Roman
  • 25/11/2025

4-BIRAK İZİ KALSIN

“Gözümden düşenin yüreğimde yeri olmuyordu ama konu sen olunca… Eskimeyen bir yara gibi hep izin kalıyordu.”

Geçmiş

Loş bir evin kasvetli duvarları arasında kendimi bulduğumda içim titremişti. Burasının neresi olduğunu biliyordum. Unutup zihnimin kuytularında kaybedeceğim bir ev değildi. Burası kafamın içindeki korku eviydi ve aynı zamanda geçmişimin döküntüleriydi. Artık bir rüyanın içinde olduğumu biliyorum çünkü bir tek uyuduğum anlarda korku evine geliyordum. Yıllardır uykularımda bu eve gelmeyi hiç bırakmamıştım. Bu ev aynı zamanda uyku problemimin yegâne sebebiydi.

Uyumaya korktuğum bir ev.

Korku evi diye adlandırdığım bu ev benim için öylesine dehşet vericiydi ki, rüyada bile olsa tekrar bu eve gelmek istemiyordum. Toz ve kir içindeki merdiveni çıplak ayaklarla inmeye devam ettim. Attığım her adımla eski merdivenin ahşap basamakları gıcırdıyor, basamağı kemiren tahta kuruları benim bir kez daha buraya geldiğimi anlıyordu. Üzerimde yine yarım kollu beyaz bir elbise vardı. İnce elbisenin uzun etekleri tozlu basamaklara sürtünürken sanki bir ruhtum veya bir ölü. Belki de hiç yoktum ya da hiç var olmamıştım.

Merdiveni inerek sağa döndüm. Merdiven boşluğunun altındaki kapıyı açtığımda göğüs kafesimin içindeki kalp biraz daha sıkışmıştı. Burada kimin tutulduğunu biliyordum. İçeri girip bir kat daha merdiven indim. Son basamağı indikten sonra rutubetten nemlenen soğuk zemine basarak yürüdüm ama adımlarım geri geri gidiyordu. Burnuma gelen küf kokuları midemi bulandırdıkça buradan kaçmak istiyordum.

Gri ve kirli duvarlara içli gözlerle baktım. Bu duvarlardaki her bir lekeyi, döküntü ve kiri ezbere biliyordum. Tavanda sarkan beyaz ampulün etrafında sivri sinekler uçuşuyordu. Burayı aydınlatan tek şey o ampuldü. Attığım her adımla tavanda terleyen borulardan bir damla su yere düşüyordu. Yere düşen damlanın çıkardığı şıp sesine bile kulağım aşinaydı.

Doğruca yürüyüp buradaki tek hücrenin önünde durdum. Bu bir zindandı, demir parmaklıkları olan kasvetli bir zindan. Bu zindan küçük bir kız çocuğunun cehennemi ve kafesiydi. Hücrenin içinde sadece eski bir döşek ve köşede duran bir klozet vardı. Bu iki şey dışında küçük çocuğun kafesinde hiçbir şey yoktu. Ah, bir de tasmasındaki zincirden duvara bağlı siyah bir köpek…

Pitbull cinsi köpek çocuktan daha büyük ve daha iriydi. O köpek kızın gardiyanıydı. Küçük kız yanlış bir şey yapamaz veya kimseye zorluk çıkartamazdı yoksa Şeytan adı verdikleri o siyah köpek onu ısırırdı. Onu kaçıran o korkunç adam küçük çocuğu hep böyle tehdit ederdi. “İtaat etmezsen Şeytan’ın zincirini çözerim.”

Parmaklıkların önünde durarak o küçük kız çocuğuna bakıyordum. Çocuk gözlerine korkunç görünen köpekten en uzak köşede duruyor, duvarın dibinde küçülerek oturuyordu. Sırtını rutubetli duvara yaslamış, dizlerini karnına çekerek cılız kollarını bacaklarına sarmıştı. Çenesini dizlerine yaslayıp titreşen gözlerle bir canavara benzettiği köpeğe bakıyordu.

O çocuğu tanıyordum.

Adını ve kim olduğunu biliyordum.

Farah Tozlu.

Günlerin kiriyle birbirine karışan saçlarına baktım. Siyah saçlarını kestikleri için sevdiği saçları kısacıktı. Gecenin karanlığıyla yarışan siyah gözlerinde yoğun bir korku vardı. Gardiyanıyla aynı hücrede kalmak onu ölesiye korkutuyordu. Üzerindeki beyaz tişörtünün rengi yoğun kirden dolayı griye döndüğü için tişörtün gerçek rengi anlaşılmıyordu. Kot pantolonunun dizleri yırtılmış ve kıyafetlerinde yer yer kan lekeleri vardı.

Buradaki varlığımı hissetmiş gibi başını çevirince benimle göz göze geldi. Çocuk gözleri titreştiğinde gözlerinden taşan bir damla gözyaşı kirli yüzüne süzülmüştü. “Beni ne zaman buradan çıkartacaksın?”

İçim öyle bir acıdı ki ona ne cevap vereceğimi bilemedim. “Seni nasıl çıkartacağımı bilmiyorum.” Umutsuzca iç çektim. “Kapının anahtarı bende yok.” Rüyalarımda buraya ilk kez gelmediğim için daha önce onu çıkarmayı denemiştim. Demirliklere asılmış, bulduğum her şeyi bu demir korkuluklara fırlatmıştım fakat onu çıkartamamıştım. Onu esir tutan bu kapıyı açmak hiç kolay değildi.

Gözyaşı yanağında ince bir yol oluştururken ıslak gözlerini gözlerime dikti. Bir kez daha küskün bir sesle, “Beni ne zaman buradan çıkartacaksın?” diye sordu.

“Seni orada tutan ben değilim.”

“Olmadığını mı sanıyorsun?” Dudakları titrediğinde ıslak kirpiklerinin arasından birkaç damla yaş daha akıttı. “Bizi özgür bırakmalısın.”

Burnumun direği sızlarken, “Nasıl yapacağımı bilmiyorum,” diye fısıldadım. “Kendime bile faydam yok.”

Gözlerimin içine öyle bir bakışı vardı ki sanki bana kırılmış veya gücenmişti. “O kapıyı açıp beni kurtarmadıkça sen de kurtulamazsın.” Alay ederek güldü. “Ben senim.” Bilinçaltımın bana sunduğu rüya soluğumu kesiyordu. Kız çocuğunun yüzüme tokat gibi çarpan sözleriyle yanağımdaki yaşın sıcaklığını hissettim. Kaç yaşına gelirsem geleyim kafamın içindeki korku evinden hiç kurtulamayacaktım. Ben hâlâ tutsaktım.

İnsan kendi içinde kapana kısılır mı? Bunu sorma şeklim bile kulağa fazla tuhaf geliyordu. Bir insanın kendinin mahkûmu olması gerçek dışı bir olaymış gibi hissettiriyordu. Kendi kafanın içindeki kafesin içinde sıkışıp kalmak, o kafesi açamamak çok uçuk bir olaydı. Sanırım milyonda bir görülecek bu olay benim başıma gelmişti.

Kafamın içinde korkunç bir zindan vardı. Zindanın demirleri o kadar güçlü ve sertti onu açıp içindeki benliğimi, yani kendimi özgür bırakamıyordum. Sanki bir tek bu kapıyı kırdığımda gerçek bir dönüşüm geçirecektim. Asıl olduğum ve olmam gereken kişiye bir tek bu kapıyı kırarak ulaşacağımı hissediyordum. Bir şeyleri başarmak için önce kafamın içindeki sorunları çözmem gerektiğini biliyordum.

Bunu biliyor fakat nasıl yapacağımı bulamıyordum.

Kendi içimde kapana kısılmıştım.

Bilincim yavaş yavaş açılırken gördüğüm rüyadan uyanmaya başlamıştım. Yıllardır yaptığım gibi bir kez daha o küçük kız çocuğunu korku evinde bırakıp gözlerimi gerçek dünyaya açmıştım. Uykudan uyanan vücudum müthiş bir acıyla kasılınca belki de ilk kez hiç uyanmamayı diledim. Tüm kemiklerim kırılmış gibi dehşet verici bir acı hissediyordum. Bana ne olmuştu?

