Bir hastane koridorunu sessizliğe boğan tek şey ölü sanılan birinin dönmesi olabilirdi. Buradaki kimsenin dudaklarından tek kelime çıkmıyordu ama önce Leyla’ya, sonra da birbirine bakıp duran insanlar gözleriyle konuşuyordu. Leyla’nın ince bedeni koridorun diğer ucunda belirdiğinden beri hepimizin nutku tutulmuştu. Gurur’un yeşil gözleri irileştiğinde aralıklı dudaklarında tek kelime çıkmamıştı. Böyle bir durumda ne diyebilirdi ki?
Nefes almak için göğüs kafesi yükseldiğinde omuzları hafifçe geriye çekilmişti. Yaşadığı şok etkisinden bir türlü çıkamadığı için birkaç kez üst üste yutkunduğunu gördüm. Tüm bedeni kaskatı kesildiğinde şaşkın bakışlarını etrafındaki insanların üzerinde gezdirdi. Gözlerine itimat etmediği için onun gördüklerini diğer insanların da görüp görmediğini merak ediyordu.
Koridordaki insanlara bakınca aynı şaşkın belirtileri onların da gözlerinde gördü. İşte o an doğru gördüğünü anladı. Leyla gerçekten buradaydı ve ölmemişti. Hayatımızın ortasına bomba gibi düşmüştü. Gurur’un bir yanı hâlâ bu olanlara inanamıyordu. Kafasını hafifçe yana eğdiğinde sanki Leyla’nın gerçekliğine inanmak için farklı açılardan bakması gerekiyordu. Sonra gözleri beni buldu ve eskisinden daha sert yutkundu.
Bocalayan bakışları sık sık Leyla ile ikimizin arasında gidip gelmeye başlamıştı. Leyla’ya her baktığında yüzünde anlık bir donukluk beliriyor ama bana bakınca yüzü gevşiyor ve çözülüyordu. Gurur bile ne hissedeceğini veya nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordu. Gerçek anlamda darmadağın olduğunu görebiliyordum.
Koridordaki uğultular ve fısıltılar arttıkça Gurur yaşadığı karmaşanın içinde daha çok kaybolmuştu. Bir yanda ölümden dönen bir sevgili vardı, diğer yanda ise zorunluluktan sevdaya dönüşmüş bir kadın… Korkuyordum ya Leyla’yı seçerse? Ya benimle ilgili her şey Leyla’nın gelişiyle silinirse?
Leyla hızlı adımlarla koridorda ilerledi, bunu yaparken adımları koşar gibiydi. Gurur’a ulaşmak için yanımdan geçerken omzuyla bana çarpmıştı. Dışarıdan bakıldığında bu bir kaza veya dikkatsizlik gibi görünebilirdi ama öyle olmadığını biliyordum. Bilerek bana çarpmıştı. Yanımdan süratle geçtikten sonra koşarak Gurur’un kollarına atladı. Bu bakmaktan hoşlandığım bir manzara değildi.
Yoğun bir özlemle kollarını Gurur’un boynuna doladığında öylece kalakalmıştım. Görmekten nefret ettiğim bir sahnenin seyircilerinden biriydim. Leyla’nın sırtı bana dönüktü ama Gurur’un bakış açısındaydım. Omuzlarına kapanan ellere müdahale edecek durumda değildi. Yeşil gözleri şaşkınca bakıyor, yüz ifadesi de fazla sarsılmış görünüyordu. O heybetli iri bedeni donakalmıştı.
Eski nişanlısı ona sımsıkı sarılırken elleri iki yanında öylece duruyordu. Yaşadığı yoğun şaşkınlıktan ne onun sarılışına karşılık verebiliyordu ne de onu kendinden uzaklaştırabiliyordu. Şu zamana kadar ben bir kez bile Leyla’nın ona sarıldığı gibi sarılamamıştım. Bunu istemediğimden değil ama bir yanım sanki beni ondan korumak ister gibi hep geride durmamı sağlamıştı. Belki de içten içe bugünün gelmesinden korkmuştum.
İkisini izlerken kalbimde nükseden acı sanki son üç yılın birikmişleriydi. Gurur’la göz göze geldiğimizde bakışlarındaki bir şeyler ruhuma çarptı. Onun gözlerinde görmeye muhtaç olduğum o güvence yoktu. Ne beni hiç bırakmayacağını söyleyen o sözleri kalmıştı ne de yanımda olduğunu hissettiren o sıcak ilgisi… Artık tüm ilgisi ve sözlerinin sadakati bir tek Leyla’ya aitmiş gibi geliyordu.
Ben hep Leyla’dan kalan boşluğu doldurmaya çalışan o öteki kadındım. Bir yaranın üstünü örten incecik bir kumaş parçasından bir farkım yoktu. Tıpkı kalbim gibi o kumaşın da ne kadar kolay yırtıldığını görebiliyordum. Boğazıma düğümlenen cılız nefeslerim ciğerlerime baskı uygularken sol gözümden bir damla yaş süzülmüştü. Gurur bunu gördüğünde sertçe yutkundu çünkü daha önce beni ağlarken defalarca görmüştü ama ilk kez ilk gözyaşı sol gözümden akmıştı.
Tam şu anda ve tam bu saniyede ikimizden biri diğerinden vazgeçti ama hangimizin bunu yaptığını anlamadık. Sol kaburgamın arasına bir bıçak saplanmış gibi canım yanıyordu. Gözlerimin kenarında beliren yaşların ağırlığını hissederken ayakta bile zor duruyordum. Daha fazla dayanamayıp başta Gurur olmak üzere buradaki herkese sırtımı döndüm. Ve anladım ki vazgeçen bendim…
Bitti.
Başka bir kadın kocama sarılırken her şeyden vazgeçerek adım adım onlardan uzaklaştım. İkinci kez dönüp arkama hiç bakmadım. İnsanların arasından geçip burayı terk ederken tam karşıma bakarak yürüyordum. Her adımımla gözlerimden bir damla gözyaşı süzülüyordu. Ne adımlarım durdu ne de gözyaşlarım... Leyla dönmüştü, yani artık yara kapandı, yara bandına gerek kalmadı.
Herkes Leyla’yla meşgul olduğu için kimse oradan ayrıldığımın farkında olmadı. İstenmeyen bir misafir gibi sessizce süzülmüştüm aralarından ve hepsini arkamda bırakarak oradan uzaklaştım. Bu halde kimsenin beni görmesini istemediğim için hastanenin arka kapısından çıktım. Bir taksiye atlayıp bu uğursuz yerden uzaklaşırken bile hiç arkama bakmadım. Orada artık bana ait bir şey kalmadığını bildiğim için geriye hiç dönmedim.
Kayıp giden yolu izlerken gözpınarlarımdan süzülen yaşlar, usulca yanağıma düşüyordu. Taksici arabanın iç aynasından bana bakıp, “Nereye gitmek istiyorsunuz?” diye sorduğunda bile başımı camdan ayırmadım. “Neresi olursa…” Tek istediğim Gurur ve Leyla’nın olduğu bir yerden sonsuza kadar uzaklaşmaktı.
Bir saat boyunca taksici İstanbul sokaklarında amaçsızca ilerlemişti. Daha sonra ücretini ödeyip indim ama İstanbul’un neresinde olduğumu bile bilmiyordum. Açıkçası bunu düşünecek durumda da değildim. Tek istediğim bir süre her şeyden ve herkesten uzaklaşmaktı. Kaldırıma çıkıp yürürken son nefeslerini vermek üzere olan birinin uyuşukluğuna sahiptim. Sanki çoktan ölmüştüm ama henüz kimse bunun farkında değildi.
Gözlerim bir kez daha dolduğunda dudaklarımın kıyısı titremişti. Zayıf bedenim ayaklarıma öyle bir ağır geliyordu ki, bacaklarım beni taşımakta güçlük çekiyordu. İnsanlar etrafımda geçip gidiyordu ama bunu yapmadan hemen önce dönüp bana bakıyorlardı çünkü her an bayılacakmışım gibi görünüyordum. Gurur ve Leyla’nın o görüntüsü aklıma geldikçe bir şeylere tutunma ihtiyacı hissediyordum.
Leyla’nın sarılışına karşılık vermemişti ama onu itmemişti de. Leyla’nın onun boynuna dolanan kolları yeterince sahipleniciydi. Gurur’un bir tek ona ait olduğunu bana göstermek ister gibi gözlerimin önünde ona sımsıkı sarılmıştı. Bunun açık ve aleni bir şekilde bana verilen bir gözdağı olduğunun farkındayım. “Her şeyi biliyor.”
Kendimi toparlamak için derin derin nefesler alırken sözcükler dudaklarımdan istemsizce döküldü. “Gurur’un artık evli bir adam olduğunun farkında.” Öyle olmasaydı yanımdan geçerken bana çarpmazdı. Leyla bilmesi gereken her şeyi biliyordu. Ona ait olanı geri almak için süslenip en güzel haliyle dönmüştü.
Bir yanım hâlâ büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Leyla nasıl yaşıyor olabilirdi? Madem yaşıyordu üç yıl boyunca neredeydi? “Neden şimdi?” diye fısıldadım. “Neden daha önce değil de şimdi?” Ben Gurur’a bu kadar kapılmadan önce neredeydi?
Leyla’nın o yangında nasıl kurtulduğunu merak ediyordum. Madem yaşıyordu o zaman üç yıldır neredeydi? Tuhaf olansa yaşadığına seviniyordum. Evet, dönüşü beni çok üzmüştü hatta gerçek anlamda dağıtmıştı ama yaşadığına üzülmüyordum. Benim üzüldüğüm şey bana olanlardı ve dönüşünün bana yaşattıklarıydı. Ölmesini hiçbir zaman istememiştim. Gurur’u gerçekten çok sevdim ama hiçbir zaman başka bir kadının nişanlısını ondan çalmak istememiştim.
Böyle bir amacım olsaydı Leyla’nın öldüğünü duyduğumda onun için üzülüp ağlamazdım. Ne ölümü beni mutlu etmişti ne de dönüşü… Tuhaf bir ruh hali içindeyim. Kaldırımda sarsak adımlar atarak yürürken gözlerimden durmaksızın gözyaşları akıyordu. Çantamdaki telefon hiç durmadan üst üste çalıyordu ama açmıyordum. Leyla’nın yaşadığı haberi çok hızlı yayıldığı için herkes beni arıyordu.
Kablolu kulaklıklarımı taktıktan sonra müzik listeme girdim. Önceden indirdiğim şarkılar karışık bir şekilde çalmaya başladığında telefonu çantama koydum. Kulaklıkta çalan şarkıyı dinlerken nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Ayaklarımı yerde sürüye sürüye ilerliyordum. Kalbim çok acıyordu. Leyla’nın Gurur’a sarıldığı o görüntüsü aklıma geldikçe daha da acıyordu.
Bunu hatırlamak kendini tekrarlayan bir işkence gibiydi. Önünde geçtiğim vitrinlerin camlarında kendi korkunç görüntümü görüyordum. Yüzüm sararmıştı, gözlerim ise ağlamaktan kan çanağına dönmüştü ve şişmeye başlamıştı. Adımlarım yılgın, omuzlarım düşük ve siyah gözlerim fazla sönüktü. Gerçek anlamda darmadağın olmuştum. Tek bir günde ne hale gelmiştim.
Saat ilerledikçe daha çok yorulduğum için adımlarım biraz yavaşlıyordu ama hiç durmuyordum. Sanki yürümeyi bırakırsam yere kapaklanıp hıçkırıklarla ağlayacaktım. Bunun olmaması için amaçsızca yürüyordum ama gözyaşlarımdan değişen bir şey yoktu. Kısık ve sessizde olsa hâlâ ağlıyor ve bunu durduramıyordum.
Bir parkın yanında geçtiğimde duyduğum çocuk sesleri beni daha çok ağlatmıştı. Gurur benden çocuk istediğini söylediğinde ne kadar samimiydi diye düşünmeden edemiyordum. Belki de o hep istediği çocuğu artık Leyla’yla yapardı. Ne de olsa onun uğruna benimle evlenmişti. Bu aşamada Gurur’a olan güven duygum bile zedelenmişti. Artık onunla ilgili her şeyi etraflıca düşünecek kadar incinmiştim.
Çantamdaki telefon daha yeni susmuştu ki tekrar çaldı ama kimin aradığına bile bakmadım. Bu olanların Gurur için de hiç kolay olmadığının farkındaydım. Ölü sandığı eski nişanlısının çıkıp gelmesi onun için de hiç kolay değildi. İlk şoku atlatması biraz zaman alacaktı. Günün kalanında da büyük ihtimalle ikisi konuşup son üç yılda neler yaşadıklarını birbirlerine anlatacaklardı.
Beni en çok korkutan şey Gurur’un Leyla’ya evli olduğunu söylememe ihtimaliydi. Leyla’nın bunu zaten bildiğine eminim ama Gurur onun ne kadarını bildiğini henüz bilmiyordu. Kendini Leyla’ya karşı suçlu ve sorumlu hissederse ona evlendiğinden hiç bahsetmeyebilirdi. Ben onun saklaması gereken bir ayıbıymışım gibi evli olduğunu gizleme ihtimali vardı. Bunu ondan saklamaya çalışarak benimle gizlice boşanmaya bile kalkışabilirdi. Açıkçası bu aşamada Gurur’un nasıl bir yol izleyeceğini kestiremiyordum.
***
Günün kalanı da benim için pek iyi geçmemişti. Gurur dışında herkes beni defalarca aradı ama bir tek Gurur aramadı. Çoktan akşam olmuştu ama Gurur, Leyla’sını bulunca beni çok kolay unutmuştu. Saatlerdir yanında değildim fakat aklına bile gelmiyordum.
Tüm gün sokaklarda dalgın bir şekilde dolaşıp durmuştum. Günün sonunda ayaklarım beni hep geldiğim bu deniz kenarına getirmişti. Denize en yakın bir kayanın üstünde otururken omuzlarım düşmüş, başım önüme eğilmişti. Karanlık kubbenin altında tek başıma otururken gözlerimden süzülen yaşları kontrol edemiyordum. Bugün hiç olmadığı kadar çok ağlamıştım.
“Şimdi ne olacak?” Tüm gün kendime sorduğum ama cevabını bir türlü bulamadığım soru bir kez daha dudaklarımdan döküldü. “Ben şimdi ne yapacağım?” Aralarında çekilmeli mi yoksa kalıp savaşmalı mı? Ne yapmam gerekiyordu?
Denizin hırçın dalgaları üzerinde oturduğum kayaya çarptıkça su damlacıkları yüzüme sıçrıyordu ama içimin yangınını söndürmüyordu. “Neden her şey bu kadar zor?”
Önce gözlerimden bir damla yaş süzüldü fakat hemen sonra yaşlar birbiri ardına aktı. İçimdeki acı katlanılmaz bir boyuta ulaştığında boğazımı yırtarcasına haykırıp sıktığım elimi yere geçirdim. Bu belirsizlik beni çıldırtacaktı. Gözyaşlarım hıçkırıklara dönüştüğünde omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Bu kadarını hiç hak etmiyordum. Günün sonunda neden kaybeden hep ben oluyordum?
Saat gecenin bir yarısı olmuştu, Gurur’un şu saate kadar Leyla’yla olduğunu düşünmek bile beni mahvediyordu. “Belki de üç yılın özlemini gideriyorlardır.” Her düşünce bir diğerinden daha kötüydü.
Ayın gölgesinin düştüğü denizi izlerken kısık sesle bir şarkının sözlerini mırıldanmaya başladım. Kafamı dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı ama söylediğim şarkı da pek iç açıcı değildi. “Ayrılık kol geziyor.
Acılar pek yakında.
Bu filmi görmüştüm ben.
Senden önce defalarca...” Her geçen saatle Gurur’la yaşadığım şeyler sanki biraz daha anlamını yitiriyordu.
“Ayrılık kol geziyor.
Acılar pek yakında.
Bu filmi görmüştüm ben.
Senden önce defalarca...”
“Ağlama yüreğim yar gelmez,” dediğimde hıçkırdım çünkü bir yanım hâlâ onun yollarını gözlüyordu. “Gelse de artık fark etmez.
Ha döndü dönecek, ömür bitiyor.
Kış ortasında bahar gelmez.”
“Ah, kaçıncı darbe bu,” dediğimde isyan eder gibiydim ama Allah’a değil, kendi yazgıma. “Ah, bu kaçıncı perde.
Anlamıyor yüreğim.
Gel kendin söyle.”
“Bilirim son perde bu.
Hadi git, sakın durma.
Tanıdım birçok giden.
Senden önce vefasızca.” Can yakıyordu ama sanki her geçen saniye bunun bitmesi gerektiğine kendimi daha çok ikna ediyordum.
“Ağlama yüreğim yar gelmez,” dediğimde bu sefer gözlerim değil, kalbim ağlıyordu çünkü sesimde bir kabulleniş vardı. Bitmesine yönelik bir kabulleniş… “Gelse de artık fark etmez.
Ha döndü dönecek, ömür bitiyor.
Kış ortasında bahar gelmez.”
Telefonum bir kez daha çalınca bu sefer görmezden gelmeyip çantadan çıkardım. Arayan annemdi. Ailem bugün defalarca beni aramıştı ama kimseyle konuşmak istemiyordum. Böyle yaparak onları da endişelendirdiğimi bildiğim için hiç istemesem de annemin telefonunu açtım. Telefonu açar açmaz, “Farah neredesin?” diyen endişeli sesini duydum. “Babanla burada deliye döndük, nerede olduğunu söyle!”
Ağlamaktan çatallaşmış bir sesle, “Anne,” dedim yorgunca. “Ben iyiyim, birkaç saate kalmadan eve dönerim.”
