Roman
  • 01/12/2025

24-YAŞARKEN GÖMÜLMEK

“Bir kadın, sevdiği adamı bir tek kendine isterdi. Onu kalbinde değil, sessizliğinin kıyısında saklardı.”

Gurur yana döne kimin işlerini baltaladığını araştırdığı için evdeki yokluğumu bile anlamamıştı çünkü eve gelmemişti. Kılıç ile ikimizin yüzündeki yaraları görmek Gurur’u şüphelendireceği için babam Kılıç’tan sevkiyat gününe kadar otelde kalmasını istemişti. Benim yüzümdeki darbe izlerini Esvet makyajla gizlemeye çalışmıştı. Evdekilere patlayan dudağım ve yüzümdeki hasarlar için yaptığım tek açıklama Esvet ve Zaza’nın kavga ettiği yalanıydı.

Araya girdiğimde Esvet’in yumruğunun kazayla dudağımı patlattığına onları inandırmıştım. Esvet’in incinen bileğini ise kavga esnasında olan bir şey gibi göstermiştik. Evdekiler dün gece burada olmadığımızı bile anlamamıştı. Evdeki herkes kendiyle ilgilendiği için kimin ne yaptığına pek dikkat etmezlerdi. Bu bazı anlarda iyi bir şeydi ama her zaman değil.

Dün gece kumarhanede olanlardan sonra öğle saatlerinde hastaneden çıkıp eve gelmiştik. Biraz dinlenip köşemde kitap okumaya kendimi kaptırmıştım ki odamın kapısı açıldı. Gurur telefonla konuşurken büyük bir sinirle içeri girmişti. Odanın köşesindeki koltukta olduğumu bile görmeyecek kadar kızgındı. “Bana onları bulacaksın, Ali!” Eyvahlar olsun bizi arıyordu.

Ortada birleşen çatık kaşlarının kavisinde derin çizgiler oluşmuştu. Kapıyı arkasından çarparak kapatırken gırtlağından çıkan hırıltılı sesle söyledikleri ödümü koparmıştı. “Mekanıma kadar girip işlerimi bozan o orospu çocuklarının hayatını sikeceğim!” Odanın içinde sinirden dönüp dururken henüz burada olduğumu fark etmemişti. “Tüm kameraları izleyip her saniyesini inceleyin. Mutlaka bir yerde açık vermiş olmalılar!”

Gurur telefonu kapattıktan sonra parmaklarını sarı saçlarının arasından geçirdi ve her bir tutamını çekiştirdi. “Kafayı bozacağım kim lan bunlar!” Mutfakta olduğumu düşünüp yönünü mutfak kapısına çevirdi. “Farah!” diye bağırınca oturduğum koltuğa sindim. Kızgın adımlarla mutfağa yürürken sırt kasları gerilmişti. “Farah dedim!” Öfkesini benden çıkarmayı düşünmüyordu, değil mi?

Hemen ayağa kalkıp küçük adımlarla terasın kapısına ilerledim. Gurur biraz sakinleşene kadar ortalarda görünmesem iyi olacaktı. Terasın kapısını yavaşça çevirmiştim ki çıkan gıcırtıyla Gurur’un adım sesleri durdu. Olamaz yakalanmıştım. Arkamdan, “Benden mi kaçıyorsun?” diyen sesini duyunca hemen kapıyı açıp kendimi terasa attım. “Farah!” Yine başlıyoruz.

Terasa çıkıp havuza doğru koştuğumda Gurur’un arkamdan ettiği küfürleri duydum. “Sikeyim, neden kaçtığını bari söyle!” Bana kızıyordu ama beni yakalamak için peşimden koşmayı da ihmal etmiyordu. “Şu hale bak karımla her gün bir koşturmanın içindeyiz!”

Babam üç yıl önce benim için çatı katını dekore ettiğinde sıcak havalarda bunalırsam diye terasıma benim için bir havuz yaptırmıştı. Şu zamana kadar doğru düzgün kullanmadığım havuz ilk kez bir işe yaramış ve Gurur’u benden uzak tutuyordu. Havuzun etrafında abartısız birkaç tur atmıştık ve bu sürede beni yakalayamadı. İkimizde havuzun farklı yönlerinde karşı karşıya durduğumuzda nefes nefese kalmıştık.

Aldığı her solukla Gurur’un geniş omuzları sarsılırken bana olan bakışları fazla tersti. Alnında çizgiler oluşacak kadar kaşlarını çatarken sıktığı dişlerinin arasından kelimeler kerpetenle ağzından çıkıyor gibiydi. “Kafamı iyice bozmadan neden benden kaçtığını söyle!”

Üç tur havuzun kenarında koşmak nefesimi kestiği için parmağımla bir dakika işareti yapıp nefes alışlarımı düzene koymaya çalıştım. Tüm bu süre zarfında öfkesinden bir şey kaybetmedi ancak istediğim süreyi bana tanıdı. Kendimi biraz toparlayınca onu gösterdim. “Sen öyle Farah diye bağırınca korkup bende kaçtım.”

Kumarhanede olanlar yeterince canını sıkıyorken bir de benimle uğraşmak onu deli ediyordu. Yüzü sertleşirken, “Bağırmıyordum!” diye beni tersledi. “Sana sesleniyordum.”

“Ama sesin çok yüksek çıkıyordu.”

“Çünkü koduğumun sesi gür çıkıyor! Anla artık şunu!” Kendi sesine de sövmezsin be.

“Peki, bana niye bağırıyordun?” Kaşlarını biraz daha çatınca, “Yani bana niye sesleniyordun?” diye düzelttim.

Yerinde hiç kıpırdamazken bana kapıyı gösterdi. “Dışarı çıkıyoruz.”

“Niye?”

“Canım sıkkın kafamı biraz dağıtmam lazım.”

“Git dağıt benden ne istiyorsun?”

Çenesinden bir kas seğirdiğinde mümkün olsa havuzu yarıp karşıma dikilirdi. “Seninle dışarıda vakit geçirmek istediğimin nesini anlamıyorsun?”

“Niye?”

“Çünkü karımsın ve ben bugün karımla dışarıda vakit geçirmek istiyorum!”

Kumarhanede olanları anladığı için bu bir tuzak olabilir miydi? Gurur gibi birinin ne yapacağını kestirmek çok güç olduğu için onunla dışarı çıkmaya yanaşmadım. “Üç yıldır ben senin karınım ama bugüne kadar benimle dışarı çıkmayı hiç istemedin.” Kuşkuyla gözlerim kısıldı. “Durduk yere beni neden dışarı çıkarmak istiyorsun?”

Yeşil irislerini bana diktiğinde bakışlarında belirgin bir şeyler vardı. “Senden utandığım için seninle dışarı çıkmadığımı düşünmüyorsun, değil mi?”

Böyle bir şey aklıma bile gelmemişti ama Gurur’un aklında yer edinen bu düşünce yüz hatlarının sertleşmesine neden oldu. “Üç yıldır evliyiz, Farah ve bunun ilk iki yılını yurtdışında geçirdim. Üçüncü yılımızda İstanbul’a döndüm ama seni korkutmamak için bir kez olsun karşına çıkmadım.” Bir aptala laf anlatır gibi bana sabırla bir şeyler anlatırken ilk üç parmağını bana gösterdi. “Üç yıldır evliyiz ve üç yıl boyunca birbirimizi neredeyse hiç görmedik. Buraya kadar anlamadığın bir şey var mı?”

Anlaşılmayan bir şey olmadığını gösterircesine ona baktığımda devam etti. Havuzun diğer yanında dururken beni bakışlarının odağına alıp sesini daha sakin çıkarmaya çalıştı. “Birlikte olduğumuz ayların sayısı çok az ve bu süreçte dışarıda vakit geçirmediysek bunun nedeni senden utanmam veya seninle dışarıda vakit geçirmeyi istememem değil.” Bir an için tamamen bana odaklanıp beni işaret etti. “Sosyal anksiyeten yüzünden bu evden çıkmak istemiyorsun yoksa seni götürmek istediğim çok yer var.”

