gelmeden önce arabada üstümüzü değiştirdiğimiz için o saçma kıyafetlerden kurtulmuştuk.

Esvet odamızdaki küçük banyoyu kullanıp saçlarını yıkadığı için saçlarındaki pembe renkten kurtulmuştu. Sarı saçlarını yeni yıkadığı için kafasına sarılı bir havlu vardı. “Oğlum biz ne yaşadık orada?” Esvet hâlâ başımıza gelenlerin şokunu atlamadığı için yeşil irisleri büyümüştü. “Biz ciddi ciddi o deli kralın mekanına sızıp oyunu tersine çevirdik farkında mısınız?” Bu yaptığımıza o bile inanamıyormuş gibiydi. “Abi biz neymişiz de haberimiz yokmuş.”

Aksa gülerek ikimizin arasındaki cipse uzandı. “Deli kral bu işin arkasında bir avuç çaylağın olduğunu öğrenirse sizce bize ne yapar?”

Nihat’ın beti benzi atmaya başladı. “Hepimizi asar lan o herif. Piçin intikam anlayışı hiçbir şeye benzemiyormuş.”

“Kocama piç deme lütfen.” Çatık kaşlarla onu uyardım. “Onun bir adı var.”

Gurur’a olan düşkünlüğümü iyi bildikleri için kimse bana karşı çıkacak bir şey söylemedi. İskender bakışlarını bir türlü benden ayıramazken kehribar gözlerinde muzip parıltılar vardı. “Sende harbi kızmışsın amcam kızı,” diye bana takıldığında yanaklarım ısınmaya başlamıştı. “Biz seni prenses sanıyorduk ama içinden bir amazon çıktı.”

“Sahiden de öyle.” Zaza’nın bakışları benimle gurur duyar gibiydi. “Titreyerek girdiğin ringde devleşerek çıktın.”

Esvet omuzlarını dikleştirerek benim adıma övündü. “Ne sanıyorsunuz, bizden kolay kolay çürük çıkmaz. Anne tarafı çok güçlü, olsun o kadar.” Kendisi de anne tarafından akrabam olduğu için konuyu bir şekilde kendine getirmeyi başarmıştı.

Kılıç üstü çıplak bir şekilde yatakta uzanırken duvardaki saati kontrol etti. “Amcam gelmek üzeredir.” Babama burada olduğumuzu söylemiştik ama neden hastanede olduğumuzu söylememiştik. Kılıç başını çevirip benim olduğum tarafa baktı. “Bunu ondan saklayamazsın.” Ceylan’ın yerine ringe çıktığımı saklamamın bir yolu olmadığını bende biliyordum. Babamın artık bana biraz güvenmesini istediğim için saklamayı da düşünmüyordum.

“Asaf’ta oradaydı.” Zaza’nın meraklı bakışları Aksa’nın üzerinde oyalanmaya başladı. “Neredeyse sabah olmak üzere eğer Asaf eve gittiyse seni bulamadığı için merak edecektir.”

Kocasıyla ilgili şeyleri zerre kadar umursamayan Aksa, cipsleri yerken fazla umursamazdı. “O herif beni merak etmez ayrıca ne işler karıştırdığımı da anlayamaz. Odamdaki tüm kanıtları yok ettim.” Dudakları hınzırca kıvrıldı. “Kumarhanede olduğumu asla anlayamaz. Neden evde olmadığımı sorarsa uyku tutmadığı için Farah’a gittiğimi söylerim.”

“Kumarhanede seni tanıdı.” Zaza’nın bir anda söylediği şeylerle Aksa’nın eli cips paketinin üzerinde hareketsiz kaldı. Zaza sıkıntı içinde yüzünü ovuşturarak başını salladı. “Farah gibi sende parfümünü değiştirmeliydin. Locadakilere servis yaparken Asaf ve adamlarının içeri girdiğini gördün değil mi?” Aksa kaskatı bir şekilde onu gözleriyle onayladı. “Hemen ona sırtımı dönmüştüm. Beni tanımış olamaz çünkü yanımdan geçip gitti.”

