Roman
  • 01/12/2025

42-HARAF

Tam her şey yoluna girdi demişken geçmişten çıkıp gelen bir kadınla her şey tepetaklak olmuştu. Leyla’yla buluşmak istemiyordum ama telefonda söyledikleri hafife alacağım şeyler değildi. Doğruları mı söylüyordu yoksa blöf mü yapıyordu, bugün anlayacaktım. Leyla hastaneye en güzel haliyle gelmişken ben, bu paspal ev kıyafetlerimle onun karşısına çıkmak istemiyordum. Bu yüzden önce bir banyo yapmış, daha sonra da hazırlanmıştım.

Düz saçlarımı kurutarak açık bırakmıştım. Üzerimde ise bisiklet yaka şık bir elbise vardı. Bordo rengi elbisenin hafif bir göğüs dekoltesi vardı ama abartılı sayılacak türden değil. Ne yazık ki elbisenin tek sorunu kısalığıydı. Vücudumu saran elbise kalçalarımın bir karış altında bitiyordu. Bacaklarıma annemin özel losyonlarından birini sürdüğüm için en az saçlarım kadar parlak görünüyordu.

Hafif bir makyaj yapmış ve elbiseyle uyumlu bordo ruj sürmüştüm. İnce topukluları olan siyah bir ayakkabı giydikten sonra çantamı alıp odamdan çıktım. Spor ayakkabıların rahatlığına alıştığım için topuklu ayakkabılarla yürürken biraz zorlanıyordum. Evdekilere yakalanmadan avluya çıktığımda sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Dışarıdaki beladan kurtulmak sandığım kadar kolay olmayacaktı.

Gurur çoktan uyanıp giyinmiş, karavanının önüne attığı sandalyesinde oturuyordu. Ayaklarını rahatça önündeki ahşap sehpaya uzatmış, bir yandan sigarasını içiyordu bir yandan da keyif çayını. Sigaradan içine bir nefes çektiğinde bakışlarını odamın penceresinden ayırmıyordu. Başını yukarı kaldırarak dalgın gözlerle pencereme bakıyordu. Sanki bir kez pencereye çıkayım diye içten içe kıvranıyordu. Tek bir günde yüzümü görmeye hasret kalmış gibi gözlerini dahi kırpmadan penceremi izliyordu.

Ona yakalanmadan bahçeden çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Sanki ondan kaçıp çok uzaklara gidecekmişim gibi dün gece tüm adamlarını buraya yığdığı için nereye baksam ona çalışan birilerini görüyordum. Ön kapının orada kendi aralarında konuşan Ali, Yalçın ve Nisan’ı gördüm. Beni ilk fark eden Ali olmuştu. Ona Gurur’un karavanının olduğu yeri işaret ederek parmağımı dudaklarıma doğru yaklaştırdım.

Sus işareti yaptığımda tek amacım Gurur daldığı düşüncelerden çıkmadan bana bir araba getirmesiydi. Ali’ye buradaki arabalardan birini gösterdiğimde neyin peşinde olduğumu çok iyi anlamıştı. Gurur olaya uyanmadan buradan kaçmaya çalıştığımı herkes anlayabilirdi. Ali önce baştan ayağa beni süzdü, daha sonra dalgın dalgın çatı katının penceresini izleyen Gurur’a baktı.

Ali yeniden bana döndüğünde dudağının köşesinde şeytani bir kıvrılma meydana gelmişti. “Günaydın, Farah Hanım!” Bahçede kim var kim yok hepsi ona dönmüştü çünkü adi herif resmen dalağını patlatarak bağırmıştı. “Böyle hazırlanmış nereye gidiyorsunuz? Yoksa Sonat Bey’le mi buluşacaksınız?” Gurur’u mezardan bile uyandıracak tek şey Sonat’ın ismini duymaktı ve Ali bunu çok iyi biliyordu. Şu herife Sonat demeyin artık!

Ali piçlik yaptığı için istediğim gibi sessizce kaçamadım. Sonat’ın adını duyunca biri Gurur’un üzerine bir kova soğuk su dökmüş gibi bir hışımla ayağa kalkmıştı. “Ne sikim dönüyor lan burada! Ne Sonat’ından bahsediyorsunuz?” Hedefine kitlenip düşmanını arar gibi çatık kaşlarla etrafına bakınca Ali’yi boğabilirdim.

Yalçın gülmemeye çalışırken yanaklarının içini ısırarak Ali’ye bakıyordu. “Büyük şerefsizsin.”

Gurur’un öfkesini ve benim bozulan suratımı gören Ali gevşek gevşek güldü. “Teveccühün.”

Nisan’ın kınayan ve ayıplayan bakışları Ali’nin üzerindeydi. “Bu yaptığınız hiç hoş değildi, Ali Bey.”

Nisan’ın her fırsatta onu eleştirmesi canına tak ettirmiş gibi kaşlarını belli belirsiz çattı. “Anlaşılan yine tesisteki tüm tuvaletleri silmek istiyorsun?” Siyah irislerini Nisan’ın mavilerine kenetlediğinde ifadesi tehditkardı. “Seni sahadan alıp yine o eğitim merkezine göndermemem için bana tek bir neden söyle?”

“Çok işe yarıyorum.”

Ali’nin ona olan bakışları iğneleyiciydi. “Benim işime değil.”

Korumalarını çekirdekten eğittikleri o eğitim merkezinde Nisan hiç güzel şeyler yaşamamış olmalı ki hemen gardını düşürdü. “Özür dilerim, Ali Bey.” Patronuna yağ çeken o çaylaklar gibi aceleyle başını eğip ellerini önünde birleştirdi. “Size çay getirmemi ister misiniz?”

Ali isteksiz ve ilgisiz bir ifadeyle, “Kalsın,” diyerek eğlenen bakışlarını Gurur’a çıkardı. “Abi karın böyle hazırlanmış sence kiminle buluşmaya gidiyor? Mini elbise, bordo ruj, hayırdır?”

İnanamayan gözlerle Ali’ye bakarken mümkün olsa onu bir kaşık suda boğabilirdim. “Abartma lütfen her zamanki halim.”

“Bana palavra sıkma, her zamanki halini çok iyi biliyorum.” Ali ikinci kez baştan ayağa beni süzdüğünde kaşları hafifçe çatılmıştı. “Nerede senin tişört ve pantolonun, hani nerede gözlüğün? Sence de bu elbise çok kısa değil mi? ” diyerek bana çıkıştığında sinirden delirecektim. Gurur’un yanında benimle böyle rahatça konuşan bir tek bu densiz vardı. Onun dışında Gurur’un hiçbir adamı benimle senli benli konuşmazdı.

Sanki abimmiş gibi benden hesap sormasının siniriyle ona ters ters bakıyordum. Gurur’a döndüğümde onun da aynı terslikte bana baktığını gördüm. Ali’nin densizlikleri yüzünden elindeki çay bardağını sıkarak kızgınlıkla beni izliyordu. “O Sonat denen puştla mı buluşacaksın?” Bunların hepsi şizofrendi! Kendileri söyleyip kendileri inanıyordu.

Ona cevap vermeden babamın adamlarından birine bakıp arabamı garajdan çıkarmalarını istedim. Daha sonra Gurur’a dönüp büyük bir umursamazlıkla çenemi dikleştirdim. “Kiminle buluşacağım seni ne ilgilendirir? Dün tüm gün kiminleysen git ona hesap sor.”

“Farah bak artık sikeceğim şu inadını!” Elindeki çay bardağını sertçe sehpanın üzerine bırakarak bana doğru yürüdü. Tüm geceyi bensiz bir karavanda geçirmenin siniriyle bakıyordu. “Benim dışımda herkesi dinliyorsun ama bana gelince hep kafanın dikine gidiyorsun.” Yarısına kadar içtiği sigarayı yere atarak ayaklarının altında ezdi. “Leyla’yla aramızda bir şey yok diyorum!”

“Kiminle aranda ne geçtiğiyle o kadar ilgilenmiyorum ki.”

“Sen gelsene bir buraya!”

Bir hışımla üzerime yürüdüğünde hemen bana en yakın arabaya doğru koştum, Gurur’da peşimdeydi. Ali’nin gülüşünü duyduğumda en sevdiği aktivitenin bizim koşturmalarımızı izlemek olduğuna yemin edebilirdim. Bu topuklu ayakkabılarla koşmak çok zordu ama Gurur’a yakalanmadan bir şekilde kendimi arabanın arkasına atabilmiştim. Bu arabanın anahtarı bende olmadığı için binip kaçamıyordum. Arabanın şimdilik tek amacı beni Gurur’dan korumaktı.

Gurur beni yakalamak için arabanın etrafında döndükçe hemen onun tam tersi yöne kaçıyordum. Bu kovalamacalar artık günlük rutinimiz haline geldiği için etrafımızdaki kimse gördüklerine şaşırmıyordu. “Allah’ım delireceğim şu ikisine bakın!” Annemin kızgın sesi odasının balkonunda geldiğinde Gurur’dan kaçacağım diye başımı kaldırıp ona bakamıyordum. “Elaleminkiler torun yapar ama bendekiler çocuk gibi her gün kovalamaca oynar!”

Gurur arabanın ön tarafından dönünce hemen diğer yöne kaçtım. “Anne bu adamdan çocuk falan yapmayacağım, unut torunu!”

Beni yakalamadığı her an Gurur’un yüz ifadesi sertleşirken inadıma konuşur gibi, “Hem de düzinelerce yapacağız!” dedi sinirle. “Şimdi kal orada.”

“Bıraksana artık peşimi.”

“Bırakayım da o evveliyatını siktiğim piçine git, değil mi!”

“Kurtul artık şu kuruntundan, Sonat’la aramda hiçbir şey yok diyorum!”

“Bizde Leyla’yla aramızda bir şey yok diyoruz, Farah Hanım ama inanıyor musun? Hayır!”

Arabanın etrafında on birinci turumuzu atarken nefes nefese kalmıştım. Biraz soluklanmak için o arabanın diğer tarafında durmuştu bende bu tarafında. Ters gözlerle birbirimize bakarken yüz ifadesi katı ve sertti. “Kiminle buluşacaksın?”

“Esvet’le,” diyerek yalan söylemek zorunda kaldım. “Türkiye’ye dönmüş onu havaalanında alacağım.”

“İnanma damat,” diyen annem balkondan sarkmış beni çıldırtmakla meşguldü. “Esvet’le daha yarım saat önce konuştum, evdeki o sığ herife çok sinirli olduğu için henüz dönmeyi düşünmüyor. Bu evdeki tek hayvan sen değilsin, Kılıç denen piçte seninle yarışır.”

“Anne bak valla seni babama söyleyeceğim. Gir artık içeri!”

“Karışma ulan kaynanama, kadın doğruları söylüyor.” Gurur annemi savunarak sinirli bakışlarını bana dikti. “Hani Esvet’le buluşacaktın?” Yoğun bir öfkeyle geniş omuzları gerildi. “Artık bana yalan söylemeye de başlamışsın!”

“Esvet konusunda yalan söylemiş olabilirim ama bir konuda doğru söylüyorum.” Sabah sabah beni yıldırdığı için bezgin bir halde ona bakıyordum. “Sonat veya karşı cinsten kimseyle buluşmayacağım.”

Kafası karışmış bir halde bakımlı saçlarıma, makyajlı yüzüme ve üzerimdeki elbiseye uzun uzun baktı. “Tüm bu hazırlığın bir kadın için olduğuna inanmamı mı bekliyorsun?”

“Oğlum sen salak mısın?” Annem bir kez daha balkondan aşağı sarkıp sinirle bağırdı. “Biz kadınlar en çok kendi hemcinsimiz için süsleniriz.”

Gurur başını yukarı kaldırıp şaşkın gözlerle anneme bakarken, “Niye?” diye sordu safça. “Kendinize mi yürüyorsunuz?”

“Ay çıldıracağım, bu çocuk gerçekten aptal,” diyen annem fenalık geçirir gibiydi. “Biz birbirimize güzel görünmek isteriz ama siz salaklar sizin için süslendiğimizi sanırsınız. Kim sizi ne yapsın be!”

“Ne kadın ne de bir erkek için hazırlandım,” diyerek ikisine de çıkıştım. “Kendimi daha iyi hissetmek için böyle hazırlandım.” Bu yalan değildi, Leyla’nın karşında paspal kıyafetlerin içinde olmak rahatsız hissetmeme neden olurdu.

“Neyse ne.” Gurur bıkkınca burnundan soluyup yeniden bana odaklandı. “Yavrum artık şu sikik küslüğü bitirecek misin?” Bana kızarak hiçbir şey yaptıramayacağını anlayınca bu sefer bakışlarını biraz yumuşatmıştı. “Dünden beri yüzünü göremiyoruz, sendeki de ne inatmış be kızım.”

Tam ona bir şey söyleyecektim ki muzır gözlerle bahçemizin ortasına diktiği karavanı gösterdi. “Hem artık komşu da olduk.” Bize ait özel bir mülkü kafasına göre kullanmıyormuş gibi bakışları hınzırdı. “Buyur gel misafirim ol, sana bir çay ikram edeyim.”

“İstemez,” diyerek omuzlarımı dikleştirdim. “Ben çayımı içtim.”

“Bir bardakta benden iç.”

“Hayır.”

“Neden?”

“O karavana girmeyeceğim.”

Teknede olanları hatırlayınca yeşil gözleri arsızca bedenimin kıvrımlarında gezindi. Dudaklarının çevresi kıvrıldığında bana olan bakışlarında saf şehvet vardı. Bir kez daha karavanı gösterdiğinde bir konuda sabırsızlanmaya başlamıştı. “En acilinde sana çay ikram etmem gereken konular var!” O konuların neleri içerdiğini çok iyi bildiğim için yüzüm ısınmaya başlamıştı.

Şükürler olsun ki telefonu çalınca beni arsız bakışlarıyla utandırmayı bıraktı. Cebindeki telefonu çıkartıp açarak kulağına yasladığında gözlerini benden ayırmıyordu. “Dinliyorum, Karun.”

Karun ona ne söylediyse yüzündeki keyifli doku kaybolmuştu. Kötü bir haber almış gibi gülümseyişi soldu ve yakışıklı yüzü ciddiyetle kasıldı. “Ne demek Melek fenalaştı? Sikeyim, hemen geliyorum!” Melek onun zayıf noktası ve yumuşak karnı olduğu için etrafındaki her şeyi unutmuştu. Telefonu kapatıp hızlı adımlarla arabasına yürürken yaşadığı telaşı ve korkuyu görebiliyordum.

Başımı kaldırdığımda annem balkonda çatık kaşlarla bana bakıp giden adamı gösterdi. Gurur’la gidip Melek’in yanında olmamı ve kocama destek olmamı istiyordu ama şu an için bunu yapamazdım. Gurur’un arabasına atlayıp onunla gitmeyi bende çok istiyordum ama önce Leyla’nın derdinin ne olduğunu öğrenmeliydim. Hemen sonra planlarımın arasında Bige’yi hastanede ziyaret etmek vardı ama öncesinde Melek’i de görecektim.

Sadece Gurur değil, Karun’un da yanında olamadığım için kendimi çok kötü hissediyordum. Hem karısı hem de yeğeni hastanedeydi. Hangi birine üzüleceğini o da bilmiyordur. Gurur yanına sadece Ali, Yalçın ve Nisan’ı alarak gitti ama diğer tüm adamlarını burada bıraktı. Yanında ben olmayınca hâlâ korumalarla gezmeyi sevmiyordu. Dün gece bu kadar çok adamla buraya gelmesinin nedeni bile ben olmalıydım.

Babamın adamlarına hiç güvenmediği için benim olduğum bir evin etrafına düzinelerce koruma yığıyordu. Burada bıraktığı tüm o korumalar aslında beni korumak için vardı, değil mi? Arabamı getirdiklerinde bende yola çıktım. Ne yazık ki hiç istemesem de Gurur’un tüm adamları peşime takılmışlardı. Bu konuda Gurur’dan kesin bir emir aldıkları için onlara ne söylesem söyleyeyim peşimi bırakmazlardı.

***

Peşimdeki korumaları atlatıp izimi kaybettirmem hiç kolay olmamıştı ama bir şekilde bunu yapmıştım. Telefonu sessize alarak derin bir nefes aldım. Arabayı bir evin hemen önünde park edeli on dakika olmuştu ama henüz dışarı çıkmamıştım. Leyla’nın beni çağırdığı eve kararsız gözlerle bakıp kendimde bu arabadan inecek cesareti bulmaya çalışıyordum.

Ondan korktuğum için değil, ne söyleyeceğini bilmediğim için bu buluşmayı istemiyordum. Kalbimin hızlanan sesini duyuyordum bir de uzaktan geçip giden tramvayın arkasında bıraktığı zil sesini… Ellerim direksiyonun üstünde hareketsizce duruyordu fakat parmak uçlarımdaki titremeyi hissediyordum. Leyla’nın telefonda söyledikleri aklıma geldikçe bedenime bir ağırlık çöküyordu.

Onu kaçıranlar gerçekten ailemden biri olabilir mi? Ailemdeki her bir ferdin silüeti gözlerimin önünde belirdiğinde yüzümü ovuşturdum. Hiçbirine böylesine korkunç bir şeyi konduramıyordum. Kararımı değiştirmeden önce arabadan indim. Çantamı alıp eve doğru yürürken adımlarım geri geri gidiyordu ama beni durdurmalarına izin vermedim. Bu yüzleşme er veya geç yaşanacaktı.

Evin bahçe kapısından içeri girdiğimde içime kurt gibi düşen şüphe biraz daha arttı. Leyla’nın haklı olma ihtimali bile beni dehşete düşüyordu. Bahçede nöbet tutan korumaları görünce onları hemen tanımıştım. Bunlar Gurur’un adamlarıydı. Kalbimde nükseden acıyı bir kez daha hissettim. Gurur eski nişanlısını korumak için ona kendi korumalarını tahsis etmişti.

Beni gören adamlar burada ne işimin olduğunu anlamak için birbirleriyle göz göze gelmişti. Burada görmeyi bekledikleri son kişi ben olmalıydım. İçlerinden biri ceketinin önünü düğmeleyerek bana doğru yürüdüğünde arkasındaki adamlardan biri hemen telefonunu çıkardı. Gurur’u arayıp ona burada olduğumu söyleyecekti.

Bana doğru yürüyen adam oldukça saygılı bir şekilde, “Farah Hanım,” dedi şaşkınca. “Sizin burada ne işiniz var?”

Alaycı bir şekilde, “Gurur beyinizin hanımı arayıp buluşmak için ısrar etti,” dedim.

Kafa karışıklığıyla önce eve sonda da bana bakan adamın şaşkınlığı arttı. “Beyimizin hanımı sizsiniz.”

İçimden kopan bir serzenişle, “Demek ki tek hanımı ben değilmişim,” dedikten sonra onun yanından geçtim. “Beyiniz olacak adi herif kendine bir harem kurmaya kararlı. Karısının evinde kalıyor ama eski nişanlısına ev açmayı da biliyor!”

Gurur’un Leyla için aldığı ev her kadının düşlerini süsleyecek bir güzellikteydi. Yemyeşil kocaman bir bahçesi olan iki katlı güzel bir evdi. Yüreğimin en derinlerinde öyle bir sızı belirdi ki ağlamaya utandım. Benimleyken beni bir eve bile layık görmediği için bizim bir evimiz hiç olmamıştı. Beni ya bakımsız kulübelere kaçırmıştı ya da evime yerleşip odamda kalmıştı.

Hiçbir zaman elimi tutup güzel bir eve beni götürerek, “Bu ev artık bizim,” dememişti.

Eğer maddi durumu yerinde olmayan bir adam olsaydı, yemin ederim ki onunla bir çöplükte yaşamayı bile sorun etmezdim. Bir zenginliğin içine doğduğum için yokluğun nasıl bir şey olduğunu hiç bilmiyordum. Fakat Gurur için yokluğu bile sorun etmez, bir şekilde alışırdım. Ancak Gurur bu ülkenin sayılı milyarderlerinden biriydi ve buna rağmen her konuda bana bir yokluk yaşatmıştı.

Para, mal ve mülk hiç umurumda değildi ama hiç olmazsa sadece ikimiz için bir ev alabilirdi. Leyla’ya aldığı sayısız evlerden birini de bana alabilirdi fakat bunu hiç yapmamıştı. Her akşam kapıyı kocama açtığım bir evimiz hiç olmamıştı. Tıpkı bana bir gelinliği de çok gördüğü gibi… Eminim Leyla ortadan kaybolmadan önce ona güzel bir gelinlik bile seçmişlerdi.