“Ağladın mı sen?” Kötü çıkan sesimden ne halde olduğumu anlayabiliyordu. “Leyla’nın döndüğünü biliyoruz, Farah. Eğer bunun için üzülüyorsan-”
“Sen benim nasıl hissettiğimi nereden bileceksin?” Gözlerimden yaşlar akarken aklını kaçıran birinin deliliğiyle gülmeye başladım. Tüm sinirlerim harap olmuştu. “Anne sen her konuda ikinci kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu nereden bileceksin? Kendi hikayemin bile başrolü ben değilim çünkü ben hep gözden çıkartılan oldum.”
“Farah sana yalvarıyorum nerede olduğunu söyle?”
Tüm sinirimi ondan çıkarmak ister gibi, “Anne sen Leyla’sın!” diye haykırdım. Sertçe yutkunduğunda hıçkırıklarla ağlayarak başımı salladım. “Sende tıpkı onun gibi bir adamın ilk tercihisin. Ne Leyla bilir Farah olmanın nasıl bir şey olduğunu ne de sen bilirsin Elmas olmanın zorluklarını.” Gözyaşlarından her şeyi bulanık görürken acınası bir sesle, “Anne,” diye fısıldadım. “Sen beni anlayamazsın.”
“Farah’ım n’olur böyle konuşma.”
“Anne ben hiç iyi değilim.” Gözyaşlarına boğulurken omuzlarımın sarsıntısı hiç kesilmiyordu. “Canım o kadar çok yanıyor ki sanki ölüm bile bu kadar acıtamazmış gibi geliyor.” Ağlamaktan doğru düzgün konuşamadığım için, “Lütfen…” diye ona yalvardım. “Bu gece biraz yalnız kalmama izin verin, daha sonra eve döneceğim,” dedikten sonra telefonu kapatıp sessize aldım. Biraz daha onunla konuşursam onu da üzüp ağlatmaktan korkmuştum.
Ay ışığının titrek yansıması denize vurduğunda kollarımla kendimi sardım. Gece serin olduğu için çok üşüyordum. Bu yüzden bacaklarımı karnıma çekip kollarımı da dizlerime sarmıştım. Başımı dizlerime yasladığımda hâlâ kesik kesik ağlıyordum. Sanki kendimden başka kimsem kalmamıştı ve ben, kimsesizliğimi kendi kollarıma tutunarak dindirmeye çalışıyordum.
Gurur’un şu anda Leyla’nın yanında, onun sıcak kollarında olduğunu düşündükçe kendime daha çok işkence ediyordum. Belki yanılıyordum belki de haklıydım… Kim bilir. Önemli olan tek şey benim şu anda burada yalnız olmamdı ve onun da Leyla’nın yanında olmasıydı. Gurur hayatıma girdiğinden beri benim için hiçbir şey kolay olmamıştı. Ne bekliyordum ki, bir yerde bunun bitmesi gerekiyordu.
Bir süre sonra yanımda bir gölge belirdi ve hemen ardından biri yanıma oturdu. Tıpkı benim gibi yönünü denize çevirdiğinde başımı yavaşça kaldırdım. Sonat’ı görmemle tek kelime etmeden önüme döndüm. Ne fazladan bir saniye ona bakmıştım ne de bir selam vermiştim. İlk beş saniye ikimizde bir selamı bile birbirimize çok görerek hırçın denizi izledik ama daha sonra, “Ne bu halin?” diye sordu. “Berbat görünüyorsun.”
Gözlerim tek bir noktada takılı kalmışken, “Sorma,” diyerek iç çektim. “Durum Leyla.” Son üç yıldır hep olduğu gibi…
“Hımm,” diyen mırıltısını duydum, hemen sonra da bir çakmağın alev alan o sesini işittim. Ona bakmak yerine hâlâ denizde süzülen teknelere bakıyordum. Yaktığı sigaranın dumanı bana geldiğinde yeniden sesini duydum. “Herkes bunu konuşuyor… Leyla Mahlaz’ın döndüğünü. Anlaşılan yaşaması senin için sevindirici bir haber değil.”
“Bilakis, onun yaşaması gün içinde aldığım en güzel haber.” Bunları söylerken yalan söylemiyordum çünkü gerçekten yaşamasına seviniyordum. “Dönüşü beni gözyaşlarına boğmuş olabilir ama sırf ben biraz daha mutlu olacağım diye kimsenin ölmesini istemem.”
Gülüşünü duydum. “Sendeki bu yufka yürek olduğu sürece seni çok kolay harcarlar.”
“Senin yaptığın gibi mi?” Yutkunuşunu duyduğumda başımı çevirip ağlamaktan kızaran gözlerimi ona diktim. “Duha’nın düğününde bana baban gibi olmadığını söylediğinde yufka yüreğim sana çok kolay inandı. Sadece bir anlığına sana sırtımı döndüm ve sen, kocama beni yatağa attığını söyledin.” Bir sorunun cevabını çok merak ederek ona kendimi gösterdim. “Sence ben bu kadar ucuz biri miyim?”
Ondan hesap sorarken sakinliğim karşısında hayrete düşmüştü. Oysaki bilmiyordu benim için zerre kadar bir anlam ifade etmediğini. Sizin için bir değeri olmayan insanların hakkınızdaki düşünceleri sizi incitmezdi. Zaten bu yüzden bizi bir tek sevdiklerimiz üzerdi. Bana baktığında gördüğü hiçlik canını sıkıyor olmalı ki nefesini sertçe verdi. “Özür dilerim, orada sana yardım etmeye çalışıyordum.”
İnanamayan gözlerle ona baktığımda şaşkınlıktan dudaklarım aralanmıştı. “Gurur’a seninle yattığımı söyleyerek bana yardım mı ediyordun? Çocuk mu var senin karşında!”
Sonat bir şey söylemeden önce dudaklarını birbirine bastırdı. Gergince yanımda otururken kahve gözlerinde bir şeylerin kahroluşu vardı. “Aptallık ettiğimin farkındaydım, niyetim sana zarar vermek değildi.” Artık bundan eskisi kadar emin değildim.
Samimiyeti bana zerre kadar geçmiyordu ama pişmanmış gibi görünmek için yüzüne melankolik bir ifade kondurdu ve kaşlarını büktü. “Daha önceki konuşmalarımızdan onunla evli olmaktan hoşlanmıyordun. Düğünde ona karşı çok mesafeli ve soğuktun.” Sıcak bir sesle konuşup gözlerimin içine baktı. “Bende ondan boşanmak istediğini ama onun seni bırakmadığını düşündüm. Bir erkeği boşanmaya itecek tek şey karısının onu aldattığını düşünmesi.”
“Sende kalktın ve kocama onu seninle aldattığımı mı söyledin?” Ağzım bir karış açıldığında şoke olmuş bir şekilde ona bakıyordum. “Bu nasıl bir saçmalık! Orada seni öldürebilirdi hatta bana da zarar verebilirdi!” dediğimde nihayet durumun ciddiyetini kavramaya başlamıştı. “İnsanlar bunun için adam öldürüyor, sana şaka mı geliyor? Bir adamın karşısına geçip ona karınla yattım diyemezsin!” Yaptığı şeyin riskleri hakkında en küçük bir fikri yoktu.
Sonat’ın orada Gurur’a söylediği çirkin sözler bir yuvayı yıkacak kadar ağır şeylerdi. En sakin insana bile cinnet geçirtecek türdendi. Gurur o gece beni kendinden koruyup tüm öfkesini Sonat’tan çıkarmıştı ama tam tersi şeylerde olabilirdi. Geniş bir pencereden bakınca ne kadar tehlikeli bir oyun oynadığını daha iyi anladı. Omuzları düştüğünde şimdi kahve gözlerinde gerçek bir pişmanlık vardı. “Haddimi aştım, gerçekten bir daha böyle bir şey olmayacak.”
“Olmayacağından emin olabilirsin çünkü seninle işim bitti.” Onu gözlerime yasaklayıp yüzümü karanlık ama parıldayan denize çevirdim. “Babam Sungurlara güvenmemekle haklıymış, sizden her türlü iğrençlik beklenir.”
“Farah gerçekten çok üzgünüm.”
“Sahte üzüntünle ilgilenmiyorum.” Kimsenin beni onunla görmesini istemediğim için ayağa kalktığımda ona olan bakışlarım fazla tersti. “Bir daha sakın karşıma çıkma yoksa bu kadar sakin olmam.” Onu bırakıp yürümeye başladım, eve dönmenin zamanı gelmişti.
Düşmemeye çalışarak yerdeki taşların üzerine basarken Sonat’tan kurtulmaya çalışıyordum ama peşimden geliyordu. Nihayet düz yola çıkınca biraz daha hızlandım fakat Sonat bana yetişip yanımda yürümeye başladı. Nefret dolu gözlerle ona bakmamı zerre kadar umursamıyordu. “Saat gecenin bir yarısı, hiç olmazsa seni evine bırakmama izin ver.”
“İstemez,” dedim alayla. “Bu seferde Gurur’a gider, karınla arabamda birlikte oldum dersin.” Onunla aramızdaki mesafeyi açmak için adımlarımı biraz daha hızlandırdım. “Bana yapacağın en büyük iyilik peşimi bırakmak olur.”
Israrla bana yetişip yanımdaki yerini alınca kaşlarımı çattım. “Bak bu artık rahatsız edici olmaya başladı.” Esen rüzgâr kıyafetlerimin altına sızdıkça daha çok üşüyordum. Durup yönümü ona çevirdiğimde arkaya doğru birkaç adım atarak aramıza biraz mesafe koydum. “Peşimden gelerek beni korkutuyorsun ve bundan hiç hoşlanmıyorum.”
Bir şey söylemek için dudakları aralandı ama boğazı düğümlenmiş gibi tek kelime edemedi. Kendini toparlamak için birkaç kez yutkunduğunda gözlerinin ardında ağır bir keder belirdi. “Benden korkmana gerek yok, Farah.”
“Gerçekten yok mu dersin?” Sesim buz gibi çıktığında ona olan bakışlarım iğneleyiciydi. “Bir düşünelim bakalım neden senden korkmamalıymışım? Babamın düşmanlarından birinin oğlusun, olur olmadık her yerde karşıma çıkıyorsun ve son görüşmemizde kocama benimle yattığını söyledin.” Yanımda duran ellerimi sıkarken keyiften uzak bir şekilde güldüm. “Gerçekten de senden korkmam için hiçbir sebep yokmuş.”
Sonat’ın yüzünde sıkıntılı bir ifade belirdiğinde omuzları hafifçe düşmüştü. Son yaptıklarıyla ne kadar ileri gittiğini ve bunun telafisinin kolay olmayacağını bildiği için dudaklarını birbirine bastırdı. İkinci bir şans isteyen bir adamın gözleriyle bana bakıyordu. “Kendimi sana nasıl affettirebilirim?”
Ona olan tahammülüm artık sıfırdı. Burada durup onunla konuşmak bile beni rahatsız ediyordu. “Bir daha hiç karşıma çıkmayarak bunu yapabilirsin.” Önüme döndüğümde bir an önce ondan kurtulmak istediğim için adımlarım sabırsızdı.
“Tek başına nasıl eve döneceksin? Bu senin için çok tehlikeli,” diyen sesini duydum ama onu dinlemedim. Her adımla ikimizin arasındaki mesafeyi biraz daha açarak ondan uzaklaştım. Israr ederse beni daha çok korkutup ürküteceğini bildiği için bir süre sonra peşimi bırakmak zorunda kalmıştı. Bir daha onu görmek istemiyordum.
***
Gurur Kalender
Saatler önce
Leyla’yla karşı koltuklarda otururken bir yanım dehşet içindeydi. Neler olduğunu anlamak için onu daha önce birlikte yaşadığımız eve getirmiştim ama hâlâ kendime gelebilmiş değildim. Öldüğüne çok emin olduğum bir kadın mezarından çıkmış gibi tam karşımdaydı. Bu nasıl olabilirdi? Ne kadar bakarsam bakayım bir türlü yaşadığına ikna olamıyordum. Bu öylece kabulleneceğim veya hızlıca aşacağım bir şey değildi. Gerçek anlamda beni şoke etmişti.
Vücudumdaki tüm kaslar gergindi, içime çektiğim nefesler bile yeterli gelmiyordu. Salonda duyulan tek ses duvardaki saatin çıkardığı tik taklardı. Bunun dışında içeride bir ölüm sessizliği vardı. Beynim bu olanların gerçekliğini sorguladığı için bir konuşma başlatacak durumda değildim. Hiç durmadan baştan ayağa onu süzüp yaşadığına kendimi inandırmaya çalışıyordum. Eğer bu sikik bir rüyaysa biri beni derhal uyandırsa iyi ederdi!
Her şeyiyle o gibiydi. Bir rüya olamayacak kadar gerçekti. Kahverengi saçları eski canlılığını koruyarak omuzlarından aşağı düşüyordu. Kehribar gözlerindeki parıltıyla bana bakıyor, artık bir şeyler söylememi bekliyordu. Üzerindeki elbisenin ince kumaşı odadaki ışığı çekip bedeninin kıvrımlarına çekiyordu. Leyla o kadar gerçek ve canlı görünüyordu ki bu bir rüya veya halüsinasyon olamazdı.
Afallamış gözlerim onun yüzünde gezinirken her ayrıntısına kadar onu inceliyor, bunun bir yanılgı olduğuna dair bazı işaretler bulmaya çalışıyordum. Sağ gözünün altındaki o belirsiz çizgi, hafif çekik olan gözlerinin kıvrımı ve yüzünde yılların bıraktığı küçük izlere öylece bakıyordum. Dudağının çevresindeki o minik gölgeye bile aşinaydım çünkü onun yüzünü ezbere biliyordum. Bu yüzden burnunu yaptırdığını ve üst dudağında hafif bir dolgu olduğunu hemen fark etmiştim.
Yüzündeki birkaç küçük değişikliği saymazsak her şeyiyle oydu, o gerçekten Leyla’ydı. Mantığım bas bas bağırıp bunun bir yanılgı olmadığını söylüyordu ama gerçekleri kabul etmek istemeyen aklım hâlâ inkarın yollarını arıyordu. Sadece bir anlığına gözlerimi kapatıp derin derin nefesler aldım. Sanki gözlerimi tekrar açınca bu rüyadan uyanacaktım ve Leyla kaybolacakmış gibi hissediyordum.
Bunu test etmek için gözlerimi yumup birkaç saniye hiç kıpırdamadım ama daha sonra gözlerimi açınca değişen bir şey olmadı. Leyla tam karşımdaki koltukta oturuyor ve artık bir şeyler söylememi bekliyordu. Sanki bende konuşacak akıl bıraktı da. Bedenim iki farklı kuvvet tarafından çekiliyormuş gibi hissediyordum. Bunlardan biri Leyla’ydı ve beni burada kalmaya zorluyordu. Diğeri ise Farah’tı ve bende buradan çıkıp onu bulma isteği uyandırıyordu.
Bunu yapmadan önce neler olduğunu anlamalıydım. Bir anda sanki kocaman bir boşlukla dolmuştum. Üç yıldır öldüğüne çok emin olduğum bir kadını karşımda bulmak her zaman yaşadığım bir şey değildi. “Nasıl… Bu nasıl olabilir?” Nihayet bir şeyler söyleyip merak dolu bakışlarımı ona yönelttim. “Sen ölmüştün, nabzını kontrol etmiştim.”
Leyla beni izlerken boğazında sert bir cisim varmış gibi sesi kısıldı. “O gece bir yangın vardı, yaralıydım.” Yangına özellikle değinerek yüzüne gelen bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Ateş görünce mantığını yitiriyorsun. Etraftaki alevler yüzünden nabzımı kontrol ederken kalbimin durmadığını, nabzımın yavaşladığını anlayamadın.” Başımı yavaşça salladım ama neyi kabul ettiğimi bile bilmiyordum. Şu anda yaşadıklarım öylece kabul edip sindireceğim kadar basit şeyler değildi.
“Peki, tüm bu süre zarfında neredeydin?” Konuşurken ellerim istemsizce çekiliyor, bir şeyler hissetme amacı güderek tırnaklarımı bacaklarımın etine geçiriyordum. Acı bile hissetmiyordum ve bu da bana tüm bunların gerçek olmadığını, bir yanılgının içinde olduğumu düşündürüyordu.
İster istemez Leyla gelmeden öncesini düşündüm. Acaba içmiş miydim yoksa uyuşturucunun etkisinde miydim? O illeti kullandığım zamanlarda da böyle gerçek dışı şeyler gördüğüm oluyordu. Hayır, içmemiştim çünkü Bige ve Gazel’e olanları duyunca soluğu hastanede almıştım. O telaşla bir şeyler içecek vaktim olmamıştı. Üstelik uyuşturucunun etkisinde de olamazdım, Farah uyuşturucu kullanmamdan nefret ettiği için aylardır temizdim.
Sikeyim, tüm bunlar gerçekti!
“Niye döndün?” Bir anda ağzımdan kaçırdıklarımla Leyla gözlerini belertince kendime küfrederek dilimi sertçe ısırdım. “Yani nasıl döndün? Üç yıldır neredeydin ve neden daha önce gelmedin?” İnkâr edemeyeceğim tek şey dönüşünün beni hiç mutlu etmediğiydi. Yaşadığı için secdeye yatıp Allah’a binlerce kez şükredebilirdim ama dönüşü için değil…
Leyla’nın gözlerinin kıyısında can yakıcı bir ifade belirdi. Yılların acısını ve yasını hissettiren bir buruklukla bana baktığında içinde peydah olan külleri görebiliyordum. “Dönüşüm seni mutlu eder sanmıştım.”
“Yaşadığın için gerçekten çok mutluyum,” dediğimde gözleri doldu. “Ama dönüşüm için değil, değil mi?”
