“Özledim demek zorlaştığında bahanelerin ardına saklanır insan.”
Denize attığım oltada hiç hareketlenme yokken babam üçüncü balığını tutuyordu. Son günlerde Gurur yüzünden yaşadıklarımı çok iyi bildiği için bugün işlerine ara vermiş ve beni balığa çıkarmıştı. Baba-kız çıktığımız bu gezi düşündüğümden daha iyi gelmişti. Babam aslında abimin de bizimle gelmesini istemiş ve bu konuda çok ısrar etmişti. Ancak Caner abim beni babamın yanında görmekten nefret ettiği için bunu kabul etmemişti. Onu dışlamışız gibi davranmayı çok sevdiği için bizimle gelmemişti.
Bizde annemin bizim için hazırladığı sepeti alıp babamla erkenden evden ayrılmıştık. Limana gidip teknelerimizden birine atlayıp denize açılmıştık. Bir süre denize açılmıştık ancak daha sonra demir atıp oltalarımızı çıkartmıştık. Eskiden babamla neredeyse her ay denize açıldığımız için bunu yapmayı özlemişim. Üzerimde yazlık beyaz bir elbise vardı. Ayağımda sandaletler ve kafamda da beni güneşten koruması için hasır bir şapka.
Babam ise bugüne özel takım elbisesinden kurtulmuş, yarım kollu beyaz gömleklerinden birini giymişti. Ayağında ise dizlerine kadar gelen kapri pantolon vardı. Parmak arası terliklerini giymiş benimle bu küçük yolculuğa çıkmıştı. Kafasındaki siyah şapka ona çok yakışmıştı. Tuttuğu balığı kancasından çıkartıp kovasına atarken benim kovamı görünce güldü. “O balon balığını yakalamayı nasıl başardın?”
Somurtarak yanımda duran kovaya baktım. “Baba bendeki bu şansla köpek balığı bile yakalarım, ki bunu daha önce yapmıştım.” Yüksek sesle güldüğünde gülüşü içime yayılan ferahlatıcı bir esinti gibiydi.
Ne yazık ki balık tutma konusunda doğuştan bir şanssızlığım vardı. Babamla ne zaman balığa çıksak o genelde yiyebileceğimiz balıkları yakalardı. Benim oltama da denizde yenilmeyecek ne varsa takılırdı. Daha önce yavru bir köpekbalığı yakaladığımdan beri kendime olan inancımı yitirmiştim. Oltamda bir hareketlik hissedince heyecanla, “Baba!” diye ciyakladım. “Hissediyorum bu seferki normal bir balık.” Belki de üzerimdeki uğursuzluk kalkıyordur.
Babam kendi oltasını bırakmadan sakinliğini koruyarak beni izlemeyi sürdürdü. Oltamın makarasını aceleyle sararken iyi bir levrek konusunda umutluydum. Makarayı biraz çektikten sonra oltamı tekneye sabitleyip olta ipini çekmeye çalıştım. Başımı eğmiş heyecan içinde avımı yukarı çekerken nefes dahi almıyordum. Onu denizden çıkartıp bakınca ağzım bir karış açılmıştı. Yok artık.
Deniz hıyarının benim oltamda ne işi vardı? Babam gür bir kahkaha kopardığında suratımı asarak bu vıcık vıcık şeyi kancadan çıkartıp kovanın içine attım. “Baba ne gülüyorsun, deniz hıyarları da bir canlı türü ve diğer tüm balıklarla aynı muameleyi görmeyi hak ediyorlar.”
Başında şapka olmasına rağmen kızıl güneş yüzünden gözleri kısılıyordu. Güldükçe gözlerinin çevresindeki kırışıklıklar daha da belirginleşiyordu. Kovamda duran deniz hıyarı ve balon balığına bakıp daha çok gülmesi sinirlerimi bozmuştu. “Herkes kendi avladığı şeyi yiyecek.”
“Ama benim yakaladıklarım yenilmiyor.” Onun kovasındaki üç büyük balığı gösterdim. “Sen benim babamsın paylaşımcı olmalısın.”
Oltasını sabitledikten sonra yerdeki kovasını alarak benden uzaklaştı. Bunu yaparken keyfine diyecek yoktu. “Her defasında bu ihtiyardan faydalanamazsın. Deniz sana ne verdiyse onunla yetinmeyi bilmelisin.”
“Baba deniz bana hıyar veriyor, neyine şükredeceğim bunun?” diye sızlanıp peşinden giderken tek yaptığı şey daha çok gülmekti.
Bir süre sonra ben balıkları temizleyip sosunu hazırlarken babam güverteye mangalı kurmuştu. Yakaladığı balıkları bizim için pişirirken bende hazırladığım mezeleri güvertedeki masaya taşımıştım. Babam balığın yanında rakı içmeyi sevdiği için onun rakısını ve kül tablasını da masaya koymuştum. İçki içmediğim için küçük dolaptan kendim için bir şişe ayran çıkarmıştım.
Masadaki yerimizi alıp karşılıklı oturduğumuzda babam hep yaptığı gibi yemeye başlamadan önce benim için balığımın kılçıklarını ayıklamıştı. Tabağımı bana uzattığında dudaklarımda minnet dolu bir gülümseme vardı. “Teşekkür ederim.” Doğduğum günden beri babam yemeğe başlamadan önce benim karnımı doyurmakla ilgilenirdi.
Kendi balığının kılçıklarını ayıklarken ben çoktan tabağıma yumulmuştum. Balığa limon sıkıp ellerimle onu yerken gülmüştü. İnsanların yanında çatal kullanırdım ama babamla yalnız olunca daha rahat davranırdım. Karnımızı doyurana kadar pek konuşmamıştık. Tıka basa doyduktan sonra babam rakısını yudumlarken, “Farah,” diyerek bana rakı şişesini gösterdi. “Bu ihtiyara eşlik eder misin?”
Şişeye tedirgin bakışlar atarken elimdeki ayran bardağını sahiplenircesine sıktım. Onunla bir kadeh içki içmemi istemesinin asıl nedeni onun gözetimi altında alkole olan direncimi arttırmaktı. Zamanı geldiğinde onun bulunduğu tüm ortamlara girmek zorunda olacağımı bildiği için dayanıklılığımı arttırmak istiyordu.
“Baba kendimi alkole alıştıracaksam bile başlangıcı senin yanında yapamam.” Derimin altı ısınırken biraz serinlemek için soğuk ayrandan birkaç yudum aldım. “Daha önce hiç içmediğim için ilk seferimde bardağın yarısına bile gelmeden sarhoş olurum.”
Yanaklarımın kızarmasının nedeni gökyüzündeki güneş değil, kaçtığım şeylerdi. “Sarhoş olup senin yanında şuursuz hareketlerde bulunmak istemiyorum.” Gurur’a olan aşkımdan falan bahsedip kendimi rezil etmek istemiyordum.
Konuyu dağıtmaya çalışarak işi muzırlığa vurdum. “Yoksa beni sarhoş edip ağzımdan laf mı almak istiyorsun?”
Öylesine söylediğim sözlere büyük bir ciddiyetle, “Evet,” demesini beklemiyordum. Dudaklarımdaki gülümseme kaybolduğunda babam yorgunca nefesini verip başını yavaşça salladı. “Bazı konulardaki suskunluğun hiç son bulmadığı için artık ne yapacağımı bilmiyorum.” Bana içki şişesini gösterdi. “Dilindeki kilidi sökecekse benimle birkaç kadeh içmeni isterim.”
Huzursuzca kıpırdanıp yerimde dikleştim. “Tam olarak neyi bilmek istiyorsun?”
Rakı bardağını masaya bıraktığında sorgulayan bakışlarını bir saniye olsun üzerimden ayırmıyordu. “Seni bu hale kimin getirdiğini ve o bir aylık süreçte ne yaşadığını artık bilmek istiyorum, Farah.”
Şu zamana kadar geçmişi konuşmaktan hep kaçmışken bu konu babam tarafından bir kez daha açılınca ne yapacağımı bilemedim. İstesem de geçmişimden kurtulamıyordum. “O kısacık bir ayda çok şey yaşandı baba.” Bakışlarımı ondan çekip masmavi berrak denizi izlerken iç çekmeden duramadım. “Bunu konuşmak bile canımı yakıyor, onca zaman sonra nereden çıktı bu sorular?”
Ona dönüp yalvarırcasına, “Baba n’olur artık bu konunun peşini bırak,” diye fısıldadım. Yıllardır bu olayın faillerini araştırdığını biliyordum ama onları bulamazdı. Benden gereken cevapları almadıkça bulamazdı, bulmasını da istemiyordum. O insanlara tekrar bulaşmasını istemiyordum çünkü hepsi korkunç insanlardı.
Babam ellerini masaya bastırıp bana doğru eğildiğinde benzer bir yakarış onun da gözlerinde vardı. “Seni bu hale getiren kişileri bilmezsem onları bulamam, Farah.” Yıllar süren araştırmaları hep sonuçsuz kaldığı için kaşlarını çatmıştı. “İsimlerini bilmesen bile bana onlar hakkında elle tutulur bir şeyler vermelisin. O dönem şimdikinden daha fazla düşmanım olduğu için tek bir isim üzerinde odaklanamıyorum.”
İçimde fokurdayan intikam duygusunu bastırmak için tırnaklarımı masaya geçirmiştim. “Baba bu olanlar uzun zaman önce senin meselen olmaktan çıktı.” Duymayı beklemediği sözlerle onu şaşırtarak gözlerinin en derinine baktım. “Biliyorum o adam bir gün tekrar benim için gelecek ve o gün geldiğinde onu karşılamaya hazır olacağım.” Yıllardır gizlice aldığım tüm o eğitimin asıl nedeni kendimi onun dönüşüne hazırlamaktı.
“Farah onların darbesinden çıkacak kadar güçlü değilsin.”
“Ben ne kadar güçlü olduğumun farkındayım.” Yüzümü ovuşturarak düşüncelerime bir yön vermeye çalıştım. “Benim sorunum potansiyelimi ortaya çıkartamamak.”
Onu rahatlatmaya çalışarak zoraki bir şekilde gülümsedim. “Deneyeceğim baba.” Yorgun bir ifadeyle başımı salladım. “İnsan içine çıkmayı, korkularımı aşmayı ve çaba göstermeyi deneyeceğim.” Daha güçlü ilişkiler kurmak için önce sosyalleşmenin bir yolunu bulmalıydım.