Kendimi zorlayarak neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Yattığım yerde baygın gözlerle bakarken bu hale nasıl geldiğimi düşünüyordum. Son hatırladığım akşam Gurur’un beni yatağıma taşıdığı ve son bir haftadır yaptığı gibi masal okuyarak beni uyuttuğuydu. Buraya kadar her şey iyiydi, her şey masal gibiydi. Ancak sabah birtakım gürültülerle yataktan çıktığımda odamın kapısı açılmıştı. Kalbim korkuyla titredi. Olanların birazını hatırlamıştım.

Korkunçtu.

Kapı açıldıktan sonra olanlar korkunun bile çok ötesindeydi. Kendimi zorlayarak yattığım yerden kalkmaya çalıştım ama bu hiç kolay değildi. Darmadağın olmuş odanın ortasında öylece yatıyordum. Ellerimi kanlı yere bastırıp vücudumun üst kısmını kaldırmaya çalıştığımda boğazımdan hırıltılı sesler çıkmıştı. Tüm kaburgalarım kırılmış gibi nefes aldıkça göğsüme bir şeyler batıp nefes boruma baskı uyguluyordu.

Titreyen kollarımın üzerinde güçlükle durunca ağzımdan yere akan kanı gördüm. Gözümün önünde belli belirsiz bir şeyler canlanıyordu. Sanki bana yapılan zulmün bir ön gösterimi gibiydi her şey. Ormandaki kapana yakalanan sol ayak bileğime pranga takıldığını, pranganın zincirinin doğalgaz peteğine kelepçelendiğini hatırladım. Hemen sonrasında öldüresiye dövüldüğümü çok iyi hatırlıyordum.

Kafamın tekmelendiğini, sadece ağzımdan ve burnumdan değil, gözlerimden bile kan geldiğini unutamıyordum. Kaburgalarıma atılan tekmelerin acısı durmaksızın devam ediyordu. O kadar kötü bir durumdaydım ki ayağa kalkıp bu uğursuz odadan çıkamıyordum. Kollarım titrerken dirseklerimi yere bastırarak kapıya doğru sürünmeye çalıştım. Bu odadan çıkmak istiyordum. Kanımla kirlenip çığlığımla lanetlenen bu uğursuz odadan kurtulmak istiyordum.

Vücudumun tamamı felç geçirmiş gibi kollarım dışında hiçbir uzvumu hareket ettiremiyordum. Dağılıp yüzüme yapışan saçlarımın arasında kapıya bakarken durmaksızın ağlıyordum. O kapıya ulaşmak benim için hiç kolay değildi. Bacaklarımı hissetmiyorum. Kollarımı yere bastırarak kendimi öne doğru çekmeye çalışırken, “Ba-baba,” diye ağlamaya başladım. “Yardım et.” Öksürmeye başladığımda yine ağız dolusu kan kustum.

Babam artık gelip kurtarsın beni bu cehennemden. Her hareketim bana büyük bir azap verirken kapıya doğru sürünmek için kendimi zorladım. Kapıya yetişmeme az kalmıştı ki sol ayak bileğimdeki bir şeyler beni engelledi. Kafama aldığım darbeler yüzünden gözlerimin önü sık sık kararırken başımı çevirip ayağıma baktım. Boynumu hareket ettirmek bile benim için ölüm gibiydi.

Beni engelleyen şeyi görünce ağlayarak yüzüstü kollarımın üzerine düşmüştüm. Ayağımdaki pranganın zinciri bu odadan çıkmamı sağlayacak kadar uzun değildi. Yüzüstü yerde yatarken o kadar çok acıyordum ki sırtüstü dönmeye bile gücüm yoktu. “Dağılıp arayın!” diyen bir ses duyduğumda kalbim korkuyla kasılmıştı. Dışarıda adım sesleri geliyordu fakat ben odamın kapısını ikinci kez kimin açacağını bilmiyordum.

Bilinmezlik beni çok korkutuyordu. Sanki bana bundan daha fazla zarar vermeleri mümkünmüş gibi korkuyordum. Kapımın gürültüyle açıldığını duydum ama yüzüm yere bakarken başımı kaldırıp gelenin kim olduğuna bakamadım. “Farah!” Duyduğum bu sesle içim umutla dolmaya başladı çünkü bu Karun’un sesiydi. Gurur’un yeğeninin sesini hemen tanımıştım. Karun bana zarar vermezdi, değil mi? Böyle olmasını ümit etmekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Hemen yanıma gelip beni sırtüstü çevirince dudaklarımdan çıkan acı dolu iniltilerle kendine küfretti. Fazla telaş yaptığı için beni çok hızlı ve dikkatsiz bir şekilde çevirmişti. Güçlükle araladığım kirpiklerimin arasında Karun’un endişeli yüzünü gördüm. Ne haldeyim, bilmiyorum ama gördükleri Karun’u endişeden deli etmiş gibi yüzü kaskatıydı. “Ne yapmış lan o piç!” Sinirle konuşurken bunları bana değil odadaki başka birine söylüyordu.

Dudaklarımdan sızan kanla gözlerim kapandığında Karun’un ellerini omuzlarımda hissettim. “Farah bana bak!” Onun sesini o kadar uzakta duyuyordum ki, sanki ruhum bedenimi terk ediyordu. Karun beni hafifçe sarsınca kendimi zorlayıp bir kez daha gözlerimi araladım ama onun yüzünü bile doğru düzgün seçemiyordum. Hiç kıpırdamadan ölü gözlerle izliyordum her şeyi. Belki de ölüyordum.

Kendi kanımın içinde yatarken Karun beni buradan götürmek için kucağına almaya kalkıştı. Ancak ayak bileğimdeki prangayı görünce tüm bedeni gerilmişti. Kapanın yaraladığı ayağıma prangalar takılmıştı. Karun zincirin ucunu takip edince gözleri duvardaki peteği buldu. Yüzündeki her kas seğirirken sıktığı dişlerinin arasından, “O piçin ecdadını sikeceğim!” diye bağırıp belindeki silahı çıkardı. Beni bırakıp zincire yaklaştı ve üst üste ateş etti. Beni tutan zinciri kırmıştı.

Boğuk bir şekilde öksürerek kan kustuğumda Karun hemen yanıma gelmişti. Yanımda diz çökerek beni kucağına almaya çalıştı ama elini sırtımın altına koyunca acıyla çıkan iniltim onu durdurmuştu. Puslu gözlerle onun dehşete kapılan mavilerini izledim. Sağ kolu Kenan’ın, “Karun acele et,” diyen sesi kulağıma geldiğinde bile Karun hiç kıpırdamadı. İçler acısı halim karşısında şaşkına dönmüştü.

Bana baktıkça boynundaki damarlar belirginleşiyordu. “Nasıl lan nasıl!” Yüzünü sertçe ovuşturarak başında dikilen Kenan’a beni gösterdi. “Neresinden tutsam orası kanıyor! O orospu çocuğu ne yapmış kıza!”

Başını eğip kanlı vücuduma bakınca yüzü değişmişti. Göz bebekleri titreşirken içi acırcasına burnundan nefesini verdi. “Ya onu sakat bırakırsam? Bunun vebalinden nasıl kurtulurum, Kenan?”

Aldığım her nefesle göğüs kafesimdeki hırıltı artarken titremeye başladım. “Ambulansı bekleyemeyiz kızın fazla vakti kalmadı!” diyen Kenan’ın sesiyle Karun mecburen bana yaklaştı.

Birazdan yapacağı şey için özür dilercesine bana bakarken perişan halim burnunun direğini sızlatmıştı. “Bu dünya masum ruhların mezarlığı be kızım. Affet bunu yapmalıyım.” Elinden geldiğince yavaş ve dikkatli olmaya çalıştı ama bir işe yaramadı. Beni kucağına alınca çatırdayan kemiklerim yüzünden acı dolu haykırışım kustuğum kanlarla bütünleşmişti.

Eğer ölüm bu azabı dindirecekse ölmeyi istiyordum. Canım o kadar çok yanıyordu ki çektiğim bu acının üstesinden gelemiyordum. Karun beni kucağına alarak hemen odadan çıkmıştı. Basamakları ikişer ikişer inerken endişeden deliye dönmüş bir haldeydi. “Arabayı hazırlayın!” diye bağırıyor, kustuğum kanlar gömleğine aktıkça, “Farah dayan,” diye bana yalvarıyordu. “Dayan güzelim hastaneye gidiyoruz.”