Ben kolay kolay yalan söyleyen bir adam değildim. Sözlerine karşılık daha yatıştırıcı ve ona iyi gelecek bir şeyler söylememi bekledi ama bunu yapmadım. Bekleyişine bir son verip asıl bilmek istediğim şeyi bir kez daha sordum. “Leyla üç yıldır neredeydin?”
“Ölmedim, Gurur.” Önce bunu anlamamı istediği için sesi ince bir esinti gibi odanın içine yayıldı. “Hayati fonksiyonlarım öyle bir düşmüş ki çıplak gözle beni gören herkes öldüğümü düşünmüş.” O günleri hatırlamak bile ona azap veriyormuş gibi susup derin bir nefes aldı. Tüm bunlar onun için de hiç kolay değildi.
İnce omuzları gergindi ve göğüs kafesi çok az içeri batmıştı. “Oradaki kadın korumalardan birinin yanan cesedini ben sanmışsınız.” Kendi ellerimle gömdüğüm o değildi. Tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde verdim. Şükürler olsun ki o değilmiş.
Ellerini uzatıp parmak uçlarıyla üzerindeki elbisenin kumaşını huzursuzca kavradı. Tutunduğu acının emaresi yüzünde belirirken gözleri sabit bir şekilde bendeydi. “Gözlerimi yeniden açtığımda bir hastanedeydim ve kapımda sayısız adam vardı.” Son söyledikleriyle tüm bedenim kasılarak koltuktan geriye çekildi. Dizimin üzerinde duran elim yumruk olduğunda tırnaklarım avuç içimin derisini çiziyordu. Leyla istese de bana gelemezdi çünkü alıkonulmuştu!
“Kim?” Sesim hırıltıyla dudaklarımdan döküldüğünde sinirden oturduğum yerde duramadım. Kalkmak istedim ama dizlerim çökmüş gibi kendimde ayağa kalkacak gücü bulamadım. “Seni alıkoyan kimdi!”
“Bilmiyorum.” Leyla başını iki yana salladığında stres içinde ellerini birbirine kenetlemişti. “Onların kim olduğunu bilmiyorum ama tekrar görsem tanırım.” Yüzlerini görmüştü fakat kim oldukları hakkında hiç fikri yoktu.
“Onlar senin düşmanlarındı, Gurur.” Çenesi kasıldığında ince bedeninde küçük bir titreme geçmişti. “Üç yıl boyunca beni alıkoyan o insanların benimle değil, seninle bir derdi vardı.” Buzun çatlaması gibi kehribar gözlerinde küçük bir kırılma belirdiğinde sertçe yutkundum. Açıkça söylemese de başına gelen her şeyin benim suçum olduğunu suçlayıcı bakışlarıyla anlatıyordu.
Onun bakışlarında gördüğüm şeylerle bütün vücudum donmuştu. Ne bir savunma yapıyordum ne de inkarda bulunuyordum. Ona verdiğim zararların haddi hesabı yoktu ama hiçbiri bile isteye olmamıştı. Yine de bu beni aklamıyordu ya da Leyla’nın benim yüzümden çektiklerini hafifletmiyordu. Kontrolsüz bir öfkeyle ayağa kalktığımda yumruk yaptığım elimi koltuğun kenarına geçirdim. “Sikeyim böyle işi!” Ona olan suçluluk ve vicdan borcum hiç bitmediği gibi gittikçe katlanarak artıyordu.
Bu hayata sanki Leyla için bedel ödemeye gelmiştim.
“Kim?” dedim bir kez daha. Bakışlarım bu sefer daha sert ve sesim daha toktu. “İsimlerini bilmesen de mutlaka kim oldukları hakkında bir fikrin olmalı!” Bu olanların hesabını sormam için bana elle tutulur bir şeyler vermeliydi.
Leyla hafızasını zorlayarak elleriyle kafasına baskı uygularken başını dizlerine doğru eğmişti. “Kim olduklarını gerçekten bilmiyorum ama…” Sustuğunda nefes bile almadan devam etmesini bekledim. Ama ne?
Eğdiği başını kaldırmadan acı içinde inledi. O günleri yeniden hatırlamak bile canını yakıyordu. “Arada beni görmeye gelip çektiğim işkenceleri zevkle izleyen bir adam vardı. Yüzünü bir maskeyle kapatıyordu ama oradaki herkes onun karşısında el pençe duruyordu.” Bulmam gereken adam oydu. Tüm bunların başında o olmalıydı.
Ona doğru sabırsızca bir adım attığımda dişlerimin gıcırtısı odada duyulan tek şeydi. “Onun hakkında bildiğin her şeyi bana anlatmalısın.” Dudaklarımdan çıkan kelimeler sadece öfke değil, aynı zamanda ona yaşatılan şeylerin çaresiz acısını yansıtıyordu. “Leyla onu bulmam için bana bir şeyler vermelisin.”
Leyla umutsuzca bana baktığında acı çeken ifadesi onun adına çok şey söylüyordu. “O esnada hep canımı yaktıkları için detaylara odaklanamadım.” Sakin kalmaya çalıştı ama tüm iradesi kırılmış gibi omuzları düştü. “Onlar… Çok acımasızdı.”
Titrek bir nefes verdiğinde artık bakışlarını bende tutamıyordu. “Bana sadece fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da çok işkence ettiler.” Aklımda canlanan sahneler bile ortalığın amına koymam için yeterliydi. Bunu ona yapanların hiçbirini uzun süre yaşatmayacaktım!
Leyla’nın gözlerinde bir damla yaş süzüldüğünde hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Bir süre sustu fakat daha sonra ıslak bakışlarını yeniden bana çıkardı. “Sanki orada beni değil, seni cezalandırıyorlardı.” Karşıma çıkacak yürekleri olmadığı için tüm nefretlerini savunmasız bir kadına yöneltmişlerdi.
“Sana ne yaptılar?”
“Çok şey.”
“Ama ne?” diyerek sorularımla üzerine gitmeyi sürdürdüm. “Orada yaşadıklarından sadece birini anlat.”
“Bunu anlatmak sandığın kadar kolay değil.” Canını nasıl yaktılarsa kendini korumak için kollarını kendine sardı. Koltukta küçülürken sesi bile fazla cılız çıkıyordu. “Sana olan tüm nefretlerini benden çıkardılar. Son üç yılın her günü benim için işkence, aşağılanma ve acı çekmekle geçti.”
Kaburgalarımın içinde tuhaf bir sızı belirmişti. Keskinliğini ta iliklerimde hissettiğim bir sızı göğsüme saplanmıştı. Leyla’nın başına gelen her şeyin tek sorumlusu bendim.
Dudaklarının çevresi titrediğinde aniden dolan gözlerindeki yaşlar bir bir aktı. “Her günüm ölümle eşdeğerdi ama dayanmamı sağlayan şey…” Başını hafifçe omzuna doğru eğip bana baktığında ifadesi buruktu. “Bir gün sana yeniden kavuşma ümidi.” Soluduğum tüm hava nefes borumda takılı kaldığında hiç kıpırdayamadım.
Son söyledikleri beni mutlu etmemişti, aksine bana kendimi berbat hissettirmişti. O bana kavuşmayı beklerken ben burada kendime yeni bir hayat kurmuştum. Kendimi daha önce hiç bu kadar kötü ve boktan hissetmemiştim. Leyla’nın karşısındaki dik duruşumu koruyordum ama vücudum gergindi, kalp atışlarımda düzensiz. Farah’la kurduğum o dünyanın çatırdadığını hissedebiliyordum. Bir anda her şey en başa dönmüş gibiydi.
Leyla’nın hevesli gözlerine bakıp, “Ben…” diye bir şeyler mırıldandım ama ona daha iyi hissettirecek hiçbir şey söyleyemedim. Bunu istemediğimden değil ama yapamadım. Artık evli bir adamdım ve karımı seviyordum. Hiçbir şey olmamış gibi Leyla’ya benim de onu beklediğimi söyleyemezdim. Yalanlarla onu avutmak istemiyordum ama gerçekleri söylemek de hiç kolay değildi.
Öfke bir kez daha vücudumda patladı ama bu sefer yeni bir amaç ve hedef içindi. “Sana bunu yapan herkesi bulacağım!” Tehdit dolu sesim havaya karıştığında bunun sözünü ona vererek başımı salladım. “Söz veriyorum bulduğumda kim olursa olsun onu yaşatmayacağım.”
Leyla yavaşça ayağa kalktığında yüzünde ihtiyatlı bir ifade vardı. “Kim olursa olsun, öyle mi?”
“Evet.” Bir an bile düşünmeden ona bunun sözünü verdim. “Sana bunu yapanların belasını sikeceğim!” Sessiz kaldı ama yüz ifadesi istediğini almanın rahatlığını taşıyordu. Beni iyi tanıdığı için bu işin peşini bırakmayacağımı biliyordu.
Bana doğru bir adım attığında ne kadar sinirli olduğumu görüyordu. Buna rağmen öfkemi besleyerek, “Ben orada kolay şeyler yaşamadım, Gurur,” diye fısıldadı. Dudaklarım çelikle kaplıymış gibi tek kelime edemedim. Yerdeki ayaklarım zemine çivilenmiş gibi soğuk fayanslara vurgu yapıyordu ama soğukluğunu kalbimin içinde hissediyordum.
Leyla beklenti dolu gözlerle bana bakıp yalvarırcasına, “Onları bulmalısın,” dedi ağlamaklı bir sesle. “Benden üç yılımı çalan o katilleri bulmalısın.” Bulacaktım da ve o bunu çok iyi biliyordu. Tek yapması gereken onlar hakkında bana bilgi vermek.
Onun bu kırılganlığını gördükçe öfkenin yanı sıra içim pişmanlıkla da doluyordu. O üç yıl boyunca ağır zulümlere maruz kalırken ben evlenmiştim. Evlenmem belki yanlıştı ama bunu bir pişmanlık olarak görmüyordum. Pişmanlığımın tek nedeni Leyla bir yerlerde hâlâ yaşıyorken bunu yapmaktı. O dönene kadar bu konuda bile ona ne kadar büyük bir haksızlık yaptığımı hiç anlamamıştım. Her şey sarpa sarmıştı.
Sağ elim istemsizce sol elimin üzerine kapandı. Bu hareketim parmağımdaki alyansı gizleme amacı gütmüyordu. Böyle bir durumda bile Farah’a ait bir şeyleri hissetme ihtiyacı duymuştum. Yüzüğün soğuk metal yapısı ateşten bir halka gibi parmağımı yakmaya başlamıştı. Bu yakıcı tutkunun sebebi Leyla’ya karşı duyduğum pişmanlık ve suçluluk duygusuydu. Ona Farah’tan nasıl bahsedecektim? Zaten yeterince kırılmış bir kadını daha da kırmadan bunu nasıl yapacaktım?
Leyla’nın yüzüne bakmaya bile utanırken ellerim iki yanıma düştü. Dağılmış bir şekilde kalktığım koltuğa oturduğumda tek kellime etmeden beni izliyordu. Bakışları bir anda sol elime kaydı. Kehribar gözlerindeki o parıltıyı görene kadar onun nereye baktığını anlamamıştım. Parmağımdaki alyansa baktığını görünce nefes alamadım. Canını daha fazla yakmamak için bir an elimi saklama ihtiyacı bile hissettim ama seçeneklerimin arasında yüzüğü çıkarmak asla yer almadı.
Şaşırtıcı olansa bu yüzüğün beklediğim gibi Leyla’yı üzmemesiydi hatta bunu görmek tuhaf bir şekilde onu mutlu etmişti. Dudaklarının kıyısı hafifçe titrediğinde gözleri parladı. Yüzündeki tüm o acı verici çizgiler birden kaybolmuştu. Sevinçle gülümsediğinde o konuşana kadar bunun nedenini anlayamadım. “Sen…” diyen sesi bile fazla neşeli çıkıyordu. “Nişan yüzüğümüzü hâlâ takıyorsun.” Siktir!
Yüreğim burkulduğunda bir anlığına her şey durmuştu. Göğüs kafesim öyle bir daraldı ki sanki kaburgalarım birbirine geçip kalbimi sıkıştırıyordu. Leyla’nın bu yüzüğe duyduğu mutluluk bana kendimi berbat hissettirdiği için parmağımdaki yüzük bir kurşun gibi ağırlaşmıştı. Dilimin ucuna kadar gelen kelimeleri yutup istesem de ona gerçeği söyleyemedim.
Onun yüzüğünün sağ elimden sol elimin parmağına hiç geçmediğini henüz bilmiyordu. Onun nişan yüzüğü son üç yıldır bir kutunun içinde kasalarımdan birindeydi. Bu yüzüğün içinde onun değil, Farah’ın adı yazıyordu. Leyla bir yanılgıyı yaşadığını bilmeden parıldayan gözlerle beni izliyor, mutlulukla gülümsüyordu. Odadaki hava bir anda ağırlaşmıştı.
Bu yanılgı onu mutlu ederken bana kendimi dünyanın en alçak adamı gibi hissettiriyordu. “Biliyordum.” Leyla bu hareketleriyle bana nasıl hissettirdiğinden habersiz gülüşünü genişletti. “Senden hiç şüphe etmedim, senin de hep beni beklediğini biliyordum.”
“Mantık açısından bu söylediklerin gerçek dışı.” Onu incitmeden bunları ona nasıl söyleyeceğimi bilmediğim için hafifçe öksürerek boğazımı temizledim. “Daha bu sabaha kadar senin öldüğünü düşünüyordum. Üç yıl boyunca mezarının üzerinde ayin yapıp hortlamanı beklediğimi falan mı sanıyorsun? Kafadan kırık biri olabilirim ama bir ölüyü beklesem de geri dönemeyeceğinin hep bilincindeydim.”
“Ama ben ölmedim.”
“Şükürler olsun ki evet.”
“Ve geri döndüm.”
“Bu da benim ne kadar sikik bir talihim olduğunu gösterir.”
“Anlamadım?”
“Demedik bir şey.”
Ben ne kadar keyifsizsem Leyla tuhaf bir şekilde bir o kadar mutlu görünüyordu. Sanki yeterince kötü hissetmiyormuşum gibi elini kaldırıp bana parmağındaki alyansı gösterdi. Üzerindeki ince çiziklere rağmen zamanın ağır darbelerine direnen bir yüzük… “Bak,” diye fısıldadığında yüzündeki o sevinç beni kahrediyordu. “Bende hiç çıkarmadım. Bir gün sana döneceğimi ve tam burada, evimizde beni beklediğini bildiğim için yüzüğünü hiç çıkarmadım.” Sanki özellikle onu beklediğimin altını çiziyordu.
Daha fazla dayanamayıp ayağa kalktım. “Leyla ben seni beklemedim,” dedim birdenbire. Böyle yaparak her şeyi daha da zorlaştırdığı için ne olacaksa olsundu. Ona parmağımdaki yüzüğü gösterip, “Bu yüzük aslında-” demiştim ki beni susturup hızlı adımlarla karşımda belirdi. “Aşkımızın simgesi.” Hassiktir!
Başını kaldırıp beklenti dolu gözlerle bana bakarken bakışları kısa bir an parmağımdaki yüzüğe kaydı. “Hiç çıkarmadığını görmek bile sen konusunda yanılmadığımı gösteriyor. Sana olan güvenimi sarsmadığın için teşekkür ederim.” İçimden kendime en sağlamından bir küfür savurdum. Leyla’nın bu iyimser halleri ona karşı duyduğum suçluluk duygusunu arttırıyordu.
Tuhaf olansa eskiden bana bu kadar güvenmezdi hem de hiçbir konuda… Şimdi vicdanımı sızlatacak kadar güven duyuyordu. Farah hangi cehennemdeydi? O bir psikologdu, bu tür travmatik konuşmaların üstesinden daha iyi gelirdi. Ortadan kaybolmak yerine yanımda olup Leyla’ya durumu izah etmeliydi. Onu kırıp incitmeden gerçeği nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.
Leyla elimi tutup parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdiğinde gerildim. Elime yabancı bir el dokunmuş gibi sadece tedirgin olmadım aynı zamanda anlayamadığım bir rahatsızlık hissi duydum. Oysaki bir zamanlar el ele tutuşmaktan çok daha fazlasını yapmıştık ama şimdilerde bu bile bana ihanet gibi geliyordu. Sanki burada Leyla’yla geçirdiğim her dakikayla Farah’a biraz daha ihanet ediyordum.
Bu yüzden ellerimizin temasını çok hızlı kopartıp aramıza mesafe koymak için pencereye doğru yürüdüm. “Neler oluyor, Gurur?” Arkamdaki sesi incinmiş gibi çıktı ama ona doğru dönmedim.
Pencerenin önünde durup dışarıyı izlerken ellerimi ceplerime koymuştum. Bu hareketim bir daha elimi tutmasın diyeydi ve o, bunu anlamış olmalı ki üzgün çıkan sesini duydum. “Eskiden elini tutmamı sorun etmezdin.”
Ona sırtım dönük olursa bunu daha kolay söyleyeceğimi düşünüp, “Bilmen gereken bir şey var,” dedim. Söylemem gereken tek şey bu yüzük senin değil demekti ama onu üzmeden bunu yapmanın bir yolu yoktu. Tam konuşacaktım ki Leyla yanıma gelip gülümsedi. “Seni anlıyorum onca zamandan sonra beni yeniden karşında bulman hiç kolay değil. Hâlâ bunun şaşkınlığını yaşadığını görebiliyorum.”
“Hayır, bilmen gereken bir şey var. Yokluğunda çok şey değişti.” İki eliyle koluma sarılarak bir kez daha beni susturdu. “Biliyorum ama sen hiç değişmemişsin.” Heyecanlı bir sesle konuşup başını omzuma yasladı. “Seni o kadar özledim ki.”
“Leyla dur artık.”