“Hayır, sandığın gibi hemen gitmedi.” Neredeyse sabah olmak üzereydi ve tüm güce uykusuz kaldığımız için Zaza ağzını kapatarak esnedi. “Yanından geçerken kısa bir an duraksadı. Arkanızda olduğum için olanları gördüm.” Aksa’nın gözlerinin içine bakıp, “Kokun burnuna gittiği an duraksadı,” dedi.

Odanın içini gerginlik esir alırken ne diyeceğimizi bilmez bir halde Zaza’ya bakıyorduk. Zaza ise gözlerini Aksa’dan ayırmıyordu. “Parfümünün kokusundan seni tanıdı ama hiç bozuntuya vermeden kendi locasına geçti. Ona bakmadığın her anda seni izliyordu.” Ağzındaki cips boğazından kalmış gibi Aksa sertçe yutkunmuştu.

Güzel yüzü solarken güçlükle duyulan bir sesle, “Beni tanıdıysa neden hiçbir şey yapmadı?” diye sordu.

“Aslında çok şey yaptı.” Zaza belli belirsiz gülümsediğinde bir konuda Asaf’ı takdir eder gibi bakıyordu. “O zengin züppelerin locasına her girdiğinde hemen arkanda takım elbiseli birileri locaya giriyordu, değil mi?”

Aksa başını salladığında Zaza’nın yüzünde manidar bir ifade oluştu. “Onlar Asaf’ın adamlarıydı. Girdiğin her locaya onun adamlarından biri hemen arkandan giriyor ve oranın müşterisiymiş gibi davranıyorlardı.” Aksa’nın gözleri irice açıldığında sanırım olanları anlamıştım. Kimse Aksa’ya sarkıntılık yapmasın diye Asaf adamlarını localara yönlendirmişti.

Aksa’nın kirpikleri titreştiğinde yüzü gevşedi ve dudakları yana doğru kıvrılmak için onu zorladı. Ancak Aksa tebessümünü gizlemek için hemen yamuk saçlarını yüzüne çekti. Kocasının bu ince hareketi onu mutlu etmişti fakat bunu gizlemeye çalışıyordu.

Zaza kaşlarını büyük bir imayla yukarı kaldırıp gözlerini Aksa’nın kızarmaya başlayan yüzüne kenetledi. “Hepsi bu da değil. Kılıç ve Farah ringdeyken bizler kalabalığın içine karışmıştık. O hengamede neden hiç ezilmedik sanıyorsun? Asaf’ın adamları etrafımızdaydı ve kimseyi bize yaklaştırmıyorlardı.” Zaza gülerek onu gösterdi. “Çünkü sen aramızdaydın ve enişte bey karısının etrafına güvenlik çemberi oluşturmak zorunda kalmıştı.”

Zaza’nın kinayeli bakışları Aksa’yı utandırdığı için vücudundaki tüm kan yanaklarına toplanmaya başlamıştı. Elinden geldiğince bunu saklamaya çalışıp yüzünü ifadesiz tutmaya özen gösteriyordu. “Madem orada olduğumu biliyordu o zaman neden bana engel olmak için hiçbir şey yapmadı?”

“Belki de istediği şey seni bir kafese koymak değil, çevirdiğin işleri anlatacak kadar ona güvenmen.” Bunları söyleyen bendim. “Asaf ilkeleri olan düzgün bir adam. Bence düşündüğün kadar kötü biri değil.”

Ne hatırladıysa Aksa’nın yüzündeki neşe kayboldu, kaşları çatıldı ve kahve gözlerinde yoğun bir nefret oluştu. “Asaf iyi biri değil!” Sesini yükselttiğinin farkında olmadan öfkeyle, “Keşke ölse de bende ondan kurtulsam!” dediğinde sözler şuursuzca Aksa’nın ağzından çıkmıştı. Ancak hiç olmadık bir zamanda içeri giren biri onun son söylediklerini duymuştu. Asaf Bolatlı yanlış zamanda odaya girmişti.

Kapının önünde hareketsiz bir şekilde durup donuk gözlerle Aksa’ya bakıyordu. Arkasındaki adamları belki içeri girmedi ancak sert bakışları kuzenimin üzerindeydi. Tüm gece patronlarının onu güvende tutmak için verdiği çabayı iyi bildikleri için Aksa’yı nankör olmakla suçladıklarını görebiliyordum. Asaf ise Aksa’nın sözlerinin onda yarattığı kötü hisleri gizleyerek eskisinden daha duygusuz gözlerle Aksa’yı izliyordu.

