Roman
  • 01/12/2025

32-ENTEL MAGANDA

Geçmiş

Farah Kalender

Klozetin üzerine eğilip ellerimi içine daldırarak avuç avuç su içmeye başladım. İnsan işediği bir yerden su içemezdi ama benim günlerdir yaptığım tek şey buydu. Susuzluğumu giderebildiğim tek yer bu klozetti. Başlarda bir yudum bile alınca midem bulanır, öğürerek kusardım. Ancak bir süre sonra klozetten su içmeyi bile normalleştirmeye başlamıştım. İçmekten başka çarem olmadığı için buna alışmalıydım.

Sadece su içmek için ayağa kalkmamı bile sorun eden köpek havlayıp duruyordu. Elimin tersiyle dudaklarımı silerken köpekle göz göze geldim. Onun bakışları kızgın benimkisi ise fazla ürkekti. “Bir gün ya sen beni öldüreceksin ya da ben seni ama ikisinden biri mutlaka yaşanacak.” Fısıltıyla konuşup duvara yakın bir şekilde yürüdüm. Zinciri artık hücrenin büyük bir alanına yetişecek kadar uzadığı için onun ulaşamayacağı yerlere kaçıyordum.

Burada duymayı sevdiğim tek şeyi, yani ıslık sesini duyunca hemen demir parmaklıklara yaklaştım. Yere oturup hiç kıpırdamadan bekleyince bir süre sonra köpekte havlamayı bırakmıştı. Kıpırdamadıkça sakinleşirdi. Kafesimin önünde hareketsiz bir şekilde beklerken huzurlu bir melodiyi dinler gibi onun çaldığı ıslığı dinliyordum. Adım seslerinden kimin geldiğini bilmediğim için onu diğerlerinden biri sanıp korkmayayım diye yaklaşmadan önce hep ıslık çalardı.

Çaldığı melodiyi çok seviyordum. Her defasında farklı bir şarkıyı ıslığa uyarlayıp şarkının sözlerini içimde tekrarlamamı sağlardı. Bir süre sonra hücremin önünde belirip tam karşıma oturdu. İkimizin arasında sadece parmaklıklar vardı. Bir şey söylemeden önce yüzümü izledi. Nasıl olduğumu merak ediyordu. “Daha iyi misin?”

Babası daha bu sabah bana işkence etmişti ama diğer günlere göre biraz daha iyiydim. O adam her gün günün farklı saatlerinde beni ziyaret edip canımı yakıyordu. Her dediğini yapsam bile mutlaka bana vuracak bir neden yaratıyordu. “Biraz daha iyiyim.” Elimi parmaklıkların arasından ona uzattım. “Bana yiyecek bir şeyler getirdin mi?” Karnım çok açtı.

Kapının olduğu yönü kontrol ettikten sonra ceketinin fermuarını açtı. Ceketin içine sakladığı küçük poşeti çıkartarak bana uzatırken her an yakalanacağız diye çok korkuyordu. “Kimse görmeden hızlı ye, Farah.”

Poşeti ondan alırken çok aceleciydim. Bunun tek nedeni çok aç olmam değildi, benim yüzümden onun da başının derde girmesini istemiyordum. Poşeti önüme koyup açtığımda içinde gördüklerim bana tebessüm ettirmişti. Bana birkaç kurabiye getirmişti, küçük bir şişe meyve suyu ve… Kâğıt helva. Daha önce kâğıt helva hakkında konuştuklarımızı unutmamış olacak ki bugün benim için bir tane almıştı.

Kâğıt helvayı paketinden çıkartıp ortadan ikiye bölerek yarısını ona uzattım ama almadı. “Senin daha çok ihtiyacın var.” Midem guruldadıkça kahve gözleri karnıma kayıyordu. “Çok aç olmalısın anca doyarsın.”

Bu sefer elimi parmaklıkların arasından uzatıp kâğıt helvayı yüzünün yakınında tuttum. “Sevgi paylaşılınca güzel.” Gözleri önce elimde tuttuğum kâğıt helvada gezindi, daha sonra da bakışlarını kaydırıp bir süre beni izledi. Sevgiyi bir kâğıt helvaya benzetmeme tebessüm edip onu aldı. “Bakalım sevginin tadı gerçekten güzel miymiş?”

Kâğıt helvadan bir ısırık aldığında ilk kez yiyormuş gibi yüzünde tuhaf bir ifade oluşmuştu. Dilinde hissettiği tat ağzının içinde yayıldığında mırıltıyı andıran sesler çıkarmıştı. Bense soluğumu tutmuş bir şekilde onu izliyordum. “Nasıl? Tadı güzel mi?”

Bakışları bir kez daha bana kenetlendiğinde böyle bir cehennemde tanıştığı tek dostuna, yanı bana uzun uzun baktı. Gözlerinde insanın içini ısıtan bir duygu belirmişti. Daha sonra başını yavaşça sallayıp, “Haklıymışsın,” dedi gözlerini daha kırpmadan beni izlerken. “Sevgi tatlı bir şeymiş.”

Gülümseyerek kendi kâğıt helvamı yemeye başladım. Bir yandan yiyor bir yandan da ona merak ettiğim şeyleri soruyordum. “Babanın yanındaki o insanlar kimdi?”

Benim için meyve suyumun kapağını açarken, “İskoç mafyaları,” dedi kısaca. Onlardan bahsederken bile tüm vücudu geriliyordu. “Babamın iş ortakları.”

“Benden ne istiyorlar?”

“Onların sorunu seninle değil, babanla.” Herkesin babamla bir sorunu vardı.

“Peki, o kız kim?” Önüme koyduğu meyve suyundan büyük yudumlar alarak meraklı bakışlarımı ona diktim. “O kızıl saçlı kız kimdi?”

O kızdan hiç hoşlanmıyor olacak ki konusu açılınca bile yüzünü buruşturmuştu. “Adı Harper.” Ondan bahsetmek bile ağzından acı bir tat varmış gibi gerilmesine neden oluyordu. “Babam büyüyünce onunla evleneceğimi söylüyor.”

Karnım çok aç olduğu için kâğıt helvayı hızlıca yiyip poşetteki kurabiyelerden birini aldım. “Harper çok güzel ama kötü.” O kız ben işkence görürken hiç etkilenmemişti hatta bundan keyif almıştı. “Nasıl bir çocuk başka bir çocuğun acısıyla mutlu olur ki?”

“Harper’da bizim gibi bu kirli dünyanın içine doğmuş biri.” Bunları söylerken tedbiri elden bırakmayıp kapıyı sık sık kontrol ediyordu. “Ama bizden farklı olarak babasının işi ve yaptıkları onu hiç rahatsız etmiyor. Belki de bu tür şeyleri aştı.”

Kurabiyeyi aceleyle yediğim için birkaç kırıntı dudaklarımdan dökülürken suratımı astım. “Ben hiç onun gibi olmayacağım.” Boştaki elimi kaldırıp içinde bulunduğumuz tüm bu şeyleri ona gösterdim. “Bunlara hiç alışmayacağım. Ben Harper veya baban gibi biri olmayacağım.” Bu konuda ondan ricacı olarak, “Sende olma,” dedim endişeyle. “Büyüyünce baban gibi biri olma, tamam mı?”

Babasını hatırlayınca vücudundaki tüm kan çekilmiş gibi yüzü sararmıştı. İlerleyen zamanlarda babasına benzeme düşüncesi bile onu rahatsız ettiği için gergin bir şekilde yerinde kıpırdanmıştı. “Büyüyünce bana onu hatırlatan her şeyden kaçacağım.” Kendinden emin bir şekilde kararlı gözlerle beni izliyordu. “Büyüyünce babam gibi bir adama dönüşmeyeceğim.”

Bir anlaşmaya varmak ister gibi parmaklıkların arasından ona elimi uzattım. “Söz mü?”

Elimi tutup sıkarken bir an bile tereddüt etmeden, “Söz,” dedi.

“Eğer bu sözünü tutarsan büyüyünce seninle evleneceğim.” Elimi saran ince parmakları gerilmişti.

Dokuz yaşındaki bir kız çocuğundan acemi bir evlilik teklifi almayı beklemediği için şaşırmıştı. O da henüz bir çocuk olduğu için tıpkı benim gibi evlilik fikri ona da basit ve biraz da oyun gibi geliyordu. Bu yüzden şaşkınlığının yerini küçük bir gülümseme almıştı. “Söz mü?” derken şimdi bakışları daha muzırdı.

İkimizde hücrenin farklı yerlerinde oturup el ele tutuşmuşken parmaklarımı onun parmaklarının arasından geçirdim. “Söz veriyorum eğer büyüyünce baban gibi birine dönüşmezsen seninle evleneceğim.” Ona bu sözü verirken ikimizin de zamanla ne kadar değişeceğini hiç bilmiyordum.

Ben bu sözü onun gelecekteki haline değil, şimdiki çocuk arkadaşıma vermiştim. Tüm hayatını bu söze tutunarak geçireceğini bilmeden… Ben ona verdiğim sözü unutup başkasıyla evlenecektim. O ise sadece benim verdiğim sözü hatırlayacak ama kendi verdiği sözü unutacaktı. Oysaki o da sözünü tutmayacaktı çünkü bana hiç değişmeyeceğine söz vermişti.

Bir gün tekrar karşılaştığımızda tutulmayan sözlerle birbirimize ihanet ettiğimizi anlayacaktık.

***

Günümüz

Bugün İstanbul’un en nezih ve lüks otellerinden birindeydik. Burası bölge liderlerinden Duha Tunus’un oteliydi ve bugün Elay’la evleniyordu. Elay bir mafyanın doktor nişanlısıydı, ikisi bugün nihayet evleniyordu. Duha düğününde hiçbir masraftan kaçınmamıştı, her şey fazla şatafatlı ve gösterişliydi. Oteldeki süslemeler, pahalı içkiler, en leziz atıştırmalıklar hat safhadaydı.

Katılımcılar bu ülkenin en seçkin insanlarıydı, üstelik başka ülkelerden de birçok kişi Duha’nın düğününe katılmıştı. Uluslarası çalıştığı için her ülkede tanıdığı önemli insanlar vardı. Garsonlar durmaksızın koşturuyordu ve korumaların sayısı hat safhaya çıkarılmıştı. Tüm bölge liderleri de dahil ülkenin en tehlikeli insanları bir düğünle ortak bir alanda buluştuğu için Duha gereken tüm tedbirleri almıştı.

Özel bir davetiye sahip olan biz konukları için otelindeki en iyi odaları ayarlamıştı. Eğer yorulursak dinlenmek için odalarımıza çıkabilirdik. Düğünde terlersek veya üzerimize değiştirme ihtiyacı duyarsak diye hepimizin odalarına en iyi tasarımcıların elinden çıkan kıyafetler bıraktırmıştı. Kadın konukları için şık bir elbise, pahalı bir mücevher seti… Erkek konukları içinse iyi bir takım elbise ve en iyi markalara ait kol saatleri.

Duha tüm konuklarını fazlasıyla şımartıyordu. Yarın tüm medyanın bu düğünü konuşacağını iyi biliyordum. Tunus resmen kızıl gelini için hiçbir masraftan kaçınmayıp herkesin görüp görebileceği en iyi düğünlerden birini yapıyordu. Bu düğün birazda imaj tazelemek olduğu için Duha gibi bir bölge lideri bugün buradaki herkese kim olduğunu ve neler yapabileceğini daha iyi gösteriyordu. Bu düğün aynı zamanda bir gövde gösterisiydi.

Ne yazık ki katılımcıların içinde basından birileri de vardı ama neyse ki konukları rahatsız etmeden gereken görüntüleri alıyorlardı. Otelin etrafında basın sürüsü vardı ama hepsini içeri almamışlardı. Birbirinden şık erkekler ve rengarenk kadınların olduğu bu düğüne katılma amacım tamamen zorunluluktandı. Bu kadar kalabalık bir ortama kendi rızamla gelmemin nedeni bir gün onlardan biri olacak olmamdı.

Bir gün babamın koltuğuna oturacaksam korkaklığı bırakıp bu tür davetlerde boy göstererek kendimi cemiyetteki insanlara hatırlatmalıydım. Ne yazık ki peşimi bırakmayan bir anksiyete ve sosyalleşmeme engel olan insanlara duyduğum korku varken böyle bir davette bile kimseyle yakınlık kuramıyordum.

Kulaklığımı takmış, kadehimdeki vişne suyundan küçük yudumlar alarak buradaki insanları izliyordum. Kimse kadehimdeki şeyin kırmızı şarap olduğunu anlamasın diye ekstradan özen gösteriyordum. Kuzenlerimle bir masanın etrafına toplanıp ayakta dururken masada dönen sohbetten çok uzaktım.

Gelin ve damadı izlerken dudaklarımda küçük bir tebessüm belirmişti. Elay Zemheri gördüğüm en güzel gelinlerden biriydi ve müstakbel eşi de çok yakışıklıydı. Duha Tunus buradaki çoğu kadının aklını başından alıyordu. İkisinin yakında bir çocuğu olacaktı çünkü Elay hamileydi.

Kocaman karnı gelinlikte bile belli ediyordu. Başımı çevirip salonun diğer ucuna bakınca gördüklerimle tebessümüm genişledi. Karun’un karısı Bige’de hamileydi ve tıpkı Elay gibi onun da şişkin karnı herkesin dikkatini çekiyordu. “Bunu nasıl başardılar?” Tıpkı benim gibi Esvet’te Bige ve Elay’ı göz hapsine alırken sesli güldü. “İkisinin aynı aralıklarla hamile kalması sizce tesadüf olabilir mi?”

