“Her konuda kaybetmeye o kadar alışmış ki yürek, kazanmanın nasıl bir his olduğunu bile bilmiyordum.”
Hayatımda çok fazla insan gelip geçti diyemezdim. Öyle çok fazla çevresi olan biri değildim çünkü kendimi geniş çevremden hep kısıtlamıştım. Her yerde bir arkadaşım yoktu, arkadaşımla buluşacağım, diyerek evden hiç çıkmamıştım. Aslına bakarsak birden fazla arkadaşa da hiç ihtiyacım olmamıştı çünkü Aksa’ya sahip olmak, dünyadaki tüm arkadaşlara sahip olmak gibiydi. O hiçbir zaman benim için sadece bir kuzen olmamıştı.
Daha ilk adımlarımızda birlikteydik. Aynı evin içine doğduğumuzda sanki kaderlerimiz birbirine mühürlenmişti. Ayrı ayrı değil, her şeyi birlikte yapmıştık. Aynı dönem ilkokula başlamış ve o ilk günün heyecanını, korkusunu birbirimizin varlığıyla göğüslemiştik. Her sabah birlikte evden çıkar ve günün sonunda okuldan dönerek birlikte bu eve gelirdik. Cezayı da ödülü de hep bölüşürdük.
Çocukluktan yetişkinliğe kadar her adımımızda birbirimizin yanındaydık. Sadece iyi günlerimizde değil, kötü günlerimizde de birbirimizden desteğimizi hiç eksik etmemiştik. Evlenmek üzereyken gelinliğinin eteklerini tutarak bir tek bana gelmiş ve ağlayarak benden yardım istemişti. O gün nedenini bile sormadan onu o düğünden kaçırmıştım. Başıma gelecekleri veya ailemin bana ne kadar kızacağını hiç düşünmemiş ve Aksa’yı oradan çıkarmıştım.
Yıllarca onu herkesten saklamış, ailesinden korumak için başka bir ülkeye bile göndermiştim. Babamın hesabıma yatırdığı paralara hiç dokunmamış, hepsini Aksa’ya göndermiştim. İstediğim tek şey onun mutlu ve güvende olmasıydı. Bilmem ne kadar farkındaydı ama geri döndüğünde bile ben ilk kanı Aksa için dökmüştüm.
Onu korumak için kendi amcama silah çekmiş ve Aksa için o tetiğe basmıştım. İnsanlar için yaptığım şeyleri dillendirmekten hoşlanmazdım ama şöyle bir gerçek var ki, ben Aksa için her şeyi yapmıştım. Bir babam, bir annem ve bir de Aksa için gözümü dahi kırmadan ölüme bile giderdim. Şimdi Seçil’in söyledikleriyle Aksa’ya bakıyor ve gerçekten bunu hak ettim mi, diye kendime soruyordum.
Leyla’nın yaşadığını biliyor muydu?
Ne Leyla ne de ailemdeki hainlerin ihaneti beni bu denli yıkmamıştı. Tüm gün herkese Haraf olmuşken konu Aksa olunca yine Farah’a dönüşmüştüm. Cesaret hırkam omuzlarımdan kayarak düştüğünde yüzüme taktığım o güçlü kadın maskesi paramparça olmuştu. Günün başında kimseye ağlamayan gözlerim, Aksa’nın kahve irisleriyle buluşunca yanaklarımı ıslattı. Bana bunu yapmamış olsun diye ne çok dua ettiğimi biliyor muydu?
Avludaki herkes sessizliğe gömülerek bizi izlerken ıslak gözlerimi kuzenimden ayırmıyordum. Bakışlarımız birbiriyle çarpıştığında ne o gözlerini kaçırdı ne de ben... Sanki bugünün er veya geç geleceğini biliyormuş gibi kendini buna hazırladığını görebiliyordum. İçim kıyılırken bakışlarımı gözlerinin en derinine kenetledim. Kuruyan dudaklarımı kıpırdatmak hiç kolay değildi.
Doğduğumuz ilk anda başlayıp yirmi beş yıl süren dostluğumuza değinerek ona sadece tek bir soru sordum. “Sende mi?”
Gözleri dolduğunda ona olan bakışlarım yüreğini sızlatmış gibi o dik duruşu yıkıldı. Beni uğrattığı hayal kırıklığının altında ezilerek yavaşça başını salladı. Aksa ciğeri beş para etmez ailesi gibi değildi, canını yaksa da yaptıklarının arkasında dururdu. “Bende…” derken sesi zayıf ve titrek çıkmış olabilirdi ama bakışlarını kaçırmadı. “Türkiye’ye döndüğüm gün Leyla’nın yaşadığını öğrendim.”
Bir anda kaburgalarımın arasında öyle bir acı nüksetti ki sanki biri göğüs kafesimi deşerek kalbimi söktü. “Yalan söylüyorsun.” Bu iki kelime bin bir zorlukla dudaklarımdan çıktığında yalvaran gözlerle ona bakıyordum. “Sen bana bunu yapmazsın.” Yapmamış ol.
Yenilgi içinde başını eğdiğinde yanaklarını ıslatan yaşları gördüm. “Yaptım Farah.”
Duyduklarıma inanamadım sanki bir anda ciğerlerime bir sis çöktü. Birkaç kez nefes aldım ama aldığım soluklar bile boğuktu. Ağzımın içine yayılan metalik tadı alana kadar dilimi ısırdığımı hiç fark etmemiştim. Dilimin ucuna kadar gelen kelimeleri yutmaya çalışırken kendi canımı yakıyordum. Bakışlarımdaki değişimi gördükçe Aksa’nın omuzları daha çok düşüyordu.
O güzel yüzü bir maskeyi andırırcasına çatladığında nemli gözleri bir ağıt gibi matemliydi. Herkes bizi izlerken dudaklarımı birbirine bastırarak suskunluğumu korudum. Bir şeyler söyleyerek canını yakmak istemedim ama bakışlarımda gördüğü şeyler benim yapmadığım her şeyi yapıyor ve canını misliyle yakıyordu. Kısa bir an gözlerini kaçırdı. Sanki artık bana bakmak bile onu incitiyordu.
Bir şeyleri kabullenmenin ağırlığıyla başını yavaşça sallayarak yeniden bana döndü. “Hüküm senin ya, benim için kesilecek bir cezan var mı?” Yerimde sendelediğimde arkaya doğru bir adım attım. Gözlerimin içine bakarak bunu bana gerçekten söyledi mi?
Titreyen elimi kaldırıp gözlerimdeki yaşı sildiğimde bir süre başımı yukarı kaldırdım. Derin derin nefesler alarak gözlerime akın eden yaşları orada tutmaya çalıştım. Kendimi toparlamam hiç kolay değildi, aslında toparlamış da değildim. Kimsenin yaptıkları için değil, Aksa’nın benden sakladıkları için daha sonra çok ağlayacaktım. Yalnız kaldığım ilk fırsatta omuzlarım sarsıla sarsıla ağlayıp darmadağın olacağımı biliyordum ama şu an için değil.
Yukarı kaldırdığım bakışlarımı eğerek yeniden gözlerimi onun can çekişen bakışlarına diktim. “Seninle yolumuz burada ayrılıyor, Aksa Atılgan.” Ona ne babasının soyadıyla hitap etmiştim ne de kocasının… Ayrılık anında bile ona duyduğum saygıyı korudum ve kendi için aldığı soyada atıfta bulunarak çıkış kapısını gösterdim. “Ne bir daha evime gel ne de bundan sonra karşıma çık.”
Fark ettiği şeyle gözünden süzülen birkaç damla yaşı durduramadı. Kahve gözleri yolunu yitirmiş bir kuş gibi etrafında geziniyor ama her defasında bende durarak kanatlarının çırpınışlarına son veriyordu. Titreyen dudaklarını güçlükle kıpırdatıp hüzünlü bir sesle tek bir şey söyledi. “Yani bir kez daha cezayı bölüşeceğiz, öyle mi?” Bu hükmün sadece ona verilen bir ceza olmadığını iyi biliyordu çünkü onu hayatımda çıkarmak kendime de verdiğim en büyük cezaydı.
Gitmeye hazırlandığı için gözleri bahçe kapısını buldu ama bir şeyi merak ederek bana döndü. Bunu yaparken ne kadar incindiğini benden saklayamıyordu. “Beni dinlemeyecek misin?” İçinde nükseden acıyı dağıtmak için dikkatini etrafındaki şeylere vermeye çalıştı ama gözlerini benden ayıramıyordu. “Böyle bir şeyi neden senden sakladığımı sormayacak mısın?”
“Sadece git.”
“Beni çok hızlı gözden çıkartıyorsun, Farah.” Titreyen sesi ağlamaklıydı hatta durmamı istercesine yalvarır gibiydi. “Bir yargıda bulunmadan önce beni dinlemeyecek misin?”
“Hayır,” derken kesin ve nettim. Tırnaklarımı bacaklarımın iki yanına geçirirken canım yana yana, “Dinlemeyeceğim sadece git ve bir daha karşıma çıkma,” dedim. Böyle önemli bir şeyi benden saklayan birinin açıklamasıyla ilgilenmiyordum çünkü söyleyeceği hiçbir şey onu haklı çıkartmayacaktı.
Aksa’nın her şeyi bana söylemek için çok fazla fırsatı olmuştu ama bunu yapmamıştı. O öyle tehditlere boyun eğen korkak bir kız değildi. Her konuda ailesine karşı çıkıyordu, yani babası onu susturmaya çalıştıysa bile ona itaat edecek biri değildi. Aksa tehdit edildiği için susmamıştı, bile isteye susmuştu. Bu kadarını anlayacak kadar onu tanıyordum. Bu yüzden açıklamasıyla ilgilenmiyordum. Bu sadece işleri daha çok zorlaştırırdı.
Ona söz hakkı tanımadığım için bunun kırgınlığıyla bakışlarını benden çekti. Akan gözyaşlarını hızlıca silerek önüne döndüğünde mağrur bir ifadesi vardı. “Mademki açıklamamla ilgilenmiyorsun, o zaman daha fazla uzatmanın lüzumu yok.”
İnsanların arasından hızlıca ilerlerken benim önümden geçmeden önce durdu ve omzunun üzerinden kısa bir an bana baktı. “Beni bu kadar hızlı gözden çıkartan biriyle benim de bir işim olmaz.” Kırgınlığını öfkeye dönüştürerek kaşlarını çattı. “Aynı şeyler senin için de geçerli,” diyerek başını hızlıca salladı. “Bundan sonra ne evimin eşiğinden içeri gir ne de karşıma çık.” Hâlâ kendini haklı görmesine inanamadım.
Bunları söyledikten sonra önümden geçip gitti. Bizi tamamen arkasından bırakmadan önce Leyla’nın karşısında durdu. Aksa buz gibi gözlerle ona bakarken neyin peşinde olduğunu anlayamıyordum. Bir süre sadece Leyla’ya bakmakla yetindi ancak daha sonra elini kaldırıp Leyla’nın suratına sert bir tokat attı. Herkes anlamaz gözlerle birbirine bakıyordu. Bunu neden yapmıştı?
Tokadının şiddeti avluda yankılandığında Aksa iğneleyici bir ifadeyle Leyla’nın kızaran yanağına baktı. “ Neden sana vurduğumu sormadığına göre nedenini zaten biliyorsun.” İkisinin arasında benim bilmediğim ne geçmişti?
Leyla yüzüne dağılan saçlarının arasında onu izlerken ondan hesap bile sormadı. Bu tokadı hak etmiş gibi tek kelime etmemişti. Aksa kızgın gözlerle onu izlerken buruk bir şekilde güldü. “Benden üç yılımı çaldın ve bir de buraya gelmiş senden çalınan üç yılın hesabını mı soruyorsun?” Yeniden güldüğünde gülüşü saf acıdan oluşuyordu. “İlahi adalet denen bir şey var, Leyla Mahlaz! Karmam peşini bırakır mı sandın?”
Şaşırtıcı olansa Leyla’nın gözlerinin dolmasıydı. Döndüğünden beri herkesin canını yakarken zerre kadar üzüntü duymamıştı ama Aksa’yı karşısında bulunca gözleri doldu. Evinde bana tüm o şeyleri söylerken bile Leyla fazla acımasız ve her yaptığından haklıymış gibi davranmıştı. Ancak konu Aksa olunca herkesi şaşırtacak kadar pişman ve suçlu görünüyordu. “Üzgünüm,” derken sanki Aksa’nın yüzüne bakmaya bile utanıyordu. “Sana yaşattığım her şey için…”
“Üzgün müsün?” Aksa artık yalandan bile olsa gülmüyordu. “Peki, bu neyi değiştirecek?”
Ona kendini gösterdiğinde Aksa bile dönüştüğü kişiden artık nefret ediyormuş gibi görünüyordu. “Beni getirdiğiniz şu hale bak, artık sizin yüzünüzden kimseye güvenmiyorum. En mutlu günümde ihanetle kirlettiğiniz o gelinliği bir daha kimse için giymeyeceğim!” Bu sözlerle ne demek istediğini anlayamıyordum.
Aksa birkaç adım gerileyerek Leyla’dan uzaklaştı ve ikisinin arasına biraz mesafe koydu. Bu hareketi elinden bir kaza çıkmasın diye yaptığı bir şeymiş gibi geldi. “Üzerinde ahım var, Leyla,” diye fısıldadı kısık bir sesle. Hemen ardından ona Gurur’u gösterdi. “Sende sevdiğin adamla mutlu olamayacaksın.” Leyla’nın gözlerinde bir damla yaş süzüldüğünde sanki Aksa’nın her sözü tokat gibi yüzüne çarpıyordu.
Aksa yılgın bir boş vermişlikle son kez ona bakıp, “Bu saatten sonra sana ne desem bir anlamı yok,” diyerek başını iki yana salladı. “Allah’ından bul, sende yaşattığını yaşa,” dedikten sonra hepimize sırtını dönüp kapıya yürüdü. Sadece dakikalar içinde bahçe kapısından çıkıp gitmişti. Neler oluyordu?
Bir tek ben ve Gurur onun arkasından uzun uzun bakmıştık. Ben kaybettiğim dostumun kederiyle Aksa’nın gidişini izledim, Gurur ise sanki yeni fark ettiği bir gerçekle. Emin değilim ama Aksa’yla ortak bir acılarının olduğunu yeni anlamış gibi uzun süre onun arkasından bakmıştı. Daha sonra Ali’ye dönüp, “Peşinden git,” diyerek iç çekti. “Onun güvende olduğundan emin ol.”
Ali hemen arabasına doğru yürüyünce şimdilik Aksa’yla ilgili şeyleri rafa kaldırdım. Henüz buradaki işim bitmediği için sinirli bakışlarımı Seçil’e çıkardım. “Leyla hakkında bilmem gereken başka bir şey var mı?” Konu Leyla’yken Aksa’yı öne sürerek canımı yaktığı için ondan nefret ediyordum. Böyle bir zamanda bile Seçil’in tek derdi ben ve Aksa’ydık.
Seçil’in söyleyecekleri henüz bitmemiş olacak ki iğneleyici bakışlarıyla Leyla’ya soğuk terler döktürmeye başladı. “Gerçekten çok sinsisin. Gurur’un bizimkileri konuşturmadan işlerini bitireceğinden çok emin olduğun için gerçekleri çarpıttın.” Eğer Gurur’a engel olmasaydım bu olacaktı da. Abim ve amcamı öldürmesine son anda engel olmuştum.
Seçil ona bakmayı bırakıp bana döndü çünkü şu anda tüm karar bana aitti. Onları bir tek benim kurtaracağımı düşünerek bana Leyla’yı gösterdi. “Onun söylediği gibi üç yıl alıkonulmadı.” Leyla gergince kıpırdandığında Seçil başını iki yana salladı. “Babam ve Caner’in onu kirli bir tuzağa alet ettiği doğru ama tüm gerçek bundan ibaret değil.”
Gurur yerinde dikleşerek ona doğru bir adım attı. “Ne demek istiyorsun?”
Seçil şeytani bakışlarını Leyla’nın gergin suratına dikip onun kıvranışlarından zevk almaya başladı. “O yangında Leyla’yı çıkartan babamın adamlarıymış. Normalde Leyla’nın o geceden sağ çıkmaması gerekiyormuş, amaçları onu öldürerek iki aileyi birbirine düşürmekmiş. Ancak Leyla ölmemiş, belki daha sonra işlerine yarar diye onu bir hastanede tedavi ettirmişler.” Amcama baktığımda Seçil’in sözlerini doğrulamak ister gibi başını salladı.
Amcam yerde kanlar içinde kıvranırken güçlükle dudaklarını kıpırdatıp, “Kaç…Kaçtı,” diyebildi. “Tedavisinden sonra elimizden kaçtı ve uzun süre izini kaybettirdi.”
Amcam yeniden kan kusarak inlediğinde onun bıraktığı yerden Seçil devam etti. Leyla’nın gerçek yüzünü Gurur’a göstermek ister gibi artık bir tek Gurur’a bakıyordu. “Tam iki yıl ve altı ay Leyla özgürdü,” diyerek hepimizi bozguna uğrattı. Anlamadım?
Buradaki herkesten bir hayret nidası döküldüğünde Seçil konuşmayı sürdürdü. “Bu sürede kimsenin tutsağı değildi, sana gelebilirdi ama bunu yapmadı.” Ne demek oluyordu bu? Leyla bize söylediği gibi üç yıl boyunca alıkonulmadı mı?
Gurur kaskatı kesildiğinde şu an için tepkisizdi ancak gözlerinde yıldırımlar çakıyordu. Öldü sandığı nişanlısı iki buçuk yıl izini kaybettirmişti ve bir anda ortaya çıkıp herkesten hesap soruyordu. Bir insan gerçekten bu kadar arsız ve pişkin olabilir miydi? Seçil’in söylediklerini yalanlaması için Leyla’ya baktığımda ter içinde kaldığını gördüm. Gerçek anlamda soğuk terler döktüğü için alnında biriken ter damlacıklarını görebiliyordum.
