Roman
  • 01/12/2025

30-SÖZLEŞME

Geçmiş

Her öksürdüğümde ağzıma doluşan kanı yutmak zorunda kalıyordum. Beni tuttukları hücrenin leş gibi zemininde yerde acılar içinde kıvranırken nefes alışlarım hırıltılıydı. O kadar çok titriyordum ki sanki bana verdikleri o elektrik katlanarak geri dönüyordu. En son beni bağladıkları o sandalyede bilincimi kaybetmiştim. O odada o kadar kötü şeyler yaşamıştım ki acıdan bayılmak benim için bir kurtuluştu. Ancak gözlerimi tekrar açtığımda aslında hiçbir şeyin bitmediğini görmüştüm.

Kendimden geçince beni bir paçavra gibi tekrar bu yere atmışlardı. Bir kez daha gözlerimi demir parmaklıkların ardından açmıştım hem de eskisinden daha kötü bir şekilde. İyi olan tek şey burada yalnızdım, o korkunç insanların hiçbiri burada değildi. Siyah pitbull köpeği dışında burada beni aşağılayıp canımı olduğundan daha fazla yakan kimse yoktu.

Dudaklarımda salyayla karışık kan akarken kendimi zorlayarak ellerimi yere bastırdım. Bu küçük hareket bile vücudumda tarifi olmayan bir acı yaratıyordu. Üstüm başım leş gibiydi. Kestikleri saçlarım yamuk yumuk, kıyafetlerim ise kan, ter ve idrar içindeydi. O sandalyede bana verdikleri acı o kadar yoğundu ki kontrolüm dışı altıma kaçırmıştım. Bunu hatırlamak bile beni daha çok ağlatıyordu. Çok utanmıştım.

Burnumdan ve ağzımdan akan kanlar çenemde ve elbisemin yakasında kurumaya başlamıştı. Her öksürükle hâlâ ara ara kan kusuyordum. O kadar çok titriyordum ki elektriğin vücudumda yarattığı hasar hiç yatışmıyordu. Kaslarım hâlâ titreyerek spazm geçiriyordu. Kafamın içinde ise beni acıdan kıvrandıran tiz bir siren sesi vardı. Beynimin içinde yankılan bu sirenin yaydığı frekans o kadar şiddetliydi ki sanki tüm sistemimi mahvediyordu.

Kafesimin içindeki yaratık havladıkça duyduğum o siren sesleri daha çok artıp canımı misliyle yakıyordu. Sonsuz bir sessizliğe ihtiyacım vardı, en küçük bir ses bile beynimin deforme olan sinirlerine etki yapıp beni delirtiyordu. Bu hayvan hiç susmuyordu. Yerde kısık bir sesle ağlarken ellerimi kafamın iki yanına bastırıp hıçkırdım. Ne yazık ki bende artık yüksek seslere karşı bir hassasiyet oluşmuştu. Hem de dünküne göre daha fazla.

“S-sus ca-canım yanıyor.” Çenem zangırdayarak birbirine çarptığı için kekelemeden konuşamıyordum. N’olur sus artık canımı çok yakıyorsun.

Şeytan adı verdikleri bu köpeğin benim için tek adı canavardı. Asıl şeytan bana bunu yapan o korkunç adamdı. Ben bir tek onu şeytan olarak görüyordum. Canavar zincirlerine asılıp havladıkça kulaklarımda yoğun bir basınç oluşuyordu ve bu basıncın şiddetiyle beynim patlama raddesine geliyordu. Bir doktora görülmeye ihtiyacım vardı, hiç iyi değildim.

Kuruyan dudaklarımın arasında cılız nefesler alırken bir damla su için her şeyi yapabilirdim. Çok susamıştım ama burada ne su vardı ne de acıkan karnım için yemek. Ellerimi yere bastırıp vücudumu yukarı çekerek yerde sürünmeye başladım. Vücudumdaki her hareket, her kıpırtı bana müthiş bir acı yaşattığı için hıçkırıklarla ağlıyordum. Gözyaşları içinde sürünerek kendimi daha ileriye taşıyordum.

Klozetin yanına ulaşmam hiç kolay olmamıştı. Küçük kafesimin içindeki tek eşya eski bir döşek ve kirli bir klozetti. Nefes nefese kalmış bir şekilde titreyen ellerimi klozete uzatıp kenarlarını kavradım. Tüm gücümle asılarak kendimi biraz daha yukarı çekip dizlerimin üzerine oturduğumda acıyla haykırdım. Şu an için oturmak bile benim için büyük bir eylemdi. Zangır zangır titrerken dizlerimin üzerinde durmak daha çok kan kusmama neden olmuştu.

Kıpırdamamalıydım ama çok susamıştım. Elektriğin kavurduğu bir vücut susuzluk içinde kıvranıyordu. Klozetin kenarlarını sıkarak derin derin nefesler alarak çektiğim bu ızdırabın yatışmasını bekledim. Acım her bir saniyeyle biraz daha arttığı için ne yazık ki eksilen hiçbir şey olmuyordu. Nefes alışlarımı düzene koymaya çalışarak elimi klozetin içindeki suya uzattım.

Her defasında midemi bulandırmaktan başka bir işe yaramayan bu suya karşı büyük bir muhtaçlık hissediyordum. Bir elimle klozetten destek alırken diğer elimi içindeki suya daldırdım. Parmaklarımın soğuk suyla buluşması bile beni rahatlatmıştı. Avucumu büküp içindeki suyu içmek istedim ama o kadar çok titriyordum ki, elim dudaklarıma ulaşana kadar avucumdaki tüm su parmaklarımın arasından akıyordu.

“H-hadi.” Ağlayarak elimi birçok kez klozetin içine daldırdım ancak titremekten bir kez bile suyu dudaklarımın yakınına getiremedim. “Anne… Ya-yardım et. Ç-çok susadım anne.” Yanımda olmayan anneme ağlayarak gücümün yettiği kadarıyla eylemlerimi sürdürdüm.

Uzun çabalarım sonucu bu sefer suyu avucumda tutabilmiştim. Dudaklarıma yaklaştırıp birkaç yudum içtiğimde su ciğerlerime ulaştığı an kan püskürerek kustum. Henüz bilmiyordum ama yoğun bir elektrik akımına maruz kalan insanların hemen sonra su içmesi çok sakıncalıydı. Bu kadarını bilmeyecek kadar çocuktum ve susamıştım.

Doğru düzgün içemediğim su, kana dönüşerek dudaklarımdan püskürerek çıkınca nefes alamadım. Sanki boğuluyordum. Klozete tutunan parmaklarım gevşediğinde yana doğru devrildim ve başım zemine çarptı. Gözlerim kapanmaya başladığında bugün ilk kez tüm kalbimle ölmeyi diledim. Daha ölümün ne anlama geldiğini bile doğru düzgün bilmiyordum ama beni bu acıdan kurtaracaksa seve seve ölebilirdim. Tekrar bu kabusa gözlerimi açmaktansa yumduğum gözlerimi hiç açmamayı yeğlerdim.

***

Bir monitörden gelen seslerle bilincim yavaş yavaş açılmaya başladığında hiç uyanmak istemedim. Yanımda anne ve babamın olduğu güzel bir rüya görmüşken uyanmak beni korkutuyordu. Bu sefer beni neyin beklediğini bilmediğim için gözlerimi açmaya korkuyorum. Elimin üzerinde birinin sıcak elini hissettiğimde sesi kulağıma geliyordu. “Özür dilerim, Farah.” Sesinden onun kim olduğunu anlamıştım. O korkunç adamın oğlu olamayacak kadar iyi biriydi.

Elimi avuçlarının arasına aldığında ağlayan sesini işittim. “Seni buradan çıkartacak hiçbir şey yapamıyorum, çok özür dilerim.” Onun ne kadar ödlek biri olduğunu iyi biliyordum ama bu kadar ağlak olduğunu hiç bilmiyordum.

Kirpiklerimi güçlükle araladığımda iniltiyi andıran kısık sesler çıkartıyordum. Sesimi duyunca ellerini hemen elimden çekip aceleyle gözyaşlarını silmişti. “İyi misin?”

Dudaklarımdaki oksijen maskesini çıkartıp bir şeyler söylemek istedim ama yapamadım. Yaşadığım o sarsıcı anlardan sonra dilim işlevini yitirmiş gibi ağzımdan tek kelime çıkmamıştı. “Sorun değil,” dedi hızlıca. “Kendini zorlama.”

Kapım bir anda açılınca Şeytan’ın oğlu korkudan sıçrayarak hemen yatağımın yanından uzaklaştı. İçeri giren bir koruma onu burada görüp kaşlarını çatınca iyice telaşlanmıştı. Korkup başını eğerek odadan çıkınca gözlerimden bir damla yaş süzülmüştü. Biliyordum yanımda kalamazdı ama keşke gitmeseydi çünkü bu adamlarla yalnız kalmak istemiyordum.

Uyandığımı gören adam bana yaklaşıp vücuduma bağlı tüm kabloları sertçe söktü. Kolumdaki serumu çıkartırken serum iğnesini acımasızca kolumun damarında çektiği için canım çok yanmıştı. Henüz yeteri kadar iyileşmediğimi sorun etmeyip kolumdan yakalayarak beni yataktan çıkartmıştı. Beni banyodaki duşakabinin içine sokup buz gibi suyu açınca çığlıklarım hiç kesilmedi. Yukarıdan üstüme yağan soğuk suyun vücudumdaki etkisi çok sarsıcıydı.

Ona direnmek yerine çok üşüsem de soğuk suya alışmaya çalıştım çünkü bu banyoya çok ihtiyacım vardı. Ilık bir su yerine buz gibi bir suyla karşılaşsam da buna ihtiyacım vardı. Üzerimdeki kan, ter ve idrar kokusundan kurtulmak istiyordum. Beni kaçırdıklarından beri hiç banyo yapmamıştım.

Duşakabinin cam kapısını kapatan adam kabinin dışında bekleyip kızgın bir sesle, “Acele et!” deyince tir tir titrerken hemen ona başımı salladım. Soğuktan uyuşan parmaklarımı güçlükle kıpırdatıp üzerimdeki her şeyi çıkartmaya başladım. Külotum dışında her şeyi çıkartmıştım.

Burada kaldığım günlerde bana doğru düzgün hiç yemek verilmediği için kısacık bir zamanda büyük bir kilo kaybı yaşamıştım. Kaburgalarım sayılacak kadar çok zayıflamıştım. Cılız, zayıf vücudum soğuk suyun altında zangır zangır titrerken şampuana uzandım. Bir yandan ağlıyor bir yandan da kafama şampuan sıkıp başımı yıkamaya çalışıyordum. Parmaklarım erkek çocuğu gibi kısacık kalan saçlarıma dokundukça kesik kesik hıçkırıyordum.

Saçlarımı benden aldılar.

Gücümün yettiği kadarıyla önce kafamı, daha sonra da vücudumu yıkadım. Köpüklü süngeri vücuduma sürterken soğuk su yüzünden çenem kilitlenmiş, burnumdan hızlı hızlı nefesler alıyordum. Banyonun içinde beni bekleyen adam ikinci kez acele etmemi söyleyince hemen durulandım. Üzerimdeki tüm köpükten kurtulup duşakabinden çıktığımda kollarımı kendime sarmıştım.

Dokuz yaşındaydım henüz vücudum bile oluşmamıştı ama çıplaklığımdan utanıyordum. Bu yüzden kollarımla acemice göğüs kafesimi kapatmaya çalışıyordum. Gardiyanlığımı yapan adamı takip ederek banyodan çıkarken kısa bir an banyodaki aynaya gözüm takılmıştı. Yansımamla karşılaşınca gözlerimden bir damla gözyaşı sessizce süzülmüştü.

Bir zamanlar annemin öptüğü, babamın okşadığı saçlarım artık yoktu. Uyuz olan bir hayvanın dökülen tüyleri gibi saçlarım kısacıktı ve bazılar daha da kısaydı. Yamuk yumuk saçlara sahip çirkin bir şey olmuştum. Sadece sıska vücudum değil, yüzümde çok zayıflamıştı. Gözlerimin altı çökmüştü ve uykusuz geçirdiğim günlerin izleriyle morarmıştı. Tenim sararmış, gözlerimin akına kan birikmişti.

Gardiyanım bana kızınca korkunç yansımama daha fazla bakamayıp banyodan çıkmıştım. Bana koltuğun üzerinde duran kıyafetleri gösterince yavaşça başımı salladım. O kadar sindirilmiş durumdaydım ki bana bağırıp canımı yakmasınlar diye daha onlar konuşmadan benden istedikleri her şeyi yapıyordum. Koltuğun üzerinde bana birkaç beden büyük erkek kıyafetleri vardı. Bunlar o çocuğun dolabından alınmış olmalıydı.

Tişörtünü giydiğimde mahrem yerlerimi kapatacak kadar bol ve uzundu. Beni izleyen adamı ürkek gözlerle kontrol edip hızlıca külotumu çıkartıp hemen kot pantolonu giydim. Benim için bir iç çamaşırı getirmemişlerdi ama önemli de değildi. Üzerimde bir pantolon olduğu sürece bunu sorun etmiyordum. Bana uzun ve bol gelen pantolonun kemerini belimde sıkarak derin bir nefes aldım.

Pantolonun uzun paçaları yüzünden çıplak ayaklarım görünmüyordu. Ayaklarımda çok üşüdüğü için belki biraz ısıtır diye pantolonun paçalarını katlamamıştım. Giyindiğimi görünce adam kolumu sertçe tutarak beni odadan çıkardı. Beni sürükleyerek merdivenden indirip aşağıdaki bir odaya sokarak yere savurmuştu. Yere düştüğümde canım çok yanmıştı çünkü henüz iyileşmemiştim.

