Roman
  • 01/12/2025

44-KİMSELERE SARILMA

Beni düşünce seline boğan bir yolculuktan sonra davetin verildiği yere gelmiştik. Buluşma için neden bir otelin seçildiğini bilmiyorum ama bu konuda bazı tahminlerim vardı. Büyük ihtimalle göz önünde bir yer seçerek emniyet güçlerine burada usulsüz hiçbir işin dönmediğini göstereceklerdi. Diğer bölge liderlerinin yaptığı gibi bizde tüm korumalarımızı otelin dışında bıraktık.

Yanıma sadece yakın olduğum ekibi almıştım. Gurur'da Ali, Nisan ve Yalçın dışında diğer tüm adamlarını dışarıda bırakmıştı. Bildiğim kadarıyla bu otel hiçbir bölge liderine ait değildi. Bu tür buluşmalarda genelde tarafsız bir bölge seçilirdi. İçeri girdiğimizde otel personelleri geleceğimizi önceden bildikleri için bizi en iyi şekilde karşılamışlardı.

İki kişi yakın korumalarımızı davetin olduğu salona yönlendirdi, dört otel çalışanı da bize asansörü gösterdi. "Diğerleri sizi üst katta bekliyorlar efendim."

Duyduklarımı sorgularcasına Gurur'a baktığımda elini sırtımın arkasına koyarak beni asansöre yönlendirdi. "Anlaşılan önce toplantı yapacağız sonra aşağıdaki kutlamaya katılacağız."

Asansöre bindiğimizde bize eşlik eden otel çalışanı, en üst katın düğmesine bastı. Yirmi kat yukarı çıkarken daha şimdiden çok gerilmiştim. Gurur bedenimin titreyişlerini hissettiği için omzunun üzerinden bana bakıyordu. Sıcak bakışlarıyla ihtiyacım olan güveni aşılamaya çalışıyordu. "Korkmanı gerektirecek bir durum yok." Elimi tutup hafifçe sıktığında muzırca bana göz kırptı. "Canını sıkan olursa gereğini yapacağımı biliyorsun."

Beni korkutan da tam olarak buydu, Gurur'un yapacakları. Her konuda o kadar fevri ve asabiydi ki en küçük bir terslikte yapacaklarını kestiremiyordum. Otelin en üst katına çıktıktan sonra asansörden indik. Gri koridorun titrek ışıkları altında yürürken Gurur'un koluna girmiştim.

Biraz ilerledikten sonra iki görevlinin bir kapının önünde durduğunu gördüm. Onlara yaklaştığımızda ceketlerinin önünü kapatıp bizim için çift kanatlı kapıyı açtılar. Attığım her adımla koridorun ışıkları mı titriyordu yoksa titreyen ben miydim, hiç bilmiyordum. Hızlanan nefeslerimin arasında patlamak üzere olan kalbimin yüksek ritmini duyabiliyordum. Avuçlarımın içi terlediği için Gurur'un kolundan çıktım.

Ellerimin içini elbisemin kenarlarına sürterek kendime gelmeye çalıştım ama bu hiç kolay değildi. O kapının arkasında tüm liderlerin olduğunu bilmek bana ecel terleri döktürüyordu. "Gurur dur." Her hareketimi izlediği için bu halde daha fazla devam edemeyeceğimi anlamıştı.

"Bana bir konuda söz vermeni istiyorum." Elini ellerimin arasına alıp onu görmek için başımı kaldırdım. "Bugün ne yaşanırsa yaşansın içeride sorun çıkarmayacaksın."

Kaşları kendiliğinden çatıldığında avuçlarımın arasındaki elinin ısısı düştü. "Farah biri sana bir şey söylemeye kalkıştığında sessiz kalmamı mı istiyorsun?"

"Evet." Bunun onun için çok zor olduğunu biliyordum ama yapmak zorundaydı. "İçeri girdiğimiz an sen benim kocam değilsin." Bedenindeki gerilimi hissetmeme rağmen ona iyi gelecek bir şeyler söyleyemedim. "Gurur ben buraya senin karın olarak değil, Tozluların vekil lideri olarak geldim."

Sinirli bakışlarını biraz yumuşatmak istercesine gülümsedim. "Bugün buradaki herkese kocam ve babamın desteği olmadan kendimi savunabildiğimi göstermek istiyorum."

"Farah o siktiğim piçleri üzerine gelecek ve bunu sadece kadın olduğun için yapacaklar."

"Kadın olmanın zorluklarını iyi biliyorum, aynı şekilde içlerine bir kadını almayacaklarının da farkındaydım. Ancak bu benim vermem gereken bir mücadele ve bunu kimsenin yardımı olmadan yapmak istiyorum." Avuçlarımın arasındaki elini sıkıp yalvarırcasına gözlerine baktım. "Lütfen Gurur içeride rahat dur. Birine sataşırsan sesler yükselir ve bu olduğunda..."

Sıkıntıyla nefesini vererek, "Korkarsın," dedi. Kimsenin en küçük bir sesten bile korktuğumu anlamasını istemiyordum.

Gurur'da bunu istemiyor olmalı ki bundan nefret etse de "Söz veriyorum," diyerek isteksizce başını salladı. "İçeride ne yaşanırsa yaşansın sinirlerime hâkim olmaya çalışacağım." Ondan aldığım sözün güvencesiyle yeniden yürümeye başladım. Umarım bu gece bana verdiği sözü tutardı.

Görevliler bizim için kapıyı açtıklarında ürkek adımlarımın beni durdurmasına izin vermeden içeri girdim. Üzerimde şık bir elbise ve omzumum üstünde beni sıcak tutan bir pardösü varken kurtlar sofrasına ilk adımımı atmıştım. Daha şimdiden içime çektiğim nefeslerin ritmi farkındalıkla hızlanmıştı. Sırtımı yay gibi gerip omuzlarımı dikleştirdim.

Bu aşamada istesem de herkesin tanıdığı o korkak ve asosyal Farah olamazdım. Babamı utandırmak istemiyorsam benim bu gece Haraf olmam gerekiyordu. İçeri girmemizle salonun havası bir anda ağırlaştı. Liderlerden başka burada kimse olmadığı için korkudan kalbim göğüs kafesime sığmıyordu. Hepsi gözlerini dikmiş bize baktığı için anksiyetem bir karabasan gibi saklandığı yerden çıkıp bana el sallıyordu.

İçerideki puro dumanı, ağır parfüm ve alkolün o tatlı ekşi kokusunu yoğun bir şekilde soluyordum. Salonun en başında on bir sandalyeden oluşan yuvarlak bir masa vardı ve o masada sadece iki masa boştu. O iki sandalyenin sahipleri Gurur ile ikimizdik. Gurur'un, "Sikeyim!" diyen kızgın sesini duyana kadar bana verdiği sözü tutmakta ne kadar zorlanacağını anlamamıştım.