“Leyla konusunda bir gelişme var mı?” Konuyu değiştirerek geçmişimin kurcalanmasına son vermek istedim. Merakla öne eğilirken bu gizemli ölümün sır perdesi ne zaman aralanacak bilmek istiyordum. “Neredeyse dört yıl olacak baba, Leyla’nın katillerini hâlâ bulamadın mı?”
Leyla’nın adı geçince bile babamın tüm keyfi kaçmıştı. Bir ölümle başımıza açılan belaları iyi bildiği için sıkıntıyla soluyarak başını iki yana salladı. “Bu işin peşini hiç bırakmadım ama bunu kimin tezgahladığını bulmak çok zor. Leyla Mahlaz’ı vuran adam öldüğü için onu konuşturup kime çalıştığını bulamıyoruz.”
“Adamın telefonuna baktınız mı? Eminim son görüşmelerinde bir şeyler çıkacaktır.”
“Telefonu temiz ve adına kayıtlı başka bir numara yok. Pis işleri için başka bir telefon temin ettiğini biliyoruz ama o telefonu bulmak kolay değil.” Bu cinayetin asıl faillerini bulmadıkça Gurur’dan kurtulamayacağımı bildiği için canı çok sıkkındı. “Bu işin arkasındaki kişiler hiç açık vermeyecek kadar temiz çalışmışlar.”
Caner abim neden o korumayı vurdu ki. Eğer abim Leyla’yı vuran adamı öldürmeseydi onu konuşturup asil katilleri bularak kendimizi aklayabilirdik. Abimin şuursuzca yaptığı bir şey başımıza büyük dertler açmıştı.
“Farah senden bir şey isteyeceğim.” Babamın ifadesi ciddileşirken rakı bardağına uzandı. “Sosyalleşmek konusundan ne kadar kararlı olduğunu göster bana. Artık evde saklanmak yerine veliahttım olarak benimle işe gel.” Bir konuda çok endişeleniyor olmalı ki nefes alışları düzensizleşmişti. “Farah ben artık çok yaşlandım. Hâlâ fırsatın varken yanımda durup işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmelisin.”
Hâlâ fırsatın varken, diyen sözlerinden sonrasını dinlemediğim için yutkunarak masadaki eline uzandım. “Baba bunlar nasıl sözler, sen hep ailemizin reisi olacak ve bize yol göstereceksin.” Onun olmadığı bir dünyayı hayal bile edemiyordum.
“Farah…” Sesi derindi ama çatlamış bir cam gibi kırılgandı. Gözlerimin içine bakıp başını hafifçe eğmesine dayanamadım. “Ben artık yetemiyorum kızım.” Elinin üzerindeki parmaklarım buz kestiğinde kulaklarımda uğuldayan tek şey babamın yetemiyorum, diyen sesiydi. O benim babam, kahramanım ve kendime örnek aldığım tek insandı. Nasıl bize yetemediğini düşünürdü, o her şeyiyle bize yetebilen biriydi.
Gözlerimin içine öylesine bir ifadeyle bakmıştı ki, kol kırılmış yen içinde kalmış gibi ne yapacağımı bilemedim. İhtiyar gözleri yorgun bakıyordu, bir zamanlar beni omuzlarında taşıyan kolları yanına düşmüştü. Hafif eğri bir duruşu vardı oysaki benim babam hep dik otururdu. Bir çınarın devrilmesi gibi eğilmiş, gölgesinde büyüttüğü genç fidanında yardım ister gibi mahcup bakıyordu.
“Babam yapma böyle n’olur,” diye yalvardığımda neredeyse ağlayacaktım. “Bana bu gözlerle bakma.”
O hep güçlüydü. Her zaman dimdik durur, sağlam adımlarıyla yeri göğü inletir ve keskin bakışlarıyla karşısındaki herkese boyun büktürürdü. Şimdiyse oturduğu sandalyede ağır yaralıymış gibi bir duruş sergiliyor, zamanın onu yavaş yavaş ufalttığını sadece bakışlarıyla bana hissettiriyordu. “Yıllarca bir savaşın içindeyim kızım. Bir zamanlar adımın geçtiği yerlerde bile insanlar bir şey yapmadan önce iki kez düşünürdü.”
Nefesini sesli bir şekilde vererek rakı bardağını ağır hareketlerle dudaklarına yaklaştırıp birazını içti. “Sadece gücümü değil, otoritemi de kaybetmeye başladım ve korkarım ki…” Susup o yorgun bedeninin içinde acı çeken gözlerle beni izledi. “Bir gün sana kalmasını istediğim her şeyi de kaybetmek üzereyim.”
Gözlerimden bir damla yaş süzüldüğünde çok şey söylemek istedim ama dudaklarımdan tek bir kelime çıkmamıştı. Babam benim için hep korunaklı ve aşılması güç bir kaleydi. Şimdi ise o kalenin çatırdayan taşlarını ta içimde hissediyordum. Beni sessizliğe boğan şey belki de uzun zamandır farkında olduğum bir şeyi ondan duymamdı. Babam bir zamanlar herkesin yüreğine korku salan biriydi ama artık öyle değildi.
Çocukken kaçırıldığımda orada gördüğüm İspanyol mafyalarının bile babamla bir sorunu vardı çünkü babam bir zamanlar kimseye nefes aldırmıyordu. Ancak yaşlandıkça ve ailesinin içindeki iç çatışmalara maruz kaldıkça biraz daha zayıflamaya başlamıştı. Tek başına hem evdeki işlere hem de dışarıdakilere yetişemiyordu. O artık yaşlı bir adamdı ama hâlâ işleri yürütmeye çalışıyordu.
Akranlarının oğulları babasının koltuğuna geçmiş, babalarının bıraktığı yerden ailelerinin saltanatını sürdürüyorlardı. Ancak babamın oğlu ayyaş bir kumarbazdı ve kızı sosyal anksiyetesi olan bir korkaktı. Akrabaları ise aç sırtlanlar gibiydi, ondan bir parçayı kapmak için düşmesini bekliyorlardı. Babam tek başına artık hiçbir şeye yetişemediği için ailemizin eski şan ve şöhreti kalmamıştı.
“Bir gün hayatınızda olmadığımda oradan oraya savrulup düşmanlarımın elinde oyuncak olmanızı istemiyorum.” Bunu düşünmediği ve düşündükçe acısını çekmediği tek bir saniyesi olmuyormuş gibi bardağı kafasına dikip içindeki tüm içkiyi bitirdi.
Boş bardağı masaya bırakırken bir babanın mağrur duruşuyla beni izleyip onu anlamamı bekliyordu. “Farah’ım sen benim yüreğimin sızısı, evimin biricik gülüsün. Bu konuşmayı senin yerine abinle yapmayı ne çok isterdim ama abin kumarhane masalarında yatıp kalkan bir ayyaş.”
Elimi nasırlı avuçlarının arasına aldığında sevgisinin sıcaklığını tüm vücudumda hissetmiştim. Can çekişircesine kısa bir anlığına gözlerini yumarak, “Ben artık tüm umudumu sana bağladım,” dediğinde kısık sesi zor duyuluyordu.
Gözlerini tekrar açtığında orada gördüğüm şeylerle içimde bir boşluk oluştu ve kelimeler düğüm düğüm boğazımda dizili kaldı. “Bir gün ölürsem gözüm açık gitmek istemiyorum. Karımı, ailemi ve değer verdiğim her şeyimi en doğru kişiye emanet ettiğimi bilmeliyim.”
“Baba sana yalvarıyorum böyle konuşma.” Hemen ayağa kalkıp yanına giderek sandalyesinin yanında diz çökerken ağlıyordum. Elini sımsıkı tutarak bana bakmasını sağladığımda sözlerinin canımı ne kadar çok yaktığını akan gözyaşlarım gösteriyordu. “Yapacağım baba, yemin ederim ki çaba göstereceğim yeter ki bana ölümden bahsetme.” Elini avuçlarımın arasına alıp öperken hıçkırdım. “Baba ben sensiz yapamam ki sakın beni bırakma.”
Bu konuşmanın nedenini anladığım için bu kadar çok korkmuştum. Babam gibi insanlar için sahip oldukları mevki ve otoriteleri hayatlarından daha değerliydi. Kurt kocadığında itlerin maskarası olmamak için kendi pençesiyle hayatını sonlandırırmış. Babamda bu vasıfta bir adamdı. Bir zamanlar onun karşısında el pençe duran o insanların alay konusu olmamak için kendi silahıyla hayatına son verebilirdi.
Bu konuşmayı yapmamızın asıl amacı buydu, değil mi? Babam yaklaşan iflası durduramayacağımızı bildiği için beni kendiyle ilgili en kötü sona hazırlıyordu. Bir psikolog olduğum için babamın içinde bulunduğu psikolojiyi anlıyor ve sıradaki adımını görebiliyordum. Gurur’un babam için planladığı son tam olarak buydu. Babamın karakterini çok iyi bildiği için onu iflasın eşiğine getirerek babamın eline bir silah vermiş ve tetiğe basmasını bekliyordu.
“İşlerin nasıl yürüdüğünü bana öğretmeden hiçbir yere gidemezsin.” Onu yanımda tutmak için tüm kozlarımı oynarken elini defalarca öperek kalbimin üzerine bastırdım. “Senden sadece birkaç ay istiyorum. Bu süreçte yanımda olup işleri bana öğret, daha sonra her şeyi bana bırak ve yaslan arkana kızını izle.”
Kalbimin üzerindeki elini sıkarken son derece kararlı bir şekilde bakışlarımı ona kenetledim. “Sadece birkaç ay babam, senden istediğim süre sadece birkaç ay.” Ona yalvararak başımı omzuma eğdim. “Bu kadarını benim için yapabilir misin?” Birkaç ayda çok şey değişebilirdi, değişmesi için her şeyi yapacaktım.
Babam benim gözyaşlarıma dayanamazdı. Kirpiklerimin arasında süzülen yaşlar kalbini acıtırken, eğdiğim başım ve yalvaran bakışlarıma kıyamadı. Uzanıp yüzümü ellerinin arasına aldığında benimle ne yapacağımı bilmez bir haldeydi. Başını ağır ağır sallayarak ondan istediğim süreyi kabul ederken usulca gözyaşlarımı silmişti.
“Artık kendini toparlamalısın, Farah. Hak ettiğin şeyler için savaşmanın zamanı geldi.” Eğilip dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerimi yumdum ve içime çektiğim her nefesle ona bunun sözünü verdim.