Beni kulübeden çıkartıp hemen arabaya bindirmişti. Bir kez daha canımın yandığını görmek istemediği için beni kucağından indirmeden arka koltuğa geçmişti. Kenan hemen sürücü koltuğuna geçince hiç vakit kaybetmeden yola çıktılar. Başım Karun’un göğsüne yaslıyken durmaksızın öksürüyor, her öksürükle ağız dolusu kan kusuyordum. Sanki kaburgalarım bir bıçak gibi ciğerlerime batıyor, iç organlarımdaki kanama dudaklarımdan süzülüyordu.

Son sürat ilerleyen araba gittikçe kulübeden uzaklaşırken gözlerimden bir damla yaş süzülmüştü. Kurumuş kanımla sertleşen kirpiklerim gözyaşımın sıcaklığıyla yumuşadı. O odadayken başıma aldığım darbeler yüzünden gözlerimden kan bile gelmişti. Gittikçe kulübeden uzaklaşırken kalbimin her odacığı acı ve ıstırapla doldu. Öyle bir acıyordum ki bu kulübe benim mezarım olmuştu.

Histeri bir krize girerek zangır zangır titremeye başladığımda artık Karun’un yüzünü görmüyordum. Fakat, “Kenan acele et!” diyen sert ve korku dolu sesini duyuyordum. “Onu kaybediyoruz daha hızlı sür!”

Yoğun bir acı karşısında kasılan vücudum savaşı kaybetmişti. Bu savaşın mağlubu olarak direnmeyi bırakmıştım. Tüm ışıklar bir bir söndüğünde benim için perdeler kapanmıştı. Gözlerim kapanarak başım Karun’un göğsüne düştüğünde beni kıvrandıran acı son bulmuştu. Karun’un beni göğsüne bastırıp, “Farah hayır, hayır, yapma bunu!” diyen bağırtısı, hissettiğim ve duyduğum son şeydi. “Yapma be kızım, aç şu gözlerini!”

Bende biliyordum artık yaşamadığımı. Peki, katilim biliyor muydu, nasıl öldüğümü?

***

Bir kez daha korku evine gittiğim bir rüyada beni uyandıran birinin ismimi fısıldamasıydı. Tanıdık bir ses adımı fısıldıyordu. Kulağımda onun sesini, elimin üzerinde de sıcak elini hissediyordum. Tanıdık ve içimi kuşatan bir hisle dolmuştum. Bana böyle hissettiren kimdi veya neydi?

Burnuma gelen deniz kokusuyla gözlerimi açmak için kendimi zorladım. Denizin ferahlatıcı esintisi burnumun deliklerine sızıp ciğerlerime ulaşmıştı. Bunun tanıdığım birine ait bir parfüm kokusu olduğunu biliyordum ama kim olduğunu çıkartamıyordum. Belki de hatırlamıyordum.

Bilincim yavaş yavaş uykudan sıyrılırken kulağımın yakınında birinin ılık nefesini hissettim. “Seninle yollarımız burada ayrılıyor.” Kulağıma fısıldanan bu seslerle içim öyle bir acıdı ki gözlerimi açmak için kendimi zorladım ama yapamadım. Bu her kimse sesi çok tanıdıktı. Tanıdıktı fakat çıkartamıyordum.

Saçlarımda gezinen ellerini hissettim. Dokunuşunun burukluğunu ta içimden hissediyordum. “Ben senin masalının iyi adamı değilim. Artık benden nefret etmek için bir sebebin var.” Sahte gülüşünü duydum, sahte ve mutluluktan çok uzak. “Hoşça kal, Farah. Dikkat et kendine.” Elleri saçlarımdan çekildi, kokusu beni terk etti ve gittikçe benden uzaklaşan adım seslerini duydum.

Kendimi zorlayarak kirpiklerimi araladığımda bulanık gören gözlerime bir adamın gölgesi göründü. Kapıya doğru yürüdüğünü puslu ve bulanık gözlerin ardından gördüm. Buğulu bir camın ardından ona bakar gibiydim bu yüzden kim olduğunu seçemiyordum. Gittikçe benden uzaklaşan adamın sırtıyla bakışıyordum. Bir kez olsun bana dönmesi için delice bir istek duydum fakat hiç dönmedi. Kapıdan çıkıp gitti, hepsi bu kadar.

Uyuşuk gözlerim kaldığım odada gezinirken bir hastane odasında olduğumu gördüm. Kulağımda monitörden gelen rahatsız edici sesler varken dudaklarımda bir oksijen maskesi takılıydı. Avucumda hissettiğim yumuşak kadife dokuyla başımı yana doğru eğdim. Boynumdaki boyunluk yüzünden bunu yapmam çok zor olmuştu. Yan tarafımda duran elimde siyah bir gül vardı. Gülün dalı yoktu ama başı avucumdaydı.

Biri siyah gülün kafasını kesip gülü avucuma tutuşturmuştu. Sanki gülün dalındaki dikenlerden beni korumak istemişti. Siyah gül benim en sevdiğim çiçekti. Bunu kim biliyordu?

Kapım açıldığında cansız gözlerle içeri girenleri izledim. Parmaklarımı kapatarak avucumdaki gülü onlardan gizlemiştim. Annem ve babam uyandığımı görünce hemen yatağımın yanına geldiler. Durmaksızın bana bir şeyler söylüyorlardı. Babamın ne kadar korktuğunu, annemin aralıksız ağladığını görebiliyordum. Dudaklarımı kapatan oksijen maskesi yüzünden onlara cevap veremiyordum. Zaten buna halimde yoktu.

Odama girenlerin içinde Kerim amca, Nesibe yenge, Doğan abi ve kızları Seçil’de vardı. Kuruyan dudaklarımı kıpırdattığımı gören annem konuşmak istediğimi anladı. Dudaklarımdaki maskeyi çıkartıp ıslak gözlerle üzerime eğilmişti. “Bir şey mi söylemek istiyorsun canım?”

Ayaklarımda başlayan bir uyuşma tüm vücuduma yayılırken, “An-anne,” diye fısıldadım pütürlü bir sesle. Göğüs kafesimde yoğun bir baskı hissederken güçlükle annemin gözlerine baktım ve “Gurur… Benimle zorla evlendi,” demeyi başardım. Herkes donup kalırken Seçil’in elindeki kahve kupası yere düşüp parçalanmıştı.

Kuzenimin gözlerinde geçen o sarsıcı ifadeyi görebilmiştim. Şaşkınlığın yanı sıra gözlerinde oluşan devasa kıskançlığı ve öfkeyi hasta yatağımda görmüştüm. Yüzü kireç gibi solarken kaşları çatılmıştı. Gurur’un benimle evleneceğine ihtimal dahi vermemişti. Kimse böyle bir şeyin yaşanacağını düşünemezdi. Nişanlısını yeni kaybeden bir adamın benimle evlenmesi çılgınlıktı. Sadece Gurur Kalender’in yapacağı bir çılgınlık.

Duyduklarından sonra annem ve babam göz göze gelirken içime çektiğim nefesi tekrar veremedim. Boğazımdan gelen hırıltılar artarken monitörün sesi değişmeye başlamıştı. Annem ve babam hızla bana döndüğünde annemin korku içinde, “Farah!” diyen sesini hayal meyal duyabildim. “Kızıma bir şey oluyor!” Yatakta titremeye başladığımda babam, “Doktoru çağırın!” diye bağırıyordu. Gözlerim kapandığında gevşeyen parmaklarımın sardığı siyah gül parmaklarımın arasından kayıp düşmüştü.

O ana kadar iç kanaması geçirdiğimi kimse bilmiyordu.

***

Bir ay sonra

O gün hastane odasında kapanan gözlerimi tekrar açmam bir ayımı almıştı. Uyandığımda bir ay komada kaldığımı öğrenince ne düşüneceğimi bilememiştim. Tam bir ay boyunca komaya girerek yaşam ve ölüm arasında gidip gelmiştim. Bu süreçte üç kez ameliyata alınmış hatta son ameliyatta kalbim durmuştu. Annem bana bunları anlatırken durmaksızın ağlamıştı. Beni kaybetmeye çok yaklaştıklarını anlatırken babamın bile dolan gözlerini görmüştüm.

Uyanalı çok olmamıştı iki gün önce komadan çıkmış ve bugün normal bir odaya alınmıştım. Çatlayan kemiklerimin düzgün bir şekilde kaynaması biraz zaman alacaktı. Şükürler olsun ki hiç kırık yoktu ama iç organlarım ağır hasar aldığı için henüz tehlikeyi atlatmamıştım. Komadan çıkmış olabilirdim ama kendimi toparlamam hiç kolay olmayacaktı. Kapı dışında doktorun babama söylediklerini duymuştum. İç organlarımdaki sorun henüz tamamen ortadan kalkamamıştı. Yeni bir iç kanaması bu sefer beni öldürebilirdi. Dördüncü bir ameliyatı kaldıracak güçte değildim.