Bakışlarını takip edince gördüğüm kişiyle Gurur'un neden bu kadar sinirlendiğini daha iyi anladım. Şaşkın gözlerle masadaki adamlardan birine bakıyordum. Bu gece o masaya sürpriz iki ismin oturacağını biliyordum ama onlardan birinin Sonat olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Anlaşılan Sungurlar yeniden masada söz hakkı olmayı başarmıştı.

Bir zamanlar o masaya üç kişi otururlardı, üç yakın arkadaş... Bunlar babam, Melih amca ve Beşir'di. Şimdilerde onların yerini ben, Asaf ve Sonat almıştık, yani onların çocukları. Önceleri Sonat'a sempati duyardım, babasının günahını ona yıkmayı doğru bulmazdım. Ancak Duha'nın düğününde hakkımda söyledikleriyle aslında babasından hiç farkı olmadığını bana göstermişti.

Babamın Beşir hakkında anlattıkları da Sungurlardan tüm kalbimle nefret etmem için yeterli bir sebepti. Hissiz gözlerle Sonat'a bakmak dışında hiçbir şey yapmıyordum. Beni asıl endişelendiren Gurur'du. Sonat'ın adının geçtiği yerlerde bile delirirdi, şimdi onunla aynı masaya oturmak zorundaydı. Hedefine kitlenen bir yırtıcı gibi sert gözlerle Sonat'a bakarken her an bir delilik yapacak diye diken üstündeydim.

Pardösümü buradaki çalışanlardan birine uzatıp Gurur'un koluna girdim. Birlikte yürüyüp masanın yanına geldiğimizde Gurur'un benim için sandalyemi çekmesini beklemiyordum. Bizim için ayrılan yerlere oturduğumuzda Gurur'la yan yanaydık. Onun diğer yanında bölge liderlerinden Barbaros Kahhar vardı, benim sol yanımda ise Asaf Bolatlı. Tüm liderler buradaydı.

Göstermelik bir şekilde dil ucuyla herkese kısa bir selam verip başımı kaldırmıştım ki karşılaştığım mavi gözlerle sertçe yutkundum. Bu gecenin en büyük sürprizi Sonat sanıyordum ama çok büyük yanılmışım. Bu masada Sonat'tan daha çok beni dehşete düşüren bir isim daha vardı. Onu gördüğüm an bu odayı terk etmemek için kendimi zor tuttum.

Aslında bir an bunu yapmayı düşündüm ama Gurur masanın altında elimi sıkarak bana kalmam gerektiğini hatırlattı. Onu görmenin benim için hiç kolay olmadığını Gurur'da biliyordu ama bir korkak gibi kaçıp gitmeme izin vermedi. Masanın altında elimi sıkıca tutarken beni kalmaya zorluyordu. Bense gözlerimi dahi kırpmadan acımasız mavi gözlerin sahibine bakıyordum.

Leonard Salazar.

Bu herifle kişisel bir problemim olduğu için istesem de gözlerimi ondan ayırmıyordum. Onu daha önce sadece birkaç kez görmüştüm ama aradan geçen tüm o yıllara rağmen unutamayacağım insanların arasındaydı. Yıllar sonra onu yeniden görmenin gerginliğini buradaki herkesten saklamaya çalışıyordum.

Ona baktıkça geçmiş gözlerimin önünde canlanıyordu ve ister istemez kaçtığım tüm o anılara geri dönüyordum. Artık çok yaşlandığı için kızıl saçlarının büyük bir bölümü dökülmüştü. Saçları seyrekleştiği için kafa derisindeki turuncu lekeler görünüyordu. Bir hücrenin içindeyken çocuk gözlerim onu devasa biri gibi görmüştü ama şimdi bakınca aslında boyunun bile benden daha kısa olduğunu anlıyordum.

Üstelik onu son gördüğümden daha kiloluydu. Yeme içmeyi çok seviyor olmalı ki her an gömleğinin düğmelerini patlatacakmış gibi görünen kocaman bir göbeği vardı. İlk kez onu dokuz yaşındayken görmüştüm ve o günlerde yüzünde bu kadar çok kırışık yoktu. Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın mavi gözlerindeki o acımasız ifade hâlâ duruyordu.

Boynunun sağ tarafındaki akrep dövmesinin bir kısmı görünüyordu, kalan kısmı da gömleğinin yakasının altında kalıyordu. Gri takım elbisenin içindeki yaşlı adama baktıkça ondan korktuğum kadar içimde büyük bir intikam arzusu uyanıyordu. Bir gün bu anın geleceğini ve onunla yeniden karşılaşacağımızı hep biliyordum. O buradaysa kızı Harper'da buralarda bir yerde olmalıydı.

O gün acımdan zevk alan herkesle kapanmamış bir meselem vardı.

Masaya en son biz oturduğumuz için bölge liderlerinden Ragıp bize kısa bir özet geçti. "Leonard, Tayfun'un bölgesini alan yeni liderlerden." Demek ki Tayfun ve tüm ailesini katledip onun yerine geçen o caniler Salazarlardı.

Ragıp bu seferde bize Sonat'ı gösterdi. "O da Sadri'nin bölgelerini satın alarak bu masada olmaya hak kazanan yeni liderlerden." Daha sonra bakışlarını Leonard ve Sonat'a çıkartıp onlara bizi gösterdi. "Gurur ve Farah bu gece Karun ve Ümit'i temsilen burada. Eminim onların kim olduğunu zaten biliyorsunuzdur?"

"Bilmez miyim?" Leonard konuştuğunda yabancı aksanı kulak tırmalıyordu. İlk baktığı kişi Gurur'du. "Seni tekrar görmeyeli yıllar olmuştu, Kalender."

Geçmişte aralarında ne geçtiyse ikisi de birbirini görmekten memnun değildi. Gurur sert bakışlarıyla karşısındaki adamı ezerken yüzünde küfür gibi bir ifade vardı. "Görüyorum ki hâlâ ölmemişsin, Salazar?"

Leonard onu görmek için başını küçük bir açıyla kaldırıp aynı alaycı ifadeyi takındı. "Beni öldürmek o kadar kolay değil, Kalender." Mavi gözlerinde derin bir ima geçti. "Bunu en iyi sen bilirsin."

"Orospu çocuğu ben bunu nereden bileceğim? Karşıma geçip imalı imalı konuşup canımı sıkma benim." Gurur'un sözleri agresif olabilirdi ama vücut dili fazla rahattı. Sadece alaycı bakışlarıyla onu delirtirken bir kolunu sandalyenin kenarına yasladı. "Çocuk taciri kardeşini, ayyaş amcanı ve ciğeri beş para etmeyen tek oğlunu öldürdüm." Bekle, ne?