Ondan istediğim süreyi en iyi şekilde değerlendirecektim. Elimden geleni yapıp Gurur’un babamın eline tutuşturduğu silahın namlusunu ona doğru çevirecektim. Başta Gurur olmak üzere kimseye babamın yenilgisini tattırmayacaktım. Artık silkelenip kendime gelmenin zamanı gelmişti. Bugün babamla yaptığım bu konuşmadan sonra bunu her şeyden çok istiyordum.
Bu aileyi yeniden kalkındıracak taze bir kan lazımdı ve o Caner olmuyorsa ben olacaktım.
***
Babamla teknede yaptığımız o konuşmadan sonra gerçek anlamda kendime çekidüzen vermeye başlamıştım. O konuşmanın ertesi günü hazırlanıp babamla şirkete gitmiştim. Bu benim için en sıkıntılı başlangıçlardan biriydi. Hiç tanımadığım, daha önce bir kez bile görmediğim o insanların arasına girmek bana ecel terleri döktürmüştü. Şirketteki ilk iş günümde defalarca anksiyete krizinin eşiğinde dönmüştüm.
Hiç iş deneyimi olmayan bir çaylak olduğum için babam her gün beni şirketteki birinin yanına veriyordu. Her bölüm hakkında bilgi sahibi olmam gerektiği için tüm günüm yeni bir şeyler öğrenmekle geçiyordu. Şu ana kadar en sevdiğim bölüm ekonomi ve finans bölümü olmuştu. Sayılar ve rakamlara doğuştan bir yatkınlığım olduğu için bir tek bu bölümdeki şeyleri anlayabiliyordum. Ancak yönetimin diğer dallarında da bulunmalı ve her şeyi hızlı bir şekilde öğrenmeliydim.
İlk anlattıklarında anlamasam bile öğrenmek için ısrarcı oluyor ve günün sonuna gelene kadar gerekli gereksiz her şeyi buradakilere soruyordum. Bunu yaparken çok geriliyor, utanıyor ve kekelemekten doğru düzgün konuşamıyordum ancak yine de pes etmiyordum. Sadece şirkette değil, evde de bunun için aldığım hızlandırılmış dersler vardı.
Babam bu iş için şirkette en güvendiği çalışanlarını ayarladığı için onlar sırasıyla benim özel hocalığımı yapıyordu. Bunun için babama yalvarıp onu ikna eden bendim. Ben bir gece kuşu olduğum için geceleri hiç uyuyamıyordum. İki gün boyunca uykusuz kalmak ve bu kadar hararetli çalışmak beni çok yoruyordu ama şimdi duramazdım. Bir nevi şu zamana kadar tembellik ederek geçirdiğim yılların cezasını kendime çektiriyordum.
İki gün boyunca gece ve gündüz şirketteki işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmeye çalışıyordum ve üçüncü günün gecesinde narkozla uyuyordum. Narkoz alınca ertesi gün öğlene kadar uyanmıyordum. Uyandığımda ise günün kalanını sersemlemiş bir halde geçirdiğim için genelde odamdan hiç çıkamıyordum. Narkozun etkisinden çıkmam uzun saatler aldığı için sık sık kusuyor, mide öz suyumu çıkartsam bile öğürme refleksinden kurtulamıyordum. Benim için en sancılı saatler narkoz aldıktan sonra başlıyordu.
Bugünkü eğitim koçum Nilay Hanım’ın bana projeksiyonda gösterdiği şeylere bakıyordum. Günlerdir iş arkadaşlarıyla birlikte hem şirkette hem de gece evimde bana ders verdikleri için ne kadar ilerleme kaydettiğimi görmek istiyordu. Benim yüzümden onlarda çok yoruluyor ve uykusuz kalıyorlardı. Neyse ki bunu sırasıyla yaptıkları için hepsi aynı anda yorulmuyordu.
İçlerinden biri tüm gün ve tüm gece benimle ilgilenirken diğerleri biraz olsun dinlenebiliyordu. Aslında fazladan yaptıkları mesailer için de babam onlara ödeme yapıyordu ama bu çok yoruldukları gerçeğini değiştirmezdi. Nilay Hanım dikkatimin dağıldığını görünce hafifçe öksürerek projeksiyonu ikince kez bana gösterdi. “Bu tabloya bakınca ne görüyorsunuz, Farah Hanım?”
“Kâr ve zarar oranını.” Sakince konuşup gözlüğümü düzelttim. “Geçen hafta Erdem Bey bana bu tabloyu okumayı öğretmişti.” Doğru cevaptan emin olamadığım için çekingen bir ifadeyle elimde tuttuğum kalemi sol taraftaki göstergeye doğrulttum. “Son beş ay içinde %47 oranında bir düşüş yaşamışız.” Keyifsiz bir halde kalem tutan elimi yan tarafıma indirdim. “Bu beklenilenin çok üstünde bir zarar, değil mi?”
Nilay Hanım her şeyi tüm çıplaklığıyla bilmemi istediği için küçük bir baş hareketiyle beni onayladı. “Her geçen gün daha çok zarar ettiğimiz için yeni yatırımcılar bulmakta zorlanıyoruz. Maliyeti düşürecek yeni projelerimiz var fakat bunları hayata geçirecek sermayeye sahip değiliz.”
Bunu bana söyleyip söylememekte biraz tereddüt etse de daha fazla dayanamadı. Bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırırken yılların emektarı olduğu için kahve gözlerinde endişe vardı. “Bazı şirket çalışanlarımız işi bırakmaya başladı. Maaşlarını ödemekte bile güçlük çektiğimizi bildikleri için bizden ayrılıp yeni firmalarda işe başladılar.” Korkarım ki bu yaprak dökümünün ardı arkası kesilmeyecekti. Gemiyi hep ilk fareler terk ederdi.
Nilay Hanım saatini kontrol edince mesai saatini çoktan doldurduğumuzu anlayıp toparlanmaya başladı. “Pazartesi günü kaldığımız yerden devam ederiz sizde eve gidip biraz dinlenin.”
Tebessüm ederek koltuğuma yığılıp, “İyi akşamlar, Nilay Hanım,” dedim. Babamın bana tahsis ettiği ofisi dağınık görmekten hoşlanmadığım için masamın üzerindeki evrakları toplamaya başladım. Babam bir saat önce ofisime uğrayıp eve birlikte gitmeyi teklif etmişti ama biraz daha çalışmak istediğimi söyleyip onu göndermiştim.
Nilay Hanım gidince uykusuzluktan ağrıyan başımı sıkarak kendime gelmeye çalıştım. Geceleri uykumu alamamak konsantrasyonumu çok bozduğu için benden beklenen verimi gösteremiyordum. Kimseye ihtiyaç duymadan kendi başıma uyumanın bir yolunu bulmalıydım. Uyku için Gurur’a gitmektense uykusuzluktan delirmeyi yeğlerdim.
O depodaki konuşmamızdan sonra Gurur’u bir daha hiç görmemiştim. Açıkçası görmeyi de istemiyordum. “Zorlama bir evliliğin benim için nasıl ihtiyaca dönüştüğünü hiç anlamıyorum.” Gurur’a kızarak üzerinde çalıştığım dosyaları alıp ayağa kalktım. O kalpsiz adama uyku gibi önemli bir ihtiyaçla bağlı olmak canımı çok sıkıyordu.
Çantamı koluma takıp gece çalışacağım dosyaları alarak ofisimden çıktım. Mesai saati çoktan bittiği için şirket fazla sessizdi. Loş koridorda yürüyüp asansöre doğru ilerlerken sık sık esniyordum. Günlerdir gece gündüz demeden kendimi çok yıprattığım için yorgundum ve son iki gündür hiç uyumamıştım. Bugün narkozla uyuyacağım o berbat üçüncü gündü. Yarın tüm günüm narkozun etkisinden çıkmaya çalışmakla geçecekti.
Bu kâbus gibiydi. Her iki günde bir bunu yaşamak ve iki gün boyunca hiç uyuyamamak vücudumda bir çöküş yaratıyordu. Asansörün önünde durup düğmesine bastığımda gözlerimin önü kararınca tutunacak bir şeyler aradım. Başımda müthiş bir ağrı nüksetmişken kendime gelmek için derin derin nefesler alıyordum. Bir köpeğin havlayan o korkunç sesini duyunca nefesim kesildi, elimde tuttuğum dosyalar yere düştü.
Yutkunarak arkamı dönünce koridorun tam karşısında gördüğüm siyah pitbull köpekle irkildim. Zihnimde büyük bir çatlak oluştuğunda tüm kabuslarım o çatlağın içinden dışarı çıkmaya başlamıştı. Beyaz loş ışıkla aydınlanan koridorun tam karşısındaydı. Sivri dişlerini bana gösterip dişlerinin arasından salyalar akıtarak tüm gücüyle havlıyordu.
Tıpkı eskisi gibi görünüyor, eskisi gibi kendini yırtarcasına kükrüyor ve tıpkı eskisi gibi korkudan beni delirmenin noktasına getiriyordu. O hâlâ aynıydı. Gözlerimi kapatıp bir süre öylece bekledim. Kalbim korkudan durma noktasına gelmişken kendimi onun gerçek olmadığına ikna etmeye çalışıyordum. İçimden defalarca onun gerçek olmadığını kendime hatırlatıp gözlerimi yavaşça açtım.
Gözlerimden süzülen yaşla omuzlarım gevşedi. Gitmişti, belki de hiç gelmemişti. Beynimin bana oynadığı bu tiyatro belki birkaç saniye sürmüştü ancak etkisi büyük, acısı ise yıllara dayanıyordu. Hemen yerdeki dosyalarımı alıp açılan kapıyla asansöre bindim. Dağılmış bir halde arkaya doğru adımlar atarken sırtım asansörün duvarına çarpana kadar durmamıştım.
Dizlerim büküldüğünde titreyerek yere düşmüştüm. Bunun bir sonu gelmeyecekti. Çığlığımı hapsetmek için ellerimi dudaklarıma bastırırken kısık bir sesle ağlıyor ve tüm bunların geçmişte kaldığını kendime hatırlatıyordum. Uykusuz bir şekilde geçirdiğim iki günden sonra üçüncü günüm hep halüsinasyonlara ev sahipliği yapardı. Gördüğüm halüsinasyonlar genelde en korktuğum kabusların şeklini alırdı.
Artık tüm bunların bir son bulmasını istiyordum ama kendi başıma uyumanın bir yolunu bulmadıkça hiçbir şey değişmeyecekti. Sırf bu yüzden bile Gurur’dan nefret etmek istiyordum. O hayatıma girmeden önce hiç olmazsa sarkaçla kendimi uyutabiliyordum.