Geçirdiğim ameliyatlardan birinin izi de sağ göğsümün hemen altındaydı. Bu bir bıçak yarasıydı ama bunu açan doktorların neşteri değildi, o kulübede biri beni bıçaklamıştı. Annem ameliyatımın dikişlerini dalından uzman bir plastik cerrahının attığını söylemişti, bu yüzden tenimde izi kalır diye endişelenmemeliymişim. Hiçbir cerrah kesilen bir deriyi dikip eskisi gibi kusursuz bir iş ortaya çıkartamazdı. Çok göze batmasa da mutlaka bir iz kalacağını biliyordum.

Geçirdiğim iç kanaması yüzünden tekrar ameliyat olduğum için karnımda da dikiş izleri vardı. Annemin çok övdüğü estetik cerrahının iyi bir iş çıkarttığını kabul ediyordum ama bence karnımdaki izlerde tamamen kapanmayacaktı. Gurur’un yanında sadece bir hafta kalmıştım ve o bir haftanın bedeli vücudumdaki dikiş izleriyle bana dönmüştü. Onun yüzünden deforme olmuş bir üründen farkım kalmamıştı.

Gurur’un yanında geçirdiğim bir haftayı ve hemen devamında olanları kimseye anlatmamıştım. Bu konuda kimseye tek kelime etmemiş, herkesin istediği şeyi düşünmesine izin vermiştim. Orada geçirdiğim son günde neler olduğunu doğru düzgün hatırlamıyordum. Odamın kapısı açıldıktan sonra olanlar benim için parça bölük anılardan ibaretti.

O odada biri veya birileri beni öldüresiye darp ettiği için kafama çok fazla darbe almıştım. Bu yüzden olanların suçlusuna dair aklımda bir yüz veya isim yoktu. Sanki belleğim beni bir şeylerden korumak istercesine bana tüm bu şeyleri yapan kişiyi zihnimde silmişti. Bana bunları kim yapmıştı?

Herkes için bir ay komada kalmam korkunç bir olaydı fakat benim için öyle değildi. Eğer komaya girmeseydim kulübede edindiğim tüm o yaraların acısını bir ay boyunca yoğun bir şekilde çekecektim. Bir aylık bir uykuyla vücudumun büyük bir kısmı iyileşmeye başlamış, acım daha katlanır bir hale gelmişti. Bu yüzden neredeyse beni öldürecek olan bir koma durumuna o kadar da üzülmüyordum.

Hasta yatağımda yatarken fizik tedaviden gönderdikleri doktor vücudumu esnetmeme yardım ediyordu. Bacağımı yavaş bir hareketle diz kapağıma kadar büküp daha sonra açıyordu. O bunları yaparken bende babamın kulağıma yasladığı telefonda Elmas anneyle konuşuyordum. Babamın söylediğine göre bu bir ayda her gün arayıp nasıl olduğumu sormuştu.

Beni görmek için gelmeyi çok istemiş fakat annem buna şiddetle karşı çıktığı için babam onun gelmesine izin vermemişti. Annem hiçbir koşulda kumasını görmek istemiyordu. Elmas anne benimle Kürtçe konuştuğu için boş bulunup, “Ez baş im dayê,” demiştim ki annemin çatılan kaşlarını görünce dilimi ısırdım. Annem Kürtçe bilmiyordu.

Kürtçe anlamadığı için bilmediği bir dili konuşmamdan nefret ediyordu. Çocukken tatillerde sık sık Diyarbakır’a gidip Elmas anneyle kaldığım için Kürtçe biliyordum. Annem babamın akrabalarından nefret ettiği için onlarla ilgili hiçbir şeyi merak etmez veya öğrenmeye çalışmazdı. Bu yüzden Kürtçe bilmiyordu.

Hoparlör açık olduğu için annem Elmas annenin sesini duyuyor fakat onun ne dediğini anlamadığı için kaşlarını çatıp duruyordu. Elmas anne içli bir sesle, “Hişê min her tim li ser te ye keça min,” deyince tebessüm ettim. Aklının hep bende olduğunu söylüyordu.

“Xema min neke dayê.” Ona beni merak etmemesini söylemiştim. İçini rahatlatacak birkaç şey daha söyledikten sonra annemi daha fazla kızdırmamak için telefonu kapattım.

Babam telefonu benden aldığında egzersizlerimi yaptıran doktor dışarı çıkmıştı. Yatağımın kenarına oturan babam, her an ortadan kaybolacağım korkusuyla bana bakarken gözlerini dahi kırpmıyordu. “Sen komadayken bir ay önce tüm bölge liderleriyle bir toplantı yaptık.” Bana bunu neden anlattığını bilmediğim için sessizliğimi koruyarak onu dinliyordum. Komada olduğum süre zarfında olanları bilmek istemiyordum.

Babam gözlerimin içine bakarak, “Bir ay önce konseyde Gurur için infaz kararı çıkardım,” deyince sertçe yutkundum. İnfaz kararı mı? “Kendi yeğeni de dahil tüm liderler onun infazını onayladı.”

Kahverengi gözlerinin ardından geçen garip duyguyla başını salladı. “Gurur seni kaçırarak haddini aştı. Onu tahtından indirdik artık onun yerine bölge lideri yeğeni Karun.” Babam mutlu olacağımı düşündüğü gelişmeleri bana verirken sandığı gibi mutlu değildim. Bunlar duymaktan hoşlandığım şeyler değildi.

“Karun amcasının infaz emrini nasıl onayladı?” Fısıltıyla çıkan sesim karşısında babam derin bir nefes alarak yüzüme gelen saçıma uzandı. “Gurur kuralsız oynayan bir deli fakat Karun öyle değil.” Bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken beni böyle görmek onu kahrediyordu. “Karun keskin çizgileri olan bir adam. Hiçbir zaman Kalender ailesinin lideri olmayı istemedi ama Gurur’un son yaptıklarından sonra ailenin başına geçti.”

Bana olanlardan sonra Gurur liderliğini kaybetmişti. Bu da yetmezmiş gibi babam onun hakkında infaz kararı çıkartmıştı. Eski bir liderin infazı onaylanırsa diğer tüm bölge liderlerinin ölüm listesine girerdi. Şimdi herkes Gurur Kalender’i öldüren kişi olmak isteyecekti. Yeraltının tüm karanlık adamları köpeklerini Gurur’un üzerine salacak ve ondan kurtulmaya çalışacaktı. Babamın dünyasında infaz kararının anlamı buydu.

Karun’un bile oyunu amcasının infazından yana kullanmasını beklemiyordum. Tüm bunlar ben komadayken olduğu için asıl bilmek istediğim şey başkaydı. “Gurur’u öldürdünüz mü?” Bunu sorarken yüz ifademi sabit tutmak için kendimi zorluyordum. İnfaz kararı çıkan birini uzun süre yaşatmazlardı.

Babam ayağa kalkarak parmaklarını sinirle saçlarından geçirdiğinde onu kızdıran bir şeyler olduğunu görebiliyordum. Sıkıntılı yüz ifadesine bakınca Gurur’u öldüremediklerini anlamıştım. “Bunu yapmaya çok yaklaşmıştım.” Çenesi kasıldığında dişlerini sıktı. “Ama Karun onu yurtdışına kaçırdı!” İçime hapsettiğim nefesi sessizce verdim. Yaşıyordu.

Pencerenin yanında dikilip babamla olan konuşmamızı sessizlik içinde dinleyen annem, “Gurur korkup yurtdışına kaçacak bir adam değil,” diyerek suskunluğunu bozdu. Annemin insanları iyi analiz etme yeteneği vardı ve bir kez daha yanılmıyordu. Onun yanında geçirdiğim o bir haftada Gurur’u biraz tanıma fırsatım olmuştu. Ölümden veya infazdan korkup kaçacak bir adam değildi.