Odadaki oksijen bir anda düştüğünde Gurur daha ilk dakikada buradaki herkesi germeye başlamıştı. Gözlerini Leonard'ın mavilerine kenetlediğinde dudaklarında tehlikeli bir kıvrılma meydana geldi. "Demek ki neymiş, istediğimde siz Salazar köpeklerinden birilerini kolayca öldürebiliyormuşum."

Liderlik döneminde yaptıklarını Leonard'a hatırlatarak sırıttı. "Seni öldürmeye kalkışmış ve bunu başaramamışım gibi konuşma çünkü isteseydim şu anda mezarına işiyor olurdum." Şu adamdaki rahatlığın yüzde birine sahip olmak için her şeyi yapardım. Adamın ailesinden üç kişiyi öldürmüş ve hiç gocunmadan bunu söylüyordu.

Gurur'un ona hatırlattıklarıyla Leonard'ın yüzündeki damarlar belirginleşmişti. Saklayamadığı öfkesi tüm suratına yayıldığında yüzü kıpkırmızı kesildi. Daha yeni liderliğini duyurmuşken Gurur'u hemen karşısına almanın aptallık olacağını bilecek kadar deneyimi vardı. Ona duyduğu nefreti ve intikam duygusunu saklamaya çalışarak derin derin nefesler aldı ama hınçla bakan gözleri, bu işin peşini bırakmayacağını doğruluyordu.

Leonard ilerleyen yaşının ona verdiği deneyim ve olgunlukla sinirlerini yatıştırmayı başardı. Şu an için doğrudan Gurur'a saldırmak yapacağı en büyük aptallık olurdu. Aldatıcı gözlerle ona bakarken geçmişe bir çizik çekmiş gibi davrandı. "Aramızdaki her şey çok eskide kaldı, Kalender."

Bunları söylerken uzlaşmaya hazır birinin profilini oluşturuyordu. "Kalenderlerle büyük işler başaracağımıza eminim. Aramızda olanları unutmaya hazırım." Yeni bir başlangıç yapmak istediğini göstererek ayağa kalktı ve öne doğru eğilerek Gurur'a elini uzattı. "Eğer sende kabul ediyorsan geçmişin üzerine bir sünger çekebiliriz."

Gözlerimi dahi kırpmadan Gurur'u izlerken nefesimi tuttuğumun farkında değildim. Sandığı gibi Leonard hiçbir şeyi unutmamıştı. Salazarların sembolünün akrep olmasının bir nedeni vardı, akrepler çok kinci yaratıklardı. Leonard'ın tek amacı Gurur'u yanına çekerek biz Tozluları zayıflatmak olamazdı. O adam Gurur'a yaklaşarak doğru anı bulunca ondan kurtulmanın peşindeydi.

Gurur onun aldatıcı tavırlarına kanmadı. Bir çalışanın ona uzattığı içki kadehini alırken boş gözlerle Leonard'ın uzattığı eline bakıyordu. "Çek şu siktiğim elini, Salazar," dediğinde abartılı bir ifadeyle yüzünü buruşturdu. "Kansızlarla el sıkışmak biz Kalenderlerin kitabında yok."

Gurur'un onu geri çevirmesiyle Leonard çok pis bozuldu ama bunu saklamaya çalıştı. Yerine oturduğunda bu sefer gözlerinin hedefinde ben vardım. Onunla göz kontağı kurmak bile beni çok geriyordu, üstelik bunu saklamakta hiç kolay değildi. Beni tanımıştı ama tanımamazlıktan gelip, "Demek Ümit'in o meşhur kızı sensin?" diye konuştu. "Hakkında çok şey duydum." Keşke sadece duymakla kalsaydı.

Leonard sahte bir centilmenlikle bana gülümsediğinde ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. "Acaba seninle daha önce karşılaştık mı? Çok tanıdık geliyorsun." Geçmişi hatırlayıp hatırlamadığımı anlamak için ağzımı arıyordu.

Dudaklarımı büzerek başımı iki yana salladığımda tüm korkularıma rağmen onun karşısında dimdik duruyordum. "Sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum ama babamdan sık sık adınızı duymuştum." Tayfun ve onun soyundaki herkesi katleden bu adamla hemen ters düşemezdim.

"Ümit'in benden nasıl bahsettiğini anlamak zor değil." Dudaklarındaki sahte tebessümü korurken, "Ümit'i severim, iyi bir adam," dedi. "Ama her zaman doğru kararlar veren biri değil."

Onun düşmanlığını kazanmak babamın en büyük yanlışıymış gibi konuşup gözlerimin içine baktı. "Umarım kızı ondan daha iyi kararlar veren bir lider olur." Sustu ve gözlerimin en derinine bakarak ekledi. "Tabii lider olmak istiyorsa..."

Babam gibi onun karşısında durursam lider olmama bile izin vermeyeceğini açıkça belirtiyordu. Sahte gülümsemesi ve kibar sözlerinin altında büyük bir tehdit vardı. Gurur dişlerini sıkınca kolunu tutarak hemen onu durdurdum. Bu gece ne olursa olsun beni korumamalıydı çünkü buradaki herkese kendi başıma bir şeyler yapabildiğimi göstermek istiyordum.

Maskelerin ardına saklanarak insanları kandırmakta üstüme yoktu. Bilgisiz ve saf kız pozlarıyla yıllardır kendi ailemi bile ayakta uyutmuştum. İstediğim her kalıbın içine girebilen bir kadındım. Benim için hayat bir tiyatro oyunu gibiydi. Eğer senaryomda bir meleği oynamam yazılmışsa sahneye çıkar ve bir melek gibi davranırdım. Acımasız bir kadın rolü geldiyse, o zaman benden daha acımasızı olmazdı.

Hayatın benim için hazırladığı her sürpriz benim için bir senaryodan ibaretti ve ben, olaylara çok hızlı uyum sağlayıp benim için en uygun rolü seçerdim. Leonard'ın gelişiyle elime bir senaryo daha tutuşturulmuştu ve bu senaryoda açgözlü ve kendi çıkarlarını düşünen bir kadın rolü yazıyordu.

Dudaklarıma küçük bir gülümseme kondurup güç arzusuyla yanan bir kadın gibi davranmaya başladım. "Babamın her zaman doğru kararlar vermediği konusunda size katılıyorum." Hatırladıklarım keyfimi kaçırmış gibi şimdi gülümsemeyi bıraktım. "Eğer doğru seçimler yapsaydı hanemiz o eski ihtişamını kaybetmezdi."

