“Senden cevap bile beklemeden suskunluğunla ve yokluğunla konuştum yıllarca. Sence seni kaybetmek çok dokunur mu bana?”
Gurur’u en yakın hastaneye götürdüğümüzde doktorlardan iyi bir haber alana kadar oradan ayrılmamıştım. Hastanedeki kimseye kendimizle ilgili en küçük bir bilgi vermemiştik, bunu istememiştim. Bunu yapmamın nedeni Gurur’un kendini bana borçlu hissetmesini istemememdi. Sevkiyattan sonra benden ayrılmayı düşünüyordu. Sırf hayatını kurtardım diye yanımda kalmasını istemiyordum. Bu yüzden doktorlar onun iyi olduğunu söyleyince hastaneden ayrılmıştım.
Onu o mezardan çıkardığımı bilmese de olurdu ya da onun için abisini vurduğumu. Bir erkeği kendime borçlandırarak yanında tutan kadınlardan değildim. Ben sadece sevdiğim adamı kurtarmıştım, hepsi bu. Bunu herhangi bir karşılık bekleyerek yapmamıştım çünkü aynı durumda olsaydım o da bana yardım ederdi.
Eve geldiğimde üzerimi değiştirip bugün hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmıştım ancak öğrendiklerim herkes için çok fazlaydı. En doğru dedikoduları annemden aldığım için bana Şeref’in Karun’u gerçekten öldürmeye çalıştığını, Bige ve Duha Tunus’un Karun’u kurtardığını söylemişti. Annem bunları bana telefonda da söylediği için bu kadarını zaten biliyordum ancak Karun’un hayati tehlikesi olduğunu bilmiyordum.
Bir babanın oğlunun ve kardeşinin canına nasıl kastettiğini şaşkınlıkla dinliyordum. Annem olanların dedikodusunu Nesibe yengeyle yaparken yüzünde üzgün bir ifade vardı. “Çağıl’ı bile öldürmeye kalkıştığına inanamıyorum,” dediğinde iç çekerek koltuğa yaslandım. Evet, Şeref’in saldırısında Çağıl’da payına düşeni almıştı. Abi kardeş, yani Karun ve Çağıl aynı hastanede kalıyordu Gurur ise başka bir hastanede. Şeref denen insan müsveddesi kendi ailesinin içinden geçmişti.
Babam, Kerim amca ve Caner abim içeri girdiğinde babamın gözleri biz kadınları buldu. “Onları hastanede ziyaret etmeliyiz.” Bunları söylerken anneme bakıyordu. Kalenderler bizim dünürlerimizdi, bizim de orada olmamız gerekiyordu. Karun’un durumu belirsizliğini koruyordu. Çağıl’ın ameliyattan çıktığını fakat bir süre uyutulacağını öğrenmiştik. Onlar uyanmasa da Bige ve Melek’e geçmiş olsun demek için bile orada olmalıydık.
Caner abimin karısı Yonca yenge ve Seçil hazırlanmış bir şekilde içeri girdiler. Annem ve Nesibe yenge ise zaten hazırlardı. İkisi gitmek için ayağa kalktılar ancak ben yerimden hiç kıpırdamadım. Tüm gözler beni bulunca derin bir nefes alıp, “Ben gelmeyeceğim,” dedim. “Kendimi iyi hissetmiyorum akşam giderim.” Bugün mezarlıkta yaşadıklarımı henüz atlatmış değildim. Gözlerimi ne zaman kapatsam Gurur’u bir tabutun içinde görüyordum. Hastaneye gitmeden önce biraz kendime gelmeliydim.
Bana ilk karşı çıkan annem oldu. Tepemde dikilirken her zamanki gibi bana olan bakışları yargılayıcıydı. “Farah sen o ailenin gelinisin. Oraya sensiz gidemeyiz tüm gözler seni arayacaktır.”
“Anne soran olursa hasta olduğumu söylersin.” Annem tam ısrarını sürdürecekti ki babam üzerime gelmesine izin vermedi. “Biz gidelim Farah daha sonra gelir.” Babam benim kurtarıcımdı. “Kızı zorlama insan içine çıkmadığını sende biliyorsun.”
Annem nefesini sertçe verdiğinde böyle olmam babamın suçuymuş gibi sitem eden gözlerle ona bakıyordu. “Onu hep sen şımarttığın için böyle yabani oldu.” Çantasını alıp gitmek için babama doğru yürüdü. “Artık insan içine çıkmaya alışmalı.” Son zamanlarda insanların arasına karışmaktan daha fazlasını yaptığımı bilmiyordu.
Bizimkiler gidince bende odama çıktım. Telefonu alıp Gurur’u aradığımda uyandı mı, merak ediyordum. Onu hastanede odasında bıraktığımda uyuyordu. Odasından çıkmadan önce telefonunu yanına bırakmıştım. Telefonu açmasını beklemiyordum ama kendine gelmiş olmalı ki, “Dinliyorum, Farah?” diyen pütürlü sesini duymuştum.
Sadece sesini duymak bile kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Şükürler olsun ki uyanmıştı. Toprağın altında havasız kaldığı için sesi boğuk ve pütürlü geliyordu ama en kötüsünü atlattığımız için bu haline duacıydım. “Nasıl olduğunu merak ettiğim için aradım,” dediğimde stresten yine tırnaklarımı kemiriyordum. “Evden çıkarken çok telaşlıydın Levent iyi mi?” Levent yüzünden tuzağa düştüğünü ve canlı canlı gömüldüğünü bilmiyormuş gibi yapıyordum.
Sıkıntılı bir nefesten sonra, “Bana o piçten bahsetme!” diyen sesini duydum. “Onun yüzünden Karun ölebilirdi. Karun ve Çağıl’a olanları duymuş olmalısın.” Bu haldeyken bile tek düşündüğü yeğenleriydi. Levent yüzünden o da ölebilirdi ama bundan bahsetme gereği bile duymuyordu.
“Evet, olanları duydum.” Karun’un akıbeti beni çok üzüyor ve korkutuyordu. Umarım o hastane odasından sağ salim çıkabilirdi. “Üzgünüm.” Tek diyebildiğim bu olmuştu. “Karun ve Çağıl’ın toparlayacağına eminim. Bizimkiler hastaneye geliyor az önce evden çıktılar.” Sonlara doğru sesim kısılırken bakışlarımı kaçırıp, “Şey… Ben onlarla hastaneye gitmedim ama eğer istersen gelebilirim,” dedim.
Orada olmadığım için bana kızmasını veya gücenmesini bekledim ama en doğrusunu yapmışım gibi, “Gelmemekle iyi yaptın,” dedi. “Hastaneye giren çıkan belli değil. Basın her yerde tüm bu şeyler seni rahatsız ederdi.”
“Sen nasılsın?”
“Nasıl olmam gerekiyorsa öyleyim.” Kötüydü bunu sesinden anlayabiliyordum.
“Yanına gelmek istiyorum, neredesin?”
“Hastanede değilim ama nerede olduğumu da bilmiyorum.” Bir süre sessizleşip acı verici bir nefesten sonra, “Kaybolmuş gibiyim,” deyince gözlerimden sızan bir damla yaş yanağıma süzüldü. Bugün yaşadıkları hiç kolay değildi.
“Etrafına bak,” diye fısıldadım. “Bana ne gördüğünü söyle.” Yerini bana tarif ederse yanına gidebilirdim. Onu görmek istiyordum.
“Son birkaç saattir zaten etrafıma bakıyorum.” Soğukça gülümsediğinde sahte gülüşündeki derin kederi soludum. “Tek gördüğüm hiçlik.”
Allah kahretsin, yalnız kalmamalıydı ve ben onu bir hastane odasında tek başına bırakarak oradan çıkmıştım. Kim bilir şu anda ne haldeydi. “Bana yerini söylemelisin,” diye fısıldadığımda sesim yalvarır gibi çıkmıştı.
Derin bir nefes alıp, “Biraz yalnız kalmalıyım,” diye beni geçiştirdi. “Sonra konuşuruz.” Bunları söyledikten sonra telefonu kapatmıştı.
Umarım Bige, Şeref denen o haysiyetsiz adama kolay bir ölüm yaşatmazdı.
İşkenceye karşıydım ama o adam en kötüsünü hakkediyordu.
***
Akşama kadar evde kendimi oyalayacak bir şeyler aramıştım ancak Gurur’un evde olmayışı bana nefes aldırmamıştı. Aklım ondayken duvarlar üzerime üzerime geldiği için daha fazla evde duramamıştım. Gurur’un sevdiği yemeklerden bir sepet hazırlayarak evden çıkmıştım. Kalenderlerin başına gelenlerden sonra babam yalnız evden çıkmama izin vermediği için korumalarla birlikteydim.
Hastaneye gelince Karun’u görmek istemiştim ancak yoğun bakımda olduğunu ve kimseyi içeri almadıklarını söylemişlerdi. Tehlikeyi henüz atlatamadığı için ziyaretçi yasaktı. Melek’in söylediğine göre Şeref, Karun’u zincire germiş, saatlerce işkence yapmıştı. Dinlerken bile ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Çağıl ise hâlâ uyuduğu için yarın sabahtan önce odasına kimseyi almıyorlardı. Çağıl, Melek’i korumaya çalışırken babasının adamları tarafından vurulmuştu.
Şeref sadece Gurur ve Karun’dan kurtulmaya çalışmıyordu aynı zamanda yıllardır yana döne Melek’i de ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Şu zamana kadar Gurur bir şekilde Defne’nin kızını hep abisinden korumuştu. Eğer Gurur olmasaydı Şeref çoktan Melek’in işini bitirmişti. Kendi torunundan bile kurtulmak isteyen bir caniydi. O adam ailenin üzerine çöken bir karabasandan daha azı değildi.
Melek bana Gurur’un hastanenin çatı katına çıktığını ve yalnız kalmak istediğini söylemişti. Hava çoktan kararmışken çatı katına çıkan kapıdan geçtiğimde Gurur ve Bige’yi gördüm. İkisi de yerde oturmuş sırtını terasın korkuluklarına dayamışlardı. Ne konuştuklarını bilmiyorum ama beni görünce ikisi de susup bana bakmaya başlamıştı. Bakışları fazla tuhaftı özellikle Gurur anlam veremediğim gözlerle bakıyordu.
Emin değilim ama Gurur’un bana olan bakışları fazla derin ve duygu yüklüydü. Onun yeşil gözlerinde geçen parıltılar varlığıma şükreder gibiydi. Gözlerindeki bir şeyler bana kendimi özel hissettiriyordu. Kanımı kaynatan, vücut ısımı arttıran ve sebepsiz yere kalbimi hızlandıran gözlerle beni izliyordu. Neydi bu bakışının sebebi? Ansızın içimde bir korku peydah oldu. Bige bugün onun için yaptıklarımı Gurur’a söylemiş olamazdı, değil mi?
Bilmiyormuş gibi bakıyordu ama emin olamıyordum. Umarım Bige bu konuda ağzını sıkı tutmuştur. Gurur’a yaklaştıkça darmadağın halini daha net görüyordum. Karanlık geceyi aydınlatan tek şey terasın ışıklarıydı. Üstündeki kıyafetler kirliydi ve henüz banyo yapmadığı için onu mezardan çıkardığımız haliyle duruyordu. Sarı saçlarının arasındaki topraklar bile duruyordu. Yeğenleri bu haldeyken banyo yapacak durumda değildi.