Kırıldıysa bile hisleri soğuk mavilerine yansımıyordu. Yüzündeki düz ifade ne düşündüğünü anlamamıza engel oluyordu. Odanın içi kendimizi kutupta hissedeceğimiz kadar soğumaya başlamıştı ya da buradaki gergin atmosfer bize böyle hissettiriyordu. “Demek ölmemi bu kadar çok istiyorsun?” Çattığı kaşlarının arasında derin çizgiler oluştuğunda yanında duran elini sıkıyordu. “Anlaşılan sana fazla müsamaha gösteriyorum. Belki de artık anladığın dilde konuşmalıyım.”

Aksa yataktan çıktığında alttan almayıp onun tersine giderek çenesini dikleştirdi. “Sen bana hiçbir şey yapamazsın. Gardiyanım gibi her yerde karşıma çıkmandan bıktım.”

Asaf’ın yüz hatları yoğun bir öfkeyle gerildiğinde sıktığı elinin parmak boğumları beyazlaşmıştı. Çenesini hafifçe sıkmaya başladığında bakışları sertti. “Sana hiçbir şey yapamam öyle mi?” Sözcükler ağzından tehditkâr bir biçimde dökülürken Aksa’ya kapıyı gösterdi. “Gidiyoruz. Eve gittiğimizde neler yapabildiğimi daha iyi anlayacaksın.”

Aksa ayakkabılarını girip çantasını aldığında kısık bir sesle bir şeyler homurdanıyordu. “Ölülerin insanlar arasında dolaşması yasaklanmalı.” Asaf’ın yanından geçerken bilerek omzuyla onun omzuna çarptı. “Zira bazıları insani duygulardan yoksun!”

Asaf onun kolunu yakaladığı gibi Aksa’nın sırtını kapı kirişine yasladığında kuzenimin gözleri büyüdü. Onu kapı kirişi ve kendi arasında köşeye sıkıştıran Asaf’ın gözlerinde kızgın ve delici bir şeyler vardı. Öfkesinin dışa vurumu boynundaki nabzının süratle atmasından belli oluyordu. “Bana yaşattığın o beş yıldan sonra beni duygusuz biri olmakla suçlayabilir misin?” Sıktığı elini Aksa’nın başının yan tarafına geçirip, “Siktiğim duyguları benden kaçmana engel olmadı!” diye hiddetlendi.

Asaf’ın bu sert çıkışıyla irkilen Aksa belki korktu ancak ona olan nefretinden hiçbir şey kaybetmedi. Asaf ve kapı kirişi arasında dururken Asaf’ın karşısında bir sıkımlık canı vardı. Ancak buna rağmen dizginlenemeyen bir nefretle gözlerini dahi kırpmadan Asaf’a bakıyordu. Kocasını kızdırmak için fazladan bir şey yapmasına veya söylemesine gerek yoktu çünkü bakışlarıyla bunu yapıyordu.

Aksa’nın gözlerinde gördüğü nefret canını yakıyormuş gibi Asaf’ın mavilerinde fırtınalar kopuyordu. “Bir gün bana bu gözlerle bakmayı bıraktığında bende seni bırakacağım!” Yemin eder gibi konuştuğunda gözlerini Aksa’nın kahvelerine kenetledi. “İşte o zaman bana ne yaşattığını daha iyi anlayacaksın!” dedikten sonra Aksa’nın önünden çekilip gitti.

Aksa dışında hepimiz Asaf’ın ne demek istediğini anlamıştık. Bir gün karısına masumiyetini kanıtladığında Aksa’dan ayrılacak ve ona yaşattığı beş yılın pişmanlığıyla onu bırakacaktı. Asaf’ın sözlerinden bunları çıkarmıştım.

Aksa’da gittiğinde Esvet kolunu kaldırıp bize tüylerini gösterdi. “Bunların arasındaki çekimden tüylerim diken diken oldu.” Kalp çarpıntısı yaşıyormuş gibi elini kalbine bastırıp iç çekerek kapıya bakmaya başladı. “Şöyle bir adam istiyorum Allah’ım çok mu şey istiyorum?” Bu seferde bize kapıyı gösterdi. “Ben inanıyorum bir gün şu kapıdan düşlerimi süsleyen biri girecek.”