Daha iyi hissedene kadar asansörden inmemiştim. Bir süre sonra nefes alışlarımı düzene koyunca gözyaşlarımı silip şirketten çıktım. Babamın gitmeden önce benim için bıraktığı korumalar kapıda beni bekliyordu. Güvenliğimden endişe ettiği için babam eve yalnız gitmemi istemiyordu. Şoför kapıyı açınca ona teşekkür ederek arabaya bindikten sonra çantamdaki telefonu çıkardım.
Sürücü koltuğundaki şoföre, “Bolatlı malikanesine gidiyoruz,” dedikten sonra annemi aradım. Benim için endişelenmesin diye bu akşam eve gitmeyeceğimi ona söylemeliydim. Son günlerde hafta sonlarımı hep Aksa’nın yanında geçiriyordum.
Annem telefonu açtığında doğru düzgün selam bile vermeden, “Ördeğim sen hangi cehennemdesin?” diye bana çıkıştı. “Baban bir saat önce geldi neden onunla şirketten ayrılmadın? Farah odanda saklanmak yerine şirkette işe başlaman beni çok mutlu ediyor ama kendini bu kadar yıpratmandan da hiç memnun değilim.”
“Anne-“
“Farah kendine çok yükleniyorsun.” Sesi fazla endişeli geliyordu. “Batacaksak da batalım tek başına iflası durduramazsın. Bunun için kendini suçlamayı bırak, hiçbir şey senden daha değerli değil.”
Yorgunca başımı cama yasladığımda dudaklarımda küçük bir gülümseme yaratmayı başarmıştı. “Seni çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?”
Göremesem de onun da dudaklarında iç ısıtan bir tebessümün belirdiğini biliyordum. “Senin annen sevilmeyecek bir kadın mı? Tabii ki bana olan sevgini biliyorum.”
“Peki, ya sen?” diye sululuk yapmaya başladım. “Sende beni seviyor musun?”
Kulağımı şenlendiren gülüşünü duyduğumda her zamanki gibi fazla iğneleyiciydi. “Günlerdir fazla çalışmaktan bir zombiye dönüştün. Hayatım ben işkolik inekleri sevemiyorum.” Benimle uğraşmaktan büyük bir keyif alıyordu.
“İnek mi?” diye ona takıldım. “Artık hangi hayvan olduğuma karar verecek misin? Ördek mi yoksa inek mi?”
Attığı kahkaha çok hoştu. “Hangi hayvan olursan ol sen hep benim en sevdiğim küçük yaratığım olacaksın.”
“Anne insan kızına da yaratık demez ya.”
“İnsanın senin gibi tuhaf bir kızı olursa inan bana her şeyi der. Yıllarca kendini pasif göstererek hepimizi ayakta uyuttuğunu hatırladıkça çıldırıyorum. O sevkiyatı nasıl yaptığını hâlâ anlamış değilim. Baban silah kullanmakta usta olduğunu ve bir kafese girip ölümüne dövüştüğünü söylediğinde yaşadığım şoku atlatmak için hâlâ psikoloğa gidiyorum! Kendi gözlerimle görmedikçe buna inanasım gelmiyor.”
“Anne o olayların çoğu doğaçlama gelişmişti.”
“Farah ben yaptıklarında veya yapabildiklerinde değilim.” Sonlara doğru sesi kısılırken her fırsatta bu konuda bana serzenişte bulunduğu için yine duygu sömürüsü yapmaya başlamıştı. “Diğerlerini kandırabilirsin ama ben senin annenim. Kendi hakkındaki gerçekleri yıllarca benden nasıl saklayabildin? Benimle her şeyi konuşabildiğini sanıyordum.”
“Yanılmıyorsun da seninle her şeyi konuşabiliyorum.” Göremese de üzgünce dudaklarımı sarkıttım. “Ben sadece hazır değildim. Sıradaki lider olmak istemediğim için bundan kaçmaya çalışıyordum. Yapabildiklerimi sana anlatırsam hazır olmamı beklemeden babamın yerine geçmemi istersin diye korktum.”
Telefonun diğer ucunda bir süre sessizlik yaşandığında iç çekişini duydum. “Bunun için üzerine çok geldiğimi biliyorum ama ben sadece güçlü olmanı ve hakkın olanları Caner’e bırakmamanı istedim. Abin liderlik koltuğuna oturursa ilk işi babandan kurtulmak olur, hemen sonra da ikimizi ortadan kaldırmanın peşine düşer.”
Buruk bir sesle, “Ben sadece ailemi korumaya çalışıyordum,” diye fısıldadı. “Bu süreçte üzerine çok geldiğimi biliyorum ama içinde olduğun dünyada zayıflara yer yok annem.”
“Biliyorum.” Küçük bir tebessümle başımı salladım. “Artık bunun farkında olduğum için bir şeyler yapmaya çalışıyorum.” Tıpkı onun gibi bende ailemi korumak istediğim için harekete geçmiştim. Artık onunla aynı amacı taşıyordum.
“Anne ben hafta sonunu Aksa’yla geçireceğim. Onunla bir projenin üzerinde çalışıyoruz ama şimdilik bunu kimse bilmemeli. Evde ve şirkette abim ve Seçil peşimi bırakmadığı için çalışmalarımı sabote etmelerini istemiyorum. Bu yüzden projeyle ilgili her şeyi Aksa’nın evinde yürütmeliyim.” Sevkiyattan sonra abim ve Seçil gerçek potansiyelimin farkına vardıkları için gözleri üzerimdeydi.
Babamın yanında işe başlamam onlar için bardağı taşıran son damlaydı. Günlerdir yana döne açığımı arıyorlardı ve beni babamın gözünde düşürmek için bir hata yapmamı bekliyorlardı. Benim şirkette işe başladığımı görünce tüm gün aylaklık yapan abimde şirkete dönmüştü. Amacı çalışıp bir işin ucundan tutmak değildi, her konuda beni başarısızlığa uğratıp babamın gözündeki değerimi bitirmekti.
Aynı şekilde Seçil’de babama şirinlik yapıp evde çok sıkıldığını, bir işin ucundan tutup ailemize yararlı olmak istediğini söyleyip şirkette işe başlamıştı. Caner ve Seçil artık sadece evde değil, şirkette de buldukları her fırsatta bana zorbalık yapıyorlardı. Babam yanımda olmadığı her boşlukta bana kendi ayak işlerini yaptırıyorlardı ya da diğer çalışanların yanında beni aşağılayıp utandırıyorlardı.
Onlarla gereksiz bir rekabetin içine girmek istemediğim için sadece tahammül ediyordum. Şirkette çalışmamın nedeni ailemden birileriyle rekabet etmek değil, işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmekti. Bu yüzden onların bana yaptırdığı ayak işlerini sorun etmiyordum. Abim ve Caner ne kadar beni ezerlerse ezsinler oradaki çalışanlar onlardan çok bana saygı duyuyorlardı.
Caner veya Seçil’in değil, bir gün oranın yöneticilerinden biri olacağımı bildikleri için kimse benim düşmanlığımı kazanacak bir şey yapmıyordu. Araba Asaf’ın evinin önünde durduğunda güvenlik kulübesindekiler içeriye bilgi vermeden bizim için kapıları açmışlardı. Açık camdan gelen kişinin ben olduğumu gördükleri için gelişimi önceden Asaf’a bildirmemişlerdi. Her hafta sonu burada kaldığım için Asaf buradaki herkesi bana sorun çıkarmamaları konusunda uyarmıştı.
Araba bahçeye girince şoförümün benim için açtığı kapıdan indim. Ona ve diğer korumalarıma bakıp tebessüm ettim. “Eve dönebilirsiniz pazartesi günü beni almaya gelirsiniz.”
Asosyal biri olduğumu bildikleri için bu iki günü hep burada geçireceğimi tahmin ediyorlardı. Bu yüzden bana zorluk çıkarmadan arabalara atlayıp babamın yanına dönmüşlerdi. Burada Asaf’ın çok fazla adamı vardı. En küçük bir tehlikede onlar beni korurdu. Kapıya yaklaşıp zile bastığımda hizmetçilerden biri bana kapıyı açtı. Geçmem için kenara çekilirken, “Hoş geldiniz, Farah Hanım,” deyişi saygı çerçevesindeydi.
Ona çekingen bir tebessüm sunup, “Merhaba,” diyerek içeri girdim. Holde montumu çıkartırken etrafıma bakıyordum. “Asaf ve Aksa evde mi?” Bu sefer haber vermeden geldiğim için evde değillerse geri dönmek zorunda kalırdım.
Montumu alan kadın başını salladı. “Aksa Hanım odasında ancak Asaf Bey henüz işten dönmedi.” Benim işim Aksa’yla olduğu için onun evde olduğunu duymak rahat bir nefes almamı sağlamıştı.
Holü geçip üst katın merdivenini çıkarak Aksa’nın odasının önünde durdum. Kapıyı çaldığımda ilk on saniye içeriden hiç ses gelmemişti. Kapıya tekrar vurmama rağmen içeriden gir komutu gelmeyince mecburen odaya girmek zorunda kaldım. Aksa’nın odasına girince neredeyse gülecektim. Her zamankinden daha dağınıktı. Asaf gibi simetri takıntısı olan titiz bir adamın karısı fazla dağınık ve pasaklıydı. Eminim Asaf bu odaya her girdiğinde sinirden deliriyordur.
Aksa hep dağınık biriydi ancak çalışırken etrafındaki her şeyi iki katıyla dağıtıyordu. Odaya bakınca bile kolları sıvayıp burayı bir güzel toparlayıp temizlemek istiyordum. Bu konuda Asaf kadar takıntılı olmasam da bende dağınıklıktan hoşlanmazdım. Odamdaki her şeyin temiz ve yerli yerinde olmasına özen gösterirdim.
Aksa’nın yatağındaki çarşaflar darmadağındı, yatağın üstünde bir şeyler atıştırmış olmalı ki cips ve kraker kırıntıları yatağın her yerindeydi. Yediği abur cuburların çöpleri ise yerlerdeydi. İşleri yürüttüğü masasındaki belge ve evraklar çok düzensizdi, bilgisayarının kenarlarına yapıştırdığı not kağıtları da göz yoruyordu. Tüm gün çok fazla kahve içmiş olmalı ki masasının bir köşesinde yedi kahve kupası ve bir tane de yarısına kadar içilmiş soda şişesi vardı.