“Bence bu da Karun ve Duha’nın rekabetinden kaynaklanıyor.” Zaza keyifli bir sesle konuşup bize önce Karun’u daha sonra da Duha’yı gösterdi. “Bu ikisinin her konuda birbirleriyle rekabet ettiğini bilmeyen yok. Şirketleri hatta evleri bile karşı karşıya. Tüm hayatları birbiriyle yarışmakla geçiyor.” Zaza gülerek başını iki yana salladı. “Bu iki bölge lideri çocuk gibi kapışıyor, eminim sevgililerini hamile bırakmakta aralarındaki rekabetten kaynaklanmıştır.”

“Duha’yla aralarındaki rekabete rağmen Karun abi çocuk istemiyordu.” Bunu söyleyen bendim. “Onunki biraz kaza kurşunuydu ama kaderin işi işte çocuk konusunda bile biri diğerinden geride kalmıyor.” Kendimi tutamayıp güldüm. “Çocukları doğsun bence bu seferde onları yarıştırırlar.”

Orkestra yeni bir şeyler çalmaya başladığında bu seferki besteyi sevmeye başlamıştım. Çok dinlendirici ve rahatlatıcı bir etkisi vardı. Otelin düğün için ayrılan salonu gerçekten çok büyük ve kalabalıktı. Kristal avizeler ışıldıyor, uzun masaların etrafına toplanan insanlardan neşeli kahkahalar çıkıyordu. Burası zarif süslemeler ve çiçeklerle bezenmiş bir cennet bahçesini andırıyordu.

Bir anda derinden hissedilecek bir sessizlik oluşmuştu. Arada koşuşturan garsonlar durmuş, şen kahkahalar atan insanların gülüşleri kesilmiş ve müzik sesi son bulmuştu. Tüm gözler bir yere kenetlendiğinde daha arkamı dönmeden kısık bir sesle inlemiştim. Gurur gelmişti, değil mi? Gurur’dan başka kimse gelişiyle bir salon dolusu insanı böylesini susturamazdı. O belalı adamın insanlar üzerinden böyle bir etkisi vardı.

Buradaki insanlar Gurur’un geçmişte yaptıklarını hâlâ aşamadıkları için onun olduğu bir yerde genelde tüm sesler kesilir, fısıltılar başlardı. Derin bir nefes alarak arkama döndüğümde yanılmadığımı anladım, Gurur gelmişti. Bu salonda ondan nefret etmeyen tek bir kişi bile yoktu ama Gurur her zamanki gibi yanında hiç koruma olmadan içeri girmişti. Tüm bölge liderlerinin adamlarıyla olduğu bir yere elini kolunu sallayarak gelecek kadar rahat biriydi.

Yanında sadece Ali vardı ve o da Gurur’un iki adım arkasında durarak onu takip ediyordu. Salondaki tüm gözler ona kenetlenmişken Gurur hiçbirini umursamayacak kadar kaygısızdı. Sarı saçları isyankâr ruhunu yansıtırcasına hafif dağınıktı. Sanki buraya gelene kadar birkaç kez sinirlenip parmaklarını saçlarının arasına daldırarak onları dağıtmıştı. Pek sakin bir mizacı yoktu.

Üzerinde her zamanki gibi ütülü bir beyaz gömlek vardı. Gömleğinin yakası açık, kolları ise yukarıya katlanmıştı. Bu yüzden sol bilekliğindeki deri bileklik görünüyordu. O bilekliği banyo yaparken bile çıkartmıyordu. Deri kemeri ince belini sarıyordu, siyah kumaş panolunu ise onun vazgeçilmeziydi. Bir eli rahatça cebindeydi, diğer elinde ise siyah taşlardan oluşan tesbihini tutuyordu.

Gerçek anlamda mahallenin ağır delikanlıları olan o kabadayıları andırıyordu ve kabul etmeliyim ki bu hali çok çekiciydi. Kapıdan girişiyle koca bir salonu sessizliğe boğduğunu görünce dudağının köşesi yavaşça yana büküldü. Herkesin yüreğine korku tohumları ekmekten büyük bir haz alıyordu. Yeşil gözleri hızlıca buradaki herkesi taradığında birini arar gibiydi.

Keşke şu uzun masaların ayakları daha kısa olsaydı o zaman belki masanın altına saklanabilirdim. Gurur’un gözleri hızlıca tüm konukların üzerinde gezinirken bakışları annemi bulunca onu es geçemedi. Buradaki tüm bölge liderlerinin hatta babamın bile gözleri önünde anneme baktı ve ona selam vererek başını hafifçe eğdi. Kalbim teklemişti. Bu hareketiyle anneme saygıdan kusur etmediğini herkese göstermişti.

Kaynana damat çoğunlukla hep kavga ediyorlardı ama hep inkâr etse de annemde damadına çok düşkündü. Salonda onlarca insan varken Gurur bir tek başıyla anneme selam verince annemin gözleri ışıldamıştı. Hoş geldin dercesine Gurur’a gülümsemesine inanamadım. Bu kadın kimin tarafındaydı? Yakında boşanacağım bir adama gülümsememeliydi.

Aradığını hâlâ bulamadığı için Gurur’un bakışları tekrar arayışını sürdürdü. Bizim masa nihayet radarına takılınca erkek kuzenlerime nefretle, kadın kuzenlerime ise hoşnutsuz bir şekilde bakmıştı. Ondan aldığımız o sevkiyattan sonra kuzenlerimi canlı canlı mezara gömmek istediğini biliyordum ama arada ben varım diye bunu yapamıyordu. Kuzenlerimi es geçen bakışları bende durduğunda nefes almayı bırakmıştım.

Aradığı kişiyi sonunda bulmanın rahatlığıyla yeşil irislerindeki gölgeler dağılmaya başlamıştı. Yüzü tam gevşemeye başlamışken dün olanları hatırlayınca çehresi sertleşti, kaşlarını yavaşça çattı. Dün ona abi diyerek başka bir adamı sevdiğimi söylemiştim. Bunu hatırlamak bile sinirden çenesini sıkmasına neden olmuştu. Dün söylediklerim onu bir süre benden uzak tutardı. Kendini zorlayarak gözlerine soğuk bir ifade ekledi ve yüzünü daha hissiz bir hale getirdi. Umurunda değilmişim gibi davrandığını anlamıştım.

Gözleri üzerimdeki elbiseye kaydığında ise tekrar sinirlenmişti. Üzerimde omuzları açık siyah bir elbise vardı ve attığım her adımla derin yırtmacımdan dolayı bir bacağımın tamamı ortaya çıkıyordu. Topuğu altın müzik notalarına benzeyen ayakkabılarım yüzünden yürümekte zorlanıyordum. Bu geceye özel annem beni giydirdiği için işimi çok zorlaştırmıştı. Bu şeylerin içinde şık görünmem hiç rahat olmadığım gerçeğini değiştirmiyordu.

Gurur ağır gözlerle baştan ayağa beni izlerken gözleri açık boynumdan ve omuzlarımdan uzun süre oyalanmıştı. Dudaklarını boynuma bastırıp omuzlarıma doğru gezdirmek en haz aldığı şeylerin başında geliyordu. Bakışları boynumun çukurundan köprücük kemiklerime kaydıkça yeşil gözleri biraz daha koyulaşıyordu. Bu adam boynumdan öpmeyi bir sözleşmeye bile dahil edecek kadar deliydi. Bu konudaki tutkusu hiçbir şeye benzemiyordu.

Bakışları biraz aşağıya kayınca elbisenin derin yırtmacını görünce kaşları hızla çatılmıştı. Şu zamana kadar onun yanında pek açık seçik giyinmediğim için bu konudaki tutumunu yeteri kadar bilmiyordum. Fakat elbisenin yırtmacında görünen bacağıma baktıkça beyninden vurulmuş gibi ifadesi sertleşiyordu. Bu uzaklıkta bakınca bile kendini sakinleştirmek için derin derin nefesler aldığını görebiliyordum.

Son olarak bakışları ayak bileğime kayınca taktığım halhalı gördü. Bugüne özel taktığım gümüş halhalımdaki küçük ziller adım attıkça sesler çıkartıyordu. Aksesuar takmayı pek sevmezdim ama halhallara karşı hep bir ilgim olmuştur. Gurur’la evli olduğum sürede nadiren bir şeyler taktığım için ayak bileğimdeki halhalı görünce şaşırmıştı.

Ali onun koluna dokununca bakışlarını benden çekip yeğenlerinin olduğu tarafa yürüdü. Bekle bir dakika, beni görmezden mi geliyordu? Anlaşılan dün ona abi diyerek birine âşık olduğumu söylememe karşılık kendi tavrını ortaya koyuyordu. Umarım verdiği bu kararın arkasında dururdu ve beni gerçekten silip yoluna bakardı. Artık daha fazla bana sorun çıkartmasını istemiyordum.

***

Gecenin ilerleyen saatlerinde kuzenlerimin yanından hiç ayrılmamıştım. Rahat görünmeye çalışıyordum ama Gurur’un bakışlarını üzerimden hissederken hiç rahat değildim. Onun bulunduğu tarafa bakmaktan kaçınsam da bakışlarının yakıcılığını sırtımda hissediyordum. Bunun dışında Duha’nın düğünü tüm görkemiyle devam ediyordu. İnsanlar keyifle içip bir şeyler atıştırıyor, dans edip eğleniyordu. Sadece biz kuzenler hiçbir şey yapmadan gecenin sonlanmasını bekliyorduk.

Zaza yanaklarının içini havayla doldurduğunda çok sıkılmış görünüyordu. “İçim şişti bizim oraların düğünleri gibi keyifli değil.” Katılıyordum Diyarbakır’daki düğünler gerçekten çok eğlenceli geçerdi.

Esvet giydiği uçuş uçuş gül kurusu rengi elbisenin içinde bir peri kızı gibi görünürken Zaza’ya elini uzattı. “Sıkıldıysan dans edelim.”

Nihat içkisini yudumlarken az kalsın içkiyi püskürterek çıkartacaktı. “Herkesin içinde kız kıza dans edecek kadar delirmediniz, değil mi?”

“Ne var bunda?” Esvet sanki bu çok olağan bir şeymiş gibi gülüp masadaki erkekleri süzdü. “Sizlerle dans etmektense kendi hemcinsimle dans etmeyi yeğlerim.” Zaza’ya dönüp göz ucuyla onu süzdüğünde çapkınca alt dudağını ısırdı. “Üstelik Zahide bu gece hepinizi solluyor.”

Hepimiz Zaza’ya baktığımızda bakışlarımız onu rahatsız ettiği için yerinden kıpırdanmıştı. Kısa kahverengi saçlarını saç spreyiyle arkaya doğru taramıştı. Avizelerin kristal taşlarının ışığı onun saçlarına bir ışıltı katıyordu. Yüzünde hafif bir makyaj vardı ama makyajında en sevdiğim detay ela gözlerine yaptığı gölgelerdi. Siyah rujda ona çok yakışmıştı.

Bir kulağında küpe yoktu ama diğer kulağında kurşun şeklinde bir küpe omzuna doğru sarkıyordu. İnce belini ve göbeğini ortaya çıkartan siyah bir yarım atlet giymişti. Altına siyah şık bir pantolon giymişti ve üstünde siyah ceketi vardı. Zahide maskülen biri olduğu için mecbur kalmadığı sürece elbise veya daha kadınsı kıyafetler giymezdi. Üzerindeki bu şeyler gerçekten ona çok yakışmıştı.

Nihat baştan ayağa onu izlerken kıza sataşarak Esvet’e onu gösterdi. “Aslında Zaza’yla dans etsen kimse sizi yadırgamaz.” Güldüğünde çenesindeki gamzesi ortaya çıkmıştı. “Ne de olsa kimse onun kız olduğunu anlamaz. Ben bile arada unutuyorum.” Ela gözlerinde muzır parıltılar oluştuğunda başını hafifçe yana eğerek göz ucuyla tekrar Zaza’yı süzdü. “Çok yakışıklısın birader.” Bilerek bunu yapmıyorsa bende hiçbir şey bilmiyorum.

Zaza zerre kadar alınganlık yapmadan yerinde hafifçe dikleşti. “Eyvallah kardeşim,” dedikten sonra elini Esvet’in bel boşluğuna koyarak onu dans pistine doğru yönlendirdi. “Gidelim hatun.”

Hepimiz şaşkın gözlerle ikisinin arkasından bakıyorduk. Gerçekten dans etmelerini beklemiyorduk. Aksa’da çok sıkıldığı için gözlerini kırparak Kılıç’a baktığında, Kılıç hafifçe gülümseyerek başını iki yana salladı. “Dans etmekten anlamam, ayağına basıp durursam çenenle uğraşmak istemiyorum.”

Aksa bu seferde ağzını bir karış açıp esnemekten başka hiçbir şey yapmayan İskender’e döndü. “Dans edelim mi kuzen, belki can sıkıntın dağılır.”

“Hiç oluru yok emmim kızı.” İskender ne zaman gideceğimizi anlamak ister gibi bileğindeki saati kontrol etti. “Dans etmek daha çok canımı sıkar.” Başını saatinden kaldırıp yalvaran gözlerini bana dikti. “Reis buradan ne zaman ayrılacağız? Tüm bu şatafatın içinde çok bunaldım.”

“Az daha dayan amcam oğlu.” Ona gülümseyerek koluna dokundum. “Bir saat daha kalır sonra gideriz.” Tek temennim o bir saatin içinde canının çok sıkılmamasıydı yoksa bir polis baskınıyla hepimizin canını sıkardı.

Aksa’da benimle aynı endişeyi taşıdığı için bakışlarını hemen Nihat’a dikti. “Bugün İskender’in nöbeti sendeydi. Gece on ikiden önce sıranı savuşturamazsın.” Ellerini Nihat’ın sırtına bastırıp onu İskender’e doğru itti. “Onu biraz dışarı çıkar temiz hava alsın.”