“Altı ay önce Leyla’yı tesadüfen bir alışveriş merkezinde gördüm,” diyen Seçil eteğindeki tüm taşları dökmeye kararlıydı. “O esnada yanımda babam da vardı. Ben ölü sandığım birinin şaşkınlığını yaşarken babam onu takip ettirip kıskıvrak yakalattı. Babam ve Caner’in ne işler karıştırdığından o gün haberim oldu.” Ortalığı yeterince karıştırmamış gibi Seçil rahatça omuz silkti. “Zaten kısa süre sonra Aksa’da her şeyi örendi.”
Amcam bu yüzden onu öldürmeye kalkışmıştı çünkü küçük kızı Seçil gibi değildi. Onu iki tatlı sözle susturamazdı. Aksa’nın her şeyi anlatması işine gelmezdi çünkü gerçekler ortaya çıkarsa amcam ve Caner’in akıbeti iyi olmazdı. Kendi canı için kızını öldürmeye kalkışmıştı. O gün parkta ona engel olmasaydım bunu yapacaktı da. Olayı namus davasına bağlayıp Aksa’dan kurtulacaktı.
Ancak ben buna izin vermemiştim ve tuhaf bir şekilde Aksa’da susarak onun ekmeğine yağ sürmüştü. Emin değilim ama babasını ve ailesini korumak için bile susmuş olabilirdi. Sonuçta ne kadar kötü olurlarsa olsunlar onlar Aksa’nın ailesiydi ve et tırnaktan ayrılmazdı. Ailesini koruyarak bana ihanet ettiğine inanmak istemiyordum ama tüm oklar bunu gösteriyordu.
Seçil artık bu işi sonlandırarak yeniden konuştu ve bunu yaparken sinir bozucu bir şekilde hâlâ Gurur’a bakıyordu. “Leyla sadece son altı ay tutsaktı. O süreçte dışarıdaki dünyayla iletişimini kesmek dışında kimse ona zarar vermedi. Leyla geri dönüp herkese gerçeği anlatırsa babam ve Caner’in başı belaya girerdi. Bu yüzden onu hapsetmekten başka çareleri yoktu.”
Seçil doğrudan Leyla’nın gözlerinin içine bakıp, “Bu kadın size ne anlattı, bilmiyorum ama işkence görmedi ya da kimsenin hakaretine maruz kalmadı,” dedi. “Onu alıkoymak dışında en küçük bir zarar vermediler.” Seçil konuşmayı bıraktığında artık herkesin kuşku dolu bakışları Leyla’nın üzerindeydi.
Söylediği yalanların ayağına dolanmasını beklemediği için bu durum karşısında ikinci bir planı yoktu. Gurur buradayken gerçeklerin ortaya çıkması tüm planlarını altüst etmiş ve onu hüsrana uğratmıştı. Ancak garip bir şekilde gözlerinde kendi haklılığını savunan mağdur ve mağrur bir ifade vardı. Tüm hikâye bundan ibaret değilmiş gibi bakıyordu. İçimden bir ses Leyla’nın ortadan kaybolmasının çok önemli bir nedeni olduğunu söylüyordu.
Bunun için sağlam bir nedeni olduğuna emindim çünkü durduk yere kimse kurulu düzenini bırakıp kayıplara karışmazdı. Düğün arifesinde başına gelen trajedi ortada kaybolması için yeterli bir neden değildi, bunlar hep hayatında olan şeylerdi. Gurur gibi biriyle on bir yılını geçirdiyse eminim hayatının birçok alanında silahlar ve kaos vardır. Abim ve amcamın onu öldürmeye kalkışmasıyla korkup ortalarda kaybolacağını sanmıyordum.
Buradaki sessizlik bir anda derinleştiğinde rüzgârın uğultusu suskunluğumuzu bölen tek şeydi. Gurur hiçbir şey söylemeden cansız gözlerle Leyla’ya bakarken yüz ifadesi donuk ve hissizdi. Seçil’in söylediklerinin doğruluğunu sorgularken bakışlarını Leyla’dan çekmiyordu. Şu zamana kadar Leyla’nın öldüğünü düşündüğü için hepimizin hayatının içinden geçmişti.
Ancak yakın zamanda Leyla’nın yaşadığını öğrenmişti ve az önce bir şey daha öğrendi. Leyla’nın ona gelmesi için önünde hiçbir engeli yokmuş ama bunu yapmamıştı. Bir yerlerde saklanarak yokluğuyla hepimizin hayatının altüst olmasını izlemiş. Gurur tüm bunları ve daha fazlasını düşünerek Leyla’yı izlerken hepimizi endişelendirmeye başlamıştı. “Doğru mu bunlar?” Herhangi bir tepki vermeden önce Seçil’in sözlerini onaylatma ihtiyacı duyuyordu.
Leyla’nın yüzü solduğunda yanaklarındaki tüm kan çekilmişti. Alnının kenarında beliren ince ter damlası yavaşça aşağıya doğru süzülürken, “Doğru,” diyerek bizi şoke etti. Bunu bu kadar kolay kabullenmesini beklemiyordum.
Gurur’un sert bakışları bir bıçak gibi keskinleşip ona saplandığında bile Leyla gözlerini kaçırmadı. Dediğim gibi haklılığını savunan bir kadının gözlerine sahipti ancak Gurur onun bakışlarındaki anlamı görecek durumda değildi. “Ne dedin sen?” diye sorarken sesi buz gibi çıkmıştı. “Ne demek doğru?”
Çatık kaşlarının arasındaki çizgiler belirginleştiğinde sinirlenerek dişlerini sıktı. “Sen ne söylediğinin farkında mısın?”
Leyla herkesin içinde onunla bu konuşmayı yapmanın gerginliğini yaşadığı için elleri titriyordu. Sanki vücudundaki zehir dışarı çıkmak için parmak uçlarına akın ediyordu. Gurur onun sessizliğine bir anlam veremiyordu çünkü elle tutulur bir şeyler duymaya ihtiyacı vardı. Yüzündeki kaslar birbirine girdiğinde öfkesine hâkim olmaya çalıştı. “Ben burada başta kendim olmak üzere herkesin hayatını becerirken sen bir yerlerde saklanıyor muydun?”
Aniden sesini yükselterek Leyla’ya doğru bir adım attı. “Ne sikime döndün lan o zaman!” diye bağırdığında gür sesi yüzünden irkilerek babamın kolunun altına sokuldum. Babam yüksek seslere olan zaafımı bildiği için hemen beni göğsüne çekmişti.
Gurur kendini kontrol altında tutmak için ona bir kol mesafesinde durdu. Sıktığı çenesi kasılırken sinirden şakakları hafifçe seğiriyordu. “Madem benden kaçıp kendine bir hayat kurdun, o zaman niye döndün!” Gidişine mi kızgındı yoksa dönüşüne mi, bir türlü anlayamıyordum. Belki de ikisine birden…
Gurur bir şeyi anlamaya can atarak kıvranan bakışlarını Leyla’nın gözlerine kenetledi. “Neden?” Soğuk sesi neredeyse fısıltıyla çıkmıştı. “Bunca zaman neden geri dönmedin? Daha dün nasıl evlenirsin diye, benden hesap soruyordun. Buna sen sebep olmuşken nasıl gözlerime bakarak beni suçlayabildin?”
Nefes alışları hızlandığında nasıl bir saçmalığın içine düştüğünü o bile anlamıyordu. “Hastaneden çıkınca doğruca bana gelseydin sence Farah’la evlenir miydim!” Son söyledikleri benim açımdan can yakıcıydı ama haklıydı.
Leyla kurtulur kurtulmaz Gurur’a gelseydi tüm bunlar hiç yaşanmazdı. Yaşadıklarımı göz önünde bulundurunca bir yanım keşke gelseydi diyordu ama zamanla Gurur’a sırılsıklam âşık olan yanım, iyi ki gelmemiş diyordu.
Leyla’nın gözlerinden yaşlar süzülürken biraz geriledi ama istese de Gurur’dan çok uzaklaşamadı. “Sana gelemezdim.” Sesi titrerken eli istemsizce karnına uzanmıştı ama Gurur bunu görecek durumda değildi. “Gelmemek için çok haklı bir sebebim vardı.” Bunları söylerken neden karnına tutuyordu?
“Nasıl bir sebep bana gelmen için seni durdurdu?” Gurur’un yüzü sertleşirken öfkeli bakışları alaycı bir ifadeye büründü. Ona kendisini göstererek gözlerinin en derinine baktı. “Yoksa benden mi korktun?” Bunları sorarken alay ediyordu ama tüm o alaycılığının içinde acı çeken bir adam vardı.
“Sana zarar vereceğimi falan mı düşündün? Peki, bunu hiç yaptım mı?” Leyla ıslak gözlerle başını iki yana salladığında Gurur kaşlarını çatıp, “O zaman neden!” diye bağırdı. Yaşadığı hayal kırıklığı öfkesiyle bütünleştiğinde parmaklarını sertçe saçlarının arasına daldırdı. Sinirden saçlarının her bir tutamını dağıtarak kesik kesik nefesler almaya başlamıştı.
“Hayatımı siktin lan! Varlığınla da yokluğunla da bunu çok güzel yaptın!” Susup Leyla’ya baktığında sesi kısıldı ve kaşları hafifçe büküldü. “Seni tanıdığım güne lanet olsun!”
Leyla hıçkırdığında bir anlığına Gurur’u susturmak için öne doğru bir adım attı ama adımlarının devamını getiremedi. Bal sarısı gözlerinde yakalanmanın paniği değil, Gurur’a yaşattıklarının vicdanı vardı. Leyla hakkında yanılmışım, tamamen umutsuz ve vicdansız biri değilmiş. Aksa’nın karşısında olduğu gibi Leyla’nın da suçluluk duyduğu ve vicdanını sızlatan bir şeyler vardı. Tüm insanlığını tamamen yitirmediğini görmek iyi bir şeydi.
“Gelemezdim, Gurur.” Bedeni titrerken gözlerinden süzülen yaşlarla bir kez daha elini karnına bastırdı. “O dönem senin karanlık dünyandan korumam gereken biri daha vardı.” Gözyaşları gözlerine buruk bir parıltı katarken, “Senden bir parça…” diye fısıldadı. “Hamileydim.”
Hamile miydi?
Tüm vücudum cılız bir mum gibi titrediğinde babama daha çok tutundum. Babam şu anda ne hissettiğimi çok iyi bildiği için omzumun üzerine attığı kolu sıkıca beni tutuyordu. Leyla, Gurur’dan hamile mi kalmıştı? Hamileyim değil, hamileydim demişti. Geçmiş zaman eki kullanması yürek burkuyordu. Yoksa bebeğini kaybetti mi? Biliyorum biraz bencilce ama keşke bundan Gurur’a hiç bahsetmeseydi çünkü Gurur bir çocuğun hayaliyle yanıp tutuşuyordu.
Gurur’a baktığımda yüzünde bir donukluk olduğunu gördüm ama sonra ifadesi yavaş yavaş çözüldü ve içten kırılması tüm yüzüne yayıldı. Bir umut etrafına baktı, sanki birini arar gibiydi. Leyla’nın cümlesindeki geçmiş zaman ekini fark etmediği için sadece hamile olduğunu söylediği kısmı anlamıştı. Sabırsız bakışları bir bebeğin varlığını arar gibi etrafında gezindiğinde Leyla’nın dudaklarından bir hıçkırık kopmuştu.
“Doğumdan hemen önce onu kaybettim.” Leyla’nın gözbebekleri titrediğinde dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini yumdu. “Nişanlanmadan önce hamile olduğumu öğrenmiştim.” Kirpiklerini araladığında gözlerinde gördüğüm matemle aradan geçen zamanın bile ona bu kaybı unutturmadığını anladım. İçten içe hâlâ bebeğinin yasını tutuyordu.
“Sana söylemek için düğün gecemizi bekliyordum.” Bir kez daha parmakları istemsizce karnının üzerinde gezindi. “Sana sürpriz yapacaktım.”
Gözlerinin can alıcı rengi matlaştığında artık o gözlerde acı ve keder dışında hiçbir şey yoktu. “Başıma gelenler bile bebeğimizi benden kopartamamıştı, bir şekilde hayata tutunacak kadar güçlüydü.”
Geçmişin yaraları bir bir gün yüzüne çıkarken Leyla’nın gözlerinden akan yaşlar sanki benim içimi yakıyordu. Onunla aramızda ne geçerse geçsin, acısından zevk alacak biri değildim. “O yangına rağmen yeniden hayata dönmüştüm ve bebeğimde benimleydi.”
Gurur’dan özür diler gibi bakarken başını omzuna doğru eğdi. “Son olanlardan sonra geri dönmeye cesaretim yoktu çünkü ona çok hızlı bağlanmıştım. Onu senden değil, karanlık dünyandan korumak istedim.” Bir annenin koruma içgüdüsüyle hareket ettiği için kimse onu suçlayamazdı. Onun yerinde ben olsaydım belki bende aynı şeyleri yapardım.
Leyla söyledikleriyle Gurur’a nasıl bir darbe vurduğunu bilmeden elini daha çok karnını bastırdı. Sanki oradaki eski şişkinliği yeniden arıyordu. “Aylarca her gün onunla konuştum. Beni duyup duymaması hiç önemli değildi, onunla tek taraflı yaptığım sohbetler bile hoşuma gidiyordu.”
Sırların ağırlığıyla Leyla’nın dudakları aralandığında gözyaşları bir an olsun kesilmiyordu. “Bir kızımız olacaktı…” Gurur sertçe yutkundu. Yeşil hareleri puslandığında tüm vücudu kaskatıydı. Hep özlemini çektiği çocuğa sahip olmadan onu kaybetmişti.
Leyla parçalanmak üzere olan bir camın kırılganlığıyla elini karnında çektiğinde bu sefer onun karnına bakan Gurur’du. Kaybettiği kızından küçük bir iz bulmak ister gibi hüzünlü gözlerini Leyla’nın düz karnından ayırmıyordu. “Odası bile hazırdı, her gün onun için yeni bir şey alıyordum. Çoğu zaman sana gelip baba olacağını söylemeyi her şeyden çok istedim ama yapamadım.”
Başını iki yana salladığında saçlarının bir kısmı ıslak yanaklarına yapıştı. “Senin dünyan çok tehlikeliydi, ben sadece çocuğumu tüm tehlikelerden korumak istedim.” Onunla empati yapınca bile onun adına üzülüyor ve ister istemez bu konuda ona hak veriyordum. Hiç anne olmamıştım ama bir annenin çocuğu için her şeyi yapacağını biliyordum.
“Doğuma sadece bir hafta kalmıştı.” Leyla kesik kesik ağlarken ne bakışlarında ne de titreyen sesinde en küçük bir yalan bulamadım. O rol yapmıyordu, gerçekten acı çekiyordu. “Bir gece ansızın kanamam başladı, ne olduğunu bile anlamadan her şey son buldu.”
Hıçkırmamak için kendini zor tutarken o günleri yeniden yaşıyormuş gibi vücudu tir tir titriyordu. “Hastaneye gittiğimde her şey için çok geç kalınmıştı.”
Bir süre susarak Gurur’un gözlerinin içine baktı ama daha sonra tüm kontrolünü kaybetti ve yeniden hıçkırıklarla ağlamaya başladı. “Ben bebeğimi doğurdum ama ölüsünü…” Her hıçkırıkla omuzları sarsılırken bedenindeki tüm güç çekilmiş gibi dizlerinin üzerine düşmüştü. Bir an yanına gitmeyi istedim ama babam beni daha sert tutarak buna izin vermedi.
Diz kapakları sertçe yere değerken Leyla başını eğip bebeğinin kaybına gözyaşı döktü. “Tüm o sancıyı ve acıyı çektim ama kucağıma ağlayan bir bebek vermediler. Ölü bebeğimi göğsüme bastırırken orada ağlayan bir tek bendim.” Gözlerimden taşan birkaç damla yaşı durduracak hiçbir şey yapamadım. Leyla’nın o doğumda yaşadıklarını hayal edince bile çok üzülüyordum.
“Bebeğimin kaybı o kadar ağırdı ki girdiğim bunalım yüzünden neredeyse aklımı kaçıracaktım.” Tüm bunları tek başına göğüslemek zorunda kalmanın azabıyla başını kaldırdı.
Dağınık saçlarının arasından Gurur’a bakarken o kadar kırılgan görünüyordu ki insan ona bakmaya bile çekiniyordu. “Kendimi toparlayıp eskiye dönmek için her yolu denedim hem de her yolu… Ne yaptırdığım estetikler bana yeni bir benlik kazandırdı, ne de sık sık seyahat etmem bana yaşadıklarımı unutturabildi.” Yaşadığı ağır depresyondan kurtulmak için her şeyi denemişti. Bu tür ağır bunalımlarda insan önce kendini değiştirmeye çalışırdı, sonra da etrafındaki her şeyi…
Leyla kendini zorlayarak ayağa kalktığında dokunsak tekrar düşecek gibi duruyordu. Güçlükle Gurur’un karşısında durup ağlamaklı bakan ıslak gözlerini ona dikti. “Eğer bana inanmıyorsan kontrole gittiğim tüm hastane kayıtlarını, doktorlar ve doğumdan sonra gittiğim psikologların adresini verebilirim.” Gurur’u bilmem ama ben onun böyle bir konuda yalan söylediğini düşünmüyordum çünkü acısı gerçekti.
Aklına gelenlerle Leyla’nın dudaklarından boğuk bir ses çıktı. “Hâlâ inanmazsan bebeğimizin ultrason fotoğraflarını sana gösterebilirim.” Eli son kez karnına uzandığında kaşları acıklı bir ifadeyle bükülmüştü. “Ya da karnımdaki çatlakları…”
“Benim bir kızım mı olacaktı?” Gurur’un sesi ilk anda buruktu ama sonda histerik bir notaya geçti. İçten gelen bir acı, bir boşluk ve bir kayıp… Dudaklarından çıkan o tek cümle, insanın kursağına dizilmiş bir taş gibi öldürücüydü. Her hecesi ağır, zor ve sarsıcıydı.