Derin bir nefes alıp eve doğru yürümek için kendimi zorladım. Eve yaklaştıkça anksiyetem yine bana zor dakikalar yaşatıyordu. Kapının önünde durup zile bastığımda kendime sürekli sakin olmam gerektiğini hatırlatıyordum. Bir süre sonra kapı açılınca artık Leyla’yla karşı karşıyaydık. Oldukça alaycı bir sesle, “Hoş geldin,” dediğinde baştan ayağa beni süzüyordu.

Saçlarımı açık bırakıp biraz makyaj yapmam ve güzel bir elbise giymem hoşuna gitmemişti. Gurur’un dikkatini daha az çekeyim diye beni o rahat ve salaş kıyafetlerin içinde görmeyi yeğlerdi. Oysaki Gurur benim o halime âşık olmuştu. Her zaman böyle özenle hazırlanan bir kadın değildim.

Tıpkı benim gibi Leyla’nın da bu buluşma için özenle hazırlandığını görebiliyordum. Kahverengi parlak saçlarına gereken özeni gösterdiği için zarifçe omzuna dökülüyordu. Kehribarın en keskin tonuna sahip gözleri içerideki tüm ışığı çekiyor gibiydi. Bana kıyasla daha az utangaç biri olmalı ki siyah elbisesinin yaka kısmı oldukça cüretkardı. Beni izledikçe yüz ifadesindeki soğukluk, iğneleyici bakışlarıyla çarpışıyordu.

Tekrar tekrar bana bakıyor ve baştan ayağa süzerek onun gibi biri varken Gurur’un bende ne bulduğunu anlamaya çalışıyordu. En az onun kadar güzel bir kadın olduğumu kabullenecek psikolojide değildi. Kapının önünde durmayı bırakıp içeri geçmem için kenara çekildi. Bir an önce onunla konuşup gitmek istediğim için eve girmeyi sorun etmedim. Buraya geldiğime hâlâ inanamıyordum.

Ev sahibi Leyla olduğu için beni salona yönlendirmesine izin verdim. Ferah bir havası olan holü geçip bana gösterdiği kapıdan içeri girmiştim. Her yerden ışık alan salon çok şık ve aydınlıktı. Tekli koltuklardan birine oturduğumda Leyla kapının önünde dikilip beni izliyordu. Nezaketen, “Bir şey içer misin?” diye sordu.

Avuçlarımın içinde biriken teri elbisemin kenarlarına silerken ne kadar gergin olduğumu ondan gizleyemiyordum. Sanki çivili bir koltuğun üzerindeymişim gibi rahatsızca oturuyordum. “Hazırda çayın varsa bir bardak alırım.” Bir insan Gurur’la uzun süre yaşayınca her saat başı kaynayan çaya ister istemez alışıyordu.

Leyla tek kelime etmeden dışarı çıktı. Bir süre sonra gümüş bir tepside iki bardak çayla geri dönmüştü. Sehpalardan birini benim önüme çekip çay ve şekeri bıraktı, daha sonra bardağını alıp yanımdaki tekli koltuğa oturdu. Çayıma şeker atarken metal kaşığın cam bardakta çıkardığı sesler az da olsa aklımı dağıtıyordu. Leyla çayından bir yudum alarak bana evi gösterdi. “Evi nasıl buldun?”

Bu soruyu sorarak neyin peşinde olduğunu bilmiyordum ama ona dürüstçe cevap verdim. “Güzel bir ev, Allah ağız tadıyla oturmayı nasip etsin.”

İyimserliğimi çok yapmacık bulmuş olmalı ki dudağının kenarında kibrini yansıtan bir kıvrılma belirdi. “Nişandan hemen önce bu evi Gurur’la seçmiştik.” Midem kasıldığında bana gördüğüm tüm bu eşyaları gösterdi. “Buradaki her bir eşyayı da öyle…”

“Hımm.” Canımı yakmak için bunları söylediğini biliyordum, istediğini de elde ediyordu. Bana kendimi kötü hissettirdiğini saklamaya çalışarak, “Şey…” diyerek ağzımın içinde bir şeyler geveledim. “Bu eşyaları Gurur’un seçtiğine inanmak biraz zor. Daha çok tüm eşyaları sen seçmişsin ve o da seni geçiştirmek için evet demiş gibi.”

Alaycılığını koruduğunda kehribar gözleri hafifçe kısıldı. “Sana böyle düşündüren nedir?”

“Gurur’u iyi tanıyan biri bu eşyaların onun seçimi olmadığını hemen anlar.” Kırık beyaz rengine sahip döşemeleri olan şık koltukları gösterdim. “Gurur çok pasaklı biri olduğu için etrafındaki her şeyi kirletir. Ayaklarını uzatarak yayıldığı koltuklarda bıraktığı kirin görünmemesi için daha koyu renk koltuklar tercih eder.”

Cam kapakları olan gümüşlüğü, köşelerde bulunan zarif Çin vazolarını ve duvarlardaki parıltılı porselen bibloları gösterdim. “Gurur sadece pasaklı biri değil, aynı zamanda sinirlendiğinde her şeyi kırıp döken biri. Bu yüzden eşya seçerken ilk düşüneceği şey ne kadar dayanıklı olduğudur. Bu hassas ve kırılgan şeylerin onun seçimi olduğuna inanmak çok zor. En önemlisi…” Kibar ve sakince konuşup Leyla’ya köşedeki deri koltuğu gösterdim. “Bu koltuk hiçbir koşulda onun seçimi olamaz.”

Gurur’u bu kadar iyi tanımam hiç hoşuna gitmemişti ama bunu saklama çabasına girerek ifadesizliğini korudu. Bal sarısı gözleri gösterdiğim koltuğa kaydığında canımı sıkmak istercesine, “Bu onun en sevdiği koltuk,” dedi.

“Bu kanıya nasıl vardın?” Başımı çevirip bir kez daha deri koltuğa baktığımda yaşadığım kafa karışıklığı artmıştı. “Gurur o koltuğa bir kez bile oturdu mu?”

“Evet.”

“Bu konuda bana karşı dürüst olduğunu sanmıyorum.”

“Neden?”

“Çünkü o koltuk geçmişin tetikleyicisi,” diyerek onu afallattım. Yüzündeki şaşkın ifadeye bakınca ondan çok ben şaşırmıştım. Bilmiyor muydu? “Gurur sana hiç anlatmadı mı ya da Ordu’daki evi göstermedi mi?” Suratındaki kırılmaya bakılırsa hayır, Gurur onu Ordu’daki Kalender malikanesine hiç götürmemiş olmalıydı. Ona geçmişinden bahsetseydi ya da oradaki eve götürseydi, Leyla bu koltuğun bir benzerinin o evde de olduğunu bilirdi.

Leyla’yla kıyaslanınca bir konuda Gurur için ilk olduğumu anlamak beni mutlu etmişti. Geçmişinin detaylarını on bir yıllık sevgilisine bile anlatmamıştı ama bana anlatmakla kalmamış, sırtındaki yaraları bile göstermişti. Bununla övünüp Leyla’nın canını yakmak istemediğim için gergince tebessüm ettim. “Şey o koltuk Gurur için kötü anıları tetikliyor. Geçmişinde buna benzer bir koltukta kötü anıları var.” Detaylara girmeden onu kısaca bilgilendirmiştim.

Bunu yapmamın nedeni de bundan sonraki birlikteliklerinde o koltuktan kurtulmasıydı. Böylece Gurur abisinin ona yaptıklarını hatırlayıp acı çekmezdi. Evet, bu haldeyken bile tek düşündüğüm Gurur’du. Artık kiminle olduğuyla ilgilenmiyordum çünkü benimle olmasını istemiyordum. Leyla’yla yeniden başlaması için önünde bir engel yoktu. Ben dün tüm gün sokaklarda tek başıma ağlarken zaten ondan vazgeçmiştim.

Leyla uzun süre donuk gözlerle deri koltuğa baktığında ne düşündüğünü anlamak zordu ama bazı tahminlerim vardı. Gurur’un ona bile anlatmadığı geçmişi bana anlatması canını sıkmıştı. Konuyu değiştirerek çayımdan bir yudum aldım. “Benimle ne konuşmak istiyorsun?”

“Ne bu acelen?” Başını bana doğru çevirdiğinde bal sarısı gözlerinde küçümseyici bir ifade vardı. “Önce biraz rahatla, çok gergin ve ürkmüş görünüyorsun.” Ondan korkmamı isterdi, değil mi? Eminim bu hoşuna giderdi.

“Bu benim genel halim, emin ol odamda yalnızken bile böyle ürkek görünüyorumdur. Acele etmemin nedeni…” Ona camdan dışarıyı gösterdim. “Adamları Gurur’u arayıp burada olduğumu haber vermiştir. O gelmeden önce bu konuşmanın sonlanmasını istiyorum.”

“Lütfen artık konuya gir,” diyerek bedenimdeki tüm gerilimle bakışlarımı ona diktim. “Benden ne istiyorsun?” Bir an önce bu evden gitmek istiyordum çünkü daha fazla güçlü bir kadın rolü yapamazdım. Şu anda bile bir yerlere saklanıp tırnaklarımı kemirmemek için kendimi zor tutuyordum.

Leyla yavaşça öne doğru eğildiğinde hareketleri dalga geçer gibiydi. Dudağının köşesindeki o küçük kıvrılmayla bana baktı. “Ne kadar da sabırsızsın, Farah. Yoksa benimle biraz vakit geçirmek hoşuna gitmiyor mu?”

“Üzgünüm ama kocamın eski nişanlısıyla laklak edecek kadar rahat biri değilim.” Dudaklarımı büzerek yapmacık bir hayıflanmayla başımı iki yana salladım. “Bu hoşuma gitmez.”

Neyin peşinde olduğunu çok iyi görebiliyordum. Amacı sinirlerimi bozup ağlatarak beni bu evden göndermekti. Bunu elde edemeyeceğini henüz anlamamıştı. Psikolojik açıdan ondan daha güçlü olduğuma emindim. İkimizden biri bugün bir diğerine yenilecekse o ben olmayacaktım. Bu evden yenik bir kadın olarak ayrılmayacağım çünkü ortada bir yanlış varsa bu bana ait değildi.

Leyla’nın bakışlarının altında otururken dik durmaya çalışıyordum ama ezici ifadesi yüzünden omuzlarımın gerginliğinden kaçamadım. “Ortadan kaybolmamı fırsat bilip benim yerimi işgal ettin.” Bunları söylerken sesi sakindi ama gözleri fazla suçlayıcı. “Eminim öldüğümü duymak seni çok mutlu etmiştir.”

Sol elimin avuç içini dizime sürterek parmaklarımın arasında oluşan nemden kurtulmaya çalıştım. “Hakkımda böyle düşünmene neden olan şey nedir?”

“Nişan günümde Gurur’a nasıl baktığını gördüm.” Bir bacağını diğerinin üzerine atarak hafifçe koltuğuna yasladı. Bunu yaparken çay bardağını dizinin yakınında tutuyordu. “Annenin yanında otururken Gurur’a attığın kaçamak bakışlarını görmedim mi sanıyorsun?” Soğukça güldüğünde yüzünü belli belirsiz buruşturdu. “Nişanlı bir adama bakacak kadar aşağılık bir kadınsın.”

Bedeni sakin lakin sözleri saldırgandı. Dudaklarından çıkan her cümlenin ezici bir ağırlığı vardı. “Bu neyi değiştirir? O zaman yirmi iki yaşındaydım, Leyla. Evet, çok küçük değildim ama bir yetişkinin olgunluğuna da henüz sahip değildim. Doğru düzgün bir arkadaş ortamı olmayan, bir erkekle nasıl konuşacağını bile bilmeyen biri, karşısına çıkan ve ona iyi davranan ilk erkeğe hayranlık duyabilir.” Böyle bir şey yapmadığımı söyleyerek kendimi aklamaya çalışmayacaktım çünkü hatalarımın farkındaydım.

“Benim durumumdaki çoğu genç kız, o toy kalbiyle doğru ve yanlış demeden bir erkeğe hayranlık duyabilir ama bu, o dönem ona âşık olduğu anlamına gelmez.” Bu konuya bir açıklık getirmek istediğim için göz kontağını kesmeden, “Birine âşık olmak ve hayranlık duymak aynı şey değil,” dedim. “Bazen nefret ettiğimiz birinin bile küçük bir hareketinden etkilenebiliriz, bunu yaşamayan yoktur.”

Çay bardağını önümdeki cam sehpanın üzerine bırakarak bakışlarımı yeniden ona çıkardım. “Nişandan sonra Gurur’u hiç görmedim. Eğer sahte ölümünle peşime düşmeseydi belki de sadece günler içinde ona duyduğum hayranlıkta son bulacaktı. Öyle olmasa bile sence nişanlı bir adamın peşinden koşacak biri miyim?” Gözlerinin içine tüm dürüstlüğümle bakıp, “Hayır,” dedim kesin ve net bir şekilde. “Ben öyle biri değilim. Bana ait olmayan şeylerin peşinden koşmam.”

Leyla bana karşı soğuk ve yargılayıcı bir duruş sergilerken hesap sorar gibi, “Sana neden inanayım?” diye sordu. Her bakışı, her mimiği beni aşağılar gibiydi. “Belki sende tıpkı kuzenin Seçil gibi olur olmadık zamanlarda onun karşısına çıkıp nişanlı bir adamı ayartmaya çalışacaktın.” Anlaşılan Seçil’in Gurur’a olan saplantısından haberi vardı.

“Beni Seçil’le karıştırma çünkü herkes aynı değildir.” Bir konuya dikkat çekerek, “Nişandan sonra yurtdışına tatile gitmeyi istiyordum,” dedim. “Güçlükle ailemden bunun için izin almıştım. Hemen ardından da lisansımı yapmak için iki yıllığına İsviçre’ye gitmeyi planlıyordum. Kuzenim Aksa’yı görmek için lisansımı orada tamamlamak istiyordum. Eğer ölüm haberin gelmeseydi ben zaten iki yıl buralarda olmayacaktım.”

Bu konunun saçmalığıyla kendimi tutamayıp güldüm. “Sadece birkaç kez gördüğüm bir adama hayranlık duydum diye sence lisansımı iptal edip onun peşinden mi koşacaktım?” Düşüncesi bile beni rahatsız ettiği için yüzümü buruşturduğumun farkında değildim. “Siz burada evlenip çoluk çocuğa karışırken ben büyük ihtimalle lisansımı yapıyor, günün kalanını kuzenimle geçiriyor ve belki de biriyle çıkıyor olurdum. Emin ol o esnada Gurur aklıma bile gelmezdi.” Bu söylediklerimin hiçbiri yalan değildi.

O dönem alışveriş merkezinde beni bir tacizciye karşı savunduğu için Gurur’a karşı minnet ve hayranlık duyduğum doğruydu ama ona kör kütük aşık değildim. Gece gündüz onu düşünmüyordum ya da kafayı onunla bozmamıştım. Hissettiğim şey sadece geçici ve küçük bir hayranlıktı. Ne olursa olsun bu hoşlantı veya aşk değildi. Nişandan sonra bile Gurur’u bir kez olsun düşünmemiştim, aklıma dahi gelmemişti.

Leyla’nın ölüm haberi gelmeseydi planladığım gibi yurtdışına çıkıp kariyerim için bir şeyler yapacaktım. “İster inan ister inanma ama onunla evlenmeden önce Gurur’a aşık değildim veya ondan hoşlanmıyordum. Benimkisi gençliğin verdiği bir hayranlıktı. Bu da zaten nişandan günler sonra son bulmuştu. Ölüm haberin bize ulaşana kadar ne sen ne de Gurur aklımın kıyısında bile değildiniz.” Bıkkın bir ifadeyle başımı iki yana salladım. “Beni bunlarla suçlamayı bırak.”

“Bu bir suçlama değil.”

“Senin kuruntuların benim için doğruluk payı taşımıyor.”

“Her neyse,” diyerek elini gelişigüzel salladı. “Seni buraya bunları konuşmak için çağırmadım.” Bu konuyu kapatmasının tek nedeni yalan söylemediğimi görmesiydi. Açık bir şekilde bunu kabul etmiyordu ama kendimi ifade ederken tek bir kelimemin bile yalan olmadığını, ona karşı dürüst olduğumu iyi biliyordu. İkisi nişanlıyken Gurur’a aşık değildim.

Leyla eski bir dostla muhabbet eder gibi ayağa kalkıp çay bardağını sehpanın üzerine bıraktı. “Gel hadi, sana biraz evi gezdireyim.” Neyin peşindeydi? Gerçekten çok tuhaf davranıyordu.

Peşinden gitmek yerine koltuğumda daha kararlı bir şekilde oturdum. Kibar bir sesle onu geri çevirerek, “Bence buna hiç gerek yok,” dedim. “Oturmanı rica ediyorum. Benimle ne hakkında konuşmak istediğini bilmek istiyorum.”

Onu geri çevirmemle Leyla bedenindeki tüm gerilimi bana aktarmak istercesine yüzüme baktı. Hissiz bakışlarında içindeki öfkenin küçük bir kıvılcımını yakalamıştım. “Söyleyeceklerimi duymak istiyorsan beni takip et.” Anlaşılan hiçbir şeyi kolaylaştırmaya niyeti yoktu.

İsteksiz bir şekilde ayağa kalkıp bu saçma ev turunu kabul ettim. Kapıya doğru yürürken bir anlığına gözleri az önce oturduğum koltuğa kaymıştı. Gözlerindeki o şeytani ışıltıyla bana döndüğünde beni neyin beklediğini kestiremedim. “O koltukta da Gurur’la sevişmiştik.” Ağzımın içinde acı bir tat oluştuğunda yutkunamadım.

Omzumun üzerinden yavaşça koltuğa baktığımda midemde bir şeyler fokurduyordu. Onların seviştiği koltukta mı oturmuştum? Daha önce kendimi hiç bu kadar aşağılanmış hissetmemiştim. Gurur’u Leyla’yla o koltukta farklı şekillerde düşündükçe midem daha çok bulanıyordu. Onu öptüğü, dokunduğu ve onunla seviştiği sahneler gözlerimin önünde belirip duruyordu. Boğazıma dizilen tüm sözcükleri yutmak zorunda kalmıştım çünkü diyecek hiçbir şeyim yoktu.

Bakışlarımı o rezil koltuktan çekip Leyla’ya dönerek derin bir nefes aldım. Sinirlerimden bir çatlak açmaya çalıştıkça ısrarla kontrolümü koruyordum. “Lütfen bana bunları anlatma.” Beni nasıl incittiğini ondan gizlemeden kibarca onu uyardım. “Geçmişinizi bilmeme gerek yok.”

Acımasızca, “Neden?” diyerek güldü. “Duymak hoşuna gitmez mi?”

“Senin hoşuna gider mi?” Sesimdeki soğukluk bana bile yabancıydı. “Evlendiğimizden beri Gurur’la kardeş kardeşe uyuduğumuzu düşünmüyorsun, değil mi?” Dudaklarındaki o sinir bozucu gülüşü kaybolduğunda artık o kadar da eğlenmiyordu. “Çirkinleşmenin lüzumu yok Leyla, hiç olmazsa birbirimize saygı duyalım.” Buraya kocamın eski nişanlısıyla neler yaptığını dinlemeye gelmemiştim.

“Sen saygı duyacağım bir kadın değilsin, Farah Tozlu.”

“Sen böyle yaptıkça aynı şeyleri bende senin için düşünmeye başladım, Leyla Mahlaz. Ve ayrıca…” Doğrudan gözlerinin içine baktım. “Tozlu değil, artık bir Kalender.” İğneleyici bir ifadeyle onu gösterdim. “Peki, senin soyadında düzeltmemiz gereken bir şey var mı?” Bunu başlatan ben olmadığım için kaşlarını çatmasını umursamadım. O hiçbir zaman bir Kalender olmamıştı.

Kızgın suratını görmezden gelerek onu bırakıp pencereye doğru yürüdüm. “Bana evi gezdirmene gerek yok.” Bu sefer hiçbir yere oturmayıp pencerenin önünde dikilerek ona döndüm. “Gurur’la evin hangi köşelerinde seviştiğinizi görmemin lüzumu yok. Gurur’un ne kadar çok baba olmak istediğini düşünürsek eminim bu evin bir yerlerinde bana göstermek istediğin bir de beşik olmalı.” Başımı omzuma doğru eğdiğimde göz ucuyla onu izliyordum. “Çok tahmin edilebilir birisin.”

Aramızda çizdiğim kibar ama kararlı sınır hoşuna gitmiyordu. Onun aksine benim davranışlarım ölçülü, hareketlerim kontrollü ve sözlerim nazikti. Bu onu sinirlendirdiği için delici bakışları üzerimde gezinirken çenesini sıktı. “Bu asil kız pozları Gurur’un üzerinde işe yarıyor mu?”