Aksa kulaklıkta son ses müzik dinleyerek yere oturmuş, etrafına saçtığı belgeleri kontrol ediyordu. Kulağının arkasına sıkıştırdığı kalemi ara sıra eline alıp not defterine bir şeyler yazıyordu. Günlerdir harıl harıl geliştirmeye çalıştığımız projenin üzerinde çalıştığını biliyordum. Dizüstü bilgisayarı yanında olduğu için bazen bilgisayarın tuşlarına hızlıca basıp bir şeyler yapıyordu.
Kendini çalışmaya o kadar çok kaptırmıştı ki geldiğimin farkında bile değildi. Üzerinde beyaz bir tişört ve pijamayı andıran çizgili bir şort vardı. Tişörtün ön kısmındaki yarım kalp baskısı dikkat çekiyordu. Koltuğun üzerine bakınca üzerindeki şeylerin aynısını benim için de hazırladığını görünce güldüm. Bu akşam buraya geleceğimi biliyordu.
Onun evinde kaldığımda uyumlu giymemizi sevdiği için kendine ne alsa bir tane de benim için alırdı. Çantamı bir kenara bırakıp yanına giderek kulağındaki kulaklığı çıkardım. “Odana hırsız girse ruhun duymayacak.”
Başını kaldırıp beni görünce önce şaşırdı ama hemen sonra gülümsedi. “Hırsızın odama girmesi için önce dışarıdaki tüm o adamları geçmesi gerekiyor.” Boynunu esneterek masasının üzerinde duran dijital saatini kontrol etti. “Yine geç kalmışsın. Farah bu projenin bitmesini istiyorsan buna daha çok vakit ayırmalısın.” Elini yere vurarak bana yanını gösterdi. “Gel hadi son çalışmalarımı görmeni istiyorum.”
“Önce üzerimdeki şu rahatsız edici şeylerden kurtulmalıyım.” İşte giyeceğim kıyafetleri her gün benim için annem hazırladığı için tüm günüm kaskatı bir şekilde geçiyordu.
Üzerimdeki şeyleri hızlıca çıkartıp sadece iç çamaşırlarıyla kalmıştım. Bir tek Aksa’nın yanında soyunmaktan utanmazdım. Önce geniş ve oldukça rahat şortu giydim hemen sonra da beyaz tişörtü üstüme geçirdim. Başımı eğince tişörtümdeki yarım kalp baskısıyla gülümsedim. Kalbin diğer kısmı Aksa’nın tişörtündeydi. Birbirini tamamlayan şeyleri bir çift gibi giymemizi seviyordu.
“Evet,” diyerek yanına oturdum. “Arksaonix Technologies projemiz nasıl gidiyor bakalım?” Üzerinde çalıştığımız projenin ana fikrini o bulduğu için markanın ismini onun adıyla türetmiştim. Aksa buna karşı çıkmıştı ama yapımda emeği büyük olduğu için marka ismi konusunda onu ikna etmiştim.
“Bugün şirketin lojistik sorumlusu Candan Hanım’dan yardım aldım. Ona gönderdiğim verileri kontrol edip bazı hususlar konusunda beni bilgilendirdi.”
Bilgisayarı ikimizin görebileceği bir yere çekerek çalışmamızın dijital panosunu açtı. “Veri tabanı hâlâ çok zayıf. İnsanlara sunmadan önce kendi geliştirdiğim birkaç yazılımı yükleyerek veri tabanını daha sağlam bir hale getirmeyi planlıyorum ama tek sorunumuz bu değil.” Yukarı tıklayarak sürekli arıza veren bildirileri bana gösterdi. “Bu proje için geliştirdiğim yazılım entegrasyonu bizim kurduğumuz sistemle çok uyumsuz.”
“Bu tam olarak ne anlama geliyor?” Elimden geldiğinde ona yardım etmeye çalışıyordum ama bu benim değil, onun uzmanlık alanı ve onun projesiydi.
Çoğu zaman bana bahsettiği şeylerin ne anlama geldiğini bile anlamıyordum. Aslına bakarsanız yaptığım tek şey yanında olup bu proje için onu cesaretlendirmekti ve üzerinde çalıştığı şeyin bizim için ne kadar önemli olduğunu ona sık sık hatırlatmaktı.
“Bir şeyi yanlış yapıyor olmalıyım ama günlerdir sorunun kaynağını bulamıyorum, Farah.” Omuzları düştüğünde çabaları istediği sonucu vermiyor diye karamsarlığa kapılmaya başlamıştı. “Bu konunun uzmanlarıyla çalışsaydım eminim benim gözden kaçırdığım detayları onlar yakalardı.”
Tersçe bana baktığında asistanı olmamı yetersiz bulmuş gibi yüzünü buruşturdu. “Sen hiçbir şeyden anlamıyorsun. Bazen küçük bir işlemi bile sana defalarca anlatıyorum ama yine anlamıyorsun.”
“Ne bekliyordun ki bunun okulunu okuyan sensin. Senin kolayca anladığın şeyleri tek bir seferde anlamamı bekleyemezsin.” Ellerine yapışıp yalvarırcasına dudaklarımı büzdüm. “Arksaonix’i tamamlamak zorundasın tüm umutlarımı buna bağladım, şimdi beni yarı yolda bırakamazsın.”
Yüzüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırırken çaresizliğim yüzüme yansıyor olmalı ki tüm keyfi kaçmıştı. “Şirkette işler çok mu kötü?”
Önüme döndüğümde günlerin yorgunluğuyla ensemi ovuşturdum. “Her şey gittikçe daha da kötüye gittiği için yönetim kurulundakiler çok huzursuz. Diğer şirketler tarafından kabul görmeyen projeler, geciken teslimatlar, kaybedilen marka değeri ve artan maliyetler sıkça konuşuluyor.”
Tüm bunların içinde çaresizce çırpınan babamı hatırlayınca burnumun direği sızlamıştı. “Diğer yatırımcılara reddedemeyeceği bir projeyle gitmeliyim ve Arksaonix en az Kalenderlerin ürettiği kadar iyi bir teknoloji. Bu daha önce hiç yapılmadı, bu teknoloji kendi dalında çığır açabilir.” Aksa’nın projesi gerçekten çok iyiydi. Doğru şekilde yapılırsa yaşadığımız krizi tersine çevirebilirdik.
Ona dönüp parmaklarımı onun parmaklarının arasından geçirdim. “Sen sadece bunu tasarla, pazarlama işi bende. Bir toplantı ayarlayıp iyi bir sunumla büyük yatırımcıları bizimle çalışmaya ikna edebilirim.”
Günlerdir ben şirkette ne kadar çok yorulduysam o da evde çalışmaktan yorulmuştu. Bu teknolojiye kafa yormaktan o da doğru düzgün uyuyamıyor olmalı ki gözlerinin altında koyu halkalar belirmişti. “Farah bunu bitirebilirim ama tek başıma yapmam çok zamanımı alır ve bizim kaybedecek hiç vaktimiz yok.” Batmak üzere olduğumuz için kaybedecek bir günümüz bile yoktu.
Aksa bana odasını gösterdi ve odadaki tüm bu dağınıklığı. “Böyle bir teknoloji için burası yeterli bir çalışma alanı değil. Üstelik her şeyi tek başıma yapmak zorunda kaldığım için çok zaman kaybediyorum.” Suratını asarak omuzlarını düşürüp başını eğdi. “Küçük bir güncellemeyi bile ben yapmak zorundayım. Elimin altında iyi bir ekibim olsaydı onlar benim için küçük işleri yapardı, bende ana sisteme odaklanabilirdim.”
“O zaman bizim şirkete gelip orada çalış. Babamla konuşursak senin için gereken ekibi ayarlayabilir.”
“Oradakilere güvenmiyorum.” Şiddetle karşı çıkarak şirkette çalışmayı reddetti. “Şirket iflasın eşiğinde olduğu için birileri başka firmalarda kendine iyi bir mevki kapmak için projeyi onlara sızdırabilir. Henüz patentini bile almadığımız için başkaları çalışmalarımızı kendilerininmiş gibi gösterebilir.”
Hatırladıklarıyla vücudundaki tüm kan çekilmiş gibi yüzü bembeyaz olmuştu. “Üstelik Seçil ve Caner’de orada. Sırf bizi başarısızlığa uğratmak için tüm çalışmalarımı sabote edebilirler.”
Haklı olduğunu bildiği için şirkete gelmesi konusunda ısrar etmedim. Tüm bunları düşündüğüm için henüz babama bile bu teknolojiden bahsetmemiştim. Babama güveniyordum ama bir proje üzerinde çalıştığımızı Seçil veya abimin yanında ağzından kaçırırsa o iki çıyan rahat durmazdı.
“İstediğin daha rahat bir çalışma alanı ve sana yardımcı olacak bir ekip mi?” Asaf’ın sesini duyunca irkilerek başımızı kaldırdığımızda onu gördük. İçeri girerken kapıyı kapatmayı unuttuğum için Asaf kapının önünde dikilmiş bizi izliyordu.
Aksa onu görünce yerdeki dağınıklığı toplamaya başladı. “Sen bizi mi dinliyordun?” Asaf’a çıkışırken görmekten nefret ettiği birine bakar gibi bakışları tahammülsüzdü. “Bugün eve gelmezsin diye düşünmüştüm.”
Asaf yürüyüp odaya girdiğinde burada gördüğü dağınıklık ve çöpler karşısında yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu. Karısının odasının bir çöplükten farksız olmamasına duyduğu rahatsızlığı gizleyemiyordu. Böyle bir odada bulunmak bile sinirlerini yıprattığı için yanında duran elini sıkıp sıkıp açıyordu. Diğer eli de cebindeydi ama cebindeki elini bile yumruk yaptığını anlamak zor değildi.
Şıklığıyla göz doldururken takım elbisesinde tek bir kırışıklık dahi yoktu. Aksa odasının pençelerini açıp odayı havalandırmadığı için odasındaki hava çok boğucu ve sıcaktı. Asaf daha şimdiden boğulmaya başladığı için ceketini çıkartıp bir yere indirmek istedi ama odada temiz tek bir yer bulamadığı için bunu yapamadı.
Ceketini kolunun üstüne atıp karnının yakınında tutarken Aksa’ya leş gibi odayı gösterdi. “Bu çöplükte nasıl yaşayabiliyorsun?”
Aksa ayağa kalkıp topladığı evrakları masasının üzerine rastgele bırakırken hiç alınganlık yapmıyordu. “Çöplük dediğin şey benim odam.” Eğilip bilgisayarını da alıp masanın bir kenarına koydu. “Ben senin yaşam alanını eleştirmiyorsam sende benimkine saygı duymalısın.”