Yeşil gözleri kırık bir acıyla Leyla’nın karnında takılı kalmıştı. Hep arzuladığı bir şeyin ardından kalan boşluğu izler gibi hisliydi. Yanındaki eli havalandığında sadece bir anlığına Leyla’ya doğru bir adım atmıştı. Bunu istemsizce yapmıştı. Sanki hâlâ orada bir bebek varmış gibi Leyla’nın karnına dokunmak istemişti ama gerçekler tüm çıplaklığıyla aklına geldiğinde adımları durdu, eli yan tarafına düştü.
Yeşil gözlerini hafifçe titreten bir buğuyla bakışlarını Leyla’ya kenetledi. “Sen çok acımasız bir kadınsın.” Gurur sustuğunda bir anda tüm sesler yeniden kesildi ama onun vücudunda bir şeylerin çarpma sesi gibi şiddetli bir ürperti geçmişti.
Leyla’nın gözlerinin içine baktığında Gurur’u daha önce hiç bu kadar yıkılmış görmemiştim. “Bana kızımın varlığını ve yokluğunu aynı anda söyleyecek kadar acımasızsın.” Bir çocuğu olacağını ve onun öldüğünü aynı saniyeler içinde öğrenmişti. En acısı da artık ortada bile olmayan çocuğuna ölüm kelimesini yakıştıramadığı için yokluğu demişti.
Leyla titreyen bir sesle, “Gurur-“ demişti ki onu susturarak başını hafifçe eğdi. Sanki dolan gözlerini saklamaya çalışıyordu. “Onu hiç görmedim, Leyla.” Nemli gözbebekleri, düştüğü karanlığın içinde yolunu bulmaya çalışan bir kuş gibi titriyordu. “Her geçen günle karnında nasıl büyüdüğüne hiç tanık olmadım.”
Ondan alınan tüm haklarının hesabını sorar gibi Leyla’ya bakarken yüzü saf bir acıyla kasılıyordu. Burnundan birkaç kez derin nefesler aldı fakat göğüs kafesi yay gibi gergindi. “Elimi karnında gezdirip kızımın tekme atışlarını hissedemedim.” Parmak uçları bir ihtiyaç içinde kıvrandığında iki yanında duran ellerini sımsıkı sıkmıştı.
Tırnaklarını avuçlarının içine geçirecek bir şiddette ellerini yumruk yapmıştı. “Bir hastane odasında bile olsa onun kalp atışlarını hiç duyamadım.” Dudaklarının kenarı çatladığında gözlerinde oluşan yoğun acıyla başı biraz daha önüne düştü. “Bir yerlerde kızım benden uzak, senin karnında büyürken ben burada ondan habersiz yaşadım lan!”
Dünyanın tüm ağırlığı omuzlarına binmiş gibi geniş omuzları aşağı doğru kayarken, “Ne varlığına şükredebildim ne de gidişiyle yasını tutabildim,” diye fısıldadı. “Bana bunu nasıl yaptın?”
Başını omzuna doğru eğip hayrete düşmüş gözlerle Leyla’yı izliyordu. Yüzündeki şaşkınlık kaderin hazin kıyısına çarparak parçalanıyordu. “Ulan ben sana ne yaptım da bu kadarını bana reva gördün!” Bir çocuk hasretiyle yanıp tutuşan bir adama yapılmaması gereken tek şey buydu.
Gurur’un ne hale geldiğini görünce Leyla ona hiçbir şey diyemedi. Kendini savunacak bir şeyi olmadığı için sadece ağlamayı sürdürdü. Gurur iki büyük adım atarak onun tam karşısına dikildi. Şimdi kaşları çatık, ifadesi daha sertti. “Doğsaydı onu bana hiç göstermeyecek miydin?” Çenesini sıkarken bunun ihtimali bile onu çıldırtıyordu.
Leyla bir an gözlerini yumduğunda kirpiklerinin arasından süzülen yaşlar daha çok yanağını ıslattı. Gözlerini kapayınca Gurur’un sert bakışlarından kaçamayacağını anlayınca derin bir nefesle kirpiklerini araladı. “Bilmiyorum.” Kızını sana getirecektim diye yalan söylemek yerine ona karşı dürüst oldu. “Bilmiyorum, Gurur çünkü tek düşündüğüm onu güvende tutmaktı ve senin dünyan onun için çok tehlikeliydi.”
“Kızım için siktiğim dünyasını ardımda bırakırdım!” Bedeninde biriken tüm öfke gür bir haykırışa dönüştüğünde, her an ciddi bir kriz geçirir diye endişelendim.
Gurur’un gözlerine kavurucu bir ateş düştüğünde Leyla’ya olan bakışları sertti. Bir delilik yapmamak için yumruklarını sıkarken kaşları çatılmıştı. “Bir çocuk için nelerden vazgeçeceğimi çok iyi biliyordun!”
Gurur’a karşı duyduğu suçluluktan dolayı Leyla’nın kıvranışları arttı. Bir şeyler söylemek için ağzını açtı ama tek kelime edemeyince yeniden kapadı. Sonra da kelimeler fütursuzca dudaklarından fırladı. “Senin şu anda hissettiğin şeylerin daha fazlasını yaşadım. Bunun üstesinden gelemeyince sana döndüm, Gurur.” Islak gözlerle ona yalvararak yeni bir şans istedi. “En başta başlayabiliriz, belki yeniden bir çocuğumuz olur.”
Leyla’nın son söyledikleriyle Gurur’un nevri dönmüştü. Karşısındaki kadının arsızlığı ve yersiz çırpınışları onu delirtiyordu. “Beni sana bağlayacak tek şey o çocuktu ve sen onu benden uzaklaştırarak kaybettin!” Şu anda canı o kadar çok yanıyordu ki olanlar için suçlayacak birilerini arıyordu ve tek muhatabı Leyla’ydı.
Bu yüzden Gurur onu suçlayarak dişlerini sıktı. “Benim bir çocuğum olacaksa bile senden değil…” Başıyla beni gösterdiğinde sözleri net, bakışları fazla kararlıydı. “Karımdan olacak!” Bunu söyleyiş şekliyle nefes alışlarım hızlanmıştı.
Gurur onun üzerine eğildiğinde sinirden hızlı hızlı nefesler alıyordu. Çatık kaşlarının altında Leyla’ya bakarken dişlerinin arasından, “Seninle işim bitti!” dedi gür ve tok bir sesle. “Çocuğumu benden kaçırmaya çalışan bir kadınla işim bitti! Oturduğun ev sende kalabilir ama bundan sonra sende herkes gibi çalışıp ihtiyaçlarını karşılayacaksın!”
Ona verdiği ceza buymuş gibi tüm para akışını kestiğini belirterek, “Bundan sonra benden bir kuruş bile alamayacaksın!” diye bağırdı. “Adamalarımı da kapında çekiyorum, artık sana ne olduğu sikimde bile değil!”
Gurur onunla olan tüm irtibatını kopardığında Leyla sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Gurur’u durdurmaya yeltendi ancak Gurur onun yüzünü bile görmek istemiyormuş gibi buna izin vermedi. Çocuğuna olanlardan sonra acısını yaşamak için biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Arabasına binip giderken bir kez olsun dönüp arkasına bakmamıştı.
Babam artık tüm bu kargaşanın bitmesini istediği için iki adamıyla Leyla’yı evine göndermişti. Daha sonra adamlarına emir verip amcam ve abimi hastaneye gönderdi. Tedavileri bitince Gurur’un onları alacağını hepimiz iyi biliyorduk. Son olarak babam avludaki üç kadına katı gözlerle baktı. Yanındaki adamlara Nesibe ve Yonca yengeyi, bir de Seçil’i göstererek kaşlarını çattı. “Atın bunları dışarı!”
Korumalar onların kollarına girip kapıya doğru sürüklediğinde üçü de direniyor, çırpınarak babama yalvarıyordu. Ancak babam bu sefer hiçbirinin gözünün yaşına bakmamaya kararlıydı. “Sırtımda geçinip arkamdan kuyumu kazıyan bu leş yiyiciler bir daha kapımdan içeri girmeyecek!” Artık sadece kocalarını değil, onların kadınlarını da görmek istemiyordu.
Seçil onu kapıya doğru sürükleyen adamlardan kurtulmaya çalışırken, “Amca ben bir şey yapmadım!” diye bağırıp çok yalvardı ama babam hiçbirini dinlemedi. Dakikalar içinde üçü de malikaneden dışarı atıldılar. Tüm kapılar yüzlerine kapandığında babam yılgın adımlarla içeri girdi. Kendini çalışma odasına kapatıp uzun süre orada çıkmayacağını biliyordum. Oğlu ve kardeşinin ihanetini hiç beklemiyordu.
Kuzenlerimin her biri bir yere dağılınca avluda annemle baş başa kalmıştık. Annem düşmanlarının çıktığı kapıya sırıtarak bakıyordu. Ne babamın uğradığı ihanet umurundaydı ne de Aksa’yla yollarımızı ayırmamız… Demet Tozlu her zamanki gibi bir tek kendi isteklerini düşünerek keyifleniyordu. Nefret ettiği akrabaların bir kısmında kurtulduğu için uzun süre sırıtacağına emindim.
“Anne,” diyerek dikkatini çekmeye çalıştım. Bunu yaparken ona olan bakışlarım eleştireldi. “Yalandan da olsa bu olanlara üzülmüş gibi yapamaz mısın?”
“Üzülmek mi?” Dudakları yanaklarına ulaşacak genişlikte güldü. “Bugün benim en mutlu günüm, neden üzülecekmişim?”
Annem her olaya çok yüzeysel baktığı için şu anda canımın nasıl yandığını göremiyordu. Yanıma gelip ellerimi sıkıca tuttuğunda mutluluğu artmıştı. “Bugün seninle gurur duydum ördeğim. Herkese nasıl da haddini bildirdin.” Bunları söylerken sevinçten içi içine sığmıyordu. “Seni daha önce hiç bu kadar güçlü ve kararlı görmemiştim. Hep böyle ol, Farah.”
Yeni elde ettiği mutluluğu henüz doğru düzgün yaşamadan aklına gelenlerle gülümseyişi kayboldu. “Ümit çok kötü oldu.” Babamın nasıl hissettiğini hatırlayınca tüm keyfi kaçmıştı. Gurur’un çıktığı kapıyı göstererek iç çekti. “Senin kocanda iyi durumda değil, yanına gidip ona destek olmalısın.” Gurur için endişelenerek uzun süre bahçe kapısına bakmayı sürdürdü. “Acaba nereye gitti?”
“Onun gidecek bir yeri mi var?” diye mırıldandığımda bu gerçek canımı nasıl da yakıyordu. “Bir tek yeğenleri var ama onlar da kendi derdinde.” Karun karısının yanında hastanedeydi. Çağıl askerdeydi ve Levent ise sürgünde... Kalender erkeklerinin her biri bir yere dağıldığı için Gurur’un gidecek kimsesi yoktu.
“Melek’in yanına hastaneye gitmiştir.” Hüzünlü bir şekilde başımı salladım. “Bir kızını kaybettiğini öğrendi, diğer kızına sıkıca sarılacaktır.” En acısı da o kızını da kaybetmek üzereydi.
Gurur hiç doğmamış bir bebeğin acısını bir şekilde atlatırdı çünkü onunla hiç anısı yoktu. Bu onun üzülmediği ve darmadağın olmayacağı anlamına gelmiyordu ama bir şekilde atlatacağını biliyordum. Ancak Melek’in gidişi ne yazık ki onu gerçek anlamda paramparça edecekti. Bu dünyada kimsenin gücü Gurur’u alt etmeye yetmezdi, bunu bir tek Melek yapacaktı.
Yokluğuyla o dağ gibi adamı yerlere düşürecekti çünkü Gurur onu öz kızı gibi seviyordu. Onlara bakan kimse baba-kız olmadıklarını söyleyemezdi. Aralarındaki on yaşa rağmen ikisinin arasında gerçek baba-kız ilişkisi vardı. Sanki yeterince acı çekmemiş gibi Gurur bir de Melek’in ölümüyle sınanacaktı. Gurur’u tanıyana kadar kendi derdimin büyük olduğunu düşünürdüm.
“Anne biliyor musun, ben Gurur’dan daha çok acı çeken kimseyi tanımadım.” Gözlerimden süzülen birkaç damla yaşla malikaneye doğru yürüdüm. “Onun yerinde ben olsaydım değil on yedi, şimdiye sayamayacağım kadar çok raporum olurdu. Belki adımı bile hatırlamayacak kadar aklımı kaçırırdım.” Gurur’un tüm bunlara nasıl dayandığını anlayamıyordum.
Eve girdiğimde yılgın adımlarla merdivenin basamaklarını çıkmaya başladım. Çektiğim acı sanki ayaklarıma bile nüfus ediyordu. Adımlarım bile öylesine yorgun ve bezdin ki, düşmemek için trabzanlara tutunuyordum. Bugün yaşanan hiçbir şey Aksa’nın canımı yaktığı kadar yakmamıştı. Avluda herkesin içinde bunu saklamaya çalışmıştım çünkü orada oynamam gereken bir rol vardı. Ancak şimdi yalnızdım ve acımı kimseden saklamama gerek yoktu.
Çatı katına çıkana kadar kendimi bir şekilde tutmuştum. Ancak odama girip kapıyı arkamda kapattığımda daha fazla dayanamadım. Dizlerimin bağı çözüldüğünde öyle bir yere düştüm ki sanki hiçbir güç bir daha beni buradan kaldıramazdı. Ellerimi yere bastırdım ve içim çıkarcasına omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Aksa bana bunu nasıl yapabildi?
Onu hiç affetmeyeceğim.
***
Günün kalanında evimiz cenaze evinden farksızdı. Bugün yaşananlardan sonra kimsenin tadı tuzu kalmadığı için herkes bir köşeye çekilmiş, kendi üzüntüsünü yaşıyordu. Birkaç kez Ali’yi arayıp Gurur’un nasıl olduğunu sormuştum. Tahminlerimden yanılmamıştım, Gurur gerçekten Melek’in yanına gitmişti.
Çatı katındaki odamın terasında karanlık gökyüzünü izlerken çok dalgındım. Beni düşüncelerimden çıkartan tek şey babamın, “Müsait misin, Farah Hanım,” diyen alaycı sesiydi. “Gelmeme rızan var mı?”
“Estağfurullah, baba o nasıl söz.” Hemen yerimden kalkıp ona doğru döndüm. Babam terasın kapısının önünde durup beni izliyordu. Elinde bir rakı şişesi, iki de bardak tutuyordu. Tüm gün olanlardan sonra anlaşılan kızıyla bir şeyler içmeye ihtiyacı vardı.
Babam yürüyüp elindekileri masanın üzerine bıraktı, sonra da tam karşıma oturdu. Cebinden çıkardığı sigara paketi ve çakmağı da masaya bırakınca tebessüm ederek odaya girdim. Rafta duran küçük teybi alarak yeniden babamın yanına döndüm. Böyle anlarda ne zaman baba-kız yalnız kalıp koyu bir sohbete tutuşsak masamızda hep üç şey olurdu. Bunlar babamın rakısı, sigarası ve küçük teybimizdi.
Teypte genelde hep aynı kaset çalardı. Kasetin içindeki karışık şarkılar babam ve benim en sevdiğim şarkılardan oluşuyordu. Kaseti en başa sardırıp listenin ilk sırasında şarkıyı çaldığımda babam da rakıları dolduruyordu. Masamın üzerinde zaten bir sürahi dolusu su olduğu için tekrar odaya gitmedim. Normalde ben hiç içmezdim ama bugün babama eşlik edecek kadar kederliydim.
Babam kendi rakısına çok az su katmıştı ama benim bardağımın yarısından fazlası hep suydu. Alkole olan dayanıksızlığımı bildiği için bardağıma çok az rakı koymuştu. Teypte ilk çalan şarkı bana bir masal atlat babaydı. Bu şarkıyı her dinlediğimde bir tek onu düşündüğümü bildiği için sesli bir şekilde iç çekti.
İçki bardağını alarak yönünü mehtaba çevirdiğinde kederi yüreğime işliyordu. “Bazen çocuklarıma karşı çok kötü ve yetersiz bir baba olduğumu düşünüyorum.” Caner’in yaptığı şeyler yüzünden bile kendini suçluyordu. “Caner haklı olabilir mi, diye düşünmeden edemiyorum. Onun bu hale gelmesinin nedeni ben olabilir miyim?”
“Abim yaptığı hatalarının sorumluluğunu alamayan biri.” Babam içli gözlerle mehtabı izliyordu, bense bir tek onu.
“Emin ol onu baş tacın bile yapsaydın ilk hatasında yine seni suçlardı.” Abimin doyumsuz bir ilgi ve güç açlığı vardı. Babam onun ayaklarının önüne dünyaları bile serse hep daha fazlasını isterdi. İstedikleri olmadığında da herkesin onu dışladığını düşünmeye devam ederdi.
“Abimin yaptıkları için lütfen kendini suçlama çünkü o bir yetişkin, iyi ve kötü verdiği her kararın tüm sorumluluğu ona ait.” Olanlardan sonra söyleyeceğim hiçbir şeyin babama daha iyi hissettirmeyeceğini biliyordum ama yine de konuşmayı sürdürdüm. “Senin suçlu olduğun tek bir konu var.”
Bakışlarını gecenin pusundan çekip omzunun üzerinden bana baktığında gözlerinde soru işaretleri vardı. “Nedir o?”
“Abime istediği her şeyi vermen.” Bence babamın en büyük hatası buydu.
Onun yorgun gözlerine bakarken başımı ağır ağır salladım. “Her istediğinin hemen olması Caner’i olgunlaştırmadı aksine onu daha talepkâr ve küstah biri yaptı.”
Haklı olduğumu iyi bildiği için babam bu konuda tek kelime etmeyip önüne döndü. Bir yudum bile almadığım rakı bardağımı elimde öylece tutarken sıkıntılı bir sesle, “Durmalıyız,” dedim. “Sende bende…” İşler bu noktaya gelmişken yapılacak en iyi şey durmaktı.