“Lütfen…” Yalvarır gibi bir sesle konuşup koluma daha çok sarılarak ondan uzaklaşmama izin vermedi. “Sana çok ihtiyacım var, beni kendinden uzaklaştırmayı bırak.” Gözlerini yumduğunda kirpiklerinin arasından bir damla yaş yanağına süzülmüştü. “Neler çektiğimi hiç bilmiyorsun, Gurur.”
Bedenimdeki tüm kaslar taş kesilmişti. İçimde kopan fırtınalar gözbebeklerimi titretiyordu. Bir yanım haykırırcasına ona gerçeği söylemek istiyordu ama diğer yanım onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyordu. Leyla eskisinden daha ilgili bir sıcaklıkla başını omzuma yaslamış, bana yakın olmanın huzurunu yaşıyordu. Oysaki ben huzursuz olan her şeyi kucaklamıştım. Ne onu itebiliyordum ne de istediği gibi ona yakın olabiliyordum.
Sanki hiçbir şey yaşanmamış ve değişmemiş gibi davranıyordu. Bunu nasıl yapıyordu? Henüz bana orada yaşadıklarını detaylarıyla anlatmamıştı ama bu üç yılın her günü işkence görerek ağır hakaretlere maruz kaldığını söylemişti. Bu konuda aklıma yatmayan, kafamı kurcalayan çok şey vardı. Tüm o işkencelerin içinde hangi ara burnunu ve üst dudağını yaptırabilmişti?
Orada yaşadığı şeylerden sadece birini bana anlatmasını istemiştim ama bunu da yapmamıştı. Bir seferinde şunu yaptılar… demek yerine canımı yaktılar, işkence ettiler diyordu. Nasıl ve ne tür işkenceler yaptıklarından hiç bahsetmiyordu. Sanki bununla ilgili henüz bir senaryo kurmamıştı ya da hikayesinin detaylarını düşünecek zamanı olmamıştı. Emin değilim ama sanki bazı tutarsızlıklar vardı. Her şey bir yana nasıl bu kadar iyi bir psikolojide olabilirdi?
Farah kaçırıldığında sadece bir ay rehin kalmıştı ve o bir ayda psikolojisi tamamen çökmüştü. Köpek gördüğünde kendini kaybedip nasıl kriz geçirdiğini gördüm. Üstelik Farah çocukken kaçırılmıştı, yani orada yaşadığı şeylerin üzerinde yıllar geçmişti. Aradan geçen yıllara rağmen Farah ona yaşatılan şeylerin üstesinden gelememişti. Leyla, Farah’ın bir ayda yaşadığı şeylerin benzerini üç yıl boyunca yaşadıysa nasıl bu kadar iyi durumda olabilirdi?
Yaşadıklarının üzerinde yıllar bile geçmediği için her şey onun için çok yeni olmalıydı. Zaman bazı şeyleri iyileştirirdi, iyileştirmese bile daha katlanır kılardı. Leyla’nın yaşadıklarının üzerinde çok zaman geçmemişti, yani kendini toparlayacak kadar zamanı olmadı. Nasıl böyle hem fiziksel hem de psikolojik olarak iyi durumda görünebilirdi? Hiçbir hasar almaması beni mutlu ediyordu ama buradaki tutarsızlığı da göz ardı edemiyordum.
Benden ne saklıyordu?
“Orada nasıl kurtuldun ve ne zaman?” Bunu ona sorduğumda bana cevap vermek yerine gözleri kapalı bazı mırıltılar çıkardı. “Bunları konuşacak çok zamanımız olacak, şimdi sadece seni hissetmek istiyorum.” Burnunu omzuma sürterek kokumu içine çekti. “Hâlâ aynı parfümü kullanıyorsun.” Alışkanlıklarımı kolay kolay değiştirmezdim.
Onun yakınlığına bedenim tepki veriyordu ama iyi anlamda değil. Sırtım aniden gerildiğinde yoğun stresten nabzım hızlanmaya başlamıştı. Bu duvarların arasında olan şeyler benim için ihanetle eşdeğermiş gibi hissettiriyordu. Farah dışında kimsenin bana sarılmaya hakkı olmadığını düşündüğüm için kolumu yavaşça çekerek Leyla’dan uzaklaştım. Gerçi Farah bir kez olsun bana böyle sarılmamıştı. Sıkıntı yok, elbet sarılacağı günlerde gelirdi.
Arkaya doğru biraz çekilerek aramıza tekrar bir mesafe koydum. “Bana orada yaşadığın her şeyi eksiksiz anlatmanı istiyorum. Nasıl kurtuldun ve bu ne zaman oldu? Tüm bunları bilmek istiyorum.”
Daha fazla bu sorulardan kaçamayacağını bildiği için tüm keyfi kaçmıştı. Suratı asıldığında gözlerindeki parıltılar silinmeye başladı. “Üç ay önce o yerden kaçmayı başardım.” Beni afallatan sözler karşısında donup kalmıştım. Üç aydır buralarda mıydı?
Dilimin ucuna kadar gelen şeyi tahmin ediyormuş gibi can çekişen bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Sana gelecek durumda değildim, kaçtığımda ağır yaralıydım. Onlara yakalanmadan izimi kaybettirmeyi başardığımda gecenin bir yarısıydı. Bir sokakta kendimden geçmişim. Oradan geçen biri beni bulup hastaneye götürmüş.” Neler yaşadığını tahmin bile edemezdim ama çok ağır şeyler olduğunu bilmek öfkemi harlıyordu.
Bin bir türlü zorluklarla bana gelmesine rağmen ondan uzak durmam onu çok incitiyordu. Bana olan kırgınlığını saklayamadan ıslak gözlerini gözlerime kenetledi. “Üç aydır hem psikolojik hem de fiziksel tedavi görüyordum. Burnumu bile yaptırmak zorunda kaldım çünkü kırmışlardı.”
Elini kaldırıp parmak uçlarıyla üst dudağına dokundu. “Kendimi daha iyi hissettirecek küçük dokunuşlara ihtiyacım vardı yoksa kolay kolay toparlayamazdım.” Yorgunca bana gülümseyip hüzünlü bir sesle devam etti. “Üç yıldan sonra senin karşına en güzel halimle çıkmak istedim.” Ondan şüphe duyduğum için kendimden nefret ettim. Sanırım her şeye mantıklı bir açıklaması vardı.
Bana bakmak bile ona iyi hissettiriyor olmalı ki gözlerindeki parıltılar tekrar kehribar irislerindeki yerini aldı. “Bunları konuşmak için çok zamanımız var, Gurur. Hiç olmazsa bugün için erteleyemez miyiz?” Onu hatırlamaya zorladığım şeyler hiç kolay olmadığı için başımı sallayarak ona istediğini verdim. Bugün için daha fazla soru yoktu. Kendini hazır hissettiğinde bana her şeyi tüm detaylarıyla anlatacağına eminim.
“Bak yine buradayız.” Çocuksu bir mutlulukla gülümseyip bana içinde bulunduğumuz evi ve buradaki eşyaları gösterdi. “Evlendiğimizde bu evde yaşayacaktık, buradaki tüm eşyaları birlikte seçmiştik.”
“Aslında her şeyi seçen sendin.” Cebimdeki sigara paketimi çıkartırken tüm bu eşyalara ilgisiz gözlerle bakıyordum. “Benim tek yaptığım bana gösterdiğin her şeye iyi demekti.”
Gülerek başını salladı. “Çünkü sen alışveriş yapmayacak kadar üşengeç bir adamsın. Seni alışverişe zorlamayayım diye tablette sana gösterdiğim her eşyaya güzel demiştin.” Bana köşedeki deri koltuğu gösterdi. “Ama onu sevmiştin.”
Tam tersi o koltuktan nefret etmiştim çünkü bana Şeref’in çalışma odasındaki koltuğunu hatırlatıyordu. Şeref’in şömine karşısında buna benzer bir koltuğu vardı. O koltuğa oturup sırtımı yakarken çok keyif alırdı. Rengi, dokusu, döşemeleri hatta tasarımı bile o koltukla birebir aynıydı. Leyla bana bu koltuğu gösterdiğinde onu çok beğendiğini saklayamamıştı. Bu yüzden bende bana kötü anıları hatırlatan bir koltuğu beğenmiş gibi davranmıştım.
Leyla eskisi gibi hatta eskisinden çok daha güçlü düşlerle bana gülümsedi. “Bu eşyaları seçerken ne tür hayaller kurduğumu biliyor musun?” Bana nefret ettiğim o deri koltuğu gösterdi. “Günün sonunda sen o koltuğa oturup dinlenecektin ama kitap okuyarak değil.”
Dudaklarında neşeli bir kıkırtı döküldüğünde başını iki yana salladı. “Sen kitap okumaktan nefret edersin, küçük bir masal kitabını bile okuyamazsın. Büyük ihtimalle yine ayaklarını uzatarak çayını içip maç izlerdin.” Bu kısmı ses kaydı alıp o Nemrudun kızına dinletmek istiyordum. Kitap okumaktan nefret eden bir adama her gece masal okutmak nasıl bir başarıydı?
Bu sefer bana kapıdan dışarısını gösterdi. “Sen koltuğunda oturup maçını izlerken bende akşamdan kalan bulaşıkları halletmek için mutfakta olacaktım.” Geçmişe dair kurduğu hayallerin özlemiyle iç çektiğinde dudaklarındaki tebessümü koruyordu. “Ben mutfağı toparlarken arada çay isteyen sesini duydukça sana sinir olacaktım.”
“Hayallerinde çok fazla mantık hatası var,” diyerek onu durdurdum. Farah’a okuduğum o saçma masal kitaplarında bile mantık hatalarına takılan bir adamdım.
Her şeyde bir mantık aradığım için Leyla’nın hayallerindeki tutarsızlıkları görmezden gelemiyordum. “Birlikteliğimiz boyunca sen hiç bulaşık yıkamadın çünkü mutfağı hiç kullanmadın. Çoğunlukla dışarıda yerdik, evde yediğimiz zamanlarda da yemeği aşçılar yapardı ve bulaşıkların icabına hizmetçi kızlar bakardı.”
Onun elinden çıkan yemeği hiç yememiştim çünkü yemek yapmayı bilmiyordu. Aslında bakarsan ev işlerinden de pek anlamaz ve yapmaktan hiç hazzetmezdi. Kendi evinin işleri bile ona ağır gelirdi. Gerçi bu beni hiç rahatsız etmezdi, kendini nasıl mutlu hissediyorsa öyle yaşamasını isterdim. Hiçbir zaman bir kadını ev işlerinden ibaret görmemiştim.
Leyla kaşlarını belli belirsiz çattığında savunmaya geçer gibi omuzlarını hafifçe dikleştirdi. “O dönem yapmamam evlendikten sonra da yapmayacağım anlamına gelmiyordu. Şu anda sana birlikte kurduğumuz hayallerden bahsediyorum.”
“Kendi kurduğun mantık hatalarıyla dolu o hayalleri üzerime yıkamazsın. Ben anı yaşarım, gelecekle ilgili düşlerim hiç olmadı.” Farah hayatıma girene kadar gelecek kaygısı hiç yaşamamıştım. Şimdilerde bende herkes gibi bazı hayalleri olan bir adamdım ve tüm o hayallerin içinde bir tek Farah vardı.
Leyla kendini tutamayıp güldü. “Sende sinir bozucu bulduğum tek huyun şu açık sözlülüğün.” Keyfini bozmadan elini gelişigüzel salladı. “Hey neyse,” diyerek devam etti. “İnkâr edemeyeceğin tek şey çaya olan düşkünlüğün. Mutfak dolabında kaç çaydanlık olduğunu biliyor musun? Neredeyse bir düzüne.”
Bir şeyi merak ederek bana döndü. “Hâlâ çıkardığın bulaşıkları camdan dışarı atıyor musun?” Neden o kadar çok çaydanlık aldığını şimdi daha iyi anlıyordum.
Rahatsızlığımı ondan gizlemeden dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı yaktım. “Leyla neden bunları konuşuyoruz?”
Soruma cevap vermek yerine elimde tuttuğum elektronik çakmağa baktı. Bununla ilgili bir anısı canlanmış gibi burukça gülümsedi. “Eskiden elektronik çakmak kullanmazdın ve birlikteyken sigaranı hep ben yakardım.” Şimdi ise hayatımda başka bir kadın vardı ve onun sigaradan bir nefes çekme ihtimali bile beni deli ediyordu. Farah yanımdayken sigaramı ona yaktıramadığım için elektronik çakmak kullanmaya başlamıştım.
Gözlerim duvardaki saate kaydığında derin bir nefes aldım. Farah’ı görmeyeli saatler olmuştu. Nerede ve ne halde olduğunu merak ediyordum ama iyi olmadığını tahmin etmek zor değildi. Leyla ona sorduğum her soruyu yanıtsız bırakıp üst katı gösterir gibi tavanı işaret etti. “Yukarıda hep istediğimiz o çocuğun beşiği bile var ve onu alan sendin.” Alnımda biriken bir damla terin şakaklarımda ince bir yol çizdiğini hissettim.
Sigara dumanı dudaklarımın arasından süzülürken ona olan bakışlarım hissizdi. “Sen hiçbir zaman benden bir çocuk istemedin, şimdi bana bunları neden anlatıyorsun?” Sesim kızar veya yargılar gibi değildi, sadece bu konuşmanın amacını anlayamıyordum.
“Tüm bunlardan neden mi bahsediyorum?” Leyla saf bir inançla bana doğru yürümeye başladığında kehribar gözlerinde bir şeylerin pişmanlığı vardı. “Senden ayrı kaldığım o uzun yıllarda bir şeyi çok iyi anladım, Gurur. Tüm deliliklerine rağmen işleri bizim için zorlaştıran sadece sen değildin.”
Karşımda durduğunda yalnızca gözleri değil artık sesi de titriyordu. “Bir şeyleri düşünmek için çok zamanım oldu. Çoğu zaman işleri zorlaştıranın ben olduğumu anladım.”
“Hayır, hiçbir şey tek taraflı değildi.” Yeterince şey yaşamışken bir de bu konuda kendini suçlamasını istemiyordum. “Her ne yaşandıysa geçmişte kaldı, bunun için bir suçlu aramanın manası yok.” Ona daha iyi hissettirmek için bakışlarımı yumuşatıp, “Artık bunları düşünme,” dedim. “Tüm bunlar geride kaldı.”
Alt dudağını dişlemeye başladığında bana olan bakışları beklenti doluydu. “Seninle en baştan başlamak istiyorum.” Kalbimin tam ortasına zehirli bir hançer saplasaydı beni bu kadar sarsamazdı.
Bunu istemediğimi açıkça söyleyemediğim için bana olan beklentilerini kırmak için bakışlarımı ondan çektim. Yerdeki halının desenine hissiz gözlerle baktığımda Leyla’nın, “Gurur…” diyen sesi büyük bir azap içinde çıkmıştı. “Hiçbir şey için geç değil, bir zamanlar planladığımız düğünü hâlâ yapabiliriz.”
Birkaç kez yutkundum ama boğazımdaki düğüm çözülmedi. Onun hayalleri bende büyük bir suçluluk duygusu yaratıyordu. Ben zaten evliyim diyememek beni çıldırtıyordu ama yüzüne karşı bunu söylemek de hiç kolay değildi. Bunu yapmak tutunduğu son dalı kırmak olurdu. Büyük hayallerle geri dönmüşken gerçekleri öğrenmek onu kahrederdi ama bunu uzun süre ondan saklayamazdım. Açıkçası saklamak da istemiyordum çünkü bir başkasından duyacağına her şeyi benden öğrenmeliydi.
Leyla’ya nasıl haksızlık ettiğimin farkındaydım ve bu kendimi berbat hissetmeme neden oluyordu. Ben burada günümü gün ederken onun benim yüzümden üç yıl boyunca ağır işkencelere maruz kaldığını bilmek beni sadece öfkelendirmiyor, aynı zamanda ona karşı suçlu ve sorumlu hissetmeme neden oluyordu. Fakat ona daha iyi hissettirmek için evliliğimi ondan saklayamaz ya da Farah’ı ondan gizleyemezdim.
Ondan başkasıyla evlenerek Leyla’ya büyük bir yanlış yapmıştım ama bu evlilik yanlış veya bir hata değildi. Öyleyse bile ben bunu bir kusur olarak göremiyordum. Tam tersi Farah’la evlenmek tüm hayatım boyunca yaptığım en iyi şeymiş gibi geliyordu. Karım herkesten saklamam gereken kusurum değil, tüm dünyaya duyuracağım ödülümdü.
Başımı yerden kaldırıp Leyla’nın gözlerinin içine baktım ve bir kez daha beni susturmasına izin vermeden, “Seninle evlenemem,” dedim hızlıca. Bunları onun gözlerine bakarak söylemek, içimde kök salan suçluluğun kaburgalarımın arasına uzanıp kalbimi deşmesiyle eşdeğerdi.
Sanki ne diyeceğimi biliyormuş gibi tekrar beni susturmak için, “Gurur-” demişti ki bu sefer araya girmesine izin vermedim.
“Seninle evlenemem çünkü ben zaten evliyim.” Yanımda duran elimi kaldırıp ona parmağımdaki yüzüğü gösterdim. Artık inceldiği yerden kopmalıydı. “Bu yüzük senin değil, karımın...” Karım derken bile sesimdeki o sahiplenişi hissetmemiş olamazdı.
Leyla’nın dudaklarındaki tebessüm usulca kaybolduğunda yüzündeki tüm kan çekilmişti. Gözleri hafifçe irileştiğinde kehribar rengi solarak donuklaştı. Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama kesik nefesler dışında dudaklarından hiçbir şey çıkmadı. Bir süre beni endişelendirecek bir ciddiyetle bakıp durdu ama daha sonra bir anda gülmeye başladı. Bu gülümseyişi mutluluktan kaynaklı değildi, daha çok bir şeyleri kabullenememe haliydi.