Dudaklarımda küçük ama yapmacık bir gülümseme belirdi. “Kavgacı, şirret, yardıma muhtaç, acınası ve…” Gözlerim bileklerindeki derin kesik izlerinde oyalandı. “İntihara meyilli kadın pozlarından daha çok işe yaradığını söyleyebilirim.”

Benden böyle bir karşılık duymayı beklemediği için bozguna uğramıştı. Sinirden yanında duran ellerini sıktıkça parmak boğumları daha çok beyazlaşıyordu. Sandığı gibi ona herhangi bir poz kesmiyordum, ben neysem öyle davranıyordum. Ona karşı ölçüyü kaçırmamaya çalışıyordum ama üzerime gelmeyi sürdürürse hak ettiği karşılığı alırdı. Canını sıktığım gibi o da benim keyfimi kaçırmak istediği için tüm ağırlığını bir ayağının üzerine verdi.

Hafifçe yerinde sallanırken bal sarısı gözlerinde azımsanmayacak bir kin vardı. “Gurur’la dün tüm gün bu evde neler yaptığımızı biliyor musun?” İşte yine başlıyorduk.

Leyla’nın sesinde hafif bir titreme olduğunda dudakları bir kez daha kıvrıldı. “Onca yılın özlemiyle bu evde neler yaşandığı hakkında bir fikrin var mı?” Basitçe ağzından çıkan kelimeler bende balyoz etkisi yaratıyordu.

Duyduklarımı reddetmek benim için bir istek değil, ihtiyaca dönüşmüştü ama bunu yapmadım. Son söyledikleri canımı yakıp ikisini farklı şekillerde düşünmem için beni zorluyordu lakin buna direndim. Mantıklı tarafım Gurur’un bu kadar aşağılık biri olamayacağını kulağıma fısıldıyordu. “İkinizin ne yaptığı o kadar umurumda değil ki.” Oynadığım rolün hakkını vererek bu konuşmadan sıkılmışım gibi esnedim. “Kendini metres konumuna düşürmek istiyorsan sen bilirsin.”

“Metres mi?” Çok absürt bir şey söylemişim gibi göğüs kafesini hareket ettiren bir kahkaha attı. “Buradaki tek metres sensin!”

“Kocanla bir ilişkim olsaydı haklı olabilirdin.” Alaycılığıyla öfkesini maskeleyen yüzüne kinayeli gözlerle baktım. “Ama ben değil, sen benim kocamla olduğunu iddia ediyorsun, Leyla. Bu durumda hangimiz bir eş, hangimiz metres?”

Böyle bir şey duymayı beklemediği için bu sefer hislerini saklayamadı ve yüzünde apaçık bir öfke belirdi. “Bu evden canlı çıkmak istiyorsan kapat o çeneni!”

Güldüğümde gülüşümün ardında ne tür yürek burkan acıların gizlendiğini istese de anlayamazdı. “Beni dert etme, bu evden çok daha kötü yerlerden canlı çıktım.”

Sözcükler tükürür gibi ağzımdan çıkmasına rağmen hâlâ çok sakin bir şekilde kendimi ifade ediyordum. “Dün tüm gün sarıldık, öpüştük, seviştik veya eski günleri yad ettik saçmalıklarını bırakıp konuya gir lütfen.” Bu can sıkıcı sohbeti bitirmek için artık sadede gelmeliydi.

Kızgın bakışları ok gibi bana saplandığında yürüyüp masanın üzerinde duran içki şişesini aldı. “Gurur’un peşini bırakacaksın!”

Gurur’la zaten artık bir işim kalmamıştı ama bunu ona söylesem verdiğim bu kararı kendi başarısı olarak görecekti. Bu yüzden işi yokuşa sürerek sırtımı cama yasladım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. “Bu konuşmayı benimle değil, Gurur’la yapmalısın çünkü benim peşimde olan o.” Sinirlerim bozulduğu için güldüğümde bu onu daha çok kızdırdı. “Dün gece kapıma dayandığını duymamış olamazsın?”

Leyla kendisine bir kadeh içki doldurduğunda kalçasını masanın kenarına yasladı. İlgisiz görünmeye çalışarak, “Bu neyi kanıtlar?” diye sordu.

Buradaki işim bitmiş gibi çantamı alıp kapıya doğru yürüdüm. “Senin aksine istediğimde Gurur’u hayatımdan çıkartabileceğimi kanıtlar. Neden, biliyor musun?” Durup omzumun üzerinden ona baktığımda farkında olmadan boştaki elimi sıkıyordum.

Avuç içime batan tırnaklarımın keskinliğini hissediyordum. “Çünkü benim tüm hayatım Gurur’dan ibaret değil. Kendi mutluluğumdan daha çok düşünmem gereken bir ailem ve işleri yoluna koymam gereken bir şirketim var.”

Beni düşmanı olarak gördüğü için eskisinden daha soğuk gözlerle bakıyordu. Şimdi ifadesi daha sert ve tehditkardı. “Çok iyi bir manipülasyoncu olduğunu duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum. Gurur’u da böyle mi kandırdın?” Kafasında beni nasıl bir yere oturtmuşsa buna körü körüne inanarak beni yargılıyordu.

Çenesinin ucundaki o belli belirsiz kas seğirdiğinde kaşları çatılmıştı. “Bu saf kız ayaklarını bırak, Farah çünkü senin de benden bir farkın yok!”

Ona olan bakışlarım bu eve geldiğimde olduğu gibi sakin ve ölçülüydü. Sesimin yumuşak düzeyi ise hiç değişmemişti. “Lütfen beni zorlama gerçekten seninle savaşmak istemiyorum çünkü…”

Yerinde dikleşti. “Çünkü?”

“Bir kez ringe çıkarsam, rakibimi alt etmeden inmem.”

Yüksek sesle güldüğünde bir açığımı bulmuş gibi keyifli gözlerle beni izliyordu. “Sonunda gerçek yüzünü göstermeye başladın.”

“Sözlerimiz değil, eylemlerimiz bir insanın gerçek yüzünü ortaya çıkartır.” Ne yapmaya çalıştığını çok iyi görebildiğim için nezaketimden ödün vermiyordum. “Sözlü kışkırtmaları saymazsak henüz ikimizde birbirimizin gerçek yüzünü görmüş değiliz.”

Ciddileşerek kehribar irislerini gözlerime diktiğinde hesap sorar gibi bir hali vardı. “Peki, gerçek yüzün nedir, Farah Tozlu?” Bir Kalender değil de Tozlu olduğumu bana hatırlatmak istercesine inatla soyadıma vurgu yapıyordu.

Onun bakışlarının eşliğinde elimi kaldırıp işaret parmağımı şakağıma bastırdım. “Gerçek ben burada, benim tarafımdan hapsedilmiş durumda. Onu yitireli o kadar uzun zaman oldu ki, neye benzediğini veya neler yapabileceğini artık hatırlamıyorum.” Kaybettiğim benliğimi yeniden bulmak hiç kolay değildi.

Buraya geldiğimden beri her sorusuna dürüstlükle karşılık verdiğim için aynı şeyleri bende ondan bekliyordum. Bu yüzden ona bakarken merak içindeydim. “Peki, senin gerçek yüzün nedir, Leyla Mahlaz?” Onun bana yaptığı gibi bende onun soyadını vurgulamıştım.

Soruma cevap vermeden önce rafta duran küçük, ahşap kutuyu aldı. Kutuyu masanın üzerine bıraktığında sessizlik içinde onu izliyordum. Kutuyu açıp içinden bir şeyler alarak sıktığı elini bana doğru uzattı. Daha iyi görmek için ona doğru yürüdüm. Parmaklarını araladığında avucunda duran üç kurşunu gördüm. Bu da ne demek oluyordu?

Bu kurşunların ne anlama geldiğini bilmiyordum ama Leyla oldukça tehditkâr bir üslupla, “Bu…” dedi. “Gerçek yüzüm bu üç kurşunla sınırlı. Umarım bunu göreceğimiz bir an gelmez.” Neyden bahsettiğini bilmiyordum ama bakışlarındaki bir şeyler beni tedirgin etmeye yetmişti.

Boğazım kuruduğu için birkaç kez yutkunarak sesimi bulmaya çalıştım. “Ya bunu göreceğimiz bir an gelirse?”

“Her şey son bulur.”

“Kim için?”

Leyla’nın bana olan bakışları daha da derinleşti. Omuzları gergince içe büküldüğünde gözlerinin ardında karanlık bir parıltı geçmişti. “Bunu o gün geldiğinde anlarsın.” Midemdeki kasılmayı hissettim.

Orada üç kurşun vardı, içimde bir ses tüm kurşunların tek bir kişi için olmadığını söylüyordu. Doğru yere ateş edildiğinde birini öldürmek için tek bir kurşun bile yeterdi. Leyla’yla göz geze geldiğimde o an aklımda üç isim belirmişti. Gurur, ben ve o. “Bir adamın canını yakmanın en iyi yolu nedir bilir misin?” Sözcükler dudaklarımda fütursuzca döküldüğünde ona kendimi gösterdim. “Sevdiği birini gözlerinin önünde öldürmek.”

Leyla kaskatı kesildiğinde bir an parmaklarının arasındaki mermiler yere düşecek gibi olmuştu. Son anda kontrolünü sağlayıp kurşunları kutunun içine attı ama bana olan bakışları çok tuhaftı. Az önce dolaylı yoldan ilk kurşunu bana sıkmasını söylediğim için ne düşüneceğini bilmez bir halde beni izliyordu. Bana öyle bir bakıyordu ki sanki onun için çözülmesi zor bir bulmacaydım. “Neyin peşindesin, Farah?” diyen sesi yarı şaşkın yarı fısıltıyla çıkmıştı. “Gerçekten bu kadar aptal mısın?”

“Hayır, sana karşı merhametli olmaya çalışıyorum.” Bu konuşmanın bende yarattığı gerginlikle bacaklarım titremişti ama neyse ki o bunu görmüyordu. “İlk beni vurursan sıkıntı yok,” diyerek omuz silktim. “Ama ilk kurşunu Gurur’u sıkarsan daha sen ikinci kez tetiğe basmadan…” Kararlı bir ifadeyle gözlerinin en derinine baktım. “Beynini dağıtırım.” Bu kadar net.

Leyla gülmeye başladığında dudaklarındaki neşe gözlerine ulaşmıyordu. “Kendinden çok Gurur’u düşündüğüne inanmamı mı bekliyorsun?”

“Neye inandığın hiç umurumda değil,” dedim bıkkınca. “Gurur benim kırmızı çizgim, biri ona dokunursa acımam.”

“Gurur’a bu kadar düşkünsen onu neden tüm gece kapında yatırdın?”

“Ondan ayrılmak istemem onun hayatını değersizleştirir mi? Ya da bendeki yerini değiştirir mi? Nefes aldığı sürece diğer her şey bir teferruattan ibaret.”

Bu konuşmanın gittiği yer onun da canını sıkmış olmalı ki nihayet asıl konuya girdi. “İkimiz için de işlerin çığırından çıkmasını istemiyorum.” Tam karşımda durduğunda yüzünde saldırıya geçmek üzere olan birinin agresifliği vardı. “Bir an önce Gurur’dan boşan.”

Yaptığı ve söylediği her şey zihnimde yeni bir şeyleri sarsıyordu. “Önce bir konuda anlaşalım, sana bir mutluluk borcum yok.” Dudaklarımdan çıkan sözcükler açık bir yaranın üstünde tuzla geçmek gibiydi. “Neden sen mutlu ol diye ben kendi evliliğimi yıkayım?”

Çatık kaşlarla üzerime yürüdüğünde kontrolünü tamamen kaybetmişti. “Çünkü Gurur benim!” diye bağırarak ellerini göğsüme bastırdı ve beni sertçe arkaya itti. İrkilmeme neden olan şey beni itmesi değil, sesinin yüksekliğiydi.

Az önce yaptığı saldırganlığı görmezden gelerek sakince elbisemin önünü düzelttim. “O seni sevmiyor, Leyla belki de hiç sevmedi.” Ona karşı acımasız olmak istemiyordum ama bence birinin ona tüm bunları söylemesi gerekiyordu. “Evliliğimiz boyunca senin hakkında konuşmaktan hep kaçındı, bir kez bile senden kötü bir şekilde bahsetmedi.”

Son duydukları karşısında Leyla’nın gözlerinde küçük bir zafer kırıntısı yakalayınca iç çektim. “Ama yakın zamanda çok üzerine gittim ve seninle yaşadıklarını bana anlatmasını istedim. Teknede bana geçmişi anlatırken kurduğu bir cümle dikkatimi çekti. Söylediği şey tam olarak şuydu. Leyla’yı ne zaman sevmeye başladım, biliyor musun?” Gurur’un o günkü sözlerini tekrarlayarak bakışlarımı ona yönelttim. “Beni sevdiğini anladığımda…

Leyla’nın nefes alışları sıklaştığında son sözlerim onda tokat etkisi yaratmış gibi yutkunmuştu. Yüzü sararırken bal sarısı gözlerindeki gizli kederi gördüm. “Üzgünüm sözlerim biraz sert olacak ama sen başından beri Gurur için bir zorunluluk, mecburiyet ve sırtındaki yüktün. Melek’te onun emanetlerinden biri ama onunla içinden geldiği için ilgileniyor fakat sen, onun için hep hesapta olmayan bir yüktün.”

Sözlerim hoşuna gitmediği için boynundaki damarlar nabız gibi atıyordu. “Seni tekrar uyarmayacağım kapat o çeneni!”

“Gurur sana her baktığında gördüğü tek şey yoğun bir suçluluk ve sızlayan bir vicdandı.” Beni susturmasına izin vermeyerek gözlerinin içine baka baka konuşmayı sürdürdüm. “Ailene olanlar için kendisini o kadar suçlu hissediyordu ki her konuda tüm önceliği sana verdi. Kalbinin sesini bile dinlemeden kendini seni sevmeye şartladı. İstediğin gerçekten böyle bir ilişki mi?”

Göğüs kafesinin içine bir bıçak saplamışım gibi yüzü acıyla kasıldığında sağ gözü sinirle seğirdi. Üzerimde gezdirdiği bakışlarında yoğun bir öfke ve hak etmediğim bir nefret vardı. “Sen sevmek hakkında ne biliyorsun ki? Ben ona her şeyimi verdim!”

“Peki, o sana her şeyini vermedi mi?” Her konuda kendini düşünmesi çok bencilceydi. “Hiçbir ilişkide hatalar ve fedakarlıklar tek taraflı olmaz. Olaylara sadece kendi pencerenden bakmayı bırak ve birlikteliğiniz boyunca kimin kendinden daha çok ödün verdiğini düşün.”

“Aslında bunu anlamanın kolay bir yolu var.” Başımı yavaşça omzuma doğru eğip gelişigüzel onu süzdüm. “Giden taraf genelde en çok yorulan, kendinden ödün veren, her konuda fedakârlık yapan ve en çok acı çekendir.” Leyla’nın geri dönmesine rağmen Gurur dün gece onu bırakıp kapıma geldiğine göre bence giden taraf belliydi.

İşaret parmağımla Leyla’yı gösterip kaçtığı gerçekleri yüzüne karşı söyledim. “Kalan taraf ise pişmanlık çeken, yaptığı hataları düzeltmek isteyen ama onu çoktan kaybettiğini anlamayandır.”

Tam bir şey söyleyecekti ki onu susturarak, “Gurur giden kişi, Leyla,” dedim bu sefer açıkça. “Sende geride kalan... Bu bile onun bir zamanlar senden daha çok bu ilişkiye her şeyini verdiğini gösterir. Hiç anlamıyorsun, değil mi? Onu o kadar tükettin ki artık sana verecek hiçbir şeyi kalmadığı için seni ardından bıraktı.”

“Sen ne anlarsın fedakarlıktan!” Bir anda kontrolünü yitirip bana bağırınca sıçramıştım. Yüksek sesler beni ürkütüyordu.

Leyla delici gözlerle bana bakmayı sürdürürken yüzü sinirden kıpkırmızı kesilmişti. “Ailemin ölmesine sebep olan biriyle olmak kolay mıydı sanıyorsun? Çoğu zaman ona baktığımda nefret ediyordum!” dediğinde nihayet gerçekleri söylemeye başlamıştı. Öfkesinden bir şey kaybetmedi ama gözleri dolduğunda sona doğru sesinin tınısı düştü. “Fakat ondan başka tutunacak bir dalım yoktu ve nefret ettiğim kadar onu sevdim, hâlâ da seviyorum!”

Onun için gerçekten üzülmeye başlamıştım. “Bu hastalıklı bir sevgi,” dedim kısık ama yumuşak bir sesle. “Aşk ve nefret bir kalpte buluştuğunda sana yaşatacağı tek şey toksik bir ilişki.”

Bana bakmak bile midesini bulandırmaya başlamış olmalı ki iğrenerek yüzünü buruşturdu. “Karşıma geçip benimle bir psikolog ağzıyla konuşmayı bırak.”

“Dinle lütfen-”

“Sen beni dinleyeceksin!” Geldiğimden beri benimle emir kipiyle konuşması gerilmeme neden oluyordu. Böyle anlarda kafamın içindeki devreler yanıyor ve beni ona itaat etmeye zorluyordu ama buna direniyordum. Artık bir kurma bebek olmak istemediğim için irademin iplerini ellerimde tutmaya çalıyordum.

Leyla bedenindeki öfke çokluğundan kelimeler boğazına diziliyormuş gibi birkaç kez yutkunarak kadehine uzandı. Sakinleşmek için içkisinden sert bir yudumlar almasını izledim. Boğazını içkiyle ıslattıktan sonra kızgın bakışlarını yeniden bana kenetledi. “İyisiyle kötüsüyle biz Gurur’la on bir yılı birlikte geçirdik. Biz onunla büyüdük! Her anında yanında olan, mutluluğunu ve acısını onunla paylaşan bir tek bendim.” Hesap soran gözlerle beni işaret etti. “Peki, sen şu birkaç yılda onun için ne yaptın?”

“İnsanlar için yaptığım şeyleri anlatmayı veya iyiliklerimi onların yüzüne vurmayı doğru bulmuyorum.” Söylediği her şey bana bir savunma, kendini aklama çabası gibi geliyordu ama savunması içi çürük bir ağaç gövdesi gibi boştu. “Alınma ama artılarımı ve eksilerimi seninle yarıştırmayı kendime yakıştırmıyorum.”

Leyla dalga geçercesine gülüp dudaklarını büzdü. “Bu zarif ve asil kadın rolünü hiç bırakmayacaksın, değil mi?” Ne görüyorsa gerçekten oydum. Sandığı gibi rol yapmıyordum veya ona kendimi daha iyi gösterecek pozlar kesmiyordum.

“Bence bu konuşmayı burada sonlandırmalıyız.” Bakışlarımı ondan çekmeden önce son kez ona baktım. “Hayatta olmana sevindim. Umarım bir gün tüm hayatını bir erkeğe bağlamak yerine kendin için yaşamayı öğrenirsin.”

Ona sırtımı dönüp uzaklaşmak için bir adım atmıştım ki arkamdan, “Zavallısın!” diyen kızgın sesini duymamla adımlarım yere mıhlanmıştı. “Tüm hayatını anne ve babasının gölgesine saklanarak geçiren bir sünepe ne bilir ki ben olmayı! Belki de bu acınası halin Gurur’u etkilemiştir, o sever yardıma muhtaç olanlara merhamet etmeyi.”

Son söyledikleri bedenimdeki öfkeyi ateşleyecek kadar canımı sıkmıştı. Yavaşça ona doğru döndüğümde konuşmamız boyunca kuşandığım o sakinlikten eser kalmamıştı. Yılların sabrını bir kenara bırakıp çantamı masanın üzerine attım. “Sürekli Gurur için yaptıklarından bahsediyorsun ama ne yaptığın hakkında tek kelime etmiyorsun!”

Aramızdaki mesafeyi kapatarak tam karşısında durduğumda aklını başına getirmek için suratına bir tane patlatmak istiyordum. “Söylesene sen onun için ne yaptın? Bir sülük gibi kanını emmek dışında ne yaptın, Leyla Mahlaz!” diye sesimi yükselttiğimde bu sefer bu evde benim sesim yankılanmıştı.

Leyla’nın kızgın ve tahammülsüz bakışları aradan geçen her saniyeyle öfkemin kabuğunu biraz daha çatlatıyordu. “Her kriz geçirdiğinde yanında mıydın?” diyerek ondan hesap sordum. Sesim eski yumuşaklığını kaybettiğinde belki de ilk kez bilinçli bir şekilde kaşlarım çatıktı.

