Yazar notu: Bu bölüm yetişkin içerikli sahneleri bulundurmaktadır. Yaşı küçük olanlar veya rahatsızlık duyanlar bölümü atlayabilir ya da o kısımları okumadan geçebilir.
Gurur tekneyi yeniden hareket ettirdiğinde bende onun tuttuğu balığı pişirmiştim. Kulübeden getirdiklerimi de sepetten çıkartıp ikimiz için güzel bir sofra hazırlamıştım. Yemeklerimizi yedikten sonra zaman o kadar hızlı geçmişti ki hangi ara akşam olduğunu anlayamamıştım. Gurur geri dönmeyi teklif etmişti ama ben bunu istememiştim. Bugün denizin ortasında, şehrin gürültüsünde uzak bir gece geçirmek istiyordum.
Tekne artık hareket etmiyordu, suda hafifçe sallanıp süzülüyordu. Kamaradaki iki battaniyeyi ve yastığı alıp güverteye sermiştim. Bu gece kocamla yıldızları izleyerek uyumak istiyordum. Henüz gecenin çok başında olduğumuz için Gurur'da bir şeyler içmek istedi. Bu yüzden mini dolaptan rakısını ve su şişesini güverteye getirmiştim. Yanına birkaç atıştırmalık koyarak onun için küçük bir çilingir sofrası hazırlamıştım.
Gurur rakıya doğru yürüdüğünde elini tutarak onu durdurdum. "Sen çakırkeyif olmadan önce yapmak istediğim bir şey var." Onu geminin uç kısmına çekerek heyecanlı gözlerle bakmaya başladım. "Seninle bir filmde izlediğimiz o sahneyi gerçekleştireceğiz."
Gözleri hemen vücuduma kaydı. "Umarım sevişme sahnesidir."
"Ne? Hayır!" Elbisemin iki yakasını çekiştirip dekoltemi kapatmaya çalışmam onu güldürdü. "Zaten hiçbir şey gösterdiğin yok, bari olanı kapatma."
Şalgam gibi kızarırken sinirlenmiş gibi yapıp koluna hafifçe vurdum. "Aklın fikrin hep sapıklıkta." Eskiden de fazla açık sözlüydü ama o zamanlar hiçbir şey bilmeyen bir aptal olduğumu düşündüğü için bazı şeyleri açıkça söyleyemiyordu. Şimdi onu tutan hiçbir şey kalmadığı için her fırsatta kulağıma müstehcen şeyler fısıldayarak beni deli ediyordu.
İyice teknenin ucuna yaklaşarak ona sırtımı döndüm. "Bak şimdi ben burada durup kollarımı iki yana açacağım ve sende arkamda durup belimi tutacaksın. Tamam mı?"
"Sadece belini mi?"
"Gurur başka bir yerimi tutarsan seni boğarım. Kalçalarıma da bakıp durma."
"Arkanda gözün yoksa baktığımı iddia edemezsin."
"Bunu anlamam için arkamı dönmeme gerek yok. Baktığını biliyorum."
"Bakmıyorum."
"Bakmıyor musun?"
Gülüşünü duydum. "Bakıyorum."
Derimin altı cayır cayır yanmaya başladığında ondan istediğim gibi arkadan bana yaklaştı. Kollarımı iki yana açtığımda doğrudan bana sarılmak yerine ellerini baldırlarımın iki yanına bastırdı. Bunun için ona kızmaya hazırlanıyordum ki dudaklarını kulağımın yakınına getirip, "Şşş," diye beni susturdu. "Sana sarılacaksam bu benim tarzımda olmalı." Sıcak fısıltısı kulağıma değdiğinde elleri baldırlarımdan yukarı hareket etmeye başlamıştı. Titredim.
Gurur'un iki yanımda duran elleri elbisenin kumaşına sürtünerek yukarı çıkarken nefesimi tuttum. Ondan uzaklaşmıyor veya ellerini itmiyordum. Onun dokunuşlarına aç olan bedenim, ellerinin altında sarsılmıştı. Dudakları kulağımın çok yakınında olduğu için ılık nefesi kulağıma çarpıyor ama boynumun tamamında bir ihtiyaç beliriyordu. Dudaklarını boynumda gezdirdiği o büyülü anlardan biri daha yaşansın istiyordum.
Parmakları baldırlarıma batarak yukarı tırmandıkça beklentilerim çığ gibi büyüyordu. Bu sıradan bir dürtüden çok daha öte bir duyguydu. Sanki bedenimin en mahrem odalarına sızacak o gizli anahtarı bulmuş gibiydi. Elleri belime sürtünerek karnımın üzerinde durduğunda kulağıma değen dudaklarını hissettim. Beni tahrik edecek bir yavaşlıkta dudakları kulağıma sürtündü. Hangi noktalara dokunacağını çok iyi biliyordu.
Kulak mememi emdiğinde hızlanan nefes alışlarımı saklamanın bir yolu yoktu. Sıcak dudaklarını hissedince ellerimi karnımdaki ellerinin üzerine koydum ama onu itmek için değil. Ona dokunma ihtiyacı hissediyordum. Ayartıcı bir şekilde kulak mememi emdikten sonra hafifçe ısırınca inledim. Dişlerinin baskısı bile fazla kışkırtıcıydı.
"Henüz yerine getirmediğin bir bahsimiz var." Boğuk fısıltısını duyduğumda dudakları, kulağımdan boynuma doğru inmeye başladı.
İnce boynumu öperek aşağıya inerken hiç acelesi yoktu. Dudakları boynuma sürtünürken karnımdaki ellerinden biri yukarı tırmanmaya başlamıştı. Dokunuşları altında titrerken martıların sesleri hızlanan nefesime karışıyordu. Sanki dalgaların ritmi kalbimin çarpıntısından daha büyük değildi. Gurur'un eli düz karnımdan yukarı çıkarak göğüslerimin çıkıntısında durdu. Ancak daha sonra elini biraz daha yukarı kaldırıp parmaklarını aralandı.
Eli bir göğsümün üzerinde durduğunda avuç içinde göğsümün sertleşen tomurcuğunu hissediyor olmalıydı. Parmakları kayarak tam o sertliğe dokundu. İstemsizce sırtımı onun göğsüne yasladığımda yabancısı olduğum ama tuhaf bir şekilde tanıdık hissettiren ellerine kendimi bıraktım. Bir eli karnıma baskı uygulayıp hareketlerimi kısıtlarken diğer eli hiç rahat durmuyordu.
İlk kez göğüslerime yabancı bir el değiyordu ama bu rahatsız edici değildi. Aksine karşı konulmaz derecede heyecan vericiydi. Gurur yüzünü boynumun çukuruna gömüp kokumu uzun uzun içine çekerken eli hâlâ bir göğsümün üzerindeydi. Dudaklarını boynumda hissetmemle gözlerim kendiliğinden kapanmış ve başım sol omzuma doğru düşmüştü. Boynumda ona alan açarken elinin hareketleri devam etsin istiyordum ama bunu açıkça ondan istemeye çekiniyordum.
Gurur meftunu olduğu boynumda kaybolup tutkulu öpücüklerini bırakırken eli tekrar hareket etti. Üzerimdeki elbisenin kumaşına sürtünen parmakları, göğsümün ucuna dokunarak daireler çizmeye başlamıştı. O dokundukça göğüslerim daha çok dikleşip sertleşiyordu. Omurgamdan aşağıya yakıcı bir his geçtiğinde bacaklarımın arası titredi. Nabzım delicesine hızlanırken yükselen nefes alışlarımın sesi duyduğu tek şeydi.
Elini açık yakamdan içeri daldırmıyordu veya karnımdaki eli eteğimin altına kaymıyordu. Bunu yapması için çıldırıyordum ama yapmıyordu. Sanki beni ürkütmeden yavaş yavaş dokunuşlarına alıştırıyordu. Boynumu morartacak bir şiddette emmeye başladı ve hemen ardından okşadığı göğsümün ucunu parmaklarının arasına alıp sıktı. Sesli bir şekilde inlediğimde kendimi biraz daha ona yaslamıştım.
"Be-belki de durmalıyız." Devam etmesini her şeyden çok istiyordum ama fazla hevesli görünmek istemiyordum. Durmasını söylerken aslında blöf yapıyordum fakat bir anda durunca neye uğradığımı anlamamıştım. Önce göğsümdeki eli çekildi, daha sonra da karnımdaki... Boynumdaki dudakları da benden uzaklaşınca yaşadığım hayal kırıklığını tarif edemezdim. Gerçekten durdu mu?
Yavaşça ona doğru döndüğümde hüsrana uğradığımı gizleyemiyordum. Gurur ise koyulaşan ama aynı zamanda eğlenen gözlerle beni izliyordu. "Bu suratının hali ne?" diyerek bana sataştı. "Yoksa hoşuna gitmedi mi?" Hoşuma gitmediği için değil, devam etmediği için suratımı astığımı iyi biliyordu.
Kendimi toparlamaya çalışarak derin derin nefesler aldım. Aklımı farklı şeylerle meşgul etmek için konuyu değiştirdim. "Şey... Benimle bir seans yapmak ister misin?" Bunu nasıl karşılayacağını bilmediğim için tepkisinden korkuyordum. "İşler yoluna girdiğinde her şeyi bırakıp bir psikolog olarak mesleğimi yapmak istiyorum."
Çekingen bakışlarımı onun gözlerine çıkartıp yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Sadece bir seans ama istemezsen yapmak zorunda değilsin." Sessizliği beni tedirgin ettiği için stresten yine tırnaklarımı kemirmeye başladığımın farkında değildim.
"Senin yoğun bir klinik geçmişin var, yani diğer psikologlarla beni kıyaslayıp eksiklerimi söyleyebilirsin." Ve bunu da sadece beni iş üstünde görerek yapabilirdi.
Gurur sessizliğiyle bana gerginlik dolu anlar yaşatmaya başlamıştı. Her şeyden önce o on yedi raporlu bir hastaydı, bense çömez bir psikolog. Onu üzerinde çalışıp pratik yapacağım bir deney olarak gördüğümü düşünmesi onu çok incitirdi. Onu öyle görmüyordum ama yanlış fikirlere kapılması benden uzaklaşmasına neden olabilirdi. Aklından geçenleri bilmediğim için endişe içindeydim.
Ecel terleri dökmeye başladığımı görünce burnundan nefesini vererek bana doğru uzandı. Tırnaklarını kemirdiğim parmaklarımı ağzımdan çekerek, "Sadece tek bir seans," diyerek kendi şartını sundu. "Tekrarı olmayacak."
Son derece ciddi bir ifadeyle gözlerimin içine bakıp kaşlarını yavaşça çattı. "İkinci kez bana böyle bir taleple gelirsen tepkim farklı olur. Sen benim karımsın, psikoloğum değil."
"Söz veriyorum yalnızca bir seans." Kabul etmesinin mutluluğuyla parmak uçlarımdan yükselip dudaklarımı yanağına bastırdım. Yanağına kondurduğum küçük bir öpücük bile bakışlarını değiştirmişti. Yeşil gözleri dudaklarıma kaydığında ne istediği çok açıktı. "Henüz bahsi tam olarak yerine getirmedin."
Dudaklarıma uzanınca hemen kendimi geri çektim. "Bahsin konusu şey de değildi..." Bunu sesli söyleyemediğim için utanarak az önce ellediği göğsümü gösterdim. "Oraya dokunmak kural dışıydı. Bir ihlale karşı bir ihlal," dediğimde güldü. Çok sık gülüyordu.
Güverteye serdiğim battaniyenin üzerine oturarak ona döndüm. "Farz et ki önümde masam var ve ben sandalyemde oturuyorum." Ona bir yeri gösterip, "Ofisimin kapısı orada," dedim hızlıca. "Kapıyı çalıp içeri gireceksin ve bir saat boyunca karı koca olmayacağız." Bakışlarım kısıldığınca uyarı dolu gözlerle ona bakıyordum. "Hasta ve doktor arasındaki sınırı geçme lütfen."
Bu ona bir oyunmuş gibi geldiği için gülmemeye çalışarak battaniyenin diğer ucunda duran rakı ve atıştırmalıkları gösterdi. "Normalde doktorların odasında içmem ama küçük bir esnekliğe gidebilir miyiz?" Eğer şu anda ofisimde olsaydı benim yanımda da içemezdi ama bir ofiste değildik. İçki içmesinin bir mahsuru yoktu hatta yararlı bile olabilirdi. Alkol onun sinirlerini gevşeteceği için dilinin kilidi çözülebilirdi.
Onu başımla onayladığımda küçük oyunumuz başlamıştı. Kapı olarak gösterdiğim yere gidip kapıyı çalıyormuş gibi yapması çok tatlıydı. "Girin," dediğimde görünmez bir kapıyı açıp içeri girdi. Üstlendiğim rolü en iyi şekilde oynayıp, "Merhaba, Gurur Bey," deyip ona yerini gösterdim. "Buyurun, oturun lütfen."
Kuru ve ilgisiz bir sesle, "Merhaba," dedikten sonra battaniyenin üzerine yürüdü. Onun için hazırladığım atıştırmalıkları ve içecekleri bana yakın bir yere taşıyıp oturdu. Bu onunla ilk seansımız olduğu için açıkçası biraz heyecanlıydım.
Gurur sırtını denize çevirdiğinde iri cüssesiyle yönü bana dönüktü. Yumuşak kelimelerle başlayıp normal bir sohbet gerçekleştiriyormuşuz gibi davrandım. "Bunun sizin için hiç kolay olmadığının farkındayım ama-" demiştim ki araya girerek, "Resmiyeti bırak," diyerek beni düzeltti. "Psikologlar hastalarına yakınlık duygusunu hissettirmek için onlara siz demezler."
Gerçekten ondan öğrenmem gereken çok şey vardı. "Pekâlâ," diyerek modumu düşürmedim. Giriş kısmını es geçerek sohbeti biraz ileri sardım. "Son günlerde kendini nasıl hissettiğini bana anlatmak ister misin?"
"İstemem."
"Ama istemen gerekiyor."
Gülmemek için başını hafifçe eğdiğinde bana yandan bir bakış attı. "Bir de sızlanıyor musun? Seninle konuşmak istemeyen hastalarına da böyle mi diyeceksin?"
Suratım asılınca oyunbozanlık yapmayı bırakıp tekrar role girdi. Rakı şişesine uzanıp bardağını doldururken çok rahattı çünkü bu terapilere ilk kez girmiyordu. "Tuhaf bir şekilde her şey yolunda."
"Bu iyi bir şey, değil mi? İşlerin senin için yolunda olmasını neden tuhaf buluyorsun?"
"Çünkü hayatımda hiçbir şey uzun süre iyiye gitmez."
"Anlıyorum." Deniz siyah kadife gibi etrafımızı sarıp bize dalgaların melodisini dinletiyordu. Bu çok huzurluydu. "Hayatındaki güzel gelişmelerden bana bahseder misin ve bunun bozulması sana nasıl hissettirir?"
Teknenin ışıkları bize gereken aydınlığı sunarken, Gurur sek doldurduğu rakı bardağına uzandı. "Hayatımdaki tek güzel gelişme karımla işleri yoluna koymak." Benden bahsederken bile yüz ifadesi gevşiyor, gözlerinin yeşilinde can alıcı bir pırıltı beliriyordu. "Bunun bozulması beni mahveder."
"Hangi açıdan?"
"Her açıdan." Kesin bir şekilde konuştuğunda göğüs kafesi sıkışmış gibi nefes almaktan zorlandı. "Sanki bir rüyadayım ve bunun bir kabusla sonlanmasını istemiyorum."
Bakışlarımı ondan ayırmadan yumuşak bir sesle konuştum. "Sana bir rüyadaymışsın gibi hissettiren şey nedir?"
Gözlerimin içine baktığında bakışlarındaki derin anlam ruhumu titretiyordu. "Karım."