İskender artık nöbetleşerek ona bakmamamıza alıştığı için eskisi gibi bize sorun çıkartmıyordu. Ceketini elinden tutup Nihat’ın yanından geçerken tek söylediği, “Önce tuvalete uğrayalım,” demek olmuştu.

Ne hatırladıysa Nihat bir küfür savurup hemen onun arkasından koştu. “Tuvalete gitmesek olmaz mı? Geçen sefer benim nöbetimde en son tuvalete girdiğinde polisler bizi basmıştı.” Orada yaşadığı faciaların görüntüleri tekrar kafasında canlanmış gibi yüzü bembeyaz olmuştu. “Oğlum pisuvara işerken canın nasıl sıkıldı, hâlâ anlamış değilim.”

İkisi giderken konuştukları şeyleri duyabiliyorduk. İskender’in yaptığı savunma buradaki herkesi güldürebilirdi. “Şelale gibi akıp duruyordu bir türlü bitmeyince canım sıkılmıştı.”

“İnsan kendi idrarından nasıl sıkılır lan!” Nihat onun omzuna sertçe vurduğunda her an sinirden ona kafa göz dalabilirdi. “Ne yapalım istiyorsun, aletinin ucundaki deliği genişletelim mi? Ne istiyorsun sen bizden?” Hepimiz gülerken ikisi birbirleriyle tartışa tartışa gitmişlerdi.

Kılıç bıyık altından gülerken bana arkamdaki bir yeri gösterdi. “Seninki sana fena bilenmiş görünüyor.” Kimden bahsettiğini iyi bildiğim için arkamı dönüp Gurur’un bulunduğu yöne bakmadım. Kılıç masadan öne doğru eğilerek meraklı bakışlarını bana çıkardı. “Onu bu kadar kızdıracak ne yaptın?”

“Her zamanki hali,” diyerek omuz silktiğimde konuyu kendimden uzaklaştırmak için ona Asaf’ı gösterdim. “O da Aksa’ya bakıp duruyor.” Gecenin başından beri Asaf sık sık Aksa’ya bakıyordu ve bakışları oldukça sinirliydi. Benim Gurur’a yaptığım gibi kocasını görmezden gelen kuzenime döndüm. “Asaf neden kızgın gözlerle sana bakıp duruyor?”

Aksa bir anlığına başını çevirince Asaf’la göz göze gelmişti. Salonun diğer ucunda birkaç arkadaşıyla birlikteydi ancak aklı hep karısında olmalı ki arkadaşlarına pek odaklanamıyordu. İkisi daha yeni şiddetli bir kavgadan çıkmış gibi Aksa daha fazla ona bakmadan önüne döndü. “Bu aşağılık adamdan nefret ettiğim kadar babamdan bile nefret etmiyorum.”

Kılıç Aslan tam bir şey söyleyecekti ki aklına ne geldiyse çenesi kitlenmişti. Keskin bakışları kısa bir an Asaf’ın olduğu yere kaydığında parmaklarının sardığı kadehi sıkmıştı. Sert bakan bakışlarını Aksa’ya çevirdiğinde ise patlamaya hazır bir silah gibiydi. “O piç sana istemediğin bir şey mi yaptı?”

Aksa evet dese Kılıç’ı bu masada tutamayacağımızı biliyordum ancak Aksa ona belli belirsiz gülümseyip, “Hayır,” dedi. “Asaf birçok konuda kötü biri olabilir ama rızam olmadan bana dokunacak biri değil.” Kılıç tuttuğu nefesini sesli bir şekilde verince gülümsedim. Böyle konularda çok korumacı biriydi.

Başımı çevirip dans eden Zaza ve Esvet’e baktım. İkisi kimseyi umursamadan dans edip eğleniyordu. Durgun ve sakin bir müzikte ağır hareketlerle dans ediyorlardı. Esvet kollarını Zaza’nın boynuna dolamıştı, Zaza ise onun belini tutuyordu. Esvet uzanıp dudaklarını onun kulağının yakınına getirerek bir şey söylediğinde bu Zaza’yı güldürmüştü. Aksa ensesini kaşıyarak bize onları gösterdi. “Bu ikisi çıkmaya başlayıp bize hayatımızın şokunu yaşatmaz, değil mi?”

“Zaza yapmaz,” dedim.

Kılıç keyifsiz bir şekilde güldü. “Hırsız kızdan şüpheliyim.” Maalesef Esvet hiçbirimize güven vermiyordu.

Zaza, Esvet’i bir tur çevirip onu yere doğru eğdiğinde salondaki birçok göz onlara kenetlenmişti. Esvet’in sırtını yay gibi büküp onu yere eğdiği esnada birkaç saniye öyle kaldılar. Bunu gören Kılıç’ın yüzü sertleşirken ağız dolusu küfretti. “Ne halt ediyor bunlar?”

Aksa kıkırdadı. “Sakin ol şampiyon, kız kıza eğleniyorlar.”

Onları izlerken yanaklarım ısınmaya başlamıştı. “Şey… Eğlenmekten çok flörtleşiyorlar gibi.” Buradan bakılınca öyle görünüyordu.

Zaza, Esvet’i eğdiği yerden kaldırdığında Esvet gözlerini süzerek tekrar kollarını onun boynuna dolamıştı. Bunu yaparken kısa bir an bizim olduğumuz masaya bakmıştı. Bakışları Kılıç’la birkaç saniye kesişince ona seyirlik bir görüntü sunmak ister gibi iyice Zaza’ya yaklaşmıştı. Kılıç daha fazla dayanamayıp, “Sikeyim!” dedi. “Bir şey yapmaya hazırlanıyor.” Esvet’i tanıyan herkes bunu anlayabilirdi.

Kılıç hemen öne atılıp kısa sürede onların yanında bitti. Esvet her ne planlıyorsa daha harekete geçmeden Kılıç onun kolunu yakaladığı gibi onu peşinden sürükleyip dans pistinden çıkardı. Aksa dibime kadar girip kocaman açtığı gözlerini bana dikti. “Zaza’yı öpmezdi, değil mi?”

“Mezuniyetinde dayım geç kaldığı için herkesin gözleri önünde kadın öğretmenini dudaklarından öpmüştü.” Sinirden gülerek başımı salladım. “Zaza’yı öpseydi hiç şaşırmazdım.”

Aksa kahkaha attı. “Bunu görmeyi isterdim. Zaza’nın surat ifadesini görmek iyi olurdu.” Şahsen ben bunu görmeyi istemezdim çünkü şoka girebilirdi. Esvet’in çılgınlıkları insanı delirtecek türdendi.

Kılıç Aslan onu buraya getirdiğinde Zaza’da arkalarında geliyordu. Kılıç dans pistinden sürükleyerek çıkardığı kızı masamızın yanına bırakıp ters bakışlarını ona dikti. “Ne kadar içtin sen?” Sinirli gözlerle Esvet’i izlerken dişlerini gıcırdatarak sıkmıştı. “Bunu gerçekten yapacak mıydın?”

Zaza kafası karışmış bir halde Esvet ve Kılıç’a bakarken, “Neyi yapacaktı?” diye sordu masumca. Kıyamam, nasıl bir badire atlattığından haberi yoktu.

Esvet gülüşünü durdurmak için kendisiyle cebelleşirken haylaz bakışları Kılıç’ın üzerindeydi. “Neyi yapacakmışım?” Aptalı oynayarak alt dudağını dişledi. “Neden bunu açık açık söylemiyorsun küçük ağa?”

Kılıç yumruğunu sıktığında şakağındaki damarlar ortaya çıkmıştı. Zaza burada olduğu için açık açık bazı şeyleri söyleyemiyordu. Esvet’in oynadığı küçük oyunlar onu haddinden fazla öfkelendiriyordu. Aslında Esvet bilerek Zaza’ya yaklaşmıştı çünkü bunu yapmadan hemen önce Kılıç’a bakmıştı. Kılıç’ın tepkisini ölçmek için kalkıştığı küçük bir oyundu. Sanki Kılıç’ın buna göz yummayıp müdahale edeceğini biliyordu.

Kılıç kontrolü dışında ona doğru bir adım attığında her an elinin tersiyle bir tane Esvet’e geçirecekmiş gibi görünüyordu. “Şimdi beni iyi dinle,” dediğinde her kelime dişlerinin arasından ezilircesine çıkmıştı. “Küçük oyunlarını kendi kuzenlerine sakla, benimkinden uzak duracaksın!”

Esvet bir ayağının üzerinden salınırken laubali bir şekilde sırıttı. “Bana uyar paşam, izle o zaman.” Bir anda arkasını döndüğü gibi beni yakaladı ve dudaklarıma kapanmak için uzandı. Bir dakika, ne?

Bir el tam zamanında yan tarafımdan uzanıp Esvet ile ikimizin dudakları arasına girdi. Kılıç hızlı düşünüp eliyle dudaklarımı kapatınca Esvet beni öpmek isterken onun elini öpmüştü. “Öğğk!” Esvet hemen geri çekilip dudaklarını silmeye başladı. “Ne cüretle bana elini öptürürsün!”

Kılıç elini dudaklarımdan çekerken Esvet’in kireç gibi solan suratını görünce dudaklarının kenarı kıvrıldı. “Engel olmasaydım ne olacağını sanıyorsun?” Başıyla beni gösterdi. “Onu öpseydin Farah üzerine kusardı.”

“Kusmazdı,” dedi Esvet.

Başımı yavaşça salladım. “Kusmazdım ama seni anneme söylerdim,” dediğimde bu hepsini güldürmüştü. Bir dakika bile durmadan hemen anneme koşup Esvet’i ispiyonlayacağımı herkes biliyordu.

Kılıç başını eğip avucundaki ruj izine bakınca yüzünü belli belirsiz buruşturdu. Bu hareketi Esvet’in göreceği şekilde abartıyla yapmıştı. Daha sonra ona doğru yürüyüp elini Esvet’in elbisesine sildi. “Dudaklarınla insanları kirletmeyi bırak.”

“Hah!” Esvet tuhaf bir ses çıkardığında sinirle karışık bir nefes verip ona dudaklarını gösterdi. “Sence benim dudaklarım kirli mi?”

Kılıç elini onun elbisesiyle temizleyip geri çekildiğinde yüzünde küçümseyici bir ifade vardı. Ona beni göstererek iğneleyici bir tutumla gözlerini hafifçe kıstı. “Bir kadını bile öpmeye kalkışacak kadar seçici olmayan dudaklar sence ne kadar temiz olabilir?” Sözleri Esvet’in suratına şamar gibi çarparken Kılıç’ın sesi alaycı bir tınıyla onun kulaklarına ulaştı. “Dudakların mide bulandırıcı.” Bu kadar ağır konuşmak zorunda mıydı?

Esvet bir anlığına irkilmişti. Yüzüne sert bir tokat inmiş gibi kendini sakınarak gözlerini kırpıp açmıştı. Kılıç’ın sözleri bir bıçak kadar keskindi ancak Esvet onun saldırında burnu bile kanamadan çıkmıştı. Hızlıca kendini toparlayıp meydan okurcasına çenesini kaldırdı. Hemen ardından dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi ve Kılıç’ın gözlerinin içine baktı. “Demek dudaklarım mide bulandırıcı?”

Ağır adımlarla Kılıç’a yaklaştığında onunla olan göz kontağını kesmemişti. Kılıç’ın tam karşısında durduğunda sahte gülümsemesi kaybolmuştu. Her kelimeyi adeta tükürerek telaffuz ederken, “Bakalım mide bulandırıcı dudaklarım karşısında kaç saniye kusmadan duracaksın!” dedi ve uzanıp onu öptü. Bu kadarını da yapmazsın be.

Esvet, Kılıç’a düşünme şansı tanımadan ellerini onun omzuna bastırıp onun dudaklarına kapanmıştı. Kılıç istemsizce geriye çekilmek istedi ancak dudaklarını örten dudaklarla ayakları yere çivilenmişti. Esvet’ten böyle bir hamle beklemediği için siyah gözleri hafifçe açılmıştı. Sıktığı elleri iki yanında öylece duruyordu ancak Esvet’in dudakları onun dudaklarının arasına sızınca parmakları gevşemeye başlamıştı.

Kılıç aklının ve mantığının son kırıntısına sarılarak onu itmek istedi. Esvet’i kendinden uzaklaştırmak için belini yakaladı fakat Esvet onun alt dudağını ısırınca Kılıç’ın elleri onu itmek yerine Esvet’in ince belinde öylece kaldı. Esvet’e karşılık vermiyordu ama tuhaf bir şekilde onu itemiyordu da. Kılıç sanki bir anlığına nefes almayı bile unutmuş gibi omuzları gerilmişti. İkisinin arasında cızırdayan statik elektriğin titreşimi hissedilmeyecek gibi değildi.

Esvet buna hakkı varmış gibi onu gönlünce öpüyordu. Bunu yaparken o kadar rahat ve baştan çıkartıcıydı ki, Kılıç neye uğradığını anlayamıyordu. Yaşadığı şokla birlikte siyah gözlerinde farklı bir duygu daha belirmişti. Esvet’in dudakları onun dudaklarının üzerinde gezindikçe Kılıç’ın kuzguni siyahları biraz daha kararıyordu. Bilincinin en derinlerinde ona karşılık vermesi için haykıran bir şeyler varmış gibi daha fazla dayanamadı.

Kılıç tam ona karşılık verecekti ki Esvet bir anda ikisinin dudaklarını birbirinden kopardı. Başını geriye çektiğinde bile hâlâ Kılıç’ın kollarının arasındaydı. Yeşil gözlerinde zaferle parlayan bir kıvılcım yanarken dudaklarını emerek Kılıç’ın gözlerinin içine baktı. “Söylesene bu da mide bulandırıcı mıydı?”