Ona karşı kurduğum savunma mekanizması yıkılırken dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi. Benden utandığını düşünürüm diye uzun uzun bana açıklama yapmasını beklemiyordum. Dudaklarımdaki gülümseme öfkesini biraz yatıştırdığı için şimdi ifadesi daha ılımlıydı. Bana terasın kapısını gösterdi. “Gidelim mi artık?”

Yerimden hiç kıpırdamadım. “Nereye?”

Henüz yeni sakinleşmeye başlamışken tekrar çıldırdı. Karanlık bir ormanı andıran gözlerinde öfke kıvılcımları belirirken, “Cehennemin dibine!” dedi küfreder gibi. “Gelecek misin?”

Onu sinirden deli eden bir sakinlikle, “Hayır,” dedim masumca. “Ne işim var benim cehennemde?”

“Gidip bir bakarız oralar nasıl diye.” Dudaklarında beliren alaycı bir gülümsemeyle ellerinden birini rahatça cebine koydu. “Hoşumuza giderse belki cehenneme yerleşiriz. Sen ne dersin?”

Ciddi ciddi bunu düşünmeye başladığımda bir küfür savurdu. “Bir de düşünüyor musun?”

“Evet.”

“Sonuç?”

“Ateşin seni rahatsız etmesini saymazsak bence orayı çok seversin.” Gülmemeye çalışarak yanaklarımın içini ısırdım. “Hatta cehennemi ele geçirir, orada kendi hükümdarlığını bile kurabilirsin. İnan bana sende bu potansiyeli görüyorum.” Bunları inanarak söylemem ona cinnet geçirtebilirdi. “Şeytanla aynı masaya oturup kumar oynarken arada biz zavallıların ateşine odun atarsınız.”

Nabzı boğazında şiddetle atmaya başladı. “Şeytan mıyım ulan ben?”

Kirpiklerimi masumca kırpıştırıp, “Affet kocacığım sana şeytan demek ne haddime,” dedim safça. “Sen onun bile bir üst modelisin. Bir gün evi şeytanlar basıp efendimiz diye sana bidat edecek diye çok korkuyorum.”

Yüzü kasıldığında dudakları yana kıvrılmak için onu zorladı. Bana kızacak kadar ciddi görünmek için direndi ama içinde taşan kahkahaya engel olamadı ve kendini tutamayıp gülmeye başladı. “Anlaşıldı sen iyi bilenmişsin bana ama şeytan diyerek beni kızdıramazsın.” İçimi eriten gülüşüyle kalbim rotasından şaşarken bana yandan bir bakış attı. “Söylediklerin iltifat gibi geliyor tek bir kısım dışında.”

Bir şeylerin altını çizerken eğlenen ifadesi kayboldu. “Şeytan dahi olsa beni kimseye benzetme çünkü ben kimseye ve hiçbir şeye benzemem.” Egosu karşısında dağlar taşlar dayanamazken inatçı bir tutumla bana kendisini gösterdi. “Şeytan gelsin bana benzesin, bana niye onun güzellemesini yapıyorsun?” Beni hayrete düşüren bu kafası kırık adamın bir tek şeytanla yarışmadığı kalmıştı.

Yakışıklı yüzüne sahte bir gücenme kondurup göz ucuyla bana bakması çok tatlıydı. “Kötülükten dem vuracaksan onda bile şeytandan daha iyiyim.” Bir anda bakışları sertleşti. “Hem o kim oluyor ki ben lütfedip onunla kumar oynayacağım?” Bana dik dik bakarken küfreder gibi çıkan sesi sertti. “Siktir olup gitsin!”

“Ruhani bir varlığa küfrettiğinin farkında mısın? Çarpılacaksın!”

“O orospu çocuğuna küfrettim diye niye çarpılıyorum?” Yeşil gözleri korku dolu yüzümde gezinirken dudakları düz bir çizgide buluşmuştu. “Beni çarparsa belasını sikerim. O önce gitsin mahremiyetin ne olduğunu öğrensin. Gece gündüz dibimizden ayrılmayıp çakıyor vesveseyi, küfretmeyip de ne yapacağım?”

“Böyle konuşarak topluyorsun işte hepsini etrafına!”

“Al ulan o zaman kendi payına düşenleri.” Hiçbir konuda kendine toz kondurmadığı için bunun bile suçlusu benmişim gibi bakışları suçlayıcıydı. “Seninle evlendiğimden beri etrafımdaki şeytanların sayısı arttı. Sen bu kadar iyi olmasaydın sende bulamadıklarını gelip bende aramazlardı.”

Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda onun yanında uzun süre ciddi kalamadığımı bir kez daha fark etmiştim. Deliydi, dengesizdi, kendine aşırı derecede düşkündü ve hayatımda gördüğün en benmerkezci egoist adamdı ama sempatik bir yanı da yok değildi.

Havuzun kenarını dönerek yanıma geldiğinde yine çok heyecanlanmıştım. Ona yakın olmak bile kalbimin ritmini bozuyordu. Gerçekten sakinleşmeye ihtiyacı olmalı ki gözleri sık sık boynuma kayıyordu. Boynumun sıcaklığında bulduğu huzur onun için en güçlü sakinleştiricilerden daha tesirliydi. “Farah...”

Yeşil gözleri hınzırca ışıldarken dudaklarının ucuna alaycı bir gülümseme kondu. “Ben odaya girince bağırarak seni korkuttum değil mi?” Başlıyoruz yine.

Gülmemeye çalışarak gerçek niyetini anlamamış gibi yaptım. “Evet, beni biraz korkuttun.”

Yeşil gözlerindeki muzipliği gizlemek için yalandan öksürdüğünde bakışlarını yüzümde tutmaya çalışıyordu. Zira gözleri sık sık boynuma kayıyordu. “Çok ayıp ettim.” Yüzünün her zerresinde alaycı bir anlam vardı. “İyi bir koca olarak bunu telafi etmeliyim.”

Arkaya doğru küçük adımlar atarak ondan uzaklaşmaya başladım. “Aslında o kadar da çok korkmamıştım.”

“Terasa kaçtın belli ki çok korktun.”

“Peki, özür dilesen yeter.”

Gözlerini boynumdan ayırmazken ağır adımlarla üzerime yürüyordu. “Kuru bir özürle olmaz öyle.”

Arkaya doğru dikkatli adımlar atarken kuşkuyla gözlerimi kıstım. “Beni öpmek için bahane üretiyormuşsun gibi geliyor.”

Beni ciddiye aldığını göstermek için nazikmiş gibi davranıyordu ama yüzündeki kinaye varlığını koruyordu. “Seni öpmekle ilgilenmiyorum ben her iyi kocanın yapacağı gibi karıma karşı işlediğim kabahati telafi etmeye çalışıyorum.”

Gurur avını köşeye sıkıştıran bir avcı gibi ağır adımlarla üzerime yürürken ben arkaya doğru adımlar atıyordum. “Seni affettim bir şeyleri telafi etmek zorunda değilsin.”

Bıyık altında gülerken başını omzuna doğru yatırarak baştan ayağa beni çapkınca süzdü. “Kalpten bir özür için öpmeliyim.”

“Gurur uzak durur musun benden?”

“Farah kaçmayı bırakır mısın benden?”

“Üzerime üzerime gelip durma!”

“Hatamı telafi edeceğim dur orada!”

“Yalancı.”

“Kocaya yalancı denmez!”

“Boynumu öpmek için bahane üretiyorsun işte.”

“Boynun umurumda değil diyorum, ben sadece fazla iyi bir kocayım.”

Hemen ona sırtımı dönüp kaçmaya çalıştığımda arkadan belimi yakaladığı gibi beni kendine çekti. Sırtım onun göğsüne çarparken kaburgalarımın arasındaki kalbim kuş gibi çırpınıyordu. Başımı çevirip omzumun üzerinden ona baktığımda Gurur’un gözbebekleri büyüyüp bakışları derinleşmişti. Başını yana yatırarak üzerime eğildiğinde çenesi çıplak boynuma değmek üzereydi.

Yüzlerimizi aynı hizaya getirdiğinde sesi boğuktu. “Sadece küçük bir öpücük, Nemrudun Kızı.” Yeşil gözleri ihtiyaç içinde kıvranırken ılık nefesi dudaklarıma çarpıyordu. “Biraz gevşemeye ihtiyacım var.” Ve onu sakinleştirecek tek şey boynumdan çalacağı öpücüklerdi.