“Gurur nöbet geçirdiği anlarda ne yapıyordun? Aralık aylarında onu bir kliniğe kapatıp hayattan izole etmek yerine ne yapıyordun?” Tırnaklarımı sertçe avuçlarıma geçirerek gözlerinin içine baktım. “Üstesinden gelemiyorsa bence de yapılması gereken en iyi şey onu bir kliniğe göndermek ama bunu yapmadan önce yanında olmaya hiç çalıştın mı?”

Sinirlenerek kadehini masaya bıraktığında bal sarısı gözleri alev almıştı. “Aralık aylarında geçirdiği o krizlerin ölümcül boyutunu bilmiyorsan bana nutuk atma! Yapılması gereken en iyi şey onu bir kliniğe kapatmaktı.”

“Katılıyorum.” Sinirli bir şekilde başımı sallayarak ona hak verdim. “Ama benim merak ettiğim şey onun kriz anlarında sende bir tetikleyici miydin yoksa sakinleştirici mi? Hiç çaba göstermeden onu bir kliniğe göndermek en kolayıydı, zor olan önce elinden gelen her şeyi yapmak! Sadece bir şeye cevap ver, on bir yıllık birlikteliğiniz boyunca kaç kez olsun onu klinikte ziyaret ettin mi?”

Sinirden dudaklarını birkaç kez açıp kapattı ama diyecek bir şey bulamadığı için tek kelime edemedi. Soğukça gülerek başımı salladım. “Tam da düşündüğüm gibi. Peki, uyuşturucu kullanmasını sorun etmiyor muydun?”

“Hayır, çünkü onu sakinleştiren tek şey buydu!”

“Senin yerine mi?” diyerek can alıcı bir ifadeyle gözlerinin içine baktım. “Hayatında sevdiği bir kadın varken neden teselliyi uyuşturucuda arar bir insan?” Şimdi küçümseyici gözlerle ona bakıp alay eden bendim. “Biliyor musun, Gurur artık uyuşturucu kullanmıyor,” dediğimde gözbebekleri hafifçe büyüdü ve dilini yutmuş gibi hiçbir şey söyleyemedi.

“İşte seninle aramızdaki fark tam olarak bu.” Dudaklarımdan çıkan her cümle onda ölümcül bir etki yaratırken bu sefer onu kırıp incitmeyi umursamadım. “Sen on bir yılda onu daha çok hasta ederken ben…” diyerek ona kendimi gösterdim. “Şu birkaç yılda senden kalan yaraları kapatmaya çalışıyordum!”

Tam bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki, “Gurur bana geldiğinde dağılmış ve parçalanmış bir adamdı!” dedim sert bir sesle. “Ondan daha yaralı bir haldeyken onu toparlamaya çalıştım! Kimse karşıma geçip sen onun için ne yaptın diyemez çünkü benim tek yaptığım onu mutlu etmekti.”

Salondaki ısı bir anda düştüğünde aramızda bıçak kadar keskin bir gerginlik vardı. Sinirden aldığım nefesler kesik kesikti ve soluduğum hava yetersiz… “Gurur bana geldiğinde kendini bir canavar gibi hissediyordu. Sen dahil herkes ona bunu o kadar aşılamışsınız ki insani hiçbir yönünün kalmadığını düşünüyordu!” Leyla’nın dudakları düz bir çizgide buluştuğunda bir kez daha çenesini sıktı. Sadece sinirli bakışlarıyla bile bana susmam gerektiğini hatırlatıyordu ama hiç umurumda değildi.

“O sandığın kadar umutsuz bir vaka değildi. İhtiyacı olan tek şey birinin hesapsız ve çıkarsız bir şekilde onun yanında olması ve onu insan yerine koymasıydı.” Dişlerimi sıktıkça acısını çene kemiğimde hissediyordum. “Onun için yaptığım şeylerden biri de buydu. Ona güvenmek, yanında olduğumu göstermek ve bir canavar olmadığını ona hissettirmek.” Gözlerinin içine derin bir kinayeyle bakıp, “Bunlar en gaddar insanın bile kalbini yumuşatabilir,” dedim.

Gerçekleri kuşanan her cümle, her kelime Leyla’nın içine saplanan bir çiviymiş gibi onu olduğu yere mıhlamıştı. İfadesindeki değişimin nedeni sadece gerçeklere duyduğu öfke değildi, aynı zamanda fırsatı varken tüm bunları yapmamasına olan pişmanlığıydı. İnsan çoğu zaman bir şeyleri kaybetmedikçe kendi hatalarını görmezdi.

“Kendini ve diğer insanları düşünmeni gerçekten takdir ediyorum,” diyerek samimi bir şekilde başımı salladım. “Kimseye zarar vermediği sürece onu bir kliniğe göndermek istemene katılıyorum. İnsanları incitmediği sürece sakinleşmesi için uyuşturucu kullanmasına göz yummanı da anlıyorum.” Cümleler dudaklarımdan sakince dökülüyordu ama her söylediğim şeyin öfkesi vücudumda birikiyordu.

“Ancak ben bu konuda senin kadar iyi biri değilim. Önceliğim başka insanlar değil, sadece Gurur’du. Başka insanlarla değil, Gurur’la bir hayatım vardı ve bir tek onu düşünmek istedim. Belki de onu iyi yönden bu kadar değiştiren bu oldu, birinin tüm önceliği ona vermesi…”

“Bu çok bencilce,” dedi.

Güldüm. “Senin ona yaptıklarında öyle.”

“Ben etrafımdaki insanları düşündüm.”

“Ama onu değil.”

İğneleyici gözlerle ona bakarak başımı iki yana salladım. “Bence artık birbirimizi kandırmayalım. Sen en çok kendini ve kendi konforunu düşündün, sonra diğer insanları ama en az düşündüğün kişi Gurur’du. Sence o bunu anlamayacak bir adam mıydı?”

Leyla’nın omuzları dikleştiğinde sözlerim hiç kulağına ulaşmıyormuş gibi dişlerini gıcırdatarak sıktı. “Madem tüm bunları anlayacak biri…” dediğinde kızgın bakışları adeta bir kurşun gibi göğüs kafesime saplanıyordu. “O zaman onun yüzünden yaşadıklarımı da anlayacak kapasitede olmalı!”

“Ya sen onun yüzünden ne yaşadın ki onun sana borçlu olduğunu düşünüyorsun!” İlk kez biri sinirlerimi bu kadar çok zorluyordu. “Aileni Gurur mu öldürdü, neyin hesabını ondan soracaksın?”

Dik dik bana baktığında her an ikimizden birinin elinden bir kaza çıkabilirdi. Gurur’un üzerinde hak sahibi olduğunu düşündüğü için tam tersi şeyleri savunmamla yüzündeki kılcal damarlar bile belirginleşmişti. “Şunu yaptım, bunu yaptım demeyi kes!” diyerek bana bağırdı. “Sen tüm aileni onun yüzünden kaybetmedin!”

Bir türlü beni anlamadığı için kontrolsüz bir öfkeyle, “Şunu söylemeyi bırak!” diyerek bende ona sesimi yükselttim. “Madem ailene olan her şey için onu suçluyorsun, o zaman hâlâ niye Gurur’un peşindesin?” Suratımı buruşturarak, “Bu nasıl bir yüzsüzlük?” dediğimde yanağımda patlayan tokadıyla odanın içini ağır bir sessizlik kaplamıştı.

Parmakları yanağımla buluştuğunda başım omzuma doğru düşmüştü. Saçlarımın bir kısmı yüzüme dağıldığında tokadının etkisiyle kulaklarımda bir uğultu başladı. Attığı tokadın şiddetiyle yüzümün bir yarısı yanmaya başladığı için kesik kesik nefesler aldım. Öfke tüm damarlarımı istila edip kanımı kuruttuğunda ona doğru döndüğüm gibi suratına sert bir tokat atarak onu yere düşürdüm. Hak ettiği şekilde karşılık veremeyeceğimi sanıyorsa, beni hiç tanımıyordu.

Onun tokadı beni sadece bir adım geriletmişti ama benim attığım tokat onu yere sermişti. Hakkımda duyduğu tek şey kendi gölgesinde bile korkan pasif biri olduğumdu. Bu yüzden aynı şekilde ona karşılık vermem onu afallatmıştı. Düştüğü yerde gözlerini belerterek bana bakarken bir eli vurduğum yanağındaydı. Birine tokat atarken bunu karşılığını almayacağını düşünecek kadar şımarık biriydi.

Ona üstten bakışlarımı atarken sinirden adeta titriyordum. “Asıl zavallı sensin, neden biliyor musun? Çünkü ailenin ölümünü bile kendi çıkarların için kullanmayı sorun etmeyen aşağılık birisin!” diye haykırdığımda sesim onun kulaklarından geçip salonun duvarlarına çarpıyordu.

Nezaketi bir kenara atıp üzerine eğildim ve çenesini sertçe tutarak başını kaldırdım. “Gurur yüzünden yaşadıklarımızı kıyaslamayı istiyordun, değil mi? O zaman iyi dinle!” Onu savururcasına bırakıp tepesinde dikilmeyi sürdürdüm. “Ben onun yüzünden kaçırıldım, zorla evlendirildim ve şiddete uğradım!” Dalağımı patlatırcasına bağırdığımda o kadar sinirliydim ki bugün öfkemden kimse sağ çıkamazdı.

Yeteri kadar nefes alamadığım için elbisemin yakasını çekiştirdiğimde bile kızgın bakışlarımı bir an olsun Leyla’dan ayırmıyordum. “Gurur beni o kulübede bırakıp gittiği için hafızamda küçük bir kısım eksik! O gün kimlerin bana saldırdığını hatırlamıyorum ama Gurur yüzünden bunlar başıma geldi! Tüm kemiklerimin kırıldığını hissettim, acı o kadar yoğundu ki gözlerimde gözyaşları yerine kan geldi!” dediğimde düştüğü yerde soluksuz bir şekilde beni izliyordu.

“Hastanede kalbim durmuş, neredeyse ölüyormuşum.” Gözlerimden akan bir damla gözyaşını sertçe silerek agresif bir hareketle başımı salladım. “Bir ay komada kaldım ve uyandığımda akciğerimin küçük bir kısmı ve bir kaburgam benden alınmıştı! Yaşadıklarım o kadar ağırdı ki korkudan kendimi iki yıl boyunca odama hapsettim.”

Eğilip omuzlarını tutarak onu sertçe yerden kaldırdığımda ellerimi itmesini görmezden geldim. “Evet, bunları Gurur yüzünden yaşadım ama senden farklı olarak onu hiç suçlamadım ya da başıma gelen şeyleri onun yüzüne vurmadım. Çünkü tüm bunları bana yapan Gurur değildi, o bir sebepti ama failim değildi!” Hızlı hızlı nefesler alırken kızgın bakışlarımı onun gözlerinin en derinine diktim. “Ailene olanlar için de Gurur bir sebepti ama onların katili değildi.”

Attığım tokat yüzünden suratına dağılan saçlarını sertçe çektiğinde kaşlarını çatması uzun sürmemişti. Bana haddimi bildirecek bir şeyler söylemeye hazırlandığı esnada bir kez daha onu susturdum. “Senin yaptığın gibi ben onun yüzünden başıma gelenleri ona karşı kullanmadım. Ona kendini suçlu hissettirerek yanımda tutmaya çalışmadım.” Ayaklarımın altında bir titreme varmış gibi bedenimdeki öfkeye hâkim olamıyordum.

Artık Leyla’nın ne hissettiği veya ne düşüneceği zerre kadar umurumda değildi. “Gurur’u bir mezardan çıkartıp hayatını kurtardığımı bile ona hiç söylemedim çünkü kendini borçlu hissettiği için yanımda kalmasını istemedim!” Leyla’yla aramızda dağlar kadar fark vardı.

Onunla zaman kaybetmeyi bırakıp masanın üzerine attığım çantamı aldım. “Bu saçmalığı daha fazla sürdürmeyeceğim.” Gitmeye hazırlanarak son kez ona baktım. “Biliyor musun, buraya gelirken aklımda Gurur’dan ayrılmak vardı ama hayır, onu senin gibi bencil bir kadına bırakmayacağım!”

“Hiç istemesen de bunu yapacaksın!” Leyla aniden gülmeye başladığında bir anlığına karşımda bir akıl hastası varmış gibi hissettim. Gülüyordu ama öfkeyle dalgalanan yüzü henüz son darbeyi indirmediğini gösteriyordu. “Eğer Gurur’dan boşanmazsan Caner abin, Kerim amcan ve kuzenin Seçil onun ellerinde can verecek!” Neyden bahsediyordu?

Leyla yürüyüp tam karşımda durduğunda gözlerinde beliren zafer parıltılarıyla bana baktı. Göğüs kafesinde yükselen nefeslerin hırıltısı bile benim için tehditkâr boyuttaydı. “Onlar beni kaçırıp aylarca alıkoydu!” Tüm bedenim hareketsiz kaldığında duyduklarımı idrak edemedim.

Fakat Leyla’nın yalan söyler gibi bir hali yoktu. Göz kontağını bile kesmeden doğrudan gözlerimin içine bakıyor ve bana karşı kazandığı zaferi adeta yüzüme karşı haykırıyordu. “Sence Gurur bunu öğrenirse ne olur?”

Bunun düşüncesi bile soluğumu kesiyordu. “Yalan… Yalan söylüyorsun,” diye fısıldadığımda sesimin kekelemekten bir farkı yoktu. Abim, amcam ve Seçil bu kadar ileri gitmiş olamazdı.

Kalbimin tam ortasında bir çatlak belirdiğinde duyduklarımı kabullenmek istemiyordum. Gözlerimin önünde Caner’in, amcamın ve Seçil’in silüeti belirip kahkahalarla bana gülüyorlardı. Zihnimde bile beni içine çektikleri cehennemden keyif alıyorlardı. Onların nasıl karaktersiz, kavgacı ve rezil insanlar olduklarını hatırladıkça Leyla’ya daha çok inanıyordum. İstesem de onlar yapmaz diyemiyordum.

Uğradığım ihanet karşısında dizlerimin bağı çözüldüğünde omuzlarım aniden çökmüştü. Gözlerimin önü kararınca bir şeylere tutunmak için masanın kenarını kavradım. “Na-nasıl?” Böyle bir şeyi bize nasıl yapabilirlerdi? Beni geçtim babama olacakları hiç mi düşünmemişlerdi?

Leyla bizim depomuzda vurulmuştu, yaşadığını anladıklarında Gurur beni kaçırmadan önce Leyla’yı ona vermelilerdi. Fark ettiğim bir detayla içimdeki tüm şüphe dağıldığı için gözlerimden süzülen birkaç damla gözyaşına engel olamadım. Leyla’yı vuran adamı Caner öldürmüştü. Babam onu konuşturmadan meğerse abim suç ortağını susturmuş! Şimdi yapbozun tüm eksik parçaları yerine oturmuştu.

Abim ve amcamın başından beri istediği şey babamdan kurtulmaktı, değil mi? Amcam eski kafalı biri olduğu için babamın her şeyini bir kıza bırakmasından hiç memnun olmamıştı. Benim yerime Caner’in o koltuğa oturmasını her şeyden çok isterdi çünkü Caner’i kontrol etmek onun için hep daha kolaydı. Kuklasının tahtta oturmasının tek yolu en büyük destekçimi, yani babamı ortadan kaldırmaktı.

Bunu yapmasının en iyi yolu da Gurur’a babamı öldürtmekti! Caner olacak kansız da onunla aynı amacı güttüğü için bu yüzden Seçil yerine Gurur’a beni verdi. Eğer Gurur beni öldürseydi bir taşla iki kuş vuracaklardı. Hem benden kurtulacaklardı hem de benim kaybımla babam Kalenderlere saldıracaktı. Babam karşı taraftan kimi öldürürse öldürsün Kalenderlerden biri mutlaka ona karşılık verecek ve babamın işini bitirecekti.

Böylece amcam ve abim ikimizden birden kurtulacaktı. Seçil’in bu işe karışmasının nedeni de Gurur’a olan takıntısı olmalıydı. Leyla ortalarda olmazsa Gurur’la bir şansı olacağını düşünmüş olabilirdi. Abim, amcam ve kuzenim gerçekten kusursuz bir plan yapmıştı. Hesaba katmadıkları tek şey Gurur’un beni öldürmek yerine herkesi ters köşe yaparak benimle evlenmesiydi. Gurur farkında bile olmadan onların tüm planlarını altüst etmişti.

Onların planlarının suya düşmesine neden olan bir diğer faktörde bendim, değil mi? Başından beri her konuda Gurur’u frenleyip iki aile arasındaki dengeyi korumam eminim hiç hoşlarına gitmemiştir. Onlar Tozlular ve Kalenderler arasında bir savaş çıkarmaya kalkıştıkça ben düşmanımın kim olduğunu bile bilmeden babamı, Gurur’un öfkesinden korumaya çalışmıştım.

Gurur’u kendime aşık ederek intikamından vazgeçirmem ise o hainler için en büyük darbe olmalıydı. Bugün hepsinin canına okuyacaktım! Babamdan kurtulmayı istemek neymiş onlara gösterecektim. Vücudumdaki tüm öfke parmak uçlarımda toplandığında yumruklarımı sıktım. Konu babam olunca nasıl insanlıktan çıktığımı hepsi görecekti!

Leyla şu anda neyle mücadele ettiğimi çok iyi bilmesine rağmen üzerime gelmeyi sürdürdü. Sırıttığında kulaklarıma tiz bir şekilde ulaşan sesi bile sinirlerimi bozuyordu. “Gurur gerçekleri öğrendiğinde benim için olmasa bile kendi için üçünün de leşini yere serer. Bu alemde bir adı var, sence ona kurulan bu tuzağa sessiz kalır mı?” Boğazımda bir yumru belirmişti. Gurur bu olanları öğrenirse bu sefer onu ben bile tutamazdım.

Leyla aklımdan nelerin geçtiğini iyi biliyormuş gibi sinsice gülerek başını salladı. “Gözünü bile kırpmadan ailenden üç kişiyi katleder. Peki, bu olduğunda bir daha birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız? Onlardan nefret etsen bile ailenden üç kişinin katili olan bir adamla olabilir misin?” Bozguna uğrayan yüzümdeki değişimi izledikçe her saniyesinden büyük bir keyif alıyordu.

“Diyelim ki dökülen üç kana sessiz kaldın ve gurursuzca onunla olmayı seçtin.” İğneleyici bakışlarını sürdürerek güldü. “Peki, babanın koltuğuna nasıl oturacaksın? Üç Tozlu’nun kanını yerde bırakan bir hanım ağaya diğer aşiret beyleri diz çöker mi? Ya buradaki liderler masası?” Beni her ihtimali düşünmeye zorlarken dudağının köşesi usulca kıvrıldı. “Ataerkil bir topluluk olan o bölge liderleri, daha kendi kanının hesabını soramayan bir kadın lidere saygı duyar mı sence?”

Buraya gelirken tüm bunları düşünmediğimi mi sanıyordu? Beni ayağına getirirken telefonda söyledikleri ya doğruysa diye yol boyunca çok düşünmüş ve tüm bunlara uzun uzun kafa yormuştum. “Görüyorum ki manipülede iyisin,” diye mırıldandım.

İçimde kopan fırtınalara inat omuzlarımı dikleştirerek onun karşısında gardımı düşürmedim. “Geri bas, karşında bu işin dehası var.” Dudaklarım tehlikeli bir yavaşlıkta kıvrıldığında ona kendimi gösterdim. “Şanslısın, bugün işi ustasından öğreneceksin!”

Çantamı taktıktan sonra kolunu tutarak onu peşimden kapıya sürükledim. Leyla ne kadar sinirlenip dirense de kendini benden kurtaramadı. Onu evden çıkardığımda tüm korumaların gözleri önünde bahçeden de çıkardım. Leyla’yı kaldırım kenarında park ettiğim arabama doğru savurduğumda kaşlarını çatarak bana döndü. Onu yaka paça dışarı çıkardığım için öfkeden deliye dönmüş durumdaydı.

Konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki sıktığım dişlerimin arasından, “Kendi iyiliğin için sus!” diyerek onu uyardım. “Sakin bir mizacım olabilir ama tersim çok pistir. Güzellikle bin şu arabaya yoksa zor kullanmasını da bilirim.”

Arabanın kapısını açıp içeri girmesini bekledim ama Leyla inat ederek arabaya binmedi. Tüm korumalar dışarı çıktığında hepsinin gözleri bir noktaya takılı kalmıştı. Başımı çevirince sokağın başında beliren arabayı gördüm. O arabayı görmemle kan beynime sıçramıştı çünkü bu gelen Gurur’du. Kaybedecek hiç vaktim olmadığı için Leyla’nın üzerine yürüdüm. Ensesindeki saçları yakaladığım gibi onu ön koltuğa doğru savurdum.