Kılıç’ın nefes alışları hızlandığında dudakları hafif aralıklıydı. Sanki bir şey söylemek istiyordu ama bir türlü Esvet’in dudaklarının etkisinden çıkamadığı için bunu yapamıyordu. Birkaç kez derin derin nefesler alıp hemen onu bırakarak geriye çekildi. Onun öpücüğünden nefret ettiğini göstermek için elinin tersiyle dudaklarını silmeye kalkıştı ama yapamadı.

Eli dudaklarının yakınında durdurduğunda Esvet’in dudaklarının izini silememişti. Bunu yapmasını engelleyen bir şeyler varmış gibi havadaki elini yumruk yaparak yanına indirdi. Kaşlarını çatmak için kendini zorladığında sinirli görünmek için ekstradan çaba gösteriyordu. “Bunu bir daha yaparsan canını yakarım.”

Esvet onun tehdidini zerre kadar ciddiye almadan bir anlığına Kılıç’a şeytani gözlerle baktı. Hemen sonra, “Öğğk,” diye bir ses çıkartıp hızla eğildi ve Kılıç’ın ayaklarının önüne kustu. Kılıç buz kestiğinde biz kızlar şoka girmiştik. Gerçekten kusmuştu.

Bugün pek bir şey yemediği için kustuğu tek şey içtiği içkilerdi. Öğürerek çıkardığı içkiler Kılıç’ın ayakkabısına sıçrarken Esvet yavaşça doğruldu. Az önce kustuğu için yüzü sararırken elinin tersiyle dudaklarını sildi. Daha sonra Kılıç’ın ona yaptığı gibi o da elini Kılıç’ın ceketine silerek başını kaldırdı.

“Kusan kişi ben olduğuma göre…” Yeşil irislerini onun sinirli onun gözlerine dikerek soğukça güldü. “Mide bulandırıcı olan benim değil, senin dudakların.” Bunları söyledikten sonra Kılıç’ın omzuna çarparak gitmişti.

O uzaklaştıkça Kılıç’ın gözleri onu takip ediyordu. Siyah gözlerinde kontrol edemediği bir öfke, az önce yaşananların şaşkınlığı ve gizleyemediği bir hayranlık vardı. Kendine gelmek için başını iki yana sallayıp homurdanarak önüne döndü. “Arsız hırsız.”

Esvet gittikten sonra Zaza, Aksa ve benim meraklı bakışlarımız Kılıç’a çivilenmişti. “Seni öpmesi nasıl hissettirdi?” Zaza açıkça gülerek onun dibine kadar girdi. “O hırsızın öpücüğünden hoşlandın mı?”

“Zahide hiç sırası değil git başımdan.” Kılıç buradan geçen garsondan bir kadeh içki aldı ve kafasına dikip hepsini içti. Boş kadehi sertçe masaya bırakırken sinirden çenesini sıkıyordu. “Nasıl kusabilir?” diye kısık bir sesle burnundan soludu. “Gerçekten midesini mi bulandırdım?” Anlaşılan Esvet onun egosuna sağlam bir darbe vurmayı başarmıştı.

Esvet’in midesinde ciddi bir sıkıntı olduğunu ona söylemedim. Altı yıl önce mide kanserine yakalandığı için çok tehlikeli bir ameliyat geçirmişti. Şükürler olsun ki ameliyatın üstesinden gelmiş ve uzun savaşlar vererek kanseri yenmişti. Ancak midesi hâlâ çok hassas olduğu için yediği içtiği şeylere çok dikkat etmeliydi. Bugün içtiği içkiler başından beri onu çok rahatsız etmiş olmalıydı.

Eminim şu saate kadar kusmamak için kendini zor tutmuştu. Kılıç’la olan şeylerden sonra daha fazla kendini tutmak yerine küçük bir zorlamayla midesindeki şeyleri çıkartmıştı. Az önce olanlar Esvet’in şovu olduğu için kusmasının asıl sebebini Kılıç’a söylemedim.

Bir süre sonra Nihat ve İskender masaya geri dönmüştü ve daha sonra Esvet yeniden yanımıza gelmişti. Düğün tüm hızıyla devam ederken Aksa bir anda yumruğunu masaya geçirip, “Yeter ya bu nedir gıy gıy içim şişti!” diye bağırınca hepimiz utanç içinde birbirimize baktık. Ne yapıyordu bu?

Aksa öne çıkarak herkesin onu görebileceği bir yerde durdu ve bakışlarını damada, yani Duha’ya çıkardı. “Anladık siz zengin veletlerin düğünü çok elit,” dediğinde karşısında bir bölge lideri yokmuş gibi rahattı. “Oğlum çalsanıza bizim oralardan da bir şeyler.” Oğlum mu? Ne yapıyor Allah aşkına bu kız!

Utançtan babamın rengi atarken bulunduğu yerden çatık kaşlarla, “Aksa!” diye onu uyardı ama Duha sorun olmadığını gösterircesine hafifçe güldü. Daha sonra orkestraya dönüp, “Doğu yöresine ait bir şeyler çalın,” diyerek herkesi şaşırttı.

Böylesine lüks ve nezih bir yerde bir anda çalan şarkıyla buradaki insanların birbirine attığı bakışları çok komikti. Bizim atom karıncamız yani Aksa saçlarını savurarak orta alana yürüdü. Hemen ardından İskender ceketini çıkartıp masaya bırakarak Aksa’yı takip etti. Bunu yaparken yüzünde rahatlamayla karışık eğlenen bir ifade vardı. “Nihayet şu sıkıcı düğün bir anlam kazandı.” Halay bizlerin ince çizgisiydi.

Kılıç’ın dudağının köşesi kıvrıldığında kısa bir an Esvet’e bakmıştı. “Burada durmaya devam edecek misin?”

Esvet hemen çantasını masaya bırakıp onun koluna girdi. “Oraya çıkınca adımları bana göstermelisin.” Kılıç kısa bir an kolundaki ele, daha sonra da ona gülümseyen kadına bakmıştı. Siyah gözlerinde garip bir parıltı oluştuğunda Esvet’e pisti gösterdi. “Yürü.” İkisi kol kola masadan ayrılınca ağzım bir karış açılmıştı. Bu ikisi bazen fazla yakındı bazense fazla uzak.

Arka fonda bangır bangır çalan Kürtçe şarkıyı duyunca Zaza kahkaha attı. “İşte bu be!” Piste doğru yürürken Nihat’ın eline yapışarak onu peşinden çekmişti. “Yürü bakalım birader, bugün Kürt kızların nasıl halay çektiğini göreceksin.”

Bizimkiler kızlı erkekli karışık durup gözlerini bana dikince başımı iki yana salladım. Oraya asla çıkmazdım. İnsan içinde bulunmaktan bile hazzetmezken herkesin beni göreceği bir yere çıkamazdım. Kuzenlerim bana bakınca bile aşırı stresten kalp krizi geçirebilirdim. Anksiyetem beni kuşattığında kalp atışlarım rotasından çıkarak hızlanmıştı. Vücudum ısınmaya başladığında daha şimdiden soğuk terler dökmeye başlamıştım.

Halaya katılmak şöyle dursun sık sık kapıya kaçamak bakışlar atıyordum. Bir an önce buradan kaçıp gitmeliydim. Hemen sonra elimin üzerinde bir el hissettim. Korkudan irkilerek başımı çevirdiğimde Karun’un karısı Bige’nin masama gelip elimi tuttuğunu gördüm. Herkesin dilinden düşürmediği Saka yanıma gelmiş, tüm korkularımı benden almak istercesine elimi tutarak bana gülümsüyordu.

Kahve gözleri güven vermek istercesine ışıldarken hamile olmasına rağmen, “Çok sıkıldım bu halaya katılmak istiyorum eltim,” dedi neşeli bir sesle. Kaçmayayım diye elimi sıkıca tutarken beni peşinden çekerek piste çıkardı. Bu da yetmezmiş gibi beni halayın en başına koyup elime girmişti. Bu belalı kadın burada kalp krizi geçirmek üzere olduğumu görmüyor muydu?

Bige bir bölge liderinin karısı olmasına rağmen herkesin gözleri önünde korkak eltisinin elini sıkıca tutup bana kocaman gülümsedi. “Adımları pek bilmiyorum bana öğretmelisin.”

Bunu yapmayı zerre kadar istemiyordum ama Bige’nin heyecanını kırmakta istemiyordum. Derin bir nefes alıp boynundaki fuları çekip aldım. “Benim adımlarımı takip edersen şaşırmazsın,” diye mırıldandım. Ne yazık ki çok korksam da herkesin gözleri üzerimizdeyken Bige’nin elini bırakıp gidemezdim. Kalender gelinleri ilk kez göz önünde bir yerde el ele tutuşmuşken Bige’nin elinden çıkamazdım.

Arka planda çalan hareketli şarkıya eşlik ederek halaya öncülük yapmaya başlamıştım. Doğu bölgesine ait tüm halaylara aşina olduğum için adımları hiç karıştırmıyordum. Bige başlarda hep yanlış adımlar atmıştı ama bir kez bile tökezlemesine izin vermeden onu en iyi şekilde yönlendirdim. Saka ezberi çok kuvvetli bir kadın olduğu için beni çok uğraştırmadan kısa sürede adımları kavramıştı.

Şimdi halaydaki herkesin adımları sistematik bir şekildeydi. Başlarda çok gerildiğimi inkâr edemem ama pistin dışındaki herkesi gözlerime yasaklayıp kendimi müziğin ritmine bırakınca gerginliğim azalmaya başlamıştı. Duha’nın karısı Elay’ın kocaman karnıyla kalabalıktan sıyrılıp piste çıkarak Bige’nin diğer eline girdiğini gördüm.

Hemen ardından bölge liderlerinden Duha ve Asaf herkesi afallatarak ceketlerini çıkartıp halaya katılmıştı. İşte bunu beklemiyordum. Duha, Elay ve Bige’nin tam ortasında durup onların eline girmişti. Asaf ise kıskanç bir ifadeyle yürüyüp İskender ve Aksa’nın birleşen ellerini birbirinden kopartıp karısının eline girmişti. Bunu yaptığında Aksa’nın surat ifadesi görülmeye değerdi. Gözlerini kırpıştırarak kocasına bakarken bir an adımları bile karıştırmıştı.

Karun viskisini yudumlayarak Gurur’un yanında bir köşede dikilirken Bige ve Duha’nın birleşen ellerine bakıp çenesini sıktı. Hemen sonra kadehi kafasına dikip tüm içkiyi tek bir dikişte içip boş kadehi yere atarak kırdı. Hızlı adımlarla bu tarafa yürüyüp piste çıkarak en büyük rakibi ve karısının birleşen ellerini sertçe kopardı. Bige’nin elini tutarak halaya katıldığında Bige’nin ağzı bir karış açılmıştı. Karun gibi ağır abi bile sırf kıskançlıktan halaya katılmıştı.

Halaya öncülük yaparken kısa bir an Gurur’a gözlerim kaymıştı. Herkesin kocası piste çıkıp sevdiği kadınların elini tutmuşken Gurur’un da benim elime girmesini isterdim. Keşke bunu yapsa ve yanıma gelip elimi tutsa… Ne güzel olurdu. En azından o da buradaki insanlara beni önemsediği gösterirdi. Ancak bunu yapmıyordu ve yapmayacaktı. Oradaydı, parmaklarının arasında rakı bardağını tutarak beni izliyordu, belki de bir tek beni izliyordu.

Ne düşündüğünü anlamayacağım bir yüz ifadesine sahipti. Hâlâ dünkü sözlerimin öfkesini taşıdığı için donuk bakışları cesaretimi kırıyordu. Ona baktıkça bir yerlere saklanma ihtiyacı hissettiğim için bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm. Kendimi dışarıdaki herkesten soyutlayıp şarkının ritmine bırakınca eğlenmeye başlamıştım.

Cemiyetin seçkin insanları başlarda Kürtçe bir şarkıyla halay çekmemize burun kıvırmışlardı ama ne kadar eğlendiğimizi görünce bir süre sonra bakışları değişmişti. Buradaki herkesin gözleri piste kenetlenmişken içlerinden bazıları farkında bile olmadan yerlerinde salınıp ayaklarıyla ritim tutuyorlardı. Birbirlerinden çekinmeseler hepsinin piste akın edeceğini biliyordum.

Yorulup ter içinde kalana kadar halay çekmiştik. Belki de düğünde en keyif aldığım dakikalar bunlardı. Daha sonra takı merasimi başlamıştı. Duha ve Elay’a takılan şeyler bir servet değerindeydi. Bir bölge liderinin düğününde herkes fazla cömertti. Duha kendisine bir şeylerin takılmasına izin vermediği için Elay para ve altınların içinde görünmüyordu.

Üzerinde o kadar çok altın vardı ki boynu ve bilekleri dirseklerine kadar dolmuştu. Elay altınların ağırlığından yardım almadan yürüyememişti. Gecenin devamında kuzenlerimin her biri bir yere dağıldığı için bende yine gizlice boş bir kadehi vişne suyuyla doldurmuştum. Elimdeki kadehimle kalabalığın arasından süzülerek geçerken kendime herkesten uzak daha tenha bir yer bulmaya çalışıyordum.

Bir kadını geçip iki adım atmıştım ki az kalsın birine çarpacaktım. Başımı kaldırınca gördüğüm kişiyle afallayarak gözlerimi büyüttüm. “Sonat Bey?” Onun burada ne işi vardı?

Tıpkı benim gibi elinde bir kadeh tutarken takım elbisesinin içinde tüm şıklığıyla tam karşımdaydı. Benim aksime o beni gördüğüne şaşırmamıştı sanki başından beri burada olduğumu biliyordu. Kahve gözleri ışıltısını kazanırken boyum ondan kısa olduğu için başını hafifçe eğdi. “Sence de son zamanlarda çok sık karşılaşmıyor muyuz?”