“Gurur onları öldürmeyecektir ama üç yıl boyunca özgür de bırakmayacak.” Bardağı dudaklarıma yaklaştırıp tadından nefret ettiğim rakıdan küçük bir yudum aldım. “Leyla’yı sadece altı ay alıkoymaları hamile bir kadını kaçırdıkları gerçeğini değiştirmiyor. Eğer Leyla onların elinden kaçmasaydı belki de onu üç yıl tutsak edeceklerdi hatta öldürebilirlerdi de. Bu yüzden üç yıl dolmadan Gurur onları serbest bırakmayacaktır.”
Dudaklarımdan çıkan her söz babamın içini biraz daha karartıyormuş gibi omuzları iyice düştü. “Belki de bu ceza onların aklını başına getirir,” diye mırıldandım. “Üç yılda düşünecek çok şeyleri olacak, belki de yaptıkları hatalardan ders alırlar.” Sonuç ne olursa olsun abim ve Caner üç yıllık tutsaklıktan kurtulamayacaktı.
“Peki, Elmas’a ne diyeceğiz?” Acı bir nefes babamın dudaklarından süzüldüğünde yaşlı gözleri uzaklara dalıp gitti. “Onun bu hayatta oğlu dışında kimsesi yok, Farah. Ben şimdi o kadına ne diyeceğim?”
“Gerçeği.”
“Gerçeği mi?” Güldüğünde gülüşünün sahteliği çok belli oluyordu. “Oğlumuz kardeşimle iş birliği yapıp canıma kastedecek kadar büyüdü mü, diyeceğim? Karşılığında da cezasını çekmek için üç yıl ortalarda olmayacak.” Başını çevirip gözlerini gözlerime kenetlediğinde çektiği acı, kalbime nüfus ediyordu. “Hangi anne buna dayanır?”
“Belki canı çok yanacak ama onun için değişen bir şey olmayacak.” Gözlerimin ardı sızladığında ağlamaklı bir sesle, “Baba,” diye fısıldadım. “Elmas anne zaten yıllardır oğlunu görmüyor. Başkalarından alıyor oğlunun haberini, abim onu yokluğuyla cezalandırmıyor muydu?” Babam yutkunduğunda sözlerime karşılık tek kelime edemedi çünkü haklı olduğumu biliyordu.
Bir süre susup sessizliğin içinde yüreğimizin sesini dinledik. Bir kez daha aramızdaki suskunluğu bozan ben olmuştum. “Hayatındaki en büyük üç pişmanlığını bana söyleyebilir misin?” Bunu neden sorduğumu bile bilmiyordum. İstediğim tek şey kafasını biraz dağıtmaktı.
Babam ilk beş dakika hiç konuşmadı. Ağır ağır içkisini içip göğü karartan geceyi izledi ancak daha sonra dudaklarından eski bir dostunun adı döküldü. “Melih…” Asaf’ın babasından bahsetmek bile ihtiyar gözlerinin dolmasına neden olmuştu. “Onu kurtaramamak benim en büyük azap ve pişmanlığım.”
Bir zamanlar babam ve Melih amca etle tırnak gibiydi. Hepsi bu da değil, onlar liseden beri arkadaştı. Birlikte ne çok şeyi göğüslemişlerdi. Ancak babam onu çok trajik bir şekilde kaybetmişti çünkü Melih amcada bu karanlık dünyanın bir parçasıydı. Babamla liderlik masasında oturduğu için haliyle onun da çok fazla düşmanı vardı. Bir gece evinde uğradığı saldırının haberi babama gelmişti.
Babam o gün tüm adamlarını toplayıp apar topar evden çıkmıştı ancak çok geç kalmıştı. Oraya gittiğinde karşılaştığı tek şey arkadaşının delik deşik olan cesediydi. Tüm düşmanları toplanıp Bolatlıların evine eşzamanlı saldırıda bulundukları için oradaki tüm korumaları öldürmüşlerdi. Asaf son anda annesini kurtarıp o evden çıkartmış ama babası için aynı şeyleri yapamamıştı.
O yıllarda Asaf’ta şimdiki kadar güçlü değildi, çok daha gençti. Annesiyle evden kaçabilirdi ama bunu yapmamıştı. Nuray teyzeyi zorla evden çıkartıp babasının yanına dönmüştü. Her şeyini ortaya koyarak babasını korumaya çalışmış ama ne yazık ki çabaları karşılık bulamadı. O gece babası öldü, Asaf ise ağır yaralıydı. Babam belki Melih amcayı kurtaramadı ama tam zamanında yetişip Asaf’ı o insanların elinden almıştı.
“Sana bir şey soracağım.” Aklımı kurcalayan soruyu daha fazla yarınlara erteleyemedim. “Gurur’u tuzağa düşürmek için beni nişanlamaya kalkıştığında…” Tepkisini kaçırmamak için gözlerimi dahi kırpmadan onu izliyordum. “Bilerek Melih isminde birini seçtin, değil mi?” O adam da babamın dünyasındaydı ve arkadaşının ismini taşıyordu. Yani babama kaybettiği dostunu hatırlatan biriydi.
Büyük ihtimalle ona Melih amcanın ismiyle seslenmek bile canını yakıyordu. Üstelik o adam ilerleyen yaşına rağmen sapık herifin tekiydi, hiçbir açıda taşıdığı ismi hak etmiyordu. Emin değilim ama bence ondan kurtulmak babamın hep aklındaydı. Bu yüzden onu ölümcül bir planın parçası yapıp Gurur’a öldürtmüştü. Babama baktığımda hisli bakışlarıyla şüphelerimi doğruluyordu.
“Şimdi beni iyi dinle, Farah.” Sandalyesinden hafifçe kıpırdanıp yönünü bana çevirdiğinde yüzünde bilgece bir ifade vardı. “Bu hayatta gözün kapalı güveneceğin tek kişi, Asaf.”
“Neden?”
“Çünkü Bolatlılardan kansız çıkmaz.” Gözlerinin önünde Melih amcanın yüzü belirmiş gibi kahve irislerinde yoğun bir acı belirdi. “Melih’in oğlu da en az babası kadar dürüst ve mert biri. O çocuğun üzerinde çok hakkım var, bana olan vefa borcunu ödemek için bile olsa seni koruyacaktır.”
“Korunmaya ihtiyacım mı var?”
“Ben hayatta olduğum sürece hayır ama benden sonra evet.”
Konuyu değiştirerek, “Peki, ikinci pişmanlığın nedir?” diye sordum çünkü bu konuşmanın gittiği yönü sevmemiştim. Babamın bir gün hayatımda olmayacağını düşünmek istemiyordum.
Teypte babamın sevdiği hüzünlü şarkılardan biri çalarken geçmişin anılarıyla bardağındaki tüm içkiyi bitirdi. “Sana hiç anlatmadığım bir şey var.” Rakı şişesine uzandığında zihni zamandan geriye gitmiş gibi düşünceliydi. “Eskiden biz üç arkadaştık.”
“Melih amca dışında bir tane daha yakın arkadaşın olduğunu mu söylüyorsun?” Babam başını salladığında yaşadığım afallama büyüdü çünkü daha önce bana bundan hiç bahsetmemişti.
“Diyarbakır’dan ilk çıkışım liseyi burada okumak içindi. Bizimkiler çok karşı çıkmıştı ama onları dinlemedim. Buraya geldiğimde genç ve toy bir çocuktum.” O yılların anılarıyla dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi. “Melih’le o zaman tanışmıştık, aynı sınıftaydık ve bir de…”
“Bir de?”
Derin bir nefes aldığında dudaklarındaki kırık tebessüm kayboldu. Gözlerimin içine bakarak, “Beşir…” deyince sertçe yutkundum. En büyük düşmanıyla bir zamanlar yakın dost olduğunu mu söylüyordu?
Yerimde rahatsızca kıpırdanıp masadan öne doğru uzandım. “Ama Beşir-”
“Biliyorum,” diyerek başını yavaşça salladı. “O yıllarda onunla düşman değildik.”
Rakı bardağına biraz su katarak önüne döndüğünde işlerin bu noktaya nasıl geldiğini düşünüyordu. “Biz üç yakın arkadaştık, Farah.” Geçmişteki her anısı sırasıyla aklında beliriyormuş gibi dudakları hafifçe titredi. “Ben deli bir kurşun gibiydim, hiçbir yere sığmazdım. Melih en sessizimizdi, hep gözlemler ama çok az konuşurdu. Beşir ise kurnaz ve sinsiydi fakat bize bir zararı olmazdı çünkü onun dostlarıydık.”
Üçünün yollarının nasıl birbirinden ayrıldığını çok merak ettiğim için onu susturacak tek kelime etmedim. Babamın gözleri gökyüzündeki yıldızlarda oyalandığında sanki her bir yıldızda bir anısını görüyordu. “Lise, üniversite ve ondan sonraki tüm yıllarda birbirimizden hiç ayrılmadık. Aramızda su sızmadığı için her konuda birbirimizi kollardık.”
Dayanamayıp yoğun bir merakla, “Sonra ne oldu?” diye sordum.
“Demet’le tanıştım.” Annemi gördüğü o ilk anı hiç unutamıyormuş gibi yorgun gözleri ışıldadı, dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. “O ana kadar bir kadının beni bu denli etkileyeceğine hiç ihtimal vermemiştim.”
Aradan geçen tüm yıllara rağmen o günü en ince ayrıntısına kadar hatırlıyormuş gibi dudağının köşesi kıvrılmıştı. “Siyah saçları açıktı, her adımıyla biraz daha dalgalanıyordu. Üzerinde o dönemlerin modası olan beyaz puantiyeli siyah bir elbise vardı. Elbisesinin uzunluğu dizlerinin hizasındaydı ve ayaklarında fiyonklu bir babet vardı.” Aradan bunca zaman geçmişken babamın hâlâ annemin o gün giydiği şeyleri hatırlaması beni şaşkına çevirmişti. Ayakkabısına kadar her şeyi hatırlıyordu.
“Baba ben ilk doğduğumda üzerimde ne vardı?”
“Hiçbir şey yoktu.”
“Büyük rezillik, annemden devam et lütfen,” diye homurdandığımda bu onu güldürdü.
Annemden bahsederken dudaklarındaki tebessümü koruyordu. “Bazı anlar vardır ki nefesin hızlanır, kalbin durma noktasına gelir ve bir anlığına etrafındaki tüm sesler ve yüzler kaybolur. Demet’i gördüğüm o ilk an bana bunlar olmuştu. Kaldırımın karşısında arkadaşlarıyla gülüşerek yürüyen o kadından gözlerimi alamamıştım.” Sandalyenin kenarında duran elini kaldırıp sol göğsünün üzerine bastırdı. “O ana kadar kalbim hiç bu kadar hızlı çarpmamıştı.”
“Sonra?”
“Yanımda Melih ve Beşir’de vardı ama ben donmuş bir şekilde aynı noktaya bakıp duruyordum. O an ilk yaptığım şey onun parmaklarına bakmaktı.” O yılları yeniden yaşıyormuş gibi rahatlayarak nefesini verdi. “Parmağında yüzük yoktu.”
Dudaklarımdan dökülen kıkırtıyla, “Baba inanılır gibi değilsin,” dedim. O an tek düşündüğü bu muydu?
Babam beni hiç duymuyormuş gibi daldığı tatlı düşlerin tesiriyle yumuşak bir sesle konuştu. “Arkadaşlarıyla konuşmaya o kadar dalmıştı ki önümden geçip giderken bana hiç bakmadı. Kokusu burnuma ulaştığında sadece bir kez onunla göz göze gelmek için içimde inanılmaz bir istek oluşmuştu.”
Annemden bahsettikçe dudaklarında beliren gülümseme ve gözlerinde artan ışıltıyı seviyordum. Ben soluksuz bir şekilde onu izlerken babam rakısından bir yudum daha aldı. “Uzun süre giden kadının arkasından baktım, daha sonra arkadaşlarıma dönüp onun gittiği yönü gösterdim.” Zihnini biraz zorlayarak gözlerini hafifçe kıstı. “O gün onlara sadece tek bir cümle söylediğimi hatırlıyorum.”
“Söylediğin o cümle neydi?”
“İkinci kez karşıma çıkarsa yazgım sayarım.”
“Peki, ikinci kez çıktı mı karşına?”
“Evlenip üstüne bir de seni yaptığımıza göre sence?”
“Baba!” diye ona çıkıştığımda açık sözlülüğüyle beni utandırdığı için keyfi yerine gelmişti. “Sadece birkaç ay sonra onu tekrar gördüm.” Dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldı. “Üstelik bana ait bir mekânda.”
“Tüh ya.” Somurtarak suratımı astım. “İkinci karşılaşmanız bir kütüphanede olsaydı çok romantik olurdu. Önce çarpışsaydınız sonra da annemin kitapları yere düşseydi. Kitapları toplamak için ikiniz aynı anda yere eğilip-”
Romantik hayallerimden midesi bulanmış gibi yüzünü buruşturdu. “Kime çektin sen böyle?” Bu konuda annemle ikisine çekmediğim çok belliydi.
Babam bir süre sonra yeniden geçmişe çekilerek yönünü şehrin ışıklarına çevirdi. “Demet’le ikinci kez karşılaşana kadar onu unuttuğuma çok emindim ama hayır.” Yavaşça başını iki yana salladı. “Onu tekrar görünce hiç unutamadığımı anladım.”
Annemden bahsetmek bile onu heyecanlandırdığı için sesi hafifçe titrerken bakışları uzaklara dalıp gitti. “O günden sonra Demet’i hiç bırakmadım. Bir anda tüm hayatım olmuştu. Ona çok hızlı âşık olmuştum ve beni çok uğraştırsa da bir şekilde onun kalbini kazanmıştım. Her şey güzel bir rüya gibiydi. Bazı anlarda yanımızda dostlarımda olurdu, yani Melih ve Beşir…”
O güzel rüyanın sonuna gelmiş gibi yüzündeki tebessüm kaybolduğunda dudakları düz bir çizgide buluştu. “Son zamanlarda annen çok tuhaf davranmaya başlamıştı ama bir türlü nedenini anlayamıyordum.”
Birkaç yudumdan daha fazla içmediğim rakı bardağını kendimden uzaklaştırarak meraklı bakışlarımı ona diktim. “Nasıl bir tuhaflık?”
Babam hafızasını zorlayıp geçmişi hatırlamaya çalışırken ifadesi hoşnutsuzdu. “Benimle yalnızken daha mutluydu ama yanımızda arkadaşlarım olduğunda sanki keyfi kaçıyordu. Garip olansa Melih’te de bir sıkıntı vardı. Bazı şeyleri bana doğrudan söyleyemiyordu ama her fırsatta beni bir köşeye çekip, Demet’i bizim ortamımıza sokma, diyordu. Bahsettiği şey arkadaş ortamıydı.” Melih amcanın iyi bir gözlemci olduğunu söylemişti. Böyle bir uyarıda bulunduysa eminim bildiği bir şeyler vardı.
“Bir ara Demet ve Melih’in birbirinden hoşlanmadığını düşündüm ama bu da doğru değildi. İkisi abi kardeş gibiydi, o zaman sorun neydi?” Babam başını eğip yüzünü sertçe ovuşturdu. “Gözden kaçırdığım bir şeyler vardı.”
“Son zamanlarda işler iyice boka sarmaya başlamıştı,” diyerek sıkkın bir ifadeyle anlatmaya devam etti. “Beşir’de değişen bir şey yoktu, eskisi gibi Demet’e karşı çok iyiydi ve bunda bir sorun bulmuyordum ne de olsa o benim kardeşim gibiydi.”
“Ancak Beşir ne zaman onunla konuşmaya çalışsa Demet çok geriliyordu ve Melih hemen ona müdahale ediyordu. Demet’e karşı çok korumacı olduğu için iğneleyici laflarıyla Beşir’in keyfini kaçırıyordu.” Babam umutsuzca başını iki yana sallayıp, “Melih’in Beşir’le ne sorunu olduğunu anlayamıyordum ya Demet’in...” diye fısıldadı.
“Ve bir gün Beşir konuşmak için bana geldi.” Yüzü sertleştiğinde bardağı kafasına dikip içindeki tüm içkiyi birkaç yudumda içti. Bardağı sertçe masaya bıraktığında kaşları çatılmıştı. “Melih’in Demet’e karşı neden bu kadar korumacı olduğunu sorup aklıma şüphe tohumları ekti. O gün söylediği her şeyle beni öyle bir zehirledi ki, Melih ve Demet’in arasında bir şeyler olduğuna daha çok ikna oldum!”
Aklıma gelenlerle içim sızlarcasına ona bakıp, “Baba lütfen düşündüğüm şeyi yapmadığını söyle,” diye mırıldandım. Beşir’in laflarına kanıp can dostuna ve sevdiği kadına haksızlık etmiş olamazdı.
“Hayatımdaki ikinci pişmanlığımda Melih’le ilgili, Farah.” Sohbetimizin başında ona en büyük üç pişmanlığını sormuştum ve ilki Melih amcayı kurtaramamaktı. Ne yazık ki ikinci pişmanlığı da onunla ilgiliymiş.
Babam yoğun bir suçlulukla gözlerini yumup birkaç saniye öylece kaldı. “Beşir’in söyledikleri aklıma öyle bir kazınmıştı ki o günden sonra Demet ve Melih’i göz hapsine almıştım.” Şüphe bir kez insanın içine düştü mü, sahibinin iliğini kurutmadan o bedenden çıkmazdı.
Mazi onun suçluluklarını ve pişmanlıklarını ortaya çıkardığı için babam yorgun bir ifadeyle bir kez daha içki şişesine uzandı. “Onlar birbirlerine hep yakındı ama artık yakınlıkları bile gözüme çarpıyordu. Her hareketlerinde farklı bir anlam çıkartıyordum. Kıskançlıktan gözüm öyle bir dönmüştü ki bir gün yumruk yumruğa Melih’le kavga ettim.” Bunun vicdan azabından hiç kurtulamayacakmış gibi gözleri dolmuştu.