Rızam olmadan bana dokunmadığı için kararan bakışlarla boynumu gösterdi. “İzin var mı?” Karısı olmama rağmen her defasında bu tür şeyler için iznimi alıyordu. Hayır desem beni bırakacağını iyi biliyordum.

Gözlerimle ona gereken izni verdiğimde başını biraz daha eğerek burnunu boynumun çukuruna sürttü. Tenimin kokusunu soluduğunda gözlerinin kendiliğinde kapanması içimi titretiyordu. Tenimde aldığı koku onda afrodizyak etkisi yaratıyormuş gibiydi. Burnunu boynuma sürtüp kokumu sesli bir şekilde içine çektikçe sanki bende aldığı kokunun içinde kayboluyordu. Bunun ona yaşattığı hazzı hiçbir zaman anlayamayacaktım.

Ciğerlerine çektiği koku onu rahatlatırken dudaklarını aralayıp boynumu öpünce içim ürperdi. Kontrolüm dışı başımı yan tarafa yatırıp ona daha çok alan açtığımda bu onu cesaretlendirdi. Belimdeki elleri sürtünerek karnımın üzerinde birleştiğinde beni biraz daha göğsüne çekmişti. Arkadan bana sarılırken dudakları boynumun her yerinde gezinip küçük öpücükler bırakmaya başlamıştı. Kendimi ona yaslayıp karnımdaki ellerine tutundum çünkü bacaklarım titremeye başlamıştı.

Her defasında bunu bana nasıl yaşatıyordu, bilmiyorum ama sadece boynumu öperek beni tahrik edebiliyordu. Dişlerini boynuma geçirdiğinde inleyerek karnımın üzerindeki ellerini sıkıca tuttum. Dudakları, dişleri ve dilinin boynumda yaptıkları ayaklarımı yerden kesiyor, nefes alışlarımı yükseltiyordu. Boynumu hafifçe ısırdıkça kısık iniltilerimi durduramıyordum. “Farah,” diyen boğuk sesini duyduğumda sesi sıkıntı içinde çıkmıştı. “İnleme.”

Kuruyan dudaklarımı güçlükle aralayıp, “Neden?” diye sorduğumda arkamda kendini bana bastırarak hırıltıyı andıran bir sesle, “Çıkardığın sesler sana daha fazlasını yapmam için beni zorluyor!” dedi. Sertliğini kalçalarımda hissedince omurgama soğuk bir his yayıldı. Belki de artık bana daha fazlasını yapmasının zamanı gelmişti.

Vücudumdaki tüm kan yanaklarıma toplanırken çok utansam da, “Daha fazlasından kastın nedir?” diye sordum. Aptal ve bilgisiz kız rolünü bırakmaya kararlıydım ancak doğrudan ona onunla sevişmek istediğimi söylemeye utanıyordum. Bu yüzden mecburen tekrar başladığım rolü sürdürmek zorunda kalmıştım.

Yavaşça kollarının arasından dönüp yönümü ona çevirdim. Koyulaşan gözleri dudaklarımda gezinirken elleri sırtımın arkasındaydı. Başımı kaldırıp kızaran yanaklarla ona baktığımda kolları arasında adeta titriyordum. Göz göze geldiğimizde ona olan bakışlarım fazla utangaçtı. İkinci kez beni dudaklarımdan öpmesini istiyordum ancak bunu bir daha yapmayacağını içten içe biliyordum. Geçen gece olanlar onun öfke anında kontrolsüzce yaptığı bir eylemdi.

Birini dudaktan öpmek duygusal ve romantik anlamlar taşıyan bir şeydi. Gurur sevkiyattan hemen sonra benden boşanmayı düşündüğü için bana ümit verecek her şeyden kaçınıyordu. Bu yüzden beni ikinci kez öpmeyeceğini biliyordum. Çok istese bile bunu yapmazdı. Ondan uzaklaşacağım esnada alt dudağımdaki hasarı daha yeni fark etmişti. Patlayan dudağımı görünce yeşil gözleri çok hızlı değişti, bakışları sertleşti.

Gözleri hızlı bir şekilde yüzümü tarayınca makyaj yaptığımı gördü. Makyaj yapmamla bir sorunu yoktu ancak dudağım patlamışken yaptığım makyaj onu şüphelendirmişti. Fondötenin altında bazı yaralar sakladığımı düşünmesi bile onu deliye çevirmişti. Kan beynine sıçramış gibi yüzü kasılırken çattığı kaşları neredeyse birleşmişti.

Sırtımdaki elleri gerildiğinde patlayan dudağımı gösterdi. “Hangi orospu çocuğu bunu yaptı!”

Hemen kollarının arasından çıkıp ondan uzaklaşmaya çalıştım ancak kolumu yakalayıp bana engel oldu. Boynundaki nabzı hızlanırken sıktığı dişlerinin arasından adımı ezercesine, “Farah!” dedi sertçe. “Bunu sana kim yaptı!”

“Esvet.” Bu yalanın provasını önceden yaptığım için onu inandırmaya çalışarak gözlerimi kaçırmadım. “Esvet ve Zaza kavga edince onları ayırmak için araya girdim. Yanlış zamanda araya girdiğim için Esvet’in yumruğu kazayla dudağıma geldi.” Gurur’un sert bakan bakışlarında hiçbir şey değişmediğinde omuzlarımı düşürerek, “Gerçekten kazaydı,” dedim suratımı asarak. “Kuzenlerimin birbirleriyle sorunları var benimle değil. Bilinçli bir şekilde beni incitmezler.”

Gurur dudağıma ve yüzüme baktıkça yanındaki elini daha fazla sıkınca Esvet’e bir şey yapmasından korktum. Ona yaklaşıp sakinleşmesi için elini tuttum. Sıktığı elini avuçlarımın arasına alıp başımı kaldırdım. “Zaza ile birbirlerine girmelerini hiçbirimiz beklemiyorduk. Onları ayırmaya çalışırken biraz hırpalandık. Bunu gizlemek için makyaj yaptım çünkü annem öğrenirse Esvet’i evden kovar. Zaten o da Zaza ile olan kavgasında bileğini incitti.” Böylelikle Esvet’in sargıdaki bileği için gereken mazereti de bulmuştuk. Hastaneden ayrılmadan önce hepimiz evdekilere bu yalanı söylemeye karar vermiştik.

Son günlerde evdekiler bana ne yapsa hemen Gurur’a söyleyip onları şikâyet ettiğim için Gurur benden şüphelenmedi. Artık eskisi gibi ondan bir şey saklamayıp canımı yakanları ona söylediğim için yalan söylediğimi düşünmedi. Caner’i bile birkaç kez ona şikâyet etmiştim. Kumar oynamak için abim benden para isteyip beni sıkıştırınca onu Gurur’a söylemek zorunda kalmıştım. Gurur onun suratını dağıttıktan sonra Caner bir daha canımı yakmaya kalkışmamıştı.

Esvet’in bana vurduğunu söylemem Gurur’u dizginleyen şeylerden biriydi. Eğer erkek kuzenlerimden birinin adını verseydim Gurur kaza falan dinlemez, hepsinin canını yakardı. Kızların kavgasında yaşanan bir şey için Esvet’i inciteceğini sanmıyordum. Daha doğrusu böyle olmasını umuyordum.

Gurur’un kolumu tutuşu gevşediğinde sakinleşmek için derin bir nefes aldı. “Kuzenlerinden hiç hazzetmiyorum. Onlara bulaşmamı istemiyorsan kedi köpek gibi dalaştıklarında araya girme.” Tehditkâr gözlerle patlayan dudağımı gösterdi. “Onlardan biri yüzünden ikinci kez zarar görürsen kadın erkek demem hepsinin gırtlağını sikerim!”

“Ama ben iyiyim.”

“Dudağını gördükçe ben iyi olamıyorum.” Kalbim teklediğinde ona gülümsediğimin farkında bile değildim.