İki adım gerileyip aceleyle bir şeyler geveledim. “Sizi takip ettiğimi düşünmeyin lütfen. Babam bölge liderlerinden biri ve bu düğüne davetleyiz.” Son zamanlarda çok sık karşılaştığımız için onun peşinde olduğumu düşünmesini istemiyordum.

Tam bir şey söyleyecekti ki yanımdan geçen bir kadın omzuma çarpınca beni bu kalabalıktan çıkardı. Salonun daha ıssız bir yerine beni çekip karşımda durduğunda o da küçük bir açıklama yaptı. “Bende bu düğüne davetliyim ama seninle burada karşılaşmayı beklemiyordum.” Bunları söylerken adlandıramadığım gözlerle baştan ayağa beni izliyordu. “Harika görünüyorsun.”

Bir erkekten iltifat duymaya alışkın olmadığım için derimin altı ısınmaya başlamıştı. Gözlerimi kaçırıp yerimde rahatsızca kıpırdandım. “Şey… Teşekkür ederim. Sanırım bu elbiseyle bir dilenciye benzemiyorumdur.”

Daha önce bana söylediği sözlere atıfta bulunduğumda dudaklarında bir gülümseme belirmişti. “Anlaşılan seni gücendirmişim.” Uzanıp kulaklarımdaki kulaklığın kablosunu çekerek çıkardı. Telefonumu elimde tuttuğum için onun bu hareketiyle kulaklıklarım yere doğru sarkmıştı.

Benim için kulaklığımı toplayıp telefonu tuttuğum elimin içine sıkıştırdı. “Bir bölge liderinin kızıysan bu tür ortamlarda kendini insanlardan kısıtlamamalısın.”

“Ama onlar çok ürkütücü.”

Bana olan bakışları yumuşarken parmağıyla kendisini gösterdi. “Beni de ürkütücü buluyor musun?”

Önce susmak istedim ama meraklı bakışları benden bir cevap talep ederken yavaşça başımı salladım. “Bazen.” Bu konuda ona yalan söylemek yerine ona karşı dürüst oldum. “Çok gizemli biri olduğunuz için sizin hakkınızda hiçbir şey bilmiyorum. Bilinmezlikler insanı tedirgin edip ürkütür.”

“Hımm,” diye mırıldandığında omuzları fark edilmez bir şekilde dikleşmişti. “Benim hakkımda bilmek istediğin şey nedir?”

“Kim olduğun?” dedim. Bu sefer onunla resmi bir şekilde konuşmamıştım. “Neden evinde o kadar çok koruma vardı ve karanlık adamlardan biri olan Duha Tunus’un düğününde ne işin var?”

Ona siz demeyi bıraktığımı görünce yakışıklı yüzünde memnuniyet dolu bir ifade oluşmuştu. Gözleri bana her baktığında ilk günkü o aydınlığa kavuştuğunda bakışları yüzüme kilitlenmişti. “Bende tıpkı senin gibi bu dünyanın içine doğmuş biriyim. Babam yeraltının karanlık adamlarından biri olduğu için etrafımda birçok koruma var.” Şaşırtıcı bir şekilde sorularıma cevap verirken bana damadı gösterdi. “Bu cemiyetin güçlü isimlerinden biriyiz bu yüzden onun düğününe davetliyim.”

“Nasıl olur?” diye mırıldanırken kafama yatmayan bir şeyler vardı. “Cemiyetteki herkesi tanırım ama seni daha önce hiç görmedim.”

“Pek göz önünde olan bir aile değiliz.”

“Hangi hanedensin?” diye sordum. Soyadını bilirsem eminim kimlerden olduğunu hemen çıkartırdım.

Bakışlarını gözlerime kenetleyip derin bir manayla, “Sungurlar,” deyince bir an elimdeki kadeh düşecek gibi olmuştu. Tüm tüylerim diken diken olurken savunma içgüdüsüyle gerilemiştim. “Sen…” Kanım donmuş bir şekilde çatık kaşlarla ona bakıyordum. “Beşir Sungur’un nesi oluyorsun?”

Geriye attığım adımları ağır bakışlarla izledi. Gerilen vücudumu, sararan yüzümü ve çatılan kaşlarımı bir süre sessizlik içinde izlemişti. Rahatsızlığımı çok net görürken isteksiz bir şekilde dudaklarını araladı. “Oğluyum.” Omurgama buz gibi bir his yayılmıştı. Oğlu mu?

Bir saniye bile beklemeden ondan uzaklaşmak için bir adım attım ama hemen yolumu keserek beni durdurdu. “Çekil!” derken farkında olmadan ona sesimi yükseltmiştim. “O herifin oğluyla konuşacak bir şeyim olamaz.”

Sungurlar babamın en eski düşmanlarından biriydi. Son yıllarda pek ortalarda olmadıkları için herkes tarafından unutulan bir isim olmuşlardı ama hâlâ varlardı ve tamamen ortadan kaybolmamışlardı. Babamla çatıştıkları dönemlerde henüz çocuk olduğum için aralarındaki düşmanlığın iç yüzünü bilmiyordum. Ancak Beşir denen o adamın babamdan nefret ettiğini ve onun soyunu kurutmaya yemin ettiğini duymuştum.

Kaçırıldığım dönem babamın ilk şüphelendiği kişilerin içinde Beşir Sungur’da vardı. Bana onun fotoğrafını gösterip beni kaçıran adamın o olup olmadığını sormuştu ama o değildi. Beni kaçıran kişinin yüzü ve vücudunun tüm derisi tamamen yanmıştı. Babamın bana gösterdiği fotoğraftaki adamın yüzünün derisi yanmış değildi ve saçları duruyordu. Bir tek gözleri benziyordu ama siyah gözlere sahip birçok insan vardı, benim bile gözlerim siyahtı.

Beni kaçıran kişi Beşir olmayabilirdi ama babamın aklına ilk o geldiğine göre gerçekten baş düşmanlarımızdan biriydi. Yıllardır o adamın adını duymadığım için ondan tamamen kurtulduğumuzu sanmıştım ama yıllar sonra onun oğluyla karşılaştıysam demek ki o adam hâlâ yaşıyordu. Sonat ona olan ters bakışlarımı görünce beni kınarcasına kaşlarını yukarı kaldırdı. “Ne bu bakışların? Yoksa sende ebeveynlerin eylemlerini çocuklarına kesen o insanlardan mısın?”

“Senin baban hakkında hiç iyi şeyler duymadım.”

“Bende öyle.” Kaşlarını belli belirsiz çattığında ona olan bu düşmanca tutumum karşısında sinirlenmişti. “Babam hakkında ne duyduysan benzer şeyleri babam da senin baban için söylüyor.” Alelade bir sitemle beni gösterdi. “Babam Tozlulardan nefret ediyor diye hepsi kötü mü?” Şimdi bana kendini gösterdi. “Babanın söylediklerinden yola çıkarak tüm Sungurların kötü olduğunu düşünebilir misin?”

Çok doğru bir noktaya değindiği için sessizliğimi koruduğumda bir an omuzları düşer gibi olmuştu. Beni ürkütmekten kaçınırken ellerini nereye koyacağını bilmez bir halde parmaklarının sardığı kadehi sıktı. “Eğer bende ailemdeki diğer Sungurlar gibi olsaydım o zaman seni gördüğüm ilk an işini bitirirdim. O deniz kenarında karşılaştığımızda kim olduğunu biliyordum.”

Gözlerimi büyüttüğümde bu itirafı yaparken ki rahatsızlığı yüzünden okunuyordu. “Çok göz önünde bir ailesiniz, sandığının aksine Tozluların kızını tanımayan çok az kişi var.” İçkisinden küçük bir yudum alıp hafifçe öksürerek boğazını temizledi. “O gün seni tanımıştım ama bunu sana söyleyerek seni korkutmak istemedim.”

Gerginliğim hat safhaya ulaştığında kısa bir an başımı çevirip büyük salondaki insanlara baktım. Kendi halinde eğlenen bu insan topluluğu çoğunlukla beni hep rahatsız ederdi ama bu gece burada Sonat’la yalnız olmama engel oldukları onların varlığı beni rahatlatıyordu. Sonat’a döndüğümde aklımdaki korkunç ihtimalle yüzüm kireç gibi solmuştu. “Deniz kenarında ve diğer günlerde karşılaşmamız planlı mıydı?”

Bir saniye bile beklemeden veya fazladan düşünmeden, “Hepsi tesadüftü,” dedi hızlıca. Bunu söylerken fazla rahat ve kendinden emin göründüğü için sözlerinin doğruluğundan şüphe edemiyordum. Bana doğru küçük bir adım atıp aramızdaki mesafeyi bir adıma düşürdü.

Başını hafifçe eğdiğinde dürüstlüğünü kanıtlamak istercesine göz kontağını kesmiyordu. “Sık sık kaçıp kafamı dinlediğim bir yerde Tozluların kızını görmeyi beklemiyordum. O ana kadar babamın anlattıklarından dolayı sana karşı bile önyargılıydım.”

Bir türlü göz temasını kesmiyordu ama beni rahatsız etmemek için çok uzunda bakmıyordu. “Ama seni o deniz kenarındaki eski bankta yalnız ve uzaklara dalmış bir halde görünce içimde sana karşı garip bir merak oluşmuştu. Babamın anlattığı gibi sende baban gibi biri miydin, merak etmiştim.” Bakışlarını kısa bir an benden çekip kadehini yanında durduğumuz masanın üzerine bıraktı. “Bu yüzden kim olduğumu ve seni tanıdığımı gizlemek zorunda kaldım.”

Bu açıdan bakıldığında gerçek kimliğini benden gizlediği için ona kızamazdım. O an bana kim olduğunu söyleseydi büyük ihtimalle hemen oradan kaçardım. Bu olduğunda beni tanıma şansını kaybederdi. Bir yargıda bulunmadan önce düşmanının kızını yakından tanımak istediği için ona kızamıyordum. Onun yerinde ben olsaydım belki bende aynı şeyleri yapardım.

“Peki, o küçük karşılaşmalarımızda beni tanıyabildin mi?” diye sordum.

Bana karşı duyduğu merakı hâlâ gözlerindeki yerini korurken hafifçe gülümsedi. İçten bir şekilde güldüğünde gülüşü tüm yüzüne yayılıyor, onu izlemek nefes almak gibi doğal geliyordu insana. “Benim için hâlâ bir gizemsin, Farah Tozlu,” dedi tam bir dürüstlükle. “Ama kötü biri olmadığını da biliyorum.”

İçinde vişne suyunun olduğu kadehi ve telefonumu masaya bırakıp kollarımı göğsümde birleştirdim. “Peki, ben senin baban gibi biri olmadığından nasıl emin olacağım?”

“Bence babam gibi biri olmadığımı içten içe çok iyi biliyorsun.” Kendini bana açıklarken ses tonu normalden daha yumuşak çıkıyordu, bakışları ise onun yanında güvende olduğumu bana aşılamak istercesine dost canlısıydı. “Eğer babam gibi olsaydım korumasız bir kızı deniz kenarında gördüğümde işini bitirirdim.”

Bir kaşını yukarı kaldırdığında bana bir şeyi hatırlatarak, “Ya da evimde…” dedi. “Daha iki gün önce evimdeydin. Orada olduğunu kimse bilmiyordu ve tüm gece bilincin kapalıydı.” Keyiften uzak bir şekilde güldüğünde bu seferki gülüşü soğuk ve sahteydi. “Senden faydalanmak veya sana zarar vermek için şansım vardı ama bunu yapmadım. Evimde tırnağın bile kırılmadan çıktıysan beni babam gibi biri olmakla suçlayamazsın.” Haklıydı.

Ebeveynlerimizin suçunu biz çocuklara yüklemememiz gerektiğini anladığımda ona karşı olan saldırgan tutumum kaybolmuştu. Armut her zaman dibine düşmezdi. Ben nasıl ki bu dünyanın bir parçası olmama rağmen babamın izinden gidip elimi kana bulamıyorsam, belki Sonat’ta benim gibi biriydi. Herkes içine doğduğu dünyaya uyum sağlayamazdı. Bazıları o dünyadan o kadar nefret ederdi ki, bunun bir parçası olmamak için hiç durmadan kaçardı.

“Üzgünüm.” Bana yaptığı tüm yardımlardan sonra az önceki tepkim yüzünden ona bir özür borçluydum. “Seni yargılamak istememiştim sadece çoğu zaman kimin dost kimin düşman olduğunu anlayamıyorum.” Elim istemsizce artık bir yüzüğün olmadığı parmağıma uzandığında içim burkulmuştu. “En yakınımızdakilerin bile ihanetine uğrarken artık kime güveneceğimi bilmiyorum.”

Kahve gözleri boş parmağıma kısa bir an kayınca bakışlarında tuhaf bir parıltı geçmişti. Daha sonra omzumdan arkaya bakıp gözlerini bir noktaya dikti. Kime baktığını anlamak için arkama dönmeme gerek yoktu çünkü Gurur’a baktığını biliyordum. Gurur salonun diğer ucunda arkamda bir yerlerdeydi ama bizi izliyor olmalı ki bakışları ok gibi sırtıma saplanıyordu.

Ona bakmadığım her an beni izlediğini biliyordum. Buna rağmen dönüp bir kez olsun ona bakmıyordum. Delici bakışlarını sırtımda hissetsem de inatla onu görmezden geliyordum. Sonat gözlerindeki tuhaf bir zafer parıltısıyla omzumdan arkasına bakarken, “Söylentiler doğru mu?” diye sordu. “Onunla gerçekten boşanıyor musun?”

“Evet.” Kadehimi alarak vişne suyundan birkaç yudum içip kuruyan boğazımı ıslattım. “Bazı şeyler olmuyorsa zorlamanın bir anlamı yok.”