“Hem onu hem de Demet’i ihanetle suçladığımda annen beni terk etti, Melih ise benimle olan tüm ilişkisini kesti.” Omuzları düştüğünde başını ellerinin arasına alıp sertçe sıktı. “Bir anda ikisi de hayatımdan çıkmıştı ve ben hâlâ onların birlikte olmak için bunu yaptıklarını düşünüyordum! Beşir bu konuda sürekli beni doldurduğu için doğru ve yanlışı ayırt edemiyordum.”
Babamın Melih amcayla yaşadıkları bana Gurur ve Asaf’ı hatırlatmıştı. Onlarda bir zamanlar yakın dostlardı hatta kan kardeşlerdi ama şimdilerde birbirlerini görmeye bile tahammül edemiyorlardı. Aralarında ne geçtiyse bu onların dostluğunu bitirmişti. Sanırım babasının kaderi Asaf’a miras kalmıştı.
“Aylarca ikisiyle de hiç görüşmedim çünkü kendimi ihanete uğrayan taraf olarak görüyordum.” Bir celladın tırpanı yüzüne dokunmuş gibi babamın suratı ifadesizdi. “Bir gün aldığım bir haberle tüm gerçekler gün yüzüne çıktı.”
Masanın üstünde duran eli yumruk olduğunda kızgınlıkla çenesini sıktı. “Benim Demet’le görüşmediğim tüm o sürede Beşir her yerde onun karşısına çıkıp onu kazanmaya çalışıyormuş! Bu da yetmezmiş gibi Demet’in ailesiyle iş ortağı olmuş ve onları kızıyla evlenmeye ikna etmiş!” Demek ki başından beri hain olan Melih amca değil, Beşir’miş.
Bu yüzden annem onun olduğu ortamlarda bu kadar çok geriliyormuş çünkü Beşir’in uygunsuz hislerin farkındaydı. Bir kadın böyle şeyleri çok hızlı sezerdi. Babamın gözü aşktan kör olduğu için etrafında olup biteni görememişti. Belki de en yakın arkadaşına böyle bir şeyi konduramadığı için onun davranışlarının farkında olmadı. Ancak iyi bir gözlemci olan Melih amca her şeyin farkındaydı.
Melih amca bu yüzden babamı uyarmıştı, değil mi? Babamdan annemi arkadaş ortamına sokmamasını istedi çünkü amacı Beşir ve annemi daha az yan yana getirmekti. Büyük ihtimalle üçünün dostluğu bitmesin diye babama gerçekleri söyleyemiyordu, o da kendince Beşir ve annemi birbirinden uzak tutmaya çalışmıştı.
Anneme karşı bu kadar korumacı olmasının nedeni bu olabilirdi. Sorunun annemde değil, Beşir’de olduğunun farkındaydı. Beşir denen o korkunç adam, Melih amcayı yolundan çekmek istemişti. Bunu yapmanın en iyi yolu babamın aklına şüphe tohumları ekmekti. İki arkadaşı birbirine düşürerek annemi kazanmak istediği çok açıktı. Üstelik ona güvenmediği için annem babama kızgındı, ona bir ders vermek için Beşir’le olma ihtimali vardı.
Bence Beşir denen adam tüm bunları düşündüğü için ortalığı karıştırmıştı. Babam üzerindeki ceketin içinde küçülerek öne doğru eğildi. “Beşir’in gerçek yüzünü görünce beynimden vurulmuşa döndüm. O gün kontrolsüz bir öfkeyle evini basıp onu komalık ettim. Çok rahat dört ay hastanede tedavi gördü ve bu sürede kendimi Demet ve Melih’e affettirmem hiç kolay olmadı.” Büküldüğü yerden doğrulup bakışlarını bana çıkardı. “Zor olsa da işleri bir şekilde yoluna koymuştum.”
Her şeyin bununla sınırlı olmadığını bildiğim için, “Ama?” diyerek onu konuşmaya teşvik ettim.
“Ama Beşir hastaneden çıktığında bile yakamızdan düşmedi! Başımıza bela olmuştu.” O adamı tanıdığı güne lanet ederek sigara paketine uzandı. “Eskiden iki yakın dostken bir anda düşman olmuştuk. İkimizden biri ölmedikçe bu iş bitmeyecekti.”
Babam yaktığı sigara dalını dudaklarının arasına yerleştirip yoğun dumanı içine çekti. Bunu yaparken ifadesi sert ve kızgındı. “Ona rağmen bir şekilde Demet’le evlenip mutluluğu yakalamıştım. Ancak ailem İstanbullu bir gelin istemiyordu, benim için seçtikleri kızla, yani Elmas’la evlenmem için ısrar ediyordu.”
Babam tüm o süreçte nasıl yıprandığını gizleme çabasına girmeden bir kez daha omuzlarını düşürdü. Ona bakınca bile bu günlere gelmek için çok büyük savaşlar verdiğini görebiliyordum. “İki aile arasındaki kültür farkı kolay aşacakları bir şey değildi. Demet bizim örf ve adetlerimizi bilmiyordu, öğrenme çabasına bile girmiyordu. Üstelik bizim bir çocuğumuzda olmamıştı, bu da ailemin daha çok Demet’e yüklenmesine neden oluyordu.”
Babamın bakışları bezgindi, sesi de ağır ve tok. “Elimden geldiğince onu tüm bunların dışında tutmaya çalışıyordum ama bu her zaman yeterli olmuyordu.”
Devamında olanları az çok bildiğim için asık bir suratla, “Annem tüm o baskılara daha fazla dayanamayıp senden boşandı,” dedim kısık bir sesle. “Sende ona duyduğun öfkeyle Elmas anneye dini nikah kıydın ve annem bunu öğrenince o da başkasıyla evlenmeye kalkıştı.”
Babamın kaşlarının kavisi çatıldığında bakışlarında ölümcül bir ifade belirmişti. “Beşir’le evlenecekti!” dediğinde bunu bilmediğim için gözlerimi kocaman açtım. Annemin evlenmeye kalkıştığı kişi Beşir miydi?
Babam derin derin nefesler aldıkça hatırladığı şeylerle daha çok sinirlenip yumruğunu sıkıyordu. “Düğünü basıp o piçin suratını dağıtarak Demet’i kaçırdım!”
Ağzımın içinde bir şeyler geveleyerek, “Konu kız kaçırmak olunca Gurur’la birbirinizin eline su dökemezsiniz,” dedim. Gurur’la ne kadar çok ortak noktaları olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim.
Babam beni hiç duymuyormuş gibi kendi kederinin içinde boğulmaya devam etti. Şu anda düşündükleri canını çok yakıyor olmalı ki kesik kesik aldığı nefeslerde bile yoğun bir acı vardı. “Beşir’in Demet’e olan saplantısı ona sahip olamadığı her an daha çok arttı. Beni yolundan çekmeye kararlıydı ama bu sandığı kadar kolay değildi. O da beni zayıflatmak için kardeşim gibi gördüğüm tek insanı öldürdü!” Bir damla gözyaşı gözlerimden süzüldüğünde aklımda beliren tek isim Melih amca olmuştu.
Melih amca dost kurşunuyla mı ölmüştü?
Babamın gözleri dolduğunda aklımdan geçenleri anlamış gibi başını salladı. “Beşir’in benimle bir sorunu vardı ama Melih’in ona bir zararı yoktu. Bir zamanlar Melih onun da dostuydu, bunu ona nasıl yapabildi?” Aralarındaki bir hain iki arkadaşın hayatını darmadağın etmişti.
“Melih’e pusu kurduğunu öğrendiğimde tam zamanında ona engel oldum.” Sinirden babamın çenesindeki bir kas seğirdiğinde yüzü kıpkırmızı kesilmişti. “Melih’e bile saldıracak kadar gözünü kan bürümüştü.”
Birkaç dakika soluklandıktan sonra yeniden konuştu. “Tüm adamlarımı toplayıp Sungurlara ait ne kadar mekân varsa eş saldırıda bulundum. O korkağın karşıma çıkacak cesareti yoktu ama işini bitirmeye kararlıydım. Gidebileceği her yere baskın yapıp ya adamlarını katlettim ya da ona ait yerleri havaya uçurdum. Er veya geç ortaya çıkacaktı!”
“Peki, onu buldun mu?”
“Hayır ama öğrendiğime göre havaya uçurduğum o mekânlardan birindeymiş.” Onu çıplak ellerle öldürmeyi ne denli arzuladığını saklayamıyordu. “Uzun yıllar ortalarda görünmediği için bazıları onun patlamada öldüğünü düşündü bazıları da hâlâ bir yerlerde saklandığını.”
“Belki de çoktan öldü. Yaşadığını sana düşündüren nedir?”
“Melih’in ölümü!” Babam sigaranın izmaritini ahşap masaya bastırdığında kalbinde masada bıraktığı izden daha büyüğü varmış gibi görünüyordu. “Melih’in ölümünün arkasındaki ismin Beşir olduğunu biliyorum. Onun düşmanlarıyla iş birliği yaptı. Arkadaşının evine saldırıp onu katledecek kadar vicdansız biri!”
Babam gözlerimin içine bakıp hüzünlü bir ifadeyle, “Onu Beşir öldürdü,” diyerek iç çekti. “Orada değildim ama Melih’e son kurşunu sıkan kişinin Beşir olduğuna yemin edebilirim. Ölmeden önce son gördüğü yüz eski dostunun yüzü ve ihanetiydi.”
Yıllar önce Melih amcanın ölüm haberiyle duyduğum o acı yeniden kalbimin ortasına çöreklenmişti. “Asaf bunu biliyor mu?”
“Sungurlara bulaşmaması için bu gerçeği ona hiç söylemedim.” Babam yavaşça ayağa kalkıp yorgun bacaklarını hareket ettirerek terasın korkuluklarına doğru yürüdü. “Babasının cinayetine karışan herkesi bulup öldürdü ama ele başlarının hâlâ hayatta olduğunu bilmiyor.”
Ayağa kalkıp yanına gittiğimde ikimizde korkulukların tam önünde duruyorduk. “Bana tüm bunları neden anlattın baba?” Durduk yere mazinin kapılarını araladıysa bunun bir sebebi olmalıydı.
Yönünü bana çevirdiğinde ihtiyar gözlerinde büyük bir endişe vardı. “Tunus’un düğününde olanlar uzun süredir aklımı kurcalıyor. Beşir’in bir oğlu olduğunu bile bilmiyordum. Sonat denen herifin bir anda ortaya çıkması ve düğünde sana yaklaşması planlı olabilir.” Ona tam Sonat’ın babası gibi olmadığını söyleyecektim ki, düğünde Gurur’a söylediklerini hatırladım. Belki de babam haklıydı, o da babası gibi olabilirdi.
Her konudaki iyi niyetim babamı endişelendirdiği için omuzlarımı kavrayıp hafifçe üzerime eğildi. “İnsan kimin elinde ekmek yerse ona benzer, Farah. Sakın Sonat denen o herifin babasından farklı olduğunu düşünme, onu sana gönderen Beşir bile olabilir.” Bu konudaki tavsiyesini dinleyeceğimi gösterircesine başımı salladım. Düğünden olanlardan sonra zaten hiçbir koşulda Sonat’la görüşmeyi düşünmüyordum.
Babam ellerini omuzlarımdan çektiğinde hâlâ aklını kurcalayan bir şeyler varmış gibi gözlerini benden ayırmadı. “Ordu’da tam olarak ne oldu? Siz oradayken Gurur beni arayıp Beşir hakkında konuşmak istediğini söyledi. Ancak araya birçok şey girdiği için henüz konuşma fırsatı bulamadık.” Gurur’un babama telefon ettiğini bile daha yeni öğreniyordum.
“Bilmiyorum,” dediğimde şaşkınlığım sesime yansıyordu. “Belki onun da Beşir’le bir sorunu vardır.” Gurur’un nasıl bir karakteri olduğunu hatırlayınca nefesimi sertçe verdim. “Bulaşmadığı kimse yok.”
Babamda bu konuda benimle aynı fikirdeymiş gibi belli belirsiz gülümseyerek başını salladı. “O piçe bakınca çoğu zaman kendi gençliğimi görüyorum. Bu halime aldanma, her yerden bir darbe yiyince dağ olsa yıkılır.” Önüne dönüp terasın korkuluklarını sıkarak geçmişi düşündü. “Bir zamanlar bende onun gibiydim, insanlar adımı duyunca bile ürkerdi.”
Gözlerini yumarak başını yavaşça eğdiğinde omuzları çökmüştü. “Bir de şimdiki halime bak. Çoluk çocuğun maskarası oldum.” Onunla aynı fikirde değildim.
Abim ve amcamın yaptıklarını hatırlayınca burnunun kemerini sertçe sıktı. “Daha kendi evimin içindeki düzeni sağlayamıyorum. Hey gidi koca Ümit hey,” diyen sesi sitemliydi. “Sen bu hallere düşecek adam mıydın?”
“Baba n’olur böyle konuşma.” Kolunu tutarak onu canını yakan şeylerden uzaklaştırmak istedim ama hüznü bir maske gibi yüzündeydi. “Her şey düzelecek, bunları düşünüp kendini üzme.”
Babam böyle bir durumda bile kendinden çok beni düşünüyormuş gibi gözlerini gözlerimden ayırmadı. “Şu zamana kadar Gurur Kalender’e silahını indirten çıkmadı, Farah.” Tok sesinin yankısı kulağımda çınlarken babamın bana olan bakışları fazla manidardı. “Herkes iyi bilir ki, Gurur bir kez silahını çekerse ateş etmeden o silahı yerine koymaz. Sen bugün nasıl bir adama silahını indirttiğini hiç bilmiyorsun.”
“Ne demek istediğini anlamıyorum.”
“Farah o herif sana kör kütük aşık.” Babam gözleriyle bunu onaylarken aynı zamanda o gözlerde beni uyaran bir şeyler vardı. “Bu yüzden seni ürkütmemek için karanlık yönünü ve hastalıklı tutkularını senden saklıyor.”
Gurur’la ilgili neleri hatırlıyorsa yüz ifadesi sertleşmişti. “Sen şu zamana kadar sadece kocan olan Gurur’u tanıdın ama bir zamanların bölge lideri olan Deli Kralı hiç tanımadın.”
Sesinin şiddeti artarken belli belirsiz kaşlarını çattı. “O herifi yanında tutarsan herkese karşı büyük bir avantaj elde edersin fakat karşına alırsan korkarım ki kendi sonunu getirirsin.”
Duyduklarım karşısında hayrete düşerek gözlerimi kocaman açtım. “Gurur’un bana zarar vereceğini mi düşünüyorsun?”
“Seni sevmeye devam ettiği sürece hayır.”
“Ya nefret ederse?”
Babam korkmuş suratıma bakıp güldü. “O piçin nefret ettiği insanlar genelde uzun süre yaşamıyor.” Harika!
“Ama senden de nefret ediyordu ve sana hiçbir şey yapmadı.”
“Çünkü sen başından beri aramızdaki bir kalkansın. Seni yıkmadan bana ulaşamaz.”
Asılan suratım onu çok eğlendiriyor olmalı ki gülüşü genişledi. “Hemen asma şu güzel suratını,” diyerek alnıma hafifçe vurdu. “Sen şaşılacak bir şekilde ilk günden beri onu kontrol edebiliyorsun. Dışarıdaki herkese esip kükrüyor ama konu sen olunca, sözünün dışına çıkmıyor.” Gurur gibi birini parmağımda oynatıyormuşum gibi davranıp sırıttı. “O hiçbir zaman sana karşı kazanamayacak çünkü ipleri senin elinde.”
Onunla aynı fikirde değildim. Benim nazarımda Gurur kontrol edilemez, dizginlenemez ve gem vurulamaz bir vahşiydi. Onu evcilleştirmekle de ilgilenmiyordum, istediğim tek şey tehlikeden uzak durmasıydı. “Deli Kral nasıl biriydi?” Aklımı kurcalayan tek şey buydu. Ben kocam olan Gurur’u tanıyordum peki, herkesin korktuğu o meşhur Deli Kral gerçekte nasıl biriydi?
Babam söyledikleriyle beni yeterince korkuttuğu için daha fazlasını anlatmaya yanaşmadı. “Umarım bunu öğreneceğin bir an gelmez,” dedikten sonra beni arkasından bırakıp kapıya doğru yürüdü. Beni bu kadar tedirgin etmesine gerek var mıydı?
“Bu arada…” Durup kısa bir an bana baktığında yorgun gözlerinde beni takdir ettiğini gösteren bir şeyler vardı. “Senden çok iyi bir lider olacak.” Bugün gördükleri ona böyle düşündürtmüştü.
“Kocanın yanına git, Farah,” dedikten sonra önüne dönüp kapıya yürüdü. “Bu gece her zamankinden daha fazla sana ihtiyacı var.” Sırtıyla bakışırken iç çeken sesini duydum. “Onun baba olmayı ne kadar çok istediğini bilmeyen yok.”
Dudaklarımdaki küçük tebessümle uzun süre babamın arkasından baktım. Çoğu konuda Gurur’a kızıp onu eleştiriyordu ama onu düşünmeden de edemiyordu. Leyla’yla ilgili tüm gerçekler ortaya çıktığına göre belki bundan sonra araları biraz düzelirdi. Babam ve kocamın birbirine düşman olmasından nefret ediyordum. Keşke annemle olduğu gibi Gurur’un babamla da arası iyi olsa.
Babam söylemese de geceyi Gurur’un yanında geçirmeyi düşündüğüm için zaten ona gidecektim. Şu saate kadar beklememin nedeni kızıyla, yani Melek’le biraz zaman geçirmesiydi. Gurur’la aramızda ne yaşanırsa yaşansın böyle bir günde onu yalnız bırakamazdım. Odama girip çantam ve ceketimi alarak dışarı çıktım. Alt katın merdivenini inerken dışarıdaki adamları arayıp arabamı garajdan çıkarmalarını istemiştim.
Avluya çıkıp arabamı beklerken Kılıç Aslan’ı gördüm. Bu saatte dışarıda ne işi vardı, bilmiyorum ama süs havuzunun kenarında oturuyordu. İçinde renkli balıkların olduğu o havuza annem kimseyi yaklaştırmazdı. Balıklarına zarar veririz diye havuzun bir metre yakınında bile durmamıza izin vermezdi. Kılıç havuzun mermerine oturmuş, sigarasını içiyordu ama yalnız değildi.
