Hayatımda bir daha eşi benzerine rastlamayacağım bir kız isteme merasimine tanık oluyordum. Buradaki herkes Hamza'nın ben veya Aksa için buraya geldiğinden çok emindi. Hangimizi gözüne kestirdiğini anlamak için Aksa ona küçük bir soru yöneltmişti. Kahveyi kimin elinden içmek istiyorsa demek ki ondan hoşlanıyordu. Bu yüzden Aksa ona gülümseyip kahveyi hangimizin yapmasını istediğini sormuştu.
Aksa'nın bu sorusuyla kulübenin içi bir anda buz kesmişti çünkü birazdan tüm gerçek ortaya çıkacaktı. Gurur ve Asaf'ın gerginliği hat safhaya yükselmişti, bir delinin onların karısını seçmelerini istemiyorlardı. Ancak Hamza hepimizi şoke edecek bir şey yapmıştı. İşaret parmağını kaldırıp tam karşısına baktı ve stresten sıcak çayı yudumlayan Asaf'ı gösterdi.
Asaf içtiği çayı püskürterek çıkartırken, Gurur gür bir kahkaha kopardı. "Verdim gitti," derken adeta katıla katıla gülüyordu. Hamza'nın buraya benim için değil de Asaf için geldiğini görmek onu tüm sinirlerinden arındırmıştı.
Burada gülen ve olanlara çok hızlı uyum sağlayan tek kişi Gurur'du. Hamza'nın anne ve babası dahil, bizler şoka uğramıştık. Asaf ağır bir hareketle cebinden çıkardığı mendille dudaklarını silerken delici bakışları Hamza'nın üzerindeydi. "Anlamadım?" Sesi buz gibi çıktığında olanları hâlâ idrak edememişti. "Kahveni benim yapmamı mı istiyorsun?" Kaşları tehlikeli bir hızla çatıldı. "Sebep?"
"Oğlum yanlışın olmasın?" Şehmuz amca mahcup bir ifadeyle ellerini ovuşturup Hamza'ya baktı. "Biz buraya kız istemeye gelmedik mi?"
"Evet, baba." Hamza tüm dişlerini göstererek sırıtırken işaret parmağıyla hâlâ Asaf'ı gösteriyordu. "Şu boya posa, cilveye edaya bak."
Gurur ve Aksa gülmekten neredeyse yerlere düşeceklerdi. Asaf ise başını eğmiş kendine bakıyordu. "Ne diyor lan bu?" Sesi şaşkın çıkarken ciddi ciddi kıza benzeyip benzemediğini anlamaya çalışıyordu.
Başını kaldırdığında keskin bakışlarını hızlıca hepimizin üzerinden gezdirip Hamza'da durdu. "Dilini ırkını siktiğim puştu, nerem kıza benziyor!"
Aksa kıkırdayıp omzuyla kocasının omzuna vurdu. "Ağzından da bal damlıyor gelin kızımızın."
Asaf hiddetli gözlerle karısına baktığında çenesinden bir kas seğiriyordu. Sesini tehditkâr bir boyutta alçaltıp çatık kaşlarla Aksa'nın gözlerinin içine baktı. "Daha fazla asabımı bozmanı tavsiye etmem!"
Aksa'nın gözleri muzırlıkla ışıldadığında kısık bir sesle, "Şşş," diyerek onu uyardı. "Böyle fevri davranarak taliplerini kaçırıyorsun." Hemen sonra başını geriye atarak şen bir kahkaha kopardı. "Düğününüzde halay başı olmazsam hatırım kalır."
"Siktir git!"
"Ben değil, sen gidiyorsun." Aksa ona Hamza'yı gösterdiğinde ne kadar eğlendiğini saklayamıyordu. "Hem de gelin olup gidiyorsun."
"Düğününüz benden." Gurur eski dostunun sinirden kıpkırmızı olan suratına bakarak güldü. "Hiçbir masraftan kaçınmadan sana öyle bir düğün yapacağım ki köyün en gözde damadı olacaksın." Pot kırmış gibi dilini ısırdığında, "Ya da gelini," diyerek Asaf'ı delirtti.
"Şu saçmalığı kesin." Hemen ayağa kalkıp Hamza'ya kapıyı gösterdim. "Aileni de al git lütfen. Asaf kız değil, olsa da sana vermem."
"Ne demek vermem?" Gurur yerinde dikleşerek ters bakışlarını bana çıkardı. "Karısı bile veriyor, sana ne oluyor?"
"O benim eniştem." Bunları söylerken Asaf'a karşı ne kadar savunmacı olduğumun farkında değildim. "Karısıyla bir olup ortalığı karıştırıyorsunuz. Rica ederim daha fazla gitmeyin onun üzerine."
Asaf o ikisine beni gösterip, "İçinizdeki tek akıllı bu kız," dediğinde Hamza sıkıca annesinin koluna yapıştı. Zavallı kadını sarsarken sabırsız gözlerle ona Asaf'ı gösteriyordu. "Ana bana onu al."
"Kimi alıyor lan!" Asaf dizinin üzerine duran elini sıkarak sinirlerine hâkim olmaya çalıştı ama her an bir delilik yapabilirdi. "Belanı benden bulmadan siktir git şuradan yoksa deli falan dinlemeyeceğim!"
Sevcan teyze onun bir fenalık yapmasından endişelenerek kıvranan bakışlarını Asaf'a çıkardı. "Allah için görmezden gel bizim oğlanın taşkınlıklarını. O hep böyleydi. Kurda kuşa âşık olur, sonra onu bana al diye tutturur." Gurur'u gösterip, "Tıpkı Koçari gibi," deyince tüm gözler Gurur'a dönmüştü. Ne demek Koçari gibi?
Şaşkınlıktan ağzım bir karış açıldığında, "Gurur," dedim sorgularcasına. "Sende mi böyle kız erkek demeden herkese âşık oluyordun?"
"Herkese değil, her şeye." Gurur sakince beni düzelttikten sonra küfreder gibi bir ses çıkartıp Sevcan teyzeye döndü. "Ana sen beni niye yanındakiyle karıştırıyorsun? Benim gönül meselemde bir tek ilkokul öğretmenim, erik ağacı, oyuncak arabam, Defne'nin bez bebeği, kendim ve Leyla vardı." Sadece canlılara değil, cansızlara da âşık olacak kapasitesi varmış.
Onun aşk hayatında ne arasan varmış, diye düşündüğüm esnada Gurur buradaki herkese beni gösterdi. “Farah bu listede değil çünkü o benim kırmızı çizgim, derin mevzum.” İstemsizce tebessüm ettim. Beni gençlik heveslerinin ve zorunlu ilişkilerinin dışında tutmasına sevinmiştim.
Gurur kendini savunma ihtiyacı hissederek omuzlarını dikleştirdiğinde gömleğinin yakasını düzeltti. "Geçmişte gerekli gereksiz her şeye gönlümü kaptırdığım doğru ama bunların içinde bir erkek hiç olmadı."
Aksa dehşete kapılarak ona baktığında gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi. "İlkokulda öğretmenine âşık olmayan çok az çocuk vardır. Egonun büyüklüğünü düşünürsek kendine âşık olman da şaşırtıcı değil." Birkaç kez yutkunarak gözlerini kırpıştırdı. "Erik ağacına nasıl âşık oldun ya da bir bez bebeğe?" Açıkçası bende bunu çok merak ediyordum. Oyuncak arabayı da unutmamak gerek.
Bir başkası olsa utanıp yerlerin dibine girecek bir olayı, Gurur oldukça rahat karşılıyordu. Gülerek omuzlarını silkti. "Renkli bir aşk hayatım vardı."
Hamza konunun kaynamasına izin vermeyip hevesli bir sesle araya girdi. "Yüzükleri ne zaman takıyoruz?"
Daha fazla dayanamayan Asaf bir hışımla ayağa kalktığında gömleğinin düğmeleri gerilmişti. "Senin kör gözlerine sokarım!" diye hiddetlendi. "Kadın ve erkeği birbirinden ayırt edemiyor musun lan!"