“Hayır.” Sözlerimi yalanlayarak başını iki yana salladı. “Bana böyle tatsız şakalar yapma, hiç komik değil.” Gözlerindeki yakarışla bana bakarken sanki yalvarır gibiydi. “Yaşamak zorunda kaldığım onca şeyden sonra bana böyle şakalar yapamazsın.”
Yanımda duran elimi sıkarken omuzlarım hafifçe çökmüştü. Sanki bu sikik dünyanın tüm yükü omuzlarıma binmişti. “Bunun şakası olmaz.” Kendimi nikotine boğmak ister gibi parmaklarımın arasındaki sigaradan büyük bir nefes çektim. “Gerçek bu, ben evliyim.”
Sigara dumanını bir süre ciğerlerimde hapsedip sesli bir şekilde dışarıya verdiğimde artık gözlerimi kaçırmıyordum. Tüm gerçekleri bugün, bu odada ve benden duyması gerekiyordu. “Öldüğünü sanmıştım ve bunun Ümit Tozlu’nun işi olduğuna çok emindim.” Aklıma gelenlerle aptallığıma küfrederek burnumun kemerini sertçe sıktım. Ümit’e karşı affedilmez bir hata yaptığımı tam şu anda anlıyordum.
Şimdi ne halt edecektim?
Ümit başından beri Leyla’yı kaçıranın o olmadığını, bunun ona kurulan bir tuzak olduğunu savunmuştu. Ancak ben bir kez bile ona inanmayıp her şeyin cezasını ona kesmiştim. Leyla’ya olan her şey Ümit’in deposunda yaşandığı için onun sözlerine hiç itimat etmemiştim. Farah bile defalarca kez babasını savunmuş ve bunun onun işi olmadığını söylemişti. İkisini de hiç dinlememiş, bir aptal gibi kafamın dikine gitmiştim. Haklı olacakları aklıma bile gelmemişti.
Son üç yıldır o aileye yaşattıklarımı nasıl telafi edecektim? Ümit’i çok iyi tanıyordum, omurgası olan onurlu bir adamdı. Ne özrüm ona yaşanılanları unutturabilirdi ne de servetim. Ayaklarının altına tüm malvarlığımı sersem bile beni affetmezdi. Daha da kötüsü Leyla’nın dönüşüyle Ümit artık aklanmıştı. Bundan sonra haklı olmanın o dik duruşuyla bana müsamaha göstermez, o kapının eşiğinden içeri bile girmeme izin vermezdi.
Kendimi bir şekilde o ihtiyara affettirmeliydim ama nasıl? Kızını bile çekip benden alsa ona ne yapabilirdim ki? Eskiden buna kalkışsa ona saygısızlık etmeyi sorun etmez ve kafama eseni yapardım. Şimdi ona karşı bu kadar suçlu ve mahcupken daha fazla onunla restleşemezdim. Bundan sonra bir şeyleri alttan alan ve düzeltmeye çalışan ben olacaktım. Ümit belamı sikse bile artık ona sesimi çıkartamazdım çünkü her şeyi hak ediyordum.
Umarım Farah babası konusunda bana yardımcı olurdu. İnşallah yine tarafsızlığını korumazdı. Şu zamana kadar Ümit’le aramda olanlara hiç karışmamış ve her zaman iki tarafı da idare etmişti. Yine olanların dışında kalmayı tercih ederse Ümit gelmişimi geçmişimi sikerdi ve bunu yaptığında ona karşılık veremezdim.
Başımı iki yana sallayarak şimdilik bunları düşünmeyi erteledim. Yeniden Leyla’ya odaklandığımda evlendiğime hiç itimat etmediği için hâlâ tüm bunların bir şaka olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden tepkisizliğini koruyordu. “Sana olanlardan sonra kendimi kaybettim. Sağlıklı düşünecek durumda değildim, tek istediğim canımın yandığı kadar Ümit’in de canını yakmaktı.” Durup biraz soluklandığımda artık ona bakmaya bile yüzüm yoktu. “Farah’ı, yani Ümit’in kızını kaçırıp zorla onunla evlendim.”
Dudaklarımdan çıkan her söz havada yankılandığında sanki bir tokada dönüşüp Leyla’nın suratında patlamış gibi irkilmişti. İlk başta hiçbir tepki veremedi ama daha sonra kaşları çatıldı. Doğru duyup duymadığından emin olmak için bir süre bana bakakaldı ama hemen ardından dudakları aralandı. “Ha-hayır, yalan söylüyorsun.”
Yerinde hafifçe sendelediğinde bir şeylere tutunma ihtiyacı hissederek elleri boşluğu tarafı ama destek alacağı hiçbir şey bulamadı. “Hayır… Bana bunu yapmış olamazsın.” Tek dayanağı bendim ama artık bana bile dokunamıyordu. Bunun bir şaka olmadığını ve artık birbirimize yasak olduğumuzu nihayet anlamıştı.
Gözlerinden yaşlar boşaldığında dudaklarında iniltiyle karışık acı dolu bir ses çıktı. “Bana bu kalleşliği yapmış olamazsın, Gurur.” İnkâr ederek bunu kabullenmenin ağırlığından kaçmak istiyordu. “Bizim bir hayatımız vardı, bunu öylece bitirmiş olamazsın.” Islak yanaklarına yapışan saçlarını kenara ittiğinde yüzünde gördüğüm o derin acı ondan çok benim canımı yakıyordu. Onu daha önce hiç bu kadar incitmemiştim.
Onu kıvrandıran bir çaresizlikle bana bakarken durmaksızın ağlıyordu. Bir an elleriyle yüzünü kapadı ama bu utanç ona ait olmadığı için ellerini yanına indirdi. Bana olan ıslak bakışlarında sadece yoğun bir keder ve hayal kırıklığı yoktu, aynı zamanda hesap soran ve suçlayan bir şeyler vardı. “Bunu nasıl yapabildin? Sen benim her şeyimdin.”
Elini sol göğsünün üzerine bastırdığında sanki kalbinde kırılan parçaları tutmaya çalışıyordu. “Başka bir kadınla evlenerek on bir yıllık bir geçmişimizi öylece sildin mi?”
Bir kül tablası arayışına girmeden biten sigaramı yere atarak ayakkabımın ucuyla söndürdüm. Bu hareketim onun ıslak bakışlarından kaçmak için bulduğum bir yoldu. Kendimi biraz toparlamak için derin derin nefesler alarak başımı kaldırdım ama bu konuda kendimi savunmadım. Haklı olduğumu düşündüğüm konularda kimse beni susturamazdı, fakat suçlu hissettiğim şeylerde kolay kolay sesim çıkmazdı.
“Geçmişi sildiğim yok, iyisiyle kötüsüyle onlar beni ben yapan şeyler.” Bana olan hisli bakışları suçumu ve günahımı yüzüme çarpıyordu. “Biliyorum bana inanmayacaksın ama evliliğim planlı bir şey değildi, senin ölümünle her şey anlık gelişti.”
Gözlerini belerttiğinde inanamayan bir ifadeyle bana bakıyordu. İşaret parmağını kendine doğrulturken dudakları O şeklini almıştı. “Beni yok sayıp evlenmişsin ve bir de pişkince bunun benim yüzümden olduğunu mu söylüyorsun?”
“Sözlerimi çarpıtma hiçbir şeyin senin yüzünden olduğunu söylemiyorum.” Yüzümü sertçe ovuşturarak bu konuşmanın bir an önce son bulmasını diledim. “İntikam duygusuyla sağlıklı kararlar vermediğimi anlatmaya çalışıyorum.”
Sözlerim Leyla’nın kulağına hiç ulaşmıyormuş gibi yüzündeki tarifsiz acıyla, “Beni aldattın…” diye fısıldadı. Acısı bir anda alevlenerek yoğun bir öfkeye dönüştüğünde beni göğsümden sertçe itti. Bunu yaparken kaşları çatıktı ve sesinin bağırmaktan bir farkı yoktu. “Ölümümü bahane edip başka bir kadının kollarına koşacak kadar aşağılıksın!”
“Seni aldatmadım, o esnada yaşadığını bile bilmiyordum.” Canı yandığı için böyle davrandığını biliyordum ama son söylediklerini kabul edemezdim. Gerçek olmayan bir şeyi bana kabul ettiremezdi.
“Evlendiğim için bana kız hatta küfret ama sakın seni aldattığımı iddia etme.” Dişlerimi sıktığımda bir şeyi hatırlatmak ister gibi gözlerinin içine baktım. “Beni kendinle karıştırma.” Sertçe yutkunduğunda öylece kalakalmıştı.
“Ne…Ne demek istiyorsun?” Yüzü bembeyaz olduğunda eli ayağı birbirine dolaşmış gibi bocaladı. “Seni aldattığımı mı düşünüyorsun?”
“Bundan hiçbir zaman emin olamayacağım ama şunu iyi biliyorum, Asaf bana ihanet edecek bir adam değildi!” Yüzüm sertleştiğinde ona olan bakışlarımda ciddi bir uyarı vardı. “Öldüğünü sandığım o günlerde bile içimde hep bir şüphe vardı ve bu hâlâ son bulmuş değil!” İkisinin o görüntüsü aklımdan hiç çıkmıyordu.
“O dönem Asaf’ı hayatımdan çıkardığım gibi seni de çıkarmayı çok istedim.” Ona karşı dürüst olarak sinirli bir şekilde başımı salladım. “Babana verdiğim sözü bile siktir edip seni arkamda bırakmayı çok istemiştim ama yapamadım ve neden yapamadığımı en iyi sen biliyorsun!”
Gözlerim bileklerinin iç tarafındaki kesik izlerine kaydığında sakinleşmek için kendimi zorladım. “Seni yaşatmak için katlandığım şeyleri tuhaf bulmuyorsun ama ölümünde yaptıklarımı aşağılıkça buluyorsun, öyle mi?”
Gözlerinde bir damla yaş süzüldüğünde hayal kırıklığı içinde bana bakıyordu. Bakışları öylesine yakıcıydı ki odadaki tüm oksijen bir anda tükenmişti. “Bile isteye yaptığın şeylerin sorumluluğunu bana yükleyemezsin.”
“Bile isteye mi?” Dudaklarımda güler gibi bir ses çıktığında gözlerim yeniden bileklerine kaymıştı. Dilimin ucuna kadar gelen şeyleri yutup kendimi susturdum. Yeni dönmüşken ve onu yeterince incitmişken paspas altı ettiği gerçekleri söylemek bana yakışmazdı. “Neyse ne,” diyerek bu rezil konuyu kapattım. “Her ne olduysa yaşandı bitti, geçmişi konuşmanın bir anlamı yok.”
Leyla tam bir şey söyleyecekti ki bir anda gözleri ışıldadı. Az önce bir uçurumun kıyısındaymış gibi hüzünlü bakan gözleri, şimdi tutunacak bir dal bulmuş gibi umut verici bakıyordu. Yanaklarındaki yaşlar hâlâ oradaki varlığını koruyordu ama artık o yaşlara yenileri eklenmiyordu. “Her şey bitmiş değil.”
Sesi önce cılız ve zayıf çıktı ama daha sonra her nefesle biraz daha güç kazandı. “Anlıyorum o kızla intikam için evlendin ama artık geri döndüğüme göre onunla işin bitti.”
Bulunduğum yerde dikleştim. “Anlamadım?”
“Artık bu evliliği sürdürmen için bir neden kalmadı.” Ruh hali çok sık değiştiği için onun hızına yetişemiyordum. Az önce ağlayıp kahrolurken şimdi bana gülümsüyordu. “Ondan boşanıp ertelemek zorunda kaldığımız düğünü yapabiliriz. Sana geri döndüm, Gurur.”
Yemin ederim çıldıracaktım. “Benden ve yaşam tarzımdan hep rahatsız olmuyor muydun? Tamam, işte artık benden kurtuldun.” Ve bende ondan…
Farah hayatıma girene kadar Leyla’dan kurtulmaya ihtiyacım olduğunu bile bilmiyordum. Farah’la geçirdiğim o üç yılın bir gününü bile Leyla’yla yaşadığım on bir yıla değişmezdim. Tozluların kızı karşıma çıkana kadar yaşadığım ilişkinin çürümekte olan bir yaraya dönüştüğünü hiç fark etmemiştim.
Leyla bazı şeyleri bilerek mi anlamazlıktan geliyordu yoksa beni mi sınıyordu, bilmiyorum ama bana olan bakışlarında hâlâ umut vardı. “Bana kızgın olduğun için böyle davrandığını iyi biliyorum.” Yenilgi içinde omuzlarını düşürüp başını yavaşça salladı. “Geçmişteki hatalarım için bir şey yapamam ama bana izin verirsen ne kadar değiştiğimi sana gösterebilirim.”
Boğazım düğümlendiğinde onun bu çırpınışları hoşuma gitmiyordu, aksine yüreğimi bir pençe gibi sıkıyordu. “Leyla temiz bir başlangıç yapmanı istiyorum ama bunu benim için değil, kendin için yap.”
“Sensiz yapamam.” Gülümseyişi kaybolduğunda gözlerine yeniden yaşlar akın etmişti. “Birlikte yıllarımızı geçirdik, sensiz bir hayat sürmeyi bilmiyorum ve sende bensiz yapamazsın.” Bana itiraz şansı tanımadan evi gösterdi. “Bu evi birlikte aldık, kalan tüm hayatımızı geçireceğimiz ev olduğunu söylemiştin.”
“Leyla bunun üzerinden tam üç yıl geçti.”
“Ne önemi var!” Bir anda sesini yükselttiğinde nefes alışları düzensizleşti. “Tek yapman gereken o kızdan boşanmak! Bunu yapman hiç zor değil.” Başını hafifçe yana eğdiğinde gözlerinde delici bir ısrar vardı. “Ümit’in kızıyla benim intikamım için evlenmedin mi? Madem öyle ben geri döndüğüme göre bu evliliği bitirebilirsin.”
“Bitiremem.” Bunun ihtimali bile beni çıldırttığı için yüz ifadem sertleşti. “Yedi cihan ayağa kalkıp karşıma dikilse bile evliliğimi bitirmem için yeterli olamaz. Neden biliyor musun?” Son sarsıntının onda yaratacağı hasarı düşünmeyi reddederek doğrudan gözlerinin içine baktım. “Çünkü karımı seviyorum!”
Leyla’nın kehribar irisleri büyüdüğünde nefes almayı bırakmıştı. Biri boğazına yağlı bir urgan geçirip sıkıyormuş gibi yüzü kızarmaya başladı. Aralıklı duran dudaklarından titrek bir nefes döküldüğünde tekrar inkara girişti. “Bu-buna inanmamı bekleme, sen kimseyi kalbinle sevemezsin.” Bunun doğruluğunu kabul etmek istemediği için başını sağa sola salladığında saçları yüzüne dağıldı. “Aklınla belki ama kalbinle sevmeyi bilmiyorsun!”
“Demek ki her şeyin bir ilki varmış.” Onun canını yakan şeyleri söylerken gram mutlu değildim. Tek istediğim bunun bir an önce bitmesiydi. “İnkâr etsen de gerçek bu, Leyla. Onu seviyorum hem de her şeyden daha üstün bir sevgiyle.”
“Sus artık!” Bir anda zıvanadan çıkıp bağırdığında ellerini sertçe kulaklarına bastırmıştı. Hoşuna gitmeyen şeylere kulaklarını tıkayarak kaşlarını çattı. “Sana basit mi geliyor, benim hayatımı çaldılar!”
Kesik kesik nefes alırken acısını öfkeye dönüştürerek beni en hassas olduğum konulardan vurmaya kalkıştı. “Son üç yılım senin yüzünden cehennem gibi geçti! Annem, babam… Sahip olduğum her şey senin yüzünden benden alındı.” Dalağını patlatırcasına bağırıp saçlarını sinirle dağıttı. “Başıma gelen her şeyin tek suçlusu sensin!”
Vücudumdaki tüm ısı bir anda düştüğünde gerçek anlamda buz kesmiştim. Babasının son nefesinde, “Kızım sana emanet,” diyen o sesini yeniden kafamın içinde duymaya başladım. Her köşeye sıkıştığında yaptığı gibi Leyla bunu benim yüzüme vurarak, “Babam beni sana emanet etti,” dedi acımasızca. Hayrete düşmüş bir şekilde bana bakarken kulaklarındaki elleri iki yanına düştü. “Senin yüzünden ölen o insanların emanetine böyle mi sahip çıkıyorsun?”
“Baban seni bana emanet etti ama git de kızımla evlen demedi!” İlk kez bu konuda ona direnerek geri adım atmadım. Yıllarca bunu bana karşı bir koz olarak kullanmıştı ama bu sefer olmazdı, bir kez daha beni kontrol etmesine izin vermeyecektim.
“Yıllarca anne ve babanı ben öldürmüşüm gibi davrandın ama onları ben öldürmedim!” Tek kelime etmesine izin vermeyerek kaşlarımı çattım. “Şeref’in suçunu benim üzerime yıkamazsın.”
Dudaklarımızdan çıkan her cümle odanın yumuşak havasını yırtar gibi sertti. Duyduklarından sonra Leyla ağzı yarı açık bir şekilde bana bakarken bedeni bir kaya gibi hareketsizdi. “Artık sorumluklarından böyle mi kaçıyorsun? Onları öldürmemen senin yüzünden öldükleri gerçeğini değiştiriyor mu?”
“Peki, senin yüzünden ölen insanlar için sen kendini ne kadar sorumlu hissediyorsun?” Onu farklı bir pencereden bakmaya zorlayarak geçmişi ona hatırlattım. “Arabayla çarptığın o kız daha reşit bile değildi ama kaza olduğunu söyledin. Bir korkak gibi olay yerinde uzaklaştığını bile sonradan öğrendim. Belki dönüp yardım etseydin kurtulabilirdi!”