Tam karşısında durup tepesinde dikildiğimde beni görmek için başını kaldırdı. Karanlık olduğu için hava serindi ve zeminde soğuk olmalıydı. Gözlerim onun yeşilleriyle buluşurken yerde oturmasını istemediğim için ona elimi uzattım. “Hava soğuk hasta olacaksın.” Kalkması için ona elimi uzattığımda boğazındaki çıkıntının hareketini göreceğim bir şiddette yutkunmuştu.
Gurur ona uzattığım elimi tutmadı ama uzun süre gözlerime dalıp gitti. Tuhaf davranıyordu çünkü gözleri sık sık kalkması için uzattığım elime kayıyor, gözlerindeki derin manayla beni izliyordu. Sanki kendi içinde benimle ilgili bir şeyleri daha iyi anlıyordu. Bilemiyorum bakışları fazla garipti. O bana böyle baktıkça ne kaçırdığımı daha çok merak ediyordum. Bana böyle bakmasının bir nedeni olmalıydı.
Gurur güçlükle bakışlarını benden çektiğinde gözlerine spor ayakkabılarımın bağcıkları ilişti. Parmaklarının arasındaki sigarayı yere bastırarak söndürdükten sonra öne doğru hafifçe kıpırdandı. Uzanıp ayakkabımın bağcıklarını benim için bağlayana kadar yine açıldıklarını fark etmemiştim. Hiçbir zaman bağcıklarımı yeterince sıkı bağlayamazdım.
Bige’nin yanında ayakkabılarımın bağcıklarını bağlaması yutkunmama neden olmuştu. Yanımızda birileri varken Gurur genelde bana karşı ilgisiz olurdu ancak bu sefer kimseyi umursamadan benimle ilgileniyordu. Kalbim rotasından şaşarken Gurur bana çıkışarak ayakkabılarımın bağcıklarını bağlıyordu. “Şu şeyleri giyme ya da doğru düzgün bağlamayı öğren,” diye homurdandı. “Her defasında senin için ayakkabını bağlayacak değilim.” Bunu yapmaktan rahatsızmış gibi görünmüyordu.
Ayakkabılarımla işi bitince tekrar sırtını duvara yasladı. Bana yerden kalkmayacağını fazlasıyla gösteriyordu ama inat ederek ikinci kez ona elimi uzattım. “Artık oradan kalkmalısın.” Onu yerde dağınık bir halde görmekten hoşlanmıyordum.
Gurur ısrarımı hoş karşılamayıp nefesini sertçe vererek ona uzattığım elime baktı. Gözlerinin ardında alaycı bir ifade geçtiğinde elimi tuttu ve bir anda beni üzerine çekerek bacaklarının arasına düşürdü. Dizlerim yere çarptığında kendimi onun bacaklarının arasında bulunca utandım. Bunu yapmasını beklemiyordum. Neyse ki yere düşen sepet devrilmediği için içindekiler dökülmemişti.
Gurur’un beklenmedik bu hareketi karşısında şaşkınca ona baktığımda bana olan bakışları sitemliydi. Bir konuda bana sinirlenmiş gibi kaşları hafifçe çatıktı. “Sen beni yerden kaldıracak güçte değilsin el kızı.”
Söylediklerini anlamaya çalışırken çok uygunsuz bir pozisyonda olduğumuzu düşünüyordum. Gurur’un bacaklarının arasında dizlerimin üzerinde duruyordum ve yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Üstelik bir elim onun avucunun içindeyken diğer elim göğsüne yaslıydı. Yakınlığımızdan dolayı yanaklarımın çoktan ısınmaya başladığını biliyordum.
Gözlerimi onun yeşillerine kenetledim ve içli bir nefesle dudaklarım aralandı. “Belki seni yerden kaldıracak güçte değilim.” Onunla olan göz kontağını kesmeden son söylediklerine atıfta bulundum. “Ama seninle yerde kalırım el oğlu.” Soluğu kesilmişti.
Gurur’un irisleri büyüdüğünde bana olan bakışları derinleşmişti. Gözlerindeki yoğunluk tüm yüzünü doldurduğunda bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama tek kelime edemedi. Dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi hafif titremişti ancak ağzından hiçbir kelime çıkmadı. Sadece bakışlarıyla bana birçok şey anlattığı için bir şey söylemesini beklemedim. Bana değer verdiğini iliklerime kadar hissettiriyordu.
Bana olan yoğun bakışları beni utandırdığı için kendimi güçlükle onun yanına attım. Sepeti kendime doğru çekip onun için hazırladığım şeyleri çıkarmaya başladım. “Sana yemek yaptım çünkü sen hastane yemeklerini yiyemezsin.” Hastane yemeklerinden nefret ederdi.
Saklama kaplarının içine koyduğu yemekleri ikimizin arasına koymaya başladım. Gurur çayı çok sevdiği için sepetteki küçük termosu ve cam bardağı çıkardım. “Çayı karton bardaktan içmeyi sevmediğin için cam bardak getirdim. Ve son olarak…” Sepetin köşesinde duran kırmızı gülü alıp ona uzattım. “Bu senin için.”
Gurur ona uzattığım güle tuhaf gözlerle bakıp daha sonra bakışlarını Bige’ye çevirdi. Bige’nin yanında ona gül vermem onu utandırmış olmalı ki yüzünde rahatsız edici bir ifade vardı. Ağzının içinde küfreder gibi bir şeyler söyleyip ikaz eden sert bakışlarını bana çıkardı. “Yanlışın var bunu bana değil Bige’ye almış olmalısın, değil mi?” Tam tersi şeyler söylersem beni terastan atacakmış gibi kızgın bakıyordu.
Kafa karışıklığıyla Bige’ye baktıktan sonra tekrar Gurur’a döndüm. “Benim kocam Bige mi?”
Yanında duran elini sıkarak derin bir nefes aldı. “Hayır.”
“Kim benim kocam?”
“Bu ne sikik bir soru.” Kaşları kızgınlıkla çatılmıştı. “Kocan benim ulan.”
Tebessüm ederek gülü ona uzattım. “O zaman bu gül senin çünkü bunu kocama aldım.”
“Bana hiç yardımcı olmayan illet bir kadınsın!”
Hayretler içinde kalarak gözlerimi belerttim. “Ben illet bir kadın mıyım?”
Gurur bir saniye bile düşünmeden küfreder gibi, “Evet!” dedi sertçe.
İşaret parmağımla ona kendimi gösterdim. “Ben illet bir kadın mıyım?”
“Ulan evet dedim ya!”
“Ben illet bir kadın mıyım?”
“Sikeyim, başladı yine!”
“Ben illet bir kadın mıyım?”
“Değilsin! Allah Kuran çarpsın değilsin!” dediğinde gülmeye başladım. Bunu görünce gözleri dudaklarımda oyalanırken yüzü gevşedi. “Bir de gülmesi yok mu…”
Benimle zıtlaşmayı bırakıp aramıza koyduğum yemeklere baktı. “Kara lahana sarması da yaptın mı?” Tebessüm ederek başımı salladım. “Yapmaz mıyım sen çok seversin.” En sevdiği yemek kara lahana sarmasıydı.
Sarma kabını alıp kapağını açtım. “Bige sende ister misin?” Ona da ikram etmek için başımı kaldırmıştım ki Bige’yi Gurur’un yanında bulamadım. Hemen kapıya döndüğümde onu kapıdan çıkarken gördüm. Beni duymamıştı. Üzgünce iç çektiğimde suratım asılmıştı. “O hamile belki de canı çekmiştir.” Bige’ye de sarma götürmek için ayağa kalkacaktım ki Gurur kolumu tutarak beni durdurdu. Ona döndüğümde Bige’nin çıktığı kapıya bakıyordu. “Karun uyanmadıkça bir şeyler yiyeceğini sanmıyorum.”
“Karun abinin durumunda bir gelişme yok mu?”
Yüzü gölgelenirken başını arkasındaki duvara yaslayıp sıkıntıyla soludu. “Bu geceyi atlatması onun için hayati önem taşıyor.”
Tüm gün hiçbir şey yemediğini bildiğim için onu ellerimle besleyerek tabaktan aldığım sarmayı ona uzattım. Benim için dudaklarını aralayıp lahana sarmasını yedi. Kolları iki yanında dururken o kadar yorgun ve bitkin görünüyordu ki, karnını doyurmak için elini bile kaldıramıyordu. Yılların yorgunluğunu üzerinde taşırken yıkılmış görünüyordu. Onu böyle görmeye katlanamıyordum. Onu böylesine yıkan şey yeğenlerinden birinin ihanetiydi.
Gurur’un onlara yaptığı babalığı öz babaları bile yapmamıştı.
Tabaktaki tüm sarmayı ona ellerimle yedirdim. İtirazlarının bende işe yaramayacağını bildiği için uzattığım her sarmayı yemek zorunda kalmıştı. Çantamda kâğıt mendil olmadığı için elimle onun dudaklarını silmeye başladım. Başparmağımla alt dudağına bulaşan zeytinyağını silerken kaşlarını eğmiş, kirpiklerinin arasından beni izliyordu.
Parmağım alt dudağına sürtünce vücudu geriliyor, gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu. Utanarak parmağımı çekip çayını doldurarak iki kaşık şeker attım. “Dört kaşık,” deyince başımı kaldırıp anlamaz gözlerle ona baktım. Çay bardağını gösterdi. “Çayı dört kaşık şekerle içiyorum.” Şaka yapıyor olmalıydı.
“Hayır, çayına iki kaşık şeker atıyorsun.” Onu çay içerken ilk kez görmüyordum ve şu zamana kadar çayına hep iki kaşık şeker attığını görmüştüm.
“Aslında…” Bir konuda utanmış gibi bakışlarını benden kaçırıp ensesini ovuşturdu. “Normalde çaya dört kaşık şeker atarım birileri yanımda olunca daha az şeker kullanırım. Üstelik sen çayına sadece bir kaşık şeker atıyorsun,” diye homurdanınca mahcubiyetini fazla sevimli bulduğum için onu göğsüme bastırasım vardı. Ben tek kaşık şeker atıyorum diye utandığı için o da en fazla iki kaşık şeker mi atıyordu?
Gülersem canıma okuyacağını bildiğim için boğazımı tırmalayan gülüşüme direndim. “Şey… Bende aslında çayıma üç kaşık şeker atıyorum.” Hızla bana döndüğünde kendimi tutamayıp güldüm. “Sen her defasında çayına iki kaşık şeker atınca bende havalı görünmek için senin yanında çaya bir kaşık şeker atıyordum.” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Ama senin olmadığın zamanlarda hep üç kaşık şeker kullanıyordum.” Bunlar onun gerginliğini almak için şimdi uydurduğum bir şeydi çünkü çayı az şekerli seviyordum.
Onu kandıracağımı düşünmek aptallıktı çünkü yalan söylediğimi anladı. Bana olan bakışlarında yalanımı anladığını görebiliyordum. Ancak bana kızmak yerine dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu çünkü bu yalanı ona daha iyi hissettirmek için söylediğimi biliyordu. Elini uzatıp yüzüme dokunduğunda irkildim ama “Şşş,” diye beni sakinleştirmeye çalıştı. Beni ürkütmekten kaçınıyordu.
Parmaklarının tersi yanağıma sürtünürken gözlerini yüzümden ayırmıyordu. “Farah,” diye mırıldandığında sahip olduğu en değerli şeye bakar gibi bakışları derindi. “O kadar farklısın ki gerçekliğini sorgulamadığım tek bir anım yok.”
Nabzım parmaklarının altında atarken içli nefesi ikimizin arasına karışmıştı. “Seni hakketmediğimi biliyorum ama hiçbir şeyi bu kadar çok istemedim.” Omurgamdan aşağıya buz gibi bir his yayılırken kaskatı kesilmiştim. Gurur çeneme hafifçe baskı uygulayarak başımı kaldırdı ve gözlerime bakarak, “Söylesene el kızı,” diye sol göğsümü işaret etti. “Kalbinde bana da hiç yer var mı?”