Tam o esnada içeri giren kadın doktorla herkes bıyık altında gülmeye başladı. Esvet yüzünde tuhaf bir ifade oluşurken homurdanarak, “Evrenin bana verdiği mesaj çok açık,” dedi ağlamaklı bir sesle. “Senin gibi dünya harikası birini erkekler kaldıramaz, sen gel lezbiyen ol diyor.”

Esvet ayağa kalkıp saçlarındaki havluyu çıkartarak sarı saçlarını savurdu. “An itibariyle lezbiyenim.” On saniyede bunun kararını verip doktora yaklaştı. “Benimle çıkar mısın?” Bir dakika, ne?

Hepimiz ağzımız bir karış açık onu izlerken doktor şoke olmuştu. Burada olanları anlamayan kadın dilini yutmuş gibi Esvet’e bakıyordu. Onun kafadan hafif çatlak olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, “Hayır,” diyerek arkaya doğru bir adım attı. Buraya ne için geldiğini bilmiyorum ama Esvet’in çıkma teklifiyle doktor geldiği hızla dışarı çıkmıştı.

Onun arkasından bakan Esvet, hüsrana uğramış gibi dudaklarını büzdü. “Kadınlar çok acımasız.” Önüne dönüp tekerlekli sandalyesine yürüdü. “Erkeklerden devam.”

Kılıç’ın ifadesi bana kahkaha attırabilirdi. Kaşları hafifçe çatıktı, siyah gözleri şaşkın bakıyor ve dudakları çok az aralanmıştı. “Sen iyi değilsin farkında mısın?”

Tekerlekli sandalyesine oturan Esvet kral tahtından oturuyormuş gibi bacak bacak üstüne attı. “Herhalde iyi değilim. Beni tarif etmek için iyi kelimesi az kalır, ben muhteşemim.”

Kılıç başını hafifçe omzuna eğip siyah gözlerindeki alaycı parıltıyı saklamadan Esvet’e baktı. Gözlerindeki bir şeyler adeta onu küçümsüyordu. “Doktor ya teklifini kabul etseydi ne halt yiyecektin muhteşem yaratık?” Yüzündeki alay sahte bir gülümsemeyle özleştiğinde gördüğü en büyük aptala bakar gibiydi. “Çıkacak mıydın onunla?”

“Evet.” Esvet bunları söylerken fazladan bir saniye bile düşünmemişti. Bileği hâlâ acıyor olmalı ki sol eliyle sarılı bileğini tutarken rahat görünmeye çalıştı. “Kabul etseydi ilk kez bir kadınla çıkmazdım.” Hepimizi hayrete düşüren sözleri onu güldürdü. “Eski sevgilimin beni aldattığı kızla çıkmıştım.” İskender ve Zaza küfrederken Nihat bunu zaten biliyormuş gibi tepkisizdi. Kılıç Aslan’ın ise siyah irislerinin ardında inanamayan bir ifade geçmişti.

Şaşkın suratlarımızı görmek Esvet’i daha çok güldürdü. Tekerlekli sandalyesine yaslanırken ince omuzlarını silkti. “O piç beni aldatınca aldatılan her kadın gibi bende beni kime tercih ettiğini görmek istedim. Kızı biraz araştırınca geçmişinde bazı ilginç şeylere rastladım.” Yüzü tehlikeli bir kadının keskin hatlarına büründüğünde dudağının köşesi kıvrıldı. “Kızın geçmişindeki ilişkilerinde sadece erkekler yoktu. Anlaşılan her iki cinsten de hoşlanıyordu.” Başını salladı. “Biseksüeldi.”

Kılıç’ın gözleri genişlediğinde suratı bir anlığına donmuştu. Duymaya alışık olmadığı bir şeyle karşılaştığını gizlemesinin bir yolu yoktu. Dudakları açılacak gibi oldu ancak söyleyecek bir şeyler bulamamış gibi tekrar kapandı. Esvet ise ona yaşattığı şokun farkında olmayarak gülümsedi. “Eski sevgilim olan piçe yeni sevgilisinin bile beni tercih ettiğini göstermek için kızla çıkmıştım.”