Ağlamamaya çalışarak başımı kaldırdığımda bir masanın yakınına düştüğümü gördüm. Akşam yemeği için masanın etrafında toplanan tüm bu insanlar beni izliyordu. Masalarında çeşit çeşit yemekler varken karınlarını doyurmak yerine beni izlemeyi daha cazip buluyorlardı.

Şeytan ve İskoç dostları buradaydı. Gözlerini dikip bana bakmaları beni çok rahatsız ediyordu. Şeytan’ın oğlu Harper denen kızın yanında oturuyordu. Beni burada görünce başıma gelecekler konusunda korkmaya başlamıştı. Onun kıyafetlerini giymemi hiç sorun etmemişti. Düşündüğü tek şey babasının yine canımı yakacak bir şeyler yapmasıydı.

Beni yaka paça buraya getiren koruma sırtımın tam arkasına tekme atarak yere yapışmama neden oldu. “Size sormadan banyo etmiş!” Hayır, banyo etmemi o istemişti ve bunu Şeytan’ın emriyle yapmıştı. Onlar yine canımı yakacak bir sebep yaratıyorlardı.

Vücudum son işkencenin bıraktığı acılardan kurtulamadan adamın tekmesine maruz kalınca acı içinde inlemiştim. Ağlamamak için kendimi zor tutarken Şeytan’ın, “Banyo ederken kimden izin aldın?” diyen soğuk ve sert sesini duydum. Beni test ediyordu. Ona karşı çıkıp sen izin verdin, diyecek miyim yoksa benden istediği gibi başımı önüme eğip sesimi kısacak mıyım, görmek istiyordu.

Çektiğim acıdan dolayı gözyaşlarım kirpiklerimin arasından taşarken güçlükle başımı kaldırdım. Onun yanık yüzüne ve korkunç gözlerine bakmak bile beni daha çok ağlatabilirdi. “B-ben çok kirliydim.” Sert bakışlarının altında gözlerini bana dikince hemen başımı eğip ona secde eder gibi yere kapaklandım. “Özür… Özür dilerim bir daha yapmayacağım.”

Zor duyulan bir sesle konuşurken tekrar beni o sandalyeye bağlayıp elektrik vermesinler diye sesli ağlıyordum. “Ge-gerçekten bir daha yapmayacağım. N’olur beni o odaya götürmeyin.” O sandalyede yaşadıklarım dayanılacak gibi değildi.

Şeytan’ın gülüşünü duyduğumda sesi keyifli çıkıyordu. “Görüyorum ki aklın başına gelmiş, kaldır başını,” dediği an hemen başımı kaldırmıştım. Bunu o kadar hızlı yapmıştım ki kendime inanamadım. Korkudan zangır zangır titrerken artık onu kızdırmayı göze alamıyordum.

Bu halimden sadistçe bir zevk alarak kendi şaheserini izliyordu. Bana sandalyesinin hemen yanını gösterdi. “Ellerin ve dizlerinin üzerinde sürünerek gel.” Gözyaşlarım birbiri ardına akarken ona itaat ettim. Bir zamanlar çığlık çığlığa karşı koyan, boyun eğmeyip direnen ve onun tüm hakaretlerine göğüs geren o çocuk yoktu artık. Sanki içimde bir şeyler yitip gitmişti. O acılar, o şiddetler ve o çığlıklar önemli bir parçamı söküp almıştı benden.

Masadaki seyircilerimin gözleri önünde ellerim ve dizlerimin üstünde sürünerek Şeytan’ın sandalyesine yaklaştım. Dizlerimi altıma alıp oturarak başımı kaldırdığımda gerçek anlamda bir köle gibiydim. Bu itaatkâr halimi gördükçe zevkten dört köşe olup sırıtıyordu. Tabağındaki atıklardan birini alıp köpeğinin önüne kemik atar gibi önüme atmıştı.

Yediği tavuk budunun kemiğinde biraz et kalmıştı ve onu önüme atarak, “Durma ye,” deyince gözlerimden yaşlar süzüldü. Baba n’olur gel artık.

Önce önümdeki kemiğe daha sonra da masadakilere baktım. Herkes bıyık altında gülerek onu yememi bekliyordu. Bunu istemeyen ve görmeye tahammülü olmayan tek kişi o çocuktu. Masada duran elini sıkarken çattığı kaşlarının altında yoğun bir nefretle babasına bakıyordu. Herkes gözünü dikmiş beni izlediği için kimse o çocuğun sinirli bakışlarını görmüyordu.

Görmelerini de istemezdim çünkü benim yüzümden onun da canını yakmaları hoşuma gitmezdi. Tırnaklarımı yerdeki zemine geçirirken başımı eğip önüme atılan kemik parçasına baktım. Bunu yerden alıp yemezsem bana neler yapacağını bildiğim için sessiz gözyaşları dökerek onu aldım. Bunu yaptığım için kendimden nefret ettim ama yapmaktan başka çarem yoktu.

Şeytan’ın ikna çabaları çok ürkütücü olduğu için daha fazla ona karşı koyamazdım. Ne zaman onun emirlerinin dışına çıksam her defasında canımı daha çok yakıyordu. Titreyen parmaklarla kemiği dudaklarıma yaklaştırdığımda hıçkırdım. Kimseye bakamayacak kadar çok utandığım için eğdiğim başımı kaldırmıyordum. Kemikten kalan bir parça eti ısırdığımda hıçkırığım boğazımı tırmalıyordu.

Ağzımın içindeki et parçası o kadar büyümüştü ki onu çiğneyemiyordum. Kesik kesik ağlarken çok zorlansam da yemiştim. Köpeğine bile daha iyi bir muamelede bulunan bu adam, beni o köpekten bile daha aşağıda görüyordu. Artık biliyordum ben bu evin içinde ölecektim. Bir gün kurtulsam bile aslında çoktan ölmüş olacaktım. Buraya girdiğim gibi çıkamayacağımı biliyordum.

Bir zamanlar tanıdığın o kızın öldü baba, artık gelsen de çok geç.

***

                                                                                                        Şimdiki Zaman

Boy aynasında kendime baktığımda heyecanım yüzüme yansıyordu. Bugün benim için çok önemli bir gün olduğu için erkenden hazırlanmıştım. Üzerimde yarım kollu beyaz bir crop olduğu için incecik karnım görünüyordu. Siyah ceket ve yüksek bel siyah, kumaş pantolonla şık görünüyordum. Hafif bir makyaj yapıp dudaklarıma bordo rengi bir ruj sürmüştüm.

Sabah erken saatlerde hazırlanmaya başladığım için saçlarımla uğraşacak vaktim de olmuştu. Saçlarıma düz fön çekip açık bırakmıştım. Bugüne özel spor ayakkabılarımdan vazgeçip siyah stiletto ayakkabı giymiştim. Bu ayakkabıların tüm gün beni rahatsız edeceğini biliyordum ama bugün önemli bir toplantım olduğu için iyi bir izlenim bırakmak istiyordum.

Parfümümü sıktıktan sonra çantamı alarak odamdan çıktım. “Allah’ın n’olur bugün iyi geçsin.” Kısık bir sesle yalvarırken daha şimdiden aşırı heyecandan kalbim hızlanmaya başlamıştı. Bugün Arksaonix Technologies’in sunumunu yapacağım o büyük gündü.

Aksa sonunda bu projeyi tamamlamıştı. Bunun için Asaf’ın katkılarını da unutamazdım. Asaf, Aksa’ya şirketinin kapılarını açıp onun için güvenli bir çalışma alanı oluşturmuştu. Aksa için kurduğu yirmi kişilik ekibin de çok yardımı dokunmuştu. Arksaonix için günlerce çalışmışlardı ve nihayet en iyi hale getirmişlerdi. Projemiz artık sunum için hazırdı.

Ne yazık ki kendi çabalarımla bir toplantı ayarlayamamıştım. Bunun başlıca nedenlerinden biri iş insanlarının asistanlarıyla bile kekelemeden konuşamamamdı. Telefonda bile olsa o kadar gerilmiştim ki çoğu telefonu patronlarına bağlamadan yüzüme kapatmıştı. Güçlükle ulaştığım insanlarda benimle görüşmeye yanaşmamıştı çünkü iflasın eşiğindeki bir şirketle vakit kaybetmek istememişlerdi.

Hiçbir şekilde bir toplantı ayarlayamadığımız için Aksa’yla sızlanıp durmuştuk. Asaf sürekli surat asmamızı can sıkıcı bulduğu için gereken toplantıyı o bizim için ayarlamıştı. Asaf sadece bir bölge lideri değil, aynı zamanda nüfuslu biriydi. İş insanları onu kolay kolay geri çeviremezdi. Bizim için yatırımcılarla bir görüşme ayarladığı için ona minnettardım. Böyle anlarda kuzenimin Asaf’la evli olması çok işime yarıyordu.

Bir alt kata indiğimde abim Caner’le karşılaştım. Merdivene yönelmişti ki beni görünce durmuştu. Bu uzaklıkta bile nefesindeki alkol kokusunu alıyordum. Dün geceden kalma olduğu çok açıktı. Sabah sabah bana sataşmasını istemediğim için başımı eğip hemen merdivene yürüdüm. Ancak abim yolumu keserek beni durdurmuştu.

Karşıma geçip fazla içmekten kızaran gözlerini bana dikti. “Senden istediğim parayı hâlâ temin etmedin mi?” Anlaşılan kumar borçları yüzünden alacaklılar yakasına yapışmıştı.

“Abi bende gerçekten hiç para yok.” Bu yalan değildi. Hesabımdaki tüm parayı Arksaonix’in çalışmalarına harcamıştım. Cebimde doğru düzgün param kalmadığı için geçen ay mücevherlerimden birini satmıştım.

Takı ve aksesuar pek takmadığım için mücevherlere düşkünlüğüm hiç olmamıştı. Bu yüzden çok fazla değerli mücevherim yoktu. Sahip olduğum birkaç şeyin içinde maddi değeri en yüksek şeyi satıp kendime harçlık yapmıştım. Mücevherden gelen o para bile bitmişti. Borç içinde yüzdüğümüz için anne ve babamdan para isteyip onlara yük olmayı istemiyordum. Keşke bu konuda abim ve onu destekleyen akrabalarımızda biraz duyarlı olsaydı.

Gırtlağımıza kadar borca batmışken tüm bu gösterişli hayat içi boş bir kabuktan ibaretti. Eğer Asaf’ın bulduğu yatırımcıları bizimle çalışmaya ikna edemezsem birkaç hafta içinde iflasımızı duyuracaktık. Evimiz başta olmak üzere her şeyimiz elimizden gidecekti. Bu yüzden ne yapıp edip bugünkü işi almalıydım.

Hiç param olmadığını duyunca abim inanamayan gözlerle beni izlerken bir aptal olduğumu haykırır gibiydi. “Milyar dolarlık bir kocan var ve sen bana paran olmadığını mı söylüyorsun?” Sinirlenerek çenesini sıktığında gözü seğirmeye başlamıştı. “O herifin bok gibi parası var, istesen seni paraya boğar!”

“Ama istemiyorum.” İnatçı bir tutumla başımı kaldırıp buna şiddetle karşı çıktım. “Bizi bu hallere düşüren bir adamdan para isteyecek kadar gurursuz değilim.”

Deliye dönerek ağzından tükürükler saçarken, “Başlatma lan gururuna!” diye yüzüme karşı bağırdı. “Kocan sana bakmak ve senin için para harcamak zorunda. Evlenmene rağmen hâlâ bizim üstümüzden geçiniyorsun.” Babam değil de bana o bakıyormuş gibi davranmasına hayret etmiştim. Sanki onun evinde yaşıyordum ve onun yemeğini yiyordum.

Boğazıma kadar gelen tüm sözleri yutup yanından geçmeye kalkıştım. Bana sesini yükselttikçe beni ürküttüğü için bir an önce ondan uzaklaşmak istiyordum. Ancak Caner gitmeme izin vermeyip kızgın bakışlarını bana dikti. “Şimdi hemen o piçe gidip ihtiyacım olan parayı bana getireceksin, Farah.”

Beni sürekli para konusunda sıkıştırdığı için neredeyse ağlayacaktım. “Hayır,” diye kısık bir sesle konuşurken sesim içime kaçmış gibi ürkektim. “Bunu yapmayacağım.”

Kan beynine sıçramış gibi sinirden yüzü kıpkırmızı olmuştu. “Yapacaksın!” Bana bağırınca korkuyla irkilerek arkaya doğru bir adım attım. İnsanların bana bağırmasından çok korkuyordum. Bana sesini yükseltmese de onu duyabiliyordum.

Caner’in delici bakışları kontrolsüz bir şekilde beni bulduğunda her an her şeyi yapabilirdi. “Senin gururun benim borçlarımı kapatmayacaksa bana o parayı bulacaksın.”

Ondan uzaklaşmak için arkaya doğru küçük adımlar atarken başımı iki yana salladım. “Abi b-bunu yapmak iste-“ Suratımda patlayan tokadıyla cümlemin devamını getirememiştim. Caner yanağıma o kadar şiddetli vurmuştu ki başım omzuma düşerken saçlarım yüzüme savrulmuştu.

Ensemdeki saçlarıma yapışıp başımı sertçe kaldırdığında dudaklarımdan çıkan iniltilere engel olamadım. Abim içki kokan nefesiyle yüzünü yüzüme yaklaştırıp kaşlarını çattı. “Gerekirse Gurur denen o piçin ayaklarına kapanacaksın ama bana gereken parayı getireceksin!”

Canımı çok yaktığı için acıdan kıvranırken, “Abi n’olur bırak beni,” diye ona yalvardım ama saçlarıma asılırken beni duymuyordu. “Şu haline bak gerçekten işe yaramazsın,” dedi iğrenircesine. Bir böceğe bakar gibi beni izlerken kızgın gözlerinde sadece öfke yoktu, aynı zamanda tiksinti de vardı. “Yirmi dört saatin içinde paramı getireceksin!”