Sonat arkama bakmayı bırakıp meraklı bakışlarını yüzüme kenetlediğinde başını yavaşça omzuna yatırmıştı. “Artık ona aşık değil misin?”

Sorduğu soruya soruyla karşılık verdim. “Aşk nedir biliyor musun?”

Hafifçe öne eğildiğinde gözlerimin ötesinde bir kurtuluş, bir ufuk çizgisi varmış gibi kahve irisleri bir kez daha gözlerime kilitlenmişti. “Sen aşk nedir bilir misin?”

Gözlerimden ruhumu görmek ister gibi baktığı için bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım. Bunu yapmaktaki maksadım onun göz hapsinden kurtulmaktı. Soluduğum havada bile Gurur olduğu için iç çekerek başımı salladım. “Aşk insanın tüm sistemine sızan çok güçlü bir duygu. Bazen deli bir fırtına gibi hayatının tam ortasına düşer ve her şeyi altüst eder. Bazen de ılık bir yaz mevsimi gibi seni sarar, içini sıcacık eder.” Gurur’un bana yaşattıkları ve hissettirdikleri tam olarak bunlardı.

Gurur’la geçirdiğim iyi anıları hatırlayınca dudaklarımda küçük bir tebessüm belirmişti. Gözlerim çok uzaklara dalarken onunla olan anılarımın içinde kaybolmuştum. “Âşık olan biri dünyayı farklı gözlerle görür. Tüm cansız renkler daha ışıltılıdır, güneş daha parlak, doğa daha yeşil, sesler daha belirgin ve hisler daha yoğundur. Âşık olduğun kişinin yanında daha kırılgan ve daha çocuksu birine dönüşürsün çünkü onun ilgisini ve şefkatini seversin.” Gurur’un yanında böyle bir kadına dönüşüyordum.

“Bir anda her şeyin o olur sanki artık dünyanın merkezindedir. Kimse yok orada sadece o vardır.” Dudaklarımdaki tebessüm buruklaştığında şimdi hatırladığım kötü anılar ve gerçeklerdi. “Aşk bir insanın hem kudreti hem de zayıflığıdır. Bir bakışıyla seni bulutların üzerine çıkartan biri, tek bir sözüyle yere çakılmana neden olabilir.” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Bilmem belki de aşkı bu kadar güçlü yapan budur… Sana ne olacağını düşünmeden kendini onun kollarına bırakmak.”

Gurur’la yaşadığım şeyleri unutmaya çalışarak Sonat’a dönüp burukça gülümsedim. “Kısacası aşk durmaksızın koşmak gibidir. Tüm gücünle koşarsın, kalbin duracakmış gibi çarpar, soluğun kesilir ve durmak istersin. Durursan onu kaybedeceğini hissedersin ve tükenene kadar koşarsın.” Gözlerim dolduğunda dudaklarım titremişti. “Ya da o seni tüketene kadar.”

“Durdun mu?”

Yorgun bir ifadeyle usulca başımı salladım. “Tükendim.” Tek bir kelime birçok şeyi açıklıyordu.

Gurur bende onun için savaşma isteğimi almıştı. Hiç sanmıyordum ama artık o koşsa bile ben ona tek bir adım dahi atmazdım. Ne benim hakkımda düşündükleri umurumdaydı ne de yaptıkları. O yüzüğü parmağımdan çıkardığım gün Gurur Kalender sayfası benim için kapanmıştı. Ailemi bitirmek isteyen birine durması için birden fazla şans vermiştim. Beni kaybetme pahasına hiç durmamıştı ve artık kaybetti de.

Sonat hiçbir şeye benzemeyen bir ifadeyle beni izlerken ne düşündüğünü bilmeyi isterdim. “Eğer duyduklarım doğruysa onun âşık olduğu kadın sen değilsin, eski nişanlısı.” Yine ve yine Leyla… Bu kadının hayaleti hiç peşimi bırakmıyordu. Leyla’nın konusunu açarak bana nasıl hissettirdiğinden habersiz, “Herkes Gurur’un onu sevdiğini bilir belki de kara sevda,” dedi.

“Sevda güzeldir, Sonat ama karası kötü.” Ne demek istediğimi anlamadığı için gözlerinde merak belirince hafifçe tebessüm ettim. “İnsanlar kara sevdanın güzellemesini yaparken gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Âşık olmak anlamına geldiğini sanıyorlar ama aslında öyle değil. Kara sevda kişinin mantıksız bir tutkuyla birine duyduğu güçlü ve aşırıya kaçan hisleridir. Bu aslında duygudurum bozukluğudur.”

“Bunu şimdi uydurdun.”

“Hayır, bunlar gerçek. Kara sevda imkânsız bir aşkı veya büyük bir sevdayı temsil etmiyor. Sevda aşk anlamına gelir ama başına kara kelimesini getirirsen bu saplantı derecesinde tehlikeli bir aşk anlamını alır.” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Sana yalan söylemiyorum aşkında iyisi ve kötüsü vardır.”

Sessizlik içinde beni dinlerken bana olan bakışları iğneleyiciydi. “Aşk hakkında çok şey biliyormuşsun gibi konuşuyorsun.”

“Az önce söylediklerimi bilmek için âşık olmaya gerek yok ki.” Yüzüme gelen bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. “Tüm bunlar insan psikolojisiyle ilgili ve ben bir psikoloğum.”

“Peki, bayan psikolog,” diye bana sataştı. “İçine düştüğün bu aşk üçgeninden nasıl çıkmayı düşünüyorsun?”

Elimi kaldırıp ona artık bir yüzüğün olmadığı parmağımı gösterdim. “Artık o yıpratıcı aşk üçgeninin bir parçası değilim. Başka bir kadının Mecnun’u olan bir adam Leyla’sıyla mutlu olabilir.” İkisinin arasından çekilmiştim. Gurur bir kadının hayaletiyle olmak istiyorsa keyfi bilirdi.

Sonat tam bir şey söyleyecekti ki bir garson elindeki tepsiyle yanımıza gelmişti. Tepsinin içinde sadece tek bir kadeh içki vardı. Elimde bir kadeh olduğunu görmesine rağmen Sonat’a hiç teklif etmeden, “Bir şey içer misiniz?” diye yanıma geldi.

Daha ben ona bir cevap vermeden tepsiyi bana uzatırken tökezlediği için tepsi üzerime devrildi. Kadehteki tüm içki göğsümden aşağıya dökülünce irkilerek arkaya çekilmiştim. Bu bir kazadan çok planlı bir saldırı gibiydi. Bu kadarını anlamayacak kadar aptal değildim. Onu kimin gönderdiğini iyi biliyordum.

Gurur!

Kocam olacak dengesiz adam benimle zerre kadar ilgilenmiyormuş gibi davrandığı için yanıma gelip bana sorun çıkartamıyordu. Ancak beni Sonat’la görmeye de katlanamıyordu. Beni bu masadan uzaklaştıracak tek şey kirlenen bir elbise olduğu için bu garsonu yanıma göndermişti. Bu adam gerçekten şaka gibi bir şeydi. Yan yana olduğumuzda sürekli beni suçlayıp bana yapmadığı şeyi bırakmıyordu ama onun dışında biriyle olmama da izin vermiyordu.

Garson rolünü ustaca sürdürüp defalarca özür dileyerek elbisemi silmeye kalkıştı. Ancak Sonat onun bana yaklaşmasına izin vermeden onu arkaya iterek, “Kaybol!” dedi sinirli bir sesle. Garsonu gönderdikten sonra gözleri omzumun arkasına kayınca bakışları değişmişti. Yüz ifadesi sertleşirken parmak boğumları gerilecek kadar elini sıkmıştı. Şu anda Gurur’a baktığını biliyordum ama bunun onu neden bu kadar kızdırdığını anlayamıyordum.

Acaba Gurur’la bir sorunu olabilir miydi? Çünkü bakışlarında yoğun bir nefret vardı. Sonat’ta Gurur’un düşmanı çıkarsa açıkçası buna hiç şaşırmazdım çünkü bu alemde Gurur’un düşmanı olmayan çok az kişi vardı. Sonat gözlerini dahi kırpmadan arkama bakarken cebindeki mendili çıkardı. Dökülen şarap göğüslerimin arasına sızdığı için umarım o mendille silmeye kalkışmazdı.

Buna kalkışırsa onu durduracağımı biliyordum. Neyse ki böyle bir şeye yeltenmedi. Bakışlarını Gurur’dan çekip önüne dönerek mendili bana uzatınca ona teşekkür ettim. Mendiliyle açık yakamdan süzülen içki damlacıklarını silerken suratım asıktı. “Bu elbisenin faturasını ona göndereceğim.” Gurur kıskançlık uğruna elbisemi mahvetmişti.

Homurdanarak masanın üzerinde duran telefonumu ve kulaklığımı aldım. “İzninle lavaboya gidip bunu temizlemeliyim.” Alkol kokusundan nefret ettiğim için bir an önce bir şeyler yapmalıydım.

Sonat’ın yanından ayrılıp kapıya ilerledim. Suratım asık bir şekilde Kalenderlerin masasının önünden geçerken Karun, “Şşş küçük ördek,” diye bana laf attı. “Bir selam sabah yok mu?”

Gurur’a sinirli olabilirdim ama Karun’u görmezden gelemezdim. Durup omzumun üzerinden Karun’a bakıp ona gülümsedim. “Sana var.” Başımı çevirip Gurur’la göz göze gelince dudaklarım düz bir çizgide buluşmuştu. Elbiseme yaptığı şeyin öfkesini taşıyarak kaşlarımı çattım. “Ona yok!” diyerek önüme döndüğümde Gurur’un, “Ben ne yaptım şimdi?” diyen sesi bana sinir krizi geçirtebilirdi. Hiçbir şey yapmamış gibi davranıyordu.

Gittikçe onlardan uzaklaşırken arkamdan Gurur’un sinirli sesini duymuştum. “Elin heriflerine gelince gülüyor ama kocasına gelince cazgırlık yapsın!” Hak etmediği hiçbir şey yapmıyordum.

Salondan çıktıktan sonra kadınlar tuvaletini bulup lavabonun önünde durdum. Birkaç tane kâğıt mendil kopartıp göğüslerimin arasını yapış yapış eden içkiyi silmeye çalıştım. Ne yazık ki ne kadar silersem sileyim üzerime dökülen içkiyi elbisemde ve tenimde çıkartamamıştım. Göğüslerimin arasını silsem bile karnıma kadar aktığı için elbiseyi çıkartmadan kendimi temizlemem mümkün değildi.

Eve gider gitmez banyo yapıp üzerime sinen bu alkol kokusundan kurtulmalıydım. Asık bir suratla kadınlar tuvaletinden çıktığımda içimden Gurur’a küfrediyordum. Annem ve babamı bulup eve gideceğimi onlara söylemeliydim. Düğünün yapıldığı büyük salona geri döndüğümde gördüklerim soluğumu kesmişti. Müzik durmuştu artık hiçbir şey çalmıyordu. Kalabalık bir çember oluşturup az önce Sonat’la durduğumuz yere doluşmuştu.

İnsanlar ne yapacaklarını bilmez bir halde ya kaçıyorlardı ya da o çemberin etrafına toplanıyorlardı. Tüm bu telaş ve uğultuların nedenini bilmediğim için içgüdüsel bir korkuyla ürperdim. Bu kargaşanın nedeni bizimkilerden biri olabilir miydi? Bunun ihtimali bile beni endişeye boğuyordu. Adımlarımı hızlandırırken kalbim kokudan patlayacakmış gibiydi. Bizimkilerin iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.

Kalabalığı yarıp öne çıktığımda her şey bir anlığına durmuştu. Tüm bu hengamenin nedeni Gurur ve Sonat’tı. Bu dehşet ötesi bir görüntüydü. Sonat yerde kanlar içindeydi ve Gurur… Onun hemen üstündeydi. Onu parçalamak istercesine yumruklarken korkunç görünüyordu. Gurur’un sırt kasları gerilmiş, her yumrukla kasları kasılıp göğüs kafesi şiddetle hareket ediyordu. Çenesini sıktıkça boynundaki damarlar derisinde belirginleşiyordu.

Yerde yatan Sonat’ın üzerine çöküp dizini onun kaburgalarına bastırmıştı. Gurur’un attığı her yumruk saf kemik ve öfkeydi. Attığı her yumrukla beyaz gömleğine Sonat’ın kanı sıçrarken Gurur vahşi bir hayvandan farksız değildi. Her yumrukta çıkan küt sesleriyle etin ezilip parçalandığını hissederken gözlerimden bir damla yaş süzülmüştü. Ne yapıyordu? İnsan mıydı bu adam? Sırf benimle biraz konuştu diye birine bunu nasıl yapabilirdi?

Attığı şiddetli yumruklardan Gurur’un eli kana bulanmıştı, parmaklarının arasından akan kan avucunun içine toplanıyordu. Durmuyordu, durdurulamıyordu. Etraftaki insanların müdahalesi bile onu Sonat’ın üzerinden çekip alamıyordu. Yeşil gözleri ışığını yitirmiş karanlık bir ormanı andırırken tanıdığım o adamdan çok uzaktı. İlkel duygularla Sonat’a saldırırken şuurunu tamamen yitirmiş gibiydi.

Karun ve Duha onun omuzlarını tutup Gurur’u geri çekmeye çalışıyorlardı ancak Gurur’daki nasıl bir hayvan gücüyse iki kişi bile onu Sonat’ın üzerinden alamıyordu. Sonat ona karşılık bile vermezken Gurur onu kendinden geçirecek kadar sert vuruyordu. “Gurur dur!” diye bağırdığımda bu kalabalıkta sesim kulaklarına ulaşmamıştı. Biraz daha böyle devam ederse onu öldürecekti.