Babamda bunu onaylayarak memnuniyetsiz bir şekilde başını salladı. “Her şey o Karun piçinin işi.” Karun tarafından tuzağa düşürülmüş gibi sertti bakıyordu. “Yeni lider olduğu için konseyde amcasının tarafını tutup daha ilk günden kendine düşman kazanmak istemedi. Bu yüzden bizim tarafımızdaymış gibi davranıp amcasının infazından yana oy kullandı. Yanımızdan ayrılır ayrılmaz Gurur’u bulup üzerine adamlarını saldı. Amcasını etkisiz bir hale getirip gemiyle yurtdışına kaçırdığını öğrendim.” Böylelikle Karun onu babam ve diğer liderlerden korumuştu. Karun’un çok zekice davrandığını itiraf etmeliyim.

Annem benim için endişelenerek dudaklarını büktüğünde yüzü bembeyazdı. “Ya o deli tekrar Türkiye’ye dönerse?” diye sorduğunda babam çatık kaşlarla başını iki yana salladı. “Dönemez.” Gurur’un geri dönmeyeceğinden eminmiş gibi davranıyordu. “Gurur dönmek istese bile Karun buna izin vermez.” Umarım bir daha bu ülkeye hiç dönmezdi. Gurur ile ilgili olan her şeyi arkamda bırakmak istiyordum.

Babam annemi rahatlatmak ister gibi ona olan bakışlarını yumuşattı. “Karun amcasının Türkiye’ye girdiği an öleceğini iyi biliyor. Bu yüzden onun tüm yollarını kapatacaktır. Hava, kara ve deniz yollarını tutarak Gurur’un dönmesini engelleyecektir.”

“Gurur gerçekten dönmeyi istese Karun onu yurtdışında tutabilir mi sanıyorsun?” Annem sinirli adımlarla yürüyüp babamın karşısına dikildi. “O herif eğer isterse bir şekilde Türkiye’ye döner. Bunu yapacak kadar zeki ve tehlikeli. Öyle birinin tekrar kızımın hayatına girmesini istemiyorum!” Olanlardan babamı da suçlayarak kaşlarını çattı. “Senin edindiğin düşmanların cezasını Farah daha nereye kadar çekecek! O piçin yerini bul ve kurtul ondan!”

Annemi bu denli kızdıran şey babamın düşmanları tarafından ilk kez kaçırılmamamdı. Bunu daha önce de yaşamıştım. Hayatım boyunca sadece iki kez kaçırılmıştım. İlki yıllar önce daha küçük bir çocukken yaşanmıştı. İkincisi de Gurur beni kaçırdığında yaşanmıştı. Her iki olayda bende derin bir iz bırakmıştı. İşin trajikomik tarafı babam iki olayın da faillerini bir türlü bulamamıştı.

Ne yıllar önceki o adamdan kurtulabildi ne de Gurur’dan. İkisinin de nerede olduğu bilinmiyordu. İkisinin tek ortak noktası babamın canını yakmak için beni kurban olarak seçmeleriydi. Ne o adamın bana yaşattıklarını unutabilirdim ne de Gurur’un yanındayken yaşadıklarımı.

Gurur Kalender artık hayatımdaki üç noktadan biriydi.

***

                                                                                                         2023

İki yıl sonra.

Yemek kitabında yazan tarifi doğru şekilde uygulayarak yemek yapmaya çalışıyordum. Son iki yılım hep bu odanın duvarları içinde geçmişti. İki yıl önce komadan çıkıp taburcu olduktan sonra evdeki odamı değiştirmiştim. Eski odam malikanemizin ikinci katındaydı, çatı katını genelde depo olarak kullanıyorduk. Çatı katına taşınmak istediğimi söylediğimde babam beni kırmamıştı. Yeni ölümden döndüğüm için bu isteğimi geri çevirmemiş ve çatı katını benim için daha yaşanır bir hale getirmişti.

Çatı katı diğer odalardan uzak ve daha büyük olduğu için burayı istemiştim. Başıma gelenlerden sonra eskisinden daha fazla içime kapandığım için evdekilerden bile kaçıyordum. Bu yüzden bu katın bir tek bana ait olmasını istedim. Babam buradaki tüm eşyaları çıkartıp benim için yeniden dekore ettirmişti. Büyük malikanenin çatı katı artık tamamen bana aitti.

Sürekli yeni değişiklikler yaparak burayı kendim için bir daireye çevirmiştim. Tek bir girişi vardı fakat içinde üç ayrı odası sahipti. Kapılardan biri mutfağa, diğeri kıyafet odasına ve üçüncü kapı da yatak odama açılıyordu. Üstelik harika bir terası vardı. Terasın bir bölümüne babam benim için havuz bile yaptırmıştı. Üst katın tamamını almıştım. İki yıldır çatı katından hiç çıkmadığım için babam ihtiyacım olan her şeyi buraya yaptırmıştı.

Annem ve babam aşağıya inmem için defalarca bana yalvarmıştı ancak bir kez olsun bu odadan çıkmamıştım. Kapıyı hep içeriden kilitliyor, annem ve babam dışında kimseyi odama almıyordum. Şu iki yılda bir kez bile aşağıya inip evdekilerin arasına karışmamıştım. Annem ve babam dışında artık kimseye güvenmiyor, herkesten korkuyor ve ürküyordum. Sosyal anksiyetemin hat safhalara yükseldiği bir dönemden geçiyordum.

Tüm bunları öz abim yüzünden yaşadığım için artık evdekilere bile güvenemiyordum. Caner eğer beni Gurur’un adamlarına vermeseydi tüm o şeyleri yaşamayacak, komaya girip ölümden dönmeyecektim. Henüz kimse bu olanların Caner’in başının altından çıktığını bilmiyordu. O gün beni Gurur’un adamlarına verdikten sonra eve dönüp abi kardeş dışarı çıktığımızı ama Gurur’un adamlarının yolumuzu kestiğini söylemiş.

Beni evden çıkartırken üstü başı zaten kan içindeydi. Caner bunu kullanıp beni korumaya çalışırken Gurur’un adamlarından dayak yemiş gibi kendini göstermişti. Bana olanlar yüzünden babam yeterince acı çekmişken ona Caner’in yaptıklarını anlatmadım. Bir de onun yüzünden üzülmesini istemedim.

“Farah!” Annemin sesini duyunca yemeğin altını kısarak mutfaktan çıktım. Artık yemek yapmayı biliyordum çünkü son iki yıldır kendi yemeklerimi hep kendim yapıyordum.

Mutfaktan çıkıp anneme kapıyı açtığımda yine çok sinirli görünüyordu. “Bir kere de şu kapıyı açmaya çalıştığımda kilitli olmasın.” Elindeki bir dergiyle içeri girdi. “Resmen ev üstüne ev yaptın.” Omuzuma çarpıp sinirle yanımdan geçtiğinde burnundan soluyordu. “Kızımla aynı evin içinde farklı hayatlar yaşıyorum.”

Mutfağa geçtiğimde öfkesinden hiçbir şey kaybetmeden peşimden gelmişti. Onu biraz sakinleştirmeye çalışarak piştiğini düşündüğüm yemeğin altını kapattım. “Öğle yemeği yiyecektim aç mısın?”

Mutfağımda olan üç kişilik küçük masamın etrafındaki sandalyelerden birini çekip oturdu. “Yemeğimi az önce aşağıda yedim.” Bensiz yediği bir yemek için suratı asıktı ama keyifsiz olmasının tek nedeni bu değildi. Yüzünden düşen bin parçayken bana karşısındaki sandalyeyi gösterdi. “Otur şuraya konuşmamız lazım.” Suratındaki ciddiyete bakılırsa önemli bir şeyler vardı.

Yemek demini alana kadar onunla sohbet edebilirdim. Karşısına oturduğumda gözüm elindeki dergiye kaymıştı. “Yine bana Karun’un sorunlu karısı hakkında dedikodu getirdiysen anne valla içim şişti.” Birkaç ay önce tüm gazete ve dergilere bomba gibi düşen bir haber cemiyettekilerin eğlence konusuydu. Karun’un gizemli karısı herkese konuşacak bir şeyler veriyordu.

Bige Efil Saka.

Kalender’lerin yeni gelini.

Karun, Rengin adında bir kadınla nişanlanmıştı hatta evlenmek üzereydi. Düğününün olacağı o son haftada zaten başka bir kadınla evli olduğu ortaya çıkmıştı. Söylentilere göre Karun’da evli olduğunu bilmiyormuş. Bilseydi zaten Rengin ile evlenmeye kalkışmazdı. Annemin sağlam kaynakları vardı ve söylediğine göre biri Karun’un adını, kimliğini ve imzasını kullanarak Adana’daki bir kızı kendine aşık edip onunla evlenmiş.