Yanında İskender’de vardı ve o balık tutuyordu. Bir dakika, ne? “Amcam oğlu ne yapıyorsun?” Dehşete kapılarak ona bağırmıştım ki annem aklıma gelince hemen ağzımı kapattım. Annem onu görürse bu sefer kimse İskender’i kurtaramazdı.
İskender’in bu rahatlığı beni delirtebilirdi. Gecenin bir yarısı bahçe ışıklarının altında balık sefası yapıyordu. Gömleğinin kollarını ve pantolonunun paçalarını toplamıştı. Ayakkabılarını çıkartıp bir kenara koymuştu. Tıpkı Kılıç gibi o da havuzun kenarında oturuyordu ama o, çıplak ayaklarını havuzun içine doğru uzatmıştı. Havuzun içindeki şelaleden akan su sesini dinleyip oltayla süs balıklarını yakalamaya çalışıyordu.
Bir tane aklı başında insan yoktu bu evde!
Hızlıca onların yanına gidip keyif sigarasını içen Kılıç’ın tepesine dikildim. “Neler oluyor burada?” Kaşlarımı çatarak ona İskender’i gösterdim. “Annem bu balıkları ta Norveç’ten getirtti. Bir tanesi bile ölse hepimizi kurşuna dizer!”
Kılıç parmaklarının arasındaki sigaradan içine bir nefes çekip başını kaldırdı. Sigaranın dumanı dudaklarının arasından süzülürken bana olan bakışları alaycıydı. “Saat gece on ikiyi aştığı için bu itin nöbeti bana geçti. Yatağımda beni uyandırıp canının çok sıkıldığını söyledi.” Bunları söylerken sinirden dişlerinin arasından konuşuyordu.
İskender onu uykusundan ettiği için kaşlarını çatarak onu gösterdi. “Sence ben bu herifle uğraşmaktan memnun muyum?”
“Ama annemin balıklarını yakalıyor!”
“Bırak ne yapıyorsa yapsın, yeter ki can sıkıntısı geçsin.”
“O balıklara bir şey olursa annem bizi keser.”
“İskender cezaevine girerse amcamda belamızı siker! Benim nöbetimde nezarete bile düşemez.”
Kılıç’a ters gözlerle bakıp hemen İskender’in yanına gittim. Gecenin bir yarısı ıslık çalarak ciddi ciddi balık tutuyordu hem de süs balıklarını! Yanına koyduğu kovaya bakınca kırmızı, turuncu ve mavi çizgili balıkları görüp yutkundum. Kovanın yarısı onun tuttuğu balıklarla doluydu. En kötüsü de kovaya hiç su koymadığı için balıkların hepsi ölmüştü.
“Amcam oğlu kalk oradan!” Ona kızarak kovadaki ölü balıkların hepsini havuza döktüm. “Annem yarın sabah sorarsa buraya hiç gelmedin ve balıklara olanlardan haberin yok.”
Oltasının makarasını sararken kancanın ucuna takılan yeni bir balıkla sırıttı. “Yaptığı şeylerin arkasında durmayan insanlar çok sıkıcı.” Balığı kancadan çıkartıp elimdeki kovanın içine attı. “Yengem sorarsa ben yaptım derim.”
“Hayır, demeyeceksin!” Balığı yeniden havuzun içine atıp İskender’in elindeki oltayı aldım. “Neyin peşinde olduğunu anlamıyor muyum sanıyorsun?” Koluna asılıp onu zorla havuzun içinde çıkardım. Bunu yaparken sinirden omzuna sertçe vurdum. “Hiç boşuna uğraşma, annem seni kovsa bile babam bu evden gitmene izin vermez.”
Bu evden bir kez çıksa ekiple olan bağlantısı da kopacaktı. Böylece kimse başında nöbet tutmayacağı için o da ilk fırsatta kendini cezaevine attıracaktı. Evden firar edip bizden kurtulmak için her yolu deniyordu. Sert tavrımdan ödün vermeden ona havuzdaki ölü balıkları gösterdim. “Bu balıkların fotoğrafını çekip hemen şimdi Kılıç’la dışarı çıkacaksınız.”
İskender şuradan şuraya gitmeye bile üşeniyormuş gibi ağzını bir karış açarak esnedi. “Neden?”
“Bu balıkların aynısını bulup ölü olanlarla değiştireceksiniz.”
Kılıç bir küfür savurup oturduğu yerden bir hışımla ayağa kalktı. “Saatin kaç olduğundan haberin var mı senin? Bu saatte açık bir yer nereden bulalım?” Sert bakışlarla bana havuzdaki rengarenk balıkları gösterdi. “Aynılarını nereden bulacağız, bunun için Norveç’e mi gidelim?”
“Gerekirse evet!” Arabamı garajdan getirdiklerinde uyaran gözlerle Kılıç ve İskender’e bakıyordum. “Bu faciaya siz sebep oldunuz, düzeltecek olan da sizsiniz,” dedikten sonra arabama doğru yürüdüm. Nasıl yaptıkları umurumda bile değildi, annem görmeden o balıkları canlılarıyla değiştirmelilerdi.
Arabayla malikaneden çıktığımda babamın adamları peşimde beni takip ediyorlardı. Ali’yi aradığımda Gurur’un çoktan hastaneden ayrıldığını, şu anda beni daha önce götürdüğü evde olduğunu öğrendim. Telefonu kapattığımda bir nebze olsun içim rahatlamıştı. Hiç olmazsa Leyla’nın evine gitmemişti. Bunu yapmayacağını biliyordum ama bugün öğrendiklerinden sonra o eve gitme ihtimali de vardı.
Kaybettiği çocuğu hakkında birileriyle konuşma ihtiyacı hissettiğinde bir tek Leyla onu teselli edebilirdi çünkü bu ikisinin ortak acısıydı. Daha bu sabaha kadar Gurur’a çok kızgın ve kırgındım ancak şimdi hepsi geçmişti. Bugün tüm o hengamenin içinde ikisini aynı karenin içinde görmüştüm. Leyla hâlâ bir şeyleri kurtarmaya çalışıyordu ama Gurur’un ona olan bakışları fazla boş ve hissizdi.
Gurur bana her baktığında gözlerinde oluşan o can alıcı ifade, Leyla’ya baktığında yoktu. Bugün tüm o kaosun içinde Gurur’un Leyla’ya olan tutumunu gözlemleme fırsatı bulmuştum. Onun yanındayken ne heyecanlanmıştı ne de ona haddinden uzun bakmıştı. Yanılmışım, Leyla defteri onun için gerçekten kapanmıştı. Artık Leyla benim için bir tehdit değildi, bu da ona olan kuruntularımın son bulmasını sağlamıştı.
Leyla’nın dönmesi bu açıdan iyi bir şeydi çünkü hiç geri gelmeseydi ona olan komplekslerimden kurtulamazdım. Aklımın bir köşesinde yer edineceği için kendimi onunla kıyaslamaya devam ederdim. Leyla’nın yedeği olduğumu düşünür ve o burada olsaydı Gurur kesin beni bırakırdı gibisinden bazı fikirlere kapılırdım. Ancak Leyla döndüğünde bile Gurur ona gitmemişti. Bu da bana bir gerçeği göstermişti.
Önemli olan bir erkeğin hayatındaki ilk kadın olmak değildi, asıl önemli olan onun hayatındaki son kadın olmaktı.
***
Gurur’un beni daha önce getirdiği eve geldiğimde tüm adamları bahçede nöbet tutuyordu. Gurur etrafındaki kalabalıktan nefret ederdi, büyük ihtimalle bu Ali’nin işiydi. Arabadan indiğimde Ali ve Yalçın beni kapıda karşılamıştı. Üçümüz eve doğru yürürken çok endişeli görünüyorlardı. “Tüm gün araştırma yaptık, Leyla gerçekten hamile kalmış.” Ali’nin söyledikleriyle adımlarım durur gibi oldu ama yürümeyi sürdürdüm.
Leyla’nın bu konuda yalan söylediğini hiç düşünmemiştim, bebeğinden bahsederken çektiği acı gerçekti. Ali dümdüz bir şekilde karşımızdaki eve bakarken o da çok üzgün görünüyordu. “Kocaman karnıyla çektirdiği fotoğrafları bulduk, hastane kayıtları ve klinik geçmişine bile ulaştık.” Donup kalmıştım. İşte şimdi tek bir adım dahi atamıyordum.
“Klinik geçmişi mi?” Bunu sorarken sesim içime kaçmış gibi kısık çıkmıştı.
Ali nefesini sesli bir şekilde vererek başını salladı. “Bugün anlattığı hiçbir şey yalan değilmiş. Eksiği var fazlası yok.”
Tüm ciddiyetiyle gözlerimin içine bakıp, “Bebeğini kaybettikten sonra bunalıma girmiş,” dedi. “Ağır ve ölümcül bir depresyona sürüklendiği için birkaç kez intihara kalkışmış.” Bileğinde gördüğüm kesik izleri bile Leyla’nın intihara meyilli biri olduğunu gösteriyordu. Bebeğine olan şeyler dayanma gücünü kırmış olmalıydı.
Ali sustuğunda bu sefer Yalçın konuşmaya başladı. “Birkaç ay klinikte gözlem altında tutulmuş, daha sonra da psikologların yardımlarıyla toparlayabilmiş ama bu olayı tam olarak atlatabilmiş değil.” Yalçın benim için endişelenerek omzunun üzerinden bana baktı. “Ondan uzak durun çünkü şu anda her şeyi yapabilecek bir psikolojide.”
“Onun için gerçekten üzülüyorum ama bana bulaşırsa karşılık vermekten çekinmem,” dedikten sonra adımlarımı hızlandırdım. Psikolojisi kötü diye her yaptığını alttan alacak değildim. Bende yıllardır bozuk bir psikolojiyle yaşıyordum ama insanların canını sıkmıyordum.
Ali ve Yalçın benim için evin kapısını açtılar ama onlar içeri girmedi. Gurur’la biraz yalnız kalmamı istedikleri için dışarıda beklemeyi tercih etmişlerdi. Kapıyı arkamda kapattığımda evin tüm ışıkları yanıyordu. Holde yürürken Gurur’un nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum. Alt kattaki her odaya bakmıştım ama burada değildi. İlaçlarını yeni almış olmalı ki tüm ilaçları mutfak masasının üzerinde darmadağın duruyordu.
Üst kata çıktığımda daha önce birlikte kaldığımız odanın önünde durdum. Üst katta bir tek bu odanın ışığı yandığına göre Gurur burada olmalıydı. Fazla ses çıkarmadan kapıyı yavaşça araladım. Odanın ağır sessizliği, loş ışıkta elle tutulur bir hüznü besliyordu. Gurur düşünce seline o kadar dalmış ki içeri girdiğimi bile anlamamıştı. Omuzları çökmüştü, sırtını yatağın kenarına yaslamış bir halde yerde oturuyordu.
Yanında birkaç içki şişesi vardı ve bir şişeyi çoktan bitirdiği için devrilmişti. Kül tablasında yarısı sönmüş bir sigara duruyordu. Odanın içi sadece acı ve yas değil, alkol ve is kokuyordu. Gurur tüm gün defalarca saçlarını karıştırmış olmalı ki sarı saçları dağınıktı. Bir günde on yaş yaşlanmış gibi yeşil gözleri canlılığını yitirmiş hatta ağlamış gibi gözleri kanlanmıştı. İçim öyle bir acıdı ki kapı önünde hiç kıpırdayamadım. Gurur ağlamıştı...
Titreyen parmaklarının arasında bir kâğıt parçasını tutuyordu. O kâğıda baktıkça acısı katlanıyormuş gibi gözleri daha çok doluyordu. Küçük adımlarla odanın içine yürüyüp ona biraz yaklaştım. Dikkatli bakınca gözlerini dahi ayırmadan baktığı şeyin bir ultrason görüntüsü olduğunu gördüm. Gözpınarlarımdan taşan bir damla yaşa engel olamadım. Kaybettiği kızının ultrason görüntülerini bulmuştu.
Adım seslerimden geldiğimi anlayınca boş bulunup irkildi. Başını çevirip bana baktığında yeşil gözlerindeki o bakış, tanıdığım bir adamdan geriye hiçbir şey kalmadığını gösteriyordu. Yüzü kireç gibi solgun, alkolün tesirinde olan bakışları uyuşuk ve göz altları hafifçe morarmıştı. Elindeki ultrason kağıdını saklamaya çalışarak bana kapıyı gösterdi. “Git… Biraz yalnız kalmak istiyorum.”
Gidemezdim çünkü yalnız kalması için ona gereğinden fazla süre vermiştim. Yürüyüp tam önünde durdum. Çantam ve ceketimi bir kenara bırakıp bacaklarının arasında diz çöktüm. Kâğıda uzandığımda Gurur hemen elini çekerek görmeme izin vermedi. Son anda ultrason kağıdının bir ucunu yakalamıştım. Hakkım olmayan bir şeye dokunmuşum gibi kâğıdı tutan parmaklarım titriyordu.
“Lütfen…” Yumuşak ama kararlı bir sesle konuşurken ısrarla kâğıdın diğer ucunu tutuyordum. “Onu görmeme izin ver.”
Gurur doğmamış bir bebeğe karşı bile o kadar sahipleniciydi ki, sanki onu tüm gözlerden saklamak istiyordu. Çenesi titrediğinde ultrason kağıdını sert bir hareketle benden almak istedi ama yırtılır diye bunu yapamadı. “Sorun yok.” Şu anda nasıl bir ruh halinde olduğunu kestiremiyordum. Öfkeli mi, kırgın mı yoksa saldırgan mı? Henüz bunu bilmediğim için ona karşı çok naziktim. “Sorun yok sadece bakacağım.”
Sert nefesler alıp verirken kendini sakinleştirmeye çalışarak parmaklarını gevşetti. Ultrason kağıdını ondan aldığımda tüm vücudu gerilmişti. Sanki kâğıdı azıcık yırtsam ölen bir bebeğin canı yanacakmış gibi hissediyordu. Onun temkinli bakışları eşliğinde kâğıdı tutarken çok dikkatliydim. Bir ultrason kağıdına karşı bile bu kadar hassasken, çocuğu olsa kim bilir neler yapardı.
Büyük ihtimalle onu bir an olsun kucağından indirmez, her şeyiyle ilgilenirdi. Gurur’un babalık hisleri gerçekten çok üst bir düzeydeydi. Başımı eğip bebeğin siyah beyaz görüntüsüne baktım. Kâğıdın üzerindeki minik silüeti belli belirsiz görünüyordu. Başını, minicik el ve ayaklarını seçebiliyordum. Kâğıdın köşesindeki bir damla belki terdi, belki de Gurur’un gözyaşı… Henüz bunu bilmiyordum.
Gurur kızının görüntüsüne zarar vermeyeceğimi anlayınca başını eğip ellerinin arasına aldı. Her nefesle omuzları biraz daha öne doğru bükülüp çökerken, “Bilmiyordum…” diye fısıldadı yoğun bir acıyla. “Eğer Leyla’nın hamile olduğunu bilseydim-”
Nefesi kesildiğinde sonlara doğru sesi çatallaştı. “Onu gözümün önünde ayırmazdım belki o zaman…” Başını hafifçe kaldırıp boş kalan kollarına ızdırap içinde baktı. “Kızım kollarımın arasında olurdu.”
Sesi tamamen dağıldığında omuzları çatladı ama ne gözlerinden yaş aktı ne de dudaklarından bir hıçkırıp koptu. İçine içine ağlarken tek bir damla gözyaşı dışarıya akmamıştı. Dizlerimin üzerinde hareket edip bacaklarının arasına biraz daha sokulduğumda Gurur kendini geri çekmeye çalıştı. Sanki onu teselli edecek hiçbir şey istemiyordu ya da hiçbir dokunuşun böyle bir acıyı teselli edebileceğine inanmıyordu.
Ellerimi iki yanımda duran bacaklarına bastırarak yumuşak bir ifadeyle ona baktım. Acısı gözlerinden taşıp tüm bedenime akın ederken kısık bir sesle, “Kader…” diye fısıldadım. “Olanlar için kendini suçlama, doğmak onun kaderinde yokmuş.”
Sıktığı dişlerinin arasından kelimeler güçlükle çıkarken, “Benim suçum,” dedi buna tüm kalbiyle inanarak. “Onların yanında olsaydım ne Leyla bu hale gelirdi ne kızım…” Ölürdü demeye dili varmadığı için dudaklarını birbirine bastırarak başını eğdi. “Her şey benim suçum.”
“Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum.” Elimi uzatıp yavaşça çenesini tutarak başını kaldırdım. Çenesini hafifçe okşarken gözlerinin içine bakıyordum. “Sen aksine inansan da senin suçun değildi. Leyla doğumdan hemen önce bir kaza geçirmedi ya da düşüp bir yerini incitmedi.” Nişandan sonra olanlardan değil, doğum arifesinde yaşananlardan bahsediyordum.
“Senin engel olup onu koruyabileceğin hiçbir facia yaşamadı.” Başımı iki yana salladığımda artık bunu anlamasını istiyordum. “Bugün onun söylediklerini sende duydun. Gece uyurken ansızın olmuş her şey, yani sen orada olsaydın bile yapabileceğin hiçbir şey yoktu.”
Kuruyan dudaklarını aralayıp tam bir şey söyleyecekti ki, “Yoktu, Gurur!” dedim bu sefer daha sert bir sesle. “Yanlarında olsaydın bile senin yapabileceğin hiçbir şey yoktu.” Şu zamana kadar çektiği acılar yetmedi mi? Daha fazlası için her konuda kendini suçlamasına dayanamıyordum.
“Farah bu öylesine geçiştireceğim bir şey değil.” Doğrudan bana baktığında gözlerindeki kızarıklık biraz daha artmıştı. Birbirine bastırdığı dudakları titrediğinde kadere isyan eder gibi, “Bu adil değil!” dedi sert bir sesle. “Kızıma mezar olan bir dünyada ben hâlâ nefes alıyorum.”