"Hımm," diye mırıltılar çıkartarak kendime şu anda bir psikolog olduğumu hatırlattım. Onun sözlerinden etkilenmek yerine profesyonelliğimi korumalıydım. "Birini sevmek güzel bir şey fakat tüm mutluluğunu o kişi üzerine kurmak yanlış." Sözlerimle onu afallattığım için gözbebekleri hafifçe büyümüştü. "Başkalarına verdiğin değeri kendine de vermelisin aksi taktirde onun yokluğuyla bocalarsın."
Bu konuşmanın gittiği yeri sevmemiş gibi bardağı sıkarken rakıdan birkaç sert yudumlar aldı. "O hep hayatımda olacağı için bu tür zırvalıklarla ilgilenmiyorum."
"Ya olmazsa?" Tüm vücudu gerildiğinde dozu biraz arttırarak onu diğer ihtimalleri de düşünmeye zorladım. "İşler her zaman yolunda gitmez, Gurur. Karının varlığı sana iyi hissettiriyor ve bu çok güzel bir şey. Fakat yokluğunda senin için işler nasıl ilerleyecek? Onun varlığında olduğu gibi yokluğunda da kriz yönetimini yapabilecek misin?"
Kaşlarının arasındaki çizgiler belirginleştiğinde artık bana olan bakışları fazla tersti. "O hep hayatımda olacak!" Bu konudaki kararlılığı güzel bir şeydi ama aynı zamanda bu seansa kapalı olduğunu düşündürüyordu. Seansa başladığımızdan beri hep aynı konuda diretiyor, onu zorladığım şeyleri düşünmeyi reddediyordu.
"Pekâlâ, farklı bir yol izleyelim." Uzlaşmacı tavrımı koruyarak ona farklı bir alternatif sundum. Bakalım bunu da düşünmeyi reddedecek miydi? "Diyelim ki karınla tartıştınız ve o çekip gitti. Böyle bir durum karşısında tepkin ne olurdu?"
Parmaklarının sardığı kadehi bacağının yakınında tutarken dudağının köşesinde sert bir kıvrılma oldu. "Onu geri getirirdim."
"Seninle gelmek istemezse?"
"Kaçırırım." Bu onun en iyi bildiği şeydi.
"Ya bunun olmasını engellerse?"
"Kapısına dayanır, o dönene kadar oradan ayrılmazdım."
"Bunu yapmandan rahatsız olursa?"
"Sikimde değil." Umarsızca omuz silkti. "Onun evden gitmesi de beni rahatsız eder ama o beni düşünüyor mu? Hayır," diyerek sinirlerimi bozdu. "Ben niye ona verdiğim rahatsızlığı düşüneyim?"
"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"
"Hayır! Ona kıyamam, istediği şey benden uzaklaşmaksa o zaman onun dönmesini beklerim." İşte şimdi gerçekleri konuşmaya başlamıştı.
"Peki, ya artık seni hiç istemezse?"
"Bu mümkün değil."
"Mümkün olmayan nedir?"
"Beni istememesi." Karşısında bir aptal varmış gibi bana bakarken kendisini gösterdi. "Bana bir bakar mısın? Sence bir kadının istemeyeceği biri miyim?" O devasa egosu devreye girdiğinde omuzları dikleşti, çenesini hafifçe kaldırdı. "Ben her kadının kendi için isteyeceği biriyim. Bunu anlamıyorsa bu onun aptallığını gösterir." Eğer şu anda bir seansta olmasaydık yumruğumu suratına geçirebilirdim.
Yeni bir şey söylemeye hazırlanıyordum ki beni susturarak, "Ayrıca benim karım uzun süre küs kalamaz," dedi. Beni bana anlatırken rahatlığıyla insanı delirtirdi. "Onun küslüğü ben ona bir şarkı söyleyene kadar sürer. Trip atma süresi bile en fazla beş dakika," diyerek güldü. "Bunu bile beceremiyor."
İğneleyici bir ifadeyle kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Belki de onun atması gereken tripleri de siz atıyorsunuzdur. Sıra sizden ona gelmiyordur."
En küçük bir alınganlık belirtisi göstermeden savunmaya geçti. "Kim uyduruyor bunları? Ben tribin ne olduğunu bile bilmem." Ağzım O şeklini alarak şaşkınca ona bakıyordum. Bir de inkâr mı ediyordu? Geçen hafta bir nedenden dolayı bana kızıp akşama kadar trip atmıştı. Şimdi karşıma geçmiş, gözlerimin içine bakarak ben tribin ne olduğunu bilmem diyordu. Pişkinliğin bu kadarına pes doğrusu.
"Anladığım kadarıyla eşiniz fazla kolay biri." Sözlerim kulaklarına ulaştığında kaşlarını çatar gibi olmuştu. Bu duymaktan hoşlandığı bir şey değildi. "Trip atmayı bilmiyor, uzun süre küs kalamıyor ve büyük ihtimalle her dediğinizi de uslu uslu yapıyordur." Kendimi yererken gözlerinin içine baktım. "Bu onu anlaşması kolay biri yapmaz mı?"
"Anlaşması kolay biri olması onu kolay biri yapmaz." Beni bana savunurken yüzü sertleşmişti. Sadece başkalarına değil, benim bile kendime atmama izin vermiyordu. "Benim karım Orta Çağ'ın o aristokrat kızlarına benzer. Adımlarını hep küçük atar, zarifçe yürür. Sanırsın usulca süzülüyor etrafında. Sinirlendiğinde bile sesini yükseltmez, nezaket kuralları içinde karşısındakini sakince azarlar." Nefesim boğazımda düğümlenmişti. Beni böyle mi görüyordu?
Yüzümü seyrederken bana tekrar tekrar âşık oluyormuş gibi gözlerinin içi ışıldadı. "Kaprisi yok ama Allah var nazı çok. En küçük bir kötü sözle hemen asar suratını, büker boynunu. Belki karşına geçip cazgırca sana cevap vermez ama sakince haddini bildirir." Aklına gelenlerle yüzünü buruşturup, "Öyle anlarda nasıl hissettiğimi biliyor musun?" diye sordu. "Sanki o bir asilzade, bense kırk köyün çingenesi!"
Kendimi tutamayıp kıkırdadım. Bir tek beni bana şikâyet etmediği kalmıştı. "Ben bas bas bağırıp bir şeyler anlatırım, o ise peki deyip yavaşça olay yerinden uzaklaşır. Doğru düzgün tartışamıyoruz bile çünkü ya kaçar ya da ağlar." Bardağı kafasına dikip yarısına kadar içtikten sonra dişlerini sıktı. "Neresi kolay bu kadının?"
"Vay be, ne kadar da benden yana dertliymişsin."
"Doktor ve hasta gizliliği diye bir şey var, seanstan sonra bunları bana karşı kullanamazsın." Şeytani bir ifade takınıp sinsice sırıttı. "Cevaplarım hoşuna gitmiyorsa doğru düzgün sorular sor. Ayrıca dön önüne, sen şu anda bir psikologsun," deyince homurdanarak bakışlarımı ondan çektim.
Parmağının ucuyla rakı bardağının kenarına belli ritimlerle vurduğunu gördüm. Şu anda çok rahatmış gibi davranması öyle olduğunu göstermiyordu. Parmağıyla sistematik bir şekilde o bardağa vurması bile aslında stres altında olduğunu gösteriyordu. "Anladığım kadarıyla karın hayatındaki en önemli insanlardan biri. Peki, ona karşı ne kadar dürüstsün?"
Denizi izleyen bakışları bana kaydığında yeşil gözlerini merakla kıstı. "Hangi konuda?"
"Geçmişin konusunda." Geniş omuzları kasılıp gerildiğinde yüzündeki tüm kan çekilmişti. Sert bakışları bana durmam gerektiğini söylüyordu ama şu anda karısı konumunda değildim. Farah belki ona kıyamayıp üstüne çok gitmezdi. Ancak bir psikolog bunu yapmazdı, tam tersi hastasını kaçtığı her şeyle yüzleştirmeye çalışırdı. "Karın neden ateşten korktuğunu biliyor mu?" Baskılarımın dozunu arttırırken göz kontağını kesmiyordum. "Veya bunu birilerine anlattın mı?"
Göğüs kafesinin hareketleri arttığında omuzları buna eşlik ediyordu. Nabzı hızlandığı için her nefesle göğsü yükselip alçalıyordu. Ona sorulmaması gereken bir soru sorduğum için yüzünde kızgın bir ifade vardı. "Korkularım kimseyi ilgilendirmez."
"Bunu birileriyle konuşmalısın, Gurur." Ilımlı bir sesle konuşurken bakışlarımın dost canlısı görünmesine dikkat ediyordum. "Karınla konuşman şart değil, herhangi birine de anlatabilirsin. Geçmişi konuşmaktan kaçman onu hep bir parçan yapar. Bazı şeyleri tutmak yerine bırakmalısın, böylece korkularını aşabilirsin."
"Bana bu sikik argümanlarla gelme!" diyerek beni terslediğinde sesi biraz yükselmişti. "Bu konuşma can sıkıcı olmaya başladı, yeni bir soruya geç."
"Neden bu kadar saldırgansın?" Onun aksine ben sakinliğimi koruyordum çünkü bu en iyi yaptığım şeydi. "Sana sadece küçük bir tavsiye verdim ama sen tehdit altındaymışsın gibi savunmacısın."
"Benim için her an herkes bir tehdide dönüşebilir." Sadece bir anlığına gözlerinin ardında karanlık ama sert bir şeyler geçmişti. "Mezarlıklar sevdiklerinin ellerinde can veren insanlarla dolu. Hepimiz kendi katilimizi besleriz."
"Bunun geçmişinle ne ilgisi var?"
"Çok ilgisi var." Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdığında bakışları duygusuz ve donuktu. "Abim ve babam kendi katilini besledi ve o piç başıma bela oldu!" Bardağından kalan içkiyi içip rakı şişesine uzandığında dişlerini sıkıyordu. "Öz abim gelmişimin geçmişimin amına koydu, birine anlatınca bu geçecek bir şey mi?"
"Belki geçmez ama seni geçmişe tutunmaktan kurtarır."
"Sende böyle mi işliyor?" Suya gerek duymadan rakıyla doldurduğu bardağını alarak bakışlarını bana yöneltti. "Birilerine anlatınca abinin seni bana sattığı gerçeği daha az mı acıtıyor?" Damarlarımdaki kana kadar buz kestiğimde tüm vücudum ürpermişti.
Üzerine gidince saldırganlaşacağını biliyordum ama bu işten sıyrılmak için okları bana yöneltmesini beklemiyordum. "Beni malın olarak mı görüyorsun?"
Bir an bile düşünmeden çatık kaşlarla, "Hayır!" dedi sertçe.
"Sence efendim misin?"
"Hayır."
"Abim beni sana satarken bunun karşılığında ona ödeme yaptın mı?"
"Hayır."
"Peki, ya yapsaydın? Yani beni alma karşılığında ona para ödeseydin..." diyerek soğukkanlılığımı korudum. "Bu beni senin malın mı yapardı?"
Bu konuşmanın nereye varacağını bilmez bir halde başını iki yana sallayarak yine, "Hayır," dedi.
"Neden hayır? Sonuçta beni alma karşılığında ona para ödüyorsun."
"Çünkü senin bir sahibin yok ve kimsede seni satma yetkisine sahip değil!"
"Güzel, en azından bunun farkındasın." Sıkıntıyla soluyarak başımı salladım. "Ama evet, bir konuda haklısın. Abim beni sana sattı ve bunu yaparken beni de sırtımdan vurdu. Birebir olmasa da ortak acılarımız var ama ben bu acılara tutunmuyorum." Buruk gözlerle ona bakıp, "Eğer öyle olsaydı şu anda seninle burada olmazdım," dedim fısıltıyla. "Vücudumdaki tüm izlerin sebebi sensin."
"Farah-"
"Gurur ben bir kaburga eksiğim artık, sarılırken hiç anlamadın mı?" Parmaklarının arasında duran rakı bardağı yere düşüp yuvarlandığında nefesinin nasıl kesildiğini gördüm.
Aralıklı duran dudaklarından tek kelime çıkmadığında ifadesi bir anda donuklaştı. Etrafımızdaki denizin dalgaları, martıların uğultusu hatta kalbinin sesi bile bir anlığına susmuş gibi öylece kalakaldı. Parmaklarının arasında kayıp düşen bardağın bile farkında olduğunu sanmıyorum. Şu anda bana bakıyordu ama belki de beni bile görmüyordu. Odağını yitiren bakışları öylece bende durmuştu. Son söylediklerim onun için beklenmedik bir darbe olduğu için etkisi çok ağır ve büyüktü.
Kendine gelmek için gözlerini birkaç kez kapatıp açtığında yeşil irislerinin titrediğini gördüm. "Ne... Nasıl?" Sesi duyduklarına inanamayan bir boğuklukta çıktığında konuşmayı unutmuş gibiydi. "Ne dedin sen?"
Yüzündeki kan gözle görülür bir şekilde çekilmeye başlayınca rengi sarardı. "Ne demek bir kaburgam eksik?" İhtimaliyle bile sertçe yutkundu. "Farah bu nasıl bir şaka?"
"Sanırım seansımızı burada noktalıyoruz." Bir kaburgamın olmayışı bile beni yıkamazmış gibi konuyu değiştirmeye çalıştım. "İlk denemeye göre bence süreci fena yönetmedim. Sen ne dersin?"
Gurur beni hiç duymuyormuş gibi başını yavaşça eğdi. Bakışları göğüs kafesime değdiğinde yüzünde acı çeken birinin ifadesi belirmişti. Sağ mı yoksa sol mu? Hangi kaburgam alınmıştı ve o, şu zamana kadar bunu nasıl anlayamamıştı? Bunları düşünerek kendini azaba boğuyordu. Yaşadığı suçluluk duygusundan yanında duran elini sıkarken parmak boğumları gerilmişti.
"O kulübedeyken mi oldu?" Biri boğazını sıkıyormuş gibi sesi kısık çıkarken kaşları bükülmüştü. "Yani seni bırakıp gittiğimde..."
Yaralarımı göstermedikçe onun da göstermeyeceğini bildiğim için ayak bileğimi ona doğru uzattım. "Bu ilk yara izi." Ne yapmaya çalıştığımı anlamadı ama bakışları bileğimdeki dikenli tel dövmesine kaydı. Bileğimi çevreleyen bu dövmenin dikiş yaralarını gizlediğini iyi biliyordu. Sıkıntıyla nefesini verdi. Ondan kaçmasaydım o kurt kapanına basmayacağımı düşünüp kendini suçluyordu.
Ayağımı tutup dizinin üstüne koyduğunda sessizliğimi koruyarak onu izliyordum. Elini uzatıp dövmeme dokunduğunda bu küçük dokunuşu bile ürpermeme neden olmuştu. Gurur'un parmakları bileğimi saran yara izinde gezindiğinde hiç beklemediğim bir şey yaptı. Bileğimi tutup bacağımı küçük bir açıyla kaldırınca elbisem yukarı doğru sıyrılmıştı. Gurur başını eğdi ve dudaklarını bileğimin iç tarafına bastırdı. Artık bileğimde onun dudaklarının izi vardı.
Dudaklarının ısısı sanki oradaki yarayı kuşatıp deforme olan dokuyu iyileştiriyordu. Ayağımı yavaşça dizinin üstüne koyduğunda başını kaldırıp yüzüme baktı. Gözlerinde yüreğimin tam ortasına kor gibi düşen bir şeyler vardı. "Benim yüzümden..." Sadece bakışları değil, sesi bile özür dilercesine çıkıyordu. "O gün seni kışkırtmasaydım benden kaçmazdın ve bileğinde bu iz olmazdı."
"Çirkin bir iz değil." İşi şakaya vurarak güldüm. "Hem bu sayede bir dövmem oldu, sende o bile yok," diye ona takıldığımda gözleri bir an sol bileğine kaymıştı. Sadece bir anlığına bileğindeki deri bilekliğe bakıp daha sonra bakışlarını tekrar bana çıkardı.