Kız o sahtekarla evlendiğini düşünürken aslında Karun’la evlenmişti ama son ana kadar bundan haberi bile yoktu. Bige Efil Saka adındaki bu kadın birkaç ay önce Adana’dan İstanbul’a gelmişti. Henüz hiç tanışmadığı kocasından boşanmak için buraya gelmesi trajikomik bir olaydı. Karun ve Bige için oldukça sıra dışı ve şoke edici bir karşılaşma olmalıydı çünkü daha önce birbirlerini hiç görmedikleri halde evli çıkmışlardı.

Kadın buraya geldiğinden beri Kalender malikanesindeki skandallar hiç son bulmuyordu. Saka oldukça belalı ve sorunlu bir kadındı. Boşanmak için İstanbul’a gelmişti ama Karun ile ne yaşandıysa onun canını sıkmak için Kalender malikanesine yerleştiğini duydum. Kocası ve kocasının nişanlısıyla aynı evde yaşayacak kadar çılgın bir kadındı.

Annem sıkıntıyla bana bakarken tek sorunun bu olmadığını anlamıştım. “Konu Karun’un deli karısı değil,” deyince ona odaklanmaya çalıştım. Elindeki dergiyi masaya attığında sinirden yanaklarının içini dişliyordu. “Gurur Türkiye’ye dönmüş.” Soluğum kesilmişti. İki yıl sonra geri mi döndü? Nefes dahi alamadım. Gözlerim parmağımdaki lotus çiçekli alyansı bulurken ne düşüneceğimi bilmez bir haldeydim. Yüzük sanki küçülüp parmağımı sıkıyor, canımı iki katı fazlasıyla yakıyordu.

“Anne,” diyen fısıltım bile korku doluydu. “Ya buraya gelirse?” Bunun olmasından ödüm kopuyordu.

Ondan o kadar çok korkuyorum ki şu iki yılda cesaret edip boşanma davasını açamadığım gibi parmağımdaki yüzüğü bile çıkartamamıştım. Onu kızdıracak bir şey yaparsam sanki bir anda karşımda belirecek ve beni buna pişman edecekti. Bana tüm bunları yapan kişinin Gurur olma ihtimali beni incitiyordu. O gün olanları hatırlamıyordum ama ya o odaya giren Gurur’sa? Bunun cevabını bilmemek beni deli ediyordu.

Annem masanın üstünde duran elimi tuttuğunda siyah gözlerinde büyük bir kararlılık vardı. “O herifin bir daha sana zarar vermesine izin vermeyeceğim. Ne ben ne de baban buna müsaade etmez.” Ne yazık ki söyledikleri benim için avuntudan daha fazlası değildi. Gurur’un neler yapacağını hiçbiri bilmiyordu. Kulübedeki son günümde yaşadıklarımı kimse bilmiyorlardı, bana bunu yapan Gurur’da olabilirdi. Bu konudaki şüphelerim hâlâ netlik kazanmamıştı.

Gözlerimden süzülen birkaç damla yaşı görünce annemin içi acımışçasına, “Farah,” diye mırıldanıp elimi sıktı. “O kulübede neler oldu?”

Bana sürekli bunu sormasından bıktığım için elimi çektim. “Eğer bilmek istediğin bakire olup olmadığımsa hâlâ öyleyim anne.” Gözümden akan yaşı sertçe sildim. “O anlamda kimse bana dokunmadı.”

Sandalyesini iterek ayağa kalktığında sinirlenmişti. “Derdim bu mu sanıyorsun?” Mutfağın içinde agresif adımlarla dönüp dururken kızgın bakışları üzerime kilitlenmişti. “Düşündüğüm son şey bile senin bekaretin değil!” Benimle ne yapacağını bilmez bir halde bakarken siyahlarından yoğun bir acı belirmişti. “Ben kızıma ne yaşattıklarını öğrenmek istiyorum.”

Dudakları titrediğinde bana olan bakışları artık hüzünlü ve ağlamaklıydı. “Her geçen gün seni biraz daha kaybediyorum. Son iki yıldır tek yaptığım şey gözlerimin önünde eriyip gitmeni izlemek.”

Ayağa kalkıp pişmanlıkla, “Anne-” demiştim ki, “Seni böyle görmeye katlanamıyorum,” dedi kısık bir sesle. Güzel gözlerinde tutamadığı bir damla yaş süzülürken yalvarırcasına boynunu bükmüştü. “Eski Farah olmana ihtiyacım var. Etrafta koşturup haylazlık yapan o çocuktan bu hale nasıl geldiğini anlayamıyorum.” O çocuk kafamın içinde hapisti ve ben yıllardır onu oradan kurtaramıyordum. O korku evinde bir ay boyunca ne yaşadığımı kimse bilmiyordu.

Annem benim yanımda ağlamak istemediği için odamda daha fazla duramamıştı. Beni yalnız bırakıp gittiğinde bende Gurur’un dönüşünden bahseden dergiyi çöpe atmıştım. Onunla ilgili hiçbir şey görmek istemiyordum. Gurur’un dönüşüyle tüm iştahım kaçtığı için mutfaktan çıkıp yatağın üzerine uzandım. Sırtımı yatak başlığına yasladığımda beyaz elbisemin eteği yukarı toplandığı için ayak bileğim açığa çıkmıştı. Sol ayak bileğimdeki dövmeye hüzünlü gözlerle bakıyordum.

Evet, ayak bileğime bir dövme yaptırmıştım. O gün kulübedeyken Gurur beni kucağında aşağıya taşırken dövmeyle ilgili yaptığım şakanın gerçekleşeceğine hiç ihtimal vermemiştim. Ayak bileğimi saran on sekiz dikiş izini kapatmak için dövme yaptıracağımı söylerken ciddi değildim. Ta ki yaralı ayağıma pranga taktıkları güne kadar…

Artık sol ayak bileğimde dikenli tellerin dövmesi vardı. Evet, yaptırdığım dövme ayak bileğimin etrafını saran dikenli tellerdi. Mahkumiyetimin ve yaşadıklarımın bir simgesi artık ayak bileğimdeydi. Hiçbir zaman bir köleden farkım olmadığı için gel dediklerinde geldim, git dediklerinde de gitmiştim. Ayağıma taktıkları o pranga bana gerçek anlamda bir köle olduğumu düşündürtmüştü. Bu dövme Gurur yüzünden tenime kazınmıştı. Onun yanında yaşadıklarımı asla unutmamam için ayak bileğimde taşıdığım bir dövmeydi.

Telefonumu alıp dövmenin fotoğrafını çektim. Ayağımdaki siyah topuk çorabını çıkarmadan fotoğrafı çekmiştim. Fotoğrafın üzerinde hiç oynamadan Instagram sayfamda paylaştım. Bu fotoğrafı, “Yara kapanır izi kalır…” diye bir yazıyla paylaşmıştım.

Fotoğrafı paylaşalı henüz on dakika geçmemişti ki firari kuzenim Aksa beni aramıştı. Yatakta ayaklarımı uzatmış bir şekilde otururken telefonu açınca gülüşünü duydum. “Ağda diye bir şeyin varlığından haberin yok mu senin ya da epilasyon?” Anlaşılan paylaştığım fotoğrafı görmüştü ama abarttığı kadar bacağımda tüyler yoktu çünkü ağda denen şeyin varlığından haberim vardı.

Gülerek omuzlarımı silktim. “Orada dikkat etmen gereken şey dövmemdi.”

“Senin gibi ponçik bir kıza göre oldukça iddialı bir dövme. Görmeyeli tarzın mı değişti kuzen?” Benimle dalga geçmeden duramıyordu.

Yataktan çıkıp mutfağa yürüdüm. “Dört yıldır kaçak hayatı yaşayacağına belki de arada beni ziyaret etmelisin.”

Onu görmesem bile yüzündeki gülümsemenin silindiğini tahmin edebiliyordum. “Türkiye’ye ayak bastığım an babam ve abim işimi bitirir.” Düştüğü durumla dalga geçercesine sahte bir şekilde güldü. “Soyadımı değiştirmem peşimi bıraktıkları anlamına gelmiyor. Ben şanlı ailenizin yüz karasıyım.”

Sonlara doğru Aksa’nın sesinin tınısı değişmeye başlamıştı. “Benim adıma ablam olacak o şeytana biraz kına gönder.” Seçil’den nefret ediyordu. “Kendi kardeşinden kurtulduğu için münasip yerlerine kına yaksın.”