Dudağımın bu hale gelmesinde büyük payı olduğunu nereden bilsin ki. Sadece dudağım olsa keşke ama vücudumun birçok yerinde çürükler vardı. Neyse ki onları kıyafetlerle gizleyebiliyordum. Gurur bugünü benimle dışarıda geçirmeye kararlı bir şekilde, “Çıkalım hadi,” demişti ki telefonu çalınca durdu. Cebindeki telefonu çıkardığında ekranda yazan Levent ismini görmüştüm. Yeğeni arıyordu.

“Dinliyorum Levent?”

Gurur’un hoparlörü açık değildi ancak telefonun diğer ucunda yüksek ve endişeli çıkan Levent’in sesini ben bile duydum. “Amca başım belada!” Gurur’un tüm vücudu gerilirken yüzündeki kan çekilmişti. “Amca etrafımı sardılar!”

Gurur öne fırlayıp bir hışımla kapıya yürürken, “Nereyesun Levent!” diye bağırdığında sesindeki korkuyu soludum. “Yerunu söyleyesun hemen!” Kalbim korkuyla kasıldı çünkü konu yeğenleri olunca Gurur düşünmeden hareket ederdi. Levent’in başı beladaydı ve o doğru düzgün bir plan yapmadan gitmişti.

Hemen odaya girip masanın üzerinde duran telefonumu aldım. Karun’u aradım ama onun telefonuna ulaşamayınca endişelerim arttı. Levent onun kardeşiydi, olanları bilmesi gerektiğini düşündüm ancak Karun’un telefonu kapalıydı. Gurur nereye gidiyorsa oraya yalnız gitmemeliydi. Aklıma Ali gelince hiç vakit kaybetmeden onu aradım ancak o da meşguldü. Ne yapacağımı bilmez bir halde rehberimdeki numaralarla bakışıyordum.

Kuzenimi arayıp odanın içinde endişeyle dönmeye başladım. Aksa telefonu açınca, “Levent arayıp başının belada olduğunu söyleyince Gurur evden çıktı,” dedim hızlıca. “Yanına hiç adam almadan gitmesi beni endişelendiriyor!”

Doğru düzgün selam bile vermeden söylediklerimle telefonun diğer ucunda küçük bir sessizlik oldu. “Karun’u aradın mı?” diye sorduğunda o göremese bile başımı salladım. “Telefonuna ulaşılmıyor. Gurur’un telefonunu izleyebilir misin, nereye gittiğini bilmeliyim.”

Aksa sıkıntılı bir sesle, “Kalenderler bu sektörün en iyi güvenliğine sahip kuzen,” dedi. “Sende gördün dün kumarhanenin bilgilerine girmem bile bizi kaç saat uğraştırdı. Gurur’un yerini tespit etmem için onu aradığımda telefonunu açmalı ve en az beş dakika görüşmeyi sürdürmeli.” Levent’e ne olduğunu bilmeden kimseyle beş dakika konuşacak biri değildi.

“Ya başı belaya girerse?” Sesim kısılırken düşüncesi bile gözlerimin sızlamasına neden olmuştu. “Aksa ona bir şey olmasına dayanamam.”

“Sakin olmalısın kuzen.” Beni yatıştırmak için ılımlı bir sesle konuşup, “Sen kapat bende neler yapabileceğime bakayım,” dedi. “Bir şey bulunca ararım seni.”

Telefonu kapatıp Gurur’u aramayı denedim ancak açmadı. Telefonu çalmasına rağmen açmıyordu. Endişeden kafayı yiyecektim. Kimseye haber vermeden öylece evden çıkması aptallıktı. Umarım korkularım yersizdir ve ona hiçbir şey olmadan Levent’i kardeşlerinin yanına götürürdü.

***

Odanın içinde sinir ve stresle dönüp dururken Aksa’dan bir haber bekliyordum. Elimdeki telefonu sıkıca tutarken sık sık saati kontrol ediyordum. Gurur gideli çok olmuştu ancak ne ona ne de Karun’a ulaşamıyordum. Ali’yi de ne zaman arasam telefonu meşguldü. Belki de meşgul değildi, bilerek meşgule atıyordu. Ali benim telefonlarıma kayıtsız kalmazdı. Bu bile ortada ciddi bir şeyler olduğunu gösteriyordu.

Aksa arayınca hemen açıp kulağıma yasladım. “Lütfen bana Gurur’un yerini bulduğunu söyle.” Keşke evden giderken bende peşinden gitseydim.

“Gurur’un şu anda nerede olduğunu bilmiyorum ama bir terslik var.” Adımlarım durduğunda Aksa’nın sesi endişeli geliyordu. “Kalenderlerde bir işler dönüyor kuzen. Gurur’un telefonuna ya da arabasındaki GPS’e sızamadım fakat Mobese kayıtlarına girebildim. Sizin malikaneden çıktıktan sonra plakasını yakın takibe aldım. Kalender Holdingin yirmi kilometre yakınında bir otoparka girdi.”

“Yani?”

“Arabası otoparktan hiç çıkmadı.”

Tüm vücudum buz kestiğinde Aksa, “Hepsi bu da değil,” dedi. “Kayıtları biraz geriye sardığımda Gurur’dan önce Karun Kalender’in arabası da aynı otoparka girmiş. Oraya yalnız ve adamsız gitmiş.” Bu da ne demek oluyordu? Gurur normalde de yanında koruma barındırmazdı ama Karun korumasız hiçbir yere gitmezdi. Bir şeyler oluyordu ve olan her neyse korkularımı besliyordu.

“Amca yeğen farklı aralıklarla otoparka girmiş, girişleri kameralara yansımış ancak ikisinin de çıkışı yok. Her ne oluyorsa o otoparkta oluyor veya oldu.” Aksa derin bir nefes alıp, “Farah,” dedi beni korkutan bir sesle. “Otoparktan çıkan arabaların bazılarının plakasını tarattım. Çoğu Şeref Kalender’in adamlarının araçları.”

Sertçe yutkunduğumda neredeyse elimdeki telefon düşecekti. Aksa bana nasıl hissettirdiğinden habersiz hâlâ konuşuyordu. “Otoparkın içindeki kameralara ulaşamadım. Defalarca denedim ama hep arıza veriyor. Belli ki birileri Karun ve Gurur oraya gitmeden önce içerideki tüm kameraları devre dışı bıraktı.”

Şeref Kalender ailenin babası gibi görünebilirdi ancak kardeşi ve oğlundan nefret ediyordu. O adamın Gurur ve Karun’dan kurtulmak istediği sır değildi. “Tuzak,” diye fısıldadığımda vücudumdaki tüm kan çekilmiş gibi koltuğa yığıldım. “Levent babasıyla iş birliği yaparak amcası ve abisini tuzağa düşürdü.” Levent arayıp yardım istediği için Gurur bir hışımla evden çıkmıştı. Levent babasının adamlarının olduğu bir yere Gurur’u çağırdıysa bunun tek anlamı amcasına tuzak kurmasıydı. Aynı şeyi abisine de yapmış olmalı ki Karun kardeşi için oraya tek başına gitmişti.

“Aksa bana Şeref Kalender’in nerede olduğunu bulmalısın!” Ayağa kalkıp gardıroba doğru yürürken korkudan elim ayağım titriyordu. O adamın Gurur’a bir şey yapma ihtimali bile aklımı başımdan alacaktı. “Şeref neredeyse Gurur’da orada olmalı!”

“Bu benim de aklıma geldi ancak Şeref otoparka hiç gitmediği için hangi güzergahları izleyeceğimi bilmiyorum. Otoparktan çıkan araçların izini bir süre sonra kaybettim.”

“Aksa bana elle tutulur bir şeyler vermelisin.”

“Tüm Mobese kayıtlarına girmek kolay değil. Yakalanırsam başım belaya girebilir.”

Aklıma gelenlerle, “Bige cephesinde bir gelişme var mı?” diye sordum.