"Uylukkemiğime platin takılması an meselesiydi," diyerek anlatmaya devam ettim. "Neyse ki buna gerek kalmadı ve zamanla toparlayabildim." O kulübede yaşadıklarımı tam hatırlamıyordum ama bende nasıl hasarlar bıraktıklarını unutamazdım. "Üç yıl önce sağ akciğerimin bir lobunu aldılar." Gurur'un tüm vücudu taş kesilince iyi bir başlangıç yapmadığımı anladım.
Ona tüm bunları anlatırken kendini daha fazla suçlamasın diye her şey yolundaymış gibi davranıyordum. "Hemen endişelenme bu yaşam kalitemi düşüren bir operasyon değil. İçmemeyi tercih ediyorum ama sigara ve alkol tüketmeme bile engel değil. Demek istediğim kalan hayatımı etkileyen bir şey değil."
Onu biraz neşelendirmeye çalışarak, "Kalbin alanını sıkıştırmamak için sol akciğer iki lobdan oluşur," dedim. "Sağ akciğer ise üç lobdan." Umurumda değilmiş gibi davranıp omuz silktim. "Bende artık ikisi de eşit."
Gurur ne diyeceğini bilmez bir halde bana bakarken dudakları birbirine mıhlanmıştı. Otuz saniye boyunca nefes bile almamıştı, daha sonra başını eğip yüzünü sertçe ovuşturdu. "Siktir!" Sert sesindeki öfkenin nedeni o gün beni yalnız bırakmasıydı. "Yanından hiç ayrılmamalıydım!"
"Güzel olan tek gelişme deforme olan kaburgamın da sağda olmasıydı. Böylece onu almak için açtıkları yerden akciğerimin o hasarlı lobunu da aldılar." Elimi koltuk altıma koyup yavaşça aşağıya kaydırdım. Belimin yan tarafında, kaburgamın tam altında durdu elim.
Yara izim önde değil, yan taraftaydı. "Burada çirkin bir yara izi var." Gülümsemeye çalıştım. "Belki oraya da bir dövme yaptırırım." Halay çeken ördek sürüsü hâlâ seçeneklerimin arasındaydı.
Sustuğumda aramızdaki sessizliğin bir dili varmış gibi hırçın dalgalar bile bunu bölemedi. Gurur'un dudaklarının kenarı titrediğinde gözlerini elimin bulunduğu yerden çekmiyordu. Dizinin üzerinde emekleyerek bana yaklaştı. Bunu yaparken iki bacağımın arasında durduğunun farkında değildi. Bir şey söylemesini bekledim fakat tek kelime etmedi. Sanki henüz konuşmaya hazır değildi.
Bacaklarım her iki yanındayken dizlerinin üzerinde duruyordu. Ne kadar uygunsuz bir pozisyonda olduğumuzu hiç umursamadan elbisemin önündeki düğmelere uzandı. İrkildiğimde ondan uzaklaşmak istedim fakat gözlerini gözlerime dikince bunu yapamadım. "Bana izin ver." Ne için?
"Görmeliyim Farah." Sert bakışları soğuk sesiyle örtüştüğünde boynundaki damarlar nabız gibi atıyordu. "Sana bunu yapanların ciğerini deşip tüm kaburgalarını tek tek kırmam için karıma ne yaptıklarını görmeliyim!" Aradan üç yıl geçmesine rağmen hâlâ bunun peşini bırakmadığını biliyordum.
Faillerim arkalarında hiçbir iz bırakmamış olabilirdi ama er veya geç bir açık vereceklerdi. Bu olduğunda Gurur'un onlara yapacaklarını hayal bile edemiyordum. Ona izin verdiğimde elbisenin ilk düğmesini açtı. İkinci düğmeyle göğüslerimin çatalı gözüktü ama Gurur şu an için bununla ilgilenmiyordu. Karnıma kadar tüm düğmeleri hızlıca açtığında sert bakışlarından bir şey kaybetmemişti.
Şu anda tek düşündüğü faillerimi bulduğunda onlara yapacaklarıydı. Elbisenin askılarını omuzlarımdan düşürdü. Onun aklında kan ve vahşet geçtiği için yaptığı şeyin ne anlama geldiğini henüz fark etmemişti ancak ben kıpkırmızı olmuştum. Yerde oturur vaziyetteydim ve o, bacaklarımın arasında durup beni soyuyordu. Bunu daha önce hiç yapmamıştı.
Elbisenin askılarını kollarımdan sıyırıp karnıma düşürdüğünde bukalemun gibi renk değiştirmeye başlamıştım. Bu kadarına gerek var mıydı? Elbisenin üst kısmı karnımda toplandığı için tırnaklarımı battaniyeye geçirdim. O benim kocamdı, yani ondan utanmamam gerekiyordu ama bu kolay değildi. Gurur ne çıplaklığıma bakıyordu ne de askısız sütyenimden taşan göğüslerime. Onun gözlerinin hedefinde sadece kaburgalarım vardı.
Ellerini kaldırıp iki göğsümün tam altına koyunca titredim. Parmakları sanki bir merdiveni arşınlıyormuş gibi kaburgamdan indi. Kaburgalarımın sertliğini hissetmek için parmaklarını tenime biraz daha bastırdı. Karşılaştığı her çıkıntı ona bir kaburgamın yerini gösterirken bir eli boşluğa düştü. Yüzü kederle yıkandığında sesli yutkundu. Orada olması gereken kaburgam yoktu. Sıranın en sonunda bir eksiklik vardı.
Başını omzuna doğru eğerek yüzünü yakınlaştırdığında belimin yan tarafındaki yara izini gördü. Tenimde olmaması gereken o eğri çizgiye içi acırcasına bakıyordu. İnce ama derinliği hissedilen bir izdi. Göğsümün yan tarafından başlayıp bel hizama doğru kıvrılan bir yaradan gözlerini ayırmıyordu. Gurur'un dudakları aralandı ancak bir şey söylemesi şöyle dursun, verdiği nefesi bile geri alamadı. Yeşil gözleri o çizgide tutuklu kaldığında bunca zamandır bunu nasıl göremediğini düşünüyordu.
Evliliğimiz boyunca beni gözlerine yasakladığı için onun karşısında iç çamaşırlarıyla kalsam bile detaylıca vücudumu incelememişti. O yara hep onun görebileceği bir yerdeydi ama dikkatli bir şekilde hiç bakmamıştı. Tıpkı sarılırken anlamadığı gibi. Canımı yakmaktan çok korktuğu için elleri hep hafifçe üzerimde olurdu. Parmaklarını vücudumda gezdirip bedenimi hiç keşfetmediği için kaburgamdaki eksikliği anlayamamıştı.
Eli havalandığında açık bir yaraya dokunuyormuş gibi tedirgindi. Parmakları yara izimle buluştuğunda geniş omuzları sarsılmıştı. Yeşil gözleri yoğun bir intikam duygusuyla kısıldığında yutkundu ama buna rağmen ciğerlerine istediği nefesi çekemedi. Havadaki tüm oksijen tükenmiş gibi vücudu kıvranmanın eşiğindeydi. Parmakları yara izinin üzerinde gezindikçe boğazında geçen tek şey keskin camlarmış gibi acı çekiyordu.
Sanki benim eksik bir kaburgamla o vücudundaki tüm kemikleri yitirmiş gibi çenesini sıkıyordu. "Kaç yıl sürerse sürsün er veya geç bunu yapanların izini bulacağım." Hınç dolu gözlerini yüzüme çıkardığında sanki o iz beynine kazınmış gibiydi. "Bulduğumda ise babamın oğlu bile olsa gözünün yaşına bakmayacağım!" Omzumdaki kurşun yarası yüzünden birini baltayla öldürmüşken, eksik kaburgam için kim bilir neler yapmazdı.
"Sana bunları öfkeni taze tutmak için değil, geçmişin yaralarıyla barışık olman için gösterdim." Aceleci bir şekilde elbisemin yakasını tutup göğüslerimin üstüne kadar çektim. "Şey... Lütfen biraz geri gider misin?" Bacaklarımın arasında durduğunu nasıl fark etmezdi?
Tam kendini geri çekecekti ki sağ ve solunda duran bacaklarımı gördü. Elbisemin eteği iyice yukarı toplandığı için bacaklarım yarı yarıya açıktı. Daha sonra başını çevirip çıplak omuzlarıma bakınca yutkundu. İki elimle elbisenin üst kısmını göğüslerimin üzerinde tuttuğumu görünce bakışları değişmişti. Olamaz, gözlerindeki değişim hayra alamet değildi.
Vücudumdaki tüm kan yüzüme toplandığında kendimi gizlemek için elbiseyi biraz daha yukarı çektim. "Rica etsem arkanı döner misin?" Giyinip elbisenin tüm düğmelerini kapatmam için bana bakmayı bırakmalıydı.
Sesim onun kulağına ulaşmıyormuş gibi Gurur bana doğru eğilince ne yapacağımı bilemedim. Sırtımı geriye bükerek başımı arkaya çektiğimde titremeye başlamıştım. "Ne... Ne yapıyorsun?" Sesim ürkek çıktığında gittikçe koyulaşan gözleri dudaklarıma kaydı. "Borcumu tahsis ediyorum." Anlamadım?
"Ne borcu?"
Bakışları yoğun bir şekilde dudaklarımda oyalanırken bana doğru biraz daha eğildi. "O bahsin tek konusu boynundan öpmem değildi."
"Şimdi bunun sırası mı? Hiç olmazsa giyinmemi bekle-" demiştim ki dudaklarımın üzerine kapanan dudakları beni susturdu. Dudaklarının sıcaklığını hissettiğimde öylece kalakalmıştım.
Gurur'un eli sırtımın arkasına uzandı. Arkaya düşmeyeyim diye beni tutarken aynı zamanda soluksuz bir şekilde öpüyordu. Gökyüzündeki yıldızlar bizim tek tanığımızken karanlık gece etrafımızdaki her şeyi örtüyordu. Gurur bir an olsun dudaklarımı boş bırakmayıp beni kucağına çekti. Kendimi bir anda onun dizlerinin üzerinde ve güçlü kollarının arasında bulduğumda bacaklarım iki yanındaydı.
Nefes bile almama izin vermeden beni yoğun bir şekilde öpüyordu. Dudakları sabırsız, ateşli ve talepkârdı. Beni kollarının arasında sıkıca tutarken dudaklarıyla sahiplenmişti. Başlarda irkildim ama hemen ardında bedenime yayılan sıcaklığına teslim oldum. Nasıl karşılık vereceğimi bile bilmeden dudaklarımı araladım. Tepkilerim belki acemiceydi ama onun nefesini kesmeye yetiyordu.
Gurur bu konudaki çekingenliğimi hissedince bana olan dokunuşlarını derinleştirdi. Eli yatıştırıcı bir yumuşaklıkta sırtımda gezinirken dudaklarımın arasına sızdı. Utangaçça biraz da ürkekçe ona karşılık vermeye başladığımda aramızdaki tutku devasa bir boyuta ulaşmıştı. Kollarının arasında tir tir titrerken ellerim hâlâ göğüslerimin üzerinde elbisemi tutuyordu. Tıpkı onun yaptığı gibi bende ona dokunmak istiyordum.
Nefesimi kesecek uzunlukta beni öptüğünde usulca dudaklarımızın temasını kopardı. Çenemi tutup başımı kaldırdığında aldığımız hızlı nefesler birbirimizin dudaklarına çarpıyordu. "Henüz senin hakkında bilmediğim çok şey var." Boğuk fısıltısı düşünme yetimi benden alıyordu, üstelik yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Bu da aklımı bulandıran başlıca faktörlerden biriydi.
Kucağında olmanın utangaçlığıyla kızarıp bozarırken göğüslerimin üzerinde duran elbiseyi biraz daha yukarı çekiştirdim. "Neyden bahsediyorsun?"
Gurur omuzlarını bükerek yüzünü biraz daha bana yaklaştırdığında nefes alacak alan bırakmamıştı. "Nelerden zevk aldığını bilmiyorum, bence sende bunu henüz bilmiyorsun."
Eli boynuma uzandığında parmakları tüy gibi çıplak tenimde gezinmeye başladı. "Nahif bir karakterin olduğunu düşünürsek büyük ihtimalle sekste de sana yumuşak davranılmasını istersin." Seks kelimesini sesli söylemesi bile beni çok utandırdığı için gözlerimi belerttim. Bu adam neden bu kadar açık sözlüydü?
Parmakları tüy gibi bir yumuşaklıkta boynumdan göğüslerimin başlangıcına kadar kaydı. Gözlerinde beliren karanlık duyguyla, "Belki de sana sert davranılması hoşuna gider," diyerek beni afallattı. "Sana hükmedilmesini mi istersin yoksa hükmetmek mi, henüz bilmiyoruz." Bunun kararını çoktan vermiş gibi güldü. "Aslında cevap çok basit." Yatakta ona hükmedecek gücüm olmadığını düşünüyordu.
Henüz bende bilmiyordum sekste neyi sevip sevmediğimi bu yüzden aksini söyleyip kendimi kanıtlama çabasına girmedim. Nelerden zevk aldığımı zaman gösterecekti. "Acaba..." diye başladığım cümlenin devamını getiremeyecek kadar çekingendim.
"Acaba ne?"Gurur'un eli arsızca sırtımda gezinirken parmaklarını bel boşluğuma bastırıp beni iyice yakınına çekti. "Bana ne istediğini söyle?"
Bedenimi istila eden sıcaklık derimin altına nüfus ederken gözlerimi kaçırdım. "Ben söylemeyince ne istediğimi anlayamıyor musun?"
"Duymak istiyorum, Farah."
Güçlükle başımı kaldırdığımda stresten alt dudağımı dişliyordum. "Bana biraz ilgi gösterebilir misin?" Bunu daha edepli söylemenin tek yolu buydu.
Kıvranışlarımdan aldığı hazzı gizlemeden tek kaşını yukarı kaldırdı. "Nasıl bir ilgi istiyorsun?" Alçak herifin tekiydi. Onu istediğimi bilmesine rağmen beni kıvrandırmaktan zevk alıyordu.
Bakışlarımı birkaç kez etrafımda gezdirdiğimde utanıp kızarmadan ona bakamıyordum. O ise eğlenen gözlerle çırpınışlarımı izleyip ağzımdaki baklayı çıkarmamı bekliyordu. "Bir kocanın karısına gösterdiği o ilgiden bahsediyorum." Doğrudan söyleyemediğim için dolaylı yollara sapıp duruyordum. "Ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun."
Gülmemeye çalışarak yanaklarının içini dişledi. "Ne söylemek istediğin hakkında en küçük bir fikrim yok. Belki de daha açık konuşmalısın."
"Dokun bana." Bir anda ağzımdan kaçırdıklarımla gözlerim kocaman açıldı. Bana zorla itiraf ettirdiği şeyle yerin dibine girdiğim için buradan kaçıp kurtulmak istiyordum. Kucağından kalkmaya çalıştığımda belimi sıkıca kavrayınca sinirlenerek, "Dokunma bana!" diye ona çıkıştım. Beni sıkıca tutarken bu sefer sesli bir şekilde güldü. "Yavrum bir karar mı versen, hangisini yapayım?"
Suratımı asarak kollarının arasından çıkmaya çalıştığımda dolan gözlerimi gördü. Belimdeki elleri buz kestiğinde beni utandırarak ne kadar çok üzerime geldiğini anladı. Çocuk avutur gibi yumuşak bir sesle, "Şşş," diye mırıldandığında yüzümü ellerinin arasına aldı. "Sana da iki takılmaya gelmiyor, ağlamaya dünden hazırsın."
Somurtarak yüzümdeki ellerini çektiğimde küskün gözlerle ona bakıyordum. "Seninle bir daha konuşmayacağım."