Gurur kısık bir sesle küfrettiğinde duyduklarının şaşkınlığını yüzünde taşıyordu. Bunları gerçekten söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. Leonard ise bana olan tedbiri elden bırakmamıştı ne de olsa karşısında Ümit'in kızı vardı. Bunlar benim kendi düşüncelerim mi yoksa ezbere mi konuşuyordum, henüz emin değildi.

Onlar için parmaklarında oynatacakları bir kurma bebek mi olacaktım yoksa kurtulmaları gereken bir düşman mı? Henüz bunu bilmediği için herhangi bir atakta bulunması için çok erkendi. Zamanla gerçek yüzümü göreceğini umarak şimdilik bana ayak uydurdu. "Babanla başlayan düşmanlığın sürmesini istemiyorsan onun izinden gitmezsin küçük hanım." Bir kez daha beni tehdit ettikten sonra, "Yeni başlangıçlara," diyerek kadehini kaldırdı.

Normal şartlarda onunla asla kadeh kaldırmazdım ama şimdi bunu yapmalıydım. İstediğim mevkiye gelene kadar karakterimden ödün vermeliydim. Sakinliğimi koruyarak garsonların önüme bıraktığı viski kadehini aldım. Leonard'a bakarak kadehi hafifçe yukarı kaldırıp, "Yeni başlangıçlara," dedim. Alkole karşı hiç direncim olmadığı için kadehi dudaklarıma yaklaştırıp bir yudum almışım gibi yaptım ama aslında tek bir damlasını bile içmemiştim.

Asaf'ın Sonat ve Leonard'a attığı ölümcül bakışları dikkatimi çekti. Babasının zamanındaki düşmanlıkları iyi hatırladığı için Sungur ve Salazarlara duyduğu nefreti saklayamıyordu. Ona biraz sakinleşmesini söylemek istedim ama bu çok dikkat çekeceği için yapmadım. Asaf'ı en son Ordu'dayken görmüştüm, onu görmeyeli aylar oluyordu. Nasıl olduğunu ve Ordu'da neden öyle aceleyle ayrıldığını çok merak ediyordum.

Toplantımız bittiğinde bulduğum ilk boşlukta merak ettiğim her şeyi ona soracaktım. "Madem herkes burada..." Ragıp başıyla küçük bir hareket yapıp içerideki tüm garsonlara dışarı çıkmasını hatırlattı. İçeride bizden başka kimse kalmayınca Ragıp, "Artık başlayalım," dedi.

Bu masadaki herkes benim jenerasyonumdaydı ama Ragıp en eskilerden biriydi. Babamla aynı yaşlarda olduğu için şu anda masada sadece iki yaşlı lider vardı, bunlar Leonard ve Ragıp'tı. "Başlayalım başlamasına ama-" diyen Devrim Yalın, herkese beni gösterdi. "Bizim konuştuklarımıza bir kadının aklı erecek mi?" Ve böylece ilk saldırı Devrim'den gelmişti.

Bu sefer masanın altında Gurur'un elini tutup onu sakinleştirmeye çalışan bendim. Elini bacağımın üzerine koydum ve parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Bunu yaparken gözlerimi Devrim'den ayırmıyordum. Cevap vermeden önce bir süre onu izledim. Emin değilim ama Devrim kırklı yaşlarında olmalıydı. Üçüncü çocuğunu geçen yıl kucağına aldığını biliyordum.

Kumral saçları kısa kesim olduğu için uzun yüz tipi ortaya çıkmıştı. Hafif köşeli çenesindeki çukur çok göze çarpıyordu. Bana baktıkça yeşil gözlerindeki o küçümseme beni tedirgin ediyordu. Sadece bakışlarıyla beni korkutup kaçırmak istediğini görebiliyordum. Duyduğuma göre karısına aşık, çocuklarına da çok düşkün bir babaymış. Ancak eleştirel bakışları bana çok sığ bir adam olduğunu düşündürüyordu.

Kadınların evde, kocasının gölgesinde yaşaması gerektiğine inanan o adamlardan olmalıydı. Böyle düşünmemin nedeni içeri girdiğimden beri yüzünde oluşan hoşnutsuz ifadeydi. "Babamla aynı yörenin insanlarısınız ama aynı zihniyette olmamanız çok yazık."

Kaşları yavaşça çatıldı. "Ne demek istiyorsun?"

Gurur dahil buradaki herkes sessizlik içinde bizi izlerken sakin bakan gözlerimi Devrim'den ayırmıyordum. "Duyduğuma göre iki oğlun bir de kızın varmış. Oğullarına gereken tüm ayrıcalığı sağlayıp cinsiyetinden dolayı kızına aynı hakları tanımıyor musun?"

"Seni anlamıyorum?" Bence gayet iyi anlıyordu.

İşaret parmağımı önümdeki kadehin kenarında gezdirirken alaycı bakışlarımı ondan çekmiyordum. "Farz et ki çocukların büyüdü ve oğulların ciğeri beş para etmez adamlara dönüştü. Babasının ilkeleriyle büyüyen ve onun izinden gitmek isteyen sadece kızın." Söyleyeceğim şeyleri kafamda toparlamak için birkaç saniye susup nefes aldım. "Onu destekler misin yoksa kadın diye eve mi kapatırsın?"

Konu kendi kızı olunca sinirlenerek elindeki kadehi sıktı. Bunu yaparken tahammülü olmayan gözlerle bana bakıyordu. "Babanın yaptığı gibi kızımı on adamın olduğu bir odaya sokmayacağım bir gerçek." Hemen ardından dalga geçercesine güldü. "Babanın oldukça geniş bir mezhebi olmalı."

"Geri bas, Yalın!" dedim sert bir sesle. "Babamın mezhebini sorgulamak bu masadaki kimseye düşmez!" Babam benim kırmızı çizgim olduğu için çatılan kaşlarımın farkında değildim. "Gerçekten çok yazık."

Devrim'e bakarak söylediklerimle yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştı. "Yazık olan nedir?"

"O kız çocuğunun senin gibi sığ zihniyetli bir babaya sahip olması." Yerimde hafifçe dikleşerek korkusuzca gözlerinin içine baktım. "Benim babam öyle bir adam ki kızına kendinden daha çok güvenir ama sen bunu nereden bileceksin ki?"

Devrim'in yüz hatları sertleştiğinde tam konuşacaktı ki onu susturup, "Yerinde olsam çenemi kapatırdım," dedim. "Konu babam olunca nasıl bir kadına dönüştüğünü bilmiyorsan kıs o sesini."

Hemen ardından ona kendimi gösterdim. "Bana iyi bak, bak ki babasını seven bir kızın böyle bir ortamda bile nasıl devleştiğini gör." Bu masaya otururken fazla korkmuştum ama şimdi o korkumdan eser kalmamıştı çünkü bu adam babamın mezhebine kadar dil uzatmıştı. "Kadın diye küçümsediğin Ümit'in kızı..." diyerek soğukça güldüm. "Senin gibi piçlerle aynı masaya oturup önemli kararlar alabiliyor."