Öne atılıp hemen Sonat’ın yanına diz çöktüm ve Gurur’ın sıradaki yumruğunu iki elimle yakaladım. İki elimle yumruğunu sarmama rağmen gücü beni bastırıyor, onu durdurmakta güçlük çekiyordum. “Dur artık!” Boğazımı yırtarcasına bağırıp elini sertçe ittim. “Dur onu öldüreceksin!”

Yaşadığı öfke patlamasının içinde yüzümü seçince hareketleri duraksamıştı. Karun ve Duha bu fırsattan yararlanıp hemen onun kollarına asılarak onu Sonat’ın üzerinden çekmişti. “Sen korkunç birisin, Gurur Kalender!” diye bağırırken ağlayarak Sonat’ın üzerine eğildim. Benim yüzümden tüm bunları yaşadığını hatırladıkça suçluluk duygusundan daha çok ağlıyordum.

Uzanıp titreyen parmaklarla yüzüne dokunduğumda dudaklarımdan firar eden hıçkırığa engel olamamıştım. Yüzü kan içinde kaldığı için tanınmaz bir haldeydi. Yüzünü ellerimin arasına aldığımda parmaklarıma bulaşan kanla daha çok ağladım. “Özür dilerim.” Onunla hiç konuşmasaydım başına bunlar gelmezdi.

Sonat acılar içinde sayıklarken güçlükle gözlerini aralayıp bana baktı. Bir şeyler söylemeye çalıştı ama öksürerek kan kusunca dudaklarından anlaşılır tek kelime çıkmamıştı. “Ambulansı arayın hemen!” diye haykırdığımda Gurur’un sert, kızgın ve kontrolsüz sesini duydum. “O herifin yanından uzaklaş!”

Sonat’ı bırakıp ayağa kalktığım gibi Gurur’un yanına gidip suratına sert bir tokat attım. Attığım tokadın şiddetli sesi tüm salonda duyulurken onu göğsünden arkaya itip, “Sen bir canavarsın!” diye haykırdım. Herkesten duyduğu bir şeyi bugün bir kez de benden duymuştu.

Sonat’a yaptığı şey yüzünden öfkeden tir tir titrerken kanlı ellerimi beyaz gömleğine bastırıp onu bir kez daha arkaya ittim. “Kontrol edilemez, dizginlenemez bir canavardan başka bir şey değilsin!” Gözlerimden akan yaşlarla hayal kırıklığı içinde ona bakıp, “Senden nefret ediyorum,” dedim ağlamaktan çatlamış bir sesle.

Kanların sıçradığı yüzü öyle bir kasılmıştı ki, şakaklarındaki damarlar patlayacak gibiydi. Yumruklarını artık sadece kıskançlıkla değil, öfke ve hayal kırıklığıyla da sıkıyordu. Aldığı şiddetli nefeslerle omuzları hareket ederken delici bakışlarını bana dikti. “O piç için beni karşına alacak kadar çok mu değer veriyorsun ona?”

Boğazında hırıltıyı andıran bir ses çıktığında bundan ne kadar çok korktuğumu bilmesine rağmen kontrolsüz bir öfkeyle üzerime yürüdü. “Senin hakkında ne söylediğini bilmiyorsan karşıma geçip bana onu savunamazsın!” diye bağırdığında gök gürültüsünü andıran sesi yüzünden bir an kulaklarımı kapatmak istemiştim.

Onun bana doğru attığı her adıma karşılık arkaya bir adım atarken kaşlarımı çattım. “Sana söyleyeceği hiçbir şey onu bu hale getirmene neden olamaz!”

Bir küfür savurduğunda deliliğini kızgın bakışlarıyla kusuyordu. “Şunu herkes aklına soksun karımı diline dolayan kimseyi yaşatmam!” diye bağırarak sesini buradaki herkese duyururken hâlâ üzerime gelmeye devam ediyordu.

Ondan kurtulmak için arkaya doğru adımlar atarken, “Dur orada!” diye ona sesimi yükselttim. O ne kadar sinirliyse bende o kadar sinirliydim. “Ben sana ait değilim sahibimmiş gibi davranmayı kes.”

Çenesini sıktığında gırtlağında anlaşılmaz sesler çıkmıştı. Bakışları bir yıldırım gibi üzerime düşerken dişlerinin arasından, “Onun da olamazsın!” dedi haykırırcasına. “Konuştuğun, baktığın, güldüğün ve dokunduğun herkesin eceli olmamı istemiyorsan ayağını denk alacaksın!” Aldığı her nefesle göğsü yukarı çıkıyor, verdiği sert nefeslerle alçalan göğsüne kan biraz daha yayılıyordu.

Bana olan öfkeli bakışları hayra alamet olmadığı için hemen ona arkamı dönüp kaçmak istedim. Daha ben kalabalığın arasına dalmadan kolumu tuttuğu gibi sertçe beni kendisine çevirdi. “Bu sefer kaçmak yok, Farah Hanım!” Beni sırtına attığı gibi kalabalığın arasına dalınca annemin tiz sesini ve babamın kükrercesine çıkan kızgın sesini duydum. “Canına mı susadın piç kurusu! Hemen kızımı bırak!”

Gurur’un sırtından sarktığım için hiçbir şey göremiyordum fakat babam silahına davranmış olmalı ki Karun’un, “İndir o silahı, Ümit,” diyen uyarıcı sesini duymuştum. “O tetiğe basarsan benim de basmayacağımın bir garantisi yok!” Kalbim teklemişti. Amcasını korumak için Karun’da babama silah çekmiş olmalıydı.

Babam ve Karun’un sesleri birbirine yükseldiğinde Kalenderlere çalışan adamlar arkamızdan geçtiğimiz yolu kapatarak kimseyi o salondan çıkartmamıştı. “Baba!” diye bağırırken Gurur’un sırtından debeleniyordum. “Baba bir şey yap kurtar beni bu adamdan!” diye haykırıp yumruklarımı Gurur’un sırtına geçirdim. İlk kez ona karşı koyup kurtulmak için çırpıyordum.

Beni dışarı çıkarttıktan sonra arabanın kapısını açıp savururcasına ön koltuğa atmıştı. Düştüğüm koltukta kendimi toparlayamadan kapıyı suratıma çarparcasına kapattı vr hemen sürücü koltuğuna geçti. Daha ben arabadan atlamadan kapıları kilitleyip gaza basmıştı. “Babam canına okuyacak!”

Gözünü yoldan ayırmadan tahammülsüz bir sesle, “Kendi iyiliğin için sus!” dedi.

Emir kipi kullanınca dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırmıştım ki kaşlarımı çattım. Beynime kodladıkları tüm tabuları yıkmak istercesine yumruğumu sıktım. “Sen sus dedin diye susmayacağım.” Başımı çevirip kızgın gözlerle ona baktığımda gözünü yoldan ayırmadan gaza basıp duruyordu. “Beni kaçırmanın ağır sonuçları olacağını biliyorsun, değil mi? Bir an önce beni babama götürmezsen iki aile arasındaki düşmanlık büyüyecek.”

“Sence bu benim sikimde mi?” Yumruk atmaktan terleyen saçları alnına yapıştığı için onları kabaca çekti. “İki aile arasında olanlarla ilgilenmiyorum.” Hatırladıklarıyla elinin altındaki direksiyonu sıktı. “İlgilendiğim tek şey o piçle aranda olan şeyler!”

Kısa bir an bana baktığında boynundan başlayan yoğun bir öfke tüm yüzüne yayılmıştı. Dudakları aralanmıştı ki çok sinirli olduğu için şivesinin kayacağını anladı. Ciddiyetini korumak için birkaç kez derin derin nefesler aldı ve buz gibi gözlerini bana çıkardı. “O piçin evinde kaldığın gece onunla aranda ne geçti?” Soluğum kesilmişti. Sonat’ın evinde kaldığımı nereden biliyordu?

Bana böyle bir şey sorduğu için yaşadığım hayal kırıklığını gizleyemeden ona bakıyordum. Gerçekten biriyle yattığımı mı düşünüyordu? “Sen rezil herifin tekisin!” Arabanın son sürat gitmesini umursamadan kapıya yapışıp açmaya çalıştım ama kilitli olduğu için açamamıştım. “Durdur hemen şu arabayı gitmek istiyorum.”

Bir anda frene basıp arabayı yolun ortasında durdurunca öne doğru savruldum. Ancak Gurur tam zamanında kolunu bir bariyer gibi önüme uzatıp beni cama yapışmaktan kurtarmıştı. Omzumu kavrayıp beni koltuğa mıhlarken gazap dolu bakışları değdiği yeri küle çeviriyordu. Sanki karşısında düşmanı varmış gibi bana baktıkça gözleri odağını yitiriyor, daha çok sinirleniyordu. “Aranızda bir şey geçmediyse o ecdadını siktiğim piçi neden o şeyleri söyledi?”

“Neyden bahsettiğini anlamıyorum.”

Omzumdaki elini çekip yumruğunu direksiyona geçirdiğinde korkudan koltukta küçülmüştüm. “Bana aptalı oynama!” Kafasında canlandırdığı sahnelerle her saniye biraz daha ölümcül bir krizin pençelerine çekiliyordu. Göz bebekleri küçülürken vücudunu esir alan öfkenin kabuğu kırılmak üzereydi. Tüm gücüyle direksiyonu sıkarken çenesi seğirmeye başlamıştı “Ne geçti aranızda?”

Sinirlenerek koltuğun kenarlarına vurdum. “Yeter artık neyden bahsettiğini anlamıyorum!”

Kolumu tuttuğu gibi beni kendine çekince vitesin üzerine kapaklanmıştım. Başımı kaldırıp dağılan saçlarımın arasından ona baktığımda Gurur’un bana olan bakışlarında büyük bir hiddet vardı. “Senden çıkıp benim kollarıma koştu.” Birinin sözlerini tekrarlamış gibi tükürürcesine bunları söyledi. Yüzündeki her kas sinirden seğirirken şimdi bana olan bakışları iğrenir gibiydi. “Geceyi benimle geçirdi.”

Kanım çekilirken üzerime eğilip dişlerini sıktı. “Karınla birlikte oldum!” Başımdan aşağıya kaynar sular dökülürken Gurur burnundan sert nefesler alarak yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerimin içine kızgınlıkla baktı. “Bunlar koruduğun o itin lafları!”

Bir süre susup gizleyemediği bir kırgınlıkla beni izledi. Yeşil irisleri yoğun bir azapla titrerken güçlükle dudaklarını aralamıştı. “Seninle birlikte olduğunu iddia eden bir piç için bugün karşıma geçip herkesin içinde bana canavar dedin.” Kaskatı kesilmiştim. Bu gece onun için herkes gibi olmuştum çünkü bende diğer herkes gibi ona bir canavar olduğunu düşündürtmüştüm.

Kolumu itercesine beni bırakıp geriye çekildiğinde yakıcı öfkesinin içinde bana ne denli kırıldığını görebiliyordum. “Belki de haklısın, ben gerçekten bir canavarım.” Soğukça güldüğünde gülüşü gerçeklikten çok uzaktı. “Belki de Sonat gibi adamları hak ediyorsun, seni onun yanında bırakmalıydım.”

“Bırak o zaman.” Sakince konuşup koltuğa oturarak üstümü başımı düzelttim. “Ayrıca sana inanmıyorum, Sonat öyle şeyler söylemez.” Yaptığı vahşeti haklı çıkartmak için yalan söylüyordu. Sonat’la birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk bile, Gurur’a öyle şeyler söyleyerek benim üzerimden bir şey elde edemezdi.

“Benim yerime ona inanacak kadar çok mu seviyorsun onu?” Gurur’un hayal kırıklığıyla çıkan kısık sesini duyunca omzumun üstünden ona baktım. Bir savaştan yenik düşüp her şeyini kaybetmiş gibi ifadesi kederliydi.

Kelimeler boğazına dizildiğinde yutkunup güçlükle duyulan bir sesle, “Söylesene el kızı,” dedi biraz merakla biraz da sitemle. “Hiç mi sevmedin beni?”

“Hayır.” Bunları söylerken tereddütsüzdüm. “Benim kalbimde sana yer yok.” Ona olan sevgim konusunda artık iyi bir yalancıydım.

Birkaç saniyeliğine gözlerini yumduğunda omuzları düşmüştü. Arabanın içinde duyulan tek şey aldığı hızlı nefeslerdi. Daha sonra kirpikleri aralandı ve öfkesi yeşil irislerini yararcasına ortaya çıktı. “Peki, ya onu?” Sonat’ı düşünmek bile boynundaki damarların çizgi şeklinde belirginleşmesine neden oluyordu. “O herifi mi seviyorsun?”

“Bu seni ilgilendirmez, Gurur.” Bana yaşattığı korkunç gecenin sinirinde saçlarımı dağıtırken ters ters ona bakıyordum. “Senin dışında herkesi sevebilirim ve sen buna karışamazsın.” İğrenircesine yüzümü buruşturdum. “Sonat hakkında uydurduğun o şeylere de inanmıyorum!”

“Hâlâ yalan söylediğimi düşünüyor, çıldıracağım!” Onu yalancı olmakla suçladığım için öfke nöbetleri geçiriyordu. “O piç tüm o şeyleri gözümün içine baka baka söyledi!”

Gerim gerim gerilip elinin altındaki direksiyonu biraz daha sıktığında yumruk atmaktan tahriş olan parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. “Farah ben sana böyle bir konuda yalan söyleyecek bir adam mıyım? O söylemeseydi geçen geceyi onun evinden geçirdiğini nereden bileyim?” Sıktığı elini direksiyona geçirip küfredercesine bağırdı. “Onunla birlikte olmasaydın neden öyle konuşsun!”

“Şunu söyleyip durma artık onunla yatmadım diyorum.” Beni gerçekten delirtecekti.