Bir anda abim sertçe yanımdan çekildi. Saçlarımı hapseden eli benden uzaklaştığında İskender’i gördüm. Kehribar gözleri yoğun bir öfkeye ev sahipliği yaparken kaşları çatılmıştı. Saçlarıma asılan Caner’in omzunu tutup onu kendisine doğru çevirdi ve suratına kafa atarak onu ayaklarının önüne düşürmüştü. Caner yediği darbenin şokuyla başını kaldırınca İskender onun suratına tekme atarak abimi sırtüstü yere serdi.

Kuzenim sinirden yumruklarını sıktıkça parmak boğumları gerilip elinin üstündeki damarlar belirginleşiyordu. Yürüyüp Caner’in üzerine eğilerek onun saçlarını sertçe tutarak başını kaldırdı. Tıpkı Caner’in benim saçlarıma asıldığı gibi İskender’de onun saçlarını sert bir şekilde çekip abimin üzerine eğildi. “Eğer bir daha Farah’a dokunursan senin gelmişini geçmişini sikerim!”

Abimin suratına bir yumruk daha atarak yüzünü kana buladığında bile saçlarını bırakmamıştı. Sinirden sesi kalın ve hırıltılı çıkarken yüzünü Caner’in kanlı yüzüne yaklaştırdı. “Senin kumar borcunu kız kardeşin mi ödeyecek lan! Sendeki nasıl bir haysiyetsizlik!”

Abimin kafasını sertçe zemine iterek doğruldu. Bunu yaparken ona dokunan elleri kirlenmiş gibi ellerini pantolonunun kenarına siliyordu ve iğrenerek yerdeki Caner’e bakıyordu. Tıpkı abimin az önce bana baktığı gibi İskender’de bir böceğe bakar gibi onu izliyordu. “Olmayan şerefini siktiğim piçi, gücün sadece kardeşine mi yetiyor!”

“Kaç kere diyeceğim bu çöpleri yerde bırakmayın.” Koridorun diğer ucunda beliren Esvet söylenerek buraya geldi. Ayakkabısının ince topuğuyla Caner’in karnına basarak onu iki büklüm etmişti. Esvet abartısız bir şekilde Caner’i çiğneyip kıvırta kıvırta merdiveni inip gitti. Aval aval arkasından bakıyordum çünkü konunun ne olduğunu bile sormadan abimi ezip gitmişti.

“Saatim yine nereye kayboldu!” Kılıç Aslan bu kattaki odalardan birinde çıktığında gömleğinin düğmelerini kapatıyordu. Yanımıza gelirken kısa bir an bize ve hemen ardından da yerde acıyla kıvranan Caner’e bakmıştı.

Kılıç hiç rahatını bozmadan buraya gelip tıpkı az önce Esvet’in yaptığı gibi abimin üzerine basarak merdiveni inmeye başladı. Giderken arkasına hiç dönmeden normal bir şeyden bahseder gibi, “Amcam görmeden o çöpü yerden kaldırmayı unutmayın,” demişti.

“Ver lan şu telefonumu!” Nihat’ın kızgın sesini duyunca İskender ile aynı anda soldaki koridora döndük. Zaza, babamın çalışma odasından fırlayarak dışarı çıktığında Nihat hemen onun arkasındaydı.

İkisi çocuk gibi birbirini kovalarken Zaza gözüne merdiveni kestirdi. Bu tarafa koşup hemen birkaç basamak indi ancak aklına ne geldiyse hızlı bir şekilde o üç basamağı geri çıktı. Koşarak yerde acıyla inleyen Caner’e yaklaşıp karın boşluğuna sert bir tekme attı. “Bir daha geceleri içip içip o kadar gürültü çıkartma. Senin yüzünden gece uykum bölündü!” Tekmesiyle abimin nefesini kestikten sonra Nihat’tan kurtulmak için koşarak merdiveni indi.

Nihat onu yakalamak için peşinden koşmadan hemen önce Caner’e yaklaştı ve bir tekme de o atmıştı. “Bu evde sadece sen yaşamıyorsun, geceleri hayvan gibi böğürme!” dedikten sonra merdivene koştu ve basamakları ikişer ikişer atlayarak Zaza’nın peşinden gitti.

Ekibimdeki hiçbir üye normal değildi.

İskender’le kısa bir an göz göze geldiğimizde önce birbirimize, sonra da yerde acılar içinde kıvranan Caner’e baktık. Her an babam bir yerlerden çıkacakmış gibi birbirimizi iterek basamakları inmemiz çok komikti. Babam bizi suç üstünde görürse Caner’e olanları açıklayamazdık. Babama yakalanmadığımız sürece rahattık çünkü Caner ona gidip bizi şikâyet edemezdi. Bunu yaparsa İskender’in neden onu dövdüğünü de açıklamak zorunda kalırdı.

Koşarak avluya çıktığımızda yakalanma tehlikesini atlattığımız için rahat bir nefes almıştık. İskender koştuğu için nefes alışlarını düzene koymaya çalışırken bana yaklaştı. “Sen iyi misin amcam kızı?” Kısa bir an bakışları saçlarıma kayınca ifadesi buz kesmişti. “O piç ne zamandır seni sıkıştırıyor?”

“Bunu her zaman yapmaz.” Benim yüzümden Caner gibi belalı biriyle dalaşmasını istemediğim için ona yalan söylemiştim.

Tebessüm ederek parmak uçlarımdan uzanıp dudaklarımı yanağına bastırdım. “Teşekkür ederim amcam oğlu.” Kuzenlerim bu evde olduğu sürece Caner eskisi gibi beni hırpalayamıyordu çünkü bugün olduğu gibi içlerinden birine yakalanırsa abimin başına pek iyi şeyler gelmiyordu.

Toplantıya geç kaldığım için İskender’in Caner konusunda beni köşeye sıkıştırmasına izin vermeden hemen yanından ayrıldım. Şoförümün benim için açtığı kapıdan arabaya binip arkama yaslandım. Bugün benim için çok önemli bir gün olduğu için Caner’in bunu bozmasını istemiyordum. Umarım bugün her şey istediğim gibi giderdi. Günlerdir bu sunuma hazırlanıyordum.

***

Aksa yüzünden yol boyunca telefonum hiç susmadığı için çok gerilmiştim. Çok geç kaldığım için katılımcıların artık daha fazla beklemek istemediğini, Asaf’ın onları orada zor tuttuğunu söylemişti. Aksa iki ayağımı bir pabuca soktuğu için sunum için son kez prova bile yapamamıştım. Asaf bu görüşmeyi şehir merkezindeki bir gökdelenin kırkıncı katında ayarlamıştı. Asansörle çıkarken heyecan ve aşırı stresten doğru düzgün nefes bile alamıyordum.

Benim gibi toplumda kendini ifade edemeyen biri için böylesine ciddi bir toplantıya katılmak hiç kolay değildi. Keşke bu sunumu yapmak için yerime birini görevlendirseydim. Aslında bunu çok istemiştim ama babamla yaptığımız tekne gezisini hatırlayıp bunu yapmam gerektiğine kendimi ikna etmiştim. Artık birilerinin arkasına saklanmak yerine kendi işimi kendim halletmeliydim.

Teknedeyken verdiğim o karara sadık kalmak için çok uğraşıyordum. Anksiyetem ve sosyal fobim yüzünden işim çok zordu ama bir şekilde bunun üstesinden gelecek ve korkularımı aşacaktım. Buna her zamankinden daha fazla istekliydim. Asansörün aynasından kendime bakıp üstümü başımı düzeltirken tüm vücudum tir tir titriyordu. “Bunu yapabilirsin.” Umarım yapardım.

Yanağıma bakınca Caner’in attığı tokadın izlerinin hiç belli olmadığını görüp rahatladım. Arabadayken kapatıcılarla gerekeni yapmıştım. Aynadan kendimi izlerken cesaretimi bulmaya çalışıyordum. “Her şey bu projeye bağlı, Farah. Başarısız olup babanı hayal kırıklığına uğratamazsın.”

Babam günlerdir Aksa ile bir projenin üzerinde çalıştığımızı ve bugün sunumum olduğunu biliyordu. Ancak projenin detaylarını ve başarılı olursak elde edeceğimiz kârın büyüklüğünü bilmiyordu. İki çocuğun heveslendiği küçük bir iş olduğunu düşündüğü için cesaretimizi kırmamak için çalışmamıza engel olmamıştı.

Bugünkü sunuma katılacak yatırımcıların ülke çapında tanınan insanlar olduğunu bile bilmiyordu. Bu toplantıyı Asaf’ın bize ayarladığını ona söylemediğim için babam birkaç küçük firmayla görüşeceğimi düşünüyordu. Başarısız olursam diye tüm bunları ona söylememiştim. Eğer toplantı odasındaki insanları kafalarsam babama bu güzel bir sürpriz olacaktı.

Asansörden indiğimde Aksa beni koridorda bekliyordu. Tıpkı benim gibi çok heyecanlı olduğu için içeride bekleyememişti. “Farah nerede kaldın!” Aceleyle yanıma geldiğinde telaştan yerinde duramıyordu. “Asaf onları daha fazla içeride tutamaz, üstelik sana çok kızgın.”

Aksa hiç vakit kaybetmeden kolumu tutup beni yürümeye zorlarken bir yandan da söyledikleriyle beni daha çok geriyordu. “Sen geciktikçe Asaf içerideki o insanlara mahcup oluyor. Korkup gelmeyeceğini düşündüğü için yaşadığı stresi artık saklayamıyor.”

Topuklu ayakkabılara alışık olmadığım için adımlarımı Aksa’nın adımlarına uydurmaya çalışıyordum. “Evde bir sorun çıktığı için geciktim, üstelik trafikte kilitti. Asaf bir konuda stres yapmakta haklı, korktuğum için gelmemeyi çok düşündüm.”

Toplantının olacağı ofisin önünde durduğumuzda Aksa omuzlarımı tutarak beni yatıştırmaya çalıştı. “Bunu yapabilirsin kardeşim.” Benden daha fazla heyecanlıyken beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Onlarda bizim gibi bir insan, gerilmene veya korkmana gerek yok.”

Kapıya ürkütücü bakışlar atarken kalp krizi geçirecekmişim gibi nefes alışlarım hızlanmıştı. “Aksa benim yerime sunumu sen mi yapsan?” İçeride rezil olacağımı düşündükçe cesaretimi yitiriyordum. “Herkes gözünü dikip bana bakacak, ilgi odağında olmaktan rahatsız olduğum için her defasında ağlayasım geliyor.”

Aksa omuzlarımı sıkarak beni kendime getirtmeye çalışırken dudaklarında küçük bir gülümseme vardı. “Yapabileceğine inanıyorum sende biraz kendine güven. Evde birçok kez sunumun provasını yapmıştık yine öyle düşün.”

Onun kadar özgüvenli olmadığım için suratımı asarak ona kapıyı gösterdi. “Evde bu kadar insan yoktu.”

“Toplantı öncesi sana iyi bir moral konuşması yapmayı çok isterdim kuzen ama buna hiç vaktimiz yok.” Aksa bana fazladan düşünme şansı vermeden kapıyı açıp beni içeri itince neye uğradığımı anlayamadım. Önce biraz kendime gelmemi bekleyebilirdi!

Aksa beni içeri itince tökezlemiştim ama son anda dengemi koruyup düşmekten kurtuldum. Başımı kaldırınca gördüğüm kişiyle kapının önünde donup kalmıştım. Burada sadece tanımadığım iş insanları yoktu, tanıdıklarımda vardı. Şoke olmuş bir halde Aksa’ya döndüğümde gülüşünü saklayarak bakışlarını kaçırdı. “Bende yarım saat önce öğrendim.” Anlaşılan Asaf’ın oyununa gelmiştim.

Katılımcıların hepsini önceden bilirsem gelmekten vazgeçeceğimi iyi bildiği için Asaf bir ismi benden gizlemişti. Duyduğumda bile nefesimi kesip kalbimi titreten güçlü bir isimden bana bahsetmemişti. Gurur Kalender… Cam duvarlı toplantı salonunda tüm yatırımcılar bir masanın etrafında toplanmıştı. Uzun masada tanımadığım çok fazla yüz vardı, hepsi de büyük firmaları temsil eden önemli insanlardı.

Bu masada tanıdığım sadece iki kişi vardı. Bunlardan biri bugünkü toplantıyı ayarlayan Asaf’tı, bir diğeri de günlerdir görmediğim ve yakın zamanda görmeyi beklemediğim Gurur.

Kapıdan içeri girdiğim an Gurur’un gözleri bana kilitlenmişti. Onu görünce kapının önünde öylece kalakalmıştım. Kıpırdayamıyor, nefes almıyor ve en küçük bir yaşam belirtisi göstermiyordum. Sanki donmuştum ya da onun yeşil gözlerine tutuklu kalmıştım. Aklımda ise hep aynı soru vardı. Neden buradasın? Gurur’un bana faydadan çok zararı dokunmuştu. Bizi iflasın eşiğine getiren oydu, onun burada olması çok absürttü.

Belki de işlerimi baltalayıp tüm yatırımcıları kaçırmak için bugün gelmişti. Yeni bir hayal kırıklığıyla doldum. Onun başlattığı yıkımı onarmama izin vermeyecekti, değil mi? Buranın tek sahibiymiş gibi masanın en başında rahatça oturup gözlerini dahi kırpmadan beni izliyordu. Bu ofiste ondan başkası yokmuş gibi bakışlarımı ondan çekemiyordum.