Dudaklarım evet demek için aralanmıştı ki aklıma onun kalbinde bana hiç yer olmadığı geldi. Benim kalbimin tamamı onunla doluyken onun kalbinin tek sahibi Leyla’ydı. Bana değer verdiğini biliyordum ama beni sevdiğini sanmıyordum. Bu yüzden güçlükle gözlerine bakıp, “Hayır,” dedim. “Kalbimde bir yerin yok.”
Gurur’un yüzü donuklaştığında dudakları düz bir çizgide buluşmuştu. Beni izlerken çok şey söylemek istediğini ama diline gem vurup sustuğunu gördüm. “Dert değil.” Acı bir kabullenişle başını ağır ağır salladı. “Zaten oluru yoktu.”
Olmasını hiç istememişti ki.
Olması için değil bitmesi için uğraşıyordu.
***
Bir hafta sonra
Nihayet beklediğimiz büyük gün gelmişti. Bu gece sevkiyatı yapıyorduk. Bir haftadır bunun hazırlığıyla uğraşıyorduk. Yeğenleri hastanede olduğu için Gurur hiçbir şey düşünecek durumda değildi. Doğru düzgün eve bile gelmediği için neredeyse hep hastanedeydi. Çağıl iyiydi hatta toparlanmaya bile başlamıştı ancak Karun’un durumunda bir gelişme yoktu. Ne yazık ki hayati tehlikesi hâlâ devam ediyordu.
Her gün hastaneye gidiyordum ama henüz hiç iyi bir haber yoktu. Karun o haldeyken Gurur her şeyi bir kenara bıraktığı için kumarhanede olanları henüz bilmiyordu. Normalde iki günde öğreneceği bir gerçeği yeğeni hastanede diye araştırmayı bırakmıştı. Bizim açımızdan bu iyi bir şeydi çünkü sevkiyattan önce kumarhanede olduğumuzu bilmemeliydi.
Gurur ve ailesinin başına gelen bu kötü olaydan yararlandığımızı itiraf etmekten hoşlanmıyorum ama yaptığımız tam olarak buydu. Kılıç Aslan krizi avantaja çevirmemiz gerektiğini söylemişti. Gurur tamamen Karun’a odaklanmışken bundan yararlanıp sevkiyatı yapmamız gerektiği konusunda ısrarcı olmuştu. Babamın bahiste kazandığı paralar işimize yaramıştı çünkü Kılıç o paranın bir kısmıyla yetmiş tır daha ayarlamıştı.
Toplamda yüz kırk tır Gürcistan’dan yola çıkacaktı. Tırlar belli aralıklarla ve iki farklı konvoy şeklinde yola çıkacaklardı. Bunların yetmişi malların içinde olduğu tırlardı, diğer yetmişi ise yolumuza çıkan engelleri atlatmak içindi. Ekibin beyni olan Kılıç Aslan her şeyi bu bir haftada ayarlamış ve planında hataya yer vermemişti. Hata yapmak gibi bir lüksümüz yoktu. Kılıç’ın planı gerçekten çok iyiydi.
Babam ve çocuklar beni depoda bekledikleri için gizlice evden çıkmıştım. Anneme yakalanmamak beni şanslı yapıyordu çünkü bugün sevkiyatı yapacağımızı biliyordu. Beni ölüme gönderir gibi duygusal bir konuşma yapmasını istemiyordum.
Babam ve diğerlerinin yanına gitmeden önce avukatın ofisine uğramıştım. Bugün için yapmam gereken şeylerden biri de buydu. Avukatın yanında ayrılına kadar kendimi tutmuştum ama arabama binince hıçkırıklarla ağlamıştım. Canımdan can gitmiş gibi dakikalarca gözyaşlarımı tutamamıştım ama yapmam gerekenin bu olduğunu biliyordum. Artık zamanı gelmişti. Henüz kimsenin haberi yoktu ama boşanma davasını açmıştım.
Boşanma evraklarına imzamı atarken elim titremiş, yaşlar gözlerime akın etmişti. Bir imzayı atarken hayatımda hiç bu kadar zorlanmamıştım. O imzanın anlamı benim için Gurur’dan vazgeçmekti. Sevdiğim adamdan vazgeçip ailemi seçmiştim. Tıpkı Gurur’un da benden vazgeçip Leyla’yı seçtiği gibi bende kendi seçimimi yapmıştım.
Bunu yapmamın nedenlerinden biri de kafesin içinde kendimle yüzleştiğimde ben bu kadar gurursuz değilim diyen benliğimdi. Orada yaşadıklarım ve o yüzleşme bana artık kendimi toparlamam gerektiğini göstermişti. Her şerde bir hayır vardır diyenler çok haklıymış. Belki orada kendimle yüzleşmeseydim potansiyelimi fark etmeyecek ve kafesin içindeki rakibime karşılık vermeyecektim. Ya da Şeref’in karşısına geçip onu vurarak Gurur’un yerini öğrenmeyecektim.
Kendim hakkımda keşfettiğim her şeyle sanki biraz daha değişiyordum. Kayıp benliğimi tamamen bulduğumda nasıl bir kadına dönüşeceğimi ben bile bilmiyordum. Gurur ile aramızdaki her şey bugün tamamen bitecekti. Benim için intikamından vazgeçseydi onun için vazgeçemeyeceğim hiçbir şey olamazdı ama bunu yapmamıştı.
Depoya geldiğimde birçok cephanelikle karşılaşmıştım. Babam sessizce bir köşede oturup hazırlanmamızı beklerken raftaki silahlardan birini aldım. Şarjörü kontrol ederken babama son kez planımızdan bahsediyordum. “Aksa saha oyuncusu olmadığı için bilgisayar başında bize yardım edecek.” Aksa takip edeceğimiz güzergahları bizim için seçip rotamızı oluşturacaktı.
Geçeceğimiz her yolu bizim için önceden açacaktı. Aksa bir hackerdi trafik ışıklarıyla bile oynayacağını söylemişti. Düşmanlarımız için trafiği kilitleyebilirdi ya da bizim için yolları açabilirdi. Aksa bu konularda çok yetenekliydi. Kerim amcam, Seçil veya Caner abim sevkiyatı üstlendiğimi öğrenirse sırf beni babamın gözünden düşürmek için işimizi baltalayabilirlerdi. Onlara hiç güvenmiyordum.
Bu yüzden burada değillerdi çünkü babamdan bunu gizli tutmasını istemiştim. Kısa bir an babama dönüp gerginliğini soluyarak derin bir nefes aldım. “Kılıç, Esvet ve Nihat malların içinde olduğu tırların güvenliğinden sorumlu.” Şarjörü kurşunla doldurduğum silahı belime taktım. “Ben, Zaza ve İskender ise boş tırlara eşlik edip ana yolları kullanacağız.”
Masanın üzerine dizdiğimiz cephanelerin içinde ikinci bir silah alıp elimdeki duruşuna baktım. “Kılıç ve ekibi kestirme yolları kullanırken ben ve ekibim sıklıkla tercih edilen yolları kullanacağız.” Elimdeki silahın şarjörünü kontrol edip belimin diğer tarafına taktım. “Biz diğer ekibe zaman kazandıracak yemleriz.”
Başımı çevirip endişeden bembeyaz kesilen babamın yüzüne baktım. “Gurur gelirse diğerlerine zaman kazandırmak için onu karşılayacak ekip biziz.”
Babam sertçe yutkunduğunda hangi birine şaşıracağını bilmiyordu. Silahları ustaca kurcalama mı şaşırsın yoksa korkusuz bir şekilde sevkiyata hazır olmama mı, bilemiyordu. Bana bakınca alışık olduğu o küçük ördeğini göremiyordu. Daha önce Gurur kriz geçirdiğinde onu korumak için ıskalamadan ateş ettiğimi ve abime silah çektiğimi görmüştü. Son günlerde benim hakkımda sık sık yeni şeyler öğrenirken tepki bile veremiyordu.
Ona planımızın detaylarını anlatırken yüzümde zerre kadar korku göremiyordu. “Planımızda hataya yer yok sevkiyatı yapacağız.” Gurur’un ikinci konvoydan haberi olduğunu sanmıyorum. Yeğeni hastanede canıyla uğraşırken gereken araştırmayı yapamadığına çok eminim. Normalde bu sevkiyatla ilgili hiçbir detayı kaçırmazdı ancak konu Karun olunca hiçbir şey düşünecek durumda değildi.
Bu gece için işimize yarayacak her şeyi alıyorduk. Buradaki tüm çantaları kapattığımızda artık hazır olduğumuz için babama döndük. Kılıç bileğindeki saati kontrol edip, “Artık yola çıkmalıyız,” dedi sakince. “Tırlar bu sabah yola çıktı. Türkiye sınırına yaklaşmış olmalılar. Gurur haberi almadan ondan önce tırları karşılamalıyız.” Elimizden geldiğince sevkiyatın bugün yapılacağını gizleyip dışarıya bilgi sızdırmamaya çalışmıştık. Ancak Gurur’un bunu öğrenmesi uzun sürmezdi.
Babam yanımıza gelip tam karşımızda durdu. Bakışları her birimizin üzerinde gezinirken bizim için endişelendiğini gizlemeye çalışıyordu. “Dikkatli olun.” Ne kadar hazır olduğumuzu düşünse de hayatımız için endişeleniyordu. “Ne olursa olsun önceliği kendi hayatınıza verin.” Onu onaylayan mırıltılar çıkardık ama kazanmak için hayatımızı ortaya koyacağımızı biliyordum.
Babam karşımda durduğunda ihtiyar gözlerinde canımı yakan, yüreğimi dağlayan bir şeyler vardı. “Farah,” dediğinde sesi beni kaybetme korkusuyla titremişti. “Hiçbir şey senin hayatından daha önemli değil.” Çenemi tutarak başını kaldırdığında yüzü acıyla kasılmıştı. “Üstesinden gelemezsen eli boş dön kızım ama yeter ki babana geri dön.” Eli boştan kastı ölmektense gerekirse kaybet demesiydi. Hayır, kaybetmeyeceğim.
Ona istediğini verip başımı salladım. “Tavsiyeni unutmayacağım baba.”
Babam beni kollarının arasına çekip sımsıkı sarıldığında tebessüm ettim. İlk görevim olduğu için beni bırakmak istemiyordu. Aslında ilk görevim sayılmazdı çünkü daha önce Gurur’un kumarhanesinde de küçük bir aksiyon yaşamıştık. Gerçi ben orada yaşadıklarıma küçük demezdim çünkü o kafesin içinde ölebilirdim.
Babamdan ayrılmak hiç kolay olmamıştı. Ben eve dönene kadar annemle yolumu gözleyeceklerini biliyordum. Daha fazla kaybedecek zamanımız olmadığı için iki yüz kişiden oluşan araçlarla yola çıktık. Çok fazla adam ve arabayla yola çıkıp tüm dikkatleri üzerimize çekmek istemiyordum. Babam her ne kadar buna yanaşmasa da yanımıza sadece iki yüz kişi almıştım. Bunların yüzü Kılıç’ın sorumlu olduğu tırları koruyacaktı yüzü de benimle olacaktı.