Ona söyleyecek çok şeyim vardı ama bu durumdayken beni anlayacağını sanmıyordum. Bacaklarının arasından çıkıp yanına oturdum. Tıpkı onun gibi tam karşımdaki duvara bakıyordum çünkü şimdilik ikimizde tüm kelimeleri tüketmiştik. Gurur bir şişeyi devirmemiş gibi ikinci içki şişesine uzandığında hiç kıpırdamadım. Sanki su içiyormuş gibi şişeyi kafasına dikip kana kana içti. Anlaşılan bu gece kendini körkütük sarhoş etmeye kararlıydı.
Elinin tersiyle dudaklarını silip yarısına kadar içtiği şişeyi bana uzattı. “İster misin?” Bugün yaşananlardan sonra benim de biraz içmeye ihtiyacım olduğunu düşündü ama buna yanaşmadım. “Kalsın.” Onu geri çevirerek önüme döndüm. “Canı yandıkça teselliyi içkide bulan o insanlardan değilim.”
“Hımm,” diyen düşünceli mırıltısını duydum. Birkaç saniye sustuktan sonra beni içmeye teşvik edecek bir şeyler bulmuştu. “Aksa’yla olanları konuşmak ister misin?”
“Lütfen bunu yapma.” Onun bu huyunu hiç sevmiyordum. Ben onun yaralarını nasıl saracağımı düşünürken o, çoğu zaman canımı yakan şeyleri hiç çekinmeden söylüyordu. “Buraya acılarımızı yarıştırmaya gelmedim. Benimle uğraşma.”
“Seninle uğraşmıyordum.”
“Sen canın yandıkça başkalarının acısını kanatan bir insansın, Gurur.” Karşımdaki duvara boş bakışlar atarken hep olduğu gibi yine çok sakindim. “Psikolojik açıdan hepinizden daha dayanıklıyım, beni bunlarla alt edemezsiniz.”
“Yanılıyorsun,” diyen sesi bezgin çıkmıştı. “Sandığın gibi canını yakmaya çalışmıyordum. Bugün olanlardan sonra senin de acı çektiğini bildiğim için seni içmeye teşvik ediyordum. Belki böylece dilinin kilidi çözülür ve içine attığın her şeyi anlatırsın. Kabul edelim ki böyle konularda çok ketum birisin.”
Acısına acı katmayı düşünmediğim için zoraki bir şekilde ona tebessüm ettim. “Beni düşünme zamanla atlatırım.” Bir kez daha kendimle ilgili konuları rafa kaldırarak ona odaklandım. “Kendini nasıl hissediyorsun?”
Şişeyi dudaklarına yaklaştırıp yeniden içmeden önce, “Bok gibi,” deyince sadece ona baktım. İyi olduğunu söylemesini zaten beklemiyordum.
Başımı yavaşça omzuna yasladığımda gerilen vücudunu hissettim. Ona yalnız olmadığını düşündürmeye çalışırken sessizliğine ortak oluyordum. Her odacığı acı ve kanla dolup taşan kalbinin ritimlerini duyabiliyordum. Aslında o bana kıyasla daha iyiydi çünkü içki ve sigarayla canının yandığını gösterebiliyordu. Bense kapalı bir kutu olduğum için her şeyi içime atıyor, çektiğim acıyı ona bile gösteremiyordum.
Kaç dakika böyle sessizce oturduk, bilmiyorum ama bir süre sonra Gurur’un elini elimin üzerinde hissettim. İri eli, elimi avucunun içine aldığında belki de ilk kez Gurur’un eli çok soğuktu. “Onu hiç tanımadım.” Sesi kısıktı ama bir feryadın yankısına sahipti. “O kadar berbat bir adamım ki bir yerlerde bir kızım olduğunu bile bilmiyordum.”
“Bunun için kendini değil, Leyla’yı suçlamalısın.” Ondan kızını saklayan Leyla’ydı, bir de bunun için kendine yüklenmesini istemiyordum.
Başım Gurur’un omzuna yaslı olabilirdi ama omuzlarının hareketinden konuşmak üzere olduğunu anladım. Bir şey söylemesine izin vermeyerek, “Hayır, sen bir canavar değilsin,” dedim hızlıca. Aklından geçenleri az çok tahmin edebiliyordum. “Leyla’da böyle düşünmüyor. Bebeğini senden saklamasının tek nedeni onu senin tehlikeli dünyandan korumaktı. Bunu o da söyledi, böyle şeyler düşünüp kendini üzme.”
Sabaha kadar bazen o konuştu bazen de ben ama hiç uyumamıştık. Biliyordum hiç faydası olmayacaktı ama elimden geldiğinde onu kızı konusunda teselli etmeye çalışmıştım. Belki de ilk kez sabaha kadar hiç uyumayıp bu kadar uzun dertleşmiştik. Genelde hep o anlattı, ben dinledim ya da ona iyi gelecek şeyler söyledim. Ancak ben ona canımın nasıl yandığından veya ne kadar çok acı çektiğimden hiç bahsetmemiştim.
Tamamen ona odaklandığım için bir kez daha kendimi ikinci plana atmıştım.
***
Zaman hızla ilerliyordu ama her geçen günle hiçbir şey daha iyiye gitmiyordu. Gurur’la birlikte geçirdiğimiz o gecenin sabahında Gazel Saka’nın cenaze törenine katılmıştık. Bige az da olsun kendine gelmişti ama ablasının cenazesinde yeniden fenalaşmıştı. Onu o halde gördükçe gözyaşlarımı tutamadığım bir cenaze töreni olmuştu. Bige perişan bir haldeydi, öyle ki bir an aklını kaçıracağını bile düşünmüştüm.
Ablasının tabutuna sarılıp onu gömmelerine izin vermemişti. Karun onu zor ikna etmişti ama Bige’nin feryadı ve gözyaşları çoğu kişiyi ağlatmıştı. Saka’yı daha önce hiç bu kadar perişan ve yenik görmemiştim. Gazel gömüldükten kısa süre sonra fenalaştığı için yeniden hastaneye kaldırılmıştı. Haftalarca hastanede kaldı, taburcu olduğunda bile yüzü bir kez gülmedi. Onu yalnız bırakmamak için her fırsatta ziyaret ediyordum.
Ne zaman onu görmeye Kalender malikanesine gitsem Bige’de değişen bir şey olmuyordu. Kendini tamamen kaybetmiş bir halde öylece boşluğa bakıp duruyordu. Karun onun yanından ayrılamadığı için onun yerine işleri Gurur yürütüyordu. Kalender Holdingin CEO’larından biri olduğu için Gurur şirketteki tüm işlerle ilgileniyordu. O kadar çok çalışıyordu ki onu artık neredeyse hiç göremiyordum. Gününün çoğunu Melek’le geçiriyordu, kalan zamanında ise işlerle meşguldü.
Bende her gün Melek’i görmeye gidiyordum. Ne zaman hastaneye gitsem ağlayarak oradan çıkıyordum çünkü Melek’in durumu hiç iyi değildi. İlaçlarını ne zaman kesseler acılar içinde kıvranıp hep kan kusuyordu. Aylardır Gurur gece ve gündüz hep onun yanındaydı. Melek’in durumu o kadar kötüydü ki korkarım ki fazla zamanı kalmamıştı.
Gurur için her şey üst üste geldiğinden bana zaman ayıramadığı için ona kızamıyordum. Henüz Leyla’nın başarısız hamileliğini atlatamadan Melek hayatının son evrelerine girmişti. Bazen Gurur’la hastanede karşılaşıyorduk, o anlarda bile elinden geldiğince benimle ilgilenmeye çalışıyordu. Beni ne kadar ihmal ettiğinin farkındaydı ama bunu hiç sorun etmiyordum çünkü Gurur gerçekten çok kötü bir haldeydi.
Melek her gün gözlerinin önünde biraz daha erirken ona karşı anlayışlı olmaya çalışıyordum. Zamana ihtiyacı olduğu için üzerine hiç gitmiyor, elimden geldiğince sabrediyordum. Leyla onu hiç arıyor mu ya da ikisi görüşüyor mu, bilmiyorum ama şu an için bu hiç önemli değildi. Benim için önemli olan tek şey Gurur’un bir an önce toparlanmasıydı.
Söylemeye dilim varmıyordu ama Gurur için en kötüsü henüz başlamamıştı, her an Melek’in ölüm haberini alabilirdik.
Aksa konusuna gelirsek… Aylardır onu hiç görmemiştim. Birbirimizi ne arıyorduk ne de görmek için bir şey yapıyorduk. Evdekiler yakınlığımızı çok iyi bildiği için birkaç güne kalmadan barışacağımızı düşünmüşlerdi ama bu konudaki kararlılığımız onları bile endişelendirmeye başlamıştı. Kuzenlerimin Aksa’yla görüştüğünü biliyorum, bunu sorun etmiyordum.
Sonuçta Aksa onların da kuzeniydi, aramız kötü diye ekibimdekilere onunla görüşmeyi yasaklayamazdım. Bunu yapmak Aksa’yı yalnızlaştırmaktan başka bir işe yaramazdı ve ben bunu istemiyordum. Tıpkı Gurur gibi bende kendi işlerime sıkıca asılmıştım. Kafamı dağıtmak için neredeyse her gün babamla şirkete gidiyor, işleri biraz daha öğreniyordum.
Abim ve amcamın yaptıklarından sonra babamı yalnız bırakmak istemiyordum. Caner ve amcam hastaneden taburcu olduktan sonra Gurur’un adamları onları kıskıvrak yakalayıp almıştı. Şu anda ne haldelerdi ya da Gurur onlara neler yapıyordu, bilmiyorum ama o ikisini üç yıl görmeyeceğimize emindim. En azından bu birkaç yıl daha fazla canımızı sıkmayacaklardı.
Seçil, Yonca ve Nesibe yengeye gelirsek… İlk birkaç ay bizden sızdırdıkları paralarla idare edebilmişlerdi. Ancak hesaplarındaki para onların savurganlığına daha fazla dayanmadığı için kaldıkları tüm otellerden kovulduklarını duydum. Son bir haftadır neredeyse her gün kapımıza gelip babama yalvarıyorlardı ama babam onları eve almıyordu. Babam kapıdaki korumalara emir verdiği için o üçü hiçbir koşulda eve alınmayacaktı.
Bugün şirkette fazla mesai yaptığımız için eve geldiğimizde kuzenlerimle ayakta zor duruyorduk. Hepimiz salona geçip kendimizi bir koltuğa attığımızda bizi gören annem, yüzünü buruşturarak salondan çıktı. Annem bir aylardır bizi görmezden gelip her fırsatta iğneleyici laflarıyla yerden yere vuruyordu. Zaza giden annemi bize gösterip, “Sizce bunu daha ne kadar sürdürecek?” diye sordu.
“Balık katillerini bulmadan yüzümüze bakmaz. Şu anda onun için hepimiz birer şüpheliyiz.” Tüm gün giydiğim topuklu ayakkabılar yüzünden ayaklarım şişmişti. Onları ayağımdan çıkartırken kızgın gözlerle Kılıç ve İskender’e bakıyordum. “Hamsi mi? Siz şaka mısınız?”
O gece onlara ölen balıkların aynılarını bulmalarını söylemiştim. Ancak bu iki densiz, aradıkları balıkları bulamayınca havuzun içini hamsiyle doldurmuştu. Annem hep yaptığı gibi aynı saatte balıklarının yemini vermeye gittiğinde havuzda yüzen hamsileri görünce delirmişti. Onu daha önce hiç bu denli çıldırmış bir halde görmemiştim. Mutfaktaki kasap bıçağını kapıp biz kuzenleri ip gibi karşısına dizmişti.
Balıklarına ne olduğunu sorduğunda o bıçakla yapacaklarından korkup Kılıç ve İskender’i ele vermemiştik. Nasıl ele verirdik ki, Nihat küçük bir şaka yapıp balıkların evrim geçirdiğini söyleyince annem onun kafasından vazo kırmıştı. Boylu boyunca yere devrilen Nihat’ı görünce hepimiz korkudan birbirimize sokulup hiçbir şey bilmediğimizi iddia etmiştik.
Annem bir türlü suçluyu bulamamıştı ama içimizden birinin bunu yaptığını çok iyi biliyordu. Gerçek suçluyu bulana kadar hepimize tavır yapmayı bırakmayacaktı. Nihat o günü hatırlayınca annemin vurduğu yer ağrımış gibi başını tuttu. “Hamsileri bile anlayabiliyorum ama deniz kaplumbağası ne alaka?” Kafasından kırılan vazonun siniriyle Kılıç ve İskender’e tersçe bakıyordu. “Balıkların içinde kaplumbağanın ne işi var?”
“Araya çeşitlilik olsun diye.” Kılıç rahatça koltuğuna yaslanırken umursamaz bir ifadeyle omuzlarını silkti. “Ayrıca dikkat ettiyseniz havuzda bir tane de yavru köpekbalığı var. Ne bulduysak aldık işte.” Onlar yüzünden havuzun suyunu tuzlu suyla değiştirmiştik.
“Annemin balıkları dışında her haltı bulmuşsunuz,” diye homurdandım. “Peki, o iki pirana kimin fikriydi?”
İskender üçlü koltukta sırtüstü uzanıp tavanı izlerken bir kez daha esnedi. “Balıklar sıkılmasın diye piranaları ben aldım. O hayvanlara da biraz aksiyon gerek.” Balıklar aksiyon istiyorsa yavru köpekbalığı nelerine yetmiyormuş?
“Lan oğlum herkes sen mi, ota boka sıkılsın!” Nihat ayağından çıkardığı kirli çorapları bu sefer koltuğun arasına sıkıştırmak yerine top haline getirdi. Kaşlarını çatarak avucunda sıktığı çorapları İskender’e fırlattı. “Tavana bakıp durma yine canın sıkılacak. Daha dün nezaretten çıktık, izin ver iki gün dışarıda kalalım!”
Zaza tam karşımda oturduğu için kollarını göğsünden birleştirip iğneleyici bakışlarını bana dikti. “Birileri hep yaptığı gibi yine olay yerinden uzayarak nezarete girmekten kurtuldu.” Demir parmaklıklarının arkasına girmekle ilgili ciddi sorunlarım vardı. Bu yüzden kimse nezarete düşmeme neden olamazdı.
“Esvet ne zaman dönecek? En azından o buradayken İskender’in nöbeti bana bir gün geç geliyordu.” Zaza’nın sorduğu soruyla Kılıç’ın tüm vücudu gerilmişti ama bunu saklamaya çalıştı. Bu konu hiç dikkatini çekmiyormuş gibi başını telefonuna eğdi fakat kulağı bizdeydi.
“Esvet’in geçen hafta Türkiye’ye döndüğünü bilmiyor musunuz?” Nihat şaşkınca sırasıyla hepimize baktı. “Bunu nasıl bilmezsiniz, bir haftadır burada.”
“Telefonlarımıza bakmıyor ki nereden bileceğiz?” Ona yanımda duran telefonu gösterdim. “Genetik Karma grubuna da hiç girmediği için yazdıklarımızı da okumuyor.” Esvet’in ne sorunu olduğunu anlayamıyordum. Nihat dışında kimseyle iletişime geçmiyordu.
“Bir daha ekibe dönmemeye kararlı.” Nihat’ın son söyledikleriyle Kılıç tepkisizliğini korudu ama yanında duran eli yumruk olmuştu. Nihat bacak bacak üstüne atarak limonatasından bir yudum alırken Kılıç’ı ne kadar kızdırdığından haberi yoktu. “Bir güzellik salonunda masöz olarak işe girmiş.”
“Ne sikimden bahsediyorsun?” Kılıç daha fazla dayanamayıp kaşlarını çatarak başını telefondan kaldırdı. “Oraya girip çıkan herkese masaj mı yapıyor?”
Nihat onun sinirli suratını görünce gülmemeye çalışarak başını salladı. “Sadece seçili müşterilere.”
Kılıç koltuğunda dikleştiğinde tüm sinirini Nihat’tan çıkarmak ister gibi bakıyordu. “Nerede bu yer?”
“Ne yapacaksın?” Nihat yanaklarının içini dişleyerek tek kaşını yukarı kaldırdı. “Yoksa sende mi masaj yaptıracaksın?”
“Sana nerede dedim.”
“Bende sana seni ne ilgilendirir diyorum.”
“İkinizde kesin şunu.” Daha fazla hır gür istemediğim için birbirlerine dalmadan hemen müdahale ettim. “Esvet’in nerede çalıştığını dayıma sorup öğrenirim.” Kılıç’ı yatıştırmak için sakin bir sesle konuşup güldüm. “Şimdi her yer kapanmıştır ama yarın onun çalıştığı yere gidebilirsin.”
“Saçmalamayın!” Nihat şiddetle karşı çıkıp Kılıç’ı uyardı. “Esvet’i tanımıyormuşsunuz gibi davranma. İş yerine gidersen seni boğar.”
Aklına ne tür bir sinsilik gelmişse Kılıç’ın dudaklarının köşesi belli belirsiz kıvrıldı. “Müşteri olarak gidersem hiçbir şey yapamaz.” Şeytani bakışlarından anladığım kadarıyla Esvet’e gerçekten o masajı yaptıracaktı. “Sonuçta müşteri memnuniyeti her şeyden önce gelir.”
“Demek hepiniz buradasınız.” İçeri giren babamla bakışlarımız ona döndü. Babam önce bana daha sonra da kuzenlerime sırasıyla bakmaya başladı. Bu bakışın ne anlama geldiğini iyi bildiğimiz için hepimiz rahatsızca yerimizde kıpırdandık. Babamın bizim için yine hain planları vardı.
Bir yere geç kalmışız gibi bileğindeki saati kontrol edip bakışlarını bana çıkardı. “Bugün sadece liderlere özel bir davet var. Bu davetin amacı masaya son oturan iki liderle tanışmak.” Son dakikada öğrendiğim bu bilgiyle elim ayağım buz kesmişti. Nihayet eski bölge liderleri Tayfun İnce ve Sadri Şimşek’in yerine kimlerin geçtiğini öğrenebilecektik.