Şehmuz amca onun öfkesinden korkup endişelenerek, "Oğlum sakin ol," deyince Asaf hepten delirdi. "Sakin mi olayım?" Sinirden boynundaki şah damarı nabız gibi atıyordu. "Elimden bir kaza çıkmadan şu piçi al götür." Ona Hamza'yı gösterip yumruğunu sıktı. "Şu pişkinliğe bak, bir de sırıtıyor. Bıraksak beni sikecek it!" dediğinde Gurur ve Aksa'nın gülüşleri birbirine karışmıştı.
Gurur ayağa kalktığında bıyık altından gülüyordu. Eğlenen haylaz bakışlarını Asaf'ın kızgın suratına çıkardığında onun öfkesiyle besleniyordu. "Düğünden önce gerdeğe girmeyi unut. Önce telinle duvağınla çıkacaksın bu evden," dediği an Asaf'ın yumruğu onun karnıyla buluşmuştu. "Şu sikik çeneni kapat artık!"
Gurur'a vurduğunu görünce kafamdaki tüm şarteller attı. Kontrolsüz bir öfkeyle öne doğru yürüyüp sıktığım elimi tam Asaf'ın suratına geçirecektim ki, arkadan bir kol belime dolanarak beni ondan uzaklaştırdı. Gurur tam zamanında beni yakalayıp sırtımı göğüs kafesine yaslamıştı. Çenesini omzuma yaslayıp bana baktığında yediği yumruğa rağmen kısık bir sesle gülüyordu. "Ne yapıyorsun?"
"Ne mi yapıyorum?" Karnımdaki kolunu çekmeye çalışırken çatık kaşlarla Asaf'ı gösterdim. "Bu herifin suratını dağıtacağım. Ne cüretle sana vurur?"
Aksa hemen ayağa kalkıp Asaf'ın yanına dikildi. "Kocama vurursan bende seninkine vururum."
"Kocanda vurmasaydı kocama!"
"Siz ikiniz bir sakin olacak mısınız?" Gurur beni sıkıca tutarak kollarının arasında sıkıştırdı. "Birbirinizle restleşmenizde bir sıkıntı yok ama bizden ne istiyorsunuz?"
"Baba sevdiceğimi bana istesene." Hamza'nın yersiz çıkışıyla homurdanarak Gurur'un kollarının arasından çıktım. Biz neyin derdindeydik bu herif neyin derdinde.
Vücudundaki tüm sinir parmak uçlarından toplanıyormuş gibi Asaf ellerini sıkıp sıkıp açıyordu. "Oğlum bak çok pis belanı arıyorsun." Sesi gırtlağından hırıltılı bir şekilde çıkarken gözünü dahi kırpmadan Hamza'ya bakıyordu. "Biraz daha böyle devam edersen etek giydirip seni bu köyde gezdiririm!"
Hamza gözlerini süzerek Asaf'a utangaç bakışlar atarken oturduğu yerde geniş geniş kasılıyordu. "Naz yaptığını biliyorum, utanma da gel şöyle yamacıma."
Gurur ve Aksa bir kez daha yüksek sesle gülerken Asaf ağız dolusu küfretti. "Amına koyduğum piçi, illa gel evveliyatımı kadar sik diyorsun!" Bir hışımla Hamza'nın üzerine yürüyüp yakasından tuttuğu gibi onu ayağa kaldırdı. O kadar çok sinirlenmişti ki vücuduna akın eden hayvansı güç yüzünden Hamza'nın parmak uçları yere değmiyordu.
"Zaten yaradan vurmuş sana bir de ben vurmayayım!" diyerek Hamza'yı yere savurdu. "Kaybol gözümün önünden!" Eğer karşısında normal biri olsaydı Asaf'ı hiçbir güç tutamazdı ama söz konusu zihinsel engelli biriydi. Ne kadar sinirli olursa olsun ona vurmayı kendine yakıştırmıyordu.
Asaf onu yere savurduktan sonra elinden bir kaza çıkmasın diye dışarı çıktı. Hamza ise düştüğü yerde bile Asaf'ın çıktığı kapıya büyülü gözlerle bakıyordu. "Çok güçlü," diyerek iç çekti. "Öküzümüz yerine tarlayı bu sürer."
"Oğlum Allah aşkına ağzından çıkanı kulağın duysun." Şehmuz amca onun yanına gidip Hamza'yı yerden kaldırdığında adeta ona yalvarıyordu. "Bizi herkese rezil ettiğin yeter, artık evimize gidelim."
Hamza inat ederek daha sert yere basıp başını iki yana salladı. "Onu almadan gitmem bir yere."
"Hamzacığım sen şimdi git, daha sonra yine gelirsin." Aksa onun yanına gidip kolunu sıvazlayarak tebessüm etti. "O zamana kadar Asaf'ta biraz sakinleşir, konuşup onu evlenmeye ikna edersin."
"Yarın gelsem olur mu?" Hamza düğün konusunda çok sabırsız olduğu için Aksa'ya yaklaştı. "Yarına kadar sakinleşir mi?"
"Sakinleşir." Bunu diyen Gurur'du. Bıyık altında sırıtırken Asaf'ın başına yeni sorunlar açmaktan çekinmiyordu. "Sen yarın sabah erkenden gel, kıyalım nikahı."
"Böyle bir şey yaparsak..." Aksa bunu ciddi ciddi düşünerek baştan ayağa Hamza'yı süzdü. "Bu benim kumam mı olur?" Gözlerinin içi ışıldarken hemen Gurur'a döndü. "Lütfen bunu yapalım!" dediğinde Gurur yüksek sesle güldü. Bazı konularda bu ikisi çok sinir bozucuydu.
Misafirlerimizin çaylarını tazeleyip onları biraz daha ağırladık. Evlerine gitme zamanı gelince onları uğurlamak için hepimiz dışarı çıktık. Dışarıdaki koruma sayısının azaldığını hemen fark etmiştik. Burada sadece Gurur'un adamları vardı. Hamza ve ailesini yolcu ettikten sonra Gurur meraklı gözlerle Ali'ye döndü. "Bolatlı ve adamları nerede?"
"Adamlarını toplayıp gitti abi." Aksa'nın gözleri irice açıldığında daha o bir şey söylemeden Ali ona döndü. "İstanbul'a döndüğünü söyledi."
"Ne demek gitti?" Aksa bunu beklemediği için neye uğradığını anlamamıştı. Gece boyunca Gurur'la bir olup kocasıyla uğraşan o değilmiş gibi tüm keyfi kaçtı. "Hamza'yla olan şeyler yüzünden mi gitti? Bu kadar alıngan biri değil."
"Bunun için gitmedi." Ali onun aklını başına getirmek ister gibi Aksa'nın gözlerinin içine baktı. "Eski karısından bir telefon geldiği için aceleyle gitti." Kuzenimin yüzü bembeyaz kesildiğinde yutkunamadı. Asaf hâlâ eski karısıyla görüşüyor muydu?
Ali kuzenimin değişen yüzüne büyük bir keyif alarak bakıyordu. "Burada sürekli onu aşağılayan, alay eden ve ona nefret kusan bir kadın var. Diğer tarafta ise onu kazanmaya çalışan ve bir şeyleri düzeltmeye çalışan başka bir kadın var." Bir süre susup Aksa'nın bir şeyleri anlamasını bekledi ama daha sonra, "Sen olsan hangi tarafı seçerdin?" diye sordu. "Seni bilmem ama ben, beni iteni değil, kendine çekeni seçerdim."
Ali'nin söylediği her söz Aksa'nın yüzüne tokat gibi çarpmıştı. En küçük bir tepki bile vermeden öylece duruyordu ama tırnaklarını bacaklarına geçirmişti. Bakıldığında hareketsiz ve tepkisizdi fakat Asaf'ın gidişi ve Ali'nin sözleri onu çok sarsmıştı. Hiçbir şey söylemeden hepimize sırtını dönüp kulübeye girdiğinde Gurur çatık kaşlarla Ali'ye döndü. "Senin derdin ne lan!"