Yaptığıyla övünür gibi şımarıkça kendisini gösterdi. “Tüm bunlar olurken o piçle henüz ayrılmamıştık. Beni aldattığı kızla bende onu aldattım daha sonra da kıçına tekmeyi bastım.”

Kılıç bir şeyler söylemek istiyordu ancak sözcüklerin engeline takılıyormuş gibi dudaklarında tek kelime çıkmıyordu. Bir an için vücudu gerilip yüzü kasıldı. Onaylamadığı ve nefret ettiği her şey tek bir bedende birleşip karşısına Esvet olarak çıkmış gibi ona kızgınlıkla bakıyordu. “Kafan bozuk kızım senin!”

Esvet’in gözleri haylazca ışıldarken güldü. “Bozuk haliyle bile kafam fazla güzel.” Özgüvenini annemden aldığını kimse inkâr edemezdi.

Babam kapıyı aralayıp danışmanı Veysel amcayla içeri girdiğinde herkes kendine çeki düzen vermeye çalıştı. Babam buraya gelirken ne görmeyi beklediğini bilmiyorum ama Kılıç ile ikimizi hasta yatağında görmeyi beklemediği çok açıktı. Esvet’in sarılı bileği bile onu şaşırtan şeylerin arasındaydı. “Ne oldu size?” diye sorarken bakışlarını bir yerde sabit tutamıyordu.

Esvet’in suçlayıcı bakışları anında Zaza’yı buldu. “Bu dağ kaplanı üzerime düştüğü için narin bileğimi incittim.”

Başı İskender’in omzuna yaslı olan Zaza uyumamak için kendini zor tutuyordu. “Bu süslü kokona bana zorla topuklu ayakkabı giydirdiği için onun üstüne düştüm,” diye esnedi. “Ettiğini buldu.”

Pencerenin önünde durup İskender’in stres topunu sıkan Nihat en rahat olanımızdı. “Benim bir şeyim yok.”

Zaza ona yaslandığı için koltukta kaskatı oturan İskender, “Bende de can sıkıntısı dışında bir şey yok,” diye sızlandı. “Bak amca tutuyorum kendimi ama uzun süre böyle gitmez.” Burada olmaktan boğuluyormuş gibi yüzünde can çekişen bir ifade vardı. “Şu sevkiyatı yapalım da artık yoluma bakayım.” Bahsettiği yol en yakın cezaevine girmenin bir yolunu bulmaktı.

Babamın bakışları beni bulunca, “Baba ben ringe çıktım,” dedim tek solukta.

“Bende,” dedi Kılıç

“Ceylan’ın yerine geçtim.”

“Bende Kamuran’ın.”

Suratım asıldı. “Baba o Nevra karısı beni dövdü.”

Kılıç, babama dağılmış halini gösterdi. “Tahir’de beni biraz hırpaladı.”

“Benim elimde armut toplamıyordu herhalde.” Kollarımı kaldırıp babama olmayan kaslarımı göstermeye çalıştım. “Bende Nevra’yı dövdüm.”

Kılıç’ın dudağının köşesinde piç bir sırıtış oluştu. “Tahir’i dövmekten daha fazlasını yaptım.”

“Evet, yaptı çünkü bu herif kendi rakibini üzerime saldı.” Sırtımın arkasındaki yastığı alıp Kılıç’a fırlattım. “Senin yüzünden orada iki kişiyle dövüşmek zorunda kaldım.”

Kılıç yüzünün yakınında yastığı tutup yanına bıraktı. “Sadece bir dakikalığına.”

“Hayır, dört dakikaydı.”

Gözleri kısıldı. “Saydın mı?”

“Hem de her saniyesini,” diye homurdandığımda gülüşüne engel olamadı. “İyi halt etmişsin.”

“Bir dakika susun.” Babamın pütürlü sesiyle ona döndüğümüzde donmuş gibi kapının önünde kalakalmıştı. İhtiyar yüzündeki sarsıcı ifade dehşet vericiydi. Bakışları yoğun bir şekilde üzerimde gezinirken aslında orada kızının maçını izlediği gerçeğiyle yüzleşiyordu. Aklı mantığı buna olanak vermiyormuş gibi bacakları titrediğinde bir yerlere tutunma ihtiyacı hissetmişti.