Kaskatı kesildiğinde bu sefer kendi yanlışlarından kaçmasına izin vermedim. “Onun kim olduğunu hiç merak etmedin. Bir ailenin tek kızı olduğunu bilmek istemedin. Annesinin hayatta olmadığını, babasının ondan başka kimsesi olmadığını öğrenmek işine gelmedi. Adamın iki farklı işte çalışarak kızını büyütmeye çalıştığını hiçbir zaman bilmedin çünkü merak edip o eve hiç gitmedin!” Yürüyüp tam karşısında durduğumda sinirden yumruğumu sıkıyordum. “Neden o adama karşı olan sorumluluğundan kaçtın?”
“Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum.”
“Ailen benim yüzümden öldü ve tüm hayatım boyunca senden sorumlu olduğumu söylüyorsun. Bende sana diyorum ki o adamın kızı da senin yüzünden öldü hatta benden farklı olarak bu cinayetin tek katili sensin.” Üzerine eğilip yüzlerimizi aynı hizaya getirdim ve hesap sorarak gözlerinin içine baktım. “Sen niye benim sana yaptığım gibi kalan tüm hayatında o adamın sorumluluğunu almadın?” Beti benzi attığında tek kelime edemedi.
Beni her ailesiyle vurduğunda olanlardan kendimi suçladığım için hep susar ve ona boyun eğerdim. Her kavgamızda canımı yakmak için bunu bana karşı kullanmıştı. Ailesine olanlar Leyla’nın elindeki en güçlü silahtı ve o, bu silahı nasıl kullanacağını iyi biliyordu. Bu konuyu her açtığında bana yaptıramayacağı şey olmazdı. Yine aynı reaksiyonları göstereceğimi düşündüğü için bir kez daha ailesi üzerinden beni kontrol etmeye kalkışmıştı.
Fakat ben artık o eski adam değildim. Daha fazla yapmadığım şeylerin günahını üstlenmeyecektim. Anne ve babasını öldüren ben değildim, bana yardım etmek onlar için bir insanlık vazifesiydi. Etmeyebilirlerdi de ama onlar gerçekten iyi insanlardı ve kapılarına gelen yaralı birine kayıtsız kalamamışlardı. Ölmelerini hiç istememiştim, bunu yapan da ben değildim. Şeref’in onlara yapacaklarını önceden öngörseydim yemin ederim ki o gece onların kapısına hiç gitmezdim.
Yanlışın en büyüğünü emaneti fazla sahiplenerek yapmıştım. Bunu yeni yeni anlıyordum. Babası Leyla’yı bana emanet etmişti ama benden onun kızıyla sevgili olmamı, nişanlanmamı veya evlenmeye kalkışmamı hiç istememişti. O aileye olanların suçluluğu iliklerime kadar işlediği için her konuda Leyla’ya istediğini verirsem vicdanımın sesini daha az duyarım diye düşünmüştüm.
Fakat gel gör ki ne Leyla ailesine olanları unutmama izin vermişti ne de ben hep daha fazlasını yapmaktan kendimi alıkoyabilmiştim. Artık bu hastalıklı döngünün kırılması gerekiyordu. Birbirimizi içine çektiğimiz bu dipsiz kuyudan çıkmanın zamanı gelmişti.
“Senin yüzünden ölen insanların sorumluluğunu hiç almadın ama benden senin sorumluluğunu almamı bekliyorsun.” Dudaklarımdan çıkan her söz tokat etkisi yaratırken geriye çekilerek ondan uzaklaştım. Bu numaraların artık eskisi gibi bana sökmeyeceğini bilmeliydi.
“Sen istediğin için değil, babana verilmiş bir sözüm olduğu için seninle ilgileneceğim.” Başımı ağır ağır sallayarak nefesimi verdim. “Para, mal, mülk, neye ihtiyacın olursa hep karşılanacak. Başın derde girdiğinde beni hep yanında bulacaksın.” Bir şeyin altını özellikle çizerek son derece ciddi bir ifadeyle gözlerimi ona kenetledim. “Ama hepsi bu kadar, bundan daha fazlası olmayacak.”
Aramızdaki şeyin gerçek anlamda bittiğini anladığı için ayakta durmaktan güçlük çekti. Yanındaki koltuğa tutunurken gözlerinden birbiri ardına yaşlar akmıştı. Bir şeyler söyleme ihtiyacı hissederek titreyen dudaklarını araladı. “Gurur…” demişti ki, “Hepsi bu kadar dedim, Leyla,” diyerek onu susturdum. Daha fazla uzatmanın lüzumu yoktu.
“Ben artık evli bir adamım ve karımı gerçekten seviyorum.” Buradaki işim bittiği için onu bırakıp kapıya doğru yürüdüm. “Kendine yeni bir hayat kur ve seni gerçekten seven biriyle temiz bir sayfa aç. Bizimkisi kangren olan bir ilişkiydi, elbet bir yerde bitecekti. İçten içe bunu ikimizde biliyorduk.”
Hıçkırıklarını duyduğumda bir an durup yanına gitmeyi istedim ama kendime güçlükle hâkim olup salondan çıktım. Şimdi dönersem ona umut vermiş olurdum ve ben artık eski hatalarımı tekrarlamak istemiyordum. Belki başlarda canı çok yanacaktı ama er veya geç birbirimize zarar verdiğimizi anlayacaktı. Benim bunu anlamam üç yılımı almıştı, umarım o daha erken gerçekleri görürdü.
Ona karşı bu kadar sert olduğum için kendimden nefret ediyordum ama onun iyiliği için böyle olması gerekiyordu. Bana olan tüm umutlarının tükenip yeniden başlaması için daha yumuşak davranamazdım. Bir süre kendini toparlamasını bekleyecektim, daha sonra Ali’yi gönderip ona her şeyi anlatmasını isteyecektim. Onu kaçırıp alıkoyan adamlar hakkında bana daha çok bilgi vermeliydi. Leyla’nın söyleyeceği en küçük bir detay bile işime yarayabilirdi.
Dışarı çıktığımda adamlarım beni bekliyordu. En iyi yirmi adamımı seçip onlara evi gösterdim. “Bundan sonra sizin işiniz burada. Evin etrafında kuş uçurtmayıp Leyla’yı kendi gölgesinde bile koruyacaksınız. Neye ihtiyacı olursa haberim olacak ama en önemlisi…” Sırasıyla her birine baktım. “Nereye gidiyor, kimlerle görüyor ve ne yapıyor, hepsini bileceğim.”
Ali soru dolu gözlerle bana bakınca yüzümü sertçe ovuşturdum. “Benden bir şeyler sakladığını hissediyorum.” İçime sinmeyen, aklıma yatmayan bazı şeyler vardı.
Ali’nin tek kelime etmesine izin vermeden arabama doğru yürüdüm. “Gidelim, Farah’ı görmem lazım.” Anlayıp dinlemeden canıma okuyacağına emindim.
***
Farah Kalender
Eve döndüğümden beri Seçil’in keyifli halleri beni sinir ediyordu. Utanmasa zil takıp göbek atacaktı. Babam bu evdeki herkesi uyarıp hiçbir koşulda üzerime gelinmeyeceğini özellikle belirtmişti. Ancak babam salondan çıkar çıkmaz hepsi akbabalar gibi üzerime doluşmuştu. Salonda otururken tüm bu aşağılanmalara katlanarak odama çıkmıyordum çünkü canım ne kadar yanarsa, Gurur’a olan öfkem o denli büyüyordu.
Kuzenim Seçil yalandan üzülmüş gibi boyalı dudaklarını büzdü. “Leyla’yla kıyaslandığında Farah kim ki.” Ben burada yokmuşum gibi abimin karısı Yonca yengeyle dedikodumu yapıyordu. “Leyla döndüğüne göre Gurur yakında bizimkini boşar.”
“Saatlerdir Gurur’dan ses soluk yok.” Yonca yengenin aklı hep saçma sapan şeylerde olduğu için kıkırdayarak Seçil’in kulağına uzandı ama ona söylediklerini duyabiliyordum. “Seviştiklerine eminim.”
Midem kasıldığında sızlayan gözlerime hâkim olmaya çalışıyordum. Yonca yengeye hiçbir zaman kötü görümcelik yapmamıştım ama böyle anlarda canımı yakmaktan çekinmezdi. Benimle bir derdi olduğunu sanmıyordum, o genel anlamda nerede ne söyleyeceğini bilmeyen patavatsız bir kadındı.
“Siz iki gereksiz mahlukat neden siktir olup gitmiyorsunuz?” Aksa yanımda otururken sinirden her an bir panter gibi onların üzerine saldırabilirdi. “Hayatta hiçbir amacı olmayan, tek vasfı amcamın parasını yiyen sülüklerden başka bir şey değilsiniz.”
Seçil ve Yonca yengenin tüm keyfini kaçırıp parmaklarının arasında çevirdiği fırlatma bıçağının ucunu onlara doğrulttu. “Kardeşimle ilgili tek kelime daha ederseniz o kokuşmuş dilinizi keserim.”
“Aksa!” Nesibe yenge oturduğu yerde adeta ciyakladı. “Yengen ve ablanla düzgün konuş!” Ona Seçil’i göstererek kaşlarını çattı. “Senin tek kardeşin Seçil.”
Aksa yüksek sesle güldüğünde gülüşünde bile bastıramadığı bir öfke vardı. “Caner piçi benim abim değil, karısı da ben istemediğim sürece hiçbir şeyim değil.” Köşesinde oturan Caner’e de laf attıktan sonra annesine döndü. “Doğan abimin karısı benim yengem.” Yüzünü buruşturarak ona Yonca yengeyi gösterdi. “Bu ayaklı gazete benim bir şeyim olamaz.” Daha sonra elindeki bıçağın ucuyla Seçil’i işaret etti. “Bu kızıl sürtük ise ne benim ablam olabilir ne de kardeşim.”
Nesibe yengeye gerek kalmadan Seçil araya girip düşmanca bakışlarını kardeşine çıkardı. Neşeden uzak bir gülüşle Aksa’ya kapıyı gösterdi. “Sabahtan beri buradasın, neden artık kocanın evine dönmüyorsun?” Mavi lensli gözlerinde küçümseyici bir ifade belirdi. “Yoksa artık kocanda mı seni istemiyor?” Asaf aceleyle Ordu’dan ayrıldığından beri Aksa’yla hiç iletişim kurmamıştı.
Aksa’nın bedenindeki gerginliği hissedince daha fazla dayanamadım. Geldiğimden beri ilk kez sesimi çıkartarak onun Aksa’ya yaptığı gibi bende Seçil’e kapıyı gösterdim. “Sen neden o kapıdan çıkıp gitmiyorsun?”
Onu her şeyden korumak istercesine kolumu Aksa’nın omzuna attım ve ters bakışlarımı Seçil’e çıkardım. “Kaç yaşına geldin abla artık kendine bir koca bulup git evimizden,” dediğimde Nihat’ın kahkaha attığını duydum.
Seçil’in en nefret ettiği şey ona abla dememdi çünkü utanmasa yaşını değiştirip kendini benden daha küçük gösterecekti. Üstüne bir de onu kovunca tırnaklarını çıkarmaktan gecikmedi. Parmakları avucunun içine gömüldüğünde yapabilseydi suratıma sert bir yumruk atardı. “Beni evden mi kovuyorsun?” Sanki kovsam gidecekti.
“Onun ne haddine seni kovmak.” Caner sanki benim değil de Seçil’in abisiymiş gibi onu koruyarak alaycı bakışlarını bana çıkardı. “Kocanın yanında suspus ol ama buraya gelince efelik tasla.” Bacak bacak üstüne atarak üçüncü kadehindeki içkiyi yudumlarken, “Sen hayırdır?” dedi meydan okur gibi. “Kimin evinde kimi kovuyorsun?”
“Kendi evinde istediğini kovar.” Kılıç Aslan şöminenin yanında ayakta dikilmeye devam ederken yönünü abime çevirdi. Siyah gömleğinin ilk iki yakası açıktı, bir eli cebindeydi ve rahat bir duruşu vardı.
Yakışıklılığıyla göz doldururken donuk ama had bildiren bir ifadeyle gözlerini Caner’in gözlerine kenetledi. “Asıl sana hayırdır?” dedi hesap sorar gibi. “Kardeşine düşmanlık yapıp onun dışındaki herkese yaltaklanıyorsun. Senin adamlığın bu mu lan?”
Abim kızgınlıkla kaşlarını çattığında içki kadehini sıkıyordu. Karşılık olarak tam bir şey söyleyecekti ki, Kılıç’ın dudağının köşesi tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldı. “Yalnız ben Farah’a benzemem.” Elini usulca cebinden çıkardığında omuzlarının sert hareketi saldırıya hazır birinin gerginliğindeydi. “Canımı sıkacak bir şey söylersen seni o koltuğa gömerim.”
Bu konularda Kılıç’ın şakası olmadığını bildiği için Caner sesini kısmak zorunda kalmıştı. Üçlü koltukta sırtüstü uzanıp tavana boş bakışlar atan İskender, oflar gibi bir ses çıkartıp esnedi. “Burada hayat hiç geçmiyor, cezaevlerinin o rutubetli kokusunu bile özledim.” Tabuta girmek üzere olan birinin pozisyonunu alıp ellerini karnının üzerinde birleştirdi. “Canım çoook sıkılıyor.”
Nihat ağız dolusu küfredip hemen ona doğru yürüdü. Nöbet sırası onda olmalı ki cellat gibi İskender’in tepesine dikilmişti. “Kalk dışarı çıkıp bir sigara içelim.”
İskender ağzını bir karış açarak esnediğinde hâlâ tavana boş bakışlar atıyordu. “Ben sigara içmem.”
“Daha dün içiyordun lan.”
“Sıkıldım bende bıraktım.”
Nihat’ın suratında çok komik bir ifade vardı. “Sigara içerken sıkıldığını mı söylüyorsun?”
“Siktiğim dumanını içine çek çek bitmiyor, sıkılmayıp da ne yapacaktım?”
“Tamam, bir kulübe gidip bir şeyler içelim.”
“Alkolü de bıraktım.” Anlaşılan ondan da sıkılmıştı.
Zaza bir köşede durup Nihat’ın çırpınışlarını izleyip kıs kıs gülerken, Nihat derin bir nefes aldı. Çözüm üretmeye çalışarak gözlerini hafifçe kıstı ama aklına hiçbir şey gelmedi. Nihat yeni bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ki bir hizmetçi koşarak içeri girdi. Telaşlı gözleri hızlıca salondaki insanları tarayıp bende durdu. “Hanımım…” diyerek bana camdan dışarıyı gösterdi. “Gurur Bey geldi.” Bir anda kalbim rotasından şaştı.
Seçil hemen ayağa kalkıp mutlulukla şakıdı. “Kesin senden boşanmak istediğini söylemeye geldi.” Gereksiz bir heyecanla kapıya koştu. “Bunu kaçıramam!” Herkes Seçil’in benden nefret ettiği için böyle taşkınlıklar yaptığını sanıyordu. Kimse bu ölçüsüz hareketlerinin altında Gurur’a takıntılı olduğunu anlamıyordu.
Herkes birazdan kopacak kıyameti görmek istediği için dışarı çıkınca mecburen onları takip ettim. Salondan çıktığımda annem ve babamın sinirli bir şekilde merdiveni indiğini gördüm. Normalde bu saatlerde herkes odasına çekilir, sıcak yatağında uyurdu. Ancak Leyla’nın dönüşü ortalığı çok karıştırdığı için henüz kimse uyumamıştı. Günün dedikodu konusu bendim, bu da buradaki çoğu kişiye konuşacak bir şeyler veriyordu.
Dışarı çıktığımızda siyah cipler birbiri ardına malikanenin bahçesine girdi. Babamın adamları dimdik bir şekilde tetikteydi. Konu Gurur olunca silahların ne zaman patlayacağını kimse kestiremezdi. Gecenin bu saatinde tüm adamlarıyla baskın yapar gibi gelmesi normalde bir savaş ilanı sayılırdı. Ancak buraya olay çıkarmaya gelmediğini, belki de bir şeyleri bitirmek için geldiğini biliyorduk.
Benden boşanacağını söylemek için tüm bu yolu geldiğini düşünmüyordum. Gurur bunu yapamayacak kadar tembel ve üşengeç bir adamdı. Öyle bir niyeti olsaydı ya telefonda söylerdi ya da durumu izah etmesi için Ali’yi bana gönderirdi. Seçil’in düşündüğü gibi boşanmak için buraya gelmediğine emindim ama ne için geldiğini bilmiyordum.
Arabasının kapısı yavaşça açıldığında Gurur arabadan indi. Beyaz gömleği gecenin karanlığında kırık beyaz rengini alırken, bahçe ışıkları sarı saçlarına ışıltı katıyordu. Buraya doğru ağır adımlarla ilerlerken hep olduğu gibi omuzları dik, çenesi kalkıktı. Korumaları arabaların yanında kaldı, hiçbiri ilerlemedi, buna gerek de yoktu. Babamın iri gövdesi sol yanımda belirdi, annem ise hemen sağımda duruyordu. İkisi de Gurur’la olan tüm ilişkimi kesmek ister gibi bir adım önümdelerdi.
Babam ilerleyen yaşına veya saçlarına düşen aklara rağmen dimdikti. Çenesini sıkıp gözlerini daraltarak Gurur’a bakıyordu. Yüzünde küçümseyici bir ifade ama aynı zamanda yoğun bir öfke vardı. “Evimde siktir git!” dediğinde sert bakışlarını bir an olsun Gurur’dan ayırmıyordu. “Artık bu evde sana verilecek bir kız yok!” Ne halde eve döndüğümü gördüğü için kolay kolay sakinleşmeyecekti.