Son derece ciddi bir ifadeyle gözlerimin içine baktığında sesi bile parçalanmış çıkıyordu. “O kanını siktiğim puştu bilerek beni kışkırttı. Bunu bile göremeyecek kadar saf mısın?” Yeşil gözleri kısıldığında kızgın bakışları beni aptal olmakla suçlar gibiydi. “Sence neden bana hiç karşılık vermedi?”

“Çünkü o senin gibi kaba biri değil, Sonat çok centilmen biri.”

“Seni uyarıyorum onu savunup durma bana.” Göğüs kafesi şiddetle hareket ederken dudağının kenarı seğiriyordu. “O ırzına soktuğum hasta piçi benden yiyeceği dayakları göze alarak o sözleri söyledi! Karşılık vermedi çünkü senin gibi bir aptalın karşıma dikilip onu savunacağını biliyordu.”

“Kendi kafanda uydurduğun şeylere inanıyorsun,” diye kısık bir sesle konuşup başımı cama çevirdim. Sakinleşmedikçe onunla sağlıklı bir şekilde konuşmak çok zordu. “Kimse bir kadının gözünde puan toplamak için o kadar dayağı yemez.”

“Yavrum herif hasta diyorum nesini anlamıyorsun?”

“Rica ederim bana yavrum deme, senin hiçbir şeyin değilim.”

“Sen öyle san, benim her şeyimsin!” Bir anda arabanın içinde bir sessizlik vuku bulduğunda nefes alışlarım hızlanmıştı. Gurur’un öfke anında şuursuzca ağzından kaçırdıklarıyla donmuş bir şekilde öylece kalakalmıştım. Bana her şeyim diyecek kadar çok mu değer veriyordu? İhtimali bile başımı döndürüyordu.

Ona baktığımda Gurur ne söylediğini yeni idrak etmiş gibi kendisine kızarak dilini ısırdı. Hemen sonra yalancı bir öksürükle boğazını temizleyip, “Karımsın demek istedim,” diye hızlıca ekledi. “Bir erkeğin karısı herkesin gözünde onun her şeyi demek.” Ama gerçekte öyle değildim, değil mi? Yaşadığım mutluluk saman alevi gibi sönmüştü.

O kadar odundu ki suratımın neden asıldığını bile fark etmeyip agresif bir tutumla hâlâ bana açıklama yapıyordu. “O piçin tek amacı senin gözünde puan toplamak değildi.” Kendini çok kastığı için boğazı yırtılırcasına sesi kalın ve hırıltılı çıkıyordu. “İkimiz tartıştıktan sonra seni orada bırakıp gideceğime çok emindi. Herkesin içinde karım başka bir adamı savunup karşıma dikilince çekip gidecektim. Böylece benim aptal karım suçluluk duygusuyla tüm gece hastanede ona bakabilirdi.”

Dişlerini gıcırdatarak başını sinirle öne ve arkaya salladı. “Planladığı tam olarak buydu. Sikerler!” diyerek direksiyona tekrar vurdu. “Orada herkesin içinde değil bir tokat, beni parçalasan bile seni o herifle bırakmazdım. O piç bile seni kaçıracağımı tahmin etmemiştir.”

“Çünkü sen hastasın,” diye ona çıkıştım. “Kim senin gibi öfke anında tüm bunları düşünür ki?”

“İnsanın senin gibi aptal bir karısı olursa her ihtimali düşünür. Bıraksaydım sabaha kadar o herifin refakatçisi olurdun.”

“Olurdum tabii.”

“İyi bir halt yiyecekmiş gibi böyle masum masum olurdum demiyor mu, kafayı yiyeceğim.” Kendi kendine konuşup parmaklarını saçlarının arasından geçirip her bir tutamını sertçe dağıttı. Hemen sonra bana döndüğünde gözlerinde saniyelik bir boşluk belirmişti.

Gözleri gözlerimi bulduğunda ise o boşluk ve içindeki tüm boşluklar dolmuş gibiydi. “Şu çenen kapalı olduğunda senden iyisi yok. Beni daha fazla kızdırmadan susmaya ne dersin?”

Ona arabanın kapısını gösterdim. “Gitmeme izin verirsen sesimi duymak zorunda kalmazsın. Şu kapıyı açmaya ne dersin?”

Kaşları hemen çatılmıştı. “Açayım da o herife git, değil mi?” Önüne dönüp arabayı çalıştırdığında tekrar gaza yüklenmişti. “Bundan sonra seni yanımdan ayırmayacağım. Senin gibi bir aptalı ne zaman yalnız bıraksam hemen başka adamlara koşuyorsun.”

“Gurur bak sinirleniyorum artık, başka adamlar deyip durma.”

“Farah Allah aşkına bir sinirlen sen. Şöyle kafa göz bana bir dal ki içinde biriken tüm hıncın geçsin.” Bir konuda benden şikayetçiymiş gibi abartıyla yüzünü buruşturdu. “Her defasında sakince konuşuyor, aristokrat kızı gibi asil hareketlerde bulunuyor, sonra da lafı koyarak gidiyorsun. Ulan birkaç küfredip bir şeyleri kırıp parçalasan senden çok ben rahatlayacağım. Nazlı bir prensesten başka bir şey değilsin.”

Arabayı çok hızlı kullandığı için endişelenip kemerimi takarken homurdanmakla meşguldüm. “Sende kırıp parçalamaktan başka bir şey bilmeyen, her iki lafından biri gebertirim, siktir git diyen ve sürekli her şeye saldıran vahşi bir adamsın.” Çenemi dikleştirip kızgınlık içinde ona baktım. “Görüyorsun ya, biz birbirimize uygun değiliz, boşanalım artık.”

“Boşanmayı unut.” Arabayı son sürat kullandığı için gözünü yoldan ayıramıyordu ama sadece birkaç saniyeliğine bana bakmış, daha sonra tekrar önüne dönmüştü. Üç saniye süren o bakışı fazla anlamlı ve derindi. “Zıtlıklarımız aramızdaki en büyük uyum.”

“O zaman bana hakaret edip durma.”

“Ben sana hiç hakaret etmedim, etmem de Farah.” Nefesini sıkıntı içinde verirken bir an önce izimizi kaybettirmek ister gibi gaz ibresini sona getirmişti.

“Sana aptal dediğimde gerçekten aptal olduğunu düşündüğüm için değil. Gebertirim dediğimde aklımın ucundan bile geçmez canını yakmak.” Sonlara doğru sesi kısılırken artık yüzü daha yumuşak bir ifadedeydi. “Siktir git dediğimde ise gitme ihtimaline bile dayanamam. Ağzıma sakız gibi yapışan birkaç kelime için beni kafanda yanlış yerlere koyma.” Midem kasıldığında onunla ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Hâlâ en küçük sözüne yumuşayan bir yanım vardı.

Konuyu değiştirerek bakışlarımı ondan çektim. “Beni nereye götürüyorsun?” Bunu sorarken sık sık yan aynadan arkayı kontrol ediyordum. Babamın adamları çoktan peşimize düşmüş olmalıydı ama görünürde kimse yoktu.

“Gurur beni zorla yanında tutamazsın. Lütfen artık bırak peşimi.” Gerçek yüzümü gördükten sonra bile benden bu kadar ısrarcı olmasını beklemiyordum. Yıllarca onu kandığım için onun karakterindeki biri beni bir kalemde silmeliydi. Şaşırtıcı bir şekilde bunu yapmıyordu.

Yüzü acıyla kasıldığında iniltisini sıktığı dişlerinin arasına hapsetmişti. “Bir süre gürültü yapmadan durabilir misin?” Yoldaki arabaların arasından süratle geçerken bu sefer sesi daha kısık, daha ılımlı hatta biraz da ricacı çıkmıştı. “Başım ağrıyor, Farah. Sesinden rahatsız değilim ama duyduğum tek ses seninki değil.” Bu da ne demekti şimdi?

Gözlerimi dahi kırpmadan onu izlerken ne kadar terlediğini daha yeni fark ediyordum. Alnından biriken ter damlacıkları yanağından süzülüp yüzüne akarken nefes alışları sıklaşmıştı. Başında şiddetli bir ağrı ve kafasının içinde birden fazla ses varmış gibi acı çekiyordu. Bunu benden saklamaya çalışıyordu ama direksiyonu sıktıkça mavi damarlı eli biraz daha titriyordu. “Gurur sen ilaçlarını aldın mı?” Araba süratle giderken küçük bir dikkat dağınıklığı ikimizi de ölüme götürürdü.

Gözlerini dahi kırpmadan yolu izlerken kendim için korktuğumu düşünüp soğukça güldü. “Endişelenme yanımda sen varken arabayı yoldan çıkarmam.” Ne kadar iyi bir sürücü olduğunu biliyordum ama aynı zamanda nöbetlerinin ne kadar ağır geçtiğini de iyi biliyordum. Arabayı bu kadar hızlı kullanırken küçük bir kriz bile sonumuz olurdu.

Yüzündeki değişimi görmek endişemi arttırmıştı. Kafasının içindeki sesler çoğalmış olmalı ki yüzündeki kılcal damarlar bile gözle görülür bir şekilde belirginleşmişti. Duyduğu ve susturamadığı o sesler ona işkence ediyor, canını yakıyor ve onu bir krizin pençelerine itiyordu. Buna direndikçe vücudu artçı şoklarla titremeye başladığı için her an arabayı yoldan çıkartabilirdi.

Bir şekilde onu sakinleştirmeli ve kafasının içindeki o sesleri susturmalıydım yoksa ikimizi de öldürecekti. Böyle bir durumda ne yapacağımı, tehlikeli bir krizi nasıl savuşturacağımı düşünüyordum. Bunu sadece onun için değil, kendim için de yapmalıydım çünkü bu araba yoldan çıkarsa ikimizin de sonu olurdu. Neden arabayı durdurmuyordu ki.

Uzanıp vitesin üzerinde duran elini tuttum. Parmaklarım onun yumruk atmaktan tahriş olan elini sardığında taş kesilmişti. “Sonat’la aramızda hiçbir şey yok,” diye tatlı bir sesle konuşurken içimden ona küfürler ediyordum. Akıl hastası herif beni buna bile zorlamıştı.

“Onunla yatmadım evet, o gece evinde kaldım ama farklı odalarda uyuduk.” Onu sakinleştirip sinirlerini yatıştırmazsam kendine gelemezdi. Ciddi bir krizi atlatmanın tek yolu ona iyi gelecek bir şeyler duymaktı.

“Sonat’la ilk kez bir deniz kenarında karşılaştık daha sonra birkaç kez daha karşılaştık ama hepsi tesadüftü. Geçen gece yağmurun altında çok kaldığım için fenalaşıp bayıldığım esnada Sonat’ta oradaydı. Beni hastaneye götürmemesini ondan ben istemiştim. Kimi arayacağını bilemediği için beni evine götürdü.” Elinin üstünde duran elimin varlığıyla ve dudaklarımdan çıkan sözlerle gerim gerim kasılan yüzü çok az gevşemeye başlamıştı.

Ancak yeşil gözlerindeki sarsıcı gelgitler hâlâ oradaki yerini koruyordu. Aynı anda o kadar çok sesle boğuşuyordu ki kafasındaki o gürültünün içinde benim sesimi ayırt edebildiğinden bile şüpheliydim. “Yağmurda ıslandığım için hizmetçileri benim üstümü değiştirmiş,” diye açıklamaya devam ettim. Elini sıkıca tutarken ona sesimi duyurmaya çalışıyordum.

“Sabah uyandığımda kendimi onun evinde bulunca çok tedirgin oldum ama beni rahatsız edecek hiçbir şey yapmadı. Telefonda duyduğun o şeylerin hepsi bir yanlış anlaşılmaydı.” Şu anda çok daha ciddi şeylerle boğuştuğu için gözünü yoldan ayırmadan durmaksızın gaz pedalına basıyordu.

“Gurur sana yemin ederim ki onunla aramızda hiçbir şey geçmedi. Eli elime değmiş değil.” Kaza yapacağız diye o kadar çok korkuyordum ki ona iyi gelecek her şeyi söyleyebilirdim.

Bu nasıl oldu, bilmiyorum ama kafasının içindeki o gürültülü dünyaya rağmen söylediğim her şeyi duymuştu. Sesim tüm sesleri bastırmış olmalı ki bakışları normale dönmeye başlamıştı. Yüzündeki sert hatlar gittikçe yerini daha yumuşak gölgelere bırakıyordu ve düz çizgideki dudakları hafifçe aralanmıştı. Ağır bir krizin eşiğinden döndüğü için nefes nefese kalmıştı ve ter içindeydi.

Kendine gelmeye çalışırken ayağını gaz pedalından çekince rahat bir nefes almıştım. Kısa bir an bana baktığında yeşil gözleri eski berraklığına kavuşmak üzereydi. “Onunla aranda gerçekten hiçbir şey olmadı mı?” Bana hiç inancı ve güveni kalmadığını bir kez daha anladığım için gözlerimin ardı sızlamıştı. Eğer öyle olmasaydı az önce Sonat’la aramızda hiçbir şeyin olmadığına yemin ettiğimde bana inanırdı. Ettiğim yemine rağmen bana inanmayacak kadar onun güvenini sarsmıştım.

Bakışlarımı ondan çekip önüme döndüğümde sesim buruktu. “Gerçekleri söylüyorum inanıp inanmamak sana kalmış.” Başımı cama yaslayarak gözlerimi yumdum. Daha fazla onunla tartışmak istemediğim için kendi adıma bu konuşmayı sonlandırmıştım. Keşke normal bir şekilde uyuyabilsem ve gözlerimi açtığımda bu kâbus son bulsaydı. Ancak uyumanın yakınında bile değildim tek yaptığım gözlerimi yumarak kendimi ondan soyutlamaktı.

Beni nereye götürdüğünü bile bilmiyordum.


Yorumlar