Elini yan tarafındaki duvara uzatıp duvardan destek alırken, “Sen,” diye fısıldadı güçlükle. “Sen ringde miydin?”

Başımı salladığımda babam yerinde sendeleyince Veysel amca hemen onun kolunu tuttu. Babam ise düşmeyi bile sorun etmeyen bir ruh halindeydi çünkü şoke olarak bana bakıyordu. Vücudu hafifçe eğildiğinde bulunduğu yerden bir adım bile atamıyordu. Etrafındaki her şeyi unutarak tüm dikkatini bana vermişti. Yüzünü ovuşturduğunda duyduklarının gerçekliğini kabul etmekte zorlandığını görebiliyordum. “Nasıl?”

Kendini toparlamak için derin derin nefesler alırken bir kez daha, “Nasıl?” diye fısıldadı. “Nasıl kafesteki sen olabilirsin?” Buna inanmak istemeyen güçlü bir yanı vardı. “Farah sen tokat bile atamazsın.”

Üzerimdeki battaniyeyi çekerek bacaklarımı yataktan sarkıttım. “Dokuz yaşından beri Kadir abi beni malikanedeki sosyal tesislerde çalıştırıyordu.” Bunu ona söylemek için çok geç kaldığımı biliyordum ama daha fazla ondan bir şeyler saklayamam. “Silah kullanmak da dahil birçok şeyi biliyorum.” Spor ayakkabıları giymeye üşendiğim için çıplak ayaklarla ona doğru yürüdüm. “Kendimi savunacak tüm donanıma sahibim.”

Tam karşısında durup onu görmek için başımı kaldırdım. “Ne şiddeti ne de silahları onaylamadığım için edindiğim becerileri sizden gizledim.” Kendimle ilgili gerçekleri ondan sakladığım için bana kızmasından endişe ediyordum. Bu yüzden ona olan bakışlarım ürkek ve çekingendi. “Bunu senden saklamamın en önemli nedeni yerine geçmeyi istemememdi.” Babam tek kelime etmezken ne düşüneceğini ve ne söyleyeceğini bilmez bir halde bana bakıyordu. Bugün pasif ve yetersiz gördüğü kızının gerçekleriyle yüzleşiyordu.

İçimi yakan bir nefesten sonra, “Baba,” diye mırıldandım. Kederim sesime yansıyordu. “Kendi rızamla kimse beni bir kafese koyamazdı.” O kafeste olmanın bana nasıl hissettiğini hayal dahi edemezdi. Sızlayan gözlerime yaşlar akın ederken onu gösterdim. “Ama konu sen olunca bir kafese girmek şöyle dursun, ölürüm baba.” Titreyen dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. “Bir tek sen ve annem için ölür ve öldürürüm.”

Son sözlerimle babam bana öyle bir sarıldı ki, sevgisini ve bana olan düşkünlüğünü tüm hücremde hissettim. Benim hakkımda öğrendiği gerçekler veya edindiğim becerilere sevinemiyordu çünkü babam büyük bir korkuyla bana sarılıyordu. Maçın her dakikasını izlediği için orada verdiğim mücadeleyi düşünüyor ve onun için hayatımı ortaya koyduğumu anlıyordu. Orada ölebilirdim ve bir an bunun olması an meselesiydi. Babam bunları düşündükçe beni kaybetme korkusuyla sarsılıp bana daha sıkı sarılıyordu.

Başımı göğsüne bastırdığı için bana duyduğu korkuyla can çekişen kalbinin hızını duyabiliyordum. “Bunu bir daha sakın yapma.” Duygu yüklü sesi boğuk ve ağlamaklı çıkarken, “Benim için bile olsa kimse için hayatını tehlikeye atma,” diye bana yalvardı. Saçlarımın kokusunu içine çekerken sesinde derin bir acı vardı. “Yapma, Farah’ım beni sensiz bırakma.”

Dudaklarını saçlarıma bastırdığında adeta titriyordu. “Benim kalbim annende atar ama ruhum sende hayat bulur. İhtiyar yüreğim ikinizden birinin yokluğuna dayanamaz.” Gözlerimden süzülen bir damla yaş onun göğsüne akarken dünyanın en iyi babasına sahip olduğumu biliyordum.