Asaf ağır adımlarla odanın içine birkaç adım daha attı ancak yerdeki şişelerden biri ayağına çarpınca durdu. Başını eğip yerdeki gazoz şişesine bakınca yakışıklı suratında iğrenircesine bir ifade belirmişti. Yerdeki bir şişenin bile ayakkabısını kirletmesinden endişe edip bir adım gerilemesi çok komikti.
“Özellikle odanı bu hale getirdiğini bilmiyor muyum sanıyorsun?” Kaşları belli belirsiz çatılırken sinirli gözlerini Aksa’ya dikmişti. “Beni odandan uzak tutmak için bu küçük oyunlara gerek yok. Sen davet etsen de senin gibi pasaklı bir kadının odasında on dakikadan fazla durmam.”
“On dakikanın dolmasına acaba kaç dakika kaldı?” Aksa hemen saate bakınca Asaf sinirlenirken ben gülmemeye çalışıyordum. Sürekli tartışmak onların en yoğun rutiniydi.
Asaf cevap olarak ona herhangi bir karşılık vermeden yürüyüp Aksa’nın çalışma masasının yanında durdu. Bir öğretmen gibi orada durup Aksa’nın bir şeyler yazdığı panoyu kontrol etti. Aksa onun ne yaptığını anlamaya çalışırken baştan ayağa Asaf’ı süzüyordu. Siyah pantolonu beline tam oturmuştu. Üzerinde tek bir kırışık olmayan beyaz gömleği geniş omuzlarını daha belirgin gösteriyordu.
Yakışıklılığıyla göz doldurduğu için Aksa’nın ona attığı bakışlardan gizli bir beğeni vardı. “Burada yazan tüm bu şeyleri hayata geçirmen için iyi bir kaynağa ihtiyacın var.” Asaf usulca Aksa’ya baktığında gözlerine ulaşmayan sahte bir tebessüm dudaklarında belirmişti. “Güvenli bir çalışma alanı ve ihtiyacın olan şu ekip…” Susup alaycı gözlerle karısını izledi. “Hepsini senin için temin edebileceğimi biliyorsun, değil mi?”
Aksa tam onun yardımına ihtiyacı olmadığını söyleyecekti ki, her zamankinden daha çok buna ihtiyacımızın olduğunu fark edince dilini ısırarak kendini susturdu. Kaybettiğimiz her saniyeyle biraz daha dibi bulduğumuz için elimizdeki tüm kaynakları değerlendirmeliyiz. Kuzenim kollarını göğsünde birleştirerek dik dik ona baktı. “Bu saydıklarını bana temin etmek için karşılığında ne istiyorsun?”
Asaf’ın yüzündeki ciddiyetten hiçbir şey eksilmezken alaycı bir tutamla kaşları havalandı. “Bana ne verebilirsin?”
Kuzenim bir şey söylemeden önce biraz düşündü. Yardımı karşılığında Asaf’a ne verebileceğini ciddi anlamda düşündü. Asaf zaten gereken her şeye sahip olduğu için neye ihtiyacı olduğunu bulmaya çalışıyordu. “Bana yardım edersen bende karşılığında benden istediğin bir şeyi yaparım.” Aklına daha iyi bir şey gelmemiş gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. “Bana temin edeceğin şeyler karşılığında istediğin bir şeyi yerine getireceğim.”
Asaf’ın mavi gözlerinin ardında şeytani bir parıltı geçmişti. Başını hafifçe yana eğmiş, bakışlarını Aksa’ya kenetlemişti. “Her şeyi mi?” diye sorarken dudağının köşesinde tehlikeli bir kıvrılma vardı.
Aksa benim yükselmem için her şeyi yapacak kadar sıkı bir destekçim olduğu için isteksiz bir şekilde başını salladı. “Makul ölçüde olduğu sürece.”
Asaf gözlerini dahi kırpmadan onu izlerken yüzünde keyifli bir doku oluşmuştu. Dudağının kenarındaki o küçük kıvrılma insanda iç çekme isteği uyandıracak kadar karizmatikti. “Bakalım verdiğin sözlere ne kadar sadıksın?”
Kapıya yürürken odadaki dağınıklığı gösterdi. “Akşam yemeğinden önce bu odayı daha yaşanılabilir bir hale getirirsen bende senin için işleri biraz hızlandırabilirim.” Kapıdan çıkmadan hemen önce, “Bir saat sonra kontrol etmek için geleceğim,” demişti.
Aksa ağzı bir karış açılmış bir halde ahıra çevirdiği odaya bakıp, “Bir saat mi?” diye cırladı ama Asaf çoktan gitmişti.
Tüm ihale bana yıkılmasın diye hemen kapıya yürüdüğümde Aksa yolumu keserek iğneleyici gözlerini bana dikti. “Nereye gittiğini sanıyorsun kuzen?” Çatık kaşlarının altından odayı gösterdi. “Senin yüzünden o herife borçlandım ve benden ne isteyeceğini dahi bilmiyorum. Bu odayı benimle temizleyeceksin!” Bende bundan korkuyordum.
“Neden benim yüzümdenmiş? Onunla bir anlaşma yapmanı ben istemedim.”
“Keyfimden mi yaptım?” Kafama sertçe vurarak beni yerdeki dağınıklığa doğru itti. “Günlerdir burada senin babanın şirketini kurtarmaya çalışıyorum, yani sana kalacak olan şirketi. Sızlanmayı bırak da şurayı temizlememe yardım et.”
“Odanı bu hale getirirken aklın neredeydi?”
Yatağını temizlemek için üzerindeki her şeyi yere atarken güldü. “Onu benden uzak tutan şey yamuk saçlarım, odama girmesini engelleyen şey de gördüğün tüm bu çöpler.”
Bulduğum bir poşetin içine yerdeki çöpleri koyarken ne kadar üşendiğim yüzümden okunuyordu. Günlerdir deli gibi çalıştığım için karnımı doyurup biraz dinlenmek istiyordum. “Asaf kötü biri değil, onu neden kendinden uzaklaştırdığını anlayamıyorum.”
Aksa yastıklarını kabartıp havalandırırken ne hatırladıysa bu onu daha fazla sinirlendirmişti. “Asaf iyi biri de değil kuzen. Onun da kan kardeşinden, yani Gurur’dan bir farkı yok.” Yastıkları düzgünce yatağa koyarken imalı bakışları beni bulmuştu. “Sana Gurur’a çok kapılma dedim ama beni dinlemeyip kafanın dikine gittin. Şimdi bak ne hale geldin.”
Baştan ayağa beni izlerken gördükleri hoşuna gitmemişti. “Gurur’un sebep olduğu yıkımı düzeltmek için günlerdir gece gündüz çalışıyorsun. Ne kadar zayıfladığının hiç farkında değilsin, değil mi?” Gözlerimin altındaki morluklara bakınca ağız dolusu küfretti. “Tüm bunlar yetmezmiş gibi o herife bağımlı hale geldin.”
Burnunu sildiği pis mendillerini iğrenerek poşetin içine atarken somurtuyordum. “Bunu bana her gün hatırlatmak hoşuna mı gidiyor?”
“Evet.” Yatağını havalandırıp battaniyeyi katlarken güldü. “Sana baktıkça neden Asaf’tan uzak durmam gerektiğini daha iyi anlıyorum. Yıllar önce yaptığım hataları tekrarlayacak kadar aptal değilim.”
Elimdeki çöp poşetiyle doğrulup sırıttım. “Yıllar önce derken? Yoksa bir zamanlar onu seviyor muydun?”
Hemen bakışlarını kaçırıp az önce düzelttiği yastıklarından birini alıp suratıma fırlattı. “Lafı tersinden anlama, onu hiç sevmedim ve sevmeyeceğim.” Şu anda hislerinin bu yönde olduğunu biliyordum ama bir zamanlar Asaf’ı görünce ondan nefret etmezdi. Düğün günü aralarında ne geçtiğini çok merak ediyordum ama sorularımla onu bunaltmak istemiyordum. Kendini hazır hissettiğinde bunu bana anlatacağını biliyordum.
Aksa’nın odasını pırıl pırıl yapana kadar canımız çıkmıştı. Odanın içine ettiği için temizlemek çok vaktimizi almıştı. İki kişi olduğumuz için bir şekilde bir saat içinde odadaki işimizi bitirmiştik. Tüm çöpleri atmış, dağınıklıkları toplamış ve dip bucak silip süpürmüştük. Bu temizlik işini hizmetçilere yaptırabilirdik ama Asaf, Aksa’dan istediği için mecburen biz yapmıştık.
Asaf gerçekten de bir saat sonra gelip odayı kontrol etmişti. Bu kadar kısacık zamanda ortaya çıkardığımız iş için bizi takdir etmemişti ama gördüklerinden memnun bir şekilde odadan ayrılmıştı. Akşam yemeğinden sonra Aksa elimi tutup onun odasına çıkmamız için ısrar etmişti ama bunu kabul etmemiştim. İkimiz odaya kapanırsak Asaf bu koca evde yine yalnız kalacaktı. Bu yüzden Aksa’yı salonda film izlemeye ikna etmiştim.
Biz Aksa’yla bir şeyler atıştırarak büyük ekran televizyondaki filmi izlerken Asaf bir köşede sessizce çalışıyordu. Tekli koltuğuna oturmuş önünde duran sehpanın üzerine yığdığı evrakları sırasıyla inceliyordu. Bizim sohbetimize hiç dahil olmuyor, ikimizi rahatsız etmemek için işleriyle meşgul oluyordu. Fazla sessiz ve ıssız görünüyordu.
Aksa korku ve gerilim filmlerini çok severdi, bende romantizm kurguların aşığıydım. Film konusunda Aksa’yla küçük bir çekişme yaşasak da benim istediğim filmi açmıştık. Korku filmlerinde çığlık atıp kendimi kaybettiğimi bildiği için bu gece filmi benim seçmeme izin vermişti. Yabancı yapımlardan olan romantik ve duygusal bir film açmıştım. Filmin Türkçe altyazısı çok kötü olduğu için altyazıyı kapatmıştık.
Yaşadıkları güzel bir aşktan sonra küçük bir yanlış anlaşılma yüzünden adam kadını terk edince gözlerim dolmuştu. Duygusal biri olduğum için okuduğum kitaplar ve izlediğim filmler beni çok etkilerdi. “Madem onu terk edecekti kadına niye o kadar umut verdi ki?” Dokunsalar ağlayacak durumdaydım.
Yanımda oturan Aksa hunharca patlamış mısırı ağzına basarken, “Filmin kalitesi çok kötü,” diye sızlandı.