Gülümsediğinde gözlerinde kıyamayan bir ifade vardı. "Hemen de küsermiş nazlı karım." Uzanıp dudaklarıma kapandığında buna hiç hazır değildim.
Dudaklarının ilk teması fazla aceleci ve sarsıcıydı. Baldırlarımı kavrayıp beni iyice kucağına yerleştirdiğinde ayaklarını rahatça uzatmıştı. Bu seferki öpüşü daha hoyrat ve sertti. Ona verdiğim karşılıklar bile yeterli gelmiyordu. Bu öpüşü öncekilere hiç benzemiyordu çünkü bu sefer adeta dudaklarımı talan ediyordu. Göğüslerimin üzerinde duran ellerimi bileklerinden yakalayıp çektiğinde ona direnemedim.
Elbisem karnımın üzerine düştüğünde onu yukarı taşımak için hiçbir şey yapamadım. Ellerimin durması gereken tek yer onun bedeniymiş gibi Gurur ellerimi omuzlarının üstüne koymuştu. Onun dudaklarından kaybolurken omuzlarına tutununca ellerini bileklerimden çekti. Dudaklarımın üzerinde gezinen dudaklarının büyüsüne kapıldığımda gözlerim çoktan kapanmıştı.
Öpüşü daha da arsızlandığında dilini ağzımın içinde hissettim. Sadece bu bile içimdeki yangını körüklemişti. Ondan ne görüyorsam aynı şekilde karşılık vermeye çalışıyordum. Dilimin onun diline dokunuşu önce tereddütlüydü fakat daha sonra gittikçe cesaretlenen bir dansa dönüştü. Ona karşılık verirken dudaklarım artık daha cesurdu ama hâlâ öğrenmeye aç birinin ürkekliğine sahiptim.
Gurur'un nasırlı eli sırtıma sürtünüp sütyenimin kopçasına uzandığında ürperdim ama ona durdurmadım. Tek eliyle hiç zorlanmadan sütyenin kopçasını açtığında tıpkı elbisem gibi sütyende karnımın üzerine düşmüştü. Onu oradan alıp yan tarafa bıraktı. Başımı geriye çektiğimde ikimizde nefes nefese kalmıştık. Yeşilin en güzel tonuna sahip gözlerinde bana duyduğu büyük bir açlık vardı. Sanki ne kadar öperse öpsün asla bana doymayacaktı.
Gurur önce yüzüme yayılan sıcaklığı izledi fakat daha sonra başını eğdi. Bakışları ağır ağır tenimden kayıp tüm çıplaklığıyla görünen göğüslerime bulduğunda utançtan inledim ama ona engel olmadım. Bu artık aşmam gereken bir şeydi. Her defasında kendimi ondan saklayamazdım. Gurur'un nefes alışları fark edilir bir şekilde hızlandığında dudakları aralanmıştı.
Göğüslerime olan bakışları öylesine sahiplenici ve yoğundu ki, bir an kendimi çırılçıplak hissettim. Tamamen olmasa da yarı çıplaktım. Bunun utancıyla kendimi örtmek istedim ama Gurur'un bakışlarında gördüğüm bir şeyler beni durdurdu. Nefes bile almadan büyük bir hayranlıkla beni izlemesinin bana verdiği gizli bir haz vardı. Kalbim delicesine hızlanırken Gurur'un arzulayan bakışları hoşuma gitmeye başlamıştı.
Gurur gözlerini dahi kırpmadan göğüslerimi izlerken yüzündeki ifade değişti. Bunun onu bu kadar etkilememesi gerekiyordu bu yüzden kendi hislerine şaşırdı. Sonra yüzünde büyülenmiş gibi bir ifade belirdi ve hemen ardından da bastıramadığı bir arzu gün yüzüne çıktı. Belimdeki tutuşu sıkılaştığında göz bebekleri büyümüştü.
Yanında duran eli usulca havalandığında nefesimi tuttum. Parmaklarının ucuyla bir göğsümün kenarına dokununca belim hafifçe arkaya doğru dikleşmişti. Bu anın her saniyesinin tadını çıkartmak ister gibi hiç acelesi yoktu. Parmakları yavaşça göğsümün kenarında gezinirken hareketleri nazikti. Beni ürkütüp kaçırmaktan korkar gibi hassas ve nahifti.
Bana dokundukça sanki elinin altındaki göğüslerim daha dikleşiyordu. Göğüslerimin tomurcuğu bile artık daha hassaslaşmaya başlamıştı. Kendimi onun dokunuşlarına bırakarak sadece onun yüzünü izliyordum, o ise gözlerini göğüslerimden ayırmıyordu. Sırtımdaki diğer eli de hareket edip boştaki göğsümü bulunca istemsizce inledim. O vücudumu keşfederken hiçbir şey yapmadan durmak hiç kolay değildi.
Bir an tekrar utangaçlığım tuttu ve yine kendimi örtmek istedim. Fakat Gurur bana engel olarak bakışlarını yüzüme çıkardı. "Daha fazla güzelliğini saklama benden." Uzanıp alt dudağımı dişlerinin arasına alıp çekiştirerek bıraktı. "Sen her şeyinle benimsin, Farah." Sinirlerimi yatıştıracak bir sıcaklıkta konuştuğunda ellerinin altındaki göğüslerimi hafifçe okşuyordu. "Her halinle bana aitsin."
"Peki, sende öyle misin?" Zayıf bir sesle konuştuğumda ellerinin göğüslerime yaptığı şey yüzünden ona bakmaktan zorlanıyordum. Ellerinin sahiplenici sıcaklığı tüm vücuduma dalga dalga yayılıyordu. "Sende bir tek bana mı aitsin?"
"Bundan şüphen mi var?" Dudaklarını dudaklarıma sürttüğünde sesi gırtlağından çıkar gibi boğuk çıkıyordu. "Sen bana aitsin ama efendin değilim." Gözlerini gözlerime kenetleyerek doğruluğu sorgulanamaz bir yoğunlukta baktı. "Bense seninim ve tek efendim sensin." Bunu inanarak söylemişti.
Bu sefer onu öpen bendim. Aramızdaki tüm mesafeler anlamını yitirdiğinde nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Gurur beni yavaşça arkaya yatırdığında sırtım battaniyeyle buluştu. Dudaklarımız bir an olsun birbirinden ayrılmazken üzerime uzanmıştı ama ağırlığıyla canımı yakmamaya dikkat ediyordu. Hareketleri asla sert ve ölçüsüz değildi. Bunun benim için ne anlama geldiğini iyi bildiği için bana karşı nazikti.
Dudakları dudaklarımdan çeneme kaydığında kalbim artçı şoklarla sarsılıyordu. Çenemi hafifçe ısırarak en sevdiği yere, yani boynuma ulaştığında boğazında hırıltıyı andıran bir ses çıktı. Başımı iyice arkaya yatırarak gök kubbede ışıldayan yıldızlara baktığımda, Gurur'un dudakları boynumun her yerinde gezinmeye başlamıştı. Hızlı hızlı nefesler alıp kısık iniltiler çıkartırken kendimi tamamen ona bırakmıştım.
Dişlerini boynuma geçirip avucuna aldığı göğsümü sıkınca, dudaklarımdan çıkan arzu dolu sese inanamadım. Hep yaptığı gibi önce boynuma dişlerini geçirdi, sonra ısırdığı yerde kendi izini bırakmak için emdi. Son olarak morarttığı tenimi öpünce kalbim rotasından şaştı. Ayartıcı öpücükleri yavaşça boynumdan aşağıya kaydığında sadece dudaklarını değil, dilini de tenimde hissettim. Sanki tenimin tadını almak ister gibiydi.
Bedenime yaptığı şeylerin hazzını alırken ona nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum. Bu konudaki deneyimsizliğimi iyi bildiği için Gurur'da benden herhangi bir karşılık beklemiyordu. İri gövdesiyle üzerime kapanmışken bacaklarımın arasına iyice yerleşmişti. Dili göğüslerimin çevresinde gezindiğinde artık iniltilerimi kontrol edemiyordum.
Boğazımda istemsizce mırıltılı sesler yükselirken hafif bir ürpertiyle belim arkaya doğru büküldü. Gurur'un ılık nefesi göğüslerimin üzerinde dolaşırken dilinin edepsiz dokunuşları aklımı başımdan alıyordu. Bacaklarımın arasındaki sızıyı dindirecek tek şey o bölgede hissettiğim sertlikti. Ancak Gurur henüz bu konuda hiçbir şey yapmıyordu. Onun her öpücüğünde bedenim biraz daha gerilip göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu.
Dudakları göğüslerimden birine ulaştığında diğerini de boş bırakmıyordu. Bir eli boştaki göğsümü hafifçe kavrayıp parmaklarının altında ezerken diğer eli öptüğü göğsümdeydi. Önce nazik bir öpücük kondurdu ama sonra daha şehvetli öperek dilini yavaşça yüzeyinde gezdirdi. Omzunu kavradığımda bu hareketim onu durdurmak için değil, ona tutunmak içindi.
Başım iyice arkaya düştüğünde gözlerim kapanmıştı. Dudaklarımı ısırarak nefesimi tuttum ve hissettiğim yoğun duygulara direnmeye çalıştım. Ancak bedenimin verdiği tepkileri kontrol etmek hiç kolay değildi. Gurur göğsümü ağzına aldığında vücuduma aynı anda binlerce voltluk elektrik akın etmiş gibi ürperdim. Beni deli ediyordu. Parmaklarım omzundan kayıp yumuşacık saçlarının arasına daldığında dudaklarımdan boğuk bir nefes taşmıştı.
Bir elinin parmaklarını göğsüme hafifçe geçirip usulca yoğuruyordu ama diğer göğsüme yaptığı şeyler hiç masum değildi. Ağzına alıp emmeye başladığında gözlerimin önünde yanıp sönen küçük yıldızlara inanamadım. Boğuk nefes alışlarım o kadar artmıştı ki, nabzım çıldırmış gibi durmaksızın atıyordu. Omurgamdan aşağı inen buz gibi bir ürperti uyluklarıma ulaştığında ayak parmaklarım içe doğru büküldü.
O kadar çok terlemiştim ki tenim adeta parıldıyordu. Gurur göğsümü emerken dudaklarını çekmedi ama gözlerini kaldırıp bir anlığına bana baktı. Bir süre yüzümdeki değişimi izledi. Gözlerimde arzu ve aynı zamanda utangaç bir ifade vardı. Yanaklarıma akın eden kızarıklığı görmek bile hoşuna gitmiş gibi gözleri karanlık bir duyguyla parıldadı.
Göğsümün tomurcuğunu dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırınca belim yay gibi büküldü ve yüksek çıkan iniltim onun kulaklarını doldurdu. Bedenim kontrolsüzce titremeye başlayınca bana ne olduğunu anlamıyordum fakat Gurur, bu belirtilerin ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Dudakları göğsümün çok yakınında dururken tutku dolu bakışlarını gözlerime çıkardı ve boğuk bir sesle, "Şimdi değil," diyerek bir konuda beni baskıladı.
"Bedenin kordan bir ateş, Farah dokunulmaya aç." Göğsümün tomurcuğunu parmaklarının arasına alıp sertçe sıkınca inleyerek dişlerimi alt dudağıma geçirdim.
Gurur beni altında kıvrandırmanın hazzını yaşadığı için dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Sana bir orgazm yaşatmak için fazladan bir şey yapmama gerek yok ama ben istemediğim sürece gelemezsin." Gerçek anlamda bana hükmediyordu.
Sanki yarı çıplak bir şekilde onun altında kıvranmıyormuşum gibi söyledikleriyle daha çok utanmıştım. Her nefes alışımla göğüs kafesim şiddetle hareket ederken çok gerilsem de "Orgazmın ne olduğunu bile bilmiyorum," diye itiraf ettim. "Sözlükteki anlamını biliyorum ama hiç deneyimlemedim." Bunun nasıl başladığını ve nasıl son bulduğunu bilmezken benden istediği gibi nasıl kendimi durduracaktım?
"Gerçekten daha önce hiç orgazm olmadın mı?" Gurur adilik yapıp her sözüyle beni daha çok utandırırken gözlerinin ardında vahşi bir duygu belirmişti. Bunu ilk kez onun kollarında yaşayacak olmamdan aldığı hazzı saklayamıyordu. "Daha önce kendine hiç dokunmadın mı?"
"Hayır, dokunmadım," diyerek homurdanır gibi bir ses çıkardım. "Ne biçim konuşuyorsun sen, bunlar öylece söylenecek şeyler değil."
İçinde bulunduğumuz uygunsuz konuma bakınca gülüşü genişledi. "Karı koca arasında ayıp diye bir şey olmadığını bu gece sana öğreteceğim." Başımın belada olduğunu düşünmeye başladım.
Gurur başını karnıma doğru eğdiğinde onu durdurmadım. Dudaklarının bıraktığı izler boynumdan başlayıp göğüslerimi talan etmişti. Şimdi de o ayartıcı dudakları düz karnımda geziniyordu. Yara izimi boylu boyunca öpmesi içimde tarifi olmayan bir duyguyu yeşertmişti. Bu gece onun yüzünden sahip olduğum her yarayı uzun uzun öpmüştü. Sadece öpmüyor, tadıma doymuyormuş gibi ıslak dili dudaklarının değdiği her yerde geziniyordu.
Göbeğimin üstünde dolaşan sıcak dudakları ve dili beni kıvrandırırken kendini biraz aşağıya çekti. Kısa bir an an başını kaldırıp yukarı doğru toplanan elbiseme baktı. Onu çıkarmak için bir harekette bulununca hemen ellerini tuttum. Gözlerimiz birbirine kesiştiğinde bunu istemediğimi anladı. Ellerini çekti fakat bu seferde elini elbisenin altına daldırdı. Hiç rahat durmuyordu!
Elbisem zaten yukarı toplanmıştı ama Gurur onu biraz daha yukarı sıyırdı. Artık üzerimde bir mini etek gibi görünüyordu. Gurur elbisemin altına ellerini daldırıp iç çamaşırımın kenarlarını kavradı. Nefes alışlarım yetersiz gelmeye başladığında bacaklarımın arasındaki duruşu çok müstehcen bir görüntü sunuyordu. Yeşil gözleri beni bulduğunda yapacağı şey için izin ister gibi bakıyordu.
Eğer istemezsem iç çamaşırımı çıkarmayacağını biliyordum. Dudaklarımı dişleyerek bakışlarımı kaçırdığımda istediği cevabı almıştı. Suskunluğum ona devam etmesini söylüyordu. İç çamaşırımın lastiğini kavrayarak yavaşça aşağıya çektiğinde onu kalçamdan sıyırmıştı. Bunu yaparken yüzümü izliyor, başını eğip elbisenin kapatamadığı çıplaklığıma bakmıyordu.
İç çamaşırımı çıkardığında bacaklarımı birbirine bastırarak kendimi gizlemek istedim. Ancak Gurur bacaklarımın arasında dururken istesem de kendimi ondan saklayamıyordum. Çıkardığı iç çamaşırımı kenara bırakmasını bekledim ama öyle yapmadı. Küçücük bez parçasını avucunun içinde toplayıp yüzüne yaklaştırdığında daha bana dokunmadan titremeye başlamıştım. Kirpiklerinin altında koyulaşmış gözlerle beni izlerken burnunu iç çamaşırıma gömdü. Sadece bu görüntüyle bile orgazm olabilirdim.
Ne kadar baştan çıkarıcı göründüğü hakkında en küçük bir fikri yoktu. Ciğerlerine ulaşan koku onda afrodizyak etkisi yaratmış gibi nefes alışları hızlanmıştı. Onun bu görüntüsü bacaklarımın arasındaki sızıyı arttırdığı için battaniyeye tırnaklarımı geçirdim. Bir konuda haklıydı, bana bir orgazm yaşatmak için fazladan hiçbir şey yapmasına gerek yoktu.