Babam benim her şeyimdi.

Günün ilerleyen saatlerinde babama yaşattığımız şoku atlatması hiç kolay olmamıştı. Ne kadar düşünürse düşünsün ona bahsi kazandırmak için tüm ekibin seferber olacağını ve ekipten iki kişinin ringe çıkmasını kabullenememişti. Bizim gibi kusurlu bir ekipten beklemediği bir ataktı bu. Bir süre sonra şaşkınlığı üzerinden atıp gülmeye başlamış ve onu dumura uğrattığımızı itiraf etmek zorunda kalmıştı.

Gecenin değerlendirmesini yaparken babam yatağımın kenarında oturuyordu ve keyifli gözlerle bizlere bakıyordu. “Demek ki neymiş, birlik olduğunuzda üstesinden gelemeyeceğiniz bir iş yokmuş.”

İskender’in omzundan biraz kestirdikten sonra yeni uyanan Zaza, uykulu gözlerini babama çıkardı. “Bu testi geçtiğimiz anlamına mı geliyor?” Uykusu çok hızlı dağılarak yerinde sabırsızca kıpırdandı. “Sevkiyatı kesin olarak biz mi yapacağız?”

Babam ve Veysel amca bir anlığına bakıştıklarında ikisinin de gözlerinde derin bir mana vardı. Babam yönünü Zaza’ya çevirip tebessüm etti. “İş sizin kendinizi toparladığınızda sevkiyatın detayları konusunda sizi bilgilendireceğim.” Tüm ekip rahat bir nefes almıştık. Sonunda bize güvenmeye başlamıştı.

Dün geceden beri içimi kurt gibi kemiren bir soruyu daha fazla içimde tutamadım. “Bahisteki parayı alabildin mi?”

Babam yerine bana cevap veren Veysel amcanın ihtiyar yüzünde zafer parıltıları vardı. “Parayı aldık. Tek bir gecede bize ne kadar kazandırdığınızı tahmin bile edemezsiniz.” Azımsanmayacak bir para olduğunu biliyorduk.

Ve beni asıl korkutan konuya sıra gelmişti. “Gurur bu işin arkasında bizim olduğumuz anlar mı?”

Gerçekleri öğrendiğinde Gurur’un peşimize düşmesinden endişelenen babamın gözlerindeki ışıltı kaybolmuştu. Babam bu bahsi tezgahlayan kişinin Gurur olduğunu yakın zamanda öğrenmiş olmalı ki, “Onu daha önce hiç bu kadar sinirli görmemiştim,” dedi. Gurur’un öfkesinin geldiği boyutu tahmin bile edemiyordum.

Babam tekrar konuştuğunda söyledikleri benim açımdan endişe vericiydi. “Çoktan Kamuran ve Ceylan’ın gırtlağına çökmüştür. İkisinin hiç ringe çıkmadığını ve onların yerine başka birilerinin çıktığını anlamıştır.” Daha biz hastaneye gelmeden bu gerçeği anladığına yemin edebilirdim.

Babam gözlerini üzerimden ayırmazken bana olan bakışları fazla ciddiydi. “Kumarhanenin her yerinde kameralar vardı. Adamları tüm kayıtları izleyip içeriye gizlice girenlerin kim olduğunu bulmaya çalışacaktır. Gurur’un gerçeği öğrenmesi en fazla birkaç gün sürer.” Bu da demek oluyor ki sevkiyatı yapmak için sadece birkaç günümüz vardı.

Gurur onun işini baltalayan kişinin ben olduğumu sevkiyattan önce öğrenirse beni hafife almayı bırakır ve bana karşı farklı saldırı planları yapmaya başlardı. Şu an için beni tehdit olarak görmediği için küçük bir saldırıyla tırları benden alacağını düşünüyordu. Ancak düşündüğünden çok farklı bir kadınla evli olduğunu öğrenirse Gürcistan yollarına bir ordu dolusu adam yığar, yine de bana geçit vermezdi. Gurur hakkımdaki gerçekleri öğrenmeden sevkiyatı yapmalıydık.


Yorumlar