Hep olduğu gibi üzerindeki beyaz gömleği kusursuz bir şekilde ütülenmişti. Kolları dirseklerine kadar kıvrılmıştı ve gömleğinin yakası da biraz açıktı. Parmaklarının arasındaki tükenmez kalemi çevirirken öylece beni izliyordu. Aramızda hiçbir şey geçmemiş ve bana bakınca hiçbir şey hissetmiyormuş gibi. Yakışıklı yüzü ifadesizdi, yeşil gözlerinde ise görmek istemediğim, görmeye korktuğum her şey mevcuttu. Öfke, sitem ve biraz da… Özlem.

Felaketim olacakmış gibi çıkıp gelmişti. Ofisin en yoğun güneş alan yerinde oturuyordu ama karanlık olan her şeyi kuşanmıştı. Baştan ayağa beni izlerken gözleri bir yabancıya bakar gibi mesafeliydi. Bedenimde gezinen bakışları adeta kimsin sen, der gibiydi. Beni görmeye alıştığı o paspal kıyafetlerin içinde değildim. Saçlarım bir kalemle toplanmamıştı ve gözlerimde gözlük yoktu. Üzerimdeki kıyafetler ise bir tişört ve pantolondan oluşmuyordu.

Şıktım, bakımlıydım ve belki de her zamankinden daha özenliydim. Bugüne özel iyi hazırlanmıştım. Gurur ayağımdaki topuklu ayakkabılara bile tuhaf gözlerle bakıyordu. Hep böyle miydim, diye merak ediyordu. Her şeyde olduğu gibi giyim ve kuşamım konusunda da mı onu kandırmıştım? Aklından geçen soruların bunlar olduğunu tahmin edebiliyordum.

Bu toplantının benim için zor geçeceğini biliyordum ama artık iki katı zordu. Güçlükle bakışlarımı Gurur’dan çekip buradaki diğer insanlara döndüm. “Merhaba, ben Farah. Tozlu Holdingin en genç ve aynı zamanda en yeni yöneticilerinden biriyim,” diyerek kısaca kendimden bahsettim. “Öncelikle burada olduğunuz için hepinize teşekkür ederim.”

Tırnaklarımı kemirmemek için kendimi zor tutarken yürüyüp masaya yaklaştım. Masanın diğer ucunda Gurur oturuyordu ama bu ucunda kimse yoktu. Sanki bu sandalye benim için ayrılmıştı. “Sizleri bu kadar beklettiğim için her birinizden özür dilerim,” dediğimde sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışıyordum. “Ne yazık ki yoğun bir trafikle karşılaştığım için gelişim biraz uzun sürdü.”

Korkuyordum, gergindim ve titreyişlerimi bastırmaya çalışıyordum. Ancak ilk izlenim çok önemli olduğu için yaşadığım stresi buradaki herkesten saklamalıydım. “Hepimizi bu masada topladıysanız trafiği göz önünde bulundurarak evden çıkış saatinizi ayarlamalıydınız, Farah Hanım.” Sanki onu buraya ben çağırmışım gibi Gurur bana sataşarak bileğindeki saati gösterdi. “Yarım saatlik bir gecikme işinize ne kadar önem verdiğinizi anlamamızı sağladı.”

Daha ilk saldırısında cesaretim kırıldığı için işi gücü bırakıp masanın altına saklanmak istiyordum. Bu toplantının benim için önemini ve Aksa’nın günler süren çabalarını bilmeseydim bunu yapabilirdim de. Derin bir nefes alıp yüzüme yapmacık bir gülümseme kondurdum. “Haklısınız trafiği hesaba katmamak işime gereken özeni göstermediğimi düşündürüyor ama inanın bana beklediğinize değecek.”

Masadakiler sessizlik içinde aramızdaki söz düellosunu izlerken Gurur’un yüzünde iğneleyici bir ifade belirmişti. “Bunlar çok iddialı sözler, beklediğimize değip değmeyeceğini yapacağız sunum belirleyecek.” Adi herif iki dakika susmuyordu.

“O zaman sizleri daha fazla bekletmeden hemen başlayalım.” Gurur dışında Asaf buradaki tüm katılımcıların bilgilerini önceden bana iletmişti. Bu yüzden tanışmakla vakit kaybetmedik. Aksa önceden ofisi hazırladığı için projelerimizin bir kopyasını herkese dağıtmaya başladı.

Aksa bunu yaparken bende çantamdaki bilgisayarı çıkartıp projeksiyonu açtım. Kuzenim pudra tonlarında şık bir bluz ve siyah, kalem eteğiyle asistanımmış gibi görünüyordu. Aksa benim için ayrılan sandalyeye oturup bilgisayarın başına geçerek oradaki görüntüleri projeksiyona yansıttı. Bende projeksiyonun yanında durup herkesin bakışlarının altında soğuk terler döküyordum. Burada olduğuma hâlâ inanamıyordum.

Keşke ben sunumu bitirene kadar bana bakmak yerine hepsi önüne dönse... Anksiyetem boğazıma kadar tırmanıp buradan çıkmam gerektiğini bana hatırlatıyordu ancak buna karşı koyup dik durmaya çalışıyordum. Bugün ya batacaktım ya da batmakta olan şirketimi kurtaracaktım. Önlerine koyduğumuz dosyaları karıştıran dokuz yatırımcı buna ara verip tekrar bana dönünce onlara projeksiyondaki şeyleri gösterdim.

“Önünüzde duran dosyalarda da belirtildiği gibi Arksaonix Technologies’le şirketimizin tüm ağlarını tek bir omurgada toplamayı planlıyoruz.” Sakin ol, Farah ve derin bir nefes alıp devam et. İçimden sık sık kendimi cesaretlendirip yaklaşan atağı savuşturuyordum.

Onlar için oluşturduğumuz tabloyu gösterip hafifçe gülümsedim. “Bildiğiniz üzere artık teknoloji çağında yaşıyoruz ve geliştirdiğimiz bu teknoloji bünyemiz altındaki çalışanlarımızın harcadığı efor oranını büyük ölçüde düşürebilir.”

Gurur dışında buradaki herkese tek tek bakıp onu kızdırırken yumuşak fakat iddialı bir sesle konuştum. “Hanımlar ve beyler sizlere sunduğum şey daha az çaba ve daha fazla iş.” Evde bu sunumun defalarca provasını yaptım. Umarım her şey provadakiler gibi iyi giderdi.

Ben konuştukça Aksa bilgisayardan yeni görüntüler yansıtıyordu. Bende ona uyumlu şekilde geçişler yaparak projemizi tanıtıyordum. “Astraonix çağımızın en yenilikçi projelerden biri. Ekibim ve tabii ki bu işin başında olan beyin…” Onlara Aksa’yı gösterdim. “Yani ortağımın en yeni çalışmalarından biri.” Asistanım değil de ondan ortağım diye bahsettiğimde Aksa tebessüm etmişti.

Önüme dönerek kaldığım yerden devam ettim. İnsanlarla göz kontağı kurmak beni çok gerdiği için buradaki kimseye iki saniyeden fazla bakmıyordum. “Yapay zekâ destekli bu modüler sistemle üretim hatlarımızı %50 oranında genişletmeyi planlıyoruz. Aynı zamanda bir dönüşüm projesi olduğu için çevre dostu yeni nesilleri de memnun edecektir.”

Aksa’nın açtığı görüntüdeki grafikleri onlara gösterdim. “Lütfen bu oranlara dikkatlice bakın,” diye konuştum yumuşak bir sesle. “Bu projeyi hayata geçirirsek mevcut ürünlerimizde 22 ayda %40’lık bir verim artışı öngörüyoruz.”

Tam konuşmaya devam edecektim ki Kozcu Holdingin CEO’su Haldun Bey araya girerek beni susturdu. “Bu rakamlar çok iyi, Farah Hanım ancak bu masadaki herkes biliyor ki fikrinizi hayata geçirecek sermayeye sahip değilsiniz.” Önünde duran dosyayı kurcalayarak tarafsız bir şekilde tek karşını yukarı kaldırdı. “Bu yatırımın dönüşü bana ne zaman olacak? Projeniz ve fikriniz gerçekten güzel ancak kısa vadede kâr artışı yok.”

“Sayın Kozcu kısa vadede kâr elde etmeyi düşünüyorsanız korkarım ki yanlış yerdesiniz,” diyerek bakışlarımı ona kenetledim. “Bunun için şans oyunlarına veya hisse satışlarına paranızı yatırabilirsiniz. Ancak sizi temin ederim ki onlarda elde edeceğiniz sermaye, benim size 22 ayda vadettiğim paranın yakınına bile yaklaşmayacaktır.” Bu hazır cevabım karşısında masada bir sessizlik yaşandığında Gurur’un dudağının köşesi kıvrılmıştı.

Şimdilik bilgisayardaki işi bittiği için Aksa koltuğumdan kalkıp bir kenarda dururken başka biri, “Güzel konuşuyorsunuz ama Haldun Bey’le aynı fikirdeyim,” dedi. Bu konuşan üretim dalında zincirleri olan Şule Hanım’dı.

“22 ay uzun süre ancak uzun vadede kazandıracaksa beklenebilir fakat Farah Hanım…” diyerek gözlerimin içine baktı. “Batmak üzere bir şirket olduğunuz sır değil. Biz yatırımcılar için 22 ay beklemek sorun teşkil etmez fakat şirketinizin 22 ay daha hayatta kalabileceğinin bir güvencesi yok. Bu masadaki kimse ölü yatırım yapmaz.”

Şule Hanım yaşlı bir kadın olabilirdi ama gençliğinde piyasanın içinden geçecek kadar deneyimliydi. Dudaklarını büzerek üzerime gelmeye devam etti. “Projenize yatıracağım paranın bana kazandıracaklarından çok, paramı geri alıp alamayacağımı merak ediyorum.”

“Gerçekçi olalım,” dedi bir başkası. “Bunun için çok geç kaldınız.” Başını yavaşça iki yana salladı. “Geminiz su alıyor, Farah Hanım. Bu gemiyi batmaktan kurtaramazsınız.”

Bana destek hiç ummadığım birinden gelmişti. Ondan beklemediğim bir şekilde Gurur bana arka çıkarak, “Ama kaptan hâlâ gemide,” diye sakince konuşup onlara beni gösterdi. Onların beni köşeye sıkıştırmasına izin vermeyerek oturduğu yerden hafifçe dikleşti. “Gördüğünüz üzere kaptan gemisini terk etmemiş ve mürettebatını hayatta tutmak için uğraşıyor. Bence bu proje bir şansı hak ediyor.” Nabzım hızlanmıştı. Gurur işimi baltalamak için değil de bana destek olmak için mi buradaydı?

Küçük adımlarla yürüyüp masanın en başında durdum ve eğilip ellerimi masaya bastırarak buradaki herkese sırasıyla baktım. Bunu yaparken kendimden beklemediğim bir şekilde sakin ve kontrollüydüm. Bugün bu projeyi onlara kabul ettirmem gerektiğini bildiğim için korkaklığı bırakmıştım. “Geç kaldığımızı kabul ediyorum ama sizler büyük firmaların yöneticileri ve yatırımcılarısınız. Söyler misiniz bana, büyük kazançlar elde etmek için hiç risk almadınız mı?”

Bilgisayardan şirketimizin logosunu açıp bilgisayarı çevirerek onlara gösterdim. “Evet, kabul ediyorum Tozlu Holding iflasın eşiğinde ama ya batmazsa?”

Kaşlarım yukarı havalandığında ilk kez bu kadar uzun birileriyle göz teması kuruyor ve gözlerimi kaçırıp titremeden konuşuyordum. “Bugün çekimser davrandığınız bu proje sektörün devi olabilir. Bu olduğunda ürettiğimiz teknoloji her firmanın ilk tercihi olacaktır. Arksaonix yaygınlaşıp her şirketin ilk tercihleri arasına girdiğinde sizler hiçbir kâr elde edemeyeceksiniz çünkü yatırımcılarımızın içinde olmayacaksınız.”

“Bakın bu sistem sadece makinelerden ibaret değil.” Maliyeti oldukça yüksek bir proje olduğu için yaşadıkları tereddüdü görebiliyordum. Bu verilmesi gereken zor bir karar ve ciddi bir kumardı. “Bu teknoloji sektördeki üretim kavramını büyük ölçüde değiştirecek. 22 ayda sizlere %40 büyüme ve aynı oranda kâr olarak dönecek.” Kollarımı hafifçe iki yana açtım. “Ve bu sadece 22 ayda olacak.”

İddiamı sürdürerek kendimden emin bir şekilde çenemi dikleştirdim. “Bugün sizlere sadece bir rakam sunmuyorum aynı zamanda sektöre yön verecek bir devrimin başlangıcını sunuyorum.” Herkes sessizliğe büründüğünde birbirlerine olan bakışlarında onları yüzde elli kazandığımı görüp heyecanlandım. 

Henüz hiçbirini kaybetmemiştim hâlâ küçük bir umut vardı. Artık ciddi anlamda onlara dayattığım projeyi düşünüyorlardı. Şu bir gerçek ki bu proje gerçekten çok iyiydi ve Tozlu’lar yerine başka bir firma onlara bu sunumla gelseydi bir an bile düşünmeden bunu kabul ederlerdi. Bize karşı çekimser olmalarının nedeni şirketimin yaşadığı ekonomik krizdi.

Geçen yıl bu fikirle onlara gelseydim, yani şirketimizin iflas etmediği bir dönemde o zaman yüzde yüz işi kapardım. Yaşadıkları kararsızlıktan bunu anlayabiliyordum. Gurur sessizliğini koruyarak masadaki herkesi sükûnet içinde izledi. Parmaklarının arasındaki kalemi yavaşça çevirirken yatırımcıları gözlemliyordu.