Gurur iç çamaşırımdan soluduğu şeyin fazlasını arzulayarak onu kenara bıraktı. Kendini biraz daha geriye çektiğinde parmakları arsızca bacaklarımdan geziniyordu. Mavi damarların göründüğü iri elleri bacaklarımı nazikçe okşuyordu. Baldırlarımdan yukarı çıkan elleri, elbisenin altına sızarak kalçalarıma ulaştı. Onun her dokunuşuyla bedenim daha çok gevşiyordu ama zihnim utanç ve arzu arasında kapana kısılmıştı.
İri parmakları kalçama batarken dudakları bacağımın iç tarafında gezinmeye başlamıştı. Gittikçe usul usul yukarı çıkıyordu ama nasıl biri olduğumu çok iyi bildiği için beni ürkütmeyecek bir yavaşlıkta bunu yapıyordu. Dirseklerimi yere bastırıp sırtımı hafifçe kaldırarak onu izliyordum. Yüzümdeki kızarıklık artık boynuma kadar yayılmıştı.
Gurur'un yüzü bacaklarımın tam arasına ulaştığında inledim ama bunun sebebinin utanç mı yoksa haz mı olduğunu bilmiyordum. Sanırım her ikisi de... Ilık nefesi en mahrem yerime çarparken elbiseyi biraz daha karnıma kadar itti. Artık her şey tüm çıplaklığıyla gözlerinin önündeydi. Bir süre hiç kıpırdamadan beni izledi. O bunu yaparken kafamı bir yerlere gömmek istiyordum. Yüzünde doyumsuz birinin o aç ifadesi vardı.
Bacaklarımı kapatmaya çalıştım ama buna izin vermeyerek biraz daha açtı. "Kendini benden saklamaktan vazgeç... Her şeyi bana bırak." Boğuk sesi hırıltılı çıktığında en küçük detayına kadar beni izliyordu. Benimle ilgili her detayı zihnine kazıyıp ezberlemek ister gibiydi.
Gurur'un dudakları en mahrem olduğum noktaya çok yaklaştı ama dokunmadı. Bekleyişlerim dayanılmaz bir boyuta ulaştığında bana dokunmak yerine nefesinin sıcaklığını hissettirdi. İçimde beliren bu şehvetin baskısı hem beni kıvrandırıyordu hem de ürpertiyordu. Gurur sabrını yitirerek dudaklarıyla bana dokununca paramparça olduğumu hissettim. Bacaklarımın arasında o kadar yoğun bir baskı vardı ki sanki patlamak üzereydim. Nereye kadar dayanacağımı hiç bilmiyordum.
Onun dudakları en hassas olduğum yerde gezinirken şaşırtıcı bir şekilde nazikti. Sırt kasları geriliyor, alnında biriken ter damlacıkları yüzünün yan tarafında süzülüyordu ama kendini tutuyordu. İçindeki hayvansı tutkuya direnerek bana karşı nahif ve nazik olmak için kendini zorluyordu. Bunun benim için bir ilk olduğunu bildiğinden hoyrat dürtülerine direniyordu.
Kendini birazcık bıraksa vücudumun her yerini morartıp beni sadece zevkten değil, acıyla da kıvrandıracağına hiç şüphem yoktu. Bu yüzden kendini tutuyor ve her konuda ölçülü olmaya çalışıyordu. Dudaklarının yavaş ama kışkırtıcı hareketleriyle istemsizce elim ona doğru uzandı. Onu durduracağıma çok emindim ancak saçlarının arasına dalan parmaklarımın yaptıkları beni afallattı. Onu durdurmak yerine daha çok kendime bastırmama hayret ettim. Bu gerçekten ben miydim?
Onu kendime bastırmam Gurur'u daha çok cesaretlendirmişti. Parmakları kalçalarıma sertçe gömüldüğünde dudaklarının hareketi daha da cüretkârlaştı. Gurur resmen dudaklarıyla beni talan edip bedenimin en mahrem yerlerini keşfediyordu. Sadece dudakları olsa iyi ama dili de hiç rahat durmuyordu. Tadımı yoğun bir şekilde alırken dili kıvrılarak kadınlığımın tüm katmanlarına sızıyordu.
Sırtım gerilerek büküldüğünde bacaklarım onun omuzlarındaydı. Parmak uçlarımdan başlayıp tüm bedenime nükseden bir akım beni talan etmişti. Boğuk nefes alışlarım ve hiç kesilmeyen iniltilerim duyduğumuz tek şeydi. İçimdeki utanç artık yerini daha edepsiz duygulara bırakmıştı. Dili kıvrılarak içime girdiğinde daha fazlasını ister gibi kalçamı kaldırıp kendimi ona doğru ittim. Artık bedenimin kontrolü bende değildi.
Gurur en kırılgan yerlerimde dilini gezdirip emdikçe bedenim ince bir titremeyle ona yanıt veriyordu. İçimde patlamaya yüz tutan duyguya direnerek alt dudağımı kanatacak bir sertlikte dişlerimle ezdim. Göğüs kafesimden yükselen iniltiler gecenin sessizliğine karıştığında gözlerim dolmuştu ama acıdan değil. Yoğun bir duygunun dışa vurumu gibi gözlerime yaşlar akın etmişti.
Parmaklarım battaniyeyi kavradığında yumuşak kumaşı sıktım. Ayak parmaklarım istemsizce kasılıp açılıyor, tüm vücudum artçı şoklarla titriyordu. İçimde taşmak üzere olan bir şeyler vardı ve sanki kaslarıma bir spazm geçirtiyordu. Gurur'un dudakları ve dili sabırsız ritimlerle şiddetini arttırınca buna daha fazla karşı koyamadım.
Sırtım yay gibi gerildiğinde dudaklarımdan firar eden bir çığlıkla sarsılmaya başlamıştım. Bedenimdeki bu müthiş patlamaya ilk kez tanık olurken gözlerimin önünde minik noktalar yanıp sönüyordu. Bu öylesine büyüleyici bir duyguydu ki daha önce hiç tatmadığım bir yoğunluktaydı. Vücudumun sarsıcı titreyişleri yerini büyük bir rahatlığa bıraktığında sırtüstü arkaya düştüm. Terden sırılsıklam olmuş bir halde hızlı hızlı nefes alıyordum.
Sanki bundan daha fazlası olabilirmiş gibi Gurur beni daha da tahrik ederek vücudumdan akan tüm sıvıyı emmişti. Uzun zamandır bunun hayalini kuruyormuş gibi dilini her katmanımda gezdirip edepsizce emdi. Bir süre sonra başını bacaklarımın arasında kaldırıp bana baktı. Uyuşmuş gibi bakan gözlerime, her nefesle daha çok aralanan dudaklarıma ve al al olmuş yüzümü soluksuz bir şekilde izledi.
Bu halimi görmek onu mest etmiş gibi gözlerinde zafer kıvılcımları vardı. Sanki her saniyesinde bana daha çok bağlanmış gibiydi. Ağır hareketlerle dilini dudaklarının üzerinde gezdirdiğinde bir an olsun beni utandırmayı bırakmıyordu. "Tadında en az senin kadar bağımlılık yapıyor." Utançtan inlediğimde susması için neler vermezdim.
Gurur'un dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme belirdiğinde üzerimden çekilerek yanıma uzandı. Bana doğru dönüp yan bir şekilde yatarken bir kolundan destek alıyordu. Karnıma toplanan elbiseyi yukarı çekip çıplaklığımı örtmek istedim ama elimi tutarak engel oldu. "Artık benden utanma, Farah." Elimi yavaşça karnımın üzerine bırakırken gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "O kadar güzelsin ki bunu kıyafetlerle örtmen haksızlık."
"Çıplak mı gezeyim?"
Güldü. "Bir tek benim yanımda."
Parmakları göğüs kafesimde gezindiğinde ellerini üzerimden çekemiyordu. "Gül yaprağı gibi kadifemsi bir tenin var." Başını biraz eğip bedenimi bir bütün olarak izlediğinde nefes alışları düzensizleşmişti. "Bir tanrıçanın güzelliğindesin."
Beni rahatlatmıştı ama kendisi kaskatıydı. Her şeyden daha çok gevşemeye ihtiyacı olduğunu görebiliyordum ama bunun için hiçbir girişimde bulunmuyordu. Bu gece yaşanan her şeyin benim için çok yeni olduğunu bildiğinden daha fazlası için üstelemiyordu. Gurur işi bir adım ilerisine taşıyarak her şeyi mahvetmekten korkuyordu. Her şeyi tek bir gecede yapmak yerine önceliği beni buna hazırlamaktı.
"Sen ne olacaksın?" diye sorduğumda az önce yaşananların etkisinden hâlâ çıkamamıştım. Utandığımdan aşağıya bakamıyordum ama pantolonun önünü zorlayan bir şişlik olduğunu biliyordum.
Kendinden çok beni düşünerek üzerime eğilip dudaklarıma küçük ama tutkulu bir öpücük kondurdu. "Beni dert etme, birazdan kendime gelirim." Benim olduğu kadar onun da biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı.
Gurur biraz kendine gelmek için uzanıp rakı şişesini aldı. İçkiden sert nefesler aldıktan sonra şişeyi yanına bırakıp sırtüstü uzandı. Yavaşça yerimden kıpırdanıp üzerine çıktığımda yüzünde beliren şaşkınlığı gizleyememişti. Gözbebekleri büyüdüğünde inanamayan bir ifadeyle bana bakıyordu. Utangaç karısından böyle bir atak beklemiyordu.
Aslına bakarsak bende kendimden böyle bir şey beklemiyordum ama hazzı doruklarda yaşarken sanki içimde beni kontrol eden başka bir kadın vardı. Bu gece yaptıklarıma engel olamıyordum. Sadece arzularım ve içgüdülerimle hareket ediyordum. Altımda zonklayan sertliğinin tam üzerine oturarak bacaklarımı iki yanımdan büktüm. Gurur ise şoke olmuş bir ifadeyle beni izliyordu.
Beyaz elbisem belime kadar düşmüştü ve elbisenin etekleri kalçalarımın tam altında toplanmıştı. Saçlarım çıplak omuzlarımdan salınırken bedenim terden ışıldıyordu. Dik göğüslerim tüm çıplaklığıyla Gurur'un görüş açısındayken gömleğinin düğmelerine uzandım. Benim yanımda gömleğini hiç çıkarmadığı için beni durdurmaya kalkıştı.
Bileklerini yakalayarak ellerini başının üstüne bastırdığımda gözleri hafifçe büyüdü ve dudakları şaşkınlıkla aralandı. Cüretkardım ama aynı zamanda bir o kadar çekingen. "Lütfen rahat dur."
Tam bir şey söyleyecekti ki alt dudağını dişlerimin arasına alıp sertçe ısırdığımda küfürle karışık bir ses çıkartıp, "Siktir!" diye inledi. "Bu gerçekten sen misin?" Şikâyet eder gibi değildi, aksine büyülenerek beni izliyordu.
Ellerini rahat bırakıp gömleğin ilk düğmesini kavradığımda bu sefer bana engel olmadı ama gerilmişti. Kaslarının taş kesildiğini hissedince onun bana yaptığı gibi yumuşak bir sesle, "Şşş," diyerek onu yatıştırmaya çalıştım. "Sakin ol sevgilim, gömleğini çıkarmayacağım."
İlk düğmeyi açınca Gurur'un hareketsiz kaldığını hatta nefes bile almadığını fark ettim. Bunun gömlekten kaynaklandığını düşünüp bakışlarımı ona çıkardığımda değişen yüzünü gördüm. Az önceki tüm gerginliği dağılmış gibi dudaklarındaki küçük bir tebessümle beni izliyordu. "Sevgilim mi?" deyince kıkırdadım. Onu bu denli etkileyen şey bu muydu?
Parmaklarım ürkekçe gömleğin tüm düğmelerini açtığında nefessiz kalmıştım. Gömleğin önünü araladığımda parlayan sert kaslarıyla parmak uçlarım karıncalandı. Gizleyemediğim bir beğeni duygusuyla sıkı kaslarını izliyordum. Göğsünden karnına uzanan çizgiler, her boğumu daha belirgin gösteriyordu. İnsanın nefesini kesen bir vücudu vardı ve bunu benden gizliyor muydu? Bana bundan daha büyük bir haksızlık yapamazdı.
Kalbimin hızlanan sesini kulaklarımda duyarken bakışlarımı Gurur'un yüzüne çıkardım. Üzerine çıkma cesareti göstermiş olabilirdim ama hâlâ çok utangaç ve çekingendim. Kirpiklerimin altından ona bakıp güçlükle duyulan bir sesle, "Sana dokunabilir miyim?" diye sordum.
Bunun için ondan izin almam Gurur'u güldürdü. "Bana istediğin her şeyi yapabilirsin." Buna dünden razıymış.
Cesaretimi toplamaya çalışarak ellerimi uzattım. Parmak uçlarım ürkekçe onun sert göğsüyle buluşunca sadece bu bile kaskatı kesilmesine neden olmuştu. Ellerimi yavaşça onun teninde gezdirmeye başladığımda Gurur'un nefesi ağırlaşmıştı. Ellerimin altındaki göğsü hızla inip kalkmaya başladığında neredeyse gülecektim. Anlaşılan onu rahatlatmak için benim de fazladan bir şey yapmama gerek yoktu. Birbirimizin dokunuşlarından çok kolay etkileniyorduk.
Gurur beni izlerken yeşil gözlerinde görmeye alışık olduğum o sert ifade yerini arzuya bırakmıştı. Parmaklarım ağır hareketlerle onun kaslarının üzerinde dolaştıkça nefes alışları sıklaşıyordu. Başı geriye düştüğünde dudakları aralandı fakat hiçbir şey söyleyemedi. Titreyen parmaklarımın altındaki vücudu sanki çözülüyor ve gittikçe daha çok gevşiyordu.
İçindeki ateş dışa vuruyormuş gibi her geçen saniyeyle vücut ısısı artıyordu. Tırnaklarımı hafifçe bastırarak göğsünden aşağıya çektiğimde bir anda gözlerinde yıldırımlar çaktı. Boğuk bir ses çıkardığında kalçalarımı sertçe kavradı. Beni yavaşça yukarı kaldırdı hemen ardından geriye iterek bacaklarının arasındaki sertliğe sürtünmemi sağladı.
Kalçalarımdan tutup öne ve arkaya doğru beni yönlendirerek bunu birkaç kez yaptı. Daha sonra durup gözlerini al al olmuş yüzüme çıkardı. "Bu şekilde devam et güzelim... Ne fazla hızlı ne de fazla yavaş." Bunu nasıl yapacağımı bilmediğim için beni yönlendirmesi hoşuma gitmişti.
Ellerimi sert kaslarına bastırarak benden istediği gibi bacaklarımın arasındaki sertliğe yavaşça sürtünmeye başladım. Gurur'un yakışıklı yüzü gerildiğinde şakaklarındaki damarlar belirginleşmişti. Belli bir ritimde kalçalarımı öne ve arkaya hareket ettirip kendimi ona sürttükçe sanki altımdaki şey daha da büyüyordu. Üzerinde pantolon olmasına rağmen bunu hissedebiliyordum. O pantolonu çıkarmasına henüz hazır değildim.
Ona sürtündükçe Gurur'un gözlerindeki ifade değişiyor, boynundaki nabzı belirgin bir hale geliyordu. Bir anda durduğumda yaşadığı hazzı böldüğüm için dişlerini sıkarak boğuk bir sesle, "Sikeyim!" dedi sertçe. "Şimdi duramazsın, devam et."
Onunla biraz uğraşmak için yalandan sızlanıp, "Ama çok yoruldum," diyerek suratımı astım. "Ben biraz uyuyacağım."
Üzerinden çekilecekmişim gibi bir harekette bulunduğumda hemen belimi yakaladı. Beni altımda zonklayan sertliğin üzerinde tutarken çenesini sıkıyordu. "Farah gözünü seveyim devam et, yoksa sabaha kadar uyuyamam, seni de uyutmam."