Koltuğa düşmesiyle metanetini tamamen kaybedip hırçın öfkesi aramızdaki son çizgiyi kaldırdı. Dağınık saçlarının arasından bana bakarken sinirden tir tir titriyordu. “Başına nasıl bir bela aldığının farkında bile değilsin!”

“Sende öyle,” diyerek ona ters gözlerle baktım. “Belli ki kiminle uğraştığını hiç bilmiyorsun.” Sinirden kıpkırmızı olan suratına bakıp yapmacık bir şekilde güldüm. “Kötü haber, bunu öğrenmek üzeresin!” dedikten sonra kapıyı suratına çarptım.

Yürüyüp direksiyonun başına geçerek arabayı çalıştırdım. Gurur’un geldiği yön aynı zamanda benim de gideceğim yön olduğu için direksiyonu çevirdim. Yan yollardan birine saparak evime gidebilirdim, bunun için onun yanından geçmeme gerek yoktu. Gaza yüklenerek Gurur’un tam tersi bir yöne arabayı sürdürdüm. Çantamdaki telefonum sessizde olduğu için arasa da duymuyordum.

Gurur peşime takılmak için hiç vakit kaybetmemişti. Arada durmam için kornaya basıyordu ama onu görmezden geliyordum. Leyla yan aynadan bakınca peşimize düşen Gurur’u gördü. Bir şeyden çok emin olarak bana dönüp kaşlarını çattı. “Birazdan canına okuyacak! Beni bu arabanın içine nasıl attığını gördü.”

“Siktirsin gitsin!” Normalde kolay kolay ağzımı bozmazdım ama bu duruma yakışan tek şey bu iki kelimeydi.

Dizimin üzerinde duran çantama uzandığımda bu kadar hızlı giderken tek elle arabayı kullanmakta zorlanıyordum. Sanırım bunu yapmak bir tek Gurur’un uzmanlık alanıydı çünkü o da iki eliyle araba kullanamazdı. Biraz zorlansam da telefonu çıkardığımda Gurur’un hâlâ üst üste aradığını gördüm. Arabası hemen yan tarafımdaydı ve durmadan kornaya basıyordu. Bir kez olsun başımı çevirip yan tarafa bakmıyordum.

Arabayı benden daha iyi kullandığı için bana yetişmişti ama ikimizde bu kadar hızlı giderken beni durdurmak için direksiyonu önüme kıramıyordu. Aslında kendi canını hiçe sayacak bir delilikteydi ama bu arabanın içinde iki kadın vardı. Bu kadınlardan biri onun geçmişiydi ve diğeri de geleceği. Bize zarar vermeyi göze alamazdı. Onun çağrılarını meşgule atıp Kılıç Aslan’ı aradım.

Kılıç ikinci çalışta telefonumu açtığında çok hızlı gittiğim için gözümü yoldan ayırmıyordum. Sesi hoparlöre verip telefonu dizimin üzerine koydum. Kılıç her zamanki gibi soğuk bir sesle, “Ne var, Farah?” diye sorunca derin bir nefes aldım. “Neredesin?”

“Evdeyim ama birazdan şirkete gitmek için çıkacağım.”

“Amcam, abim ve Seçil nerede?” diye sordum.

“Onların bekçisi miyim? Bunu neden bana soruyorsun?”

“Ben oraya gelene kadar o üçü evdeyse dışarı çıkmalarına izin verme. Eğer dışarıdalarsa bir şekilde eve getirip beni bekle,” dedikten sonra telefonu kapattım. Babamı yollarından çekmeye çalışmak neymiş bugün hepsine gösterecektim.

Onların cezasını babama bırakamazdım çünkü babam ailesi konusunda çok yufka yürekliydi. Evden birileri canına kastetse bile onları öldürmeye kıyamaz, en fazla banka hesaplarını dondurup hepsini evden sürerdi. İşe yaramaz kardeşine ve ciğeri beş para etmez oğluna kolay kolay kıyamazdı. O üçü iyi bir ders almadıkça rahat durmayacaktı. İstedikleri gibi babamı Gurur’a öldürtememişlerdi peki, bu onları durdurur muydu?

Şanslıydık ki her şey yolunda gitmişti ama sıradaki hamlelerini bilmiyorduk. İstediklerini elde etmek için bu seferde düşmanlarımızla iş birliği yapmayacaklarının bir garantisi var mıydı? Artık onlara zerre kadar güvenmiyordum. Onlar yüzünden hayatımın ne hale geldiğini hiç umursamıyordum, benim derdim babamdı. Onu korumak için gözden çıkarmayacağım hiç kimse yoktu. Buna oğlu ve kardeşi de dahildi.

Leyla koltuğundan hiç kıpırdamadan beni izlerken gözlerinde büyük bir merak vardı. “Neyin peşindesin?”

“Kimin doğru kimin yalan söylediğini anlamak için sizi yüzleştireceğim.” Bunları söylerken sakin görünebilirdim ama sakin olmanın yakınında bile değildim. “Beni Gurur’la karıştırma, ben kanıtsız yargıda bulunacak biri değilim. Hepinizi yüzleştireceğim eğer doğruları söylüyorsan onların cezasını senin yanında vereceğim.”

Leyla yerinde rahatsızca kıpırdandığında ona bakmadan huzursuzluğunu hissettim. “Gurur peşimizde, bunu yaparsan tüm gerçekleri o da öğrenir.”

“Öğrenmesini de istiyorum.” Yolu kontrol ettikten sonra bir anlığına omzumun üzerinden ona baktım. “Şantajlarına boyun eğeceğimi mi sanıyorsun?” Hayır, bir kez ona boyun eğersem her defasında daha büyük isteklerle bana gelip beni avucunun içine alırdı. Daha fazla kimsenin kurma bebeği olmayacaktım.

Önüme dönüp rahatça omuz silktim. “Bu işin sonunda üç kayıp versem bile benim kocamdan sakladığım hiçbir şey yok.”

Alaycı gülüşü çok manipülatifti. “Gurur’un gözlerini dahi kırpmadan ailenden üç kişiyi öldürmesini sorun etmiyor musun?”

Buz gibi bir gülüş kondu dudaklarıma. “Gerçekten bu işte bir parmakları varsa onları öldürecek olan Gurur değil.”

Leyla’nın gözleri yuvalarından fırlayacak kadar büyüdüğünde yüzünde inanamayan bir ifade vardı. “Ailenden üç kişiyi öldürebileceğine inanmamı mı bekliyorsun?”

“Neye inanıp inanmadığın umurumda değil ama sana şunun teminatını verebilirim. Babamı çok seviyorum hem de uğruna ölecek ve öldürecek kadar çok.”

Haklı birinin o mağdur ifadesi Leyla’da yoktu. Bu yüzleşme sebebini bilmediğim bir şekilde onu çok geriyordu. Bu da ondan şüphelenmeme neden oluyordu. Bana karşı tamamen dürüst olmadığını düşünüyordum. Yoksa söyledikleri yalan mıydı? Bugün tüm gerçekleri öğrenecektik. Göz ucuyla ona bakınca bakışlarının kapı ve kayıp giden yol arasında gittiğini görünce hemen kapıları kilitledim.

Evdekilerle yüzleşmemek için hareket halindeki bir arabadan atlarsa başıma büyük sorunlar açabilirdi. Kimseye onun kendi rızasıyla atladığını kanıtlayamazdım. Herkes onu önce zorla arabama bindirdiğimi, daha sonra da arabadan attığımı düşünürdü. “Rahat dur,” diye onu uyarırken hiç istemesem de hızımı biraz düşürmüştüm. “Sahte ölümünle başıma yeterince iş açtın, bir de gerçeğiyle beni uğraştırma.”

Yoğun trafik yüzünden sık sık ona bakamıyordum ama Leyla’nın sesi kulağa çok tedirgin geliyordu. “Beni zorla evine götüremezsin, bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.”

“Sen tek bir lafınla beni zorla evine getirtebiliyorsan bende seni zorla evime götürebilirim.” Bugün beni o kadar kızdırmasaydı şimdi karşısında böyle bir kadın bulmazdı. “Ayrıca neden onlarla yüzleşmekten bu kadar korkuyorsun? Saklayacak bir şeyleri olmayan insanlar herkesin karşısına korkusuzca çıkabilir. Bugün sadece babam için değil, senin için de adaleti sağlayacağım.”

“Peki, her şey bittiğinde sana ne olacak?”

“Bana ne olacağı kimsenin umurunda değil.” Gözlerimin ardı sızladığında buruk bir şekilde güldüm. “Benim bile…”

Arabanın içinde bir sessizlik yaşandığında ne o konuştu ne de ben. Beş dakikalık bir suskunluğun içinde Leyla sıkıntılı ve zorlama bir sesle, “İşleri yokuşa sürmek yerine Gurur’dan boşansan kimse zarar görmek zorunda kalmaz,” diyerek sıkkınca soludu. “Gerçekler ortaya çıktığında babanın ne kadar üzüleceğini hiç düşünmüyor musun? Sonuçta kardeşi ve oğlu onu öldürmeye çalıştı. Bu onu yıkacaktır.”

“Bu sözlerle beni manipüle etmeyi bırak, dediğim gibi bu konuda sen bile elime su dökemezsin.” Beni vazgeçirmek için babamı kullanarak aklımı çelmeye çalıştığını biliyordum. “Biz babamla neleri atlatmadık ki, elbet bunu da aşarız. Sırf o üzülmesin diye sepetimdeki çürükleri orada bırakmayacağım.” Leyla ne söylerse söylesin bu işten yakasını kurtarmasına izin vermeyecektim.

O yüzleşme yaşanacaktı ve sonrasında olan her şey…

***

Leyla çok uğraşsa da arabayı durdurup onu indirmemiştim. Aynı şekilde Gurur’da yol boyunca peşimizi hiç bırakmayıp defalarca aramıştı. Tozlu malikanesinin istikametine girdiğimizi görünce aramaya bir son vermişti çünkü Leyla’yı nereye götürdüğümü anlamıştı. Yanında ben olmayınca Gurur kolay kolay korumalarla gezmediği için tek başınaydı. İki araba peş peşe malikanenin bahçesine girdiğimizde Kılıç Aslan, İskender ve Nihat avluda beni bekliyordu.

Kılıç’ı arayıp diğerlerini evde tutmasını isteyince bir terslik olduğunu anlamış olmalıydı. Bu yüzden ekibimin erkekleri beni bekliyordu. Arabadan inip hızlı adımlarla eve doğru yürüdüğümde Leyla inatla ön koltuğa yapışmıştı. Malikaneye girmeden hemen önce kuzenlerime onu gösterip, “Getirin şunu,” dedim. “Gerekirse zorla.”

Eve girdiğimde holde beliren Aksa bana salonun olduğu yönü gösterdi. “Hayırdır kuzen?” diye sordu merakla. “Zaza neden bizimkileri içeride tutuyor? Gardiyan gibi kapının önünde dikilmiş, kimseyi dışarı çıkartmıyor.” Anlaşılan Kılıç onları evde tutmak için gereken tüm tedbirleri almıştı.

“Abimde içeride mi?” diye sorduğumda sabırsızlığım gözlerime yansıyordu. “Caner nerede?”

Aksa bana üst kata çıkan merdivenleri gösterdiğinde iyice tedirgin olmaya başlamıştı çünkü bir terslik olduğunu sezmişti. “Onu babanın çalışma odasına girerken gördüm.”

Hiç vakit kaybetmeden merdivene yürüdüğümde aynı zamanda aceleyle, “Aksa,” dedim. “Gurur her an içeri girebilir, yukarı çıkmasına izin verme.”

Arkamdan seslenip, “O manyağı nasıl durdurmamı bekliyorsun?” diye bana çıkıştı. “Ayrıca hâlâ neler olduğunu anlatmadın!” Birazdan herkesle birlikte her şeyi öğrenecekti ama öncesinde abimle konuşmalıydım.

Hızlı adımlarla merdiveni çıkarak babamın çalışma odasına yaklaştığımda kapısı kapalıydı. Abimin içeride ne haltlar karıştırdığını bilmediğim için kapıyı yavaşça araladım. Ses çıkarmadan içeri girip etrafıma bakınca abimi bulamadım. Başımı sola doğru çevirdiğimde onu görmüştüm. Duvardaki büyük aile portresini yere indirmiş, portrenin arkasındaki kasayı açmaya çalışıyordu. Kasanın şifresini açmaya kendini o kadar kaptırmıştı ki içeri girdiğimi bile anlamamıştı.

Kumar borçları gırtlağına kadar geldiği için babamın kasasını soymaya çalışıyordu. Sadece ayyaş ve kumarbaz değildi, aynı zamanda bir de hırsızmış! Abimin sırtıyla bakışırken başarısız şifre girişimlerini sinirli gözlerle izliyordum. “Adımı tersten yaz ve anlamını gir,” diyerek ona şifreyi söyledim. “Tabii sonuna yirmi beşte ekle. Geçen yıl kasayı soymaya kalkışsaydın o zamanda şifrenin sonuna yirmi dört sayısını girmek zorunda kalırdın.” İrkilerek bana döndüğünde panikleyen suratına kinayeyle baktım. “Yani geçen yılkı yaşım.”

Babam kasasının şifresini hep aynı yapardı, bir tek son iki kısmını değiştirip yeni yaşımı girerdi. Caner arkasını dönerken oldukça korkmuş ve paniklemiş durumdaydı ama beni görünce korkuları dağıldı. Beni bir tehdit olarak görmediği için yine iki tokatla susturabileceğini düşünüyordu. Peşimden başka birilerinin gelmesini göze almadığı için kasayı soyma işini başka güne erteledi.

Portreyi aceleyle yerine takarken aynı zamanda çatık kaşlarla tehditlerini sıralıyordu. “Bundan babama bahsedersen tüm kemiklerini kırarım!” Eğer Leyla’nın söyledikleri doğruysa bugün birimizin kemikleri kırılacaktı ama o ben olmayacaktım.

Kapının önünde soğukkanlılığımı koruyarak dikilirken boş gözlerle o portreyi yerine takmasını izledim. “Bu yaptığını babama söyleyeceğimi biliyorsun, değil mi?” Portreyi asıp bana döndüğünde korkusuzca ona bakıyordum. “Ve diğer tüm yaptıklarını…”

Caner yumruklarını sıktığında hep olduğu gibi yine gözümü korkutarak beni susturacağına çok emindi. Çatık kaşlarının arasındaki çizikler derinleştiğinde duvarın önünde dikilmeyi bırakıp bana doğru yürüdü. “Bunu yaparsan seni öldürürüm!” Sertçe yutkundum. Bu evdeki yerini aldığımı düşündüğü için bana olan nefreti hayal ettiğimin çok üstündeydi. Beni öldüreceğini söylerken gözlerindeki o sadistçe tutkuyu görmüştüm. Bu kanımı donduran bir ifadeydi.

Abim adım adım üzerime yürürken yumruklarını sıkmaktan parmak boğumları beyazlamıştı. “Boğazıma kadar borca battım lan!” diye bağırırken bu bizim suçumuzmuş gibi davranıyordu. “O çok sevdiğin baban hesaplarımı dondurup para akışımı kesti.”

İğrenerek bana bakıp öfke ve tiksintiyle, “Sende o kadar işe yaramazsın ki bir türlü kocandan istediğim parayı alamadın!” diye bana bağırınca içten içe çok korktum ama geri adım atmamak için kendimi zor tuttum. Bu ses tonuyla benimle konuşmalarından nefret ediyordum.

“Senin borçlarını biz ödemeyeceğiz.” Bunları söylerken hâlâ nasıl bu kadar sakin olduğumu aklım almıyordu. “Bize güvenerek mi kumar masalarına oturuyorsun? Büyü artık abi-” demiştim ki yanağımda patlayan tokadı o kadar sert ve şiddetliydi ki yere savruldum.

Dizlerimin üzerine çok kötü bir şekilde düştüğümde vurduğu yanağım adeta cayır cayır yanıyordu. Saçlarım yüzüme savrulmuşken kendime gelmek için derin nefesler aldım. Başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasından baktığımda Caner’in tepemde dikildiğini gördüm. Sinirden aldığı hızlı nefesler yüzünden göğüs kafesi hareket ediyordu. “Bu parayı babamın kasasında bulamazsam sen bana vereceksin!”

Bunu yapmaya mecburmuşum gibi davranıp delici bakışlarını bana dikti. “Kocanda bok gibi para var, iki cilveyle ondan her şeyi alabilirsin ama sen…” Yüzünü buruşturup tükürürcesine konuştu. “Ama sen bunu bile yapamayacak kadar kadınlıktan yoksunsun!”

Son söyledikleriyle nevrim dönmüştü. Artık bu odaya girerken sahip olduğum o sakinlikten eser yoktu. Ne demek iki cilveyle ondan her şeyi alabilirdim? Yavaşça ayağa kalktığımda içimde patlamak üzere olan bir volkan vardı. “Para için Gurur’un koynuna girmemi de ister misin? İstersen bir de bunun için beni ona sat.”

Tam karşısında dikildiğimde artık hangimizin daha sinirli olduğu anlaşılmıyordu. “Gurur istediğin gibi beni öldüremedi ya, bari koynuna alarak her gece için sana para ödesin, olur mu?” Yaklaşıp yüzüne tükürerek, “Kansız piç!” diye bağırdım. “Para için kendi öz kardeşini bile başkalarının koynuna sokarsın sen!”

Caner’in suratı balon gibi şişip kıpkırmızı kesildiğinde yüzünü sertçe sildi. Açgözlülüğü ruhuna işlemişken sanki çok onurlu biriymiş gibi yüzüne tükürmemi hazmedemedi. Sinirden yüzündeki kılcal damarlar bile belirginleştiğinde dalağını patlatırcasına, “Yürek mi yedin lan sen!” diye bağırıp bana vurmaya kalkıştı.

Ancak bu sefer ona izin vermedim. Bileğini havada yakalayıp boştaki elimi sıkarak karın boşluğuna geçirdim. “Ben senin para tedarikçin değilim, herhangi birine satacağın bir kadın hiç değilim!” diyerek onu iki büklüm ettim. Acıyla inlediğinde doğrulmasına izin vermeden ikinci bir yumruğu suratına geçirerek onu yere serdim. Gebersin.

Dizlerinin üzerine düşerek yere kapaklandığında küçük adımlarla üzerine yürüdüm. Ayağa kalkmak için ellerini ve dizlerinin üzerinde durduğu an karnına tekme atarak onu yüzüstü yere yapıştırdım. “Ben senin kardeşinim ama sen bundan ne anlarsın!” Bir ayağımı sertçe sırtına bastırıp üzerine eğildim. Ensesindeki saçlarına asılarak başını kaldırdığımda attığım yumruktan dolayı burnundan kanlar akıyordu.

Gözlerinde ise dehşete kapılmış bir ifade vardı. Yıllarca benden böyle bir karşılık görmediğinden şoke olduğu için beyni olanları algılayamıyordu. Boynunu kırmak istercesine başını biraz daha geriye çekip acı ve şaşkınlıktan fıldır fıldır dönen gözlerine baktım. “Şimdi sana tek bir soru soracağım. Eğer yanlış cevap verirsen yemin ederim ki burayı kanınla yıkarım!” Kimse babamı çirkin bir tuzağa alet edemezdi.

Tüm gücümle başını arkaya çektiğimde boynu o kadar gerilmişti ki nefes almakta güçlük çekiyordu. “Leyla’yı siz mi kaçırıp alıkoydunuz?”

Gerilen boynu yüzünden Caner boğuk sesler çıkartmaya başlamıştı. Saçlarına biraz daha asılarak suratını yerdeki ahşap fayanslara çarptım. “Sana konuş dedim! Leyla’yı kaçırıp alıkoyan siz miydiniz?” Burnundan fışkıran kanlar zemini kirlettiğinde ona zerre kadar acımadım.

Sinirli bakışlarımı abimin kanlı yüzüne diktim. Burnunda küçük bir hasar bıraktığım için kanaması hiç durmuyordu. Burun deliklerinden akan kan ağzına doluşurken acılar içinde durmaksızın inliyordu. Ağzındaki kanları yutmak zorunda kalarak, “Be-ben… Neyden bahsettiğini anlamıyorum,” dediğinde belki de ilk kez onun bakışlarında yoğun bir korku gördüm.