Gurur normalde babamın sözlerini zerre kadar bir yerlerine takmaz, onun tehditlerini umursamazdı. Her zaman babamın karşısında ukala ve saygısızca davranırdı. Fakat bu gece öyle olmadı. Aralarında üç adım bırakarak babamın karışışında durduğunda sinirlerine hâkim olmaya çalıştığını gördüm. Leyla’nın dönüşüyle artık babamı suçlayacağı bir şey kalmadığı için kendine çekidüzen vermişti. “Buraya kavga etmeye gelmedim, Ümit. Karımı götüreceğim.” Sesi tok ve kararlıydı.
“Karın mı?” Babamın çenesinden bir kas seğirdiğinde öne doğru atıldı ve Gurur’un suratına sert bir yumruk geçirdi. “Şimdi mi hatırladın bir karın olduğunu? Farah tüm gün sokaklarda ağlarken sen hangi cehennemdeydin!”
Gurur patlayan dudağındaki kanı silip doğrulmuştu ki babamın ikinci yumruğu elmacık kemiğinde patladı. Babam kontrolünü kaybederek onun yakasını kavradı ve Gurur’u sertçe sarsarak kaşlarını çattı. “Kızım senin yüzünden bir kurşun yerken nerede kaldı lan senin kocalığın!” diye bağırdığında öfkesinin asıl sebebini anlamıştık. Omzuma saplanan o kurşunun üzerinden bir ay geçmişti ama babam bunu unutmamıştı.
Şu zamana kadar Gurur’un yaptığı birçok şeyi sineye çekmişti ama konu dökülen kanım ve gözyaşlarım olunca babamın yapacaklarının bir sınırı yoktu. Şaşırtıcı olansa Gurur’un ona hiç karşılık vermemesiydi. Babamın attığı yumruklar canını çok yaktığı için yüzündeki kaslar acıdan seğirmişti. Fakat Gurur başını hafifçe yere doğru eğerek babamın öfkesini sineye çekti. Avludaki insanlar şaşkınca birbiriyle göz göze geldi. Bu pek Gurur’luk bir hareket değildi.
Tek yaptığı ağzının içinde homurdanır gibi bir ses çıkartıp, “Bu yaşta nasıl böyle güçlü yumruklar atabiliyor?” demek olmuştu. Kendi kendine konuşmuştu.
Gömleğinin yakasını düzelttikten sonra dudağından çenesine süzülen bir damla kanı sildi. Daha sonra göz ucuyla babamın sinirli haline bakıp omuzlarını düşürdü. Gurur’un yeşil gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir mahcubiyet ve gizli bir utanç vardı. Sanırım bunun nedenini anlamıştım, babama çok büyük bir haksızlık yaptığını nihayet anlamıştı. Leyla’ya olanlardan babamın hiçbir suçu yoktu. Yanlış fikirlere kapılarak bir babanın canını kızıyla yakmıştı.
Babamla karşı karşıya dururken Gurur ondan nasıl özür dileyeceğini bilmiyordu. Her nefesle göğüs kafesi biraz yükselip içe gömülürken sıkıntıyla gömleğinin yakasını çekiştirdi. Onu ilk kez babamın karşısında bu kadar gergin görüyordum. Alnında biriken teri görünce neredeyse gülecektim. Gerçek anlamda soğuk terler dökmeye başlamıştı. Babam onun kıvranışlarını izlerken Ali, “Abi,” diye seslendi. Arabasının yanında dikilirken sırıtarak Gurur’a bakıyordu. “Alt tarafı bir özür dileyeceksin.”
Bu sefer Yalçın bulunduğu yerden bağırdı. “Bir özürle olacak iş mi bu?” derken o da arabasının yanında duruyordu ama bilerek sesini babama duyuruyordu. “Adamların kızını kaçırdı, hem de iki kez.”
Ali kendini tutamayıp güldü. “Biri benim kızımı kaçırsaydı belasını sikerdim.”
“Sizin bir kızınız yok, Ali Bey,” diyen Nisan ona küçük bir hatırlatma yaptığında Ali bezgince ona döndü. “Hiç olmayacak diye bir şey de yok, Nisan Hanım.”
“Bu gidişle hiç olmayacak orospu çocuğu!” Gurur sert bir sesle konuşup belinden çıkardığı silahın namlusunu Ali’nin iki bacağının arasına doğrulttu. “Tek kelime edersen seni hadım ederim!” Ali korkudan hemen arabanın diğer tarafına geçmişti.
Gurur omzunun üzerinden arkaya baktığında yüzü sinirden kıpkırmızıydı. “Siz ikinizin gırtlağını sikeceğim, bekleyin!” Ali ve Yalçın’a kızdıktan sonra yeniden babama dönüp derin bir nefes aldı.
“Biliyorum ne söylesem faydasız, hiçbir şey yaptıklarımı değiştirmez.” Tekrar konuşacak gücü kendinde bulmaya çalışırken yüzündeki kasların hareketini izledim. Dudağının kenarı seğirmişti, yüzü can çekişen bir ifadedeydi ve çene kemiği kasılmıştı. “Bana ne yaparsan yap başım gözüm üstüne, hak ettim.”
Babam sessizliğini koruyarak onu izledi. Avludaki herkes nefesini tutarken babamın sessizliği Gurur’a gergin dakikalar yaşatıyordu. Suçluluk içinde boğulduğu için babam şu anda onu çekip vursa gıkı çıkmazdı. Onu ilk kez bu denli mahsun ve mahcup görüyordum. Her daim dimdik olan omuzları hafifçe içe bükülmüş, suçlu birinin pişmanlığıyla bakışları sık sık yere düşüyordu.
Babam ne onu affettiğini söyledi ne de daha fazla suçladı. Babam gördüğün en onurlu ve ağır adamlardan biriydi. Ne birinin suçlarını diline dolardı ne de insanların pişmanlığından zevk alırdı. Sadece bir an Gurur’a baktı, sonra da bana ve yeniden ona… Bakışları birkaç kez ben ve Gurur arasında gitmişti. Ne düşündüğünü anlayamıyordum.
Gurur kendini affettirmek istiyorsa işi hiç kolay değildi çünkü babam kolay kolay geri adım atmayacaktı. Gurur’a bakarken sert yüz ifadesinde bir çizgi daha belirginleşti. “Evimden git.” Tok çıkan sesi tahammülsüzdü. “Bundan sonra evimde işin yok. Kapımın eşiğinden bile girmeyeceksin.”
Gurur hepimizi hayretler içinde bırakarak başını yavaşça salladı. Onu her zaman bu kadar ılımlı ve uzlaşmacı göremezdik. “Gideceğim ama karımı aldıktan sonra.” Bana doğru dönüp arabasını gösterdi. “Gidelim.”
“Seninle hiçbir yere gelmiyorum.” Sesim sakin çıkmış olabilirdi ama bir o kadar da kararlıydı. “Şu saate kadar kimin yanındaysan ona git.”
Seçil’e bakmıyordum ama şaşkınlığını soluyabiliyordum. Gurur’la böyle konuşma cesaretini nereden bulduğumu merak ediyor olmalıydı. Gurur bugün çok ağır şeyler yaşamış gibi derin derin nefesler alırken bakışları yılgındı. “Farah evimize gidelim sana bilmen gereken her şeyi anlatacağım.”
“Kızımı bir daha senin gibi biriyle gönderir miyim sanıyorsun? Ayrıca sizin bir eviniz yok!” Annem sinirden güldüğünde gözlerindeki öfkeyle Gurur’a bakıyordu. “Leyla’na kavuştuğuna göre siktir ol git onun yanına.”
“Leyla nerede benim oluyormuş?” Gurur sinirlenerek dişlerini gıcırdattığında bir türlü ailemi geçip bana ulaşamıyordu. “Onunla ne yaşandıysa geçmişte kaldı!”
Annem Gurur’un üzerine yürüdü ve elini kaldırıp çok sert bir tokat attı. Attığı tokadın sesi kulaklarımıza ulaştığında Gurur’un başı omzuna düşmüştü. Annem ise sinirden kıpkırmızı olmuş bir suratla yumruklarını sıkıyordu. “Kızımın tırnağına bile zarar gelmeyeceğine söz vermiştin ve ben sana inanmıştım!” Omzumu işaret ederek ikinci kez Gurur’a vurdu. “O kurşunun hesabını vereceksin!”
Gurur bir yanağı kızarmış vaziyette tam bir şey söyleyecekti ki, annem bir kez daha ona tokat attı. Attığı her tokatla sanki benim canım yanıyordu. “Artık bu evde bir yerin yok, git buradan!”
Ne annemin ne de babamın ona vurduğunu görmek hoşuma gitmiyordu ama canımı asıl yakan şey buna kayıtsız kalmamdı. Daha fazla burada durmak istemediğim için herkese sırtını dönüp eve doğru yürüdüm. “Yarın boşanma kağıtlarını gönderirim.” Gurur’un bir açıklama yapmasına izin vermeden eve girdim. Bu sefer öyle kafasına estiği gibi peşimden gelip eve de giremezdi. Babam buna izin vermezdi.
Üst katın merdivenini çıkarken beni keyiflendiren tek şey Seçil’in şalgam gibi kızaran suratıydı. Eve girmeden önce dumura uğrayan halini görmüştüm. Gurur’un buraya benimle boşanmak için geldiğine çok emindi ama onu boşayacak olan bendim. Evet, bunu gerçekten yapacaktım çünkü artık yorulmuştum. Sürekli Leyla’yla ilgili şeyleri düşünmekten gına gelmişti. Şimdi bir de geri dönmüştü, yani her zamankinden daha çok hayatımızda olacaktı.
Artık ne Gurur’u görmek istiyordum ne de Leyla’yı. “Ne haliniz varsa görün.” Daha fazla üç kişilik bir ilişki yaşamayacaktım. Gurur kimi istiyorsa ona gidebilir ama artık bana gelen kapılar ona kapalıydı.
Odama çıkıp kapımı içeriden kilitledim. Bu gece daha fazla kimseyi görmek istemiyordum. Pencereye yaklaşıp dışarıya baktığımda Gurur’un tüm adamlarını toplayıp gittiğini gördüm. Bu kadar hızlı vazgeçip gitmesi canımı yakmıştı ama bir yerden de bu iyi bir şeydi. Yine bir olay çıkartacağından endişelenmiştim. Avludaki kalabalıkta dağılıp içeri girmişti. Artık hepsinin odalarına çekilip uyumasının zamanı gelmişti.
Kitaplığımdaki kitaplardan birini alıp odanın ışığını söndürdüm. Bir tek gece lambalarını açmıştım. Kitaplığın yanındaki köşeme çekilip yumuşak koltuğuma oturdum. Kitap okuyarak sabaha kadar can sıkıntımı gidermek istiyordum. Ne yazık ki Gurur’un kokusu olmadan kendiliğinden uyuyamıyordum. Bu yüzden kendimi oyalayacak bir şeylere ihtiyacım vardı.
İyi olan tek gelişme artık ağlamıyor olmamdı. Tüm gün ağladığım için buna hiç halim kalmamıştı. Bugün yaşadıklarımı bir daha hiçbir erkeğin bana yaşatmasına izin vermeyecektim. Zor yoldan da olsa bir erkek için kendimi daha fazla yıpratmamayı öğrenmiştim. Gidecek olanı kimse yanında tutamazdı ve ben bu aşamada ona yol vermeliydim. Leyla’yla olmak istiyorsa olsun ama gözüm görmesin.
Yarın babamla konuşup lisansımı yapmak istediğimi söyleyeceğim. İki yıl buralarda olmazsam belki Gurur’u aşabilir ve kalbimdeki bu aşktan kurtulabilirdim. Biri odamın kapısını açmaya çalıştı ama kilitli olduğu için içeri giremedi. “Farah bu kapı neden kilitli?” Annemin sesini duyunca ayağa kalkıp kapıya yürüdüm. Nasıl olduğumu görmeden yatağına girip uyuyamazdı.
Kapının kilidini açtığımda annem içeri girdi. Üzerindeki sabahlığın kuşağını sıkıca bağladığı için içine girdiği geceliği görünmüyordu. Saçlarında bigudiler vardı ve yüzünde ise tuhaf bir kil maskesi. Elinde bir kadeh şarap tutarken adeta süzülerek odama girdi. Yürüyüp köşedeki puflardan birine oturunca yanına gittim. Ona yakın bir yere oturduğumda gözlerimde pişmanlık akıyordu. “Özür dilerim anne.”
Beni izleyerek içkisinde küçük yudumlar aldığında tuhaf maskesinden dolayı yüz ifadesini anlamıyordum. “Niçin özür diliyorsun?”
“Bugün telefonda sana söylediklerim için.” Hiçbirini hak etmemişti.
Hatırladıklarıyla bakışları değişti ama rahatsız edici değildi. “İlk kadın veya ikinci kadın diye bir şey yoktur, Farah.” Bunu bu kadar çok sorun haline getirdiğimi hiç fark etmediği için iç çekti. “Doğru kadın ve doğru adam vardır. İnsanların hayatına birden fazla kişi girip çıkabilir, önemli olan en doğru insanı bulmak. Bir sıralama yapmak çok yanlış.”
Tam bir şey söyleyecektim ki bana güven vermek isteyen bir gülümsemeyle, “Farah,” diye mırıldandı. “Çoğu evlilikte kimse kimsenin ilki değil ama hepsi bir şekilde mutlu çünkü birbirlerini bulana kadar uzun bir yol katettiler. Önemli olan kötü deneyimlerimizden ders almaktır.”
“Anne-”
“Belki Leyla’dan önce Gurur’un hayatında olsaydın onu bu kadar olgunlaşmış göremezdin,” diyerek beni susturdu. Elini uzatıp yanağımı okşarken bana olan sıcak yaklaşımı içimi ısıtıyordu. “Kendini bir sıralamanın parçası yapma, Gurur’un sana olan davranışları bile önceki ilişkisinden ders almasından kaynaklı olabilir.”
Bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra elini yüzümden çekti. “Sen onun hayatındaki ikinci kadın değilsin, Farah. Onun hayatındaki en doğru insansın.”
Annemin sözleri ılık bir esintiye dönüşüp kor ateşlerde yanan kalbimi serinletiyordu. Annem önüne dönerek içkisinden bir yudum daha aldı. “Bir sıralama yapmak doğru değil ama illa bir sıralama yapılacaksa bir şeyi bilmelisin.”
Can sıkıcı bir şeyi hatırlamış olmalı ki siyah gözleri daraldı. “Sandığının aksine ben babanın hayatındaki ilk kadın değilim, onlar Elmas’la akraba. Demek istediğim çocukluktan beri tanışıyorlar, sonradan gelen bendim.” Midem kasılmıştı. Hiç bu açıdan bakmamıştım.
“Ama babamın senden önce Elmas anneyle bir ilişkisi yoktu.”
“Ama başka kadınlarla vardı,” diyerek beni şaşırttı. Afalladığımı görünce kendini tutamayıp güldü. “Ne sanıyorsun benden önce babanın hiç ilişkisi olmadığını mı? Ya da benim?” Şuh bir kahkaha attığında kendimi çok aptal hissetmeye başlamıştım. “İkimizin de hayatında çok insan geçti. Her deneyimden ders alarak hep önümüze baktık ta ki birbirimizi bulana kadar.”
“Hüsrana uğradım,” diye homurdandığımda surat ifadem onu çok eğlendiriyordu. “Birbirinizin ilki olduğunuzu sanıyordum.”
“Bebeğim ne anlatmaya çalıştığımı gerçekten anlamıyorsun.” Çocuk sever gibi uzanıp saçlarımı karıştırdı. “Doğru insanı bulduğunda onun geçmişine takılmazsın. Senden öncekileri takıntı haline getirirsen hayatı kendine zehredersin.”
“Ama babam senle tanıştıktan sonra eski kırıkları ortaya çıkmadı,” diye somurttum. “Leyla geri döndü, farkında mısın?”
“Sana ne bundan?”
“Anlamadım?”
“Döndüyse döndü, sizi ne ilgilendirir? Gurur artık seninle evli ve gördüğüm kadarıyla seni gerçekten seviyor. Leyla’nın dönüşü neden aranızda sorun olsun?”
Annem bunları söyledikten sonra gitmişti. Bende koltuğuma dönüp yeniden kitabın kapağını araladım. Doğru düzgün uyuyamadıkça benim için sabahlar olmazdı. Gurur’a uyku gibi önemli bir ihtiyaçla bağlı olmaktan nefret ediyordum. Onunla her kavga edip birbirimizden ayrıldığımızda perişan oluyordum ama aşk acısından değil, uykusuzluktan.
***
İki saat sonra.
Kendimi kitap okumaya o kadar kaptırmıştım ki dışarıda olan bitenin hiç farkında değildim. Evdeki herkes çoktan uyuduğu için malikanede ağır bir sessizlik vardı. Ancak bir anda dışarıda bangır bangır bir müzik çalınca yerimde sıçradım. Yüksek sesle bir şarkı çalıyordu ve bu şarkıyı sanki daha önce duymuştum. Neler oluyordu?
“Geldi yâri almaya, girdi limana gemi.
Girdi limana gemi, limana girdi gemi.
Geldi yâri almaya, girdi limana gemi.
Girdi limana gemi, limana girdi gemi.” Şarkının sözlerini duyunca gözlerimi kocaman açtım. Bu Gurur’un bana daha önce söylediği o şarkı değil miydi?
Kitabı koltuğun üzerine bırakıp hemen ayağa kalktım. Terasın kapısını açıp dışarı çıktığımda gördüğüm şeylerle gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi olmuştu. Bahçemizin ortasında kocaman bir karavan vardı. Bahçe ışıklarının altında karavanın parlak krom detayları adeta ışıl ışıl parlıyordu. Gümüş cam yüzeyinde içerideki lüks anlaşılıyordu. Şu ana dek gördüğüm en modern karavanlardan biriydi. Üstünde özel bir tente vardı, altında ise en iyi kaliteden jantlar.