"Bir derdim yok." Ali az önce söylediği şeylerden zerre kadar pişmanlık duymadan omuzlarını kaldırıp indirdi. "İş işten geçmeden önce aklını başına getirmeye çalışıyordum." Ona hak vermediğimi söyleyemezdim. Aksa'nın artık gerçekten biraz durup düşünmesi gerekiyordu.
***
Bir ay sonra
Son bir ayda her gün Ordu'da bir yeri gezmiştik. Sabah kahvaltıdan sonra kulübeden çıkıp akşama kadar dışarıda vakit geçiriyorduk. Birlikteyken zaman o kadar hızlı geçiyordu ki hiç sıkılmıyorduk. Gurur yanımda olmadığı zamanlarda köyün kızlarıyla vakit geçiriyordum. Omzum artık eskisine göre daha iyi durumda olduğu için sargı ve bandajları çıkarmıştım.
Yaram yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı ama henüz tam olarak iyileşmediği için fazla zorlamamaya çalışıyordum. Ağır hareketlerde bulunmadığım sürece sol kolumu kullanabiliyordum. Ne yazık ki Asaf bir daha Ordu'ya gelmedi, bunu yapmadığı gibi Aksa'yı da hiç aramadı. Eski karısı onu niçin aradı, Asaf o gece neden aceleyle İstanbul'a gitti, bilmiyorduk.
Aksa'da onu arayıp sormadığı için bu konuda hiçbir şey bilmiyorduk. Aksa olanlar umurunda değilmiş gibi davranıyordu ama umursuyordu. Bizim yanımızda her şey yolundaymış gibi rol yapıyordu ama her yalnız kaldığında uzaklara dalıp gidiyordu. Trajikomik olan şeyse Aksa'nın yeniden temiz birine dönüşmesi. Asaf'ın artık buraya gelmeyeceğinden emin olunca o kirli halinden çıkıp sonunda banyo etmişti.
Tüm kirli kıyafetlerinden kurtulup yenilerini almıştı. Evet, yine odasını ve etrafını dağıtıyordu çünkü genel olarak pasaklı biriydi. Ancak bir zamanlar tanıdığım o Aksa gibi kendine bakıyor, giyim ve kuşamına özen gösteriyordu. Asaf yanında olmadığı için yemek yerken bilerek üzerine dökmüyordu. Ne yazık ki yamuk saçlarından değişen hiçbir şey yoktu. Aksine kuaföre gidip saçının kısa tarafını biraz daha kısaltmıştı.
Köydekiler de ona yamuk saçlı kız demeye başlamıştı. Ne zaman köye insem onu da yanımda götürdüğüm için artık Aksa'yı da tanımaya başlamışlardı. Asaf'tan tamamen kurtulmadan saçlarının kesimini düzeltmeyeceğini biliyordum. Hamza ise ilk iki hafta boyunca her gün kulübeye gelip Asaf'ı görmeyi ummuştu. Onun dönmeyeceğini anlayınca tüm umutları tükenmişti. Nihayet buraya gelmeyi bırakmıştı.
Annem ve babama gelirsek... Onlarla neredeyse her gün konuşuyordum. Benim ısrarlarım üzerine babam buraya gelmemişti ama bir ay önce buraya yüz adamını göndermişti. Babamın beni koruması için en iyi adamlarını göndermesi Gurur'u delirtmişti. Bunu kendine bir hakaret olarak gördüğü için çok sinirlenmişti.
Babamın bu hamlesi ona karısını bile koruyamayan bir adam gibi hissettirdiği için küplere binmişti. "Karımı korumak için onun adamlarına ihtiyacım yok!" diyerek az kızmamıştı. Babamın adamlarını geri göndermeye kalkışmıştı ama buna izin vermemiştim.
Bunu yaparsa babamdan yeni bir atak geleceğini bildiğim için Gurur'a engel olmuştum. Babamın içi böyle rahat edecekse o zaman tamam, gönderdiği adamlar benimle kalabilirdi. Zor olmuştu ama Gurur bir şekilde o adamları görmezden gelmeye başlamıştı. Bunun dışında herhangi bir aksilik yoktu. Gurur benim için kulübenin bahçesine bir salıncak yapmıştı. Bu beni çok mutlu eden bir jestti.
Gurur şu anda içeride Salim kaptanla çay içip sohbet ediyordu. Bende ağır hareketlerle salıncakta sallanıp telefonda takılıyordum. Esvet'in WhatsApp'tan açtığı Genetik Karma grubunda kuzenlerimle yazışıyordum. Esvet'in üç haftadır yurtdışında olduğunu bile daha yeni öğreniyordum. Gruba yazana kadar bundan haberim olmamıştı.
"Esvet yurtdışında ne işin var?" diye yazıp gönderdim.
Yukarıda Esvet yazıyor yazısıyla bakışırken Nihat'tan yanıt geldi. "Hanımefendi burada çok sıkılmış, tatile çıktı."
"Umarım hiç dönmez." Bunu yazan Kılıç Aslan'dı.
Esvet'in mesajı geldi. "Evdeki yabanilerden gına geldi kuzen, bir süre Amerika'dayım." Hemen ardından bir fotoğraf atıp Kılıç Aslan'ın son yazdıklarına atıfta bulundu. "Belki de hiç dönmem, yeni sevgilim nasıl?"
Aksa salıncağımın bağlı olduğu ağacın gölgesinde oturduğu için gözlerini büyüttü. "Yuh!" dedi hayretle. O da şu anda Genetik Karma grubundaki mesajları okuduğu için şaşkınlıkla bana bakıyordu. "O manyağın attığı fotoğrafı gördün mü?" Görmemem mümkün değildi.
Esvet'in attığı son fotoğrafla grup bir anda sessizleşmişti, muhtemelen herkes bizim gibi şaşkınca ekrana bakıyordu. Fotoğrafta Esvet kendi gibi güzel bir kızla dudak dudağaydı. Ne yazık ki konu Esvet olunca hiçbir şey beni şaşırtmıyordu. Aksa bana fotoğrafı gösterip, "Kuzenin kadınlardan mı yoksa erkeklerden mi hoşlanıyor?" diye sordu. "Dün gruba attığı fotoğrafta da bir erkekle öpüşüyordu."
"Bu hareketleri birinden intikam alır gibi ölçüsüz. Sanki birine çok sinirlendiği için tüm bu şeyleri yapıyor."
Esvet'in attığı fotoğraftan sonra ekranda bir yazı belirdi. Kılıç Aslan, Genetik Karma grubundan ayrıldı.
Esvet, Kılıç Aslan kişisini ekledi.
Kılıç Aslan, Genetik Karma grubundan ayrıldı.
Esvet, Kılıç Aslan kişisini ekledi.
Esvet bir türlü onun gruptan çıkmasına izin vermeyince Kılıç'ın yazdıkları fazla tersti."Şu siktiğim gruba beni ekleyip durma!"
Esvet, "Üçüncü kez çıkarsan bir daha yalvarsan da seni gruba almam," diye yazdı.
"Çok da sikimdeydi!"
Yüzümü buruşturarak hemen tuşlara bastım. "Şu grupta bir daha küfrederseniz bu sefer ben çıkarım."
Aksa, "İskender hangi cehennemde?" diye sordu.
Nihat önce alnına vuran bir adamın Gif'ini attı daha sonra da, "Bugün onun nöbeti bizim biraderde," diye yazdı. "Zaza ses ver, oğlum evden çıkalı kaç saat oldu. Yine nezarete mi düştünüz?"
"Kapalı cezaevlerinden birinin önündeyiz," diye cevap verdi Zaza. "İskender ağa bizi yine kodese tıktırmasın diye onu buraya getirdim."
"Neden?" diye sordu Aksa. "Onu neden bir cezaevine götürdün?"
"Hapishanelerin ne kadar kötü bir yer olduğunu ona göstermek için! Ama bu mal herif içeri girmek ister gibi bir saattir iç çekerek cezaevinin kapısına bakıyor." Zaza'nın yazdıklarına Aksa ile aynı anda güldük. İskender'i oraya götürmek büyük bir hataydı.