Onların yaşadığı tereddüdü görünce her birinin biraz ittirilmeye ihtiyaçları olduğu anladı. “Size bir teklifim var, Farah Hanım.” Gurur o etkileyici karakteristik sesiyle konuşup tüm dikkatleri üzerine çekti. Başını yavaşça çevirip yeşil gözlerini bana diktiğinde neyin peşinde olduğunu anlayamadım. “Projeyi bana satın.” Masadaki herkesten bir uğultu çıktığında Gurur önünde duran dosyayı açtı.

Dosyadaki maliyet bölümünü bana göstermesinin bir nedeni vardı. “Bu projenin maliyeti…” demişti ki karşılaştığı rakamla yeşil irisleri büyüdü. Kısık bir sesle küfrederek başını kaldırıp hemen Asaf’a baktığında Asaf neler olduğunu anlayamıyordu. O da önündeki kopyayı açıp maliyet bölümüne bakınca Gurur’la aynı tepkileri vermişti. Önce şaşırmış, daha sonra küfretmiş ve en sonunda da hesap soran bakışlarını ben ve Aksa’ya çıkartmıştı.

Aksa gülmemeye çalışarak bakışlarını kaçırdığında ben gülüşüme engel olmak için yanaklarımın içini ısırıyordum. Asaf’ta orada yazan maliyeti daha yeni görüyordu. Görmeyi beklemediği o rakamla Gurur kısa bir an dik dik bana bakıp kendini toplamak için hafifçe öksürdü. Su bardağına uzanıp birkaç yudum içtikten sonra derin bir nefes alıp ciddiyetini geri kazanmıştı. Bunu yaparken bakışlarıyla adeta bana sahtekâr, der gibi iğneleyiciydi.

Gurur konuya hızla uyum sağlayıp kaldığı yerden devam etti. Bunu yaparken bir tek bana bakıyordu. “Bu teknolojinin maliyeti 62 milyon dolar,” dediğinde son kısmı sadece benim anlayacağım bir şekilde vurgulamıştı. “Firmanızın şu anda içinde bulunduğu durum böylesine yüksek bir meblağı çıkartamaz.” Ciddiyet içinde konuşurken her kelimesi ve her hareketiyle bir iş insanı profili oluşturuyordu.

Tanıdığım o serseri ve kabadayı adamdan yakından uzaktan alakası yoktu. Neden şaşırıyordum ki liderliği Karun’a devretmeden önce Gurur uzun yıllar Kalender Holdingi yönetmişti. Bu o konuda çok başarılı olduğu için işleri kısa zamanda büyütmüştü. Gurur çoğunlukla serseri gibi takılsa da iyi bir ticari zekâsı ve iş deneyimi vardı. Onu izlerken etkilenmemek elde değildi.

Masadakilerin gözünü boyayıp yaşadığım ekonomik krizden faydalanmaya çalışıyormuş gibi davranıyordu. Parmaklarının arasındaki kalemi bir tur daha çevirerek son derece ciddi bir şekilde bana baktı. “Bir yatırımcı aramakla vakit kaybetmek yerine projeyi bana satmayı düşünür müsünüz?”

Gömleğinin yakasını düzelterek yerinde dikleşti. “Kalender Holdingin en büyük hissedarlarından biri ve CEO’su olarak projeniz için size 100 milyon dolar teklif ediyorum,” diyerek buradaki herkesi şoke etti. Teklif ettiği parayı bir arada hiç görmemiştim ve görebileceğimi de sanmıyordum. Bu kadar yüksek meblağda bir parayı çıkarmak Gurur gibi biri için zor değildi.

“Gerçekten çok zekisin, Kalender.” Asaf devreye girerek Gurur’un attığı pası havada yakaladı. “Anlaşılan pastanın tamamını kendine istiyorsun.”

Gurur’un dudağının köşesi kıvrıldığında gözlerimin içine derin bir kinayeyle baktı. “Paylaşımcı biri olduğum söylenemez.” Bunları Asaf’a söylüyordu ama ona değil, bana bakıyordu. Nabzımı hızlandıran bakışlarıyla tehlikeli bir şekilde gülümsedi. “Değerli bir şey gördüm mü, onu alırım.” Omurgama soğuk bir his yayılmıştı. Acaba hâlâ Arksaonix’ten mi bahsediyorduk?

Hiç istifimi bozmadan gözlerimi gözlerine kenetledim ve sadece onun anlayacağı bir imayla konuştum. “Bazı şeyler satılık değildir, Gurur Bey.” Sakince konuşup ayakta dikilmekten vazgeçerek sandalyeme oturdum.

Şimdi o masanın bir ucundaydı, ben diğer ucunda. Ancak bakışlarımız birbirinden kopmamıştı. “Cömert teklifiniz için teşekkür ederim ama ihtiyacım olan şey bir alıcı değil, yatırımcı. Takdir edersiniz ki yararlı şeyler iyi bir yatırımı hak eder.”

Gurur sözlerimdeki parantez aralarını iyi okuduğu için başını hafifçe eğdi ama yeşil gözlerindeki keskinlik yerini koruyordu. Ağır bir hareketle bir kolunu sandalyesinin kenarına yasladı ve başını yana yatırarak yoğun bir şekilde beni izledi. “Yerinizde olsam teklifimi kabul ederdim, Farah Hanım. Sizde iyi biliyorsunuz ki bu masadaki kimse tek seferde projeniz için gereken sermayeyi çıkartamaz.”

“Bir kişi hayır ama hepsinin toplamı bunu çıkartabilir.” Masadaki suya uzanıp biraz içerek kuruyan boğazımı ıslattım. Bunu yaparken bile Gurur bir an olsun gözlerini üzerimden çekmiyordu. “Bu masada dokuz yatırımcı var, herkes bu işe yatırım yaparsa kişi başına 6 milyon, 888 bin, 889 dolar düşüyor.”

Bir dakika işareti yaparak telefonunu çıkardığında başta ne yaptığını anlamadım ama daha sonra hesap yaptığını anladım. Telefonunda hızlı bir hesap yapınca firma başına düşen rakamı eksiksiz bildiğimi anlayıp kaşlarını belli belirsiz çattı. “Nesin sen hesap makinesi mi?” Bu kadar kısa sürede 62 milyon doları dokuza bölmemi beklemiyordu.

Ona yapmacık bir şekilde gülümseyip işaret parmağımla kafama hafifçe vurdum. “Sayılarla aram hep iyi olmuştur.”

“Olabilir ama bu kadar iyi olamaz.” Kaşları alayla yukarı kalktığında önce bana önündeki dosyayı, daha sonra da buradaki yatırımcıları gösterdi. “Teknolojinin maliyetini belirten sizsiniz ve yatırımcı sayısını önceden biliyordunuz. Bu yüzden kişi başına düşen meblağı daha önce hesaplayarak buraya geldiniz.”

Bu kadar kısa sürede bunu hesaplayacağıma ihtimal vermiyordu. Oysaki unuttuğu bir detay vardı, buraya gelirken onun da burada olduğunu bilmiyordum. Yani sekiz yatırımcıyla görüşeceğimi sanıyordum. Bu bile önceden bir şeyleri hesaplamadığımı kanıtlıyordu. Gurur’un takıldığı bu saçma şeyin konumuzla hiç alakası yoktu ama kendimi aklama ihtiyacı hissettiğim için sandalyeme yaslayarak, “Neden bunu anlamıyoruz?” dedim. “Bana birkaç şey sorun lütfen.”

“Tabii.” Beni taklit ederek arkasına yaslanıp oldukça alaycı bir üslupla üzerime geldi. “84 milyon dolardan 37 kişiye ne kadar pay düşer?

Kendime sadece otuz saniyelik bir düşünme payı verdim ama daha sonra kendimden emin bir şekilde, “2 milyon, 270 bin, 270 dolar,” dedim. Bana inanmadığı için herkesin bakışları eşliğinde telefonunun hesap makinesinden bunu hızlıca hesapladı. Ortaya çıkan sonuçla suratının aldığı ifade çok komikti.

Gözbebekleri hafifçe büyüdüğünde gözlerinde afallama ve gizleyemediği bir hayranlık belirmişti. Buna rağmen bana en küçük bir övgüde bulunmayıp yeni bir soru yöneltti. Bu seferki biraz daha zordu. “3 milyardan 847 milyonu çıkartıp geriye kalan parayı 49 kişiye bölüştür ve kişi başına ne kadar düştüğünü bana söyle.” Gözlerimin içine hınzırca bakıp sırıttı. “Bunu hesaplayabilir misin?”

O soruyu sorarken ben çoktan hesaplamaya başladığım için dudağımın köşesi yana doğru kıvrıldı. “3 milyardan 847 milyonu çıkardığımda elde ettiğim sayı 2 milyar 153 milyon.” Başımı hafifçe omzuma eğerek gözlerimi onun yeşillerine kenetledim. “Bu sayıyı 49’a böldüğümde kişi başına yaklaşık 43 milyon 938 bin, 776 dolar düşüyor.” Elindeki telefonu işaret ettim. “Doğruluğunu kontrol edin lütfen.”

Şu zamana kadar sayılarla ilgili bu şaşırtıcı yönümü nasıl fark etmediğini düşünüp sinirlenerek telefonunu sıkarken bu sefer çok farklı bir soru yöneltti. “Bana dünyanın en kırsal ülkelerini say?”

“Gurur Bey bunun toplantımızla bir ilgisi-“

Çatık kaşlarla beni susturup, “Soruma cevap ver!” diye sesini yükseltince ona boyun eğmekten başka çarem kalmadı çünkü benim için bu kadar önemli bir toplantıyı mahvetmesini istemiyordum. “Burundi, Papua Yeni Gine ve Nepal,” dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Neyin peşinde olduğunu anlayamıyordum.

Yatırımcılar toplantının evrildiği son noktayı sükûnet içinde izlerken soğukkanlılığımı koruyup gözlerimi karşımdaki sinir küpünden çekmedim. “Burundi’deki insanların %87’si kırsal alanlarda yaşar. Papua Yeni Gine’de ise halkın büyük bir bölümü dağlık yapısından dolayı köylerde yaşıyor. Ne yazık ki altyapı eksiliği yüzünden ulaşımı zor bölgelerde hayata tutunuyorlar. Aynı şekilde Nepal, Güney Sudan ve Nijer gibi Afrika ülkelerinde de nüfusun büyük oranı kırsal bölgelerde yaşamını sürdürüyor.”

Bir süre susup nefes aldıktan sonra, “Size bunlar gibi birçok ülke sayabilirim, Gurur Bey,” dedim kendine gel, dercesine. “Ama hiçbirinin şu anki konumuzla bir ilgisi yok.”

Yalansız verdiğim her cevapla biraz daha sinirlendiği için çenesini sıkarken bu seferde, “Fransız Devrimi’nin başlangıcı hangi yıl?” diye sordu. Asaf bıyık altında gülerken ben artık aval aval Gurur’a bakıyordum. Ona, “14 Temmuz 1789,” derken bile neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışıyordum.

“Sovyetler Birliği kaç yılında resmen dağıldı?” diye sordu bu seferde!

“26 Aralık 1991.”

“Osmanlı Devleti’nin kuruluşu?”

“İzin verinde ceddimizi de bilelim,” diye homurdanıp beni çok bunalttığı için suya uzandım. “1299.”

“İstanbul’un Fethi?”

“Bunu bilmeyen birileri gerçekten var mı? 29 Mayıs 1453.”

“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabulü kaç yılındaydı?”

“10 Aralık 1948,” dedim bezgince.

“Hindistan’ın bağımsızlığı?”

“15 Ağustos 1947.”

“Reform hareketinin başlangıcı?”

“Sorunuz yeterince açık değil.”

“Martin Luther,” deyince beynimden ışık yandı. 95 Tez’in yayımlanmasını soruyordu. “31 Ekim 1517.”

“Kaç dil biliyorsun?”

Tam ona cevap verecektim ki, Asaf daha fazla dayanamayıp ona döndü. “Onun bir aptal olmadığını kabullenmek bu kadar mı zor?” diye sordu ve Gurur hiç düşünmeden, “Evet,” deyince bu cevabı masadaki birkaç kişiyi güldürmüştü.

“Hanımefendinin olağan dışı bir zekâsı olduğunu görebiliyorum. Zaten sorun da bu değil.” Gurur sandalyesine yayılarak bir kolunu sandalyenin kenarına yasladığında gözlerini bir saniye olsun benden ayırmıyordu. Bakışları sinirli, eleştirel ve çokça da sitemkardı. “Asıl sorun bunca zamandır ne kadar zeki olduğunu ustaca gizlemesi.” Tuhaf bir yüz ifadesiyle Asaf’a döndü. “Bir insan neden Hindistan’ın Bağımsızlık tarihini bilir ki?”

Asaf gülmemek için yanaklarının içini ısırırken gözleriyle eski dostunu gösterdi. “Sen biliyorsun.” Daha sonra ona beni gösterdi. “Anlaşılan karın da senin gibi gerekli gereksiz her şeyi biliyor.” Uzun yıllarımı dört duvar arasında geçirdiğim için sıkıntıdan her şeyi araştırdığım bir dönem olmuştu.

Abartılı bir şekilde boğazımı temizleyip, “Beyler artık konumuza dönelim mi?” diye ikisini nazikçe uyardım. Daha sonra diğer katılımcılara dönüp hafifçe gülümsedim. “Nerede kalmıştık...” Bir kez daha suyumdan küçük bir yudum alıp her birine kısaca baktım. “Kabul ediyorum 62 milyon dolar oldukça yüksek bir meblağı ancak bunu dokuza bölersek firma başına oldukça uygun bir rakam çıkıyor.” Böylelikle hem üretim için gereken sermayeyi toplamış olurdum hem de herkesten daha az para çıkardı.