Kırk yıl düşünse bu kadar kontrolden çıkacağımı hayal edemeyeceği için benden korkmaya başlamıştı. “Demek neyden bahsettiğimi anlamıyorsun, öyle mi?” Başımı sallayarak en sevimli gülümsememi sundum. “Peki.” Suratını bir kez daha yere çarptığımda burnundan gelen sesleri duydum. Abim adeta böğürürcesine bağırıp, “Senin gelmişini geçmişini sikeceğim!” diye kendini yırtıp benden kurtulmaya çalıştı.

Tüm ağırlığımı ayağıma vererek sırtına daha sert baskı uygulayıp yerden kalkmasına izin vermedim. “Demek konuşmamaya kararlısın!” Yüzünü sertçe yere doğru savurup belindeki silahı çekip aldım. Silahın emniyetini açtığım gibi namluyu kafasına bastırdım. “Şehadet getir, Caner Tozlu!” diye bağırdığımda tetiğe basarım diye o kadar korkmuştu ki pantolonunun bacak arası ıslandı.

Ben sesimi çıkarmadıkça tenha köşelerde beni sıkıştırırken erkekliğine diyecek yoktu ama kafasına silah dayayınca korkudan altına kaçırmıştı. Bu konuda bir şey söyleyerek onu rencide etmedim. Daha fazlasını hak ediyordu ama birinin onurunu kırmak bana yakışmazdı. Her ne kadar onda onurun kırıntısı dahi olmasa da…

“Ke-Kerim amcam yaptı!” Caner yerde boğuk sesler çıkartırken acılar içinde söyledikleriyle sırtındaki ayağımı çektim. Birkaç adım geriye çekildim ama ona silah doğrultmayı bırakmadım. Yan dönerek yerde otururken bacaklarını birbirine bastırarak pantolonunun arasındaki ıslaklığı gizlemeye çalıştı. Ağzı ve burnu kan içindeydi, aldığı nefesler bile hırıltılıydı.

Güçlükle bana baktığında her zamanki o sahte cesaretinden eser kalmamıştı. Korkudan bakışlarını bir noktada sabit tutamazken gözleri sık sık elimdeki silaha kayıyordu. “Amcam babamın her şeyi sana bırakacağını söyledi.” Hatırladıklarıyla kaşları çatılır gibi oldu. “Yalanda değildi, o seni hep benden daha çok sevdi!” Bana arkamdaki tabloyu gösterip hınç ve kinle bağırdı. “Kasasının şifresini bile senin adını yapmış!”

“Neden diye hiç düşündün mü?” diye sorduğumda tüm öfkem Caner’in üzerindeydi. “Sürekli kendine acımandan ve bunun acısını bizden çıkarmandan bıktım! Kuma çocuğuysan ne olmuş, bu böyle rezil birine dönüşmen için yeterli bir sebep mi?”

Bizi getirdiği son durum yüzünden sinirden gözlerim doldu. “Sen hayatta hiçbir vasfı olmayan birisin abi.” Hâlâ ona abi dememle yutkunduğunda istese de tek kelime edemedi. “Annen fahişe değil, katil değil ve kötü olan hiçbir şey değil!”

Başımı iki yana salladığımda gözlerimden süzülen bir damla yaşa engel olamadım. “O bir kurban ve sen bunu bile anlamadın. Ondan nefret etmeni hiç hak etmiyor ama sen bayramlarda bile onu görmeye gitmiyorsun.”

O kadın bunların hiçbirini hak etmiyordu. “Biliyor musun, ne zaman Diyarbakır’a gitsem annen beni havaalanından karşılıyor.” Bunu zaten biliyordu ama bildiği bir şeyi gerekirse kafasına vura vura ona hatırlatacaktım. “Belki oğlu da gelmiştir diye her defasında arkamdaki yolculara bakıyor. Uzun uzun onlara bakıp seni görmeyi arzuluyor ama oğlunu göremeyince ne kadar üzüldüğünü benden gizlemeye çalışıyor!”

Ona kendi annemden bahsederek, “Her gün bizim anne-kız ilişkimize tanık oluyorsun!” dedim sert bir sesle. “Ben kendi annemin gözünden yaş akıtmaya kıyamazken sen yıllarca annene nasıl kıyarsın? Annem değil kuma, bir fahişe olsaydı bile kimsenin onu üzmesine izin vermezdim!”

Sinirlerime hâkim olmaya çalışarak ona doğru bir adım attım. “Böyle birine dönüşmenin sebebi ne Elmas anne ne de babam.” Yıllardır onun yaptığı gibi bu seferde ben onun tepesine dikilip bir böceğe bakar gibi baktım.

Tiksinerek yüzümü buruşturduğumda ona yukarıdan bakıyordum. “Öyle bir anneden böyle bir çocuğun doğması…” Bir kez daha yüzümü buruşturarak başımı iki yana salladım. “Rabbim o güzel kadını da senin gibi bir mahlukatla sınıyor işte!”

“Yerer lan kes sesini!” Hakkındaki eleştirileri kaldıramadığı için kendini toparlayıp bir hışımla ayağa kalktı. İri cüssesi ve omuz genişliğiyle beni korkutmaya çalışarak sertçe arkaya doğru itti. Bu sefer bana vurmaya cesaret edemediği için beni göğsümden iterek yüzüme karşı bağırdı. “Sen benim neler yaşadığımı nereden bileceksin ki! Karşıma geçip bana ahkam kesme!”

“Ne yaşadın söyle hadi!” Bende ona bağırarak öne atılıp aynı sertlikle onu ittim. “Kuma çocuğuyum, babam beni sevmiyor gibi zırvalıklarla kendine acıyıp kumar masalarında nefret ettiğin adamın parasını harcarken ne yaşamış olabilirsin!” Ona içinde bulunduğumuz evi gösterdiğimde suratını paramparça etmemek için kendimi zor tutuyordum. “Sende birazcık onur ve gurur olsaydı nefret ettiğin o adamın evinde bile yaşamazdın!”

Dişlerini sıkarak savunmaya geçmeye hazırlanıyordu ki konuşmasına izin vermedim. “Yıllardır bir elin yağda bir elin balda, kim dışlamış seni? Her hata yaptığında babam seni pohpohlamak yerine kulağını çekti diye seni dışlamış mı oldu?” İstediği tam olarak neydi? Kuma çocuğudur, aman incinmesin diyerek her yanlışında onu göklere çıkarmamız mı?

İşaret parmağımla ona kendimi gösterdim. “Babamın beni hiç cezalandırmaması evlat kayırdığından değil, sana kıyasla daha masum hatalar yapmamdan dolayı! Sabah akşam içip kulüplerde günümü gün etseydim emin ol bana karşı da sert ve tahammülsüz olurdu!” Hep hatayı başkalarından aramasından gına gelmişti.

Yaptıklarına akıl sır erdiremediğim için hayrete düşmüş bir şekilde ona bakıyordum. “Bir Doğan abi kadar bile olamadın. Onun ailesi de istediği gibi değil, hatta rezil insanlar. Doğan abi başına gelen her olayda ailesini suçlamak yerine kendi hayatına bir yön verdi. Asalaklar gibi birilerinin sırtından geçinmek yerine önce avukat oldu, sonra da evlenip İzmir’e taşındı. Bu süre zarfında senin yaptığın gibi ne ailesinden para istedi ne de babamdan!” Sinirlerimi harap ettiği için kendimi tutamayıp güldüm. “Gördüğün gibi o da aileden yana dertli ama sana göre daha gururlu ve onurlu!”

İnsanların onu başkalarıyla kıyaslamasından nefret ettiği için Caner çenesini sıkarak öldürücü gözlerle bana bakıyordu. Artık eskisi gibi karşısında titreyen bir kadın olmadığı için sert bakışları beni korkutmuyordu. “Şimdi bana şu işin aslını anlat yoksa…” Yanımda duran kolumu kaldırıp bir kez daha namluyu ona doğrulttum. “Gözünün yaşına bakmam.”

Leyla’nın tüm gerçeği itiraf ettiğini fark ettiği için bu işten yakasını kurtaramayacağını anlamıştı. Alt kattaki gürültülerin sesi ta buraya geldiği için Caner’in yüzü bembeyaz kesilmişti. Gurur her an yukarı çıkabilirdi. Caner aceleyle bana döndüğünde korkudan adeta kıvranıyordu. “Beni kocan olacak o hastadan korumalısın, bunu bir tek sen yapabilirsin.”

“Sana konuş dedim!”

Kanlı yüzünü sertçe ovuşturarak, “Her şey amcamın planıydı!” diye itiraf etti. Omuzları yılgınca düştüğünde gözlerinde çok az pişmanlık gördüm. “Babamı ortadan kaldırırsak her şeyin benim olacağını söyledi.” Sanki dünkü çocukmuş gibi tüm suçu amcama yıkıp, “Beni kandırdı!” dedi. “Aklıma girip bana istemediğim şeyler yaptırdı.”

Deliye dönmüştüm ama Caner her şeyi itiraf edene kadar sinirlerime hâkim olmaya çalışıyordum. “Kendi öz babandan kurtulman için birinin seni kandırdığını mı söylüyorsun?” Parmaklarım içe doğru büküldüğünde onu kan revan içinde bırakmamak için kendimi zor tutuyordum. “Babamın ölmesini istedin, değil mi?” Bir yanım hâlâ bunu inkâr ediyor, buna inanmak istemiyordu ama gerçek buydu. Abim gerçek anlamda babamın hayatına gasp etmişti.

Dışarıda gelen araba sesleriyle kimin geldiğini merak edip başımı cama doğru çevirdim. Caner dikkatimin dağılmasını fırsat bilerek kapıya koştu. Benden yediği dayaklara rağmen ondan beklemediğim bir hızda açık kapıdan dışarı çıkmıştı. “Korkak.” Homurdanarak peşine takıldım. Kaçmasına izin vermeyecektim.

Tüm aile aşağıya toplanmış, Leyla’nın burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kendi aralarında tartışmaya o kadar konsantre olmuşlardı ki henüz bizi fark etmemişlerdi. Caner koşarak merdiveni inerken çıkardığı seslerden herkes bu tarafa döndü. Artık hepsi sessizleşerek bize bakıyordu. Onun kanlı yüzünü gören herkes şoke oldu.

Gurur, Leyla, annem, kuzenlerim, amcam, Nesibe yenge ve abimin karısı Yonca yenge bile aşağıdaydı. Seçil ise Aksa’nın biraz uzağında duruyordu. Hangi ara buraya geldiğini bilmediğim Ali’de annemin hemen yanındaydı. Hepsi önce yüzü kan içinde kalan abime baktı, daha sonra da aynı anda başlarını kaldırıp bana… Elimde bir silahla merdivenin en üstünde dururken psikopatlara özgü bir hissizliğe sahiptim.

Her birinin suratındaki şok etkisini sakin gözlerle izliyordum. Gurur’un gözleri irice açıldığında, alnında şaşkınlığın yansıdığı bir çizgi belirmişti. Dudakları bir balığın ağzını aratmayacak bir şekle girdiğinde doğru görüp görmediğinden emin olmak için bakışları Caner ile ikimizin arasında gidip geliyordu. O nahif ve nazlı karısının birini bu hale getireceğine zerre kadar ihtimal vermiyordu. Özellikle bu kişi abisiyse… Bu bile nasıl insanlıktan çıktığımın en büyük kanıtıydı.

Kimse beni babamla sınamasın!

Herkes şok ve dehşet ifadesiyle dolup taşarken kimseden çıt çıkmıyordu. Henüz gördüklerini sindirmiş değillerdi. İçlerinden bir tek annemin olaylara uyum sağlaması çok hızlıydı. Bembeyaz bir suratla birkaç kez Caner ve bana baktıktan sonra bir anda gülümsedi. Başını yukarı kaldırdığında mutluluktan ışıldayan gözlerinde adeta yıldızlar çıkıyordu.

Annem başını iyice tavana doğru kaldırdı ve Allah’la konuşur gibi, “Eğer bu bir rüyaysa lütfen beni uyandırma,” dedi neşeyle. “Arada benim de güzel rüyalar görmeye hakkım olmalı.” Bu kadın insanı delirtirdi.

Caner hiçbirine tek kelime etmeden koşarak aralarından geçip dışarı çıktı. Kaçmasını istemediğim için hızlıca basamakları inip peşine takıldım. Caner’in arkasından avluya çıktığımda diğerleri de büyük bir şokla beni takip ediyordu. Abim arabasına doğru koşunca havaya ateş edip, “Tek bir adım atarsan beni kardeş katili yaparsın!” diye bağırdım. Bana sırtı dönükken adımları yere mıhlanmıştı çünkü şakam olmadığını iyi biliyordu.

Gelen meğerse babammış. Kılıç’ı arayıp ondan bu hainleri evde tutmasını isteyince bir terslik olduğunu anlayıp babamı aramış olmalıydı. Babamın bu saatte eve gelmesinin tek nedeni Kılıç’tan gelen telefon olabilirdi. Önce babam sonra da tüm adamları arabalardan indiğinde Caner bana döndü. Babamla yüzleşmeye hazır olmadığı için yalvaran gözlerle bana bakıyordu. “Kulun köpeğin olayım gitmeme izin ver.” Babam gerçeği anlamadan buradan kaçmak istiyordu.

“Sen zaten birilerinin köpeğisin ama tasmanı tutan ben değilim.” Ona doğru yürüyüp yumruğumu suratına geçirerek onu ayaklarımın önüne düşürdüm. “Şimdi bana her şeyi anlat!”

Caner’e attığım yumrukla avludaki herkesten bir uğultu çıkmıştı. Az önce havada patlayan mermi bir zaman çizgisi gibi kısalmıştı. Herkesin kulaklarında tiz bir yankı bırakırken hepsi kocaman gözlerle beni izliyordu. Önce havaya ateş etmem hemen ardından abime bir yumruk atmamla herkes hayrete düşmüştü. O ana dek Gurur’un aklındaki Farah profili bu denli sarsılmamıştı.

Bir karıncayı bile incitemeyen karısının o nahif portresi bir anda gözlerinin önünde yıkılmıştı. Sanki bir patlamayla Gurur’un gökyüzündeki o tek yıldızı kayarak evrenden silinmişti. Sevkiyat gecesinde tanık oldukları bile üç yıl boyunca onda ilmek ilmek işlediğim Farah’ın gerçek yüzünü ona gösterememişti.

Ancak şaşırtıcı olansa yere düşen o yıldızı eskisinden daha güçlü bir şekilde yeniden gökyüzüne kavuşturmasıydı. Gurur’a bakınca bile bunu görebiliyordum. Hayır, gözlerinde hayal kırıklığının emaresi bile yoktu. Aksine yaşadığı şaşkınlık yerini karanlık bir hazza bırakmıştı. Yeşil gözleri elimdeki silahtan, narin bedenimin dik duruşuna ve bedenimdeki kıvrımlarda gezinmeye başlayınca şimdi afallama sırası bendeydi. Bu da neydi şimdi?

Bu kadar kontrolden çıkmam onu tahrik mi ediyordu? Vücudundaki kaslar gerilirken gittikçe koyulaşan gözleri ince boynumun kıvrımında gezindi. Öpmek istediği boynuma baktıkça gözlerinin yeşili biraz daha derinleşiyordu. Tüm duyuları bedenime kilitlendiğinde bu durumda bile bir şekilde beni utandırmayı başarıyordu. Bakışları yavaşça kayarak elbisemin açık yakasından göğüslerimin çatalına indiğinde sertçe yutkundu.

Gurur içinde bulunduğumuz kargaşayı ve etrafındaki insanları unutarak boğuk bir sesle, “Farah,” diye mırıldandığında gözleri arsızca vücudumda geziniyordu. “Daha önce hiç bu kadar ayartıcı olmamıştın.” Parmaklarını bedenimde gezdirmeye can atıyormuş gibi ellerini sıktığında tüm vücudu kaskatı kesilmişti. “Siktir, nefesini kesene kadar seni öpmek istiyorum!” Yok artık.

“Abi kız sana dümdüz küfretse bile azıyorsun,” diyen Ali şoklar içindeydi. “Sendeki nasıl bir fantezi?”

Şükürler olsun ki annem ve diğerleri Caner ve yaptıklarıma konsantre olduğu için onların saçma konuşmalarını duymuyorlardı. Ancak Ali haklıydı, Gurur’un pantolonunun önündeki şişkinlik yaptıklarımdan etkilenmekten çok daha fazlasını yaşadığını gösteriyordu. Neyse ki bu hengamede kimsenin dikkatini çekmiyordu. Gurur’un gerçekten sıra dışı zevkleri vardı. Ne zaman kontrolden çıksam tuhaf bir şekilde bu onu çok tahrik ediyordu.

“Farah!” Babamın gür sesi avluyu inlettiğinde hızlı adımlarla bize doğru yürüdü. Çocuklarının iyi geçinemediği hep biliyordu ama işin buralara gelmesini hiç beklemiyordu.

Güçlükle ayağa kalkan abimin kanlı suratını gördükçe babam kaşlarını çatıp hesap soran gözlerini bana dikiyordu. “Ne bu densizlik, Farah Tozlu!” diyerek tam adımı söylediğinde kızgın sesi gök gürültüsüyle yarışırdı. “Ben daha ölmeden nasıl hanemdeki birine el kaldırırsın!”

Nesibe yenge ve Seçil sonunda açığımı yakalamış gibi hemen abimin yanına koştu. Onunla ilgileniyormuş gibi yapıp bana sözlü saldırıda bulunan insanlardan biri de Caner’in karısıydı. Yonca yenge çıkardığı mendille abimin kanayan burnunu silmeye çalışırken hiddetli bakışları bana kenetlenmişti. “Büyüğüne nasıl el kaldırırsın, hangi ara bu kadar değiştin sen!”

“Haklısın yenge,” diyerek alaycı bir üslup takındım. “Bir tek o bana vurup ezebilir, ona karşılık vermemek için hep o sünepe Farah olmalıyım, değil mi?”

“Şu laflara bak bir de üste çıkıyor!” Bundan korktuğumu çok iyi bilmesine rağmen Nesibe yenge bana sesini yükselterek hesap sordu. Birazcık bile diş göstermem onu kızdırdığı için şişman bedeninde yoğun bir öfke vardı. “Bu cesareti kocan olacak o deliden mi alıyorsun? Eğer öyleyse onu da alıp git buradan!”

“Siktir git şuradan!” diye ona bağırdığımda sinirden elimdeki silahı sıkıyordum. “Kimin evinde kimi kovuyorsun, asalak parazit!” Yengemle konuşma şeklim babamı dumura uğrattığında annemin kısık gülüşünü, Gurur’un ise yüksek sesle çıkan kahkahasını duydum. “Ali hepsini kameraya çek, daha sonra izler izler keyiflenirim.”

“Amca görüyorsun değil mi, kızının marifetlerini?” Seçil bana karşı saldırgan bir tutum sergileyerek hemen babamı kışkırtmaya başladı. “Senin yanında melek pozları kesiyor ama arkanda hep böyle.” Babamın merhametine oynayarak acıklı bir ifadeyle dudaklarını büzdü. “Her fırsatta bizi hor görüp aşağılıyor.”

“Babama değil, sıkıysa bunları bana söylesene?” Hızlı adımlarla üzerine yürüyüp ensesindeki saçlarına yapıştım. Seçil’in kızıl saçlarını yumruğuma dolayıp başını eğdiğim gibi dizimi suratına geçirdim. “Ekmek yediği eli ısıran it, bugün seni de boş bırakmayacağım!”

Dizimi yüzüne gömdüğüm için Seçil’in burnunu kanatmıştım. Biri kolumu sertçe tutarak beni geriye çekti. Seçil yere düşerken babam beni ondan uzaklaştırarak sert bir hareketle arkaya çekmişti. Kolumu sıkarken sinirden yüzündeki her kas seğiriyordu. “Sana ne oldu böyle? Kendine gel artık!”

Amcamın kimseye çaktırmadan arabasına doğru yürüdüğünü görünce iyice kontrolden çıktım. Olaya uyandığı için hep yaptığı gibi yine tüyüyordu. “Orada dur bakalım amca!” Kolumu babamdan kurtarıp geri çekildiğim gibi ateş ederek amcamı vurdum. Bugün bu ailenin içinden geçecektim.

Buradaki birkaç kadından çıkan çığlıklar avluyu doldurduğunda amcam durmak zorunda kalmıştı. Asla ıskalamadığım için istediğim gibi kurşun kolunu sıyıracak bir şekilde ilerlemişti. Ölmesi veya ciddi bir yara alması işime gelmezdi. Bu son yaptığımla babam adeta kükreyerek, “Farah!” diye bağırıp bana vurmak için elini kaldırdı. Oğluna yaptıklarım ve kardeşini gözlerinin önünde vurmam onu delirtmişti.