“Aksa yine başlama lütfen.”

“Farah artık bana inanmalısın. Seçil sandığın gibi biri değil.” Benim için endişelenmeyi hiç bırakmadığı için yıllardır bana hep aynı şeyleri söylüyordu.

“Adımı evin şoförüyle çıkartıp annem ve babamı bana karşı dolduran oydu. Onun yüzünden beni nefret ettiğim bir adamla evlendirmeye kalkıştılar! O şeytanla aynı evdesin, ona karşı dikkatli olmalısın.” Seçil bana hiçbir şey yapamazdı çünkü odamdan hiç çıkmadığım gibi onu da içeri almıyordum.

“Bolatlı’lardaki son gelişmeleri biliyor musun?” Mutfak masasının üstünde duran erik tabağını alarak odaya geri döndüm. “Asaf Bolatlı geçen yıl boşanmış.”

Ondan bahsetmem bile Aksa’yı deli ediyordu çünkü dört yıl önce az kalsın Asaf Bolatlı ile evleniyordu. Seçil herkese Aksa’yı şoförle yatakta bastığını söyleyince bizimkiler çıldırmıştı. Kerim amca Aksa’nın tüm kemiklerini kırarak onu hastanelik etmiş, kendi kızını öldürmeye kalkışmıştı. Bu yüzden Aksa’nın vücudunun bazı yerlerinde platin vardı çünkü babası gerçek anlamda kemiklerini kırmıştı. Kendi öz kızını öldüresiye dövecek kadar acımasızdı.

Aksa ona iftira atıldığını savunsa da amcam onu dinlememişti. Aile içinde kalması gereken bu skandal çok hızlı dışarıya yayılmıştı. Amcanın Aksa’ya hayatı zehrettiği bir dönemde babamın iş ortaklarından biri olan Asaf Bolatlı, Aksa ile evlenmek istediğini söylemişti. Aksa hakkında çıkan rezil haberlere rağmen onunla evlenmek istemişti. Aksa onunla evlenmeyi hiç istemedi ama amcam onu zorlamıştı. Nikahın kıyılmasına birkaç saat kala Aksa üzerindeki gelinlikle kendi düğününden kaçtığı için dört yıldır İsviçre’de saklanıyordu.

Asaf’ın adını duymak bile onu kızdırdığı için, “Bana ondan bahsetme!” dedi sertçe. “Kiminle evlendiği veya boşandığı umurumda değil. Babam ve amcam gibi olan adamlardan nefret ediyorum. Sende aptallığı bırakıp boşanma davasını aç çünkü Gurur Kalender’de o adamlardan biri.” Onu kızdırdığım için telefonu suratıma kapatınca homurdanarak terasa çıktım. Biraz cesaretli olsam zaten çoktan açmıştım boşanma davasını.

Terastaki sallanan sandalyeme oturup derin bir nefes aldım. Dizlerimin üzerine koyduğum tabağın içi yeşil eriklerle doluydu. Erikleri yerken yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluştuğunun farkında bile değildim. Eriklerin bana verdiği mutluluğu hiçbir şey veremiyordu. Çocukluğumdan beri yeşil erik delisiydim.

Instagram’dan gelen bildirimle sayfama girdiğimde kaskatı kesilmiştim. Gurur Kalender son paylaştığım fotoğrafı beğenmişti. “Arsız herif!” Hiç utanıp sıkılmadan veya fake hesap kullanmadan beni takip ettiği yetmezmiş gibi bir de paylaştığım fotoğrafı beğenmişti. Bu adamdaki rahatlık insanı kanser ederdi!

Son iki yıldır tüm sosyal hesaplarımdan beni takip ediyordu. Sinirlenip soluğu yanımda alır diye çok istememe rağmen onu engelleyemiyordum. O beni takip etmeye başladığından beri bir tane bile erkek takipçim yoktu. Bir erkek beni takip etse genelde akşamına takipten çıkıyordu. Bu akıl hastası herif tam olarak ne yapıyordu, bilmiyordum ama tuhaf bir şekilde erkeklerin beni takip etmesini engelliyordu.

O beni Instagram’dan takip ediyordu ama ben etmiyordum. Gurur pek böyle hesaplar kullanacak bir adama benzemiyordu zaten kullandığı tek sosyal hesap Instagram’dı. Bunu bile sanki birinin zoruyla ya da bir amaç uğruna kullanıyormuş gibiydi. Hesabında çoğunlukla hep sarışın bir kızla olan fotoğraflarını paylaşırdı. O kızın kim olduğunu bilmiyordum ama hep Gurur’un Instagram sayfasındaydı.

Leyla’ya olan düşkünlüğünü bilmesem o sarışın kızla aralarında bir şeyler olduğunu düşünürdüm. Son iki yılda fake hesapla bazen Gurur’un sayfasına girdiğimde hikayelerinde bile o kızı görürdüm. Başıma gelenlerden sonra Karun onu Fransa’ya gönderdiği için beyimiz son iki yılını sarışın bir kızla Fransa’da geçirmişti. Ne zaman onun hesabına girsem kendinden yaşça küçük bir kızla Fransa’nın farklı bir yerinde keyfine bakıyordu.

Bana yaşattıkları zerre kadar umurunda değilmiş gibi yurtdışında güzel bir kızla iki yıl süren bir tatil yapmıştı. Bu da yetmezmiş gibi utanıp sıkılmadan sayfamı takip ediyordu. Hem beni umursamıyordu hem de kontrolü altında tutmak ister gibi her yerden beni takip ediyordu. Onu unutmama izin vermeyecek kadar kendini her yerden hatırlatıyordu. Gerçek anlamda çok bencil ve acımasız bir adamdı.

Gurur dövmemi paylaştığım fotoğrafa bakıyor olmalı ki tam şu anda yaptığı yorumun bildirisi bana düşmüştü. Sadece bin takipçim olduğu için paylaştığım fotoğrafta yirmiden fazla yorum yoktu. Kadın takipçilerimin dövmeme yaptığı güzel yorumların içinde Gurur’un yaptığı yorumu bulmak zor olmamıştı. Onun yorumu diğer güzel yorumların içinde eğreti otu gibi duruyordu. Şu zamana kadar mavi tikli birinin bana yaptığı ilk yorum Gurur’a aitti.

Babamın dünyasındaki diğer mafya adamlarına zerre kadar benzemediği için Instagram’da karısının fotoğrafına yorum yapmayı sorun etmiyordu. Deli diye anılmanın hakkını gerçekten çok güzel veriyordu. Gurur’un yorumu kısa ve alaycıydı. “Halay çeken ördek sürüsüne evet demeliydim.” Ukala herif!

Dayanamayıp bende onun sayfasına girdim. Benim aksime profil fotoğrafında yeşil erikler yoktu çünkü profilinde kendi fotoğrafı vardı. Benim aksime bu konularda özgüvenliydi, bense fotoğrafımı kullanmayacak veya yüzümü paylaşmayacak kadar asosyaldim. Onun profil fotoğrafına bakarken kaşlarım çatıktı. Aradan geçen iki yıla rağmen hiç değişmemişti hem de hiç.

Bunu itiraf etmekten nefret ediyordum ama hâlâ çok yakışıklıydı. Profil fotoğrafında kalçasını arabasının kaportasına yaslamış, parmakları arasında sigara tutuyordu. Üzerinde yine beyaz gömleği ve siyah kumaş pantolon vardı. Genelde hep beyaz gömlek ve siyah pantolon giyerdi. Gömleğin manşetlerini bileklerine kadar toplamış, başını hafifçe omuzuna doğru eğerek kameraya alaycı gözlerle bakmıştı.

Neredeyse üç milyon olacak takipçiyi yeni fark ettiğim için gözlerim büyümüştü. Anlaşılan dünyanın büyük bir bölümü deliydi çünkü bir deliyi takip etmek akıl işi değildi. Gurur’un kimleri takip ettiğine baktığımda sadece yedi isimle karşılaşmıştım. Bunlardan ilk üçü yeğenleriydi, yani Karun, Çağıl ve Levent Kalender. Takip ettiği dördüncü kişi ise Melek Yitik adındaki o sarışın kızdı. Son iki yılını bu kızla Fransa’da geçirmişti.