“Peki, siz Farah Hanım?” Gurur’un yüzünde şeytani bir ifade belirdiğinde açık ve aleni bir şekilde elindeki kalemi bana doğrulttu. “Hepimizin bu işe para yatırmasını bekliyorsunuz. Çalışanlarınızın maaşını bile zor öderken Tozlu Holdingin en genç yöneticisi olarak siz bu işe yatıracak parayı nereden bulacaksınız?”

Bana doğrulttuğu kalemin arkasını iki kez masaya vurarak kaşlarını yukarı kaldırdı. “Yoksa üretimden sorumlu olduğunuzu savunup bu işin içinden sıyrılacak mısınız?” Kalemi bir kenara bırakıp sağında duran suya uzandı. “Buna verecek bir cevabınız var mı?”

“Var tabii ki.” Beni kapana kıstırmaktan büyük bir haz alan yakışıklı yüzüne ve keyifle ışıldayan gözlerine bakıyordum. Ona nasıl bir bahane sunacağımı merak ederek suyunu içmeye başlamıştı. “Yakında boşanıyorum eski kocamdan alacağım nafakayı bu işe yatıracağım,” dediğim an içtiği suyu püskürterek çıkartmıştı.

Masadakilerden kısık gülüşler çıkarken Gurur’un bakışları ok gibi beni bulmuştu. Elinin tersiyle dudaklarını sertçe silerken yüzü kaskatıydı. Bu masadaki herkes evli olduğumuzu biliyordu çünkü Gurur Kalender’i tanımayan ve onun Ümit Tozlu’nun kızıyla evlendiğini bilmeyen kimse yoktu. Aynı şekilde boşanmak üzere olduğumuzu da biliyorlardı ve Gurur’un neden bu kadar sinirlendiğini de.

Şule Hanım gülüşünü saklamaya çalışarak başıyla bana Gurur’u gösterdi. “Sağlam bir nafaka alacağınıza eminim, Farah Hanım.” Gurur gibi milyar dolarlık birinden alacağım nafakanın boyutunu az çok tahmin edebiliyorlardı.

Gurur’un yüzü sertleştiğinde kızgın bakışları Şule Hanım’ı bulmuştu. Yaşlı kadın onun sinirli bakışlarını göğüsleyerek bana döndü. “Şirketinizin içinde bulunduğu ekonomik durum beni düşündürüyor ve kabul etmeliyim ki endişelendiriyor ama bu riski alacağım.”

Mutluluğum gözlerime yansırken Şule Hanım tebessüm ederek başını salladı. “Arksaonix projesi gerçekten çok iyi ve uzun vadede bana kazandıracağını düşünüyorum. Paramı bu işe yatırıyorum.”

“Bende öyle,” dedi Asaf ve hemen ardından Haldun Bey, “Bu projede varım,” diyerek çabalarımı destekledi.

Masadaki herkes kabul etmeye başladığında eğer ona bu kadar kızgın olmasaydım Gurur’un boynuna atılıp ona sımsıkı sarılabilirdim. Projemiz gerçekten iyiydi, bu insanları kandırmıyordum. Onlara gerçekten çok kazandıracaktı ancak şirketimizin mali durumu yüzünden hiçbiri bu işte olmak istememişti. Fakat Gurur’un devreye girmesiyle hepsinin fikri değişmişti.

Gurur’la boşanmak üzere olduğumuzu hepsi biliyordu. Gurur’un projemizi satın almaya kalkışması onları düşündürtmüştü. Kalender Holding’in CEO’su kolay kolay yaş tahtaya basmaz ve o kadar parayı bitirmek istediği bir şirkete yatırmazdı. Aramızdaki soruna rağmen Gurur bu projeyi istiyorsa o zaman teknolojimiz gerçekten çok kazandıracak bir projeydi. Hepsi böyle düşünüp paralarını bu işe yatırmaya karar vermişlerdi.

Kalbim tekledi.

Eğer Gurur bugün bu toplantıya katılmasaydı başaramazdım.

Toplantının devamında ortaklığımızın detaylarını konuşmuştuk. Bu hafta içinde teknolojimiz için gereken fonu ayarlayıp sözleşmeyi imzalayacaktık. Toplantı sona erdiğinde herkes eşyalarını toplayıp benimle el sıkışarak gitmişti. Projeksiyonu ve buradaki eşyalarımızı toplamak için Aksa bana yardım edecekti. Kuzenim ikimiz için kahve almaya gittiğinde bende ofisteki kişileri uğurlamıştım.

Son olarak Asaf yanıma gelip hafifçe tebessüm etti. Tıpkı bir abi gibi sıcak gözlerle beni izlerken bugün gösterdiğim başarıyı takdir ediyordu. “Çok iyiydin çömez lider.”

“Teşekkür ederim, Asaf.” Büyük bir minnetle ona bakıyordum. “Yardımlarını hiç unutmayacağım.” Arka planda Aksa’yla bana çok yardım etmişti.

Diğer yatırımcılardan sonra Asaf’ta ofisten çıkınca içeride sadece Gurur’la ikimiz kalmıştık. Gurur hâlâ masanın en başındaki koltuğunda oturuyordu. Bense nefesimi tutmuş bir halde katılımcıların çıktığı kapıya bakıyordum. Toplantı boyunca çok fazla gerildiğim ve stres yaptığım dakikalar olmuştu. Bizim için hayati önem taşıyan bir sunumu gerçekten yaptım mı? Buna hâlâ inanamıyordum.

“Bitti artık rahatlayabilirsin.” Gurur’un sesini duyunca sanki ihtiyacım olan tek şey bunları duymakmış gibi bana en yakın olan sandalyeye yığıldım. Omuzlarım gevşerken hızlı hızlı nefesler alarak elimi çırpınan kalbimin üzerine bastırdım. “Çok korkunçtu.”

Alnımdaki teri silerken daha yeni kendime geliyormuşum gibi titriyordum. “Hepsi fazla ciddi ve deneyimliydi, tüm bu süreçte kaçmayı çok istedim.”

“Ama kalıp savaşmayı seçtin ve kazandın.” Gurur ağır bir sesle konuşurken göz ucuyla beni izliyordu. Toplantı boyunca yaşadığım gerginliği, stresi ve insan içine çıkmanın o huzursuzluğunu sezmiş gibi bakışları keskindi.

“Çok iyi idare ettin babasının, Nemrudun Kızı. İtiraf etmeliyim ki bu kadarını beklemiyordum.” Bu konuda beni takdir ettiğini hissetmek bile nabzımı hızlandırıyordu. Ondan aldığım bu küçük övgünün bendeki etkisi inanılmazdı.

Gurur sandalyesinden kalkarken yavaştı ve acelesi yoktu. Bir masanın diğer ucundan kalkıp bu tarafa gelirken gözlerini dahi kırpmadan beni izliyordu. Bana doğru attığı her adımla aramızdaki mesafe biraz daha kapandığı için kalbimin ritmini ayarlayamıyordum. Oturduğum sandalyenin hemen yanında durup masadaki su şişesini aldı. Şişenin kapağını açıp içmem için bana uzattığında neyin peşinde olduğunu anlayamıyordum.

Kendime gelmem için bu suya ihtiyacım olduğu için şişeyi alıp kana kana içtim. Yaşadığım o stresli dakikaların ardından bu su iyi gelmişti. Şişeyi masaya bıraktıktan sonra başımı kaldırıp tepemde dikilen adamı merakla baktım. “Bu toplantıya katılmanın amacı neydi, Kalender?” diye sordum oldukça mesafeli bir sesle. “Yine neyin peşindesin?” Bana yardım etmesinin altında nasıl bir tuzak olduğunu merak ediyordum.

Gözlerimin içine iğneleyici bir ifadeyle baktığında yüz ifadesi alaycıydı. “Bana ait bir yere neden geldiğimi mi soruyorsun, Farah Kalender?” Bilerek soyadını vurgularken cam duvarlardan oluşan bu ofisi gösterdi. “Şehrin merkezindeki bir gökdelenin bu katını sence kiralayabilecek bütçen var mıydı?”

Şaşkınlıktan gözlerim irice açıldı. “Ofisi sen mi kiraladın?”

Kaşları yukarı kalktığında alaycılığını koruyordu. “Kiralamak mı?” Ortada komik bir şey varmış gibi soğuk bir şekilde güldü. “Bana ait olan bir şeyi neden kiralayayım?”

Şoke olmuştum. “Bu ofis senin mi?”

“Gökdelenin tamamı benim, Farah.” Beni hayretler içinde bırakarak tepemde dikilmeye devam etti. “Bu yapının bir günlük kirasının ne kadar olduğunu biliyor musun?” Safça başımı iki yana salladığımda aklımda olan tek şey kullandığımız bu ofis için ona ne kadar ödeme yapmam gerektiğiydi.

Bugün toplantının bu gökdelende olmasını Asaf ayarlamıştı. Toplantıyı böyle lüks bir yerde yapmak katılımcıların gözlerini boyayacağını, bana iyi bir sükse yaptıracağını söylemişti. Anlaşılan bu işin arkasında Gurur vardı. Bir şekilde Asaf’ı kafaladığı için toplantıyı ona ait bir yerde yaptırmıştı. Beni kendine borçlandırmıştı.

Ofisin floresan ışıklarının altında onu izlerken, “Bir günlük kirası ne kadar?” diye sordum. Ofisi birkaç saatliğine kullansak da bir günlüğüne kiralanmıştı. Hiç param olmamasına rağmen, “Ödeyeceğim,” dedim. Bileğimdeki Pandora bileziği çıkardığımda tüm vücudu gerilmişti. Bu onun bana ilk ve son hediyesiydi. Bana özel yapılmış bir bilezik olduğu için maddi değerinin yüksek olduğunu biliyordum.

Ondan bana kalan tek şeyi ona uzatarak derin bir nefes aldım. “Bu karşılar mı? Eğer yetmezse kalan parayı bulup gün bitmeden sana havale ederim.”

Kaşlarını çattığında yanında duran elini sıkıyordu. Yüzükten sonra bana aldığı bileziği de çıkardığımı görmek çenesinin kilitlenmesine neden olmuştu. “Geri tak onu bileğine.” Kızgınlıkla harlanan keskin bakışları sert, sesi hırıltıyı andıracak şekilde kalındı. “Anlaşılan bana ait olan şeylerden kurtulmaya çok meraklısın ama bu sandığın kadar kolay olmayacak.” Bileğimi sertçe tutup bileziği yeniden takmıştı.

İri parmakları bileğimin etrafından çekilince sıkıntıyla nefesimi verdim. “Benden ne istiyorsun, Gurur? Neden buradasın? Tüm bunların amacı ne?”

Sandalyemi çevirerek yönümü kendisine döndürdü. Eğilip ellerini sandalyemin kenarlarına bastırdığında iki yanımda duran kolları bir duvar gibi beni sandalyeye çivilemişti. Nabzım boğazımda atmaya başladığında Gurur iyice üzerime eğilerek yüzlerimizi aynı hizaya getirmişti. Çok yakındı, beklemediğim ve buna hazır olmadığım bir yakınlıktaydı.

Ilık nefesi dudaklarıma çarparken gözlerini gözlerime kenetlemişti. Bu yakınlıkta onu izlemek bile nefes alışlarımın hızlanmasına, göğüs kafesimin sistematik bir şekilde hareket etmesine neden olmuştu. Gurur ise bende yarattığı heyecanın büyüklüğünü bilmeden gözlerimin içine bakıp, “Sen gerçekten bir sahtekârsın, Farah,” dedi küfreder gibi. “En iyi yaptığın şey etrafındaki insanları ayakta uyutup onları manipüle etmek.”

Gerildim. “Neyden bahsediyorsun?”

Sadece kısa bir an sessizlik içinde bana baktı. Yeşil gözlerinde bir zamanlar bana baktığında oluşan o sıcaklık yoktu. Gözleri fazla soğuk ve acımasız görünüyordu, sanki buz tutmuştu. Ellerini sandalyemin kenarlarından çekerek benden uzaklaştığında sebepsiz yere üzülmüştüm. İki adım geriye atıp küçük bir mesafeden beni izlerken bana bir yabancı gibi hissettiriyordu. Belki de artık birbirimize yabancılaşmıştık.

“Bugün bu masadaki herkesi manipüle edip kandırdığını anlamadım mı sanıyorsun?”

Yaşadığım panik ve yakalanma korkusunu bastırmaya çalışarak yavaşça ayağa kalktım. “Neyden bahsettiğini anlamıyorum?” diye sorarken aklımdan geçen tek şey bunu nasıl anladığıydı.

İki adımlık mesafeyle tam karşımda durup beni izlerken kaşlarının kavisi hafifçe çatılmıştı. Aslında yaptığım şeyle zerre kadar ilgilenmiyordu. Onun ilgilendiği ve onu bu kadar kızdıran şey bir zamanlar benzer yöntemlerle onu da kandırdığımdı. Ciğerlerine derin bir nefes çektiğinde kaslı vücudunu saran gömleğin düğmeleri gerilmişti.

“Kalender Holding nesillerdir teknoloji üzerine üretim yapıyor. Sence bir bakışta bir teknolojinin gerçek maliyetini anlayacak deneyim ve tecrübem yok mu?” Arkamdaki masanın üzerinde duran projenin kopyalarını bana gösterdi.

Dosyanın içinde Arksaonix’in üretiminde kullanacağımız parçaların şişirilmiş maliyetleri de yer alıyordu. “Projeniz gerçekten iyi bunu kabul ediyorum ancak bunun için gereken sermaye 62 milyon dolar değil.” 

Kafasında küçük bir hesap yaparken dudakları düz bir çizgiye bürünüyor, gözleri ise hafifçe kısılıyordu. “Bu projenin gerçek maliyeti 6 milyon dolar civarı.” Nefesim kesildiğinde bunu nereden bildiğini merak ettim. Projeyle ilgili her şey gizlilik çerçevesinde yapılmıştı.