Karavanın önüne iki katlanır sandalye konulmuştu ve Gurur sandalyelerden birinde oturuyordu. Karavanda bangır bangır müzik çalarken Gurur’un rahatlığı insanı delirtirdi. Bacak bacak üstüne atarak arkasına yaslanmıştı. Önünde katlanır ahşap bir sehpa vardı ve sehpanın üzerinde çaydanlığıyla küllüğü duruyordu. Gecenin ikisinde malikanedeki herkesi uyandırmamış gibi ince belli bardaktan keyifle çayını içiyordu. Arada da sigarasına uzanıyordu.
Bahçemizin ortasında kamp yapan bir deli vardı! “Bu adam tertemiz delirmiş.” Terasın korkuluklarına tutunurken şoke olmuş bir şekilde aşağıdaki adama bakıyordum.
Malikânenin ışıkları bir bir yanmaya başladığında herkes pencere ve balkonlara çıktı. İnsanları tatlı uykusundan uyandıran gürültücü bir kocam vardı. Aşağı doğru biraz sarkınca anne ve babamın odalarındaki balkona çıktıklarını gördüm. Annem sabahlığının kuşağını sıkıca bağlarken babam en yaratıcı küfürlerini savurmakla meşguldü. Başımı biraz yana eğince Seçil ve diğerlerin de kendi balkonlarına çıktıklarını gördüm.
Annem gördükleri karşısında sinirlenerek elini alnına vurdu. “Allah seni bildiği gibi yapsın damat!” diye bağırırken telaş içinde civardaki evlere bakıyordu. “Konu komşuya rezil edeceksin bizi, ar damarı çatlamış piç!”
Bu uzaklıktan babamın yüzünü net göremiyordum ama balkon demirlerini sıkıp adeta kükrercesine bağırdı. “Sana bir daha bu eve girmeyeceksin demedim mi! Hemen çık bahçemden!”
Gurur çayını ağır ağır yudumlarken gözlerindeki muzırca ifadeyle başını kaldırıp gözlerini annem ve babamın bulunduğu balkona dikti. Yüzünde alaycı bir ifade varken dudağının kenarı belli belirsiz kıvrılmıştı. “Bana eve giremezsin dedin, bahçe için bir uyarı geçmedin, Ümit” dediğinde aşağıdaki tüm korumalar gülüşünü saklamak için şekilden şekle giriyordu.
Malikanenin balkonlarına çıkan ve pencereden sarkan herkesin rengi değişip duruyordu. Başını pencereden dışarı çıkartan Zaza, “Seçil?” diyerek yan odasında kalan kıza laf attı. “Enişte gerçekten de boşanma konusunda çok azimliymiş. Sen ne dersin?” Sinirden küplere binen Seçil ona herhangi bir cevap verecek durumda değildi.
Babam balkon demirini öyle bir sıkıyordu ki mümkün olsa kıracaktı. Elini demirlere sertçe geçirip gırtlağından çıkan gür bir sesle, “Siktir git evimden!” diye bağırdı. “Kızımla evlendiğin güne lanet olsun. Kanser gibisin bir türlü düşmedin yakamdan!”
Gurur muzırlığından hiçbir şey kaybetmeden sigarasından bir nefes çekip sırıttı. “Seninle bir derdim yok, bana karımı ver sende kurtul bende kurtulayım.” Hınzırca çıkan sesi, herkese meydan okuyan rahatlığı ve en önemlisi hâlâ burada olması kalbimi hızlandırıyordu.
Gurur bir kez daha sigarasından bir nefes çekip dumanı dışarı üfledi. Gri duman etli dudaklarının arasından süzülürken başını kaldırdı ve yukarıya, yani benim bulunduğum terasa baktı. Göz göze geldiğimizde karavanda yüksek sesle çalan şarkıya eşlik ederek aklımı başımdan aldı.
“Dağlara tepelere yazın duman olur mi?
Yazın duman olur mi, yazın duman olur mi?” diye sorarken tüm ailemin önünde bana şarkı söyleyecek kadar delirmişti. “Kız seni sevdum diye bu kadar naz olur mi? Bu kadar naz olur mi, bu kadar naz olur mi?” Yanaklarım ısındığında bu sefer ona karşı yumuşamamaya çalışıyordum.
“Oğlum şimdi karına serenat yapmanın zamanı mı? Hem de bu şarkıyla!” Annemin kızgın sesi ciyaklar gibi çıkmıştı. “Herkesi uykusundan ettin kapat şu müziği!”
Gurur başıyla Ali’ye küçük bir işaret yapınca Ali karavana girip müziği kapatmıştı. Annem ona dış kapıyı gösterirken bir an önce bu rezilliğin son bulmasını istiyordu. “Evine dön bahçemi istila etmeye hakkın yok!”
Nesibe yenge görüş açımda değildi ama kızgın sesini duyuyordum. “Kapıdan kovsak bacadan giriyor, ne yüzsüz herif!”
“Sana çekmiş, Nesibe,” diye annemde ona çıkıştı. “Siz iyi bilirsiniz kapıdan çıkıp bacadan girmeyi.”
“Abla konu biz miyiz? Damadının şuursuzlukları bir değil ki, nesini savunacaksın!”
“Sende o da yok, Nesibe. Evde kalmış kızın sana bir damat getirmiyor ki bir de seninkini görelim. Küçüğünü evlendirdin ama o bile başımıza kaldı. Bak kocasından hiç ses soluk yok. Benim kızımın kocası hiç olmazsa karısının etrafında.”
“Anne!” diye sinirle bağırdım. “Aksa’yı niye karıştırıyorsun?” Ne söyleyecekse Aksa’yı bunun dışında tutarak söyleyebilirdi.
“Yenge bana niye sataşıyorsun şimdi!” diyen Seçil’in kızgın sesini duydum. “Konu ben değilim, senin kızının rezillikleri.”
“Seçil sen salak mısın?” Aksa başını camdan sarkıtarak ablasını görmeye çalıştı. “Farah hiçbir şey yapmadan odasında duruyor. Bir şey söyleyeceksen bahçedeki şu magandaya söyle, her boka Farah’ı karıştırma!”
Gurur onları zerre kadar takmadan bir kez daha başını yukarı kaldırdı. Bana baktığında dudağının köşesi yavaşça kıvrılmıştı. Ona olan küslüğüme değinerek yumuşak bir sesle, “Şşş küstüm çiçeği,” diyerek bana göz kırptı. “İnsene aşağı.”
Öfkeyle kaşlarımı çattığımda ona karşı gardımı düşürmemeye çalışıyordum. “Yüzünü bile görmek istemiyorum senin.” Ellerimi korkuluğun soğuk mermerine bastırarak dişlerimi sıktım. “Leyla, Leyla diye ortalarda geziyordun. Defol git Leyla’nın yanına!”
“Yavrum bak harbi günahımı alıyorsun.”
“Hangi birini be, hangi birini!” diye sinirle sesimi yükselttim. “Gündüz Leyla’nın yanında, gece Farah’ın kapısında. Harem kuracak beyimiz!”
O da sinirlenerek sigaranın izmaritini sertçe küllüğe bastırdı. Ayağa kalkıp sinirli adımlarla yürüyerek balkonumun tam altında durdu. Başını kaldırıp bana baktığında kaşları çatıktı. “Farah gerçekten günahımı alıyorsun. Neler olduğunu anlamak için Leyla’nın yanındaydım, artık onunla bir işim yok!”
“Sana inanmıyorum!”
“İn ulan aşağı, yüz yüze neler olduğunu anlatayım.”
“Seni dinlemeyeceğim.”
“Farah bak harbi sinirleniyorum, oraya gelemem sanma!”
Omuzlarımı dikleştirerek kollarımı göğsümde topladım. “Beni taciz etmeyi bırak.”
Her an bir kriz geçirecekmiş gibi yüzünü sertçe ovuşturdu. “Seni taciz etmiyorum.”
“Gecenin bir yarısı kapıma dayandın, Gurur. Bu bir taciz.”
“Teknik olarak senin değil, babanın kapısına dayandım. Bu bir tacizse bile seni değil, babanı taciz ediyorum.”
“Babamı neden taciz ediyorsun?”
“Bir de neden diye soruyor musun? Sen her fırsatta küsüp durmasan benim de babanla bir işim olmaz.”
“Küsmedim ben.”
“Hadi oradan, suratın sirke satıyor.”
“Bu uzaklıkta suratımı nereden görüyorsun?”
“Terasın ışığını yakmışsın.”
“Söndüreyim mi?”
“Kalsın, hiç olmazsa yüzünü görüyoruz.”
“Hayatımda gördüğüm en boş yapan çift.” Annem sızlanarak avuç içiyle bir kez daha alnına vurdu. “Farah in aşağı, konuş şu herifle yoksa sabaha kadar bizi uyutmayacak.”
“Ben uyuyamıyorsam size de uyku yok.” Gurur yürüyüp tekrar karavanının önündeki sandalyesine yayıldı. “Ali ver koçum müziği.” Allah’ım delireceğim!
Ali içeri girip müziği başlatınca Gurur’un bana söylediği o şarkı yine bangır bangır çalmaya başlamıştı. Annem çıldırarak, “Ümit!” diye bağırdı. “Bir şey yap ele güne rezil oluyoruz.”
“Bu herife ne yapsam fayda etmiyor, Demet!” Babam sinirlenerek balkondan çıkınca annem ellerini beline koydu. Gurur’a dik dik bakarken panik ve öfke içindeydi. “Ne bu bizim senden çektiğimiz? Ya salonumun ortasında mangal yaparsın ya da bahçemde kamp kurarsın! Piç kurusu senin hiç mi bir ayarın yok!”
“Bana ne kızıyorsun kaynana?” Gurur başını omzuna yatırıp anneme yandan bir bakış atarken çok eğleniyordu. “Karımı bana vermezseniz buradan bir yere gitmem.”
“Ben senin karın değilim!”
“Öylesin sus!” diyerek beni azarlayınca homurdanarak ona sırtımı döndüm. İçeri girip bezginlik içinde yatağıma uzandım. Onunla daha fazla uğraşmak istemiyordum çünkü insanı verem ederdi.
***
Gurur sabaha kadar kimseyi uyutmamıştı. Avluda sanki düğün varmış gibi müziğin sesi hiç kesilmemişti. Ara ara telefonla beni aramıştı ama onun telefonlarını hiç açmadım. Babamı çiğneyip onun rızası olmadan eve girememişti, aynı şekilde ne kadar uğraşırsa uğraşsın beni de odamdan çıkartamamıştı. Hazırlanıp kahvaltı saatinde aşağıya indiğimde yemek masasındaki herkes esneyip duruyordu. Gece boyunca hiç uyuyamadıkları için hepsinin gözlerinde uyku akıyordu.
İskender ilk beş dakikanın ardında daha fazla dayanamayıp uyudu. Yemek masasında uyuyan tek kişi oydu. Başını kollarına yaslayıp derin bir uykuya daldığı için Kılıç onu dürttü. “Reis git yatağında uyu.” İskender horlamak dışında ona hiç cevap vermedi.
Gurur’un dün yaptıklarından sonra evdeki herkes çok sinirli ve gergin olduğu için masada hiç sesim çıkmıyordu. Annem boş bir tabak alıp masadaki her şeyden tabağa biraz koydu. Bir bardakta çay doldurup tabakla birlikte hizmetçiye uzattı. “Bunu dışarıdaki o serseriye götür.” Tebessüm etmeden duramadım. Gurur’a hep kızardı ama öyle de kıyamıyordu.
Nesibe yenge giden hizmetçinin arkasından bakıp inanamayan bakışlarını anneme çıkardı. “Bir de ona yemek mi gönderiyorsun?”
“Aç mı kalsın çocuk?” Annem baygın gözlerle bir süre yengeme bakıp önüne döndü. “Kendi evimde kime ne vereceğim kimseyi ilgilendirmez.”
Annem her fırsatta onlara burada bir sığıntı olduklarını hatırlattığı için Nesibe yenge sinirlendi ama babam buradayken tek kelime etmedi. “Esvet ne zaman dönecek?” Babam çayına şeker atıp karıştırırken gözleri Nihat’taydı. “Ne yaptınız da kızı kaçırdınız?”
“Bana niye bakıyorsun enişte?” Nihat şikâyet eder gibi ona Kılıç Aslan’ı gösterdi. “Kızı küstüren bu piç.”
“Benim yeğenim öyle en küçük lafa alınıp giden bir kız değildi.” Annemin hesap soran bakışları Kılıç’a kenetlendi. “Ne söyledin ona?”
“Gerçekler dışında hiçbir şey.” Kılıç omuzlarını silkip ağzına bir zeytin attığında gözleri fazla hissiz, yüz ifadesi de çok tepkisizdi. “Bunları konuşmak istemiyorum,” dedikten sonra başını çevirip bakışlarını babama yöneltti. “Yarım saat önce holde babamla mı konuşuyordun?”
Babam yavaşça başını sallayınca Kılıç yerinde dikleşti. “Neden aramış?”
Gülmemek için yanaklarının içini ısıran babam, “Sana kız bulmuş,” deyince Kılıç bir küfür savurdu. Annesi ve babası onun evlendiğini görmeden rahat bir nefes almayacaktı.
Kılıç tüm iştahı kaçmış gibi çay bardağını masaya bıraktı. “Umarım ona evlenmeyi düşünmediğimi söylemişsindir amca?” Kaşlarını usulca çatarak kızgınlık içinde burnunda soludu. “Zorla beni evlendirmeye kalkarlarsa dördüncü kez o masadan kalkarım, sonra babamla ve kız tarafıyla sen uğraşırsın.”
“Beni karıştırma.” Babam ellerini hafifçe yukarı kaldırdığında her an gür bir kahkaha atacakmış gibi görünüyordu. “Düğününü planlamak için seni Diyarbakır’a götürmenin yollarını arıyorlar.”
“Yahu bunlar karı koca beni evlatlıktan reddetmediler mi?” Sinirden Kılıç’ın boynundaki damarlar belirginleştiğinde sesi kısılmıştı. “Daha ne istiyorlar benden!”
Babam onun kızgın suratına bakıp güldü. “Evlenirsen baban seni affedeceğini söyledi.”
“Desene ömür boyu dargın kalacağız.” Kılıç rahat bir şekilde omuzlarını silkerek sandalyesine yaslandı. “Kimse beni bir nikah masasına oturtamaz.” Evlilikle ilgili ciddi sorunları vardı.
Hızlıca karnımı doyurup ayağa kalkarak annem ve babama baktım. “Hastaneye gidip Bige’yi ziyaret etmek istiyorum.” Dün aceleyle hastaneden çıktığım için Bige’yi görememiştim. Şu anda yoğun bakımda olduğunu biliyordum ama onu göremesem bile orada olmalıydım. Umarım bugün ondan iyi haberler alırdık.
Annem ve babam gitmeme izin verince yemek salonundan çıktım. Odama çıkıp hızlıca üzerimi değiştirdikten sonra çantamı aldım. Telefonum çaldı ama kayıtlı olmayan bir numara aradığı için açmadım. Merdiveni inerken telefon ısrarla çalınca en sonunda dayanamayıp açtım. Bir türlü susmayan telefonu açıp kulağıma yasladığımda, “Benim… Leyla,” diyen sesle donup kalmıştım. Leyla beni mi arıyordu? Neden?
Beni neden aradığını henüz bilmediğim için merdivenin ortasında donup kalmıştım. “Ne istiyorsun?”
“Konuşmak.”
“Konuşacak bir şeyimizin olduğunu düşünmüyorum.”
Güldüğünde gülüşünün soğuk tınısında bile saklı bir öfke vardı. “Ailenden kimlerin beni kaçırıp alıkoyduğunu bilmek istersin diye düşünmüştüm. Belki de senin yerine Gurur’la konuşmalıyım. Bildiklerimi ona anlatmamı ister misin?” Midem kasıldı. Elim ayağım birbirine dolaştığında yaşadığım panik ve korkuyu anlatamazdım. Ne demek ailemden birileri?
“Neyden bahsediyorsun?” Sesim fısıltıyla çıktığında stresten tırnaklarımı kemirmemek için kendimi zor tutuyordum. “Sana olanlardan ailemin bir parmağı yok.”
“Gerçekten yok mu dersin?” Leyla güldüğünde sanki beni köşeye sıkıştırmanın hazzını yaşıyordu. “Yarım saat içinde sana attığım adrese tek başına gelmezsen olacaklardan ben sorumlu olmam. O aileden kaç kişinin kaçırılmamdan parmağı var, hayal dahi edemezsin. Benimle buluşacağını Gurur’a söylemeden tek başına bana geleceksin!” dedikten sonra telefonu suratıma kapatmıştı.
Telefonuma gelen mesaj sesiyle Leyla’nın attığı adresi gördüm. Telefonu kapatıp hızlı adımlarla merdiveni inerken düşüncelerim darmadağındı. Neyden bahsettiğini anlamak için onu bulaşacaktım. Umarım Leyla söyledikleri şeylerde ciddi değildir. Beni ayağına götürmek için yalan söylediğini düşünmek istiyorum çünkü eğer gerçekleri söylüyorsa ortalık çok kötü karışırdı. Ailemden birilerinin ona olanlardan parmağı varsa kan gövdeyi götürürdü.
Gurur bunu öğrenirse hiçbirinin gözünün yaşına bakmazdı. Hiç acımadan buna sebep olanları öldüreceğinden şüphem yoktu. Bu olduğunda iki aile arasındaki düşmanlık yeniden alevlenirdi. Gurur bizden birilerini öldürdüğünde Tozlulardan kimse buna sessiz kalmazdı. Ben bile buna duyarsız kalamazdım çünkü kocam ailemden birinin katili olurdu. Bu olduğunda onunla aramızdaki her şey biterdi. Bir daha eskisi gibi birbirimizin yüzüne bakamazdık.
Umarım Leyla yalan söylüyordur.
Yorumlar