Aksa onaylayan mırıltılar çıkardı. “Şeref eğer Karun’dan kurtulmak istiyorsa yapacağı ilk şey Bige tehdidini ortadan kaldırmak. Bige Saka’nın kötü şöhretini sende duymuş olmalısın. O kadın düşmanlarını havaya uçuran bir psikopat. Eğer çocuğunun babası ölürse ilk işi Şeref’in peşine düşmek olur. Bence Şeref’te bunu çok iyi bildiği için Saka’yı kurduğu tuzağın içine çekti. Kalender malikanesinin civarındaki tüm kamera görüntülerine ulaştım.” Aksa’nın en çok bu yönünü seviyordum. Hızlı düşünüyor ve hemen gereken araştırmayı yapıyordu.

“Bir şeyler bulabildin mi?”

“Bige, Ali’nin kullandığı bir arabayla malikaneden ayrılmış,” dediğinde dolabın kapısıyla bakışıyordum. “Tüm bunlar sen beni aramadan önce olan şeyler, yani eski kayıtları izledim. Önce bir otele uğramışlar daha sonra da farklı bir semte gitmişler. Artık Beşiktaş’ta değiller.”

“Neredeler peki?”

“Araçları en son Sultanbeyli’ne giriş yapmış. Görüntüler parça parça olduğu için onları bulmam çok zor oldu. Ali’nin kullandığı araba eski bir mahallenin çıkışında kayboldu. O civarda hiç kamera olmadığı için nereye gittiklerini bulamadım. O bölgenin haritasını incelediğimde kentsel dönüşümde olan bir yalı, birkaç eski çiftlik ve terk edilmiş bir balıkçı fabrikasına rastladım. Bölgedeki en belirgin noktalar bunlar ama nereye gittiklerini kestirmek kolay değil.”

Yalıyı doğrudan kafadan eleyip, “Çiftlik fabrikanın menzillerini takibe al lütfen,” dedim hızlıca. “Şeref büyük oynamaya kalkıştıysa olası bir çatışmayı düşünüp geniş arazili bir yer seçmiştir. Ben şimdi yola çıkıyorum bir gelişme olursa hemen beni ara.” Telefonu kapatıp dolapta aceleyle birkaç kıyafet çıkardım. Neyle karşılaşacağımı bilmediğim için hareketlerimi kısıtlamayacak bir şeyler giymeliydim.

Hızlıca soyunup siyah sporcu atlet ve siyah dar pantolon giydim. Saçlarımı sıkıca topladıktan sonra ayakkabılarımı değiştirip çantamı aldım. Giyinme odasının rafındaki kutuyu indirip içindeki silahı, yedek şarjörü ve kutudaki bluetooth kulaklıkları çantama koymuştum. Bu kulaklıklardan nefret ediyordum ama böyle anlarda işe yarıyordu.

Umarım Gurur ve Karun iyidir.

***

“Aksa beni doğru yere yönlendirdiğine emin misin?” Saatlerdir araba kullanıyordum ancak Aksa bir türlü bu arabadan inmeme izin vermiyordu.

Bana bahsettiği balıkçı fabrikası ve çiftliklere yetişmeme az kalmıştı ki, Şeref Kalender’in arabasının trafiğe çıktığını söylemiş ve beni farklı noktalara yönlendirmeye başlamıştı. Arabanın plakasını takibe aldığı için ona çok yakın olduğumu söyleyince mecburen Aksa’nın dediklerini yapmaya başlamıştım.

Ne yazık ki yol boyunca hiç iyi haberler almamıştım. Annem yarım saat önce beni arayıp nerede olduğumu sormuş ve Çağıl Kalender’in hastanede çıkan bir çatışmada vurulduğunu söylemişti. Çağıl’ın nasıl olduğunu henüz annem de bilmiyordu. Henüz buna alışamamışken annem az önce beni ikinci kez arayıp hemen eve dönmemi istemişti.

Ortada çok fena şeylerin döndüğünü, Karun’un ağır yaralı bir şekilde hastaneye kaldırıldığını söylemişti. Medya Karun’a olanları çok hızlı duyduğu için annem de olanları televizyonda görmüştü. Şeref denen adam tüm ailesinin içinden geçmiş gibiydi. Annemin üçüncü kez beni arayıp bu seferde Gurur hakkında kötü bir haber vermesinden ödüm kopuyordu. Umarım Karun’un ciddi bir şeyi yoktur ama annem hiç iyi şeyler söylememişti.

Buraya yalnız gelecek kadar aptal değildim. Kendi ekibimi toplayıp onlarla yola çıkmıştım. Kılıç ve diğerleri bu yakınlardaydı. Şeref’i kaçırmamamız için Aksa her birimizi farklı menzillere yönlendiriyordu. Kocasının evindeki odasında bilgisayar başına geçmiş, saatlerdir bana yardım etmeye çalışıyordu. “Farah o herif trafikte zikzaklar çizerek ilerliyor. “Zaza ile ikiniz ona çok yakınsınız ama sen bir tık daha yakınsın. Bekle bu da ne?” diyen Aksa’yı can kulağıyla dinliyorduk. “Şeref’in girdiği yolu taratıyorum bana otuz saniye verin.”

“Orada bilgisayar başında konuşmak kolay tabii. Sol elle araba kullanmak ne kadar zor biliyor musun?” Bu sızlanan Esvet’ti. Telefonun hoparlörünü açtığım için hepsini duyabiliyordum. “Birileri koca cüssesiyle bileğimi kırmasaydı şimdi bu durumda olmayacaktım. Ayrıca biz niye Farah’ın sorunlu kocasını arıyoruz?”

“Farah soldaki yola sap,” diyen Aksa’nın sesini duyunca hemen dediğini yaptım. “Seni doğrudan Şeref’in karşısına çıkartacağım.” Umarım öyledir. Şeref birinden kaçtığı için yollarda zikzak çizip trafiğin içinden geçiyordu ancak henüz kimden kaçtığını bilmiyorduk. Anlaşılan Gurur ve Karun için kurduğu tuzakta istemediği bir şeyler yaşanmıştı.

Aksa’nın komutlarına uyarak arabayı kullanırken, “Sağa kır ve dur!” deyince direksiyonu çevirip frene bastım. Yukarıdan gelen bir arabanın yolunu kestiğim için araba durmak zorunda kalmıştı. Telefonu kapatıp arabadan indiğimde yolunu kestiğim arabadan Şeref inmişti. Onun hemen arkasında olan arabadan Bige’nin indiğini görünce şaşırdım. Şeref başından beri Bige’den mi kaçıyordu?

Gelinleri ona geçiş vermiyordu çünkü önünde ben, arkasında ise Bige vardı. İkisi de beni görmeyi beklemediği için yaşadıkları şaşkınlığı gizlemeye çalışıyorlardı. Elimdeki silahı sıkıca tutarken gözlerimi Şeref’ten ayırmıyordum. Şeref silahını sadece bir gelinine doğrultabilirdi çünkü iki kadının arasındaydı. Bige ile boy ölçüşemeyeceğini düşünmüş olmalı ki silahı bana doğrultmaya kalkıştı.

Ondan önce davranarak silahımı çekmiştim. Bu onu durdurmak için yeterli olmuştu çünkü tetiğe basmam an meselesiydi. Şeref’in karşısında duruyor ve buz gibi gözlerle ona bakıyordum. “Sana çok basit bir soru soracağım. Yanlış cevap hayatının hatası olabilir.” Bakışlarımı Şeref’in mavilerine kenetleyerek, “Gurur’a ne yaptın?” diye sordum. “Kocam nerede!”

İhtiyar yüzü çoktan kazandığını gösterircesine keyiflenirken gevşekçe güldü. “Öldü.”

Parmağım tetiği buldu. “Ölürsün!” Söz konusu sevdiklerim olunca yaptıklarım beni bile şaşırtırdı.

Gurur’un abisi beni bir tehdit olarak görmediği için daha çok gülmeye başladı. “Sen mi beni öldüreceksin?” Beni küçümsemesini büyük bir sakinlikle izledim. “Kendi gölgesinde bile korkan bir zavallı mı bunu yapacak!”

“Ama ben yapabilirim!” Bige onun arkasında dururken kaşlarını çatarak silahını Şeref’in kafasının arkasına doğrulttu. “Benim yapamayacağımdan da şüphen var mı piç kurusu!” dediğinde Bige onun arkasında olduğu için Şeref’in değişen suratını görmemişti. Bige’nin devreye girmesiyle dudaklarındaki iğrenç gülüşü kaybolmuştu çünkü Saka her şeyi yapabilecek bir kadındı. Şeref ondan korkuyordu.