Sesli bir şekilde burnumu çektim. “Kadını terk etti.”
Aksa bir avuç mısırı ağzına bastığı için yanakları sincap gibi dolmuştu. Ağzı dolu olduğu için boğuk bir sesle konuşup, “Çekimler berbat ve Rina hiç iyi bir oyuncu değil,” dedi.
Ağlamaklı bir sesle iç çekip, “Onu bırakıp başka bir kadına gitti,” dedim.
Aksa mısır yağının bulaştığı parmaklarıyla bana televizyonu gösterdi. “Şuraya bak iyi ağlayamıyor bile. Aloo, bacım sen az önce terk edildin lan,” diye konuştu kabaca. “Doğru düzgün ağla da havaya girelim. Sadece ühüü demekle olmuyor o işler, gerçekçi ol biraz.”
“Aksa defol git yanımdan.” Omzumla koluna vurarak ondan kurtulmaya çalıştım. “Asıl senin yüzünden ayrılık havasına giremiyorum.”
“Farah ağlamak istiyorsan git odamda ağla, bana bu kalitesiz filmi izlettiren sensin.”
“Film gayet iyi.”
“Neresi iyi yapımda emeği geçen herkes çok amatör, senaryo zayıf ve başrol kadın ağlamayı bile bilmiyor.”
“Seninle konuşmuyorum ben!”
“Beni böyle kalitesiz bir filme maruz bıraktığın için asıl ben seninle konuşmuyorum!”
Yanımdaki yastığı alıp kafasına sertçe geçirdim. “Sus artık senin yüzünden sahneleri kaçırıyorum.”
Elimdeki yastığı çekip aldıktan sonra o da aynı yastıkla benim kafama vurdu. “Merak etme bu boktan filmde kaçıracak önemli bir şey yok.”
“Kadın terk edildi ve bu çok önemli bir şey.”
“Şuna bak sanki biz terk edildik. Bize ne o kadından?”
Asaf’ın kısık gülüşünü duyunca ona döndük. Film izlerken ikimizde çok gürültücü olduğumuz için işlerine konsantre olamıyordu. Koltuğuna rahatça yaslanmış, bir elinde kahve fincanını tutarken dizinin üzerine yasladığı elinde açık bir dosya vardı. Aksa’nın filmi eleştirip durması o dosyadan daha ilgi çekiciymiş gibi dudaklarındaki küçük tebessümle onu izliyordu. Ancak Aksa’nın bakışları onu bulunca ciddileşerek hemen önüne dönmüştü.
“Farah ben daha fazla bu salakları izlemek istemiyorum.” Aksa her fırsatta Asaf tarafından izlendiğinden habersiz bana televizyonu gösterdi. “Bu kadının ucuz oyunculuğu yüzünden filmde beklediğim etkiyi göremiyorum.” Heyecanlanarak yağlı elleriyle koluma yapıştı. “Vizyona yeni giren harika bir korku filmi var, hadi onu izleyelim.”
“Kuzen yemin ederim ömür törpüsü gibisin.” Kolumu onun yağlı ellerinden çekerek peçeteyle sildim. “Korku filmlerini sevmiyorum çok korkutucular.”
“Korkunç olmazsa adı korku filmi olmazdı.”
“Beni korkutan şeyleri sevmiyorum.” Bu sefer ona televizyonu gösteren bendim. “Devamında barışacaklar mı, merak ediyorum.”
“Kendini şu kadının yerine koymayı bırak. O herif Gurur değil farkında mısın?”
“Olamaz da Gurur ondan daha yakışıklı hatta herkesten daha yakışıklı.” Boş bulunup ağzımdan kaçırdıklarımla Aksa sinirlenerek enseme öyle bir vurdu ki, başım önüme düşmüştü.
Acıyla inlediğimde kuzenim kızgın bir sesle ağzına geleni bana söylüyordu. “Sen hiç akıllanmıyorsun. Sendeki bu aptallık olduğu sürece o tımarhane kaçkını daha çok üzer seni.”
Ensemi ovuşturup asık bir suratla başımı kaldırdığımda kuzenimin gözleri sinirden çakmak çakmak yanıyordu. “Sen burada onu düşünürken eminim o her gece farklı bir kulüpte takılıyordur. Bu ayrılık sürecinde kaç kadınla yattığını kim bilebilir.”
Onu düşünmüyordum konuyu Gurur’dan açtığı için ağzımdan o şeyler çıkmıştı. Ancak Aksa’nın son söyledikleri beni rahatsız ettiği için bakışlarımı Asaf’a çıkardım. “Gurur’un son zamanlarda neler yaptığını biliyor musun?”
Çenemiz yüzünden istediği gibi çalışamadığı için dosyayı sehpanın üzerine bırakarak mavi gözlerini bana dikti. “En iyi yaptığı şeylerle meşgul.”
“En iyi yaptığı şey nedir?”
“Canı sıkıldıkça can sıkmak.” Abartıyla yüzünü buruşturduktan sonra kahve fincanını dudaklarına yaklaştırdı. “Aranızda yaşanan şeyler onu iyice delirttiği için çatacak adam arıyor.”
“Hâlâ ona değer veriyorsun değil mi?” Aksa bunu sorarken kısık gözlerle Asaf’ı izliyordu. “Ne de olsa bir zamanlar kardeş gibiydiniz.”
“Bir zamanlar nasıl insanlar olduğumuzun artık bir önemi yok.” Asaf sitem eder gibi bunları söylerken Aksa’nın gözlerinde hep daha fazlası varmış gibi bakışları derindi. “İlk kez değer verdiğim birini kaybetmiyorum.”
Aksa bazı konularda o kadar aptaldı ki Asaf’ın bu sözlerle ne demek istediğini bile anlamamıştı. Kolasını lıkır lıkır içerken Asaf’ın bakışlarındaki serzenişin farkında bile değildi. “Gurur’la dostluğunuz neden bitti? Bir zamanlar yakın olduğunuzu herkes biliyor ama sizi yol ayrımına getiren sebebi sır gibi saklıyorsunuz.” Kuzenim alaycı gözleriyle onu gösterdi. “Kesin senin yaptığın bir hatadan dolayı bu hale geldiniz.”
“Bence Gurur’un yaptığı bir şeyden dolayıdır.” İkimizde kendi kocamızı suçlarken paketin içinden bir tane cips aldım. “Gurur düşman kazanmakta çok iyi.”
“Bu sizi ilgilendiren bir durum değil.” Asaf bizi susturarak fincanını sehpanın boş bir yerine bıraktı. Bir bacağını diğerinin üzerine atıp rahat bir duruş sergilerken kolunu koltuğun kenarına yaslamıştı. “Gurur’la ne yaşandıysa hepsi geçmişte kaldı. Siz kızlar dedikodu için kendinize farklı bir konu bulun.”
“Gurur umurumda bile değil,” dedim hızlıca.
Aksa kocasına bakarak, “Aynı şekilde sende benim umurumda değilsin,” dedi.
Cips paketine uzandım. “Yakında boşanıp kurtulacağım ondan.”
Aksa boşanmaya dünden razı olduğu için hızlıca başını salladı. “İlk fırsatta bende.”
Ortada çok komik bir şey varmış gibi Asaf gülerek başını yavaşça iki yana salladı. “Hayal kurmaya devam edin, ikinizde boşanamayacaksınız.” Anlaşılan tıpkı arkadaşı gibi o da bu konuda kuzenime zorluk çıkartacaktı.
Aksa paketten birkaç ıslak mendil çıkartarak elini silerken meraklı gözlerle Asaf’ı izliyordu. “Benimle evlenmek için neden bu kadar ısrar ettiğini anlayamıyorum.” Bunu sorarken ne kızgındı ne de mutlu.
Bu konu uzun zamandır kafasını kurcaladığı için onun neyin peşinde olduğunu anlamak ister gibi bakıyordu. “Bu evlilikte hiçbir kazancın yok hatta mutlu bile değilsin. Bir nikahla beni zorla yanında tutmak dışında bu evliliğin sana sağladığı bir şey yok.”
Asaf nazik sayılacak gözlerle Aksa’yı izlerken sessizliğini koruyordu. Karısının yüzünü ezberlemek ister gibi dalıp gitmişken ne düşündüğünü bilmeyi isterdim. Daha sonra hiçbir şey söylemeden zerre kadar ilgisini çekmeyen filme döndü. Aksa’nın sorduğu sorulara cevap vermektense onu yanıtsız bırakmayı yeğlemişti.
Asaf’ın sessizliği bizi de susturduğu için bizde önümüze dönüp filmi izlemeye devam ettik. Filmin ilerleyen dakikalarında Aksa çok sıkıldığı için koltukta uyuyakalmıştı. Benim seçtiğim bir film ona hitap etmediği için finali görmeden uyumuştu. Hemen uyumasının bir diğer nedeni de günlerdir çok çalışıp yorulmasıydı.
Aksa’nın uykusu derinleşene kadar Asaf koltuğunda hiç kıpırdamamıştı. Daha sonra ayağa kalkarak yanımıza geldi. Eğilip dikkatli bir şekilde Aksa’yı kucağına aldıktan sonra salondan çıkmıştı. Burada tek başıma kaldığım için televizyonu kapatıp bende ayağa kalktım. Yorgun olan sadece Aksa değildi, benim de biraz uykuya ihtiyacım vardı. Ne yazık ki ben Aksa gibi kendiliğinden uyuyamıyordum.
Salondan çıkıp merdiveni tırmanırken yürümek için adeta kendimi zorluyordum. Göz kapaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki keşke gözlerimi kapatınca uyuyabilsem. Gözlerim ister açık olsun ister kapalı, ikisi arasında artık hiçbir fark kalmamıştı. Uykusuz geçirdiğim her saat başta fazla gürültülü olurdu sonra sessizleşirdi her şey.
Baştaki o gürültü bir uğultu gibi hep kafamın içinde, kulaklarımda ve tüm vücudumda hissedilirdi. Aradan geçen her saatle bir süre sonra vücudum çökme noktasına gelir ve her şey sessizleşirdi. O anlarda bir ölüm sessizliği yaşanırdı. Ölmeyi isterdim ama yaşamam gerektiğini hatırlardım.
Çantam Aksa’nın odasında kaldığı için Asaf’ın peşinden yukarı çıktığımda kapı aralığında onu gördüm. Aksa’yı nazikçe yatağına bırakırken onu uyandırmamak için çok dikkat ediyordu. Battaniyeyi açarak Aksa’nın üzerine örttüğünde onu izlemeye o kadar dalmıştı ki buradaki varlığımın farkında değildi. Yatağın kenarına yavaşça oturdu ve iç çekerek Aksa’nın yüzünü kapatan saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Bunu yaparken bakışları fazla hisli ve buruktu.