Bir elini cebine koyup rahat bir duruş sergilediğinde soğukça gülümsedi. “Şirketinin diğer firmalara olan borcu, devam eden davalarınız, kaybettiğiniz davaların tazminatı, çalışanların biriken maaşı ve üretime yeniden başlamak için ihtiyacınız olan sermaye…” Alaycı tutumunu sürdürerek başını yana yatırdığında beni izliyordu. “Tüm bunların toplam tutarı, yani ihtiyacın olan para 56 milyon dolar.”

“Dinle-“

Beni susturarak gözlerini gözlerime dikip kaşlarını yavaşça çattı. “İhtiyacın olan 56 milyon dolar, bunun üzerine 6 milyon dolarlık bir projenin maliyetini de ekleyince ortaya çıkan rakam 62 milyon dolar.” Öfkesini alaycı tavrının ardına gizleyerek beni işaret etti. “Tek bir taşla iki kuş vuracak kadar maharetlisin.”

Bu sözlerinde övgü yoktu, yoğun bir eleştiri ve suçlama vardı. “Maliyeti düşük bir projeyi fiyatının çok üstünde pazarlayarak hem tüm borçlarının parasını çıkardın hem de projenin üretimi için gereken sermayeyi.”

Küfreder gibi başını iki yana salladı. “Kimse bu kadarını yapamazdı, ne büyük bir manipülatif.”

Günlerdir bu sunumun provasını yapıyorduk. Asaf bunun için her hafta sonu beni evinde çalıştırmıştı. Bugün olduğu gibi Aksa projeksiyonu çalıştırmış ve ben karşımda bir sürü katılımcı varmış gibi sunumu yapmıştım. Birçok provanın ardından nihayet Asaf’ta istediği etkiyi bırakmıştım. Karşımda bir sürü yatırımcı varmış gibi davranıp beni çapraz sorulara tutmuştu.

Her yerden saldırıp tüm açıklarımı yüzüme vurarak cesaretimi kırmaya çalışmıştı. Aynı şeyleri yatırımcıların da yapacağını düşündüğü için önceden beni her şeye hazırlamıştı. Bu konuda o kadar çok üzerime gelmişti ki onlarca denemeden sonra nihayet onun tüm saldırılarını ustaca savuşturmuştum. Bunu görünce Asaf’ın dudakları kıvrılmış ve salondan çıkmadan önce tek bir şey söylemişti. “Artık hazırsın.”

Gurur’un düşündüğü gibi hiçbir iş deneyimim olmadan bu kapıdan içeri girip işi kapmamıştım. Arka planda günlerce verdiğim bir çaba vardı. “Bunu diğer yatırımcılara söyleyecek misin?” Bunu sorarken yaşadığım korku yüzünden sesim titriyordu. Eğer onlara gerçeği söylerse her şey başlamadan son bulurdu. Günlerdir verdiğim emek ve çabanın boşa gitmesi bir yana, bu işi kaybedersem iflasımız kaçınılmaz olurdu.

Bu projeden kazandığım parayla tüm borçlarımızı kapatıp yaşadığımız ekonomik krizi ortadan kaldırabilirdim. Şirketi ve ailemizin itibarını kurtarıp küllerinden doğan bir Anka gibi tekrar sektördeki yerimizi alabilirdik. Tüm umutlarımı bu projeye bağlamıştım. Yatırımcılarla bu hafta içi sözleşmeyi imzalayacaktık. İmzaları atınca her biri onlardan istediğim fonu çıkartacaktı. Bir hafta içinde yaşadığımız tüm sorunlar son bulacaktı.

Ancak Gurur tüm planlarımı altüst etmek üzereydi. Bizi bu hale getirmekle yetinmeyip düştüğümüz yerden kalkmamıza izin vermeyebilirdi. Bunu yapma ihtimali çok yüksekti. Eline geçen kozun büyüklüğünü bildiği için bir cevap vermeden önce beni kıvrandırmayı seçti. Yanımdan geçip toplantı boyunca oturduğum sandalyeye rahatça oturdu. Yüzünde hiç mimik oynamadığı için ne düşündüğünü anlayamıyordum.

Bana masanın diğer ucunda duran sandalyeyi gösterdi. “Ceketimi getir.” Sesi emir kipi barındıracak kadar hükmediciydi. Belki de elinde bana karşı kullanacağı büyük bir şey olduğu için bana böyle davranıyordu.

Bana karşı bir üstünlük kazandığı için ondan uzaklaşıp sandalyesine doğru yürüdüm. Bu aşamada onu kızdırmayı göze alamazdım çünkü her şey onun iki dudağından çıkacak şeylere bağlıydı. Tek bir telefonla tüm yatırımcılara kandırıldıklarını söyleyebilirdi. Tozluların geleceğini ilgilendiren durumlarda kendimden ödün verebilirdim.

Sandalyesinin arkasına astığı ceketi alıp yanına giderek ona uzattım. Bunu yaparken ona olan bakışlarım kızgındı ama öfkemi zerre kadar umursamıyordu. Ceketinin iç cebinden bir belge çıkartıp önüme koydu. “Susmamı istiyorsan bir sözleşmede benimle yapacaksın.” Midem kasıldı. Nasıl bir sözleşmeden bahsediyordu?

Titrek bir nefesten sonra önüme koyduğu şeyi alıp sözleşmedeki metni okumaya başladım. “GİZLİLİK İLKELERİN KORUNDUĞU TAAHHÜTNAMESİ,” diye büyük harflerle yazan başlığı sesli okudum. Tarafların yani Gurur’la ikimizin üst üste yazan isimlerini hızlıca geçip maddeleri inceledim. Bakalım bu sözleşmede beni ne bekliyordu?

Madde-1 Görüşme: Taraflar, sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren bir yıl (365 gün) boyunca her iki günde bir kez görüşmeyi kabul ve beyan ederler.” Hayır, öyle bir şey beyan etmiyordum. Bu madde ne saçmalıyordu?

“Bir yıl mı?” Gözlerimi belerterek ters bakışlarımı Gurur’a diktim. “Beni bir yıl boyunca kendine mahkûm edemezsin. Diyelim ki birine âşık oldum, o zaman ne olacak? Hem onunla görüşüp hem de iki günde bir eski kocamla mı buluşacağım?”

“Farah sürekli benden eski diye bahsedip sinirlerimi bozma!” Çatık kaşlarla başını kaldırdığında her an sandalyeden kalkıp yakama yapışabilirdi. “Daha benden boşanmadan başka heriflere âşık olmayı mı düşünüyorsun?”

İhtimali bile onu kızdırdığı için ifadesi sertleşmişti. “Benden boşanmadan başka heriflere baktığını görmeyeceğim. Ayrıca şanslısın ki bu tür kişisel hakları ihlal eden sözleşmelerin süresi yeterince uzun olmuyor.”

Elimde tuttuğum sözleşmeye kısa bir an bakıp yüzünü buruşturdu. “Bana kalsa o süreyi elli yıla çıkartırdım ama sikik avukat bir yıl konusunda beni ikna etti.” Sırıtarak önüne döndü. “Neyse bu da bir şey.” Elli yıl konusunda avukatını çok zorladığını tahmin etmek zor değildi.

Madde-2 Görüşme Mekânı ve Geçerlilik Süresi:

Tüm görüşmeler taraflardan Gurur Kalender tarafından belirlenecektir. Özel buluşma yerlerinin lokasyonunu, seçtiği mekânın tam adresini önceden karşı tarafa bildirme zorunluluğu vardır ve tüm görüşmeler bu alanlarda gerçekleşecektir. Her görüşme süresi en az 8 (sekiz) en fazla 12 (on iki) saat olacaktır.” Okuduğum her kelimeyle gözlerim nerdeyse yuvalarından fırlayacaktı. Buluşmak için yer ve saati neden o belirliyordu? Bu sözleşmenin tamamı onun şahsi isteklerine göre hazırlanmıştı.

Madde-3 Görüşme Süresi Boyunca Uyulması Gereken Zorunluklar:

Bu sözleşmeyle yukarıda adı geçen Farah Kalender, her iki (2) takvim gününde bir, Gurur Kalender ile geceyi aynı odada geçirmeyi ve yine her iki (2) takvim gününde bir kez olmak üzere boynundan öptürmeyi kabul ve taahhüt eder.” Bir dakika, anlamadım? Bu akıl hastası herif ciddi ciddi boynumdan öpmek için bir madde mi çıkartmıştı? Çıldıracağım!

İnanamayan gözlerle ona döndüğümde gülüşünü saklamak için adeta kendisiyle cebelleşiyordu. Ciddi görünmeye çalışsa da ne kadar eğlendiğini saklayamıyordu. Sandalyesinde rahatça oturup tam karşısına bakıyordu ancak kulağı bendeydi ve bakmasa da 3. Maddeyle suratımın aldığı şekli tahmin edebiliyordu. “Senin benim boynumla ne sorunun var hasta herif. Bunun için madde çıkartanı da ilk kez görüyorum.” Yemin ederim beni de kendi gibi delirtecekti.

“Sence ben senin gibi yalancı bir düzenbazın boynuna çok mu bayılıyorum?” Başını kaldırıp omzunun üzerinden bana baktığında boynumla zerre kadar ilgilenmediğini düşündürtmeye çalışıyordu ama bakışları sık sık boynuma kayıyordu. “Boynundan öpmek huy yapmış bende, öpmeden duramıyoruz ne var bunda?” Bir de masum masum soruyordu.

“Git tedavi ol takıntılı herif.”

“Düzgün konuş kaldırma beni ayağa.” Kendiyle övünürcesine omuzlarını dikleştirip göğsünü kabarttı. “Ayrıca benim gibi birinin senin boynunu öpmesi senin için başlı başına bir lütuf.” Baştan ayağa beni süzüp beğenmemiş gibi bir ifade takınmasına hayret ettim. “İnsanlık edip sana lütufta bulunuyoruz biraz şükretmesini öğren.” Onun bu egosunun karşısında dağ taş yıkılırdı.

“Ben senin tebaan değilim sende benim kralım değilsin. Öyleymiş gibi davranma.”

“Aslında öyleyim.”

“Anlamadım?”

Dudağının köşesi yana doğru büküldüğünde her defasında fazla karizmatik bulduğum bir ifadeyle bana yandan bir bakış attı. “Ben bu sikik alemin deli kralıyım. Karım olduğun için sende benim tebaamsın.” Bu tımarhane kaçkını bana tertemiz kafayı yedirtecekti.

“Ordun nerede kral hazretleri veya halkın?” Alay ederek ona kendimi gösterdim. “Bir kişiyle tebaa olunmaz.”

Ona yönelttiğim soruyla bir kez daha baştan ayağa beni süzdü fakat bu seferki bakışlarında küçümseme değil, saklayamadığı bir övgü ve hayranlık duygusu vardı. “Benim bu bir kişilik tebaam dışarıdaki herkese bedel.” Yüzüm kızarmaya başladığında bu sefer bana kendini gösterdi. “Orduya gelirsek…” İşaret parmağıyla hafifçe kafasına vurdu. “Merak etme burada kırk orduya yetecek bir ulus var.” Son kısmı söylerken alaycı değildi, sanki bu onun serzenişiydi.

Onunla gireceğim bir laf dalaşında onu ve egosunu yenemeyeceğimi bildiğim için susup önüme döndüm. Beni daha nelerin beklediğini görmek için başımı eğdim ve insanlık tarihinin daha önce hiç eşine rastlamadığı bu sözleşmeyi okumaya devam ettim.

Madde-4 Kişisel Hakların Gizliliği ve İfşa Yasağı:

Taraflardan Farah Kalender, söz konusu sözleşmenin içeriğini ve bu yapılan sözleşmenin varlığını üçüncü şahıslarla paylaşamaz. İhlal durumlarında yaşanılan itibar zedelenmesi hukuki sonuçlar doğuracaktır.” Bu her sözleşmede olan bir madde olduğu için bu sefer pek şaşırmadım. Yapılan sözleşmeler genelde gizlilik çerçevesinde olurdu.

“Madde-5 Sözleşmedeki Şartlara Uyulmama Durumunda Uygulanacak Yaptırım:

Farah Kalender’in bu sözleşmeye aykırı davranması durumunda, Gurur Kalender’e elinde bulunan bilgileri, özel içerikleri, belgeleri, üçüncü şahıslarla ve kamuoyuyla paylaşması konusunda serbestlik tanımıştır.” Gurur’un elinde bana karşı kullanacağı tek bilgi Arksaonix’in gerçek maliyetiydi. Ne yazık ki beni bitirecek hatta cezaevine bile gönderecek en önemli bilgiyi elinde tutuyordu.

Eğer yatırımcılar onları dolandırdığımı anlarlarsa her biri beni dava edip avukat ordusuyla üzerime yürürlerdi. Beni sektörden silmekle kalmazlardı, üstüne beni dava edip dolandırıcılıktan cezaevine gönderirlerdi. Bu riski göze alarak bu işe girmiştim. Maliyet kısmında yaptığım dolandırıcılığı Asaf’tan bile sakladığım için masada sadece Gurur değil, Asaf’ta çok şaşırmıştı.

Daha önce yaptığımız konuşmalarda Asaf’a maliyeti sadece birkaç milyon dolar arttıracağımı söylemiştim. Bunu ona söylerken bu bilgiyi Gurur’a sızdıracağımdan haberim yoktu. Gurur o birkaç milyon dolarlık vurgunu bana karşı kullanmak için böyle bir sözleşme hazırlatmıştı. Ancak toplantı esnasında projenin maliyet kısmına bakınca büyük bir şok yaşamıştı çünkü bu kadarını o da beklemiyordu. Bu yüzden küfrederek hemen Asaf’a bakmıştı.