Umurumda değilmiş gibi davranıp rakı şişesine uzandım. "Biraz enerjiye ihtiyacım var." Şişeyi kafama diktiğimde daha bir yudum almadan Gurur şişeyi çekip aldı. Bunu fazla sert bir hareketle yaptığı için rakının bir kısmı üzerine dökülmüştü.
Üzerine dökülen içkiyi kafaya takmadan şişeyi ulaşamayacağım bir yere koydu. "İçince azıtıyorsun, Farah." Kaşlarını belli belirsiz çattığında içmeme yanaşmadı. "Bu seferde yelkenlinin direğine Gurur diye sarılırsın, hiç uğraşamam."
"Yapmam ben öyle şeyler."
"Hadi oradan, bir çam ağacına ben diye sarıldın. Gözümün önünde o sikik ağaçla flört edip beni benimle aldattın! Ulan bir bana bak bir de çam ağacına, neremiz benziyor?" Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda bu onu daha çok kızdırmıştı.
Boğum boğum olan kaslarının üzerinde akan rakıyı görünce dudaklarımı birbirine bastırdım. Kontrol edemediğim bir arzuyla eğilip dilimi göğsünden gezdirdiğimde ağız dolusu küfredip, "Sikeyim!" dedi bir kez daha. "Beni öldürmeye niyetlisin."
Gerilen kaslarına küçük öpücükler kondurarak dilimle üzerine dökülen rakıyı emdiğimde, Gurur patlamanın eşiğindeydi. Kalçamı yavaşça hareket ettirerek kendimi ona sürterken, dilim kaslarının her kıvrımında geziniyordu. Boğazından çıkan kalın sesi hırıltılı nefeslere dönüştüğünde ellerini elbisemin altına daldırdı. Kalçalarımı kavrayıp beni sertçe kendine bastırdığında inlemiştim.
Vücudundaki tüm rakıyı yalayarak emdiğimde Gurur'un bedeni artık bir betondan daha sertti. Başımı hafifçe geriye çekip kirpiklerimin arasından ona baktım. Ellerimi koyacak bir yer bulamadığım için pantolonunun kemerine yasladım. Gurur bu hareketimden farklı bir anlam çıkardığı için gözlerinin ardında kıvılcımlar belirdi. "Durma..." Gırtlağından çıkan kalın bir sesle fısıldadığında doğru düzgün konuşamıyordu. "Onu eline al." Bir dakika, ne?
Gözlerim kocaman açıldığında doğru duyup duymadığımdan emin değildim. Gurur bu gece beni utançtan öldürmeye yemin etmiş gibiydi. Göğüs kafesi şiddetle hareket ederken kendini sıkmaktan çenesi kaskatıydı. "O narin ince parmaklarının aletimi nasıl kavradığını görmek istiyorum." Ağzı çok bozuktu!
Başımı eğip önce altımdaki sertliğe bakmaya çalıştım, daha sonra da şaşkın bakışlarımı ona çıkardım. "Çok edepsiz bir adamsın, dilinin bir kemiği yok." Böyle şeyler söylerken daha yumuşak kelimeler seçebilirdi.
Kendini tutamayıp güldüğünde gözlerinin ardında beni ürküten bir şeyler vardı. "İnan bana seni korkutmamak için en edepli halim bu, henüz hiçbir şey görmedin." Bir anda ensemdeki saçlarımı kavrayarak beni kendine doğru çekti ve dudaklarıma kapandı.
Daha ben ne olduğunu anlamadan beni altına aldığında sert göğüs kafesiyle göğüslerimi eziyordu. Dudakları dudaklarımı öpmüyor, sanki onları sömürüyordu. Ona karşılık verirken bile hoyrat dudaklarının hızına yetişemiyordum. Bacaklarımın arasına iyice yerleşerek kendini sertçe bana bastırdığında iniltim dudaklarımızın arasında kaybolmuştu. Sınırda olduğunu biliyordum bu yüzden hareketleri sabırsızdı.
Nefes bile almama izin vermeden soluksuz bir şekilde beni öperken bazen bana sürtünüyordu bazense kendini çok sert bana bastırıyordu. Hareketlerini kontrol edemiyordu ama durmasını da istemiyordum çünkü her yaptığı şey bana daha çok haz veriyordu. Üzerinde pantolonu olmasaydı neler olurdu, diye düşününce vücudum tekrar titremeye başlamıştı.
Gurur kendini bana her bastırdığında içime girdiğini düşünmek bile beni yeni bir orgazmın kollarına çekmişti. Dudaklarımız birbirine değip, dillerimiz birbiriyle ateşli bir şekilde dans ederken nefes almak umurumda değildi. Parmaklarım Gurur'un yumuşacık saçlarının arasında gezinirken sırtım gerildi. Bir kez daha kendini bana bastırınca onunla aynı anda titremeye başlamıştım.
Birbirimizin kollarında kaybolurken bedenlerimizin bu sarsıntısı yoğun bir rahatlamanın başlangıcıydı. Aramızdaki bedensel gerilim gittikçe çözülürken, Gurur beni öpmeyi hiç bırakmıyordu. İniltilerimi dudaklarımızın arasında hapsettiğinde üzerimdeki şiddetli sarsıntılarını hissedebiliyordum. Boşalırken özellikle beni öpmesinin nedeni bence kendi hırıltılı seslerini bastırmasıydı.
Bir süre sonra bedenlerimizdeki adrenalin durmuştu. Yavaşça başını geriye çektiğinde hâlâ üzerimdeydi. Uzanıp öpülmekten şişen dudaklarıma küçük bir öpücük daha kondurarak alnını alnıma yasladı. Hızlı nefeslerimiz birbirine karışırken ter içinde kalmıştık. Bu gece her şeyiyle benim için büyüleyici bir güzellikteydi. Sanırım bunu onunla daha sık yaşamak istiyordum. Bunu tekrar istememi sağlayacak kadar bana karşı iyi ve nazikti.
Beni daha fazla iri cüssesiyle ezmeyi bırakıp kendini yan tarafıma attı. Bunu yaparken bile kolunu belimin altında geçirerek beni göğsüne çekmişti. Başımı Gurur'un göğsüne yaslayıp onun kollarının arasında soluklanırken o da saçlarımla oynuyordu. "Farah," diyen mırıltısı hafif uyuşmuş gibi çıkmıştı. "Bu gece seni incitecek bir şey yapmadım, değil mi?" Bunu yapıp yapmadığından emin değildi. Onunla geçirdiğim bir geceden nefret etmemden ödü kopuyordu.
"Hayır." Onun göğsünü yastık gibi kullanırken kokusu uykumu getirmeye başlamıştı. "Düşündüğümden daha güzeldi." Aklıma gelenlerle utançtan inleyip yüzümü onun göğsüne sakladım. "Tabii beni daha az utandırsaydın harika olurdu," diye sızlandığımda bu onu güldürdü.
Teknenin güvertesinde üzerimi bile düzeltmeden Gurur'un kollarında uykuya dalmıştım. Vücudum biraz fazla efor harcadığı için yorgunluktan hemen sızıp kalmıştım. Uykum derinleşene kadar Gurur'un hiç kıpırdamadığını, daha sonra üşümeyeyim diye diğer battaniyeyi üzerime çektiğini sabah öğrenecektim. Yıldızların altında, çıplak bir şekilde onun kollarında uyumak ikimiz için de çok yeni ve tarifi olmayan bir duyguydu.
***
Teknede geçirdiğimiz o güzel geceden sonra ertesi sabah geri dönmüştük. Doğrudan kulübeye döneceğimizi düşünmüştüm fakat Gurur beni ilçedeki bir malikaneye getirmişti. Uzun zamandır burada kimse yaşamıyor olacak ki malikanenin bahçesi çok bakımsız görünüyordu. Malikaneye girdiğimizde de her şey fazla bakımsız ve eskiydi.
Bu ev Gurur'a aitse neden hiç tadilat ve bakımını yaptırmadığını merak ediyordum. Bende buna benzer bir evde yaşadığım için bir malikanede olması gereken klasik şeyler beni pek şaşırtmıyordu. Her yer toz tutmuştu, eşyaların üzeri de beyaz örtülerle kapanmıştı. Tekneden indiğimizde Gurur oldukça mutluydu fakat bu evin kapısından içeri girince tüm keyfi kaçmıştı.
Holde dikilip ruhsuz gözlerle etrafına baktığında ne düşündüğünü anlayamıyordum. "Buraya gelmeyeli yıllar oldu ama hiç özlemediğimi fark ettim." Sesi mırıltıyla çıktığında bu evin her köşesinde kötü bir anısı varmış gibi ifadesi kasvetliydi.
"Çok bakımsız görünüyor," dediğimde keyiften uzak bir şekilde güldü. "Çünkü çürüyüp gitmesini bekliyorum. Sanki bu ev yıkılırsa benim de tüm kötü anılarım kendiliğinden silinecekmiş gibi geliyor. Ne bir başkasına satabiliyorum ne da birinin bu evde yaşamasına tahammül edebiliyorum. Baba yadigarı olduğu için elime bir balyoz alıp yıkamıyorum." Beni bırakıp yürüdüğünde burada olmaktan hiç mutlu olmadığını anlamadım.
Küçük adımlarla peşinden giderken aklımda cevap bulmayan bazı sorular vardı. "Gurur neden buradayız?"
Onu takip etmemi isteyerek beni çift kapılı bir yere yönlendirdi. Bunu yaparken derin bir kinaye barındıran gözlerini gözlerime kenetlemişti. "Dün görüştüğüm çömez psikoloğum geçmişimle yüzleşmemi söyledi." Adımlarım durduğunda nabzım öyle bir hızlanmıştı ki, şiddetini kaburgalarımın arasında hissettim. Dünkü seansımızı ciddiye alıp beni dinlemesini beklemiyordum.
Önünde durduğumuz kapıları açtı ve geçmem için kenara çekildi. İçeri girdiğimde kendimi bir yemek salonunda bulmuştum. Yemek masası dahil buradaki her eşyanın üzeri beyaz örtülerle kapanmıştı. Gurur salonun ortasında durduğunda gözlerini dahi kırpmadan yemek masasına bakıyordu. Daha doğrusu masanın hemen aşağısındaki zemine bakıyordu.
"Klozetten su içmek nasıl hissettiriyor... Bilmiyorum ama yere düşen yemekleri yemek de iyi hissettirmiyor." Midem kasıldığında ne diyeceğimi bilmez bir halde öylece kalakalmıştım. Yerde yemek mi yemişti?
Gurur'a baktıkça ortak acılarımızın düşündüğümden daha çok olduğunu anlamaya başlamıştım. "Annemi hatırlamıyorum, babamı ise altı yaşında kaybettim." Hissiz bir sesle konuşup hâlâ masanın yanındaki o boşluğa bakıyordu. "Babam ölene kadar hayatımda büyük bir rolü olduğunu hiç anlamadım."
Nihayet geçmişin kapılarını aralamaya başlamıştı ve bunu bir tek benim için yaptığını biliyorum. "Babamın bana yaptığı en büyük iyilik ve tek kötülük arkasında bir vasiyet bırakmasıydı." Babası ona herkesin sahip olmak isteyeceği bir miras bırakmıştı. Şeref'in o mirası ondan almak için Gurur'a neler yaptığını bilmeyen yoktu.
"Yirmi yaş şartı," dediğimde beni onaylayarak başını salladı. "O madde beni hayatta tuttu ama Şeref'in zulümlerinden koruyamadı."
Duygusuzca gülerek gözlerinin takılı kaldığı o boşluğu gösterdi. "Yiyeceğim yemeği yere döküp beni yemeye zorladığı anların sayısı yok." Buna benzer şeyler yaşadığım için yıllar geçse de bunun utancını yaşayacağını iyi biliyordum.
Kapıya doğru yürüdüğünde yüz ifadesi fazla düz olduğu için çektiği acıyı iyi gizliyordu. "Sahip olduğum zenginliği benden almasının tek yolu aklımı yitirmemdi." Sustuğunda onu konuşmaya zorlamadım. Bunları anlatmanın onun için hiç kolay olmadığını bildiğim için sessizliğine ortak oldum.
Gurur elini sırtımın arkasına koyarak beni yürümeye teşvik etti. Üst katın merdivenini çıkarken içinde kopan fırtınaları hissedebiliyordum. "Şeref denen o puşt her konuda canımı yakıyordu, bana işkence etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu." Eğer başımda babam olmasaydı aynı şeyleri Caner abimde bana yapardı. Gurur'un en büyük talihsizliği babasını çok erken yaşlarda kaybetmesiydi.
Ahşap merdivenin tozlu yüzeyinde ayak izlerimiz çıkarken sırtımdaki eli gerilmişti. "Bu evi daha katlanır kılan tek şey Defne ablaydı." Ondan bahsederken bile yüzünde yoğun bir özlem, yeşil gözlerinde ise saklayamadığı bir acı beliriyordu. "Defne abla beni korumaya çalışıyordu. Sürekli beni uyarıp, babamın gözüne batacak bir şey yapma, diyordu."
Omzunun üzerinden bana baktığında ifadesi buruklaşmıştı. "Biliyor musun, senden önce bir tek o bana Gurur'um derdi." Üzerinden yıllar geçse de Defne'nin yokluğunu hiç aşamadığı için bakışları puslanmıştı. "Üzerime titrer, benden sadece üç yaş büyük olmasına rağmen, 'Gurur'um, benim güzel amcam...' diyerek cümlesine başlardı. Elimi sıkıca tutup bana yalvararak yaramazlık yapmamamı söylerdi."
"Çünkü korkardı anne ve babasının canımı yakmasından." Elini sırtımdan çekip adımlarını daha büyük atarak beni arkasında bıraktı. Dolan gözlerini benden kaçırmak için böyle yaptığını biliyordum. Defne'den bahsetmek bile onun için kabuk tutmayan bir yarayı kanatmaktı. "Öylesine masum ve saftı ki, onu üzmekten korkardım. Ne dese hep yapardım ve bir tek onu dinlerdim."
Üst kata çıktığımızda buradaki odalardan birinin önünde durdu. Eli kapı koluna uzandı ama daha ilerisine gidemedi. Eli öylece havada kaldığında bu evde bir tek bu odaya giremeyecekmiş gibi omuzları düşmüştü. Sanki bu kapıdan içeri adımını atarsa girdiği gibi çıkamayacakmış gibi davranıyordu. Önünde durduğu kapıya kederli gözlerle bakarken birkaç kez derin derin nefesler almıştı. "Defne ablanın odası."
Şimdi bu kapıyı neden açamadığını daha iyi anladım. İçeri girerse ondan kalan anılarla paramparça olacağını düşünüyordu. Burada olmak bile onun için çok zor olduğundan içeri girmesi konusunda onu zorlamadım. "Şeref canımı her yaktığında Defne beni sırtından taşıyarak odasına getirirdi." Gözlerini yumduğunda gözpınarlarına akın eden yaşlara direndiğini anladım. "Yaralarıma merhem sürer, üzerimi örterek uyumamı beklerdi."
Defne'nin hayali karşısında belirmiş gibi dudağının köşesi titremişti. Ona dokunmak ister gibi elini kaldırıp boşluğa uzattığında nefes alışları sıklaştı. "Onun için yapamadığım her şeyi kızına vermeye çalıştım ama hiçbir şey Defne'yi geri getirmiyor."
Bunu nasıl karşılayacağını bilmediğim için tereddütle, "O nasıl öldü?" diye sordum.
Gurur bana kızmak yerine kapıdan uzaklaşarak üst katın koridorunda yürümeye başladı. "Son günlerde Defne abla çok değişmişti."
"Nasıl?"
Hatırladıklarıyla yüzü sertleşti. Sanki dile dökemediği her acı bir hançer gibi yüreğine saplanıyordu. "Artık eskisi gibi bizimle oynamıyor, aramıza karışmıyor ve neredeyse hiç gülmüyordu. Sürekli bahçedeki defne ağacının altında oturup gizli gizli ağlıyordu. Onu bizden uzak tutan bir sorunu vardı ama ne yaptıysak hiç anlatmadı."