“Aslında bende yapabilirim.” Silah tutan elimi indirmeden başımı omzuma eğdim ve alaycı gözlerle Gurur’un abisini süzdüm. “Neler yapabileceğim hakkında en küçük bir fikrin yok, değil mi?” Namluyu aşağıya eğip onu iki bacağının tam ortasında vurdum. Cinsel organına sıktığım bir kurşundu bu. Ben bile bu kadarını yapabileceğimi sanmıyordum ama konu Gurur olunca yapamayacağım hiçbir şey yoktu.

“İlk kanı ne zaman ve nasıl dökeceğini merak ediyorum.” Gurur’un sözlerimi aklıma gelince gözlerim yandı, burnumun direği sızladı. İlk kanı bugün onun için dökmüştüm.

Kendimi toparlamaya çalışarak derin bir nefes aldım. Zayıflık göstereceğim bir yerde olmadığımı bildiğim için dudaklarım soğuk bir ifadeyle kıvrıldı. “Bir delinin karısından korkmalısın, Şeref.” Bunları söylerken gözlerimi onun acı çeken mavilerinden ayırmıyordum. “Çünkü yanında dura dura ya huyundan ya suyundan kapar bir şeyler.” Acıdan boğuk sesler çıkartıp bağıran adama gülümseyip göz kırptım. “Benimle gerçek anlamda tanışmak üzeresin.”

Şeref dizlerinin üzerinde duruyor, ellerini bacaklarının arasına bastırıp yoğun acıdan anlaşılmaz sesler çıkartıyordu. Kulak tırmalayan sesi boğuk ve öfkeliydi. Yüzündeki her kas seğirirken ağzından tükürükle karışık küfürler çıkıyordu. Bana ettiği yüz kızartıcı küfürleri duymazdan gelmek gerçekten çok zordu. Bige ile aynı anda ona doğru yürümeye başladık. Bige onun arkasında dururken ben Şeref’in tam karşısında durdum. Gurur ve Karun’dan nefret ediyordu ama onların karısı da fenaydı.

Bige’nin adamları gelip arabalarından inmeye başlayınca gözlerimi yerdeki adama kenetledim. Kaşlarımı çatarak ona doğru bir adım daha attığımda Bige, “Yavaş,” diye beni uyardı. “Sakın ona bir şey yapayım deme çünkü onun için farklı planlarım var.” İstediğim cevapları aldıktan sonra Şeref onun olabilirdi. Ben Bige gibi değildim. Hak etseler bile birilerine işkence çektirmekten hoşlanmazdım.

Bige’yi duymazdan gelerek cebimdeki bıçağı çıkartıp Şeref’e yaklaştım. Onun saçlarına sertçe asılarak kafasını kaldırıp bıçağı boğazına yasladım. İstesem tam şu anda boğazını kesebilirdim ama bunu yapmayı tercih etmiyordum. Yapamayacağımdan değil, sadece yapmak istemiyordum. “Seni zor yollarla da konuşturmasını bilirim ama bunun için vaktim yok.”

Şeref’in acıdan seğiren gözlerine soğukça baktım. “Konu Gurur olunca nasıl bir kadına dönüştüğümü görmek ister misin?” Kendi iyiliği için beni zorlamasa iyi ederdi yoksa işler onun için çirkinleşebilirdi.

Mavi gözlerindeki kin dolu ifadeyi görünce burada onu delik deşik etsem bile konuşmayacağını anladım. Bana Gurur’un yerini söylemektense ölmeyi tercih edeceğini görebiliyordum. Onu tehditle konuşturamayacağımı anlayınca Şeref’i bırakarak geriye çekildim. Telefonumu çıkartıp Aksa’yı aradığımda sesi özellikle dışarıya vermiştim. Aksa, “Seni dinliyorum kuzen?” diye telefonu açmıştı.

Bakışlarımı Şeref’ten ayırmadan başımı yana yatırdım. “Levent’i bulabildin mi, Aksa?” Blöf yapıyordum ve umarım Aksa beni bozacak bir şeyler söylemezdi.

“Benden istediğin gibi küçük Kalender’e kısa bir ziyarette bulundum.” Aksa’nın söylediklerine kahkaha atabilirdim. Hiç bozuntuya vermeden çok hızlı uyum sağlamıştı. “Öldür dersen bu gözlüklü veledi zevkle öldürebilirim.” Bige ve adamları göz göze geldi. Levent’in peşine düşeceğimi beklemedikleri çok açıktı. Oysaki Levent’in nerede olduğunu bile bilmiyordum.

Aksa’nın Levent hakkında söyledikleriyle Şeref’in beti benzi attı. Gözle görülür bir şekilde tedirgin olduğunu görünce güldüm. Telefonu dudaklarıma yaklaştırıp, “Kurtul ondan kuzen,” dedim ve dizlerimi bükerek Şeref’in üzerine eğildim. Bakışlarımı onun öfkeden koyulaşan mavilerine dikerek, “Levent’ten kurtulup cesedini annesine gönderin,” dedim.

Küçük oğlunu benden korumak isteyen Şeref hiddetlenerek yerden kalkmaya çalıştı. “Onu gömdüm!” Bana nefretle bakarken çatık kaşlarının arasında derin çizgiler oluşmuştu. “Gurur’u canlı canlı gömdüm!”

Soluğum kesildi.

Gurur’u mezara mı gömmüştü?

Kaybetme korkusu dört bir yanımı sararken beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Kontrolsüz bir öfkeyle sıktığım elimi onun suratına geçirdiğimde bile sakinleşemiyordum. Kocamı toprağın altına gömdüğünü düşündükçe deliye dönüyordum. Attığım yumrukla Şeref’i boylu boyunca yere düşürdüğümde ayağımı bacaklarının arasına bastırdım. Kurşunun parçaladığı uzvuna sertçe basınca Şeref böğürerek iğrenç sesiyle kulaklarımı tırmaladı. Belki de ilk kez birine en ağır şekilde işkence yapmak istiyordum!

Şarjördeki tüm kurşunu beynine boşaltmamak için kendimi zor tutarken bacak arasına biraz daha baskı uyguladım. “Sana oğlunun ölümünü izletmemi istemiyorsan onu nereye gömdüğünü söyle!” Sinirden bağırarak telefonu dudaklarıma yaklaştırdım. “Aksa hemen kurtul Levent’ten!”

“Dur!” Şeref ayağımın altında çırpınırken acı çeken suratı balon gibi şişip kızarmaya başlamıştı. “Dur!” diye bağırdı ikinci kez. “Gurur’u Selimiye mezarlığına gömdüm! Levent’e dokunursan senin-“ Devam etmesine izin vermeden suratına attığım tekmeyle onu bayılttım. Umarım Bige bu insan müsveddesinin işini bitirirdi yoksa bunu ben yapmak zorunda kalacaktım!

Ayağımı onun bacak arasından çektiğimde ayakkabılarıma bulaşan kanı onun üzerine silerek temizledim. Bu herifin tek bir damla kanının üzerimde olmasını istemiyordum. Yönümü arabama çevirip Bige’ye arkamda bıraktığım adamı gösterdim. “Artık senindir.” Şimdilik onunla işim bitmişti.

“Bekle!” Bige hızlı adımlarla gelip karşımda durduğunda kaşları çatıktı. “Levent hakkında söylediklerin de neydi?” Bana kıyasla Levent ile daha çok vakit geçirmişti çünkü hepsi aynı evde yaşıyordu. Bige’ye bakınca bile Levent için endişelendiğini görebiliyordum. Nasıl endişelenmesin ki Bige onun yengesiydi. Aslında bende öyleydim ama Gurur’un ailesiyle samimiyetim yoktu.

“Kuzenimle blöf yapıyorduk. Levent’in nerede olduğunu bilmiyoruz.” Bige hamileydi ve bugün yaşamaması gereken çok şey yaşadığını tahmin etmek zor değildi. Kocası hastanede canıyla uğraşırken bir de Levent için endişelenmesini istemiyordum. “Şeref konuşmasaydı bile kocamın ailesinden birine zarar vermezdim,” dediğimde tek istediğim bir an önce Gurur’u bulmaktı. “Bunu yapmak bana düşmez.”