Sırtımı sandalyeme yaslayarak içkimden küçük bir yudum aldım ama tadı gerçekten berbattı. Yüzümü buruşturmamaya çalışarak bakışlarımı tekrar Devrim'e kenetledim. "Senin kızın hiçbir zaman seni böyle savunup korumayacak." Tadı iğrenç olan bu içkiyi içmek istemediğim için kadehi masaya bıraktım. Neden burada meyve suyu ikramı yoktu ki?

"Senin kızın hiçbir zaman seni benim babamı savunduğum gibi savunmayacak." Dudaklarımdan çıkan her söz Devrim'in suratına tokat gibi çarparken başımı omzuma doğru eğdim ve alaycı gözlerle onu izledim. "Babamı sevdiğim gibi kızın seni hiç sevmeyecek. Neden mi?" Keyifsiz bir şekilde güldüm. "Çünkü sen babamın tırnağı bile etmezsin."

Odadaki hava bir anda ağırlaştığında her şey fazla boğucu gelmeye başladı. "Tebrikler en namuslumuz sensin, Yalın," diyerek iğrenircesine yüzümü bir kez daha buruşturdum. "Karın ve kızını toplumda kısıtlayarak ne güzel ahlak bekçiliği yapıyorsun."

Sinirden Devrim'n sağ gözü seğirmeye başladığında hiddetlenerek yumruğunu masaya geçirdi. "Kendi iyiliğin için sus!"

Gurur'un dudakları tehlikeli bir ifadeyle kıvrıldığında gözlerini ondan ayırmıyordu. "Sustursana." Bu aleni bir tehditti. Gurur hemen yanımda otururken kimse beni susturmaya cesaret edemezdi.

"Ümit'in iyi bir baba olduğunu hepimizi biliyoruz ama her zaman doğru kararlar vermediği de bir gerçek." Korkut Hanzade'nin bu çıkışıyla başımı küçük bir açıyla çevirip ona baktım. Bu adam bizimle aynı jenerasyonda olduğu için otuzlu yaşların başında gösteriyordu. Kimse Korkut kadar beni gördüğüne rahatsız olamazdı çünkü Kalender gelinlerinden nefret ediyordu.

Bunun nedeni Bige'nin onun babası Korhan'ı öldürmesiydi. Kalender ailesi skandallarla dolu çok sansasyonel bir aileydi ama bunu yapan genelde hep ailenin erkekleri olmuştur. Ancak Karun'un karısı Bige'de en az kocası kadar arıza biriydi. Bige Saka tereddüt bile etmeden bu masadaki liderlerden birini öldürerek kendinden bahsettirmişti.

İşte bu yüzden Korkut Hanzade biz Kalender gelinlerinden nefret ediyordu. Beni görünce bile kahve saçları bir kirpi gibi dikelmişti. Yüzü sertleştiğinde gözlerinin kahvesindeki o delici ifade beni rahatsız ediyordu. "Liderlik kadınların yapabileceği bir şey değil."

"Neden?" diye soran Asaf dalga geçen bakışlarını ona çıkardı. "Biz erkekler liderliğin patentini aldık da benim mi bundan haberim yok?"

"Ne liderlikmiş arkadaş." Barbaros Kahhar konuşur konuşmaz daha ilk dakikada buradaki çoğu kişinin canını sıkmaya başlamıştı. "Yemediğimiz bok kalmıyor, meydanlarda göğsümüzü gere gere geziyoruz."

Bir şeyi ima eder gibi Korkut'un gözlerinin içine bakarak sırıttı. "Kendimizden daha güçlüsünü görünce tırsıyoruz ama kadınlara gelince biz lideriz, biz erkeğiz." Başını geriye atıp yüksek sesle bir kahkaha kopardı. "Sikeyim böyle erkekliği, ben kadın olmak istiyorum arkadaş."

Onun bu çıkışıyla Gurur kendini tutamayıp güldü. "Bu konuda bir şeyler yapılabilir, Kahhar."

Barbaros'un alınganlık yapmasını bekledim ama Gurur'a bakarken gülüşü genişlemişti. "Bakıyorum da kadın olmam konusunda çok isteklisin, Kalender." Hınzır gözlerle Gurur'u izlerken ona kendini gösterdi. "Bende gözün varsa baştan söyleyeyim hiç tipim değilsin." Yüzünü buruşturarak önüne döndü. "Kendimden daha kaslı insanlara sempati duymuyorum."

"Nerede ne konuşacağını bilmeyen şu ağzına sokayım!" Gurur'un yüzünde her an kusacakmış gibi tuhaf bir ifade vardı. "Kim kimin tipi değil acaba? Kadın olsaydın bile şimdiki gibi çirkin olurdun."

"Beni kıskandığını bu kadar belli etme piç." Barbaros karizmatik bulduğum bir hareketle parmaklarını saçlarının arasından geçirip Gurur'a yandan bir bakış attı. "Senden daha yakışıklıyım, kadın olsaydım hepinizin ağzının suyu akardı."

"Benim akmazdı." Gurur kendini bunun dışında tutarak aceleyle konuştu. "Evliyim ben genelleme yapma."

"Konuştuğunuz konunun saçmalığına bakın." Duha Tunus keyifsiz bir şekilde konuşup iğneleyici bakışlarını Barbaros'a çıkardı. "Götün ne durumda? Tamamen iyileşti mi?"

Bu onun en hassas olduğu konuymuş gibi Barbaros bir küfür savurduğunda masadaki elini sıkıyordu. "Kalbin ne durumda, tamamen iyileşti mi?"

"Siktir git piç kurusu!"

Barbaros keyifle güldü. "Bunu başlatan ben değilim."

Duha ağzının içinde bir şeyler geveleyerek hoşnutsuz gözlerle Gurur ve Barbaros'a baktı. "Sululuk yapmayın da şu toplantıyı bitirelim!"

"Git lan depresyonunu başka bir yerde yaşa," dedi Gurur.

Barbaros merakla kafasını Gurur'a uzattı. "Tunus depresyonda mı?"

Gurur şeytani bir sırıtmayla başını salladı. "Doktor karısı ona eski kocasının kalbini takmış."

Barbaros az önce Duha'nın kalbini diline doladığı için bunu zaten biliyordu ama Duha'yı kızdırmak için hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranmaya başladı. "Oğlum küfür gibi bir şey bu."

"Haklısın." Gurur, Duha'nın sinirden kıpkırmızı olan suratına bakıp güldü. "Boktan bir durum."