Onu uyandırmaktan korkarcasına parmaklarının tersiyle Aksa’nın yanağına dokundu. “Günün en sevdiğim saatleri sen uyuduğunda başlıyor.” Kısık sesi güçlükle duyulurken mavi gözlerinde eksikliğini hissettiği bir şeyler vardı. “Sadece bu saatlerde seninle bir konuda tartışmadan yanında olabiliyorum.”
Parmakları tüy gibi Aksa’nın yüzünde gezinirken gözlerinin mavisinde derin bir anlam ve bir de saklayamadığı bir özlem vardı. Aşağıda Aksa’nın karşısında susup cevaplayamadığı o sorulara karısı uyurken yanıt verdi. “Beni bir nikah masasında bırakmana rağmen seninle evlenmek için neden bu kadar ısrar ettim biliyor musun?”
Parmakları Aksa’nın yanağında hareketsiz kaldığında Asaf’ın yüzünde ıstırap verici bir acı oluşmuştu. “Çünkü ben burada seni beklerken sen orada başka adamlarla mutluydun.”
Burnunun direği sızlamış gibi gözlerini yumduğunda başı hafifçe önüne düşmüştü. “Onlara gülümsüyor, onların elini tutuyor ve onlarla zaman geçiriyordun. Bunun bana nasıl hissettirdiğini umursamadan hayatına yeni birilerini alıyordun.”
Kirpikleri aralandığında Aksa’nın yüzündeki elini çekerek yumruğu sıktı. Elini yanına indirerek sıkmaya devam ettiğinde bu konuda Aksa’yı asla affetmeyecekmiş gibiydi. “Cevap versene yamuk saçlı kız…” diye fısıldadı sitem ve kederle. “Beş yıl boyunca bana bir cehennemi yaşatırken sen kimlerin cenneti oldun?”
Beklediği cevap hiç gelmedi çünkü Aksa derin bir uykunun kollarındaydı. Asaf ise onu izlerken dudaklarını birbirine bastırarak bir süre hızlanan nefeslerini düzene koymaya çalıştı. “İşte bu yüzden seninle evlendim, beni içine attığın bu cehennemde seni de yakmak için.” Çenesi kasıldığında artık gözleri fazla hissiz ve soğuktu. “Bir gün bana haksızlık ettiğini anladığında bana yaşattığın her şeyi misliyle ödeyeceksin.”
İntikam yeminleri eder gibi sertçe konuşup ayağa kalktığında derin bir nefes almıştı. “Şimdilik sana sunduğum konforun tadını çıkar. Zamanı geldiğinde bu sefer terk edilen ve ihanete uğrayan ben olmayacağım.”
Tıpkı arkadaşı gibi Asaf’ın da kalbinde yakıcı bir intikam arzusu vardı. Gurur ile ikisi hayatımızı altüst etmeye kararlılardı. Gurur amacına ulaşmıştı ama Asaf’ın hiçbir zaman Aksa’dan intikam alabileceğini sanmıyordum. Gurur’un aksine Asaf karısına âşıktı bu yüzden istese de onun canını yakamazdı.
Onu dinlediğimi anlamasın diye hemen kapıdan uzaklaşıp merdivenin yanında durdum. Daha sonra yeni yukarı çıkmış gibi yapıp yürümeye başladım. Neyse ki tam vaktinde bunu yapmıştım çünkü Asaf dışarı çıkmıştı. Beni görünce bakışlarını yumuşatarak, “İyi geceler,” diyerek yanımdan geçti.
Aksa’nın odasından çantamı alıp benim için tahsis ettikleri odaya girerek kapımı kapattım. Gece lambasını açıp yatağımın üzerine oturduğumda çantamdaki günlüğümü çıkarmıştım. Son günlerde kimseyle doğru düzgün konuşamadığım için günlük tutmaya başlamıştım.
Çantamdaki kalemi çıkartıp dokuz yüz sayfadan oluşan kalın günlüğümün boş bir sayfasını açtım. Her sayfaya sadece beni etkileyen şeyleri yazıyordum. Kısa bir an yatağa bakınca iç çekerek boş sayfayı kalemin mürekkebiyle kirletmeye başladım.
Bugün sensiz geçirdiğim bir günü daha noktalamak üzereyim. Hafta sonunu geçireceğim yabancı bir evde bile sana dair bir şeyler arayacak kadar kötü durumdayım. Biliyor musun, bazı anlarda geceyi benimle geçirdiğini düşünecek kadar aptallaşıyorum. Son günlerde ne zaman Asaf’ın evinde kalsam uyumak için gece anestezi kullanıyorum. Ancak sabah uyandığımda yatağın diğer tarafında hep senin kokun geliyor.
Eğer Asaf’la aranızın bu kadar kötü olduğunu bilmeseydim ben geceleri uyduktan sonra seni evine aldığını bile düşünebilirdim. Biliyorum bu çok saçma, sabah gözlerimi anestezinin etkisiyle açtığım için bu odanın her yerinde senin kokunu alıyorum. Fakat bazı anlarda gerçekten buradaymışsın gibi hissediyordum.
Sanki ben uyuduktan sonra bu odaya giriyor, yatağımın bir köşesine kıvrılıp beni kollarının arasına alıp uyuyormuşsun gibi geliyor. Anesteziyle uyuyan bir insan bilincini bir süreliğine yitirdiği için normal bir uykuda olduğu gibi hiç kıpırdamaz. Yatağa nasıl uzandıysa sabah gözlerini o şekilde açar ama buradayken ne zaman uyansam yatağın diğer tarafındaki çarşaf hep kırışıyor. Kullanmadığım diğer yastığın ortası ise hep içe gömülmüş oluyor.
Biri sabaha kadar o yastığa başını yaslamış gibi yastığın ortası çöküyor, biri yatağın soğuk tarafında uyumuş gibi çarşaf kırışıyor. Uzanıp baktığımda her defasında burnuma senin kokun geliyor ve kalbim çılgına dönerek hızlanıyor. Senin özleminden kokunu aldığımı düşünürler diye kimselere bundan bahsedemiyorum.
Sonra anestezinin etkisinde olduğumu hatırlayıp büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Ben buradayım diye gece buraya hiç gelmedin, benim olduğum bir yere gelmezsin. Anesteziyle uyuşan zihnimin bana oyun oynadığını anlayıp uzun süre yatağın diğer tarafına bakıp ağlıyorum. Biliyorum artık yokluğuna alışmam gerekiyor ama yabancısı olduğum bir evde bile seni yanımda isteyecek kadar çok özledim.
Biriyle senin hakkında konuşmak bile acı verici. Son günlerde adın bile yasaklı bir şey gibi geliyor bana. Sanki hiç konuşulmamalı, kimse bana senden bahsetmemeli ve bulunduğum ortamlarda adın bile geçmemeli.
Kimse senden bahsetmezse seni daha hızlı unutabilir miyim?
Gerçekten unutabilir miydim, seninle geçirdiğim tüm o günleri ve bana yaşattığı tüm o şeyleri…
Günlüğümü kapatıp çantama koyduktan sonra metal kutuyu çıkardım. Kutunun içindeki şırıngayı alıp narkoz şişesine uzandım. Hep aynı dozda kullandığım için ölçüyü kaçırmamaya dikkat ederek küçük bir miktar narkozu şırıngaya çektim. Şırıngadaki hava boşluğunu çıkartırken yine o bilindik korku tarafından kuşatılmıştım.
Narkozdan önce hep belki bir daha uyanmam, korkusunu yaşıyordum. Hissettiğim bu korkuyla kendimi bir bilinmeze iterdim. Ne yazık ki uzun vadede narkoz kullanmak benim için çok tehlikeliydi. Sevkiyattan beri iki günde bir narkoz almak benim için bir rutine dönüşmeye başladığı için doğal uyku düzenini kaybetme riskim vardı.
Biraz daha bunu sürdürürsem uyku artık vücudumun kendini onaran bir süreci olmaktan çıkacaktı. Ne yazık ki bir süre sonra doğal yollarla uyumayı tamamen bırakacaktım, o zaman uyku benim için kimyasal bir kaçışa dönüşecekti. Biraz daha narkozla uyursam bu beni bağımlı hale getireceği için vücudum kimyasallar dışında doğal yollarla uyumayı reddedecekti. Bu olduğunda artık Gurur’un kokusu bile beni uyutamayacaktı.
Aynı şeyler Gurur için de geçerliydi. Eğer o da biraz daha morfin ve farklı kimyasallarla uyumaya devam ederse doğal uyku düzenini kaybedecekti. Benim uyku sorunumun nedeni geçmişte yaşadığım travmalardı. Gurur’da başlayan uykusuzluk probleminin nedeni ise beni ve benimle ilgili her şeyi çok fazla düşünmesiydi.
İyi veya kötü yönden beni düşünmesi bir şeyi değiştirmezdi, Gurur kliniklik bir vakaydı ve birden fazla psikolojik sorunu vardı. Sevkiyattan sonra hasta zihni beni de bir sorun haline getirmişti. Günün her saati beni düşünüp kafayı bana taktığı için bu onun uykularını kaçırıyordu. Eskisi gibi uyumak istiyorsa önce beni aşmalıydı. Benimle ilgili canını sıkıp onu rahatsız eden her şeyden kurtulmadıkça bir daha eskisi gibi uyuyamazdı.
Uykusuzluğun bende yarattığı zihinsel yorgunluk ve gerçeklikten kopma atakları beni halsiz bıraktığı için yatağa uzandım. Yeni bir psikotik atak ya da halüsinasyon yaşamadan hemen şırıngadaki narkozu kendime enjekte ettim. Şırıngayı yatağımın yanındaki komedinin üzerine bırakıp başımı yastığa yasladığımda derin bir nefes almıştım.
Narkozun ilk saniyelerinde yaşadığım teslimiyet hissiyle gözlerim kapanmaya başlamıştı. İçimden ondan geriye sayarken bilincim hâlâ açıktı ama bedenim yavaşça gerçeklikten kopmaya başlamıştı. Her seferinde kendimi işlek bir yolun kaldırımındaymış gibi hissederdim. Bir adım… Bir adım daha ve sonra her şey son bulurdu. Bilincimi kaybederken bile aklımda sadece tek bir isim vardı.
Gurur...
Yorumlar