Ancak kaldırdığı eli yüzümle buluşmadı, eli havada kaldı. Şu zamana kadar babam bana bir kez bile vurmamıştı. Böyle bir durumda bile son anda kendine hâkim olup beni öfkesinden sakındı. Gözlerinin kahvesi yoğun bir öfkeyle harmanlandığında çenesinden bir kas seğiriyordu. “Tüm bu yaptıkların için iyi bir mazeretin olsa iyi olur!”

“Daha mazeret mi arıyorsun?” Amcam bu işten paçayı kurtaramayacağını anlayınca kanayan kolunu tutarak buraya yürüdü. “O kadar şımarttın ki bu velet artık büyüğünü küçüğünü bilmiyor.” Babamın karşısına dikilerek kaşlarını çattı. “Oğlunun suratını dağıttı, kardeşini vurdu, Nesibe’yi aşağılayıp Seçil’e saldırdı ve sen hâlâ açıklama mı bekliyorsun? Bu kızı kayırmayı bırak artık abi!”

“Geri bas amca!” diye sesimi yükselterek silahın namlusunu ona doğrulttum. “Sen kimsin de karşıma geçip babama bağırıyorsun?”

Aramızdaki mesafeyi kapatıp silahın arkasıyla kafasına sertçe vurarak onu yere düşürdüm. “Bugün ağa da benim, bu evin reisi de!” diye gırtlağımı patlatırcasına bağırıp herkesin bunu anlamasını istedim. Yere düşen amcamın gözlerine içine bakıp ona kendimi gösterdim. “Yargı da benim, hüküm de benim ve ölümde! Bir karar çıkacaksa bu kararı babam değil, ben vereceğim!”

Bu söylediklerim babamın otoritesine büyük bir darbe olduğu için avluda nefesler tutulmuştu. Annem korku dolu gözlerini bana dikip, ne yaptın sen? dercesine bakıyordu. Sözlerimin bir bölge liderini insanlıktan çıkartacağını iyi biliyordu. Gurur bile gerilmişti ama korkudan değil, bu işin sonunda üzülecek olmamdan. Yerinde dikleştiğinde sanki babam bana zarar verebilirmiş gibi tetikte duruyordu. Babamın en küçük saldırısında beni korumak için devreye gireceğini görebiliyordum.

Tüm gözler babama döndüğünde şaşırtıcı bir şekilde babam tepkisizdi. Öfkesinden bir şey kaybetmemişti ama sanki bir aydınlanma yaşıyordu. Bir şey yapmadan önce mantığının sesine kulak verince bir gerçeği fark etmişti, ben böyle asilikler yapacak biri değildim. Kızı bugün kontrolden çıktıysa demek ki bunun altında çok haklı bir gerekçesi vardı. Beni çok iyi tanıdığı için kolay kolay böyle taşkınlıklar yapmadığımı iyi biliyordu.

Babam sakinleşmek için birkaç kez derin derin nefesler aldı. Tüm ailesi ve adamlarının önünde otoritesini sarsıp bu ailenin reisi olduğumu söylemiştim. Normalde bunu bir isyan olarak görüp bana haddimi bildirmesi gerekiyordu. Herkes bunu yapmasını bekliyordu ancak babam zor olsa da sağduyusunu korudu. Art niyetli insanların tüm beklentilerini boşa çıkartıp yönünü bana çevirdi. Evet, bir şey yaptı ama benim bile beklemediğim bir şey…

Babamın yüzü sert bir ifadeye büründüğünde gövdesi hafifçe öne atılmıştı. Dudakları düz bir çizgide buluşunca parmak eklemleri bembeyaz kesildi. Babam tüm ailesi ve adamlarının önünde benim karşımda ceketinin önünü düğmeleyince hepimiz şoke olduk. Bunun anlamını herkes iyi bildiği için bahçedeki hava bir anda ağırlaştı. Bir lider yalnızca kendinden daha üstün gördüğü birinin karşısında ceketinin önünü düğmelerdi.

Tüm bu olanlara rağmen babam buradaki herkesi şaşkınlığa sürükleyerek üstünlüğü bana vermişti. “Mademki bu evin reisi sensin, Farah Hanım…” Oldukça resmi bir sesle konuşup son derece ciddi bir şekilde gözlerimin içine baktı. “O zaman önce sebebini açıkla sonra da hükmünü ver.” Nefesimin kesildiği tek an buydu.

Tüm gözler üzerime kenetlendiği için bocalayıp babamın karşısında mahcup olamazdım. Bu yüzden hızlı düşünüp yapmam gerekeni yapmalıydım. Ekibime dönüp onlara Caner, amcam ve Seçil’i gösterdiğimde orada dikilmeyi bıraktılar. Kılıç yürüyüp Caner’i yaka paça yakalayarak karşıma getirdi. Aynı şekilde Nihat’ta amcamı ve Zaza ise Seçil’i sürükleyerek getirmişti.

Aksa tarafsızlığını koruyarak yerinden hiç kıpırdamadı ama gözlerindeki keder ve üzüntüyü görebiliyordum. Ne olursa olsun onlar onun ailesiydi ve tüm bunlar hiç hoşuna gitmiyordu. İskender ise her zamanki İskender’di. Bu olanlar bile can sıkıntısını gidermemiş gibi bir köşede esneyip duruyordu. İçimizdeki üç haini karşıma getirdiklerinde, “Diz çöktürün,” dedim. O dizlerin yere değdiğini görmek istiyordum.

Kılıç sert bir hareketle abimin bacaklarının arkasına vurarak onu dizlerinin üzerine düşürdü. Nihat ise amcamın yaralı kolunu sıkarak onu diz çökmeye zorlamıştı. Zaza az önce benim yaptığım gibi Seçil’in kızıl saçlarına yapışarak onu dizlerinin üzerinde durmaya zorladı. Düşmanca bakışlarımın ilk hedefinde abim vardı. “Her şeyi anlat.” Benim öğrendiklerimi babamda duysun istiyordum.

Sesim buz gibi çıkarken bir kez daha ona vurmamak için kendimi zor tutuyordum. “Babamı Gurur’a öldürtmek için Leyla’yı bizim depomuza nasıl kaçırdığınızı, sana çalışan adamı vurarak delilleri ortadan kaldırdığını ve beni evden çıkartıp Gurur’a nasıl sattığını anlat!” Duyduklarından sonra herkesten bir hayret nidası çıktığında annem kaşlarını çatarak öne atıldı.

Gurur onu durdurdu ama kendisi de hiç sakin değildi. Beyninden vurulmuşa dönmüş bir şekilde yerdeki üçlüye bakıyordu. Leyla’yı kaçırıp hepimize azap gibi üç yıl yaşatan insanların kim olduğunu nihayet anlamıştı. Sadece o değil, artık babamda tüm gerçekleri biliyordu. İkisinin öfkesi birbiriyle çarpıştığında taş avlunun sessizliği adeta nefesleri kesiyordu.

Gurur bir adım öne doğru yavaşça ilerledi. Vücudunu istila eden öfkenin yoğunluğuyla kaslarını saran beyaz gömleği gerilmişti. Yeşil gözleri keskin bir bıçak gibi karşımdaki üç bedene kenetlenmişti. Yana döne aradığı tüm eksik parçalara kavuşmuş gibi bakışları daraldı. Abim, amcam ve Seçil, babam ve Gurur’un karşısında tir tir titriyordu. Gurur’un öfkesi gözlerinde toplanıp bir kıvılcıma dönüştüğünde tüm gücüyle yumruğunu sıktı.

Gözlerindeki o kıvılcım sanki her yeri ateşe verip tüm dünyayı yakıyordu. Boynunda belirginleşip nabız gibi seğiren birkaç damar, bastırılmış bir volkanın kabuğu gibiydi. Yakışıklı yüzündeki değişimi soluksuz izlerken çenesindeki tendonlar belirginleşmişti. Sinirle birbirine bastırdığı dudakları düz bir çizgide buluştuğunda yüzü gölgelendi. Bir çılgınlık yapmasından çok korkuyordum.

Gurur hayvansı bir iç güdüyle onları paramparça etmeyi her şeyden çok istiyordu, etmeye kararlıydı da. Ancak tıpkı babam gibi o da yumruklarını sıkarak pası bana attı ve tüm gerçekleri ortaya çıkarmamı bekledi. Sadece babam değil, Gurur’da onları konuşturma işini bana bırakmıştı. Bunu yapmasının nedeni gerçekleri ondan saklamak yerine aradığı suçluları açığa çıkarmamdı. Böyle mühim bir şeyi ondan saklamamam az da olsa onu kontrollü olmaya zorluyordu.


Konu ailem olunca ne kadar hassas olduğumu ve bunu yapmanın benim için hiç kolay olmadığını biliyordu. Derin bir nefes alarak önüme dönüp bu sefer amcama baktım. “Babamın yerini bana bırakmasını hiçbir zaman hazmedemedin ama bunun tek nedeni bir kız olmam değildi, değil mi?”

Küçücük bir kurşun sıyrığından dolayı acıyla kasılan yüzüne baktım. “Babamın yerine geçmemi istemiyordun çünkü beni kontrol etmek daha zordu. Sessiz ve kendi halinde takılan biri olmam, babamın kızı olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Caner’in aksine ben babama daha çok benziyorum. Abimi kontrol etmek daha kolay olacağı için babamla ikimizi ortadan kaldırmak istedin.” Caner onun için parmağında oynattığı bir maşadan başka bir şey değildi.

Amcam tırnak uçlarını dizlerine geçirirken başını kaldırıp yoğun bir nefretle bana baktı. Pörtlek gözleri yuvalarında fırlayacak kadar büyüdüğünde ona iftira atıyormuşum gibi davranıyordu. “Tüm bu yalanlarla neyi amaçlıyorsun? Ben hiçbir şey yapmadım!”

“Sizin için yolun sonu amca, bırak bu yalanları.” Baygınca ona göz devirip sinirlerini bozmayı sürdürdüm. “Leyla’yı bizim depomuza kaçırıp onu öldürerek suçu babamın üzerine yıkacaktınız. Böylece Gurur intikam hırsıyla babamı öldürdüğünde sizde evin hakimiyetini ele geçirecektiniz.” Keyifsiz bir şekilde gülerek kendimi gösterdim. “Benden kurtulmak da hep fazla kolaydı, değil mi?”

Amcam dişlerini sıkıp gırtlağından adeta hırıldar gibi bir ses çıkardığında başımı omzuma doğru eğdim. “Ama benim anlamadığım bir şey var?” Yavaşça Caner’e döndüm. “Madem Leyla yaşıyordu onu Gurur’a vermek yerine neden beni Gurur’un adamlarının önüne attın?” Annem tiz bir ses çıkartıp eliyle dudaklarını kapattığında neredeyse ağlayacaktı. Abimin beni evden çıkartarak Gurur’un adamlarına verdiğini nihayet öğrenmişti.

Babam ise yarı şaşkınlık ve yarı acıyla abime bakıp bunu nasıl yapabildiğini anlamaya çalışıyordu. Kardeşin kardeşe yaptığı bu korkunç şeye hiç ihtimal vermediği için duyduklarına inanamıyordu. Artık sadece öfkeli değil, bir o kadar da afallamış bir haldeydi. Gözbebekleri titrediğinde duydukları onun için hiç kolay değildi. “Nasıl…” Sesi fısıltıyla çıkarken gözlerini Caner’den ayırmıyordu. “Bunu öz kardeşine nasıl yaptın?”

Tüm bu olanların tek suçlusu babammış gibi abim hiddetlenerek ayağa kalkmaya çalıştı. Kılıç onu yere yapıştırıp buna izin vermeyince çatık kaşlar altında dik dik babama bakmaya başladı. “Bir de nasıl diye soruyor musun? Her konuda o sürtüğün kızını benden üstün görmeseydin işler bu raddeye gelmezdi!” diye bağırdığında babam ona yaklaşıp suratını dağıtmak ister gibi sert bir yumruk attı. Abimin onun canına kastetmesiyle zerre kadar ilgilenmiyordu. Babamı bu kadar çıldırtan tek şey Caner’in beni gözden çıkarmasıydı.

Babam onun üzerine eğilip parmaklarını bir kartal pençesi gibi Caner’in çenesine geçirip onu ona bakmaya zorladı. Dudaklarını araladığında ise sert sesi hoyrat bir rüzgâr gibi kulaklarımızda dolaştı. “Karım ve kızım hakkında düzgün konuşmazsan ağzına fazla gelen bu dilini kesip sana yedirtirim!”

Heybetli gövdesini bükerek iyice Caner’in üzerine eğildiğinde onun çenesini sıktığı için Caner’in dudakları öne doğru büzülmüştü. Babam delici bir öfkeyle gözlerini onun gözlerine kenetledi. “Ciğeri beş para etmez bir piçin nesini üstün tutacağım! On yaşında neysen otuzunda da o oldun, aynı hasetlik ve aynı kıskançlık!”

Caner’i yere savurup karnına sert bir tekme atarak onu ayaklarının altında kıvrandırdı. “Artık dünkü çocuk değilsin, yanlışlarını başkalarına mal etmeyi bırak! Bu eve ilk geldiğin günden yirmi yaşına kadar Farah’a nasıl davrandıysam sana da öyle davrandım. Kendini dışlanmış hissetme diye her hatana göz yumup tek oğlumu kazanmak için seni el üstünde tuttum!” diyerek ona geçmişi hatırlattı. Caner’in gözden kaçırdığı gerçekleri ona hatırlatırken babamın tüm vücudu titriyordu. Fenalaşır diye ödüm kopuyordu.

Caner’in yakasını eline dolayarak onu sertçe yerden kaldırdı ve ikinci bir yumrukla tekrar yere düşürdü. “Zamanında elim sana kalksaydı belki bugün böyle birine dönüşmezdin!” Abim düştüğü yerde kan kusmaya başlayınca bunu görmek bile babamın içini sızlatmıştı ama bu sefer ona merhamet etmedi. Tüm bu öfkesinin içinde hazin bir kırgınlık vardı.

“Beni dışladın diyemezsin çünkü konu sen olunca hep alttan aldım.” Yüzünü sertçe ovuşturduğunda aklını kaçırma raddesine gelmişti. “Her defasında çocuktur, annesinden uzaktır dedim ve kendimi durdurdum. Seni zorla annenden koparmadım, buraya gelmeyi sen istedin! Geri göndermeye kalkıştığımda bile ayaklarıma yapışıp bana yalvardığını ne çabuk unuttun!” Her nefesle babamın omuzları şiddetle hareket ederken eli kalbine uzanmıştı. Sanki kalbi ağrımaya başlamıştı.

“Ne annenin yanında durdun ne de benim çatım altında mutlu oldun. Sen daha benden ne istiyorsun, Caner? Beni toprağa gömmeden rahat etmeyecek misin? Yirmi yaşına kadar her taşkınlığına göz yumdum ama yirmisinde kumar masalarına dadanınca sana olan sabrım da tahammülüm de tükendi!” Babamın gür sesi içindeki patlamanın büyüklüğünü yansıtırken omuzları yılgın bir ifadeyle düştü. “Bir zavallı gibi beni ve kız kardeşini suçlayacağına bir kez olsun kendi yaptıklarını düşün!”

Elinin tırnaklarını göğüs kafesine geçirince hemen yanına gidip koluna girdim. “Baba lütfen sakinleş.” Bildiğim kadarıyla kalp rahatsızlığı yoktu ama yüzünün sararması ve bedenindeki titreyişler beni korkutmaya başlamıştı. “Aksa babama bir sandalye getir.” Daha fazla ayakta durmasını istemiyordum.

Aksa koşarak içeri girdiğinde babam başını çevirip bana baktı. İhtiyar gözleri yılların kahrı ve ahıyla solgun bakarken gözleri dolmuştu. Nemli bakışları yüzümde gezinirken kederli ifadesi kendini suçlar gibiydi. “Bana neden söylemedin?” Acı dolu sesi fısıltıyla çıktığında kıyamayan gözlerle beni izliyordu. “Caner’in yaptıklarını neden sakladın?”

Gözlerimden bir damla yaş süzüldüğünde düşmesini engellemek için kolunu daha sıkı tuttum. “Üzülmeni istemedim.”

“Ya senin üzülmen ne olacak, Farah?” Tüm bu olanları hiç anlayamadığı için kendine kızarak önüne döndü. Önce Caner’e sonra da kardeşi ve yeğenine, yani Seçil’e yılgın gözlerle baktı. Bir konuda kararını vermiş gibi kaşlarını çatmıştı. “Bu konuda hüküm senin, Farah. Ölsünler dersen ölecekler, başka bir ceza kesersen de çekecekler!” Babamın onların akıbetini bana bırakmasıyla üçü de korkuyla yutkunarak birbirlerine baktılar.

“Amca ben bir şey yapmadım.” Ölüm korkusuyla Seçil dehşete kapılarak dizlerinin üzerinden emekleyip babamın paçalarına yapıştı. “Babam ve Caner’in neler yaptığından haberim yoktu! Leyla’yı sonradan öğrendim, yemin ederim ki altı ay önce öğrendim,” diyerek bir anda ağlamaya başladı. “Amca gerçekten ben bir şey yapmadım.” İki dakikada kendi babasını bile satmıştı.

Paçalarına bir böcek yapışmış gibi babam tiksinerek onu arkaya savurup pantolonunun paçalarını silkeledi. “Ne hak ediyorsanız bugün onu yaşayacaksınız!”

Seçil bu seferde benden medet umdu. Ayağa kalkıp koluma yapıştığınca can korkusundan iki gözü iki çeşmeydi. Burnundan çenesine akan kan kurumaya başlamışken yalvararak beni sarstı. “Farah n’olur amcama benim suçsuz olduğumu söyle.” Kaşlarını büktüğünde dudaklarından bir hıçkırık koptu. “Gerçekten benim hiçbir suçum yok.”

Ona inanmıyordum ve hissiz bakışlarımla bunu çok belli ediyordum. “Senin o kadar çok suçun var ki birinden aklansan diğeri seni dibe çeker.” Kolumdaki ellerini sertçe çekerek ondan uzaklaştım. “Burada açık açık beni konuşturma şimdi.”

Sadece onun anlayacağı bir imayla mavi lenslerin olduğu gözlerine baktım. “Yanlışın en büyüğünü hakkın olmayan bir adama göz koyarak yaptın.” Son kısmı bir tek onun duyacağı bir kısıklıkta söylemiştim. “Sana verilen tüm şansları tükettin, şimdi benden medet umma.” Ona karşı artık hiç tahammülüm kalmamıştı.

Amcam ayağa kalkıp babamın karşısına dikilerek göğüs kafesini kabarttı. Sonuna kadar kendi haklılığını savunduğu için bir de yüzsüzce sinirlenmişti. Pörtlek gözleri kinle yanıp tutuşurken babama bir şeylerin hesabını sorar gibi, “Elinde hiç kanıt olmadan bizi yargılayamazsın!” diye bağırdı. “Dünkü çocuğun lafıyla hakkımızda hüküm çıkartamazsın!”

“Kanıt yok mu?” Leyla devreye girerek kalabalığın içinde öne çıktığında bir tek amcama bakıyordu. “Yüzüne bir maske takarak beni ziyarete gelirken keşke sesini de değiştirseydin. Sizin yüzünüzden çektiğim her şeyin hesabını vereceksiniz!”

Amcam onun üzerine yürüyerek yumruklarını sıktı. “Ne çekmişsin onu da söylesene!”

“Kapat lan o siktiğim çeneni!” Gurur daha fazla dayanamayıp öne atıldığı gibi yumruğunu amcamın suratına geçirdi.

Amcamın zayıf bedeni yerle buluştuğunda Gurur onun kaburgalarına sert bir tekme atarak onu acılar içinde kıvrandırdı. Bir dizinin üzerine diz çöküp amcamın çenesine öyle sert bir yumruk attık ki onu acıdan bağırttı. “Amına koyduğum piçi, oynadığın oyunla kaç kişinin hayatını altüst ettiğini hiç bilmiyorsun!”

Her yumrukla bedeninde bir şeyler boşalırken sert çehresi fazla acımasızdı. Yumrukları hedefine kilitlenmiş gibi üst üste amcamın bedeniyle buluşuyordu. Gurur’un darbeleri şiddetli, hızlı ve acıtan cinstendi. Yoğun bir güç aktarımı gibi vücudundaki tüm öfke kollarından yumruklarının ucunda toplanıyordu. Agresif beden dili çok ürkütücü görünüyordu. Ölçüsüz bir şekilde atılan yumrukları tüm kelimelerden daha fazlasını anlatıyordu.