"O herif içeri girmenin bir yolunu bulmadan hemen onu uzaklaştır oradan," dedi Nihat. "Adamı hep olmak istediği bir yere götürürken aklından ne geçiyordu?"
"Ya ne yapsaydım?" diye yazan Zaza'nın mesajı iğneleyiciydi. "Senin yaptığın gibi onu bir pavyona mı götürseydim?"
"O yaptığın çok büyük bir yanlıştı kuzen." Esvet'in yazdıklarını okuyunca Nihat'a kızdığını düşündüm ta ki yeni mesajını okuyana kadar. "Bende orada olmalıydım!"
Esvet'in çılgınlıklarına daha fazla dayanamadığım için telefonu kapattım. Aksa ayağa kalkıp elbisesinin arkasını silkeledi. "Köye iniyorum geliyor musun? Sümbül ve diğer kızlarla çarşıya ineceğiz."
"Ben gelemem Gurur'la denize açılacağız." Ona kulübeyi gösterdim. "Birazdan dışarı çıkar, istersen sende bizimle gel."
Ağaca astığı çantasını alırken başını iki yana salladı. "Kocanla uğraşmaktansa kızlarla vakit geçirmeyi yeğlerim." Yanıma gelip yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Yaranı çok zorlama." Bunları söyledikten sonra gitti.
Nisan ve Yağmur'a baktığımda sesli söylememe gerek kalmadan Aksa'nın peşine takılmışlardı. Yanında olup en küçük tehlikeye karşı onu korumalılardı. Salıncağımda sallanmaya başladığımda hafifçe esen rüzgâr beyaz elbisemin eteklerini uçuşturuyordu. Ali bir süredir bahçenin tenha bir yerinde telefonla konuşuyordu. Yanında Yalçın'da vardı ve ikisinin yüz ifadesi fazla ciddiydi.
Bulunduğum yerde onları görebildiğim için sesimi biraz yükselterek, "Her şey yolunda mı?" diye sordum.
Sesimi duyunca ikisi de konuşmayı bırakıp bana doğru gelmeye başladılar. Yalçın içimi rahatlatmak için küçük bir tebessümle, "Endişelenecek bir şey yok, Farah Hanım," dedi. "Her zamanki şeyler."
Yalçın ona çarpmayacağım bir yerde durduğunda Ali arkama geçip beni sallamaya başlamıştı. "Çocuk gibisin, kaç gündür şu salıncağa yapışıp kaldın." Hem sallıyordu hem de beni azarlıyordu. "Her fırsatta şuna oturmaktan ne buluyorsun, anlamıyorum." O da her fırsatta beni sallıyordu, hem de daha ben söylemeden.
"Birazdan Gurur'la denize açılacağız." Ali beni öne doğru her ittiğinde rüzgârı yüzümde daha çok hissettiğim için gülümsüyordum. "Sence orada balık tutar mıyım?"
Arkamda homurdanarak, "Sendeki bu şansla kesin deniz hıyarı tutarsın," deyince kahkaha attım. Gülmemin nedeni daha önce bunun başıma gelmesiydi.
Gurur ve Salim kaptan kulübeden çıkınca Ali ve Yalçın yanımdan ayrılmıştı. Gurur'un yeşil gözleri beni bulduğunda dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. Saçlarımın üzerine taktığım çiçekli tacı yeni gördüğü için bakışları bir süre saçlarımda oyalandı. Papatyalardan yaptığım tacı bana yakıştırmış gibi bakıyordu.
Gurur beni izlerken Salim kaptanın ona attığı manidar bakışların farkında bile değildi. Büyülenmiş gözlerle bana bakması kalbimi eritiyordu. Yanıma gelip bana elini uzattı. "Hazırsan gidelim."
Elini tutarak salıncaktan inip ona kulübeyi gösterdim. "Teknede acıkırsak diye bizim için bir sepet hazırladım."
Başını hafifçe omzuna doğru eğdiğinde gülüşünü saklamaya çalıştığını anladım. "Teknede de mi piknik yapacağız?" Yeşil gözlerindeki parıltılarla bana baktı. "Bir tecrit odasına bile bir sepetle geldiğini düşünürsek piknik yapmayı gerçekten çok seviyorsun."
"Evet, öyle." Onu bırakıp kulübeye doğru yürüdüm. "Denizin ortasında karnın acıkırsa seni neyle doyuracağımı düşünmek istemiyorum. Bu yüzden bir sürü yiyecek hazırladım."
"Balık tutarız."
"Umarım bu konuda benden daha yeteneklisindir," dedikten sonra kulübeye girdim.
Mutfak masasının üzerinde duran piknik sepetini alıp dışarı çıktığımda Gurur ve Salim kaptan beni bekliyordu. Kasabaya ineceğimiz için kaptanı biz bırakacaktık. Tepeyi inerken Gurur sepeti bana taşıtmayarak elimden almıştı ama tembel herif kendi de taşımadı. Sepeti arkamızda bizi takip eden adamlarından birine vermişti. Salim kaptan bizimle tepeyi inerken dizlerini tutunca yanına gittim. "Amca iyi misin?"
"Yaşlandık artık gelin, bu yorgun bacaklar eskisi gibi değil." Bana tebessüm ederek yürümeye devam edince ona eşlik ettim. Buraya geldiğim ilk gün herkese gösterdiğim o cazgırlığım artık yoktu. Son bir aydır Salim kaptanla daha çok vakit geçirdiğim için birbirimizi tanıma fırsatımız olmuştu. En azından artık benim burnu havada şımarık biri olduğumu düşünmüyordu.
Aşağıya inip arabalara geçerek kısa sürede yola çıktık. Yol boyunca Gurur ve Salim kaptanın sohbeti hiç kesilmemişti. İkisinin arasındaki ilişki daha çok baba oğul gibiydi. Gurur gerçekten ona çok büyük saygı duyuyor ve onun tavsiyelerini dinliyordu. Salim kaptanı kasabaya bıraktıktan sonra iskeleye gelmiştik.
Gurur tekne gezimizde kimsenin bizi rahatsız etmesini istemediği için tüm korumaları arabaların yanında bırakmıştı. Bundan gerisini yalnız devam edeceğimizi söyleyince ona zorluk çıkarmadım. Gurur bir elinde piknik sepetini tutarken diğer elinde sigarası vardı. Onun yanında yürürken aramızdaki mesafe açılmasın diye adımlarını küçük atıyordu.
İskeleye doğru yürürken karşımıza çıkan balıkçılar Koçari diyerek Gurur'a selam veriyor, ayaküstü onunla kısa sohbet ediyorlardı. Gurur'la ilk kez denize açılacağım için kalbimde tatlı bir heyecan vardı. İskele boyunca uzanan yolda denizin tuzlu kokusunu solumuş, martıların şarkısını dinlemiştim. Sonra bir şey oldu, adımlarımı durduran, beni olduğum yere çivileyen ve nefesimi kesen bir şey...
"Gurur," diye fısıldadığımda gözlerimi dahi kırpmadan tam karşıma bakıyordum. Gördüğüm şeyin gerçekliğini sorgularken birkaç kez yutkunmuştum.
Baktığım şey bir tekneydi ama sıradan bir tekne değil. Bembeyaz gövdesiyle suyun içinde süzülen bu teknenin beni bu kadar etkilemesinin bir nedeni vardı. Sanki bu tekne bana aitmiş gibi teknenin baş tarafında Haraf yazıyordu. Nefesim kaburgalarımın arasında sıkışmıştı. Bu ismi bir teknenin üzerinde görmek ayaklarımı yerden kesmişti.
Hepsi bu da değildi, çok daha fazlası vardı. Nazlı bir kuğu gibi suda süzülen teknenin yan tarafında bazı işlemeler vardı. Rüzgârın dansını andıran kıvrımlı ince çizgileri aklıma lodosu getirmişti. Bu teknede beni çağrıştıran bir ismi ve sembolü görmek beni çok etkilemişti. "Beğendin mi?" Gurur'un ilgili sesiyle ona döndüğümde gözlerini dahi kırpmadan beni izliyordu.