Yatırımcılarımız Arksaonix’in üretimine başladıkları an maliyetin yatırdıkları paranın çok altında olduğunu anlayacaklardı. Bu yüzden bu teknolojiyi ilk altı ay sadece bizim şirketimiz üretecekti. Toplantının devamında yaşadığımız ekonomik krizi bahane ederek üretimin ilk altı ayını kendi şirketime almıştım. Altı ay sonra teknolojinin tüm üretim haklarını onlara devredecektik. Böylelikle altı ay gibi bir süre kazanmıştım.

Bu hafta yatırımcılardan alacağım fonlarla tüm borçları kapatacak, çalışanların ve ailemin biriken borçlarını ödeyip şirket ve tüm şubelerimizdeki üretimleri yeniden başlatacaktım. Şirket normal çalışma akışına döndüğünde altı ay içinde yatırımcılardan fazladan aldığım tüm paraları kazanmaya çalışacaktım. Altı ayda gereken tüm parayı temin edip Arksaonix’in üretim haklarıyla birlikte onlara parayı ödeyecektim.

Dolandırıldıklarını benden öğreneceklerdi ama bu onları çok kızdıracaktı. Ancak gereken ödemeyi yaptığımda paralarını kurtarmanın rahatlığını yaşayacaklardı. Yaptığım düzenbazlığı görmezden gelmeleri için onları ikna edecektim. Onları empati yapmaya zorlarsam şirketlerini kurtarmak için aynı şeyi onların da yapacağını anlayacaklardı. Durum böyle olunca ne davalık olurdum ne de cezaevlerine düşerdim.

Bu altı ayda gereksiz tüm harcamalardan kaçınıp tüm kazancımızı yatırımcıların parasını ödemek için ayırmalıydık. Artık Caner ve Kerim amcam harcamalarına dikkat etmeliydi çünkü onların başımıza açtığı borçlarda çok yüksek meblağlardaydı. Bundan sonra bir şeye değerinin çok üstünde para harcarken bunun babamın cebinden çıkmayacağını, kendilerinin ödemesi gerektiğini anlamalılardı.

Aklımdaki endişeleri dağıtmaya çalışarak Gurur’un benim için hazırlattığı sözleşmeye odaklandım. Böyle sıra dışı bir sözleşmeyi ciddi ciddi okuyordum.

Madde-6 Uyulmama Durumunda Uygulanacak Cezai İşlem:

Taraflardan Farah Kalender, bu sözleşmede belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmekle sorumludur. Ek olarak Madde-3’te belirtilen Görüşme Süresi Boyunca Uyulması Gereken Zorunluklar’ından önceden mazeret bildirmeden kaçamaz. Bu ihlalle birlikte Gurur Kalender’e 50.000.000 $ (elli milyon ABD doları) ödeyeceğini kabul ve beyan eder.”

Okuduğum bu maddeyle soluğum kesilirken yanımdaki sandalyeye tutundum. Dizlerimin bağı çözüldüğü için ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Diğer maddeler neyse de 6. Maddeyi hiçbir koşulda kabul etmiyordum. Bu paranın yatırımcılardan alacağım paradan aşağı kalır bir yanı yoktu. Altı ay içinde yatırımcılardan aldığım parayı denklemeye çalışırken bir de Gurur’a borçlanamazdım.

Sözleşmeyi sertçe önüne attığımda yaşadığım afallama ve sinirden tüm vücudum taş kesilmişti. “Elli milyon dolar çok fazla ve aşırıya kaçmak!” Bunu imzalamaya şiddetle karşı çıkarak eşyalarımı toplamaya başladım. “Ben gidiyorum bu saçmalığı imzalayacak başka bir enayi bul.”

“Bunu imzalamaktan başka çaren yok.” Kendinden emin bir sesle konuşup beni görmek için başını kaldırdı. O oturuyordu bense yanında dikilip onu parçalamak ister gibi bakıyordum. Kızgın bakışlarımın onun üzerinde hiç etkisi yokken yavaşça cebindeki telefonu çıkardı. Ne yapıyordu?

Rehbere girip Şule Giritli diye bir ismi arayınca hemen elindeki telefonu alıp görüşmeyi sonlandırdım. Bu isim yatırımcılarımızdan Şule Hanım’dı! Blöf yapmıyordu, gerçekten de onları sırayla arayıp her şeyi söyleyecekti. Telefona ulaşmasın diye onu arkama saklayıp bir adım geriye çekildim. “Bunu yapamazsın.” Bana şantaj yapacak kadar şuursuzdu.

Gurur çırpınışlarımdan büyük bir zevk alarak sakince beni izliyordu. “Senin gibi insanları kandıran bir yalancıya neler yapacağımı hayal dahi edemezsin.” Yıllardır onu ayakta uyuttuğumu hatırlayınca masanın üzerinde duran elini sıkmıştı. Tırnakları avuç içine gömüldüğünde elinin üzerindeki mavi damarlar belirginleşmişti.

“Kararını ver.” Buz gibi bir sesle konuştuğunda gözlerini ısrarla yüzümden çekmiyordu. “Sözleşmeyi imzalayacak mısın yoksa Tozluların silinip gitmesine izin mi vereceksin?” Bu iş yatarsa bu ayı doldurmadan her şeyimizi kaybedecektik. Bunu iyi bildiği için beni izlerken ruhu olmayan gözlerinde sadistçe bir parıltı vardı.

Ne yazık ki uzun uzun düşüneceğim bir şey yoktu, gerçek anlamda çaresizdim. Ne kadar zor durumda olduğumu iyi bildiği için çaresizliğimden yararlanıp beni istemediğim bir sözleşmeye zorluyordu. Bakışlarım masadaki belgeye kaydığında bir kabusa bakar gibi ürpermiştim. “Hasta olduğumda veya başıma bir iş geldiğinde ne olacak?” Sesim güçlükle duyulacak kadar kısık çıkarken kendim için bir çıkış yolu arıyordum. “O zaman yine sana elli milyon dolar ödemek zorunda mıyım?”

Sorduğum soruyla göz göze geldik, göğsüm biraz daha sıkıştı. Gözleri hâlâ aynıydı, hâlâ sevdiğim yeşilliklerin parıltısına sahipti ama artık içinde hiç ruh olmayan kasvetli bir ormandı. Issız, sessiz, karanlık ve kayıp bir orman… Yüzünde küçük de olsa bir merhamet kırıntısı aradım ya da bir kırılma ama yoktu. Gözlerimin içine bakarak acımasızlığını konuştururken ne bir sızı ne de bir pişmanlık duyuyordu.

Dudaklarının kıyısında olan o sert çizgi bütünlüğünü bozduğunda, “Sağlığın ve başına gelen hayati şeyler mazeret olarak sayılacağı için herhangi bir yaptırım uygulamam,” dedi. Hemen ardından kaşları iğneleyici bir tutumla yukarı kalktı. “Tabii mazeretini maille bana bildirdiğin sürece.”

“Peki!” dedim sinirlenerek. “Ölüm döşeğindeyken bile mutlaka sana yazıp kusura bakma gelemiyorum çünkü ölmekle meşgulüm, derim.”

Masadaki kalemi alıp sözleşmeyi hızlıca imzalayarak doğruldum. “Senin gibi çıkarcı bir heriften kurtulmak için boşanma gününü iple çekiyorum.” Burayı toplama işini Aksa’ya bırakıp sadece çantamı alarak kapıya yürüdüm. Bir an önce ondan kurtulmak istediğim için adımlarım belki de ilk kez büyük ve hızlıydı. “Bekle ve gör eninde sonunda senden boşanacağım.”

Boşanmayla ilgili söylediklerimi hiç ciddiye almadığı için arkamdan, “Bu akşam evimin adresini sana atarım,” diyen keyifli sesini duymak beni çıldırtıyordu.

Kapıyı sertçe açarken arkamı dönüp ona bakmadan, “Gelemem,” dedim hızlıca. “Eve gidince mazeretimi maille sana bildiririm.”

“Madem öyle kayda değer bir mazeretin olsa iyi edersin yoksa olacakları biliyorsun.”

Daha fazla onu dinlemeden hemen ofisten çıktım. Gurur’la olan görüşmemizi bölmek istemediği için Aksa koridorda bekliyordu. Ona ofisi gösterip asansöre yürüdüm. “İçeriyi sen topla kardeşim. Benim bir an önce yalnız kalıp biraz hava almaya ihtiyacım var.” Ne yazık ki kalıp Aksa’yla bugünkü başarımızı kutlayacak keyfim yoktu. İmzaladığım sözleşmeden sonra kendimi kazanmış hissetmiyordum.

Aynı şekilde Gurur’un bir sözleşmeyle bana dayattığı buluşmaları keyfi sebeplerden ihmal edecek lüksüm de yoktu. Bu akşam onunla görüşmemek için çok iyi bir mazeret bulmalıydım. Bu akşam onu atlatsam bile sıradaki görüşme gününde yeni bir mazeret bulamazdım. Gurur uzun süre benim bahanelerimi kabul edecek bir adam değildi. Güzellikle olmasa bile zor yollarla istediği her şeyi almaya alışkın biriydi.

***

Hava çoktan kararmıştı ama ben bir türlü eve gidecek enerjiyi kendimden bulamamıştım. Gurur’un bana imzalattığı sözleşme bugünkü zaferimi gölgede bıraktığı için ne yapacağımı bilmez bir halde denizi izliyordum. Ofisten çıktıktan sonra o yerin arka kapısından kaçıp beni bekleyen korumaları atlatmıştım. Hep geldiğim deniz kenarına gelince uzun saatler burada dalgaları izleyerek ne yapacağımı kara kara düşünmüştüm.

Gerçekten ben şimdi ne yapacaktım? Gurur’dan boşanmaya çalışırken bir sözleşmeyle bir yıl daha beni kendine bağlamıştı. Ne kadar çırpınırsam çırpınayım ondan gitmeme izin vermiyordu. Her defasında beni kendine mecbur bırakacak bir yol buluyordu. Hakkımda öğrendiği tüm o gerçeklerden sonra artık bana bakışı soğuk, gülüşü sahte ve yaklaşımı fazla yapmacıktı. Benden nefret ettiğini bana düşündürürken hâlâ benden ne istiyordu?

Şu saate kadar oturduğum banktan hiç kıpırdamadan düşüncelere dalıp gitmiştim. Az önce annemi arayıp bu gece de Aksa’da kalacağımı söylemiştim. Hava çoktan karardığı için beni merak etmelerini istemiyordum. Bugün katıldığım o stresli toplantıyı ve Gurur’un bana zorla imzalattığı sözleşmeyi atlatmam biraz zamanımı alacaktı. Bir günde gerçekten çok fazla şey yaşamıştım.

Sözleşmeyi hatırlayınca dilimi ısırdım. “Maili unuttum!” Hemen telefonu çıkardım. O dengesiz herife mazeret bildireceğime inanamıyordum. Aceleyle e-postalara girip o zorba adama bugünkü mazeretimi yazmaya başladım. Bunu yaparken içimden sürekli ona kızıyordum. Bana yaptırmadığı bir tek bu kalmıştı.

Sayın Gurur Kalender,

Daha önce yaptığımız sözleşmenin gereğini bu akşam yerine getiremeyeceğimi üzülerek size bildiriyorum. Bugün bir toplantıda yaşadığım gergin anlar ve eski kocamın bana dayattığı sözleşmeyle yaşadıklarımı aşmam için biraz zamana ihtiyacım var. Şu anda evimde değilim, bilmiyorum ama eve gitmeme engel olan bir şeyler var. Belki de günlerdir yoğun bir iş temposuyla çok yorulduğum için biraz yalnız kalıp kendimi dinlemeye ihtiyacım vardır.

Ne yazık ki kuzenimin evine gidecek paramda yok. Cüzdanımda bir taksinin ücretini karşılayacak param olmadığı için taksiye binmeye utanıyorum. Bolatlı malikanesine gittiğimde Asaf’ın benim yerime taksi ücretini ödediğini düşünmek bile beni utandırıyor. Sonuçta ben Tozluların sıradaki veliahdıyım ve bir bölge liderinin hafızasında taksi parasını bile ödeyemeyen biri olarak kalmak istemiyorum.

Eski kocam yüzünden mali bir kriz yaşadığımız için çantamda bir otelin tek gecelik ücretini karşılayacak kadar bile para yok. Belki bunu duymak sizi mutlu edebilir, banka hesaplarımda içler acısı… Eski kocam eseriyle mutlu olabilir, bu gece gidecek hiçbir yerim olmadığı için sokaklarda kaldım. Üstelik yağmur çiseliyor, çok üşüyorum ve en son dün akşam bir şeyler yediğim için karnımda çok aç.

Henüz bitmedi, karanlık çöktü ve ben çok korkuyorum. Daha önce hiç geceyi tek başıma dışarıda geçirmediğim için bu durumlarda ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ve ne var biliyor musunuz? En korktuğum şeylerden biridir gök gürültüsü. Havadaki kara bulutlar arttıkça her an şimşekler çakıp gök gürleyecek diye endişe ediyorum.

Gördüğünüz üzere buluşmaya gelemeyecek kadar zor durumdayım. Umarım saydığım bu mazeretler sizin için yeterli olur ve tarafınızdan kabul görür.

Sevgiler,

Farah Tozlu.

Not: Kalender değil, Tozlu.

Yazdığım bu maili Gurur’a postaladıktan sonra hemen telefonu kapattım. Şimdi biraz da o kıvransın bakalım. Yazdıklarımdan sonra yerimi bulamadıkça kafayı yiyecekti. “Ben burada senin yüzünden beş parasız kaldıysam sana da nefes aldırmam.” Homurtular çıkartarak telefonu çantama koydum. Telefonu kapattığım için arasa da bana ulaşamazdı.


Yorumlar