***
Arkamızda büyük bir konvoyla yola çıktığımızda en önde arabayı sürenlerden biriydim. Radyoyu açıp buluşma noktasına kadar sessizlik içinde arabamı sürmüştüm. Saatler süren sıkıcı bir yolculuktu. Türkiye sınırına yaklaştığımızda çoktan akşam olmuştu. Karanlık siyah bir örtü gibi her yeri kuşattığında tüm tırların önceden belirlediğimiz güzergahta bizi beklediklerini görmüştüm. Arabalardan inip tır şoförleriyle ayaküstü biraz konuştuktan sonra ikiye ayrılmıştık. Şu ana kadar her şey yolunda gitmişti.
Kılıç, Esvet ve Nihat önceden planladığımız gibi malların olduğu tırlarla buluşma noktasından ayrılmışlardı. Bizse içi boş olan tırlarla anayola girip ilerlemeye başlamıştık. İşin en zor kısmı şimdi başladığı için birbirimizle irtibat halinde olmak için kulaklıklarımızı takmıştık. Tırların hızına ayak uydurduğumuz için dönüş yolu daha da uzun sürecek gibiydi. Umarım sabah olmadan bu işi bitirebiliriz çünkü dört saatlerdir dönüş yolunda olduğumuz için şimdiden gece yarısı olmuştu.
Kulaklıktan İskender’in, “Amcam kızı biraz mola mı versek?” diyen sesini duydum. “Kaç saattir yoldayız her yerim uyuştu. Tırlar çok yavaş ilerliyor dönüş yolu sabahı bulur.”
“Sabaha kalmamalıyız amcam oğlu.” Bu bizim için çok riskli olurdu. “Bu işi bu gece halletmeliyiz. Yol kavisli diye biraz ağırdan alıyoruz ama birkaç dakikaya bu bozuk yolları geçeriz.”
“Son sürat gitsek bile en az daha yedi saatlik yolumuz var amcam kızı. Her şekilde sabaha kalacağız.” İskender sızlanmayı hiç bırakmıyordu.
“Durmayacağız dedim amcam oğlu. Bizim kaç saatte gittiğimizin bir önemi yok, önemli olan Kılıç ve diğerlerinin sorunsuz bir şekilde menzile ulaşması. Hatırlatayım bizler yemiz, yani işimiz davetsiz misafirleri oyalamak. Bu yüzden de hep hareket halinde olmalıyız.”
İskender’in küfreden sesini duydum. “Yem derken ciddi miydiniz? Zaza bana sözün gelişi öyle dediğinizi söylemişti! Deli kocan karşımıza çıkarsa ölecek miyiz?”
“Ölmemek için direneceğiz.”
“Ya ölürsek?”
“Sabaha selamızı okurlar amcam oğlu,” dediğimde İskender’in ikinci kez küfredişini duydum. “Madem öyle beni niye ekibine aldın! Kılıç piçinin ekibinde olmalıydım!” Ekipteki herkesin gülüşünü duyduğumda bende güldüm. İskender daha yeni olaya uyanıyordu.
Arabayı dikkatli bir şekilde kullanırken tırların sağında, solunda ve önündeydik. Karanlıkta araba kullanmak çok meşakkatli olmasaydı ağrıyan kol kaslarımı esnetebilirdim. “Kılıç?” diye ona seslendim. “Orada her şey yolunda mı?”
Kulağımdaki kulaklıktan Kılıç Aslan’ın sesini duydum. “Herhangi bir problem yok reis,” diye bana takıldı. “Şu ana kadar iyi gittik. Kestirmelerden geçtiğimiz için sizden önce varış noktasında oluruz.” Bunu duyduğuma sevinmiştim.
“Kıçım uyuştu artık şu arabadan inmek istiyorum.” Bu İskender’di. “Haberiniz olsun canım da sıkılmaya başladı.”
“Senin o ota boka sıkılan canını sikeyim!” diyen Nihat’ın sesi çok kızgın geliyordu. “Daha bu sabah nezarette değil miydik lan! Bu sana birkaç gün gitmeli.” Evet, İskender yüzünden bugün de nezarete düşmüşlerdi ve biz Aksa ile yine işin içinden sıyrılmıştık.
“Ne yol bitiyor ne de can sıkıntım geçiyor,” diye isyan etti İskender. “Tesbihim de yanımda değil!”
“Amcam oğlu gözünü seveyim az dayan,” diye ona yalvardım. “Şu işi halledelim valla bak yarın cezaevine girmene bizzat yardım edeceğim. Müebbet alman için elimden geleni yaparım yeter ki dayan.”
Zaza’nın gülüşünü işittim. “Şuna böyle şeyler söyleme. Bu seferde müebbet diye tutturur, nezaretler bile kesmez onu.” Haklıydı!
Gurur’un aradığını görünce çocuklarla olan bağlantımı kesip onun telefonunu açtım. Telefonu açar açmaz, “Neredesin, Farah?” diye sormasıyla buz kestim. Evde olmadığımı biliyor olamazdı, değil mi?
Bilmiyorsa bile pot kırıp kendimi ele vermek istemiyordum. Eğer Gurur eve gitseydi babam ona Aksa’da olduğumu söyleyecekti ve arayıp bana haber verecekti. Babamla böyle anlaşmıştık. Babam arayıp bu konuda bir şey söylemediğine göre Gurur eve hiç gitmemiş olabilirdi.
Sesimi normal düzeyinde çıkarmaya çalışarak, “Bu saatte nerede olacağım?” dedim. “Evdeyim, Gurur.” Rahatlayarak nefesini verdiğini duydum. Bu gece dışarıda olmamı istemediği için rahatlamıştı. Bu demek oluyor ki sevkiyatın bugün yapıldığını biliyordu.
“Sen neredesin?” Açık vermemeye çalışırken sesimi üzgün çıkardım. “Yoksa bugün de eve gelmeyecek misin?” Hastanede Karun’un yanından ayrılmadığı için bir haftadır birbirimizi doğru düzgün hiç göremiyorduk.
Gurur, “Küçük bir işim çıktı beni beklemeden uyu,” diye beni geçiştirdi. “Bu gece de eve gelemem beni bekleyip uykusuz kalma.”
“Peki.”
“Şu kelimeden nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmiyorum,” deyişi küfreder gibiydi. “Uyuz oluyorum her dediğime peki demene.”
“Gurur bak sinirliysen kapatıyorum. Durduk yere hırsını benden çıkarma.”
“Biz kaç yıldır evliyiz, Farah?”
“Küsuratını çıkartırsak üç yıl.”
“Küsuratıyla birlikte sayarsak evliliğimiz boyunca ne zaman hırsımı senden çıkardım?”
“Benimle evlenerek birikmiş tüm hırsını zaten benden çıkardın,” diye homurdandığımda kalbimi hızlandıran o erkeksi gülüşünü duydum. “Uydurma seninle evlendiğimde rehine olmayı bile beceremediğin için o kulübede köle gibi beni çalıştırdın.” Bana sataşarak, “Elinden hiçbir iş gelmediği için yemeklerini bile ben yapıyordum,” diye söylendi.
“Ama artık yemeklerini ben yapıyorum çünkü senin için yemek yapmayı öğrendim.”
Telefonun diğer ucunda küçük bir sessizlik oluştuğunda ne düşündüğünü bilmeyi isterdim. Yutkunuşunu duydum. “Yemek yapmayı benim için mi öğrendin?” Bunu zaten bildiğini sanıyordum.
Tebessüm ederek başımı salladım. “İnsanın dev iştahlı bir kocası olunca onun diline düşmemek için yemek yapmayı öğreniyor.”
“Farah,” diye mırıldandığında sesindeki yoğun duyguyu tüm hücrelerimde hissettim. “Müsait misin görüntülü arayacağım.” Bir anda gerildim.
Görüntülü ararsa evde olmadığımı anlardı. Paniklediğimi anlamasın diye kekelememeye çalışarak, “Bu da nereden çıktı şimdi?” diye sordum. “Sen beni pek görüntülü aramazdın.”
“Canım görüntülü aramak istedi,” dedi kısaca.
“Neden ama?”
İşi yokuşa sürmemle sinirlenerek, “İki yüzünü görelim dedik ne uzatıyorsun?” diye beni tersledi. “Belki kocanı özlemişsindir diye düşündüm sana da yaranılmıyor.” Neredeyse kahkaha atacaktım. Beni özlediğini itiraf edemediği için her şeyi yine üstüme yıkıyordu. Çok dengesizdi.
Issız bir yolda araba kullanırken yalancı bir üzüntüyle dudaklarımı sarkıttım. “Şey… Üstüm hiç müsait değil.”
“Üstünle bir işim yok yüzünü göreceğim.”
“Yüzüm de müsait değil.”
“Niye, banyo mu yapıyor?”
“Yoo,” dedim safça. “Yüzüm yüzümde.”
“Ne güzel,” diyen gülüşü kalbimi eritiyordu. “Yüzünün yüzünde durmasına sevindim.” Sivri dilini konuşturup yine dalga geçiyordu. “Yüzün çıplak değilse onu görebilir miyim?”
“Yüzüme maske yaptım.”
“Uydurma senin o taraklarda işin yok. Çoğu zaman nemlendirici bile sürmüyorsun.”
“Annem dedi ki kocana güzel görünmezsen gözü dışarı kayar.”
“İlla kurşuna dizdirecek bana o avizeyi!” Anneme kızarken nefesini sertçe verdi. “Kafanı böyle sikik şeylerle doldurmasına izin verme.”
“Anneme göre ben yeterince güzel değilim.”
Boş bulunup, “Bana göre ise senden güzel bir şey yok,” diye ağzından kaçırınca nefesim kesilmişti. Beni güzel bulduğunu hep hissettirmişti ama bunu doğrudan ondan duyunca istemsizce heyecanlanmıştım.
Gurur ne söylediğini idrak edince yine lafı çevirip benimle uğraşmasını bekledim ancak bu sefer bunu yapmadı. İçli bir nefesten sonra, “Güzelsin Nemrudun Kızı,” diye itiraf etti. “Sen en güzelisin.” Amacı bana kalp krizi geçirtmekse bu her an olabilirdi.
Yanaklarım ısınmaya başladığında yanımda olup yüzümü görmediğine sevindim. Artık kapatmam gerektiği için, “Uykum geldi,” diye yalandan esnedim. “İyi geceler, Gurur.”
“Sana da Farah.” Telefonu tam kapatacaktı ki aklına ne geldiyse, “Bekle,” diye kapatmama izin vermedi. “Pencere açıksa kapat öyle yatağa gir. Sen hep kapatmayı unutuyorsun sabaha hasta olursan canına okurum. Havaların ısınmasına aldanma geceleri serin oluyor. Üstünü de iyi ört ve siktiğim battaniyeyi uykunda tekmeleyip durma! Her gece kalkıp senin üstünü örtecek değilim.” Bunları söyledikten sonra telefonu kapatmıştı. Zaman durmuş gibi bir an donup kaldım. Geceleri kalkıp üstümü mü örtüyordu?
Boşandığımızda hayatımın her anında onun yokluğun arayacağımı bilmek bana acı veriyordu. Daha şimdiden o kadar çok özlemiştim ki Gurur’un olmadığı bir hayata hiç hazır değildim. O belki bensiz de yaşayabilirdi ama ben onsuz yarım ve eksik kalacaktım.
***
Saat gecenin üçüydü ve hiç mola vermeden araba sürmek hepimizi çok yormuştu. İstanbul’dan çıktığımızdan beri şu saate kadar direksiyon başındaydık. Kulaklıktan iletişim halinde olduğumuz için birbirimizin hep esneyen sesini duyuyorduk. İskender direksiyon başında uyumasın diye elimizden geldiğince havadan sudan konuşup onu oyalamaya çalışmıştık. İskender normalde bile hep uyuklayan biri olduğu için kaza yapmasını istemiyorduk.