Gözlerimin sık sık kaydığı tekneyi ona göstererek başımı salladım. "Çok güzel."
"Senin."
Hızla Gurur'a döndüğümde basit bir şeyden bahseder gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ali'den duyduğuma göre son doğum günün hediyem eline ulaşmamış, onun telafisi gibi düşün." Hangisine daha çok şaşıracağımı bilemedim. Bana geçmiş bir doğum günü hediyesi almasına mı yoksa bu hediyenin bir tekne olmasına mı? Gerçek anlamda şoke olmuştum.
"Gurur," diye mırıldandığımda içimde fırtınalar kopmaya başlamıştı. "Kimse kimseye doğum günü hediyesi olarak bir tekne almaz."
"Sen alelade birinin kimsesi değilsin, Farah." Bana nasıl hissettirdiğinden habersiz gözlerinden taşan bir ışıkla beni izliyordu. "Nazlı karıma ne alsam az kalır."
Gülümseyerek tekneye doğru yürüdüm. "Bu şimdi benim mi?"
Bedenime sığmayan bir mutlulukla iskelenin kenarında durup elimi uzattım. Tekne ona dokunacağım bir mesafede değildi ama istemsizce elim ona doğru uzanmıştı. Küçük bir çocuk gibi heyecanlı ve coşkuluydum çünkü bu bana Gurur'un hediyesiydi. Beni mutlu eden pahalı bir hediye olması değildi, Gurur'un beni düşünerek bunu almasıydı.
Bana küçük bir çiçek alsaydı bile aynı tepkiyi vereceğimi iyi biliyordu. Gurur'a döndüğümde elindeki telefonu hemen arkasına saklayınca neredeyse gülecektim. Yine fotoğrafımı çekiyordu, değil mi? Son bir ayda gizli gizli o kadar çok fotoğrafımı çekmişti ki, galerisi fotoğraflarımla dolu olmalıydı.
Küçük adımlarla yanına gidip karşısında durduğumda istemsizce hep gülümsüyordum. "Ne diyeceğimi bilemiyorum." Yaşadığım heyecandan kelimeler boğazıma dizilip sesimi titretiyordu.
Gurur elindeki sepeti yere bırakarak telefonunu cebine koydu. Mutluluktan dolayı konuşacak durumda olmadığımı görünce gözlerinde haylaz ışıltılar belirdi. "Söylemen gereken şeyler şunlar: Hediyene bayıldım canım. Senin gibi bir adama sahip olduğum için çok şanslıyım." Kaşlarını yavaşça yukarı kaldırdı. "Eksiğim var mı?"
"Var," dedim safça. "Ben sana hiç canım demedim." Bir kez dışında.
Kızar gibi bir ses çıkartıp burnumun ucuna hafifçe vurdu. "Sende haklısın, bize hödükten başka bir şey dediğin yok ki."
Gülerek ileri atılıp parmak uçlarımdan yükseldim ve yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Hediyene bayıldım canım. Senin gibi bir adama sahip olduğum için çok şanslıyım."
"Şunu daha inanarak söyler misin, Nemrudun kızı?" İri elleri belimi kavradığında sadece bana dokunmasıyla bile titredim. "Şimdi daha içten bir şekilde tekrar et."
Kollarının arasında dururken kıkırtıma engel olamadım. "Bana zorla söylettiğin şeylere gerçekten inanacak mısın?"
Başını eğip ikimizin yüzünü hizaladığında gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Şu zamana kadar bunu anlaman gerekiyordu. Dudaklarından çıkan her şeye çok kolay inanırım, Farah." Kalbim teklediğinde kollarının arasındaki titreyişlerim artmıştı.
"Sana sahip olduğum için kendimi şanslı hissetmediğim tek bir günüm bile yok." Kalbimden taşan sözcükler dudaklarımdan benden bağımsız dökülmeye başlamıştı. Burnumu burnuna sürterek dudaklarına karşı fısıltıyla, "Gurur," dedim. "Seni gerçekten çok seviyorum."
Dudağının köşesi kıvrıldığında mutluluğum bulaşıcı olmalı ki bedenlerimizin temasından ona geçiyordu. Ya da onu mutlu eden asıl şey dudaklarımdaki gülümseme ve ona olan bakışlarımdı. Uzanıp yanağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra kollarının arasından çıktım.
Sabırsız adımlarla tekneye yürüdüğümde Gurur arkamdan, "Hepsi bu mu?" diye homurdanıyordu. "En azından iyi bir öpücüğü hak ediyordum." Etrafta bu kadar insan varken onu dudaklarından öpmezdim.
Gurur teknenin halatlarını çözerken sessizlik içinde onu izliyordum. Sarı saçlarına güzel bir ışıltı katan güneş tam tepedeydi. Beni kaybetmekten korkarcasına ara ara başını çevirip bana bakıyordu ve beni gördükçe yeşil gözlerindeki pırıltı daha da artıyordu. Halatları çözdükten sonra tekneye bindik. Gurur kaptan köşküne geçtiğinde hemen arkasında onu takip ediyordum. Tekneyi o mu kullanacaktı?
İri parmakları dümeni kavradığında diğer eli motoru çalıştırdı. Sırtımı kapı kirişine yaslayıp onu izlerken bir tekneyi çalıştırmak onun için çocuk oyuncağı gibi görünüyordu. Tekne önce yavaşça titredi sonra da masmavi suyun içinde süzülmeye başladı. Gurur tekneyi iskelede çıkartırken beden dili rahat, dümene de hakimdi. Bakışları ufka sabitlendiğinde gözlerinin yeşilinde kendinden emin birinin o kararlı tavrı vardı.
Onu yalnız bırakıp dışarı çıktım. Ben etrafta koşuşturup büyük bir heyecanla teknenin her yerini keşfederken, Gurur benim kaptanlığımı yapıyordu. Tekneyi kullanması beni hiç şaşırtmamıştı çünkü o kuzeyin oğluydu, deniz onun en büyük tutkusuydu. Buradaki tüm balıkçıları tanırken bir tekneyi kullanmak onun için zor olmamalıydı.
Gurur dümeni kullanırken bende ayağımdaki ayakkabıları çıkardım. Tekne denizi ikiye ayırarak ilerledikçe kıyıdan uzaklaşıyorduk. Çıplak ayaklarla güverteye basarak pruvaya doğru yürüdüm, yani teknenin uç kısmına. En uçta durup denizin tuzlu kokusunu içime çekmeye başladım. Kollarımı iki yana açtığımda esen rüzgâr saçlarımı ve beyaz elbisemin eteklerini uçuşturuyordu.
Bedenimi rüzgâra teslim ederken gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Sanki deniz ve rüzgarla bütünleşiyordum. Bu öylesine güzel bir histi ki özgürleştiğimi hissettim. Tuzlu havanın esintisi tenime değdikçe biraz ürperiyordum ama bu hissin son bulmasını da istemiyordum. Başımı çevirip arkaya baktığımda gözlerim Gurur'un bakışlarıyla kesişti. Dümende olmasına rağmen gözlerindeki o yoğun aşkla beni izliyordu.
Dudaklarının köşesi hafifçe yana kıvrıldığı için gülümsemesi belirsizdi ama gizli tebessümünün parıltısı gözlerine yansıyordu. Etrafında olduğum anlarda gözlerini benden alamıyordu. Ona gülümseyerek önüme döndüm ve kollarımı daha da açtım. Gurur'un varlığı bana kendimi kuş gibi özgür ve güvende hissettiriyordu. Onun yanında dünyanın ne kadar karanlık bir yer olduğunu unutuyor ve yarınlara daha umutla bakıyordum.
Bir süre sonra tekne artık açık denizin ortasındaydı. Yumuşak dalgaların arasında hafifçe sallanıyordu. Gurur motoru en düşük vitese aldığında yanıma gelmeye hazırlandığını anladım. Tekneyi rüzgârın akışına bırakarak dümenden çıkmıştı ama elinde iki olta ve bir kovayla. Yanıma gelip oltalardan birini bana uzattığında bakışlarında apaçık bir meydan okuma vardı. "Balık tutmak sabır ister, o kadar dayanacağından emin değilim."