Barbaros ateşe odunla gitmek şöyle dursun, resmen benzin bidonuyla en önde koşuyordu. "Düşünsene karısı ona her sarılıp başını göğsüne yasladığında eski kocasının kalbini dinleyecek."

Gurur bir an kendini Duha'nın yerinde hayal etmiş olmalı ki, silkelenerek başını iki yana salladı. "Elay çekip vursaydı adamı bu kadar koymazdı."

Barbaros, Duha'nın renkten renge giren kızgın suratını izlerken sanki o burada yokmuş gibi Gurur'la can sıkmaya devam ediyordu. "Elay'ın Tunus'tan nefret etmediğine emin miyiz?"

Gurur sakince omuzlarını silkti. "Bu piç zamanında kıza az çektirmedi, kendi yaptıklarına saysın."

"Karım bana böyle bir şey yapsaydı herhalde kendi kafama sıkardım."

"Senin bir karın yok, Kahhar."

"Şükürler olsun ki yok ama senin var."

Gurur kısa bir an bana bakıp gülümseyerek göz kırptı. "Şükürler olsun ki var."

Barbaros şimdi de Gurur'la uğraşmaya başladı. "Karın aynı şeyi sana yapsaydı ne hissederdin?"

"Çıplak ellerle o kalbi göğsümden söküp atardım."

"Tunus'un yeni kalbi hâlâ göğsünde."

"Ve Karun hâlâ yaşıyor."

Kafa karışıklığıyla Barbaros'un kısılan gözlerini gördüm. "Bu olanlarla Karun'un ne ilgisi var?"

Gurur güldü. "Elay ve Karun birlikte yapmışlar bu işi. Tunus'u etkisiz hale getirip zorla ameliyata sokmuşlar."

"Ve Tunus hâlâ Karun'u öldürmedi mi?"

"Bunu ne zaman yapacağını sabırla bekliyorum. Elimin altında bulunsun diye yeğenime iyi bir çelenk yaptırdım."

Barbaros ne hatırladıysa sırıttı. "Misilleme diyorsun?"

Gurur'un gözleri can alıcı bir ifadeyle parıldadığında başını ağır ağır salladı. "Severiz."

"Lan yeter piç kuruları!" Duha daha fazla dayanamayıp sert bir sesle ikisini de susturdu. İki dakikada adama sinir krizleri geçirtmişlerdi. Üstelik tüm liderler buradayken bunu yapıyorlardı. Böylesine ciddi bir ortamda konuştukları şeye bak.

Gurur ve Barbaros'un yan yana gelmesi onları berbat bir ikili yapıyormuş çünkü sadece Gurur değil, görünen o ki Barbaros'ta dedikoduyu çok seviyormuş. Duha'nın gözleri önünde onun dedikodusunu yapmaları adamı çıldırmıştı. Hepsi bu da değil, diğer liderlerde Gurur ve Barbaros'a duydukları rahatsızlığı saklayamıyordu. Onların bu ciddiyetsizlikleri hepsini kızdırıyordu.

Bedenindeki tüm kan Duha'nın yüzünde toplandığında dişlerini kırmak ister gibi sıkıyordu. Sert bakışlarını bir an olsun Gurur ve Barbaros'un üzerinden ayırmıyordu. "Uzun süre kimseden kalple ilgili tek kelime duymayacağım. Çarpıntınız tutsa bile götüm sıkıştı diyeceksiniz!"

Barbaros ağız dolusu küfredip Duha'yla bir anlaşma yapmak ister gibi başını öne uzattı. "Göt demezsen çok memnun olurum. Bazı şerefsizler yüzünden bu kelimeye karşı hassasiyet kazandım." Uzun süre herkes onun arkasını konuşmuş olmalı ki bu kelimeyi duyunca bile çıldırıyordu.

Gurur'un keyifle içkisini yudumladığını görünce homurdanarak küfretti. "Üzerine de alınmıyor puşt!"

"Bağırma orospu çocuğu!" Gurur sert bir sesle onu uyararak kaşlarını çattı. "Benimde son zamanlarda yüksek seslere karşı bir hassasiyetim var." Katı bir suratla masadaki herkese sırasıyla baktığında hiç olmadığı kadar ciddi görünüyordu. "Hepinizin amına koymamı istemiyorsanız bu masada kimsenin sesi yükselmeyecek." Karnımın içinde bir sürü baloncuk oluşmuştu. Yüksek seslerden korkan o değildi.

Ragıp bir kez daha yükselen nabızları düşürmeye çalışarak müdahale etti. Gergin atmosferi dağıtıp, konuyu yaptığımız işlere getirince az da olsun rahatlamıştım. İnsanların birbirleriyle sataşmasındansa iş konuşmasını yeğlerdim. Bugün burada toplanmamızın tek nedeni aramıza katılan yeni liderlerle tanışmak değildi, bu masadaki herkes birbirleriyle ortak iş yapıyordu.

Babam dahil birçok kişinin Sadri ve Tayfun'la imzaladığı bir iş sözleşmesi vardı. Onların yerini Leonard ve Sonat aldığına göre yapılan tüm sözleşmelerin muhatabı artık onlardı. Sadri ve Tayfun yerine onlarla çalışmaya devam mı edeceğiz yoksa eski sözleşmeleri feshedecektik miydik? Şu an için düşünmemiz gereken buydu.

Herkes kendi aralarında bunu tartışırken izlendiğimi hissettim. Başımı çevirince Barbaros'un bakışlarıyla karşılaştım. Düşünce seline dalıp gitmiş gibi ela gözleri dalgınca beni izliyordu. Neden bana bu kadar derin baktığını anlamadım ama onun bakışlarında tanıdık bir şeyler vardı. Daha önce tanıştık mı, diye hafızamı zorladığım esnada zihnimin duvarlarında küçük bir çatlak oluştu.

Anılarımı yoklarken gözlerimi Barbaros'tan ayırmıyordum. Onu rahatsız etmemek için elimden geldiğince yüzündeki derin yaraya bakmıyordum. Ne yazık ki yüzünün sağ tarafında korkunç bir yara izi vardı. Sağ kaşının hemen üstünde başlayan bıçak yarası, elmacık kemiğinin altına kadar uzanıyordu. Yarası korkunç olabilirdi ama bu yara onun yakışıklılığından hiçbir şey almamıştı.

Saçları kahvenin en koyu tonuna sahipti, gözlerinin elası ise bambaşka bir büyüye sahipti. Sessizlik içinde birbirimizi izlerken geçmişi düşünmeye beni zorladığını anladım. Bir anda gözlerim büyüyünce dudağının köşesi yavaşça kıvrıldı. Onunla daha önce karşılaştığımızı hatırladığımı anlamıştı. Olamaz.