Gurur’un takip ettiği kişilerin içinde Ali Akdağ ismini de gördüm, bu onun sağ kolu ve yakın korumasıydı. Leyla’nın hesabını da takip ediyordu ve son takip ettiği kişi bendim. Hepsi buydu, bu yedi kişi dışında kimseyi takip etmiyordu. İşin komik tarafı yedi kişiden sadece iki kişi onu takip etmiyordu ve onlarda Karun’la bendim. Benim onu takip etmemek için geçerli sebeplerim vardı peki, Karun niye amcasını takip etmiyordu?

Engel olamadığım bir merakla Gurur’un paylaştığı şeylere bakmaya başladım. Son paylaşımı on dokuz veya yirmi yaşındaki o sarışın kızlaydı. Melek adındaki o kız henüz yirmilerin başındaydı ama otuz yaşındaki bir adamla çok samimi fotoğrafları vardı. Gurur bana çocuk derken benden daha genç kızlarla takılıyordu. Gurur deri koltuğunda oturuyordu ve Melek arkadan ona sarılmıştı. Sarışın, yeşil gözlü ve oldukça zayıf bir kızdı. Gurur’un koltuğunun arkasında durmuş, kollarını onun boynuna dolayarak Gurur’a gülümsüyordu.

Bu anlık ve hazırlıksız çekilen bir fotoğraftı çünkü ikisi de fotoğraflarının çekildiğinden habersiz görünüyordu. Melek başını Gurur’un omuzundan öne uzatmış, mutluluk içinde ona gülümsüyordu. Gurur’da omuzunun üzerinden ona bakıp oldukça içten bir şekilde tebessüm etmişti. Üstelik bu fotoğraf eski değildi, daha dün paylaşmıştı. Kıza olan bakışları fazla sahiplenici ve gerçek anlamda sevgi doluydu. Sebepsiz yere içim burkulmuştu çünkü bu fotoğrafı, “Her şeyim,” diye bir yazıyla paylaşmıştı.

Anlaşılan Leyla’yı çok hızlı unutmuştu.

Kendimi zaten hiç saymıyordum.

Biraz daha aşağılara inince neredeyse her karede bu kızı gördüm. Son iki yılını kendinden on yaş küçük bir kızla geçirdiğini görmek canımı sıkmıştı. Aşağılara indikçe hep Melek denen bu kızı gördüm ama başka kimseyle fotoğraflarını göremedim. Leyla’nın öldüğü tarihin öncesine bile inmiştim ama Gurur onun tek bir fotoğrafını bile paylaşmamıştı. Şaşılacak bir durumdu ama Gurur’un sayfasında Leyla’ya ait tek bir fotoğraf bile yoktu.

Leyla öldükten sonra onun fotoğraflarını kaldırmış olma ihtimalini hiç düşünmedim çünkü bence Leyla hayattayken de Gurur onun fotoğraflarını paylaşmıyordu. Gurur sevdiği kadının fotoğrafını her yerde paylaşacak bir adam değildi. Bu yüzden sayfasında Leyla’ya yer vermemişti. Madem öyle o zaman Melek denen bu kızı neden paylaşıyordu? Gurur’un paylaşımları arasında tek çekilen bir fotoğrafı bile yoktu, tüm paylaşımlarında mutlaka Melek denen kız vardı.

Melek’in tekli olan fotoğraflarını bile paylaşıyordu ama yanında Melek olmadan kendi fotoğraflarını hiç paylaşmıyordu. Emin değilim ama sanki bu hesabı Melek için açmıştı çünkü her paylaşımı bu kızla ilgiliydi. Daha da çılgınca bir düşünce aklıma gelmişti, bu kızı sanki birine göstermek istiyormuş gibi bu hesabı açmıştı. Bu sayfanın amacı kızın reklamını yapmak gibi geliyordu. Peki, Gurur’un bu kızı göstermek istediği asıl kişi kimdi?

Bu kişi ben olamazdım çünkü benimle evlendiği tarihin çok öncesinde bu sayfayı açmış ve kızla ilgili fotoğrafları paylaşmaya başlamıştı. İçimden bir ses Gurur’un Instagram kullanıp Melek’in fotoğraflarını paylaşmasının bir amaca hizmet ettiğini söylüyordu.

Gurur’un son paylaştığı o fotoğrafın üzerinde durdum. Dün paylaştığı sarışın kızla olan fotoğrafına ters gözlerle bakıp yorum yaptım. O destursuzca benim sayfama girip yorum yapıyorsa bende yapabilirdim. “Çok yakışıyorsunuz, neden beni boşayıp onunla evlenmiyorsun?” diye yazıp gönderdim. Aramızda hiçbir şey olmayabilirdi ama evliydik ve o göz göre göre beni aldatıyordu.

Gurur’da şu anda Instagram’da olmalı ki iki dakika içinde yorumuma verdiği cevabın bildirisi gelmişti. Üç milyon takipçili bir hesapta her paylaşımında bir sürü yorum vardı ama o kadar yorumun içinde benimkini bulup cevap yazma hızı inanılmazdı. “Onunla yakışmıyoruz ve seni de boşamayacağım.”

Kaşlarımı çatarak cevap yazmaya başladım. “Yanına yakıştırmadığın bir kızla ne o pozlar?”

“Hesap mı soruyorsun bana?”

“Beni takipten çık yoksa engelleyeceğim.”

“Dene de gör bakalım nasıl dakikasında oradayım.” Dehşete düşerek yazdıklarına bakıyordum. Herkese açık olan bir yerde beni tehdit ederken zerre çekinmiyordu.

Instagram’dan çıkıp odama girdim. Üzerimdeki hırkayı ve kazağı çıkarttığımda pek mantıklı düşünemiyordum. Gözlüğümü çıkardıktan sonra topuzumdaki kalemi çekip aldım. Saçlarım salınarak omuzlarıma düşerken bu çılgınlığı yapmak için telefonun kamerasını açmıştım. Üzerimde sadece siyah bir yarım atlet ve pantolon vardı. Göğüslerimin kıvrımı ve göbeğim açıktı.

Telefonu kaldırıp kendimi çektim ama sadece üst kısmımı. Kendime düşünme şansı tanımadan çektiğim fotoğrafı Instagram’dan paylaşmıştım. Daha önce hiç kendi fotoğrafımı paylaşmamıştım ama beni tehdit etmesiyle böyle bir saçmalığı yapmıştım. O kendinden on yaş küçük bir kızla paylaşımlar yapıyorsa bende saçma sapan şeyler paylaşabilirdim.

Gerçi Gurur’un umurunda olacağını sanmıyordum ama yine de yapmıştım böyle bir çılgınlık. Evli bir kadına yakışmayacak şeyler paylaşırsam belki kocam olmaktan utanır ve beni takipten çıkardı. Bu fotoğrafı, “Göğüslerimi büyütme fikri çık aklımdan,” diye bir yazıyla paylaşmıştım.

Fotoğrafı paylaşalı henüz iki dakika bile olmamışken elimdeki telefon titremeye başlamıştı. Bende kayıtlı olmayan bir numara arıyordu. Gurur arıyor olamazdı, değil mi? Arayanın Gurur olma ihtimali bile beni o kadar korkuttu ki, az kalsın telefonu elimden düşürüyordum.

Üst üste telefon çaldı ama arayanın kim olduğunu bilmediğim için açmadım. Aramayı bırakınca tam rahat bir nefes almıştım ki gelen mesajla sertçe yutkundum. “Kaldır o fotoğrafı!”  Kalbim korkuyla hızlanmıştı, beni arayan gerçekten oydu. Telefonu açmayınca mesaj atmaya başlamıştı.

“Farah sakın sabrımı sınamaya kalkışma. İt kopuğa davetiye çıkartan o fotoğrafı kaldırmak için sadece bir dakikan var!”

 “Umarım göğüslerini yaptırma fikri çıkmıştır aklından yoksa olacaklara karışmam!”

Tekrar aramaya başladı ama yine açmadım. “Aç şu telefonu!” diyen mesajında bile öfkesini soluyordum.

“Fotoğrafı kaldırmıyor musun? Yarım saat içinde oradayım!”

İhtimali bile beni dehşete düşürdüğü için hemen Instagram’a girip fotoğrafı kaldırdım. Ne telefonunu açtım ne de mesajına cevap verdim. Telefonu bir köşeye atıp yatağa uzandığımda kalbim korkuyla çok hızlı atıyordu. Artık tamamen hayatımdan çıkıp beni rahat bırakmasını istiyordum.



Yorumlar