Oltayı alırken bu konuda rekabete girmekten kaçınarak gülümsedim. "Sabırdan yana sorun yok ama balık tutmak konusunda kendime hiç güvenmiyorum." Babamla ne zaman denize açılıp balık tutmaya çalışsam oltama hep saçma sapan şeyler takılırdı.
İpin ucundaki kancaya yem takıp suya attıktan sonra oltalarımızı teknenin yanındaki yuvaya sabitledik. Gurur elektronik çakmakla sigarasını yakarken bende teknenin kenarında durup ona denizi gösterdim. "Hava çok güzel biraz yüzelim mi?"
Sigaranın dumanını içine çekerken sol omzumu gösterdi. "Henüz yüzeceğin kadar iyileşmedin."
"Yüzmek sadece kollarla olan bir şey değil." Başımı omzuma yatırarak baştan ayağa onu süzdüm. "Denizde bana eşlik edersen omzumu fazla zorlamam." Bakışlarımı yüzüne çıkardığımda ifadem iğneleyiciydi. "Ama sen benimle denize girmezsin, değil mi? Bunu yapman için önce üstünü çıkarman gerekecek." Ve o, benim yanımda hiç soyunmazdı.
"Neyi ima ediyorsun?" İşi alaya vurarak tek kaşını yavaşça yukarı kaldırdı. "Yanında soyunmamı mı istersin?" Beni utandırmaya çalışarak onun için tatsız olan bir konuyu kapatmak istiyordu.
"Evet," dememi hiç beklemiyordu ama onu şaşırtarak bunu söyledim. "Üç yıldır evliyiz ama benim yanımda hiç üzerini değiştirmedin." Meraklı bakışlarım kısıldı. "Benden ne saklıyorsun, Gurur?"
Ne söylemeye çalıştığımı çok iyi anlamasına rağmen alaycı tavrını sürdürdü. Sırtını teknenin kenarındaki demirlere yaslarken umursamaz görünmeye çalışıyordu. "Bir şey sakladığımı da nereden çıkardın?" Parmaklarının arasındaki sigarayı etli dudaklarına yaklaştırıp dumanı ciğerlerine çekti. Bunu yaparken gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu.
İçine çektiği duman, dudaklarının arasından süzülürken kirpiklerini hafifçe titretmişti. "Yanında soyunmamamın tek nedeni fazla utangaç olman." Omuzlarını hafifçe kaldırıp indirdi. "Sakladığım bir şey yok."
"Öyleyse gömleğini çıkarmayı sorun etmezsin, değil mi?" Bunu ona sorarken aramızda altı adımdan fazlası vardı. Üzerine giderken tepkisini kestiremediğim için aramızdaki mesafeye güveniyordum. "Pantolon kalsın sadece gömleğini çıkar."
Omuzlarının hareketinden gerilmeye başladığını anladım. Yüzündeki eğlenen ifadesi kaybolduğunda son derece ciddi bir şekilde bana bakıyordu. "Bunu neden istiyorsun?"
"Biz evliyiz, Gurur." Bir konuda ona baskı kurarken sesimi oldukça yumuşak çıkarmaya çalışıyordum. "İstediğimde seni üstsüz görebilmeliyim."
"Bende öyle." Bu olaydan sıyrılmanın tek yolu beni utandırmaktan geçtiği için üzerimdeki elbiseyi gösterdi. "Çıkar onu."
Arkaya doğru adımlar atarak başımı iki yana salladım. "Bunu yapmayacağım."
"Kendin yapmadığın bir şeyi benden isteme."
"Ama sen bana kıyasla daha arsız ve utanmazsın."
Gözlerimin içine derin bir kinayeyle bakıp, "Her konuda değil," demesiyle yutkundum. Sırtında ne saklıyorsa onu utandıran tek şey buydu.
Kendime düşünme payı vermeden aklımdaki soruyu patavatsız bir şekilde sordum. "Leyla'yla birlikte olurken o gömlek çıkmıyor muydu?"
Ona Leyla'yı hatırlatmamla tüm keyfi kaçtığı için kaşları çatılmıştı. Sert bakan gözlerinde ciddi bir uyarı vardı. "Farah seni buraya Leyla kompleksini konuşmak için getirmedim. Tek istediğim karımla biraz zaman geçirmek."
Kendimi savunma ihtiyacı hissederek, "Leyla kompleksim yok," dediğimde soğuk ve keyiften uzak bir şekilde güldü. Gülüşünün ne kadar yapmacık olduğunu görebiliyordum. "İnan bana Leyla kompleksin olduğunu senden daha iyi biliyorum. Yanında onun adını geçirmediğimde bile kendini onunla kıyasladığının farkında değil miyim sanıyorsun?" Boğazım düğümlendiğinde sözlerine karşılık olarak tek kelime edemedim.
"Kurtul artık şu kuruntularından, Farah." Bunu söylerken sesi rica eder gibi çıkmıştı. Bulunduğu yerden sigarasını içerek beni izlerken sıkıntıyla soludu. "Leyla geçmişte kaldı, sürekli onunla neler yaptığımı düşünme. Ne yaşandıysa hepsi geçmişte kaldı. Benimle yeni bir sayfa açmak senin için bu kadar mı zor?"
Normalde ısrarcı bir kadın değildim. Uzatma dediklerinde uzatmam, sus dediklerinde susardım. Ancak bu sefer bir konuda ısrarcı olarak üzerine gitmeyi sürdürdüm. "Soruma cevap vermedin." Gözlerinin içine bakarak üzerindeki gömleği gösterdim. "Onunla birlikte olurken o gömlek çıkar mıydı?"
Bana hiç göstermediği sırtını Leyla'nın görüp görmediğini bilmek istiyordum. Bir konuda haklıydı, bende Leyla kompleksi vardı ama bu kompleksi öylece edinmemiştim. Evliliğim boyunca ölen bir kadının hayaleti aramızdan hiç çekilmediği için ister istemez bazı kompleksler edinmiştim. Gurur bana kızıyordu ama beni bu hale getiren de oydu. Leyla'nın intikamı için benimle evlenmişken kendimi Leyla'yla kıyaslamamamı nasıl beklerdi?
Leyla konusunu açarak canını yeterince sıkmışken bir de üzerine sorduğum soru onu iyice kızdırmıştı. Kaşlarının kavisi çatıldığında sadece sert bakışlarıyla bana durmam gerektiğini anlatıyordu. Ancak ben durmayıp üzerine gitmeyi sürdürdüm. Bu sefer daha açık sözlü davranarak, "Onunla sevişirken gömleğin üzerinde oluyor muydu?" diye sordum.
"Hayır!" dedi sertçe. Artık bu konunun kapanmasını istediği için farkında olmadan sesini yükseltmişti. Ters gözlerle bana bakarken çenesini sıkıyordu. "Gömleğimi çıkartırdım çünkü o anlarda ışıkları hep kapatırdım!" Bunları sesli söylemekten bile rahatsız olduğu için güverteden çıkıp kaptan köşküne doğru yürümeye başladı. "İnsanın tadını kaçırmakta üstüne yok!"
"Senin de bana karşı hiç tahammülün yok." Sırtıyla bakışırken dolan gözlerim, gözpınarlarımı zorluyordu. "Benim hakkımda istediğin her soruyu sorabiliyorsun. Çekinmeden geçmişimi kurcalıyor ve karşıma geçip her şeyi rahatlıkla dile getirebiliyorsun."
Gözlerimden bir damla yaş süzülürken bu fevri hareketleriyle bana nasıl hissettirdiğinin farkında bile değildi. "Tepkinden korkup çekinmeden sana hiçbir şey soramıyorum." Adımları durduğunda öylece kalakalmıştı ama bana doğru dönmedi.