Geçmiş

Aksa iştahlı bir şekilde dondurmasını kaşıklarken benim tabağımdaki dondurma çoktan erimeye başlamıştı. Etrafıma tedirgin bakışlar atmaktan tek bir lokma yiyemiyordum. Okul çıkışı doğrudan eve gitmek yerine Aksa'yla biraz gezmek istemiştik. Ancak bir şeyler atıştırmak için geldiğimiz restoranda hiç rahat değildim çünkü okulda bizi zorbalayan o çocuklarda buradaydı.

Daha on dört yaşındaydık ve lise birinci sınıftık. Ancak daha şimdiden akran zorbalığının insanı nasıl yıprattığını öğrenmiştik. Biz restorana geldiğimizde okulumuzun zorbaları başka bir masada oturuyorlardı. Onlardan en uzak masayı seçmiştik ama onlar canımızı sıkmak için gelip yan masamıza oturmuşlardı.

Her beş dakikada bir Aksa'ya gitmemiz gerektiğini söylüyordum fakat Aksa kalmakta ısrarcıydı. Kolay kolay kimseye boyun eğmediği için yan masamızdakileri görmezden geliyordu. Oysaki görmezden gelinecek gibi değillerdi. İki kız ve üç erkekten oluşan bu grup sürekli bizim olduğumuz tarafa bakıp gülüşüyorlardı bazen de masamıza bir şeyler atıp kendilerini eğlendiriyorlardı.

Aksa kocaman bir kaşık dondurmayı ağzına götürürken gözlerini devirerek bana baktı. "Farah o aptalları umursamayı bırakmalısın."

Yan masadan biri sesli bir şekilde burnunu silerek buruşturduğu peçeteyi kafama attı. Kafama çarpıp dondurma tabağımın içine düşen peçeteyle midem bulanmıştı. Ağlamaklı bakışlarımı Aksa'ya çıkartıp adeta yalvararak, "Lütfen gidelim buradan," dedim. "Hem eve de geç kaldık."

Aksa beni hiç duymuyormuş gibi çatık kaşlarla dondurmamın içine düşen peçeteye bakıyordu. Daha sonra başını çevirip sinirli bakışlarını yan masadakilere çıkardı. "Bu peçeteyi kim attı?"

Siyah saçlarının üstünü sarıya boyayan Ecevit ağzını gere gere konuştu. "Ben attım ne olacak?" dediğinde göğsünü kabartarak Aksa'ya bakıyordu. "Bununla ilgili bir sorunun mu var cüce?"

Aksa sandalyesini iterek ayağa kalktığında kavgaya hazırlanan birinin agresifliğiyle kollarını yukarı topladı. "Şu piçin gelmişini geçmişini sikmedikçe adam olmayacak!" Ağzını bozarak önümdeki dondurma tabağını aldı. Kuzenim sinirlenince çok pis küfreden biriydi.

Birkaç adımda onların masasında belirip elindeki dondurma tabağını Ecevit'in kafasından aşağıya boşalttı. "Aç köpek canın dondurma çektiyse söyle sana da ısmarlarız. Ne diye kardeşimin dondurmasını hiç ediyorsun!"

Aksa'nın bu yaptığıyla Ecevit'in masasındakiler bir uğultu çıkartıp zorba arkadaşlarını daha çok kışkırttılar. Aksa'nın döktüğü dondurma Ecevit'in kafasından aşağı akıp yüzünde ince bir yol çizdiğinde iyice delirmişti. Bir hışımla ayağa kalktığında ben ondan önce kalktım. Ecevit deliye dönmüş bir şekilde yüz kızartıcı küfürler edip kuzenimin saçlarına yapıştı.

Aksa'nın saçlarını eline dolayıp sertçe çekince hemen öne atıldım. "Bırak onu!" Kuzenime yardım etmeye çalıştığımda o masadan Doruk hemen önümü kesip kolumu yakaladı. Kolumu sıkarak canımı yakarken dişlerinin arasından, "Sen karışma!" diye bağırdı.

Aksa kolunun dirseğini Ecevit'in karnına geçirerek onu iki büklüm etmişti. Saçlarını ondan kurtarır kurtarmaz ona doğru döndü ve masadaki şişeyi alıp Ecevit'in kafasına geçirdi. "Bir daha sakın saçlarıma dokunma!"

Aksa'nın kendinde en çok sevdiği şey saçlarıydı. Saçları konusunda çok hassas olduğu için annesinin onun saçlarını taramasına bile izin vermezdi. At kuyruğu yaptığı saçları o kadar uzundu ki kalçalarının hizasına geliyordu. Kimse saçlarını Aksa kadar çok sevemezdi, öyle ki mecburi bir şekilde saçlarının uçlarındaki kırıkları aldığında bile ağlardı. Nereden bilecektik ki bundan yıllar sonra en sevdiği saçlarını durmaksızın katledeceğini.

Kafasına yediği şişeyle Ecevit arkasındaki masaya çarpacak kadar gerilemişti. Alnından kan akarken dengesini korumakta güçlük çekiyordu. Sürekli başını iki yana sallıyor, gözlerini açıp kapatıyordu ama bir türlü kendine gelemiyordu. Kalçasının yaslı olduğu masanın kenarlarını kavrayıp birkaç kez derin derin nefesler aldı. "Ne yaptın lan sen!" diye bağırırken her an ölecekmiş gibi dehşete kapılmıştı.

Aksa elinde tuttuğu şişeyi kaldırıp sertçe masaya vurarak kırdı. Elinde şişenin keskin tarafını tutarken Ecevit'in baygın bakan gözlerini izliyordu. "Geçen hafta sana söylediklerimi hatırlıyor musun?" Hızlı adımlarla yürüyüp şişenin keskin ucunu Ecevit'in boynuna yasladı. "Bir daha kuzenime sataşırsan bunu yanına bırakmam demedim mi!"

Ecevit kocaman açtığı gözleriyle boynundaki kırık şişeye bakmaya çalıştı. Kendini korumak için masaya bastırdığı ellerini çekmek üzereydi ki Aksa, "Deneme bile," diyerek şişenin kırık tarafını biraz daha onun boynuna bastırdı. "En küçük hareketinde gırtlağını deşerim!"

Doruk onu durdurmak için kolumu bırakıp Aksa'ya doğru atıldı. Sinsice arkadan kuzenime yaklaşmasını istemediğim için ayağımı uzatarak ona çelme taktım. Doruk dengesini kaybedip öne doğru sendeleyince Aksa tam zamanında Ecevit'in önünden çekilmişti. Böylece Doruk, Ecevit'in üzerine düştüğü için ikisi yere yuvarlandı. Doruk ve Ecevit'in küfürler savurarak yerden kalkmasını izlerken arkadan birinin saldırısına uğradım.