Aklıma gelenlerle omuzlarım düştü, bir konuda anlayış göstermesini isteyerek çekingen gözlerle ona bakıyordum. “Bugün burada olanları-“

“Bilmeyecek.” Lafı ağzımdan alarak başını salladı. “Gurur veya bir başkası olanları bilmeyecek.” Bige’nin hiç soru sormadan bana destek olması beni çok etkilemişti. Ne işler karıştırdığımı merak ettiğini kahve gözlerinde görüyordum ancak bunun dışında kalmayı tercih etmişti.

Kendi hem cinsimden gördüğüm anlayış ve dayanışma karşısında duygulanarak ona tebessüm ettim. “Teşekkür ederim, Bige. Bu yaptığını unutmayacağım.” Onu bırakıp arabaya yürürken durup omzumun üzerinden kısa bir an ona baktım. “Gurur’u ben bulurum sen Karun abinin yanına git. Öğrendiğime göre durumu iyi değilmiş. Gurur ile ilgili gelişmeleri arayıp sana haber ederim,” dedikten sonra arabaya binip buradan uzaklaştım.

Aksa’yı arayıp gazı köklediğimde daha ben sormadan, “Bizim çocukları mezarlığa yönlendirdim bile,” dedi. Şeref’i konuştururken Aksa telefonda olduğu için onun söylediklerini duyup gerekeni yapmıştı. “Şanslıyız ki o piçin bahsettiği mezarlık size çok yakın bir yerde. Kılıç ve İskender çoktan oraya varmış olmalı.”

“Aksa.” Sesim boğuk çıkarken ağlamaklı bir sesle, “Teşekkür ederim,” diye fısıldadım. Onun yardımı olmadan ne Şeref’i bulabilirdik ne de Gurur’un yerini öğrenebilirdik.

Kuzenimin iç ısıtan gülüşünü duydum. “Lafı olmaz kardeşim. Gurur’u bulunca nasıl olduğunu bana söylersin. Şimdi kapatmalıyım saatlerdir bu koltukta bilgisayar başında belim tutuldu.”

“Seni seviyorum,” dediğimde o tatlı kıkırtısını duydum. “Senden başka kimseyi sevemiyorum,” diyerek telefonu kapatmıştı.

Aksa telefonu kapattıktan sonra mezarlığın konumunu telefonuma gönderdi. Bir kez daha onun varlığına şükrederek hemen konuma girdim. Mezarlıktan sadece üç dakika uzaklıktaydım. Gaza yüklenerek bu mesafeyi en aza düşürmeye çalışırken Gurur’u nasıl ve ne halde bulacağımı bilmiyordum. Tek temennim Şeref’in onu adamlarına yeni gömdürmüş olmasıydı. Şeref’in Karun ile uğraşmaktan bizzat Gurur ile uğraşacak zamanı olmamıştır diye tahmin ediyordum.

Gurur hakkında gereken emri verip onun kaderini adamlarının ellerine bırakmış olmalıydı. Aynı anda hem Karun’un hem de Gurur’un yanında olmayacağı için böyle yaptığına çok emindim. Tek duam Gurur’u gömmeleri için adamlarına o emri yeni vermesi yönündeydi. Eğer bunu saatler önce yaptıysa o mezardan kocamın ölüsünü çıkarma ihtimalim vardı. Gözlerimden süzülen yaşı hızlıca silerken bunun olmaması için dua ediyordum.

Esvet ve Zaza ile aynı aralıklarla mezarlığa gelmiştik. Arabaları durdurup mezarlığa koştuğumuzda ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Burada çok fazla mezar olduğu için deliye dönmüş bir halde etrafıma baktığımda Zaza kolumu tutup, “Oradalar!” diye bana bir yönü gösterdi. Hemen başımı çevirdiğimde Kılıç, İskender ve Nihat’ın kazma ve kürekle bir mezarı kazdıklarını gördüm. Yüreğim ağzıma gelmişti. Gurur’un mezarıydı o.

Koşarak yanlarına gittiğimde İskender yanıma gelip beni tuttu. Geçmeme izin vermeden kollarımı tutup, “Sakin ol amcam kızı,” diye beni yatıştırmaya çalıştı. “Henüz toprağı bile kurumamış onu yeni gömmüş olmalılar.”

“Gurur’un yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum!” Onu iterek hemen yanından geçtiğimde ağladığımın farkında değildim. Kazma ve kürek Kılıç ile Nihat’ın elinde olduğu için diz çöküp ellerimle mezarı kazmaya başladım. Onu ne kadar erken orada çıkartırsak yaşama ihtimali artardı.

Kimse beni durdurmaya kalkışmadı çünkü bana engel olamayacaklarını biliyorlardı. Tırnaklarımla toprağı kazırken hıçkırıklarla ağlayıp, “Kılıç daha hızlı!” diye ona yalvarıyordum. “Kocama bir şey olmadan çıkartalım onu.” Evden çıkmasına hiç izin vermemeliydim.

Nihat ve Kılıç hiç soluklanmadan bana yardım edip mezarı kazdılar. Küreğin ucu tabuta çarpınca ikisi hemen çukura atlayıp tabutun kapağını açınca gördüklerimle soluğum kesildi. Gurur tabutun içindeydi. Abisi onu canlı canlı bir tabuta koydurup gömmüştü. Bir abinin kardeşine yapmayacağı ne varsa Gurur’a reva görüyordu. Gurur üstü başı toz toprak içinde hiç kıpırdamadan tabutun içinde yatıyordu. Kimsenin bana unutturamayacağı kahredici bir görüntüydü bu.

Hemen mezarın içine atlayıp tabutun üzerine eğildim. “Gu-Gurur?” diyen sesim titrerken onu uyandırmaya çalıştım ama sesime hiç tepki vermiyordu. Tabuttan sızan topraklar yüzünden kirpiklerine kadar toprağa bulanmıştı. Toz zerrecikleri teninde ince bir katman oluşturmuştu. Yüzündeki toprakları silmeye çalıştığımda yüzünün fazla soğuk olmasıyla yüreğim sızladı. Ölmüş olamazdı, değil mi?

Nabzını kontrol etmeye bile korkarken tek yapabildiğim adını sayıklayarak ağlamaktı. Sanki artık bu dünyada değilmiş gibi hiç kıpırdamadan öylece yatıyordu. Telefonu tutan eli sol göğsünün üzerinde dururken Kılıç ve Nihat vakit kaybetmeden onu tabutun içinden çıkardılar. Gurur’un elindeki telefon tabutun içine düşerken çocuklar onu mezarın içinden çıkarmıştı. Uzanıp telefonu titreyen parmaklarla alıp İskender’in yardımıyla mezardan çıktım.

Gurur’u mezarın kenarına koyup sırtüstü yatırdıklarında aceleyle onun yanına diz çökmüştüm. Cesaretimi toplayıp parmaklarımı onun boynuna uzattığımda nabzını alamayınca kaybım yüzüme tokat gibi çarptı. Acı beni parçalarıma ayırırken gözyaşlarım birbiri ardına akıyordu. “Nefes almıyor, nabzı yok!” diye bağırdığımda ne yaptığımı bilmez bir halde ellerimi onun göğsüne bastırmıştım. Gurur’un kalbi durmuştu. Hayır, bu olmaması gereken tek şeydi.

Bir elimi diğerinin üstüne koyup kısık sesle adını sayıklarken ağlayarak ona kalp masajı yapıyordum. “Beni bırakamazsın.” İçimden sayarak göğsüne baskı uygularken, “Sana ihtiyacım var,” diye fısıldayıp üzerine eğildim. Dudaklarını aralayıp dudaklarımla örttüm ve ciğerlerine kendi nefesimi üfledim. Gurur’un dudakları bile soğuktu oysaki o hep fazla sıcaktı.