Gerilen sırt kaslarını izlerken hayal kırıklığı içinde, "Bu evlilikte soru sorma hakkım bile yok," diye fısıldadım. "Sanki senin kurma bebeğinim. Seni hiç sorgulamayan, işlerine karışmayan ve hayatını zorlaştırmayan kurma bebek..." İçim acıyarak akan bir damla gözyaşımı sildiğimde yerine yenisi akıyordu. "Bazen düşünüyorum, bana gelmenin nedeni sana sunduğum konfor mu?"
Bana doğru dönüp bir şey söylemesini bekledim ama bunu yapmadı. Sadece bir süre öylece kaldı, daha sonra da yürümeye devam ederek kaptan köşküne girdi. Bana iyi hissettirecek hiçbir şey söylememişti. Hüsrana uğrayarak önüme dönüp teknenin kenarına yaklaştım. Demirlere tutunarak yukarı çıktım ve bir bacağımı dışarı uzattım. Kendimi toparlamak için biraz yüzmek istiyordum.
Önce üzerimdeki elbiseyi çıkarmak istedim ama bunu yapmaktan vazgeçtim. Ben onu üstsüz göremiyorsam o da beni görmeyi hak etmiyordu. Yüzmeyi sevdiğim için tam denize atlayacaktım ki arkadan bir kol belime dolandı. Bir anda geriye çekildiğimde daha ben ne olduğunu anlamadan kendimi Gurur'un kucağında bulmuştum. Geri dönmüştü.
Aşağıya inmek için çırpındığımda beni daha sert göğsüne bastırdı. "Benim için bir konfor alanı değilsin." Başını iki yana sallayarak beni inciten düşünceleri aklımdan çıkarmak istedi. "Farah istediğim şey parmağımda oynatacağım bir kukla olsaydı dışarıda sürüsüyle bulabilirdim."
Yavaşça beni ayaklarımın üzerine bıraktığında tam karşımda duruyordu. Artık aramızdaki tüm sorunlara açıklık getirmek istediğini görebiliyordum. "Sana kapılmamın nedeni her şeyi kolaylaştırman veya uysallığınla bana sağladığın konfor değil."
Bana yaklaşıp çenemi tutarak başımı kaldırdı. İki parmağının arasına sıkıştırdığı çenemi hafifçe okşarken gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Huyun suyun her şeyin benim gibi bir adama ters. Ben siyahsam sen kar gibi beyazsın." Parmakları çenemden süzülerek yanağımı buldu. "Kurdu bir tek yediği ayaz düşürür ve sen lodossun, sonumu getirecek o yegâne şey..."
Parmaklarının tersiyle yanağımı tüy gibi okşarken dudaklarıma karşı mırıldandı. "Normalde bir kadında nefret edeceğim çoğu şeye sahipsin ama ben o yönlerini bile çok seviyorum." Ondan duyduklarım yüreğimi ısıtıp ayaklarımı yerden kesiyordu. Gurur ise küçük bir tebessümle beni izleyip parmaklarını yüzümde gezdiriyordu. "Sende nefret ettiğim tek bir şey yok ama sevdiğim şeyler saymakla bitmez."
Ilık nefesi dudaklarıma çarparken artık bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak ister gibi, "Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum, sonra da sonsuza kadar bu konuyu kapatacağız," dedi. Bakışları keskinleştiğinde yüzünde ciddi bir ifade belirdi. "Leyla'yı hiç sevmediğimi iddia ederek sana yalan söylemeyeceğim." Bir kez daha başını iki yana sallayarak kaşlarını yavaşça çattı. "Bende yalan olmaz, ne söylüyorsam gerçek odur."
Önce yüzümdeki eli benden uzaklaştı, daha sonra da kendi... Arkaya doğru iki adım atarak onu daha iyi görebileceğim bir mesafede durdu. "Onu sevdiğim zamanlar oldu ama hepsi bundan ibaret değil. Bazen birbirimizi sevdik, bazense nefret ettik. Onunla yaşadığımız şey sıradan bir ilişki değildi."
Susarak bana nasıl zarar verdiğini ve bu evlilikte hiç söz hakkım olmadığını düşündüğümü nihayet anlamıştı. Ona geçmişi hakkında soru sormaya bile korktuğumu yeni anlıyordu. Bu yüzden tüm yasakları çiğneyerek benim için geçmişinin kapılarını aralıyordu. Bunu yapmanın onun için ne kadar zor ve sancılı olduğunu biliyordum çünkü bahsi geçen kişi artık yaşamıyordu.
Gurur cebinden sigara paketini ve çakmağı çıkartarak teknenin kenarında durdu. Ateşe bakamadığı için elektronik çakmakla sigarasını yakarken onu izliyordum. Sigaranın dumanını içine çekerek bakışlarını uçsuz denize çevirdi. "Onu ilk kez evinin bahçesinde görmüştüm. Ağır yaralıydım ve o, gecenin bir yarısı olmasına rağmen yağmurda ıslanıyordu."
Kısa bir an omzunun üzerinden bana bakıp yorgunca gülümsedi. "Senin korktuğun yağmuru o çok seviyordu. Her konuda birbirinize o kadar terssiniz ki, tek bir ortak yanınız yok."
Yeniden önüne dönüp denizi izlemeye başladığında çok düşünceliydi. "Onu ilk kez gördüğümde hiçbir şey hissetmedim çünkü yaralıydım ve düşündüğüm tek şey hayatta kalmaktı. Üç ay sonra gözlerimi bir hastanede açtığımda yine ilk gördüğüm o olmuştu fakat o zaman bile hiçbir şey hissetmemiştim."
Omuz silktiğinde dudaklarında sahteliği anlaşılan bir gülümseme belirdi. "Daha on yedi yaşındaydım ve gönül işleri düşünmem gereken son şey bile değildi. Önceliğim hayatta kalıp Melek'i o yurttan çıkarmaktı." Tüm bunlar yıllar öncesine ait anılar olduğu için hatırlamak için zihnini zorladı. "Sanılanın aksine benim için Leyla'yı sevmek kendiliğinden olan bir şey değildi. Ailesi ölene kadar ona o gözle hiç bakmamıştım."
Denizin tuzlu rüzgârı parmaklarının arasındaki sigaranın dumanını titretirken Gurur iç çekti. "Ailesi hayatımı kurtardı diye öldü. Şeref gözünü bile kırpmadan onun anne ve babasını öldürdüğünde buna engel olamadım." O yılları hatırlamasıyla burnunun direği sızlamış gibi başını eğmişti.
"Babası son nefesinde kızını bana emanet etti. Hayatımı kurtarmasının karşılığında benden istediği tek şey bu olmuştu. Artık bakmam gereken sadece Defne'nin emaneti değildi." Sadece Melek'in değil, Leyla'nın da sorumluluğunu almak zorunda kalmıştı.
Omuzlarında dünyanın yükünü taşıyormuş gibi geniş omuzları içe doğru büküldü. "O günden sonra elimden geldiğince Leyla'nın yanında olup onu korumaya çalıştım. Ona karşı kendimi mahcup ve sorumlu hissettiğim için neye ihtiyacı varsa vermeye çalıştım. Kendimi buna o kadar şartladım ki bir süre sonra her şey Leyla ve onun isteklerine dönüştü."
"Onu ilk ne zaman sevmeye başladım, biliyor musun?" Gözlerimin içine bakarak bir süre sustu fakat daha sonra yorgun bir nefesle dudakları aralandı. "Beni sevdiğini anladığımda..." Duyduklarım kaskatı kesilmeme neden oldu.
Leyla'nın ihtiyaçlarını hayatının merkezine koymuştu. Leyla'nın hislerine karşılık almaya ihtiyacı vardı ve Gurur'da bunu yapmıştı. Çünkü onun için bu da karşılaması gereken bir ihtiyaçtı ama onun değil, Leyla'nın ihtiyacı.
"Başlarda her şey oynamam gereken bir roldü," diyerek önüne döndü. Kollarını teknenin demirlerine yaslarken boş gözlerle denizin hırçın dalgalarını izledi. "Üstlendiğim rolü o kadar iyi oynadım ki bir süre sonra sadece Leyla'yı değil, kendimi de kandırmaya başladım."