Biz direksiyon başında yorgun düşmüştük Aksa’da orada bilgisayar başında. Hepimizin eve döndüğünü görmeden uyumayacağını biliyoruz. Zaten uyumamalıydı da çünkü yolun kontrolü ondaydı.
Gözümü yoldan ayırmadan en önde araba sürerken bir anda beliren sisle hızımı biraz düşürdüm. “Çok garip,” diye mırıldanırken içime sinmeyen bir şeyler vardı. “Evet, hava bulutlu ama bu sis normal değil,” dedim telefonun diğer ucundaki çocuklara. Arkamdaki araçlara sinyal vererek arabayı durdurdum. “Bu siste nereden çıktı?”
Çok yoğun bir sis olduğu için arkamdaki konvoy durmuştu. Sis sandığım şeyin zehirli bir gaz olma düşüncesi beni endişelendirdiği için yan koltuktaki siyah yazmayı aldım. Birkaç kez fular gibi kullandığım oyasız yazmayı bir peçe gibi kullanarak yüzümü kapattım. Arabadan indiğimde karanlığın üzerine sinen yoğun sisten ötürü hiçbir şey göremiyordum. Peçenin altında havayı soluduğumda herhangi bir kimyasala maruz kalmadım ama bu siste normal değildi.
Tır şoförleri bu sevkiyatın tehlikelerini bildiği için araçlardan kalırken tüm korumalar arabalardan inmişti. Onları arabaların yanan farlarından güçlükle görüyordum. Dağın başında bir Allah’ın kulunun geçmediği ıssız bir yoldaydık. Burada kuş uçmazken ansızın bizi içine çeken gri dumanla arabalardan inmek zorunda kalmıştık.
Tüm korumalar bana doğru yürürken, “Bir terslik var,” dedim endişeyle. Hislerim göremediğim bir tehlikeyi sezmiş gibi alarm vermişti.
“Orada her şey yolunda mı?” Esvet’in sorduğu soruya cevap vermem için önce burada olanları anlamalıydım.
İskender, Zaza ve tüm korumalar yanıma geldiğinde hepimiz tedirginlik içinde etrafımıza bakıyorduk. Sisin yoğunluğu gittikçe artarken hava karanlık ve soğuktu. Etrafımızda sadece bu ıssız arazide yeşeren birkaç ağaç ve bir baykuşun titrek ötüşü vardı. Bizden başka hiçbir canlı izine rastlanmıyordu. Tam onlara arabalara dönmemiz gerektiğini söyleyecektim ki arkamda patlayan bir kurşun geceyi yardı.
Korumalardan biri, “Tuzak!” diye bağırdığında hemen bir yerlere dağılmaya başladık. Herkes silahına davrandığında birbiri ardına patlayan silahlar üzerimize kurşun yağmuru yağdırdı. Son anda kendimi bir arabanın arkasına attığımda kurşunun metale çarparak çıkardığı sesler tüylerimi diken diken etmişti.
Davetsiz misafirlerimizin ilk saldırısı arabaların farlarına olmuştu. Üst üste ateş ederek buradaki tüm arabaların farlarını patlatmışlardı. Şimdi bu dağın başında tek bir ışık yoktu. Karanlık ve sisi kullanarak bizi kıskıvrak yakalamayı düşünüyorlardı. Korumalar saklandıkları yerden karşılık verirken iki tarafta birbirini göremiyor, karşı taraftan gördüğü her gölgeye ateş ediyorlardı.
Diz çöktüğüm yerde sırtımı arabaya yaslarken, “Amcam oğlu?” diye kulaklıktan İskender’e seslendim. “Sen iyi misin?”
“Beni merak etme amcam kızı.” İskender’in sesi garip bir şekilde heyecanlı geliyordu. “Tam da uyuklamaya başlamıştım biraz aksiyon iyi gelir.” Bense korku ve stresten ölebilirdim.
“Zaza?” dediğimde kuzenimin gülen sesini kulaklıktan işittim. “Beni de dert etme hanım ağam çünkü şu yüksek tepeye çıkıyorum. Yerimi aldığımda tüfeğimdeki termal dürbün sayesinde karanlıkta bile hepsinin vücut ısısını görürüm. Birazdan onları kuş gibi tek tek avlayacağım.” Şükürler olsun ki şimdilik o da iyiydi.
Üzerimize yağan kurşunlar yüzünden saklandığım yerden kafamı çıkartamazken, “Kılıç?” dedim bu sefer. “İstanbul’a girdiniz mi?” Tek düşündüğüm onlardı çünkü onların koruduğu araçlar bizim için çok önemliydi.
Esvet’ten onaylayan mırıltılar duydum. “Kırk dakika önce İstanbul’a girdik. Gurur’un eğer bizden haberi olursa tırlar alıcının deposuna ulaşmadan bir şekilde sabote eder. İşi batırmak için burada olmasına gerek yok. Ne demek istediğimi anlıyor musun kuzen?” Bunu söylemekten nefret ediyormuş gibi sıkıntı içinde, “Çok az kaldı,” dedi. “Biz sevkiyatı bitirip para takasını yapana kadar Gurur sizdeki tırların boş olduğunu anlamamalı.” Onu oyalamalıydık.
“Anladım.” Derin derin nefesler alıp saklanmayı bırakmak için kendimi cesaretlendirmeye çalışıyordum. “Esvet hızınızı arttırın. Elimizden geldiğince onları bizdeki tırlardan uzak tutmaya çalışacağız ama fazla direnemeyiz. Aksa onlar için trafik ışıklarıyla oynayıp yolu aç. Gelenler sayıca bizden çok fazla gibi ne kadar dayanırız bilmiyorum!” Karşı taraftan gelen silah seslerinden sayıca çok fazla olduklarını anlıyorduk.
“Merak etme o iş bende,” dedi Aksa. “Teşkilatın radarına takılmam an meselesi ama bir süre daha trafik işaretlerinin içinden geçebilirim.” Aksa bir süre duraksayıp daha sonra, “Farah,” diye fısıldadı. “Dikkatli ol kardeşim.” Bunu deneyecektim.
Birkaç kez derin derin nefesler alıp belimden çıkardığım silahın emniyetini açtım. Saklandığım yerden yavaşça dönüp kafamı dışarı çıkardım. Sis ve kurşunların bıraktığı barut izi midemi bulandırırken artık üzerime sıktığım parfümün ucuz kokusunu bile alamıyordum. Bu parfümü ilk kez Gurur’un kumarhanesi girerken sıkmıştım ve bu ikinci kullanışımdı. Bu tür operasyonlarda kimse beni tanımasın diye üzerimdeki kokuya kadar her şeyi değiştiriyordum.
Birkaç kurşun saklandığım arabaya çarpıp küçük bir kıvılcım çıkartırken karşı taraftan birinin gölgesini güçlükle gördüm. Bir an bile tereddüt etmeden tetiğe bastığımda onu kolundan vurduğuma çok emindim. Bu gece ne olursa olsun kimseyi öldürmeyi düşünmüyordum. Onlarda ölümcül bir yara bırakmadığım sürece yaralamayı sorun etmiyorum ama asla öldürmemeliydim. Bir katile dönüşmek istemiyordum.
Yerim tespit edilmesin diye tekrar arabanın arkasına saklanıp birkaç saniye sonra dışarı çıkıp tekrar ateş ettim. Dışarı çıktığım o an tekrar geri çekilmek için sadece birkaç saniyem oluyordu. O birkaç saniyelik zamanda yakaladığım her gölgeyi ya bacağından ya da kolundan vurmaya çalışıyordum. Çatışma hız kesmeden devam ettiği için kurşunların kulaklarımda bıraktığı tiz ses yüzünden kulaklarımdaki basınç çok rahatsız ediciydi.
Üzerimize yağan kurşunlar sisli geceyi yarıp yan tarafımda acı bir inleyişe neden oldu. Başımı çevirdiğimde bir korumanın karnını tutarak yere yığıldığını güçlükle görebildim. Kaşlarım çatıldı. Benim aksime karşı taraf öldürmek için ateş ediyordu. Sıktığım dişlerimin arasından, “Zaza!” dedim. “Yerini aldın mı?”
Kara bulutların arkasına saklanan ayın yaydığı cılız ışık hüzmesi bile karanlığımızı aydınlatamazken Zaza’nın, “Evet,” diyen sesini duydum. “Merak etme karşı tarafta kayıp vermeye başladı kuzen. Dikkatli olun o piçlerin de keskin bir nişancısı var! Onu bulmaya çalışıyorum.”
Derin bir nefes alıp hızlıca pozisyonumu aldım. Kafamı dışarı çıkarttığım gibi karşı taraftan birini daha vurdum. Zaza atışımı yakalamış olmalı ki, “Onu karnında vurdun,” dedi sitemle. “Öldürmeye ateş etmelisin. Bu kadar merhametli olmayı bırak.” Birinin ölümünün sorumluluğunu alamam. Umarım burduğum kişilerde ölümcül bir yara açmamışımdır.
Çatışma hiç hız kesmedi. İki taraftan da ciddi kayıplar verilmeye başlamıştı. Abartısız yarım saat boyunca karanlık geceyi silah sesleriyle doldurduk. Aradan geçen her dakikayla iki tarafta yorulmaya ve kurşunları azalmaya başlamıştı. Silahımdaki son yedek şarjörü kullanıyordum. Arabalara çarpan kurşunların metalde bıraktığı uğultulu sesler beni sağır edebilirdi.
Ciğerlerime kadar kan ve barut kokusuyla dolmuştum. Kısa bir anlığına koku alma duyumu yitirmiş bile olabilirim belki de bu kan ve barut kokusu uzun süre beni bırakmayacaktı. Herkes saklandığı yerde siper almış ortaya çıkan herkese ateş ediyordu. Aradan geçen zaman şarjördeki kurşunların tükenmesine neden olduğu için artık kurşunlarımızı daha dikkatli kullanıyorduk.
Arabanın arkasından çıktıkça attığım her kurşun karşı taraftan birini indirdiği için onların radarına takılmıştım. Kurşunların çoğunu benim olduğum tarafa sıkıp beni çapraz ateşe almışlardı. İskender saklandığı yerden bana ateş edenleri vurmaya çalışıp bana biraz nefes aldırıyordu. “Az dayan amcam kızı,” diyen sesini duyduğumda gözlerimin ardı sızladı. “Ben iyiyim amcam oğlu sen kendini koru.” Babama onun ölüm haberini vermekten ödüm kopuyordu. Kardeşinden sonra İskender’i de kaybetmek babamı yıkardı.
Patladıkça kırmızı ışıklarla aydınlanan silahlar birbirini hedef alıyordu. Zaza çıktığı tepede ateş ederek bize yardım ediyordu ama İskender ile ikimiz sahanın tam ortasındaydık. Her an kör bir kurşunun kurbanı olabilirdik. Ateş edip tekrar delik deşik olan arabanın arkasına saklandığımda sert bir kurşun iz bırakarak arabaya saplandı.
Artık silah tutan bileğim bile ağrıyordu ve geriye son kurşunumun kaldığını biliyordum. Sadece tek bir kurşunum kalmıştı ve en yoğun benim olduğum tarafa ateş ediyorlardı. Umutsuzluğa kapılmaya başlayarak, “İskender,” diye fısıldadım. “Özür dilerim.”
Sertçe yutkundu. “Benden neden özür diliyorsun, Farah?”
Geçmişin pişmanlığıyla gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. “Daha çok yanında olmalıydım.” Amcam öldükten sonra onunla birbirimizden kopmuştuk. Amcamın oğlu olmasına rağmen İskender ile doğru düzgün hiç anımız yoktu. “Üzgünüm amcam oğlu sana gelemeyecek kadar korkaktım.”