Babam bana doğru yürüyüp hazırlanmam için kapıyı gösterdi. “O davete benim yerime senin katılmanı istiyorum.” Soluğum kesildiğinde bunun düşüncesi bile beni dehşete düşürmeye yetmişti. Hiçbir güç beni oraya gönderemezdi.
Babam bana nasıl hissettirdiğinden habersiz belli belirsiz gülümsedi. “Önceden haber saldım, bu gece Tozluların vekil lideri olarak orada sen boy göstereceksin.” Benim niye bundan haberim yoktu?
Babam gözlerimin içine bakıp son derece ciddi bir şekilde, “Bu gece senin sözün, benim sözüm demek,” diye beni uyardı. “Orada vereceğin her karar bir liderin kararı olacak. Bunun bilincinde olarak ailemizi en iyi şekilde temsil etmelisin.”
“Bunu yapamam.” Karşı çıkarak ayağa kalkıp başımı iki yana salladım. “Baba daha önce tüm liderlerle tek başıma bir masada bulunmadım. Bunu yapmaya bir yerde başlamam gerektiğinin farkındayım ama masaya sonradan katılan o iki liderin kim olduğunu henüz bilmiyoruz. Ortalık bir anda karışırsa ne yapacağım?”
“Vekil lider olarak ne gerekiyorsa onu yapacaksın.” Babam tam karşımda durup güven aşılamak isteyen gözlerle bana bakıyordu. “Kendine haksızlık etme, sen gördüğüm en hakkaniyetli ve adil liderlerden biri olacaksın. Masaya yeni birileri geldiğinde oradaki herkese söz hakkı verilir. Ne düşünüyorsan çekinmeden söylemelisin.”
“Baba-”
“Farah korkmanı gerektiren bir durum yok. O masada Asaf ve Gurur’da olacak, gerektiğinde müdahale edeceklerini biliyorum.”
“Gurur mu?” diye sorarken şaşkınlığım yeni bir boyut kazanmıştı. “Kalenderlerin lideri Karun, Gurur’un orada ne işi var?”
“Karun karısıyla meşgul olduğu için o da kendi yerine vekilini gönderiyor.” Gurur’un orada olması babamın içini rahatlatan en büyük faktörlerden biriymiş gibi dudağının köşesi kıvrıldı. “O masada Gurur varken kimse kılına bile dokunamaz.”
Bugünün en büyük sürprizi buymuş gibi Nihat yüksek sesle güldü. “Vekil lider olarak oraya gitse bile Gurur’un yeniden o masaya oturması herkese soğuk dakikalar yaşatacaktır.”
“Peki, ya gücün tadını yeniden alırsa?” Kılıç’ın dudağının kenarı yavaşça büküldüğünde gözlerinde karanlık bir ifade geçmişti. “Sizce koltuğunu geri almak için kendi yeğenini yıkar mı?”
“Hayır çünkü Gurur bile isteye yerini Karun’a bıraktı.” Bunları söylerken bu sözlerin doğruluğundan en küçük bir şüphe duymuyordum. “Gurur istemediği sürece kimse onu tahtından edemezdi.”
Büyük ihtimalle o dönem bana olanların suçluluğunu yaşadı çünkü onun ihmalkârlığı yüzünden komaya girmiştim. Bunun vicdan azabıyla tüm işlerden elini ayağını çektiğini düşünüyordum. Gurur istemeseydi ne onu yerinden edebilirlerdi ne de onu iki yıl yurtdışında tutabilirlerdi. Artık bunu daha iyi anlıyordum. Kimsenin tehditleriyle değil, Gurur bile isteye liderliği bırakmıştı. O hiçbir zaman tehditlere boyun eğen bir adam olmamıştı.
Babam ne yapıp ettti, bir şekilde beni o davete katılmaya ikna etmişti. Bunun için tam yarım saat uğraşmak zorunda kalmıştı. Bir süre sonra direnmeyi bırakmıştım çünkü er veya geç o masaya oturacağımı biliyordum. Başlangıçta vekil lider olarak oraya gitmem benim için iyi bir deneyim olabilirdi. Böylece babamın yerine geçmeden önce liderlerin dünyasının nasıl bir yer olduğu hakkında fikir edinebilirdim.
Sadece ben değil, ekibimde bana eşlik edecekti. Babamın söylediğine göre korumaların hiçbiri içeri alınmayacaktı ama her lider en yakın olduğu adamları içeri alabiliyormuş. Tabii bu sayının bir elin parmaklarını geçmemesi şartıyla. Kılıç, İskender, Nihat ve Zaza bana eşlik edecekti. Oradaki kimse dört kişinin bana eşlik etmesini sorun etmezdi.
Çatı katına çıkıp odama girdiğimde yatağın üzerinde duran bir kutu gördüm. Kırmızı kurdeleli siyah, kadife kutuyu kimin buraya bıraktığını bilmiyordum. Yaklaşıp yakından bakınca kutunun üstünde küçük bir not kâğıdı olduğunu gördüm. “Bu gece için sana yakışacağını düşündüm. Saat tam sekizde seni almaya geleceğim… Gurur Kalender.” Tebessüm ederek kutunun kapağını açtım. Anlaşılan benim için son dakika gelişen bu davetten Gurur’un haberi vardı.
Kadife kutuyu açınca içinden çok şık siyah bir elbise gördüm. O not kâğıdı olmasaydı bile bu elbisenin Gurur’dan geldiğini hemen anlardım çünkü omuzları açıktı. Boynuma kolay ulaşmak için omuzları açık şeyler giyinmemi tercih ediyordu. Elbiseyi yatağın üzerine bırakıp hemen banyoya girdim. Fazla vaktim kalmadığı için hızlı bir duş alıp saçlarımı kuruttum.
Gurur’un gönderdiği elbiseyi giyerek ayna karşısına geçtim. İnce boynumu ve omuzlarımı açıkta bırakan elbise bana gerçekten çok yakışmıştı. Vücudumu saran elbisenin yumuşak kumaşı hoşuma gitmişti. Elbise balık etek modelinde olduğu için kalçamın şeklini ortaya çıkartıyordu. Kalçamın altına kadar bedenimi sarıyordu ama dizlerimin aşağısında hafifçe genişliyordu. Elbisenin etekleri yerde süründüğü için yüksek topuklu ayakkabılar giymeliydim.
Saçlarıma düz fön çekip biraz ışıltı katmak için hafifçe saç spreyi sıktım. Bu sefer makyajım konusunda gerçekten özenmiştim çünkü orada iyi bir izlenim bırakmalıydım. Ben normalde koyu kahve veya pudra tonlarında rujlar tercih ederdim ama bu geceye özel kırmızı bir ruj sürdüm. Dolaptan çıkardığım siyah stiletto ayakkabıların altı kan kırmızısıydı ve on santim topuğu vardı.
Anlaşılan bu gece ayaklarım hiç rahat etmeyecekti. Malikaneye giren arabaların sesini açık pencereden duyduğum için Gurur’un geldiğini anladım. Siyah pardösümü omuzlarıma attıktan sonra çantamı alarak odadan çıktım. Gerçek anlamda bir hanım ağa ve bölge liderine benzediğimi inkâr edemezdim ama içimde bir liderin ruhu yoktu. Belki de hep vardı fakat henüz benim bundan haberim yoktu.
Merdiveni indikçe topuklu ayakkabılarım ahşap fayanslarda tok sesler çıkartıyordu. Ekibimdekiler benden daha erken hazırlandıkları için hepsi merdivenin altında beni bekliyordu. Kılıç her zamanki gibi siyah bir takım elbisenin içindeydi. Kravat takmaktan hoşlanmadığı için gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı. Ceketinin önü açık olduğu için belindeki silahı görünüyordu.
İskender ise bir ceketin ağırlığını bile üzerinde taşımaya üşeniyormuş gibi yanında ceketi yoktu. Üzerindeki siyah gömleğin yakası açıktı ve kalın bilekleri görünecek şekilde gömleğin kollarını birkaç kat toplamıştı. Beline taktığı deri kemerle kaslı vücudu daha çok göze çarpıyordu. Daha şimdiden sıkılmış gibi yüzünde uykulu bir ifade vardı. Oflayıp puflamadan ya da bize zor zamanlar geçirmeden bu geceyi nasıl atlatacağımızı hiç bilmiyordum.
Zaza’ya baktığımda üzerinde göbeğini açıkta bırakan yarım bir atlet ve siyah pantolon giydiğini gördüm. Üzerine giydiği siyah ceketi kalçasının altına gelecek uzunluktaydı ve ceketin kollarını yukarı toplamıştı. Kısa saçlarını arkaya doğru taramış, koyu bir göz makyajıyla marjinal tarzını yine konuşturmuştu. Bir kulağında küpe yoktu fakat diğer kulağındaki zincir küpenin ucunda bir kurşun vardı. Boynunda ise hiç çıkarmadığı askerlik künyesi...
Zaza topuklu ayakkabılardan nefret ettiği için yine postallarını giymişti. Onun yanında duran Nihat’ta şaşırtıcı bir şekilde siyah bir takım giymişti. Anlaşmış gibi bugün hepimizin siyah giymesi nasıl bir tesadüftü? Herkes birbirine bakarak aynı renk giymenin huzursuzluğunu yaşıyordu. Annem ve babam onların yanına geldiğinde adım seslerimden hepsi başını kaldırıp bana baktı.
Bu ayakkabılarla düşmemek için merdiven trabzanına tutarak inerken beni gören herkesin yüzünde küçük bir hayranlık duygusu beliriyordu. “Ördeğim…” diyen annemin gözleri ışıldadı. “Tam bir siyah kuğuya dönüşmüşsün.” Balıklarına olanları unuttuğu nadir anlardan birini yaşıyorduk.
“İşte şimdi bir lidere benzemiş.” Babam baştan ayağa beni süzerken gördükleri hoşuna gitmiş gibi başını ağır ağır salladı. “Sen hükmetmek için doğmuşsun, Haraf,” dediğinde adımlarım yere kenetledi ve ben trabzanı daha sıkı tuttum. Nabzım boynumda atarken buğulu gözlerin ardından babamı izliyordum. Bana böyle seslenmeyeli yıllar olmuştu.
Dokuz yaşına kadar babam şakayla karışık bana sık sık Haraf derdi, o esnada adımın tersini söylediğini bile anlamazdım. Gurur’dan önce adımın tersinin Haraf olduğunu bile bilmiyordum çünkü buna hiç kafa yormamıştım. Çocukken kaçırılmadan önce ele avuca sığmayan yaramaz bir çocuktum. O halim bir tek babamı rahatsız etmez, Haraf olduğumu bana aşılamak ister gibi her fırsatta bana bu ismi söylerdi.
Ancak bir aylık esaretten sonra o kadar çok değişmiştim ki artık babam bana bakınca Haraf’a dair tek bir iz bulamıyordu. Bu yüzden bana Haraf demeyi bırakmış ve hep Farah demişti. Bazen de gittikçe eksiliyormuşum gibi adımı bir tık kısaltıp Fara dediği bile olmuştu. Yıllar sonra ondan bu ismi yeniden duymak beni çok etkilemişti.
Aşağıya indiğimde annem ve babam avluya çıkana kadar bize eşlik etmişlerdi. Tüm bu sürede babam beni telkin edip bu gece her şeyin yolunda gideceği konusunda içimi rahatlatmaya çalışmıştı. Evden çıktığımızda Gurur ve adamları dışarıda bizi bekliyordu. Normalde Gurur korumalarla gezmeyi sevmezdi ama yanında ben olunca düzinelerce korumayı sorun etmiyordu.
Gurur kalçasını arabasına yaslamış, başını hafifçe eğerek sigarasını içiyordu. Bu gecenin önemini zerre kadar bir yerlerine takmadığı için ekstradan hazırlanacak hiçbir şey yapmamıştı. Tek bir kırışık dahi olmayan beyaz gömleği ve siyah pantolonu yine üzerindeydi. Şaşırtıcı bir şekilde ayakkabılarında ne kan ne de çamur lekesi vardı. Üzerindeki her şey fazla temiz görünüyordu ama bunun kaç dakika süreceğini çok merak ediyordum.
Beyaz gömleği ikinci bir deri gibi heybetli vücudunu sarıyordu. İnce belini saran siyah kemerin ondaki duruşu bile çok farklıydı. Hep olduğu gibi gömleğinin yakası açıktı ve kollarını yine toplamıştı. Bu yüzden sol bileğindeki deri bileklik merakımı cezbediyordu. O bilekliği neredeyse hiç çıkarmıyordu. Son aylarda Gurur hep fazla durgun ve düşünceli olduğu için yine çok uzaklara dalmış bir şekilde sigarasını içiyordu.
Nisan onun dikkatini çekmek için hafifçe öksürerek ona beni gösterdi. Gurur sigaradan ciğerlerine büyük bir nefes çekerek başını kaldırdığında beni gördü. Tuttuğu nefesiyle birlikte sigara dumanı da ciğerlerine hapsolmuştu. Gözlerini dahi kırpmadan baştan ayağa beni izlerken uzun zamandır bana bu kadar yoğun hiç bakmamıştı. Kaybettiği bebeği ve Melek’in durumu onu öyle bir sarsmıştı ki aylardır bir karısı olduğunu bile unutmuştu.
Beni izledikçe yeşil gözlerini kapatan o yas örtüsü sanki gittikçe kayboluyordu. Gözlerindeki o canlılığı görmeyeli sanki yıllar olmuştu. Aradan geçen bu zamanda bana öyle bir yokluk yaşatmıştı ki, gözlerinde beliren küçük bir parıltıya bile hasret kalmıştım.
Sigara dumanı dudaklarının arasında süzülürken soluksuz bir şekilde beni izliyordu. Bana dikkatli bir şekilde baktıkça sanki ne kadar çok özlediğini o da yeni fark ediyordu. Vücudumun her detayına uzun uzun bakıyordu. Son olarak bakışları özlediği yüzüme kayınca ona tebessüm ettim. Bir şey söylemesine izin vermeden yanına gidip arabasına bindim. Trafiğin durumunu bilmediğim için gideceğimiz yere geç kalmak istemiyordum.
Bugün araba sürecek havasında değilmiş gibi Gurur arka koltuğa yanıma oturdu. Ali direksiyon başına geçince hep birlikte yola çıktık. Ne yazık ki uzun bir konvoy peşimizden bizi takip ediyordu. Oraya gidince ne yapacağımı bilemediğim için sinir ve stresten dizlerim titriyordu. Gurur bunu görünce bana doğru kayıp elini titreyen bacağımın üzerine koydu. “Korkmana gerek yok, onlarda senin benim gibi bir insan.”
“Yanlarında silah taşıyıp insan vuran insanlar,” dediğimde hiç keyfi olmamasına rağmen güldü. “Dert ettiğin buysa bende yanımda silah taşıyıp insan vuruyorum.”
Ondan uzaklaşmak için kapıya doğru kaydığımda homurdanmakla meşguldüm. “İçimi ne kadar rahatlattığını bir bilsen…”
Aramıza koyduğum mesafeden hoşlanmadığı için bana doğru biraz daha kayarak beni kapı ve kendi arasında sıkıştırdı. “Aylardır doğru düzgün yüzünü göremiyorum, benden kaçmayı bırak.” İnadıma yapar gibi damarlı elini tekrar bacağımın üzerine koyunca tüm vücudum titremişti. Bana parmağının ucuyla bile dokunsa heyecanlanıyordum.
Yavaşça başımı çevirip omzumun üzerinden ona baktığımda çok yakınımdaydı. Ilık nefesini çıplak omzumda hissedeceğim kadar yakınımdaydı. Bana bakmak yerine gözlerini ince boynuma dikmişti. Boynuma baktıkça yeşil gözlerindeki değişim soluğumu kesiyordu. Dudaklarını boynumda gezdirmeyeli aylar olmuştu. Gözlerinin yeşili her saniyeyle biraz daha koyulaşırken, “Farah…” diyen mırıltısı boğuktu. “Çok özledim.”
Yanaklarım kızarırken sadece onun duyacağı bir fısıltıyla, “Özlediğin ben miyim yoksa boynum mu?” diye sordum.
Sesli bir şekilde güldüğünde onu böyle gülerken görmeyeli sanki yıllar olmuştu. Daha fazla dayanamayıp boynumdan öpmek için uzandığında ona Ali’yi gösterdim. Gurur belki Ali’nin ön koltukta olmasını sorun etmezdi ama bunun beni ne kadar çok utandıracağını bildiği için isteksizce benden biraz uzaklaştı. “Bu gece orada kimler olacak?” diye sordum merakla.
Gurur camı biraz aralayıp sigara paketini çıkartırken benim aksime çok rahat görünüyordu. “Tüm bölge liderleri.” Hafızamı biraz tazelemek için bana onların isimlerini tek tek saydı. “Duha, Asaf ve Barbaros piçi, Emin Kıratlı denen it, Korkut Hanzade puştu, Ragıp Soylu ve Devrim Yalın.” Omuzlarını hafifçe silkti. “Bir de bugün öğreneceğimiz o iki gizemli isim.”
“Orada sadece liderler mi olacak?”
“Hayır, Kemal’i katlettiğimden beri emniyetin gözü tüm liderlerin üstünde. Dikkat çekmemek için herkes oraya eşi veya sevgilisiyle gelecek. Her şey sıradan bir kutlamaymış gibi görünecek.” Paketin içinde çıkardığı sigara dalını dudaklarının arasına yerleştirdiğinde kısa bir an bana baktı. “Gecenin ilerleyen saatlerinde diğer konuklar aşağıda eğlenirken bizler yukarıda on bir kişilik bir masanın etrafında toplanacağız.”
Söylediği onca şeyin içinde dikkatimi çeken sadece tek bir şey olmuştu. “Herkes oraya eşi ve sevgilisiyle mi gelecek dedin?” diye fısıldadığımda Gurur beni bu kadar endişelendiren şeyin ne olduğunu anlamıştı. Asaf’ta oraya Aksa’yla gelecekti.
Aylar sonra Aksa’yla aynı mekânda olacaktık.
Yorumlar