Omuzlarının sert hareketi, zemine bastırdığı dizinin yeri ezmesi ve avuç içine bükülen parmaklarının yarattığı enkaz korkunçtu. Her yumrukla burnundan kesik kesik nefesler aldıkça yüzü biraz daha sertleşiyordu. Gözlerinin o sıcak yeşili öyle bir soğudu ki artık buz gibiydi. O gözlere bakan herkesin içi ürperiyordu. Sanki bir cinnetin içinde kalan akıl kırıntılarını da kaybetmişti. Çıplak ellerle amcamı öldürmek istediğini görebiliyordum.

Aksa sandalyeyle dışarı çıktığında gördükleriyle kapının önünde donup kalmıştı. Ne kadar kötü bir adam olursa olsun yerdeki adam onun babasıydı. Babasının tüm bunları hak ettiğini bildiği için müdahale edemiyordu ama gördüklerine de duyarsız kalamıyordu. Dudakları titrediğinde gözlerinde birkaç damla yaş süzülmüştü. Keşke bugün burada olmasaydı, Aksa’nın tüm bunlara tanık olmasını istemezdim.

İskender onun bu haline dayanamayıp Aksa’nın yanına gitti. Kuzenimi kollarının arasına çekti ve ensesini kavrayıp Aksa’nın yüzünü göğsüne bastırdı. Olanları görmezse daha az üzüleceğini düşünmüştü ama burada yaşananlar Aksa’nın hafızasında hiç silinmeyecekti. Yüzünü İskender’in göğsüne gömüp onun kollarının arasında sessizce ağlamaya başlamıştı.

Gurur çıldırmış gibi defalarca amcamı yumruklayıp yüzünü kanlar içinde bıraktı. Amcam artık gözlerini bile zor açık tutuyordu ve sık sık kan kusuyordu. Gurur onun yakasını kavrayıp amcamın başını sertçe kaldırıp yüzünü onun yüzüne yaklaştırdı. Bunu yaparken dişlerini o kadar çok sıkıyordu ki çenesi kaskatıydı. “Orospu çocuğu sadece Ümit’in değil, az kalsın kendi kızının da katili olacaktın!”

Gurur’un nefes alışları ağırlaştığında kaşlarını çatarak amcamın gözlerinin içine baktı. “Benden alınan bir kadına karşılık sizden bir kadının hayatını almak istedim. O gün adamlarımın bana getirdiği kız Seçil olsaydı o öfkeyle belki de onu öldürürdüm!” diye hiddetlendiğinde amcam sertçe yutkunmuştu. Oynadığı bu çirkin oyun kendi kızının ayağına da dolanabilirdi.

Gurur onu savurarak yere fırlattığında ayağa kalkıp yönünü Caner’e çevirdi. Parmaklarının arasında amcamın kanı akarken dişlerini gıcırdatarak delici gözlerle abime bakıyordu. Abim onun sert bakışlarını görünce başına gelecekleri çok iyi bildiği için yutkundu. Küçük bir çocuk gibi, “Baba!” diye feryat ederek babamın arkasına saklanmaya kalkıştı.

Ancak Gurur onun ensesini yakaladığı gibi Caner’i kendine doğru çevirdi ve kaburgalarına attığı yumrukla onu sersemletti. “Bugün baban bile seni benden kurtaramaz!”

Ne babam ne de ben, Caner’e yardım edecek hiçbir şey yapmadık. Normalde olsa Gurur’un onu hırpalamasına asla göz yummazdık ama canımıza kasteden birini savunacak değildik. Gurur’un ona attığı her yumruğu içimiz acıyarak izledik ama müdahale etmedik. Başlarına gelen her şeyi hak ediyorlardı. Nesibe, Yonca yenge ve Seçil ağlayarak bu olanları izliyorlardı ama kendi hayatlarını daha çok sevdikleri için araya girmeye çekiniyorlardı.

Gurur bu kadar kontrolden çıkmışken onu durdurmaya çalışmak büyük bir hata olurdu. Başımı çevirdiğimde Leyla’yla göz göze geldim. Gurur’un amcama ve abime yaptıkları onun keyfini yerine getirmişti. Leyla’yı mutlu eden asıl şey Gurur’un onları öldürmeden bırakmayacağıydı. Bu Gurur için bir onur meselesi olduğundan bugün abim ve amcamın hayatına son vereceğini Leyla iyi biliyordu.

Bu olduğunda iki aile arasındaki tüm ipler kopacaktı çünkü ne olursa olsun ailemizden birilerini öldüren birine sempati duyamazdık. Leyla’yı mutlu eden tek detay buydu. Şantajı bende işe yaramamıştı ama gerçeklerin ortaya çıkması da en çok onun işine yaramıştı. Caner ve amcamın ölümüyle Gurur’la dönülmez bir yola gireceğimizi bilmek ona büyük bir haz veriyordu.

Leyla’nın bilmediği şeyse henüz tüm kartlarımı oynamadığımdı. Gerçekten tüm bunları düşünmediğimi mi sanıyordu? Evinde bana şantaj yaparak beni manipüle etmeye çalışan bu kadına birazdan manipülenin nasıl bir şey olduğunu gösterecektim. Şu an için bir şey yapmıyordum çünkü Gurur’un tüm öfkesini boşaltmasını bekliyordum. Bugün burada ben bitti demeden hiçbir şey bitmeyecekti.

Gurur’un sert yumruklarından sonra Caner artık hareket etmekten zorlanıyordu. Yediği darbelerle yüzü gözü şişmiş, her yeri kan içindeydi. Gurur’un onun birkaç kemiğini kırdığı çok belliydi. Babam bunu görmemek için eğdiği başını hiç kaldırmamıştı ama ne yazık ki abimin acı dolu sayıklamalarına kulaklarını tıkayamıyordu. Onlar başına gelen her şeyi hak etmişti ve bunu yapmak Gurur’un en doğal hakkıydı çünkü Leyla’nın sahte ölümüyle o da çok şey yaşamıştı.

Yerde kanlar içinde bıraktığı Caner’in hareketleri yavaşladığında Gurur tüm gücüyle onun kaburgalarına sert bir tekme daha attı. Yüzüne sıçrayan kanlar onu çok korkunç gösteriyordu. Yeşil gözlerinde akan öfkeyle Caner’e baktığında nefes alışları düzensizdi. “Sen onun öz ve öz abisiydin lan!” diye bağırdığında gırtlağında çıkan hırıltılı kalın sesiyle avluyu inletti. Midem kasılmıştı. Caner’i kendi için değil, bana yaptıkları için bu hale getirmişti.

Gurur’un gözlerinin ardında oluşan derin acıyı bir tek ben görebildim. Sinirden sıktığı elleri titriyordu çünkü Caner’e bakarken aslında kendi abisi Şeref’i görüyordu. “Bir abi nasıl kardeşine karşı bu kadar vicdansız olabilir!” Bu isyanı Caner için miydi yoksa kendi abisi için mi, hiçbir zaman emin olamayacaktım. Onunla ortak yaralarımız vardı.

Gurur daha fazla dayanamayıp belindeki silahı çıkardığı gibi silahın emniyetini açtı. Namluyu Caner’e doğrulttuğunda çoktan gözünü karartmıştı. “Senin gibi şerefsizlere yeryüzü haram!”

Tam tetiğe basacaktı ki devreye girip, “Bunu yaparsan kana kan isterim!” diyerek başta Gurur olmak üzere buradaki herkesi afallattım. Şimdi tüm gözlerin hedefinde ben vardım.

“Farah sen ne saçmalıyorsun?” Annem çıldırmanın eşiğine gelmiş bir halde bana bakıyordu. Caner ve ailemizdeki diğer asalaklardan kurtulma fırsatı varken buna engel olmam onu delirtmişti.

Annem öne çıkıp tüm gazabıyla bana sesini yükseltirken her an elinden bir kaza çıkabilirdi. “Bu nankörler kızım ve kocamın canına kastetmiş ve sen hâlâ onları mı savunuyorsun?” Bir ayağını sertçe yere vurarak, “Kendine gel, Farah!” diye kızgınlıkla bağırdı. “Bu kadar aptallık senin için bile fazla!”

“Anne ben yakında babamın koltuğuna geçeceğim.” Gurur o tetiğe basacak diye diken üstünde dururken bir yandan da başta annem olmak üzere buradaki herkese açıklama yapıyordum.

“Caner, amcam ve Seçil’i öldürürse ben nasıl ona kocam derim? Daha kendi kanının hesabını soramayan bir kadına hangi lider saygı duyar!” Caner ve diğerlerine olacaklar artık hiç umurumda değildi, bu aşamada tek düşündüğüm kendi itibarımdı.

Ona engel olmaya kalkıştığım için Gurur sinirlenerek silahın ucunu Caner’in tam kalbine doğrulttu. Kızgın bakışları gözlerime saplandığında çenesini sıkmaktan yüzü seğiriyordu. “Sen bile bu siktiğim piçleri benden kurtaramazsın!”

“Bas o zaman o tetiğe!” Bende ona sesimi yükselttiğimde buradaki herkes karı kocanın birbiriyle restleşmesini soluksuz izliyordu. “Öldür onları ama şunu bil ki bunu yaparsan bende senin hanenden bir can alırım.”

Gurur’un gözlerinde beliren öfke, sebep olduğu şiddetin çok ötesindeydi. Yapacaklarının sonuçlarını düşünmeyecek kadar nevri dönmüştü. “Orada dur, Farah Hanım.” Herkesin içinde beni küçümsemeyi sorun etmedi. “Sen benim hanemden bir can alacak güçte değilsin!”

“Öyle mi dersin?” Elimdeki silahı kaldırıp namluyu tam kalbime bastırdığımda annemin dudaklarından bir çığlık kopmuştu. Etrafımdaki hengameyi umursayacak durumda değildim çünkü baktığım tek kişi Gurur’du. “Hatırlatayım bende senin hanendeyim.”

Büyük bir kararlılıkla gözlerinin içine bakıp tetiğe hafifçe baskı uyguladım. “Şimdi düşün bakalım, dökülen kana karşılık hanenden bir can alır mıyım yoksa alamaz mıyım?”

“Sikeyim, Farah!” diye gürlediğinde öfkesinin ardına saklanan korkuyu istese de benden saklayamıyordu. Bu tetiğe basarım diye ödü kopuyordu. Gözlerini göğsüme yasladığım silahtan ayırmazken daha şimdiden soğuk terler dökmeye başlamıştı. Sert bakışlarını silahtan çekip bana çıkardığında yüzündeki kılcal damarlar bile belirginleşmişti.

“Düşündüğün itibarınsa onu ben korurum, tek kelime edenin zürriyetini sikerim!” Sesi kalınlaştığında dişlerini sıkarak gıcırdattı. “Bu piçler için beni kendi hayatınla tehdit etmeyi bırak!”

Ona boyun eğmeyip bu konudaki dik duruşumu korudum. Korkusuzca karşısında dururken istediğimi ondan almaya kararlıydım. “Geri bas dedim, Gurur Kalender!” diyerek onu o silahı indirmeye zorladım. “Söylediğim gibi bugün bu hanenin reisi benim ve onların hükmünü de bir tek ben verebilirim. Ya kararımı bekle ya da o tetiğe bas!”

Gurur ağız dolusu küfrederken bir anlığına babama baktı. Tüm sinirini ondan çıkarmak ister gibi boştaki elini sıkıyordu. Parmak boğumları bembeyaz olduğunda yüzü öfkeden renkten renge giriyordu. “Bu ailenin reisi sen değil misin?” Babamla anlaşmak daha kolay olduğu için ona kızarak başıyla beni gösterdi. “Orada durup izleyeceğine kızına müdahale et!”

Bugün olanlar canını yeterince sıktığı için babamın kimseyle uğraşacak hali yoktu. Oğlu ve kardeşinin ihanetinden sonra ayakta duracak gücü bile olmadığı için bir an önce her şeyin bir karara bağlanmasını istiyordu. Gözlerinin kahvesinde beliren bir gurur ifadesiyle göğüs kafesini kabarttı. “Bugün liderde, ağa da Farah.” Gurur’a tersçe bakıp son derece ciddi bir sesle konuştu. “Şu anda karşında karın yok, bu ailenin reisi var. Biriyle uzlaşacaksan o ben değilim.”

Gurur inanamayan gözlerle babama bakarken bir kez daha yüz kızartıcı bir küfür savurdu. Kalbime yasladığım silahı babama gösterip, “Bırakalım öldürsün kendini o zaman!” diyerek silahının namlusunu daha kararlı bir şekilde Caner’e doğrulttu.

Babam onun bana olan düşkünlüğünü çok iyi bildiği için blöfünü yemedi. “Kendi hanesindekileri koruyamayan bir lider olacaksa zaten yaşamasın,” dediğinde hiç alınganlık yapmadım ya da ona kırılmadım çünkü bu sözlerde ciddi olmadığını biliyordum. Bunları söyleyerek Gurur’un bana olan duygularını test ettiğini anlamak zor değildi.

Babam son kurduğu cümleyle şimdi daha dikkatli bir şekilde Gurur’u izlemeye başlamıştı. Onun en küçük hareketini izliyor, sözlerine karşılık verdiği tüm tepkileri detaylıca inceliyordu. Babamın dudaklarından çıkan o sözlerle Gurur beyninden vurulmuşa dönmüştü. Saldırmaya hazır bir hayvanın vahşiliğiyle babama bakarken gözlerinin yeşili tehlikeli bir ifadeye büründü. Kesik kesik nefesler alırken sıktığı o yumruğu babamın suratına geçirmemek için kendini zor tutuyordu.

“Farah’tan nasıl bir lider olacağı sikimde bile değil ama bir şeyi çok iyi biliyorum.” Sıktığı dişlerinin arasından sözcükler can çekişir gibi çıkıyordu. Babama beni gösterdiğinde karısıyla gurur duyan bir adamın ifadesine sahipti. “Senden daha iyi bir lider olacağı kesin!” Geri adım atarak silahını indirdi ve bunu babama göstererek yaptı. “Çünkü onun dışında kimse bana bu silahı indirtemezdi!”

Ona boyun eğdirmemin hırsıyla Gurur başını çevirip ters bakışlarını doğrudan bana yöneltti. “Mademki son söz senin, o zaman indir o siktiğim silahı ve hükmünü ver hanım ağa!” Buradaki herkes birbiriyle göz göze gelmişti. Gurur’un son söyledikleri karısıyla değil de bu hanenin reisiyle konuşur gibiydi. Bunu doğrulayacak ciddiyette ve resmiyette konuşmuştu.

“Ne demek kararı o verecek!” Beklemediği bu gelişmeyle Leyla sinirlenerek öne çıktı. Her şey istediği gibi giderken ve Gurur’un gözünü kan bürümüşken onu durdurmamı beklemiyordu.

Bunun siniri ve hayal kırıklığıyla Gurur’un karşısına dikildi. “Bu insanlar beni zorla alıkoydu ve sen intikamımı almak yerine son sözü bu kıza mı bırakıyorsun?” O kadar sinirlenmişti ki neredeyse Gurur’un yakasına yapışacaktı. “Söz konusu onun abisi ve amcası, onları bağışlarsa buna göz mü yumacaksın!”

Leyla’nın üç yılda yaşadıklarını düşününce bu kadar sinirlenmekte hakkı vardı. Gurur’da benimle aynı fikirde olduğu için ona karşı anlayışlı olarak derin bir nefes aldı. “Önce Farah’ın ne karar vereceğini duyalım daha sonra bir şey yapılması gerekiyorsa gereğini ben yaparım.”

Bunları söyledikten sonra başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı. Yeşil gözlerinde oldukça tehditkâr bir ifade vardı. “Vereceğin karardan memnun kalmazsam burayı o piçlerin kanıyla yıkarım.” Bu konuda şakası olmadığını iyi biliyordum.

Leyla’yla sorunlarımın olması bir kadın olarak onun uğradığı bu haksızlığa göz yumacağım anlamına gelmiyordu. Onlara Caner, amcam ve Seçil’i gösterdim. “Onları öldürmemek şartıyla alabilirsiniz.” Bir konuda Gurur’dan ricacı olarak, “Lütfen önce hastaneye götürüp abim ve amcamı tedavi ettir,” dedim. “Kaçmasınlar diye kapılarına adam koyabilirsin. Tamamen iyileştiklerinde onları kimsenin bulamayacağı bir depoya kapat.”

Yavaşça Leyla’ya dönüp bezgin bakışlarımı onun kızgın suratına çıkardım. “Sana sunduğum adalet kısasa kısas. Seni öldürmediler bu yüzden sende onları öldüremezsin ama bunun dışında sana yaptıkları her şeyi yapmakta serbestsin. Üç yıl boyunca seni alıkoydularsa, onlarda üç yıl senin rehinen olacak. Sana ne işkence yaptılarsa aynısını onlara yapabilirsin. Seni aç bıraktılarsa aç bırak, canını yaktılarsa canlarını yak.” Tüm ailemin gözleri önünde bu kararı vermek benim için hiç kolay değildi ama doğru olan buydu. 

Kararımın doğruluğundan emin olmak için babama baktığımda omuzları düşmüştü. Canından çok sevdiği insanların savunulacak hiçbir yanı olmadığı için babam istese de onları koruyamıyordu. Adil bir lider olarak başını ağır ağır sallayarak verdiğim hükmü onayladı. “Götürün,” derken artık onlara bakmak bile istemiyordu. “Cezaları neyse çeksinler ama gözüm görmesin.” Yoksa dayanamazdı.

Onlar için verdiğim cezayı Gurur’da tatmin edici bulduğu için itiraz etmedi. Leyla’ya bakıp onun ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. “Bu karar senin için yeterli mi? Üç yıl boyunca onları alıkoyacağım ve sadece ben değil, sende onlara istediğin her şeyi yapabileceksin.”

Gurur’un yumruklarından sonra Caner bayılmıştı ama amcamın bilinci hâlâ açıktı. Kırılan kaburgalarına tutup yerde can çekişirken kustuğu kanların içinde, “Üç…Üç yıl mı?” diye fısıldadı. “Verdiğin hüküm bu mu, hanım ağa?” Son kısmı alay ederek söylerken Nesibe yenge onun yanına diz çökmüş, kocasının perişan hali için gözyaşı döküyordu. Fakat amcamın yarı baygın gözleri bir tek benim üzerimdeydi. “Se-senin adaletli biri olduğunu sanmıştım.”

Leyla bir konuda telaşlanarak hemen Ali’ye döndü. “Artık bu saçmalık bitsin, götürün onları.”

Ali ve birkaç adam yerdekilere doğru yürüdüğünde, “Durun!” dedim sert bir sesle. Leyla’nın aceleci hareketlerini çok şüpheli bulmuştum. Yürüyüp amcamın tepesine dikildim. “Verdiğim kararın adaletli olmadığını sana düşündüren nedir?”

“Tek taraflı bir yargıda bulundun!” Seçil burnundan soluyarak karşıma dikildi. Beden dili fazla agresifken eliyle bana Leyla’nın bulunduğu yönü gösterdi. “Sence bu kadın çok mu masum? Daha bizi dinlemeden hüküm veremezsin!” Amcam konuşacak halde olmadığı için onun yerine Seçil konuşuyordu.

Karşımda durup öfkeli gözlerle bana bakarken aklımı başıma almamı ister gibi sabırsızdı. “Onun tek lafıyla bizi düşürdüğün şu hallere bak! Bu kadın size her şeyi anlatmadı. Benim tek suçum Leyla’nın yaşadığını bilmekti eğer bu ölümcül bir suçsa…” Bir konuda açığımı yakalamış gibi gözleri şeytani bir ifadeyle parladı. Hemen ardından da canımı yakmak ister gibi bana Aksa’yı gösterdi. “O zaman o da ölmeli çünkü Aksa’da her şeyi biliyordu!” Anlamadım?

Bakışlarım hızla Aksa’yı bulduğunda elimde tuttuğum silah o kadar ağırlaşmıştı ki parmaklarımın arasından yere düştü. Parçalanan kalbim miydi yoksa bu çatırdayan ses ruhumdan mı geliyordu, bilmiyordum ama benim için günün en ağır darbesi buydu. Aksa’yla göz göze gelene kadar bir damla yaşın yanağımı ıslattığını bilmiyordum. O benim sadece kuzenim değildi ki, çocukluğumun sırdaşı, yalnızlığımın kimsesi ve hiç sahip olmadığım kardeşimdi.

Bana bunu yapmış olamazdı. “Bilmiyordun…” Başımı omzuma doğru büküp yalvaran gözlerle Aksa’ya baktım. “Bilmiyordun, değil mi?” Şu birkaç saniyede o kadar dağılmıştım ki sesim bile kırılgan ve titrek çıkıyordu. “Seçil’in yalan söylediğini söylersen sana inanırım.”

O bile beni sırtımdan vurmuş olamazdı.

Yorumlar