İçimi yakıp boğazımda bir düğüm oluşturan yakıcı bir nefesten sonra, “Eğer olur da buradan sağ çıkamazsak üzgün olduğumu bilmelisin,” dedim fısıltıyla.
İskender bir süre hiç konuşmadı. Sisin içinde onu kaybetmişken yüzünü görmeyi isterdim. “Senden yana bir kusur yok, Farah.” Onun da bazı pişmanlıkları olduğunu içli çıkan sesinden anlamıştım. “Varsa da sorun değil amcam kızı, canın sağ olsun.”
Bir kurşun sol omzumun yakınından geçerken dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. “Buradan çıkarsak birlikte bir şeyler yapar mıyız?” diye sorduğumda bu geceyi atlatabileceğimize dair hiç ümidim yoktu. “Belki dışarı çıkıp bir çay içeriz.”
İskender’in acı dolu iniltisini duyduğumda hıçkırmamak için ellerimi dudaklarıma bastırdım. Vurulmuştu. “İçeriz,” deyişi acı doluydu. Canı yanıyordu ve bu sesine yansıyordu. “Belki birlikte uçurtma da uçururuz. Çocukken yaptığımız gibi.”
İskender vurulmuştu ve tüm ekip bunu anlamıştı. “Sikeyim!” diyen Kılıç’ın sinirli ve çaresiz sesini duydum. “Orada olmalıydım!”
Esvet korkuyla, “Çok mu kötü?” diye sordu. “İskender cevap ver yaran ne durumda!”
“İyiyim,” diyen sesi şimdilik hepimize nefes aldırmıştı ama şimdilik. “Ben iyiyim kurşun kolumu sıyırıp geçti ama Farah’ı burada çıkarmanın bir yolu olmalı.” Bu haldeyken bile kendinden çok beni düşünüyordu. “Kızı ateş hattına aldılar. Zaza kimseyi Farah’a yaklaştırma!”
“Mermilerim bitmek üzere,” dedi Zaza. “Piçler bir ordu dolusu adamla gelmişler. Farah sana biraz zaman kazandırmaya çalışacağım oradan çıkmalısın.”
“Ben iyiyim sen kurşunlarını tırları korumak için harca!” Karşı taraftan kimseyi tırlara yaklaştırmamalıydık. Önceliğimiz tırların boş olduğunu onlardan gizlemekti.
Ardına saklandığım araba delik deşik olurken küçük bir boşluk bulup arabanın arkasından çıktım. Silahımı belimin arkasına takarken koşarak başka bir arabanın arkasına geçtim. Onlardan gizlenmeliydim çünkü Zaza’dan daha çok adam vurmuştum. Hiçbirini öldürmediğime eminim ya da ben böyle olmasını umuyordum. Belki öldürmemiştim ama hepsini etkisiz hale getirmiştim.
Karşı taraftan bir tetikçi termal dürbünle beni izliyor olmalı ki nereye kaçarsam kaçayım bana ateş ediyordu. Anlaşılan birilerinin kuyruğuna fena basmıştım. Göz gözü görmeyen bir karanlıkta peşimdeki tetikçiden kurtulmak için daha güvenli bir yere saklanmak için koştum.
Tetikçiden saklanmak için koşarken birine çarptım. Karanlık ve sisten hiçbir şey göremiyor olabilirdik ama peşimdeki tetikçi beni termal dürbününde görebiliyordu. Açık alandayken beni vurmadıysa bunun tek bir nedeni olmalıydı. İşimi bitirme zevkini çarptığım kişiye bırakmıştı. Onlarda kulaklıktan birbirleriyle iletişim halinde olmalı ki beni izleyen tetikçi ona yerimi tarif etmişti. Bu yüzden ona çarpmıştım.
Bu gelen kişi vurduğum onca adamın intikamını benden almak için bizzat gelmişti. Canını çok sıkmış olmalıyım ki ona çarpıp geriye çekildiğim an kaçmayayım diye silahına davranmıştı. Karanlık ve yoğun gri sisten fiziki özelliklerini bile görmüyordum ama gölgesinin hareketinden silahını kaldırdığını anlamıştım. Ateş etmesine izin vermeden onu hazırlıksız yakalayıp bileğine sert bir tekme atarak elindeki silahı düşürdüm.
Benden kurtulması o kadar kolay olmayacaktı.
Silahını düşürdüğümde sisin içinde yüzüme doğru gelen bir yumruğu son anda görüp başımı eğdiğim gibi ondan kurtuldum. Ancak doğrulduğum an karnıma yediğim bir yumrukla geriye sendeledim. Karnımı tutarken dudaklarımdan çıkmak üzere olan iniltiyi son anda durdurmuştum. Hayatımda daha önce hiç bu şiddette bir yumruk yememiştim. Nevra’nın yumrukları bile bunun yanında hafif kalırdı.
Karnımı delip beni iki büklüm edecek şiddette bir darbeydi. Kendimi toparlamak için derin derin nefesler alırken dişlerimi sıkıyordum. Hayvan gücüne sahip insanların topluma çıkması yasaklanmalıydı. Başımı güçlükle kaldırınca ona dair herhangi bir iz bulamadım. Adım seslerini duyuyordum ancak nerede olduğunu göremiyordum. Sanki her yerdeydi.
Bu her kimse bana kıyasla gece görüşü çok daha iyiydi. Bense karanlık çöktüğünde yarı kör olan insanlardandım. Çatışmanın başında beri belirsiz gölgeler dışında hiçbir şey görememiştim. Adam karanlığı avantaja çevirip sisin içinde hareket ederek etrafımda dolanıyordu. Sanki bana yaşattığı bu korku ona sadistçe bir zevk veriyordu.
Darbenin nereden geleceğini bilmediğim için kendi etrafımdan dönerek onu bulmaya çalışıyordum. Ayaklarıma çarparak yere düşen bir şeyle irkildim. Yoğun duman ayaklarımın altından başlayıp beni içine hapsedince nefes alamadığımı hissettim. Birileri tam benim bulunduğum yere yeni bir sis bombası atmıştı. Soluğum kesildi. Her şey planlıydı.
Karşı taraftan artık kimse benim olduğum yere ateş etmiyordu çünkü görüşümü iyice engelleyerek işimi bitirmeyi etrafımda dolanan adama bırakmışlardı. Tetikçileri onu korumak için bizden ona ateş etmeye çalışan herkesi vuruyor, ikimizin kozlarımızı paylaşmamız için gerekli alanı oluşturuyordu. Bana ateş etmedikleri gibi ona ateş edilmesine de izin vermiyorlardı.
Ayaklarımın altında yükselen yoğun sisin içinde nefes almaktan güçlük çekerken sürekli kendi etrafımda dönüyordum. Neredeydi? Etrafımdaki yoğun sis sarhoş edici derecede burnumdan ciğerlerime ulaşıp gözlerimi yakıyordu. Sisle karışan nemli havanın acı tadını dilimin üzerinde hissederken her nefes alışımda göğüs kafesim sıkışıyordu. Yüzümdeki peçede nefes almamı güçleştiriyordu. Gözlerimi karanlığa alıştırmaya çalışırken adım seslerinden onu bulmaya çalışıyordum.
Bir darbe tam sırtıma.
Öne doğru savrulduğumda omurgamda ağır bir sızı hissettim. Acım ıslak havanın derinliklerine çekilirken hemen arkamı döndüm fakat yine onu bulamadım. Her uzvum korkunun soğuk pençeleri tarafından ele geçirilmişti. Nefes alışlarım duyulacak kadar hızlanmışken kalbimin sesi aldığım soluklara çarpıyordu. Korkunun bu kadar net hissedildiği ve somutlaştığı bir anım daha olmamıştı.
Yeni bir darbe tam yüzüme.
Sisi bıçak gibi yaran bir yumruğun varlığını güçlükle gördüğümde geriye çekilme şansım olmadı. Suratıma çarpan yumruk beni geriye savurup yere düşürmüştü. Nereden geldiğini göremediğim bir düşmana karşı kendimi savunamıyordum. Kalçamın üstüne sertçe düştüğümde birbirine çarpan dişlerim zangırdadı. Burnumu sıyırıp dudaklarıma çarpan yumruğu yüzünden dudaklarım patlamış, o anın etkisiyle dilimi ısırmıştım.
Dişlerimi kırıp dökmediği için şanslıydım. Isırdığım dilim yüzünden ağzımda aldığım kanın metalik tadı midemi bulandırmıştı. Kanın o tuzlu tadını peçeden dolayı tüküremediğim için yutmak zorunda kalmıştım. Burnumun direğini sızlatıp gözlerimin ardını yakan sert bir darbeydi. Beni yere düşürdüğünü biliyordu ama bunu kullanıp bana saldırmadı. Bu kadar kolay ve hızlı bir şekilde işimi bitirmeyecek kadar hastaydı.
Karanlık sisin ona kattığı gizemi ve bana yaşattığı çaresizlikten haz alıyordu. Avıyla oynamaktan zevk alan bir psikopattı. Kendimi güçlükle toparlayıp ayağa kalktığımda adım seslerini tam arkamda duydum. Kalbim patlama noktasına gelirken irkilerek arkama döndüm ama yoktu. Onu yine kaybetmiştim. Endişe verici olansa adım seslerini her yerde duyacak kadar beynimin bana oyun oynamasıydı. Artık kafamın içinde bile onun ürkütücü adım seslerini duyuyordum.
Etrafımızdaki çatışma olağan hızıyla devam ediyordu ancak kurşunların biri bile bize değmiyordu çünkü onun adamları bunun olmasına izin vermiyordu. Etrafımda daireler çizen adım sesleri beni delirtmek üzereydi. Duyduğum tek şey patlayan silahlar ve onun adım sesleriydi. Kulaklarımda yankılanan ama hiçbir koşulda görülemeyen adım sesleri…
Onun uğursuz adım seslerini duydukça kendi etrafımdan daha çok dönüp nereden çıkacağını kestirmeye çalışıyordum. Bir adım ileri bir adım geri gidiyordum ancak yerimde fazla kıpırdayamıyordum. Gözlerim bu sisli karanlığın içinde bir türlü onu göremiyordu. Kaçmak için her yolu arıyordum ama sanki bunu denediğim an karşımda belirecekti. Korkunun parmakları her parçamı sarıp beni kıskıvrak yakalamıştı.
Ve bir darbe tam kaburgama.
Nereden geldiğini göremediğim bir yumruk sisi delip kaburgama çarparak beni bir kez daha yere serdi. Arkaya savrulup dizlerimin üzerine düştüğümde nefes alamadım. Denedim ancak ciğerlerime bir gram nefes gitmedi. Kaburgalarımın çatırtısını hissettiğimde her biri kırıldı sandım. Göğüs kafesimde başlayan sarsıcı acı gözlerimden birkaç damla yaşın süzülmesine neden olmuştu. Sanki kaburgalarımdan bazıları kırılmıştı veya ben öyle sanıyordum.
Yumrukları bir boğayı bile devirecek kadar şiddetliydi.
Histeri bir krizle titrerken güçlükle içime çektiğim her nefes beni ağlatma raddesine getirecek kadar canımı yakıyordu. Direniyor ve hıçkırıklarımı içime hapsediyordum ama canım çok yanıyordu. Kendimi zorlayıp ellerimi asfaltın taşlarına bastırarak ayağa kalktığımda dizlerim titriyordu. Ayakta zor duracak kadar acı çekiyordum.