Bu kattaki bir odanın önünde durdu. "Koluna dokunduğumuzda bile ürküp refleks gösteriyordu." Bakışlarını benden kaçırdığında yeşil gözlerinde saklı kalan hüznü gördüm. "Bir gün evde büyük bir kıyamet koptu. Yengem ve abim sürekli kendi aralarında tartışıyorlardı, kimsenin bunu öğrenmemesi gerektiğiyle ilgili şeyler söylüyorlardı."
"Neyden bahsediyorlardı?"
"Defne abla hamileymiş." Ne yazık ki böyle bir şey duymayı bekliyordum çünkü Melek bana biraz bahsetmişti. Gurur beni getirdiği kapının önünde dururken parmaklarını sinirle saçlarından geçirdi. "Daha yeni on üç yaşına girmişti, nasıl hamile kalabilirdi?" Bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey istismar edilmekti. Defne'ye olanların vebalinden kimse kurtulamazdı.
"Hamileydi ve biz çocuklar bunun ne anlama geldiğini bile bilmiyorduk." Gurur bunları anlatırken bakışları öfkeyle keskinleşiyor, omuzları sert hareketlerle inip kalkıyordu. "Bunu ona yapan Şeref'in bir arkadaşıymış. Şeref onu öldürdü ve Defne'yi de evden uzaklaştırdı." Dişlerini sıktığında o adamın burada olmasını ve onun ellerinde can vermesini her şeyden çok istediğini görebiliyordum."
"Peki, sonra?"
Gurur için tüm bunları anlatmak geçmişi yeniden yaşamakla aynı şeydi. Bu yüzden cevap vermeden önce bir süre sessizliğini korudu. Boğazında bir yumru belirmiş gibi konuşmak bile onun için bir işkenceye dönüşmüştü. "Bu çirkin sırrı herkesten gizlemek için yengem ve abimin bulduğu tek çözüm Defne'yi evden göndermekti. Doğumdan sonra bebeği bir aileye verip Defne'yi geri getireceklerini söylediler." Defne gittiği yerden geri dönmemişti çünkü Melek'i doğururken ölmüştü.
Devem etmek için biraz zamana ihtiyacı olduğunu anlayınca onu konuşmaya zorlamadım. Kapıyı açarak içeri girdiğimde burasının bir çalışma odası olduğunu gördüm. Şaşırtıcı olansa bir tek burada beyaz örtüler yoktu. Sanki burada olanların üstü hiç kapanmamalıymış ya da kapanmayacakmış gibiydi. Gurur odaya adımı attığı an onun için zaman ağırlaşmış gibi hissizleşmişti.
Kitap kokusunun sindiği odadaki tozlu raflara bakıyordum. Pencerenin önünde eski bir masa ve tam önünde de döşemeleri yıpranmış iki koltuk vardı. Gurur'un bakışlarını takip ettiğimde taşları kararmış şömineye bakıyordu. Şöminenin önündeki deri koltuğun üstünde kalın bir toz tabakası vardı. O koltuk ve şömine onun için ne anlam ifade ediyorsa, Gurur bir tek bu iki şeye bakıyordu.
Çenesinin kenarı gerildiğinde yanında duran elini sıktığını gördüm. Sanki baktığı şey sıradan bir şömine ve basit bir koltuk değil de onun en karanlık geçmişiydi. "İyi misin?" diye sordum.
"Bu oda benim girmekten korktuğum tek yerdi." Yeşil irislerinde beliren donuk ifade, içinde güzel olan her şeyi katlediyormuş gibi hissettiriyordu. "Şeref hep şu koltuğa otururdu." Yutkunduğunda bakışları koltuğun önündeki boşluğa kaydı. "Bense orada olurdum... Ellerim ve dizlerim üzerinde." Kalbimin üstünde bir pençe varmış gibi göğüs kafesimde bir ağırlık oluştu.
Gurur yutkunduğunda alnında biriken soğuk terler onu ele veriyordu. Öne doğru bir adım atmadan önce boğuk bir sesle, "Koltuğuna yayılıp içkisini yudumlayarak alevleri izlerdi," dedi. Koltuğun önündeki boşluğa baktığında sanki çocukluğu ondan davacıymış gibi gözlerini yumdu. "Bu odada bana diz çöktürürdü, tam ayaklarının dibinde."
Ondan duyduğum her şeyle kalbim biraz daha sıkışıyordu. Gurur yumduğu gözlerini açarak derin bir nefes aldı. Bir an önce tüm geçmişini ortaya döküp buradan gitmek istiyordu çünkü bu odada olmak bile ona bir kriz geçirtebilirdi. Bunları anlatmak da dinlemek de ikimiz için hiç kolay değildi ama onu susturmadım. Eğer şimdi anlatmazsa bir daha anlatamayacağını, içinde biriken zehri akıtamayacağını biliyordum.
Gurur yıllar öncesindeki o küçük çocuğa dönmüş gibi daha önce onda hiç görmediğim bir kırılganlığa sahipti. Geçmişiyle yüzleşirken sık sık sesi titriyor, boğazı düğümleniyordu. "En küçük şeyleri bile bahane edip her kızdığında beni buraya getirir, kapıyı üzerimize kitlerdi. Gömleğimi çıkarttırır, koltuğunun önüne el ve ayaklarımın üzerinde diz çökmemi isterdi."
Omuzları ağırlaşmış gibi içe çöktüğünde pütürlü bir sesle, "Sırtım..." diye fısıldadı. "Onun sehpası olurdu."
Hemen yanına gittim ama ona daha iyi hissettirecek hiçbir şey yapamadım. Gurur gözlerini benden kaçırarak yeniden eski koltuğa döndü. "Sırtımda onun bacaklarının ağırlığını taşırken söylediği her sözle beni suçlardı." O günlere dönmüş gibi bakışları ağırlaştığında sözcükler dudaklarından zorlukla dökülüyordu.
Gurur'un iki yanında sarkan ellerinde bile bir kasılma vardı. Onu bu odaya hapseden tüm zincirleri kırmak ister gibi parmaklarını sıkıp açıyordu. Yüzüne yansıyan öfke ve acı birbirine karıştığında sesi ondan duymaya alışık olmadığım bir kısıklıktaydı. "Önce bana her şeyin benim suçum olduğunu, hiç doğmamam gerektiğini söylerdi. Daha sonra..." Gözleri koltuktan kayıp şömineye ulaştığında dudaklarında iniltiyle karışık bir ses çıktı. "Şöminede beklettiği şişi alırdı."
Midem kasıldığında irkilerek arkaya doğru bir adım attım. Odadaki tüm ısı düştüğünde sanki bir anda burası buz kesmişti. Üşüdüğümü hissederek kollarımı sıvazladığımda Gurur başını eğdi. Göz kapakları titrerken gerilen sırt kasları gömleğin altında bile belli oluyordu. "Abim..." diye mırıldandığında sesini belli bir düzeyde çıkarmaya çalışıyordu. "Hep sırtımı yakardı."
Gözlerimden süzülen bir damla gözyaşıyla eline uzandım ama titreyen parmaklarım ona ulaşamadı. O gömleğin altında ne sakladığını öğrenmek düşündüğümden daha ağır ve sarsıcıydı. Gurur ateşi tekrar ve tekrar teninde hissediyormuş gibi alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi. "Sırtımla buluşan alevin tıslayan sesi ve yanan derimden çıkan o koku bile sanki hâlâ burnumda."
"Canımı yakardı ama ben diz çöktüğüm yerden kalkmaya cesaret edemezdim." Başını hafifçe iki yana salladı. "Ona karşı çıkarsam daha da çileden çıkacağını bilirdim. O beni yakarken dizlerimin üzerinde hiç kıpırdamadan öylece dururdum." Bu oda Şeref'in işkence yuvasıydı.
Gözlerimde birbiri ardına süzülen yaşlara engel olamıyordum. Daha fazla dayanamayıp bir an Gurur'u susturmak istedim ama mazinin içinde hapsolmuştu. Gerilip kasılan bir beden ve titreyen dudaklarla sanki artık burada değildi. "O şişin sıcaklığı hâlâ sırtımı yakıyor." Boşluğa kilitlenen bakışları usulca bende durdu. "Benim sırtım abimin kül tablasıydı, Farah. Üzerimde söndürdüğü sigara izmaritlerinin sayısını bilmem."
Dudaklarımdan çıkan cılız bir hıçkırıkla ıslak gözlerim dikkatini çekti. Anlattıklarıyla beni korkuttuğunu düşünüp kendine kızar gibi kısık bir sesle küfretti. Üzerime eğildiğinde sıcak elleri yüzümün iki yanında durmuştu. Yüzümü avuçlarının arasına aldı ve başımı kaldırdı. Parmak uçlarıyla nazikçe gözyaşlarımı silmeye başladı. "Sana bunları hiç anlatmamalıydım."
Bu odada olanları kafamda canlandırdıkça daha fazla ağlıyordum ama aynı zamanda içim öfkeyle doluyordu. "Bende o herifi yakacağım!" Fırsatını bulmuşken onu hadım etmekle kalmayıp tüm şarjörü üzerine boşaltmalıydım.
Gurur kendini tutamayıp güldüğünde beni göğsüne çekip sarıldı. Güçlü kollarının arasına girip onun sıcaklığına sokulduğumda bile ağlıyordum. Gurur beni yatıştırmak için saçlarımı okşarken başımın üstüne küçük bir öpücük kondurmuştu. "Seninle ne yapacağımı bilmiyorum, çok yufka yüreklisin."
Her şeyi bir an önce anlatmasını istiyordum. Böylelikle onu bu uğursuz yerden götürebilirdim. Kendimi biraz toparlayınca Gurur'un kollarının arasından çıktım. Bakışlarımdan devam etmesini istediğimi anlayınca, saçlarını stres içinde dağıtarak pencereye doğru yürüdü. "Defne'nin doğum yaptığı gece Şeref üzerime benzin döküp beni yakmaya kalkıştı." Sırtıyla bakışırken ikinci kez hıçkırmamak için dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Ona yapılanlar insanlık dışıydı.
Yanında durduğumda Gurur camdan dışarıya bakarken gözlerinde beliren o korku, geçmişe aitti. Omuzları biraz daha içe doğru bükülüp çöktüğünde artık o dik duruşunda eser kalmamıştı. "Defne'nin öldüğünü duyunca Karun ile ikimiz çıldırdık. Şeref beni yakmaya çalıştı, Karun'u da iki gün boyunca soğuk hava deposuna hapsetti. Tüm bunlar olurken daha on yaşındaydık."
Elini kaldırıp başını gösterdiğinde dudaklarında kırık bir tebessüm vardı. "Ben o gün ilk kez bazı sesler duymaya başladım."
Yutkunduğumda güçlükle, "Nasıl?" diye sorabildim.
Gurur kafasına baskı uygularken hüzünlü bir iç çekişle nefesini verdi. "Kafamın içinde hiç susmayan bir ulus var be kızım..." Dizlerimin bağı çözüldüğünde bir şeylere tutunma ihtiyacı hissederek koluna dokundum. Ortada olmayan sesleri mi duyuyordu? Daha önce şakayla karışık bu konuya atıfta bulunmuştu ama ciddi olduğunu anlamamıştım.
Gurur yüzümdeki değişimi soluksuz izlerken nabzı hızlanmıştı. "Şeref beni evin avlusuna attı. Benzini etrafıma döküp bir ateş çemberi oluşturdu. Nereye baksam gördüğüm tek şey ateşti. Üstelik beni de benzinle yıkadığı için o ateş halkasının üzerinden atlayıp dışarı çıkamıyordum." Gözlerimden bir damla yaş daha süzülmüştü. Kurtulmaya çalışırken ateşe değip yanmaktan korkmuştu.
Uzanıp yanağımı ıslatan yaşı parmak uçlarıyla sildiğinde titrediğini fark ettim. "O ateş çemberinin içinde amaçsızca çırpınırken artık kusurlu biriydim... Akıldan kusurlu." O günden sonra da ateş gördükçe çıldırmıştı çünkü artık bir travması vardı ve ateş bunu tetikliyordu. Ateş onu deliliğe sürükleyen en büyük korkusu olmuştu.
Gurur anlatmaya devam etti, bense sessizlik içinde onu dinledim. Geçmişin kapılarını bir bir aralayıp abisinin ona yaptıklarını anlatırken bana kıyasla daha güçlüydü. Belki de beni daha fazla üzmemek için güçlü görünmeye çalışıyordu. Dağılmış bir halde olduğum için ben değil, o beni teselli edip duruyordu. O gece Melek'i kurtarmaya nasıl karar verdiğini, Karun'un ablasının cesediyle iki gün boyunca soğuk hava deposunda nasıl kaldığını hep anlatmıştı.
Abisinin her fırsatta bir şeyleri bahane edip onu daha da delirtmek için nasıl işkence ettiğini anlatmıştı. Gurur'un dudaklarından dökülen her yaşanmışlıkla elini daha sıkı tutmuş, artık yalnız olmadığını ona hissettirmeye çalışmıştım. Bu ev ve bu oda onun en büyük kabusuydu. Hep kaçtığı eve yıllar sonra benimle gelmiş ve geçmişiyle yüzleşmişti. Bunu bizim için yapmıştı çünkü artık geçmişteki tüm defterleri kapatıp benimle temiz bir sayfa açmak istiyordu.
Tam karşısında durduğumda atılacak son bir adım kaldığı için gözlerim üzerindeki gömlekte oyalandı. "Sırtını görebilir miyim?" Aramızdaki son duvarda yıkılmalıydı.
Gurur'un tüm vücudu buz kestiğinde gözbebeklerinin büyüdüğünü gördüm. Bakışları yeniden şömineye kaydığında sanki geçmişin alevi hâlâ orada duruyordu. "Sırtımda görebileceğin hiçbir şey yok, Farah." Ruhunu bu odanın içine gömmüş gibi duygusuzca bana baktı. "Ama görmek isteyemeyeceğin her şey var."
Ona yaklaşıp usulca elimi uzattım. "Lütfen..." Sesim boğuk çıkarken parmaklarım gömleğinin yakınında durdu. "Görmek istiyorum."
Gurur bu konuda yaşadığı kararsızlığı yeterince saklayamıyordu. Yüzü sertleşmişti ve çenesini sıkmaya başlamıştı. Sessizliğini bir onay olarak görüp ona biraz daha yaklaştım. Gömleğin ilk iki düğmesi zaten açıktı. Üçüncü düğmeye uzandığımda vücudundaki gerginliğini hissettim ama bu beni durdurmadı. Vazgeçmesinden korkarak tüm düğmeleri hızlıca açtım. Açtığım her düğmeyle Gurur'un bedeni kasılıp nabzı hızlanmıştı. Buna rağmen ellerini sıkarak bana engel olmadı.
Gömleğin eteklerini yukarı çekerek pantolonun içinden çıkardım. Durup kısa bir an yüzüne baktığımda dişlerini kırmak ister gibi sıktığını gördüm. Kendini kastıkça yüzündeki kılcal damarlar bile belirginleşiyordu. "Sorun yok sevgilim." Kadife gibi yumuşacık bir sesle konuşup gözlerinin içine baktım. "Ben senin karınım, kendini benden gizlemene gerek yok." Dün onun teknede bana söylediği şeyleri şimdi ben ona söylüyordum.
Ona tatlı sözler fısıldayarak sinirlerini yatıştırmaya çalıştım. Kendini baskı altında hissedip yine bir kriz geçirmesini istemiyordum. Gömleği geniş omuzlarından sıyırarak çıkardığımda hâlâ karşı karşıya duruyorduk. Arkasına geçmek için bir adım attığımda kolumu tutarak bana engel oldu. Bunu yapabileceğini sanmıştı ama bu sandığı kadar kolay değildi. Zamanın silemediği tek izleri sırtında taşırken kolumu mengene gibi sıkı tutuyordu.