Kalp masajını ve suni teneffüsü durmaksızın yaparken gözlerim ağlamaktan onu puslu görüyordu. Çoğu zaman onu kaybettiğimde nasıl hissedeceğimi düşündüğüm anlar oluyordu ancak bu ayrılığın ölümle gelmesini hiç beklemiyordum. Gurur benim eksik yarım, bir yapbozun kaybolmuş parçası gibiydi. Onunla kendimi tamamlanmış ve bütün hissetmiştim. Onun duran kalbi bana kendimi dağılmış hissettiriyordu ve etrafa saçılan parçalarımı nereye yerleştireceğimi bilmiyordum.

Göğüs kafesine daha sert baskı uygularken onun kalbi atmadıkça benimkisi duruyordu. Gergin kaslarım bir tek ona kalp masajı yapmak için hareket ediyor, sıklaşan nefesim bana soluk aldırmıyordu. Her geçen saniyeyle onu biraz daha kaybettiğimi bildiğim için kesik kesik hıçkırırken, “Lütfen,” diye fısıldayıp kaburgalarını kırmak istercesine göğsüne daha sert baskı uyguladım. “Beni bırakamazsın n’olur uyan.”

Birleşen dudaklarımızla tüm nefesimi ona vermek istercesine ciğerlerine hava üfledim. Gözlerimden süzülen bir damla yaş onun yüzüne düşerken hemen geriye çekilip tekrar göğsüne kalp masajı yaptım. “Farah,” diyen Esvet ağlamaklı bir sesle, “Olmuyorsa bırak,” deyince hıçkırarak başımı iki yana salladım. “Onu bırakamam.” Onu bırakmak kendimi bırakmaktı ve ben bizden vazgeçmek istemiyordum.

Ona geç kalmış olamazdım. Gurur’un ölümüne tanıklık ettiğimi düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum. Bazen nefesimi tutuyordum bazense nefes almak için dudaklarım aralanıyordu ancak yaşadığımı hissetmiyordum. Kocamın kalp atışlarını duymayı, âşık olduğum yeşillerini görmeyi her şeyden çok isterken yaşamıyordum.

“Beni bırakamazsın!” Acının yarattığı çaresizlik bana öfke olarak dönünce, “Bana bunu yapamazsın!” diye haykırıp omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. “Her neredeysen bana dön, Gurur sana ihtiyacım var.”

Göğsüne sert baskılar uyguladıktan sonra dudaklarını tekrar aralayıp üzerine eğildim. Tenindeki soğukluğu hissettikçe vücudumdaki tüm ısı düşüyordu. Islak gözlerle onun yüzüne kısa bir an bakıp, “Gurur’un uyan,” diye hıçkırıp tekrar dudaklarımızı birleştirdim. Her saniye onu kaybetmeye biraz daha yaklaşıyordum. Belki de çoktan kaybetmiştim.

Dudaklarımızın temasını kopartıp tekrar göğsüne baskı uyguladığımda kan ter içinde kalmıştım. Hızlı hızlı nefesler alırken alnımda pul pul ter damlacıkları oluşmuştu. Küçük bir kalp çarpıntısını duymak için deliriyordum ama ne kadar denersem deneyeyim istediğim sonucu alamıyordum. Bir kez daha Gurur’un dudaklarına eğilip nefesimi onun ciğerlerine üflediğimde göğüs kafesi balon gibi şişti ve öksürmeye başladı.

Nabzım boğazımda attı.

Kalbim hızlandı.

Ve ben Gurur ile hayata döndüm.

“Acele edin!” diye bağırdığımda Gurur’un tekrar kalbi duracak diye ödüm kopuyordu. “Onu hastaneye yetiştirmeliyiz!” Şükürler olsun ki hayata geri dönmüştü ama tehlikeyi atlatmış değildik.

Kılıç, İskender ve Nihat hemen Gurur’u aralarına alıp hiç vakit kaybetmeden mezarlıktan çıkartırken ben yerden kalkamıyordum. Az önce yaşadıklarım hiç kolay değildi, öyle bir dağılmıştım ki kendimi toparlayamıyordum. Esvet ve Zaza kollarıma girerek beni mezarlıktan çıkarmışlardı. Arka koltuğa Gurur’un yanına oturduğumda Kılıç arabayı sürüyordu.

Gurur’un başını dizlerimin üstüne koyup tekrar nabzını kontrol ettim. Parmaklarımın altında atan damarlar bana nefes aldırıyordu. Parmaklarımı sarı saçlarının arasına daldırıp onları okşarken korkmadan duramıyordum. Onu kaybetmeye çok yaklaşmıştım. Birkaç dakika geç kalsak belki de Gurur artık yaşamıyor olacaktı. Düşüncesi bile karnıma kramp girmesine neden oluyordu.

Başı dizlerime yaslıyken uykusunda kötü bir kâbus görüyormuş gibi kaşlarının kavisi çatıktı. Gurur öyle gözlerini kapatınca huzurla uyuyan biri değildi. Kim bilir rüyalarında canını yakan neler görüyordu. Belki onu yakıyorlardı belki de ölmeden mezara gömüyorlardı. Gözpınarlarımdan taşan yaşlarla dudaklarımı birbirine bastırdım. Levent yüzünden az kalsın ölüyordu. Oysaki Gurur sadece yeğenleri için yaşıyordu.

Levent bunu ona nasıl yapabildi?

Onu izlerken kirpiklerini aralamasını ne çok istedim. Zümrüt yeşili gözlerini görmek benim için artık ihtiyaçtı. Parmaklarım saçlarına ve yüzüne değdikçe ifadesi gevşiyordu. Dokunuşumla sert yüz hatları gevşerken başımı eğdim ve dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. Dudaklarına fısıldayarak, “Seni çok seviyorum,” dedim kısık bir sesle. “Her şeyden daha çok.” Bunları o uyanıkken söylemeye cesaretim yoktu.

Başımı yavaşça geriye çektiğimde onu izlemek bile sinirlerimi yatıştırıyordu. Parmak uçlarımla âşık olduğum yüzüne dokunurken iç çektim. Farkında mıydı, bilmiyorum ama her gün biraz daha ona veda ediyordum. Yakında onunla yollarımız ayrılacaktı. Bunu ikimizde biliyorduk. Birbirimizi ardımızda bırakmak için sevkiyat gününü bekliyorduk.

Her geçen günle kendimi bu ayrılığa biraz daha hazırlıyordum. Yapabilirim sanıyordum ama daha fazla bunu yapamazdım. Gurur amacına bu kadar yaklaşmışken daha fazla ailemi bitirmeye yemin etmiş biriyle olamazdım. En önemlisi Leyla için beni gözden çıkartan bir adamın karısı olamazdım. Artık istesem de bunu yapamıyordum. Ayrı bile olsak benden uzakta yaşamaya devam etmeliydi. Ona bir şey olursa yaşayamazdım.

Keşke bizim için daha iyi bir son olsaydı ama yoktu. Leyla’nın hayaleti üç yıldır hep aramızdaydı ve ben başından beri üç kişilik bir ilişkinin içindeydik. Gurur sadece ikimizin olmasına hiç izin vermeyerek bizi üç kişilik bir ilişkiye sürüklemişti. Sabırla bir gün Leyla’dan vazgeçmesini, artık onun olmadığını kabullenmesini ve benimle bir hayat kurmasını beklemiştim.

Ancak Gurur bu bekleyişimi boşa çıkartıp Leyla’yı seçmiş ve benden vazgeçmişti. Bu noktada gururum bana dur diyordu. O seçimini yaptı dur ve onun yaptığı gibi sende ondan vazgeç diyordu.

Oysaki ben bu ilişkide defalarca gururumu ayaklar altına almıştım. En basitinden onu Leyla’nın fotoğrafına bakarken yakaladığımda bile kırılmış ama gururumu yok sayarak onun yanında kalmaya devam etmiştim. İncindiğimi bile anlamamıştı belki de ben çok iyi rol yapmıştım ya da o bu konunun üzerinden fazla durmamıştı. İçimizden birinin artık bu evliliği bitirmesi gerekiyordu.

Aralarından çekileceğim ve onu Leyla’sıyla baş başa bırakacağım.

Artık yanındaki olmayacak ve ona sadece aklındaki kalacaktı çünkü yanındakiyle yetinmeyi bilmemişti.

Yorumlar