"Sanki bir evcilik oyununun içindeydik." Kirpikleri kapandığında yumduğu gözlerini açmadan derin derin nefesler aldı. Denizin tuzlu kokusunu içine çekerken, "İyi zamanlarımızda oldu birbirimizi yıprattığımız anlarda," diye mırıldandı. "Onu hiç sevmedim diyemem, sevmiştim. Belki de kendimi sevmeye şartladım, bundan hiçbir zaman emin olamayacağım."
Yumduğu gözlerini aralayıp yeniden denizin maviliğine dalıp gitti. "Ama bazen ikimizin de canıma tak ediyordu. O yeterince sevilmediğini düşünüyordu, bende daha fazlası için çabalama gereği duyuyordum." Leyla'yla yaşadığı her şey bir bir gözlerinin önünde beliriyormuş gibi yüzü kederlenmişti. "Bir süre sonra aramızdaki şey eşine benzerine rastlamayacağın toksik bir ilişkiye dönüştü."
Yanında durup merakla, "Nasıl?" diye sorduğumda sesim yine çok kısık çıkmıştı.
"Bir ilişkide olmaması gereken her şey vardı." Gözlerimin içine endişe verici bir duyguyla bakıp, "Hem de her şey," deyince ürperdim. Bu da ne demekti?
Gurur detaylara çok girmeyerek üstü kapalı bir şekilde beni geçiştirdi. "Birimiz ayrılmak istediğinde diğeri hep ona engel oluyordu. Sikik bir döngünün içine girmiştik. Daha sonra ilişkimizi rayına oturtmak için farklı yollar aradık. Çift terapileri veya birbirimize daha çok zaman ayıracağımız etkinlikler." Umarsızca omuz silkti. "Madem birbirimizden ayrılamıyorduk o zaman aramızdaki şeyi daha canlı tutmalıydık. Evlilik ve çocuk da bunlardan biriydi."
Anlatacakları bunlardan ibaretmiş gibi kollarını yasladığı demirlerden çekerek bana döndü. "Leyla'yla olan on bir yıllık ilişkimizde karşılıklı birbirimizi tükettik, yorduk ve bezdirdik. Bu konuda tek bir suçlu yoktu, ikimizde kendimize göre haklı ve suçluyduk." Gurur'da en takdir ettiğim şeylerden biri de dürüstlüğüydü. Leyla burada değildi, yani kendini savunamazdı. Gurur kendini daha iyi göstermek için onu karalamıyordu. İkisinin de kabahatinin eşit olduğunu söylüyordu.
Uzanıp yüzüme gelen bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında onu endişelendiren bir şeyler olduğunu görebiliyordum. "Leyla'yı o kadar değiştirip güzel huylarını bozan bendim. Aynı şeyleri sana da yapmaktan ödüm kopuyor." Üzerime eğilip yüzümü ellerinin arasına aldığında yalvarır gibi, "Sen hiç değişme, Farah," diye mırıldandı. "Bana rağmen hep böyle kal."
"Bir kadını değiştiren aldığı yaralardır, Gurur." Kadife gibi yumuşak bir sesle konuşup yüzümü avuç içine yasladım. "Yaranın büyüklüğüne göre insan değişim gösterir. Ben biraz küstüm çiçeği gibiyim, kırıldıkça içe doğru kapanırım. Kendimi sana kapatmamı istemiyorsan lütfen incitme."
Fazladan bir saniye bile düşünmeden kesin ve kararlı bir şekilde, "Seni asla incitmem," dediğinde iç çektim. "Kendimden bahsetmiyordum." Bakışlarımı gözlerine çıkartarak, "Ailemi incitme," dedim. Bana verdiği zararları bile aşabilirdim ama aileme dokunursa bizi geri dönülmez bir yola sokardı.
Oltamdaki kıpırtıyı görünce heyecandan, "Balık!" diyerek hemen koşmaya başladım. "Bu sefer kesin bir balık tuttum."
Oltayı sabitlediğim yuvasından çıkartıp makarayı sarmaya başladım. Gurur beni izlerken yüzünde tuhaf bir ifade vardı. "Tüm bu mutluluk bir balık için mi?" O nereden bilsin ki denizde balık dışında her şeyi yakalamayı...
Makarayı sardıkça oltanın ucu denize doğru bükülünce gözlerimi büyüttüm. "Kocaman bir balık yakalamış olabilirim!"
Gurur benim aksime hiç heyecanlanmamıştı. Tuttuğum balığı görmek için yanıma geldiğinde buna neden bu kadar sevindiğimi anlamaya çalışıyordu. Makarayı biraz daha sarınca kancamın ucuna takılan şeyi gördüm. Dudaklarımdaki gülümseme kaybolduğunda suratım asılmıştı. Sandığım gibi büyük bir balık yakalamamıştım ama kocaman bir denizanası yakaladım. "Şaka mı bu?"
Gurur benimle dalga geçme fırsatını kaçırmayıp başını geriye attı ve gür bir kahkaha kopardı. "Akşama bunu yeriz artık."
"En azından ben bir şey yakaladım." Kancayı denizanasından çıkartıp onu yeniden suya attım. "Bir Karadenizli olmana rağmen sen hiçbir şey yakalamadın."
"Kim demiş bunu?" Gurur böbürlenir gibi omuzlarını dikleştirerek bana kendi oltasını gösterdi. "Son on dakikadır oltamda bir hareketlenme var ama önce sen bir şeyler yakala diye görmezden geliyordum." Yanımdan geçerek oltasına doğru yürüdü. "Nasıl balık tutulduğunu izle bakalım bey kızı."
Oltayı yerinden çıkartıp makarayı sarmaya başladığında dua etmeye başladım. "İnşallah bir deniz kaplumbağasıdır."
Gurur bana doğru dönmedi ama gülüşüne engel olmadı. "Var mısın bahse?"
"Eğer tuttuğun şey yenilecek bir balık değilse bulaşıkları sen yıkayacaksın?" Bir konunun altını çizerek işaret parmağımı ona doğrulttum. "Hiçbirini imha etmeden yıkayacaksın."
"Kabul," dedikten sonra bir an bana baktı. Yeşil gözlerinde bedenimi yakıp içimi titreten bir parıltı belirmişti. "Eğer tuttuğum şey yiyebileceğin bir balıksa öperim seni, Farah." Tek bir sözüyle omurgamdan aşağıya ılık bir his yayıldığında Gurur'un bakışları talepkârdı. "Hem dudaklarından hem de boynundan..."
Düşüncesi bile beni heyecanlandırdığı için yerimde kıpırdandım. Onun bakışlarının esiri olduğum için elimi kolumu nereye koyacağımı bilmez bir vaziyetteydim. Son bir aydır Aksa hep yanımızda olduğu için elimi tutmaktan öteye gidememişti. Beni öpmek için ne zaman bir girişimde bulunsa ya Aksa ya da Ali bir yerlerden fırlıyordu. Bu onun canına tak etmiş gibi bakınca başımı salladım.
Kızaran yanaklarla, "Kabul," diyerek bahsi onayladım.
Gurur makarayı daha istekli bir şekilde sarmaya başlayınca elimi teknenin kenarına bastırdım. Başımı aşağıya eğip ne tuttuğuna bakıyordum. Saniyeler içinde sudan çıkardığı balığın büyüklüğüyle ağzım bir karış açılmıştı. Onunla bahse girerken iri bir balık yakalayacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Bu balıkların benimle ne derdi olduğunu anlamıyordum.
Gurur koca balığı kancadan çıkartıp kovanın içine attığında sırıtıyordu. "Şimdi ne yapacaksın?"
"Balığı temizleyip pişireceğim." Hemen kovayı alarak ondan uzaklaştım. "Hazır olunca sana haber veririm."
Arkamda gülüşünü duyduğumda sesi eğlenir gibi çıkmıştı. "Sözünü tutmamak için kaçmıyorsun, değil mi?"
"Tabii ki hayır." Hızlı adımlarım kaçar gibiydi. "Yemekten sonra kazandığın bahsi talep edebilirsin." Belki o zamana kadar girdiğimiz küçük bahsi unuturdu.
Yorumlar