Hızlı hızlı nefesler alırken göğüs kafesimdeki acıyı bastırmaya çalıştım. Zihnimde düşmanımın her hararetini hissedebiliyor ama gerçekte onu göremiyordum. Gözlerimi kapatıp birkaç kez derin derin nefesler almaya başladım. Artık bunun bitmesini istiyordum. Etrafımda halka çizen adımları duymak beni delirtecekti. Darbenin nereden geleceğini bilmemek ise aklımı kaçırmama neden olacaktı. Bana nasıl işkence edeceğini iyi biliyordu.
Ağır adımlarla bir yırtıcı gibi etrafımda döndüğünü hissettiğim her an korkuyla doluyordum. Artık bu işkenceyi benim için bitirmesini istiyordum. Bana bu gerilimi yaşatmasındansa öldürmesini yeğlerdim. Gözlerimi açtığımda henüz nefes alışlarım düzene girmemişken soğuk nefesini ensemde hissetmiştim. Tüm tüylerim diken diken olmuştu. Hemen arkamdaydı bunu hissedebiliyordum.
Bana yaşattığı korkuyla donup kaldığımda iri eli saçlarımı kavrayıp onları yumruğuna doladı. Boynumu kırmak istercesine saçlarıma asılınca başım arkaya doğru gerildi. Bıçağının keskin ucunu boynumda hissedince işimi bitirmeye karar verdiğini anlamıştım. Beni saçlarımdan yakaladığı için hiç kıpırdayamazken kemiklerime kadar titredim. Boynumu keserek beni öldürecekti.
Bıçağı boynuma bastırdığı an hızlı düşünüp kolumun dirseğini karın boşluğuna geçirdim. Boynumdaki kolunu yakalayıp öne çektiğimde bıçak boynumu çizmişti. Saçlarımın yolunmasını umursamadan tüm gücümle öne atılıp kafamı kolunun altından çıkartabilmiştim. Ona doğru döndüğüm gibi sıktığım elimi suratına geçirdim. Gözleri kör eden sisin içinde onu göremesem de suratında iyi bir sızı bıraktığıma emindim.
Onda bıraktığım darbe onu kızdırdığı için gırtlağından çıkan hırlamayı andıran sesle nerede olduğunu bulabildim. Sesin geldiği yöne atılıp tekrar yumruk attım ve tam isabet. Neresine vurduğumu bilmiyorum ama tahminimce karın boşluğuna iyi bir yumruk yemişti. Onun aksine ben ona kendini toparlama şansı tanımadım. Gölgesini görünce ileri atılıp havaya sıçrayarak kafasının yan tarafına sert bir tekme attım. Bu onu sendeletmeye yetmeliydi.
Attığım tekmeyle beyninde yoğun bir basınç hissettiğine eminim. Karanlığı tanımayan gözlerime düşmanımı göstermeye çalışırken onun öfkesini soludum. Hızla bana yaklaşıp sisi delen yumruğu karnımla buluşunca beni birkaç adım geriye itti ama acıya gözlerimi yumup karşı koydum. Kaçmak yerine aramızdaki mesafeyi kapattım ve dizlerine attığım tekmeyle onu yere düşürdüm.
Gözlerimi sulandırıp görüşümü engelleyen sis bombaları yüzünden doğru düzgün hiçbir şey göremiyordum. Ancak onu yere düşürdüğüm an suratına yeni bir yumruk atmayı başarmıştım. Bir kurşun kolumu sıyırarak beni geri püskürtmüştü. Can sıkıcı tetikçileri dikkatimi dağıttığı için göremesem de hemen ayağa kalktığını biliyordum.
Yerini tespit etmek için kendi etrafımda döndüğümde adım seslerini tam karşımda duydum. Hemen geriye çekilip karnının yan tarafına tekme atarak onu sersemletmeye çalıştım ama istediğim şiddette vuramadım. Ayağımı belinin yan tarafından yakalayıp kendine doğru sertçe çekince dengemi kaybedip ona doğru savruldum.
Onun göğsüne çarpınca ellerimi omzuna bastırdım ve başımı geriye çekip suratına kafamı geçirdim. “Sikeyim!” Duyduğum sesle kaskatı kesilmiştim. Sesli bir şekilde yutkunurken öylece kalmıştım. Bu konuşan Gurur’dan başkası değildi.
Ben onca zamandır Gurur ile mi dövüşüyordum?
Bir anda her şey durmuştu.
Gurur’un sesini duymamla az önce boğazıma yasladığı o bıçağın kalbime girdiğini hissettim. Zihnimde yankılanan tanıdık sesiyle onun kolları arasında titremeye başlamıştım. Canımı yakan, beni korkuyla besleyen ve bana psikolojik işkence uygulayıp beni öldürmeye kalkışan Gurur muydu? Gözlerim titreştiğinde sanki tüm dünyam kararmıştı. Bir anda her şey yıkılmış ve anlamsızlaşmıştı. Saçlarımı bile okşamaya kıyamayan eli bugün saçlarımı yumruğuna dolayıp onları acıtmıştı.
Parmaklarının tersiyle yüzümü okşayan eli dudağımı patlatmış ve bana kendi kanımın tadına baktırmıştı. Bir ah edişimle içi sızlayan adamın yumrukları kaburgalarımı delim içimi yakmıştı. Boynumu kendisine yuva kılan adam bıçağını boynuma yaslamış ve beni öldürmeye kalkışmıştı. Biliyorum tüm bunları karşısındaki kişinin ben olduğumu bilmeden yapmıştı ama bu üzülmeme engel değildi.
Bu gece Gurur’un acımasız ve korkunç yüzüyle tanışmıştım.
Tüm düşmanlarına böyle psikolojik ve fiziksel şiddet mi uyguluyordu? Etrafımda döndüğü anlarda bana yaşattığı korkuyu tarif bile edemiyordum. Durdum ve beni görmesine izin verdim. Şimdi onun için sarsıcı anlar başlıyordu. Bir bacağımı baldırımdan kavrayıp belinin yan tarafından tuttuğu için tek ayağımın üzerinden duruyordum. Ona yapışmış bir vaziyetteyken bu yakınlıkta artık yüzünü görebiliyordum. Birazdan o da benim yüzümü görecekti.
Onu bu kadar uğraştırdığım için çok kızgındı. Çatık kaşları neredeyse birleşmişti ve kaşlarının arasında derin çizgiler vardı. Düşmanını kıskıvrak yakalamışken bana olan bakışları fazla deliceydi. “Bakalım kimmişsin sen!” Boştaki elini kaldırıp yüzümdeki siyah peçeyi sertçe aşağıya çektiğinde gördükleriyle yeşil gözleri irileşti. “Farah?” derken şaşkınlıktan sesi kısık çıkmıştı.
Gurur’un adımı söylemesiyle taktığı kulaklıktan onu duyan tüm adamları bir anda ateşi kesmişti. Burada olduğumu anladıkları an çatışmayı durdurmuşlardı çünkü hiçbiri kazayla beni vurup Gurur’un hiddetini üzerine çekmek istemiyordu. Onlar ateş etmeyi bırakınca bizimkilerde ateşi kesti. Karşı tarafın adamları arabaların farlarını yakınca artık Gurur ile birbirimizi daha iyi görüyorduk.
Peçenin altında benim yüzümün çıkması Gurur’u bozguna uğratmıştı. Adamlarını gözlerinin önünde vuran ve dakikalardır ona soğuk terler döktüren kadın onun karısı çıkmıştı. Ne kadar kabul etmek istemese de onu zorlayan bir rakip olmuştum. Onu böylesine uğraştıran kişinin ben olacağım aklına bile gelmezdi.
Soluksuz bir şekilde beni izlerken değişen yeşil gözlerini gördüm. Gözlerindeki değişimin ve ruhundaki karmaşanın sebebi bendim. Evde olduğuma çok emindi ancak bu gece beni tam karşısında bulmuştu. Korkak sandığı karısının bir çatışmaya liderlik edeceği aklının kenarından bile geçmemişti. Onunla çatışmaya girmiş, yakın dövüşte bulunmuştum ama beni tanıyamamıştı çünkü kokuma kadar her şeyimle kendimi gizlemiştim.
Yüzümü kapatan peçe, barut ve kan kokuları benim de onun kokusunu solumama engel olmuştu. Karı koca birbirimize zarar verirken karşımızdaki kişinin kim olduğunu anlayamamıştık. Bu gece beni silahlı bir çatışmanın içinde görmek Gurur için beklenmedik kötü bir sürprizdi. Bir seferinde bana kendimi korumayı öğretmeye çalışmıştı ve ben yumruk bile atamamıştım. Daha doğrusu ona böyle düşündürtmüştüm.
Beceriksizliğim yüzünden bana kızan adamın burnu benim attığım yumruklar yüzünden kanıyordu. Artık sandığı kadar boş bir insan olmadığımı biliyordu. Vurduğum her adamıyla silah kullanmakta ustalaştığımı ve onunla olan müsabakamda dövüşmeyi bildiğimi artık öğrenmişti. Bu onu dehşet verici bir derecede şoke etmişti.
Gözlerinin yeşil irisleri büyüdüğünde bunca zaman ona yaşattığım yanılgının içinde bir gerçek aradı lakin bulamadı. Başından beri ona bir yalanı yaşattığımı düşündükçe ifadesi sertleşiyordu. Gözleri kanayan dudaklarımı, dağılan saçlarımı ve boynumdaki bıçak çiziğini takip ettikçe ellerimin yaslı olduğu göğüs kafesi geriliyordu. Omuzları taşa dönüşürken baştan ayağa titremişti.
Bana zarar verip beni incittiğini gördükçe yüzü bembeyaz olmuştu ve az kalsın beni öldürecek olma ihtimaliyle can çekiştiğini görebiliyordum. Çoğu zaman öpmek istediği ama bunu yapmamak için kendine direndiği dudaklarımdaki hasara bakmak onda büyük bir suçluluk yaratmıştı. Burnunun direği sızlamış gibi kaşları bükülmüştü.
Yüzümün her yanına dağılan saçlarıma baktıkça onları yumruğuna nasıl doladığını, canımı yakarak saçlarıma nasıl asıldığını hatırladı. Nefes dahi alamadı. Oysaki Gurur saçlarımı sevmişti. Onlara dokunmayı, onlarla oynamayı sevmişti. Saçlarımı beceriksizce örmeye çalışırken siyah tutamlarımın parmaklarının arasından kaymasını, avucunda yarattığı hissi sevmişti. Şimdi ise saçlarımın her bir teli ona küsmüştü çünkü en çok saçlarımı acıtmıştı. Parmaklarının arasında bile yolunan saçlarım vardır.
Ve gözlerinin son durağı boynum oldu. Tek bir öpücük için kıvrandığı, dudaklarını bastırıp dakikalarca kokusunu içine çektiği boynumdaki bıçak çiziği ona aklını kaybettirebilirdi. Bu izi onun açtığını öğrenmek yeşil gözlerinin dolmasına neden olmuştu. Gurur nadiren acısını dışa vururdu ve şimdi onun gözleri yoğun bir acıyla titreşiyordu. Korumaya çalıştığı, gözünden bile sakındığı bir kadına bu gece zarar vermişti. Bunun üstesinden hiçbir zaman gelemeyeceğini biliyordum.
Ya ona engel olmasaydım? Ya beni öldürseydi ve bunu çok sonradan anlasaydı? Bunu düşündükçe tüm vücudu histeri bir krizle sarsılıyor, beni daha sıkı tutuyordu. Sanki iyi olduğumu hissetmeye ihtiyacı vardı. Dudakları bir şey söylemek için aralandı ancak hiçbir şey söyleyemedi. Kaşları acı verici bir ifadeyle büküldüğünde inanamayan gözlerle yarattığı enkaza bakıyordu.