Yavaşça üzerime eğildiğinde yeşil gözleri can çekişir gibiydi. Omuzlarında ağır bir yük taşıyormuş gibi hafifçe öne doğru büküldü. "Yapma... Burada sonlandıralım." Devam etmeme sıcak bakmıyordu.
Boştaki elimi kaldırıp avuç içimi yanağında gezdirmeye başladım. "Gurur'um bana müsaade et lütfen." En tatlı sesimle konuşurken avucumu yanağından kaydırıp çenesinde gezdirdim. Yeni çıkmaya başlayan sakalları avuç içimi gıdıklarken küçük bir tebessümle onu izledim. "Sendeki izleri bile seveceğim çünkü onlarda senin bir parçan."
Elimin altındaki yüzü biraz gevşemişti ama bedenindeki gerginlikte değişen hiçbir şey olmamıştı. Aldığı hızlı nefeslerin ısısı yüzüme nüfuz ederken durmam için bakışlarıyla bana yalvarıyordu. "Sırtımda utancım yazılı, Farah. Bakışların değmesin oraya."
"Gurur-"
"Neden anlamıyorsun, sırtımdaki her iz bir yangın ve her yangın çocukluğumun sessiz çığlığı." Bir anlığına susup dudaklarını birbirine bastırdı ama daha sonra gözlerinde beliren bir yakarışla, "Bakma..." diye fısıldadı. "Utanırım."
Boğazımda bir yumru belirdiğinde nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Gurur'u her zaman bir konuda utanırken göremezdim. Yara izlerinden rahatsız olduğu için kimselere göstermediğini düşünmüştüm. Sırtını bir utanç olarak gördüğü aklımın ucuna bile gelmemişti. "Bu utanacağın bir şey değil." Başımı iki yana salladığımda sesim ağlamaklıydı. "Öyleyse bile bu utanç sana ait değil."
Bu Şeref Kalender'in utanacağı bir şeydi ama o adam utanç duygusundan bihaberdi. "Benden utanmana gerek yok." Yanağını yavaşça okşayarak belli belirsiz tebessüm ettim. "Daha önce senin de söylediğin gibi biz bir ekibiz, Gurur. Sadece mutluluğu değil, yeri geldiğinde acıyı da bölüşmeliyiz. Evlilikte bir nevi ekip işi, değil midir?"
Bir an bana sonuna kadar direneceğini düşündüm ama son söylediklerimle direnci kırılmıştı. Bundan nefret etse de yavaş hareketlerle bana sırtını döndü. Bana arkasını döndüğünde karşılaştığım manzarayla elimi dudaklarıma bastırdım. Ağzımdan çıkacak hayret verici nidaları önlemeye çalışırken gördüklerime inanamıyordum. Gurur'un sırtı güçlü kaslardan oluşuyordu ancak her kasın üzerinde mühür gibi kazınan yara izleri vardı. Bu izler o kadar çoktu ki sırtının tamamını kaplıyordu.
Derisine kazınan derin yarıklarda küçük bir çocuğun gözyaşları ve hazin çığlıkları saklıydı. Omuzlarının altında başlayıp kürek kemiğine kadar uzanan yanık izleri, düzensiz hatlar oluşturuyordu. Yanık izlerinin pembe dokusu sırtının her yerindeydi. Aman Allah'ım... Bunu ona nasıl yapabildiler? İnce, düz çizgiler bir kamçının kanlı darbeleri gibi birbirine karışmıştı. Bunların her biri derin, çapraz yanık çizgileriydi.
Bu korkunç yaraların arasında bazı izlerde daireseldi. Sigara izmaritinin acımasız dokusunu çok net görebiliyordum. Gurur'u endişelendirmemek için ağladığımı ondan saklıyordum. Sessiz gözyaşları dökerken bunu ona nasıl yapabildiklerini anlamıyordum. Bu caniliği nasıl yapabilmişlerdi?
Titreyen parmaklarla sırtına dokunduğumda irkildi ama bana doğru dönmedi. Bunları görmem bile onu utandırdığı için yüzünü bana dönememişti. Parmaklarımı sırtında gezdirirken burada gördüğüm her izin bir benzeri sanki kalbimde açılıyordu.
Sırtında hiç boş yer kalmadığı için bazı izler üst üste binmişti. Gurur'un aynı işkenceye defalarca maruz kaldığını görmek bile beni hıçkırıklarla ağlatabilirdi. Ona tüm bunlar yapılırken henüz bir çocuktu. Bazı izler yıllar içinde solmuştu ama hâlâ biraz kabarıktı ve dokunduğumda altındaki sert dokuyu hissedebiliyordum. Kaslarının sert gücü, ateşin onda bıraktığı yanık izleriyle birleşmiş gibiydi.
Omuzlarından beline doğru inen kas çizgileri, sanki ateşin onda bıraktığı izlerle durmaksızın kavga halindeydi. Sırtı bir harp meydanına dönüşmüştü ve bu savaşın bir kazananı yoktu. Artık gözyaşlarımın sesini kısamıyordum. Uzanıp dudaklarımı sırtına bastırdığımda Gurur'un tüm bedeni titredi. Tüm bu izleri yok etmek istercesine parmaklarım her birinin üzerinde gezindi ve buna dudaklarımda eşlik etti. Onun sırtı çerçevesi yanmış bir tablo gibi hem mağrur hem de mahzundu.
Yaralarından öperken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ediyordu. Bu yaralar belki onu öldürmedi ama her gün cayır cayır yakmıştı ve yakmaya da devam ediyordu. Parmaklarım titriyordu ama ona dokunmayı bırakmadım. Ellerim ve sıcak dudaklarım onun sırtına değdikçe Gurur'un nefes alışları değişiyordu. Elleri boşluğu yokladı daha sonra iki yanında durarak kasıldı. Bir izden diğerine geçerken dudaklarımın arasındaki titrek nefesi hissediyordu.
Gözlerimden akan her bir gözyaşı onun sırtına düşerken tüm yaralarını tek tek öptüm. Gurur'un bedeni hafifçe titriyordu ve boynundaki damarlar nabız gibi atıyordu. Bedenindekileri olmasa da ruhundaki tüm yaraları silmek ister gibi onu öptükçe, dudaklarımın altındaki vücudu biraz daha kasılıyordu. Her dokunuşum ve öpücüğümle omuzlarının hareketi daha da artıyordu. Bu yaraları ilk kez gören, dokunan ve öpen tek kişi olduğum için sarsılmış vaziyetteydi.
Bu izlerin üstünde artık dudaklarımın yumuşak dokusu vardı. Bu belki sonraki günlerde ona daha iyi hissettirirdi. En azından sırtındaki izleri düşündüğünde hep kötü olan anıları aklına gelmeyecekti. Bugünü hatırlamak belki ona daha iyi şeyler düşündürebilirdi. Gurur daha fazla dayanamayıp bir anda bana doğru döndü. Tam bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki, ağlamaktan kızaran gözlerimi görünce sertçe yutkundu.
Bakışlarımdaki şefkati görünce artık sadece acı değil, birinin ona verdiği değerin sıcaklığını da hissetti. Bakışlarımda ona acıyan hiçbir şey yoktu, bu ona kendini kötü hissettirirdi. Bana bakınca gördüğü tek şey acısını kendi acım gibi sahiplenmem ve ona karşı duyduğum büyük bir şefkat. "Bir daha kimsenin sende yeni bir iz açmasına izin vermeyeceğim."
İç çekerek bana yaklaşıp yüzümü ellerinin arasına aldı. "Seni ağlarken görmekten hoşlanmıyorum." Telefonu çaldı ama umursamayıp gözyaşlarımı sildi. Bunu yaparken çok yavaş ve nazikti. "Seni ağlattıkları için o yaralardan daha çok nefret ettim."
"Beni ağlatan sırtındaki yaralar değil, yaşamak zorunda kaldıkların." Telefonu üst üste çalarken sıcak bir ifadeyle ıslak gözlerimi onun yeşillerine kenetledim. "Sandığın kadar korkunç ve çirkin izler değiller."
Bu konuda rahatsız hissedip utanmasını istemediğimden gülümsemek için kendimi zorladım. "Tuhaf bir şekilde seni daha karizmatik gösteriyorlar," dediğimde nihayet onu güldürebildim. "Öyle mi dersin?" diye bana takıldığında yaşadığı gerginliği biraz olsun üzerinden atmış gibiydi.
Telefonu tekrar çalınca daha fazla görmezden gelemedi. Ellerini yüzümden çekip telefonu çıkartınca Ali'nin aradığını gördüm. Israrla arayıp durduğuna göre önemli bir şeyler olmalıydı. Gurur sıkıntıyla burnundan soluyup, "Yine ne var, Ali!" diyerek telefonu açtı. Ali'nin ne söyleyeceğini merak ettiğim için uzanıp hoparlörü açtım.
"Abi haberler iyi değil." Ali'nin telaşlı çıkan sesiyle Gurur'la göz göze gelmiştik. İkimizin de gözlerinde soru işaretleri vardı. Ali bizi fazla bekletmeden, "Konu Gazel Saka," diyerek yutkundu. Gazel, Bige'nin ablası değil miydi?
Gurur tüm dikkatini telefona vererek kaşlarını belli belirsiz çattı. "Karun'un baldızıyla ilgili bir sorun varsa beni niye arıyorsun?"
"Gazel Saka..." Ali derin bir nefes alıp en sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. "Öldü." Ne demek öldü? Şaka mı bu?
Gözlerimin ardı sızladığında Gurur şaşkınlıkla telefonu biraz yukarı kaldırdı. "Ali ne sikimden bahsediyorsun? Neler oluyor?"
"Abi bugün bir saldırıya uğramış, o esnada Bige Hanım'da yanındaymış. Tek bir kurşunla oracıkta can vermiş. Bige Hanım ablasına olanlara bizzat tanık olduğu için fenalaşmış." Sonlara doğru Ali'nin sesi kısıldığında, "Saka kızlarının ikisi de şu anda hastanede," dedi üzüntüyle. "Biri tedavi görüyor, diğeri morgda..."
Gurur'un yüzü sarardığında tek kelime edememişti. İçime çöreklenen acıyla onu izliyordum. Gazel Saka'yı pek tanımıyordum ama onun için gerçekten çok üzülmüştüm. Bige'nin şu anda ne halde olduğunu hayal bile edemiyordum. Üstelik Bige hamileydi ve bildiğim kadarıyla gebeliği çok riskliydi. Ablasını gözlerinin önünde kaybetmişken kim bilir ne haldedir.
Gurur hemen gömleğini alıp üzerine geçirdi. "İstanbul'a dönüyoruz!" Kapıya doğru yürürken aynı zamanda Karun'u arıyordu. Böyle bir günde yeğenini yalnız bırakacak biri değildi. Bu malikaneye olan ziyaretimiz çok kısa sürmüştü. Bana hiçbir odayı gezdirememiş, en önemlisi onun odasını görememiştim. Ama Gazel'in başına gelenlerden sonra bunların hiçbir önemi yoktu.
***
Ordu'da daha fazla kalmayıp hemen İstanbul'a dönmüştük. Bige'nin hastanede olduğunu öğrenince eve bile uğramadan hastaneye gelmiştik. Ne yazık ki Bige'yi yoğun bakıma aldıkları için bir süre ziyaretçi yasaktı. Doktorun söyledikleri hiç iç açıcı olmadığı için Karun perişan bir haldeydi. Bige eğer tedaviye cevap vermezse bebeği kaybetme riskleri vardı. Bige ve Karun'un tüm yakınları buradaydı. Bölge liderlerinden Duha Tunus ve ailesi de buradaydı.
Karun bir bankta darmadağın bir şekilde oturuyordu. Kolunu dizlerine yaslamış, başını eğerek ellerinin arasına almıştı. Gurur ve Duha onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama bu olanları engelleyemediği için kendini suçluyordu. Üstelik bebeğinin de kaderi meçhuldü. Karun başlarda bebeği istememişti ama son zamanlarda baba olmayı benimsediğini biliyordum. Onu kaybederse karı koca bir daha toparlayamazlardı.
Başımı yukarı kaldırıp dolan gözlerimdeki yaşları durdurmaya çalıştım. Kalenderlerde artık benim bir ailem olduğu için bu olanlar beni çok kötü etkilemişti. Biraz temiz hava almaya ihtiyacım vardı. Gurur, Karun'la ilgilendiği için onu kendimle meşgul etmek istemedim. Biraz bahçeye çıkıp daha sonra geri dönecektim.
Siyah takım elbiseli adamların arasından geçerek koridorda ilerledim. Bir anda, "Gurur!" diye bağıran güçlü bir ses koridordaki onlarca insanı susturdu. Tüm gözler tam karşıma kenetlendiğinde adımlarım yere mıhlandı. Kalbim şiddetle atmaya başlayınca yutkunarak başımı kaldırdım. Koridorun diğer ucunda gördüğüm sülietle nefesim kesildi. Bu nasıl olabilirdi?
Leyla Mahlaz…
Hayalet görmüşüm gibi irkilmiştim. Tüm bedenim ürperirken koridordaki herkesten bir uğultu yükseldi. Onlarda benimle aynı şeyi mi görüyordu? Ne düşüneceğimi bilmiyordum çünkü şaşkına dönmüş bir haldeydim. Geçmişin hayaleti ete kemiğe bürünerek hayatımın tam ortasına bomba gibi düşmüştü. Gözlerim irileşirken kesik kesik nefesler alıyordum. O gerçekten burada mıydı?
Bunun nasıl mümkün olduğunu düşünüyor ama hiçbir yanıt alamıyordum. Doğru görüp görmediğimden emin olmak için gözlerimi birkaç kez kapatıp açtım. Belki de tüm bunlar hiç yaşanmıyordu ve ben bir kâbus görüyordum. Belki de hâlâ Gurur'un yanında Ordu'daydım ve tüm bu olanlar gördüğüm bir rüyadan ibaretti. Kötü bir rüya...
Gözlerimi kapatıp açsam da değişen bir şey olmadı, Leyla hâlâ oradaydı. Kahverengi saçları onu son gördüğümden daha çok uzamıştı ama eski canlılığını koruyordu. Kehribar gözleri büyük bir özlemle ışıldıyor, omzumdan arkaya baktıkça tebessümü büyüyordu. Üzerinde ince belini saran, yarım kollu güzel bir elbise vardı. Elbisenin beyaz rengi onu bir melek gibi gösteriyordu. Cennetten hayatımın tam merkezine düşen bir melek...
Bir ölüye göre fazla güzel ve canlıydı.
Bir gerçek tokat gibi suratıma çarpıp yerimde sendelememe neden oldu. Leyla aslında hiç ölmedi mi? Etrafımdaki insanların şaşkın tepkilerine bakılırsa bu bir rüya değildi, tüm bunlar gerçekten yaşanıyordu. Başımı çevirip arkama baktığımda Gurur'u gördüm. Bembeyaz bir suratla tüm gözlerin hedefinde olan kadına bakıyordu. Bunun nasıl mümkün olduğunu o da anlayamıyordu.
Şaşkındı, afallamıştı ve en az benim kadar gördüklerine inanamıyordu. Yeşil gözleri yoğun bir şok dalgasıyla titriyor, gözbebekleri gittikçe daha çok büyüyordu. Gurur'un vücudu kaskatı kesilmiş artık nefes bile almıyordu. Gözlerini bile kırpmadan eski nişanlısına bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Dolan gözlerle önce Gurur'a baktım, sonra da Leyla'ya... Acı olan şu ki Gurur koridorun bir ucundaydı, Leyla diğer ucunda. Ve ben tam aralarında duruyordum. Gerçekte de olduğu gibi...
Peki, şimdi ne olacaktı?
Gurur hangimizi seçecekti?
Yorumlar