Bana verdiği yaralar onu çıldırtma noktasına getiriyordu. Yaşadığı pişmanlığı ve suçluluk duygusunu gerilen yüzünün her zerresinde görebiliyordum. Gurur bile isteye beni incitecek biri değildi. O esnada karşısındaki kişinin ben olduğumu bile bilmiyordu. Bu bir nebze olsun bana yaşattığı acıyı dindiriyor, ona kızmama engel oluyordu. Ancak gerçek ne olursa olsun Gurur bugün burada olanlar için kendini affetmeyecek gibi görünüyordu.
Ve sonra daha geniş bir pencereden olanlara bakmaya başladı. Yaptıklarının tek suçlusunun o olmadığını, bunda benim de payım olduğunu nihayet idrak etmişti. Beni aradığında ona evde olduğumu söylemiştim. Sevkiyata katılıp katılmadığımı anlamak için beni aramıştı ve ben onu kandırmıştım. Eğer ona gerçeği söyleseydim belki de tüm bunlar hiç yaşanmayacaktı ve beni incitmekten kaçınacaktı. Evet, olanların tek suçlusu o değildi.
Ne yazık ki ona yalan söylerken bende işlerin bu noktaya geleceğini bilememiştim. Amacım sadece bu Allah’ın cezası sevkiyatı sorunsuz bir şekilde yapmaktı. Bizzat Gurur ile dövüşeceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Bu gece olanlarda ikimizin de suçu vardı ama benim kabahatim daha büyükmüş gibi Gurur’un bakışları sertleşmişti.
Benim yalanlarım yüzünden bana zarar verdiğini anlamak çenesinin kaskatı kesilmesine neden olmuştu. Yeşil gözlerine öldürücü bir karanlık çöküğünde başından beri ona yalan söylediğimi anlamıştı. Değişen gözlerine baktıkça korktuğum şeyin başıma geldiğini anladım çünkü Gurur benimle ilgili her şeyi sorgulamaya başlamıştı. Koskoca bir yalana, aldatıcı bir yanılgıya bakar gibi hayal kırıklığıyla beni izliyordu.
Ona hakkımdaki gerçekleri bu şekilde söylemeyi planlamamıştım. Aklımdaki senaryo daha farklıydı ancak bu gece istemediğim ne varsa hep yaşanmıştı. Gurur benim kendimi korumaktan bile aciz olduğumu düşünürken silah kullanmayı ve dövüşebildiğimi bizzat görmüştü. Bu da hep korktuğum gibi benimle yaşadığı her şeyin bir yalan olduğunu ona düşündürttü. Baldırımdaki ve sırtımın arkasındaki eli bile buz kesmişti.
Çattığı kaşları yüzünden alnında birkaç çizgi belirirken çenesinden bir kas seğirdi. Benimle ilgili her şey gözlerinin önünde geçerken bakışlarındaki tüm duygu kaybolmuştu. “Sen nasıl bir yalansın!” Kızgınlıkla dişlerini sıktığında nabzı hızlandı. “Kimsin sen!”
Yakışıklı yüzü yoğun bir öfkeyle gerilirken sevdiğim gözlerinde tanıdığım adama dair hiçbir şey bulamadım. Gurur’un yeşillerinde olan tek şey hayal kırıklığı ve öfkeydi. O gözler artık bana sıcak bakmıyor, beni tanımıyormuş gibi hissizdi. Bu benim için kaçınılmaz bir son olduğu için inceldiği yerden kopsun dedim içimden. Sevgisini kazanarak onu yanımdan tutamamıştım bende nefretini kazanarak beni bırakmasını sağlardım. Evet, artık beni bırakmasını istiyordum çünkü bizden olmayacağını sonunda kabullenmiştim.
Bu yüzden dudaklarım yapmacık bir tebessümle kıvrıldı. İçin için kan ağlarken alaycı bir ifadeyle gözlerinin içine baktım. Nasıl bir yalan olduğumu soran adama dalga geçercesine bakarken, “Korkarım ki bunu öğrenecek kadar hayatımda uzun süre kalmayacaksın,” dedim. Belimin arkasındaki silahı çıkardığım gibi kalbinin üstüne bastırdım. Silahımda sadece tek bir kurşun vardı. “Aileme dokunursan beni kaybedersin dediğimi hatırlıyor musun?”
Gurur başını eğip göğsüne dayadığım silaha baktığında gözlerinde zerre kadar korku oluşmamıştı. Şu anda ona yaşattığım hayal kırıklığının içinde bocalarken korku hissettiği şeylerin arasında bile değildi. Korkmamıştı ama hüsrana uğramıştı çünkü kırk yıl düşünse ona silah çekeceğim aklına gelmezdi. Etrafımızdaki sis gittikçe dağılırken artık herkes bizi görebiliyordu.
Üstelik hiç iyi bir pozisyonda değildik. Ben hâlâ ona yapışmış bir haldeydim çünkü bacağımı belinin yanında tutuyordu. Bakışlarını silahtan çekip yüzüme çıkardığında onu kandırdığım için ifadesi fazla hissizdi. Buna rağmen sorduğum soruya cevap vererek, “Evet,” dedi tükürürcesine. “Ne söylediğini hatırlıyorum!”
Kendimi zorlayarak soğuk bir şekilde gülümsedim. “Beni kaybetme pahasına ailemi bitirmek istedin.” İçimdeki sızıya direnmeye çalışıyordum. “Leyla’yı seçtin ve benden vazgeçtin öyle mi?”
“Farah-” demişti ki elimi kaldırarak onu susturdum çünkü kulağımdaki kulaklıktan Kılıç Aslan’ın sesini duymuştum. “Sevkiyat başarılı kuzen. Malları alıcının deposuna getirdik ve karşılığında para takası yapıldı.” Duymayı beklediğim tek şey buydu. Bu gece Gurur’u kaybetmiş olabilirim ama babama çok şey kazandırmıştım.
“Bitti, Gurur.” Omzundaki ellerimden birini çekerek kulağımdaki kulaklığa dokundum. Gurur’u izlerken kulaklıktan sesimi duyan kuzenime seslenerek. “Zaza,” dedim. “Geri çekiliyoruz.” Buradaki işimiz bitmişti.
Daha sonra başımı biraz yukarı kaldırıp gözlerimi Gurur’un yeşillerine kenetledim. “Buradaki tüm tırlar senin olabilir ama hepsi boş.” Sevkiyat artık umurunda değilmiş gibi tepki bile vermemişti çünkü bu gece kaybettiği tek şey sevkiyat değildi. Hakkımda öğrendiği gerçekler onun için sevkiyatı kaybetmekten daha ağır ve sarsıcıydı. Bu şekilde öğrenmesini istemezdim.
Bu gece Gurur ters köşelere doymazken nasıl bir kadınla evlendiğini sorguluyordu. Hakkımda öğrendiği gerçekler onda düşündüğümden daha büyük bir deprem yaratmıştı. O masum ve saf sandığı karısı bu gece onun için büyük bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. İnanamayan gözlerle bana bakarken yüzü kaskatıydı. Bir kez daha, “Bitti,” diyerek göz kontağını bozmadım. “Leyla’yı seçerek benimle ilgili her şeyi bitirdin.” Olanların tek suçlusu ben değildim.
Göğsüne bastırdım silahı gösterdim. “Senden tam şu anda kurtulabilirim ama bunu yapmayacağım.” Kendimi onun gözünden iyice düşürerek soğukça gülümsedim. “Bağışladığım hayatın eski kocama sadakam olsun,” dediğimde tüm vücudu gerildi. Hızlı hızlı nefesler alırken beyninden vurulmuş gibi yüzündeki kan çekilmişti.
Ne söylediğimi anladığında yeşil gözlerinin ardında şimşekler çakmıştı. “Eski kocam mı?” Şaşkınlığımı gizleyemedim. Takıldığı tek şey bu olmuştu.
Önce silahı göğsünden çektim daha sonra da onu iterek bacağımı elinden kurtardım. Arkaya çekilerek aramıza biraz mesafe koyduğumda oynadığım oyunu sürdürmeye çalışıyordum. Kalbimdeki acıyı iyi gizleyerek Gurur’un karşısında dimdik duruyordum. “Benden vazgeçen bir adamın yanında olmayacağım.”
Yanında duran ellerini sıktığında başımı iki yana salladım. “Bana rağmen ailemi bitirmeye bu kadar yaklaşan bir adamın karısı olmayacağım.” Ceketimin iç cebinden çıkardığım evrakları yüzüne fırlattım. “Boşanıyorum senden.”
Boşanma evrakları yüzüne çarparak ayaklarının önüne düşmüştü. Etrafımızdaki sis dağıldığı için başını eğip yerdeki evraklara baktı. Altında imzamın olduğu boşanma belgesini görünce daha önce ondan hiç bu kadar korkmamıştım. Yüz hatları öfke ve tehlikeyle kasılınca bana bir şey yapmasından endişelendim çünkü kararan bakışlarında ölümün soğukluğu vardı.
Sinirden boynundaki damarlar belirginleşirken bakışları kararmıştı. Boşanma evrakları benden aldığı en öldürücü darbeydi. Gurur deliye dönmüş bir şekilde bana baktığında sıktığı dişlerinin gıcırtısını duyabiliyordum. “Bunu yaptığında babanın ölüsünü sana izletirim demiştim!”
“Bende aileme dokunursan beni kaybedersin demiştim!” Beni tehdit etmesiyle sakinliğimi bozarak kaşlarımı çattım. “Yüklü bir tazminat alarak senden boşanacağım! Paran umurumda bile değil ama babama verdiğin tüm o maddi zararın tazminatını alacağım senden! Boşanmada kazandığım o parayla finansal durumumuzu düzeltmekle kalmayacak aynı zamanda senden kurtulacağım.” Evet, bunu yapacağım!
Bakışlarındaki delici öfke beni korkutuyordu ama bunu ondan saklamaya çalıştım. Baştan ayağa onu süzerken yapmamam gereken bir şeyi yaptım ve yüzümü buruşturmak için kendimi zorladım. Nefretini babamın üzerinden çekip kendime yönlendirmek için ondan iğreniyormuşum gibi yüzümü buruşturmuştum. “Seninle işim bitti, Gurur Kalender!”
Yüzümü buruşturarak ona baktığım an bakışları değişmiş ve sertçe yutkunmuştu. Yeşil gözlerinde oluşan derin acıyı daha fazla görmemek için hemen ona sırtımı dönüp arabama yürüdüm. “Bundan sonra beni sadece mahkemelerde göreceksin!” Son yaptığım şey yüzünden kendimden nefret ediyordum ama yapmalıydım. Ondan iğrendiğimi düşünürse belki Farah defterini kendi için sonsuza kadar kapatırdı. Ben böyle biri değildim ama beni böyle olmaya o zorlamıştı. Zaten benden ayrılmayı düşünüyordu artık bunu yapmak için çok fazla sebebi vardı.
Sevkiyattan sonra benden boşanmayı düşünüyordu.
Nerden bilsin ki sevkiyattan önce boşanma davasını açacağımı.
Arabama binip onun önünden geçerken bir kez olsun başımı çevirip ona bakmamıştım ama o bakmıştı. Ondan iğrendiğimi düşünen o bakışımda can çekişirken gidişimi izlemişti. Ne beni durdurmaya çalışmıştı ne de yerinden kıpırdayabilmişti. Sanki ona bakarken yüzümü buruşturduğum o anın içine hapsolmuş gibi öylece kalakalmıştı.
Bu gece Gurur benim hakkımda çok fazla şey öğrenmişti.
Ama ben onun tüm hayatı boyunca o bakışlara maruz kaldığını bilmiyordum.
Yorumlar