Onların masasındaki kızlardan birinin hangi ara arkama geçtiğini anlamamıştım. Dizlerimin arkasına sert bir tekme atınca bir anda kendimi yerde buldum. Aceleyle kalkmaya çalıştığımda saçlarımı eline dolayarak başımı sertçe arkaya çekti. Böylelikle Nehir denen kız beni kıskıvrak yakalamıştı. Aksa yardımıma koşmak istedi ama Doruk onun ensesini kavrayıp yüzünü masaya bastırdı.

Sayıca bizden üstün oldukları için istesek de onlara bir şey yapamazdık. Ecevit alnından başlayıp yüzüne akan kanın hırsıyla Aksa'yla ikimize bakıyordu. "Şimdi ne yapacaksınız?" Önce Aksa'nın canını yakmayı düşündüğü için ona doğru bir adım attı ama durdu. Gözleri beni bulduğunda aklından geçenleri anlamak zor değildi.

Aksa'yı hırpalayarak ona istediği acıyı yaşatamayacağının farkındaydı. Bir tek benim canım yandığında Aksa çok acı çekerdi. Ecevit bana doğru yürüyüp karnıma sert bir tekme attığında dudaklarımdan çıkan çığlığa engel olamadım. Aksa bağırarak kendini Doruk'tan kurtarmaya çalıştı ama bunu yapamadı. Karnıma yediğim darbeden dolayı kolay kolay ayağa kalkamayacağım için Nehir saçlarımı bırakmıştı.

Ellerimi karnıma bastırıp acı içinde yerde kıvrandığımda Ecevit ikinci kez bana vurmaya hazırlandı. Üzerime eğilip sıktığı yumruğunu suratıma doğru savurmuştu ki, o an hiç beklemediğim bir şey oldu. Biri Ecevit'in yumruğunu yakalayarak onu sertçe kendine doğru çevirdi ve karnına şiddetli bir yumruk atarak onu yere serdi. Sanki Ecevit'in karnıma tekme atmasına misilleme yapmıştı.

Bir anda etrafımız siyah takım elbiseli adamlarla çevrilmişti. Bu adamlar bize saldıran çocukları kıskıvrak yakalayıp dizlerinin üzerinde diz çöktürdü. O ana dek restoranın köşesinde yemeğini yiyen ve ara ara bizi izleyen karanlık bir adam olduğunu hiç anlamamıştık. Bu kişi her kimse gördüklerine daha fazla dayanamayıp bize yardım etmişti.

Yerde dizlerimin üzerinde durup ellerimi ağrıyan karnıma bastırırken başımı kaldıracak gücüm bile yoktu. Birinin iri gövdesi üzerime eğildiğinde bana doğru uzatılan eli gördüm. Başımı yavaşça kaldırıp dağınık saçlarımın arasında ona baktığımda bir çift ela gözle karşılaştım. Bu da kimdi?

Bizden yaşça büyük görünüyordu, emin değilim ama yirmilerin başında olabilirdi. Kahve saçları kısa kesimdi ve gözleri fazla sert bakıyordu. Yüzünün sağ tarafındaki bıçak yarasının hikayesini bilmiyorum ama insanı ürkütüyordu. Yanındaki adamlara bakılırsa uzak durmamız gereken biriydi. Israrla bana elini uzatınca ondan korksam da elimi avuçlarına bıraktım.

Sert bakışlarının aksine elimi tutuş şekli oldukça nazikti. Beni yavaşça yerden kaldırdığında boyunun benden ne kadar uzun olduğunu daha yeni fark ediyordum. Ne durumda olduğumu anlamak için verdiğim tepkileri izliyordu. "İyi misin?"

Çok çıtkırıldım biri olduğum için ağrıyan karnıma tutup burnumu çektim. Neredeyse ağlayacak durumdaydım. Birini abisine şikâyet eden çocuklar gibi ona Ecevit'i gösterdim. "O benim karnıma vurdu."

Henüz adını bilmediğim kurtarıcım başını çevirip Ecevit ve arkadaşlarına baktı. Adamları her birini omuzlarından bastırarak yerde diz çöktürmüştü. Ecevit ve arkadaşları da tıpkı bizim gibi daha on dört yaşındaki çocuklardı. Karşılarında onlardan yaşça büyük birini görünce haliyle korkmaya başlamışlardı. Üstelik onları alıkoyan kişi yalnız değildi ve adamlarının silahları vardı.

Ecevit daha şimdiden ecel terleri dökerken korkudan kekeleyerek, "Se-sen de kimsin?" diyebildi. "Kimin oğlu olduğumu biliyor musun? Babam bunu yanına bırakmaz!"

Ecevit çok komik bir şey söylemiş gibi gizemli kurtarıcım gür bir kahkaha attı. "Seninle işim bittiğinde babana git ve Barbaros Kahhar'ın selamını ilet." Hemen ardından gülmeyi bırakıp yumruğunu sıktığında ikinci kez bir çocuğa vurmamak için kendini zor tutuyordu. "Bakalım babanda karşıma çıkacak yürek var mı?" Kimseden en küçük bir kokusu yok gibiydi.

Barbaros Kahhar ismini duymak bile gerilmeme neden olmuştu. O bölge liderlerinden Kemal Kahhar'ın en küçük oğluydu. Duyduğuma göre babası ve abileri tarafından dışlanan biriydi. Söylentilerin gerçeklik payı var mı, bilmiyorum ama daha yeni hastaneden taburcu olduğunu duymuştum. En büyük abisi Ekmel'in onu öldürmeye kalkıştığıyla ilgili söylentiler vardı.

Barbaros günlerce hastanede kalmış ve az kalsın hayatını kaybediyormuş. Herkes onun Kahhar ailesinin istenmeyen bir ferdi olduğunu biliyordu. Kemal oğullarına çok düşkün bir adamdı, özellikle Barbaros'u dışlamasının bir sebebi olmalıydı. Barbaros hastanede canıyla uğraşırken bile babası onu hiç ziyaret etmemiş.

Annemin dedikodu ağı çok geniş olduğu için bütün bunları biliyordum. Barbaros bana dönerek başıyla Ecevit'i gösterdi. "Hadi," dediğinde ne demek istediğini anlamadım. "Sende ona vur." Duyduklarımla gözlerimi kocaman açtım. Bunu asla yapmazdım.

Buna yanaşmayarak ürkmüş bir şekilde arkaya doğru bir adım attım. "Şiddete şiddetle karşılık vermek bir çözüm değil."

"Bazen de en iyi çözüm!" Aksa kaşlarını çatarak öne çıktı. "Bu piçler senin iyiliğinden anlayacak insanlar değil." Ecevit'e yaklaşıp onun bana yaptığı gibi ayağını kaldırdı ve karın boşluğuna çok sert bir tekme attı. Aksa gerçekten çok kinci biriydi.

Aksa'nın attığı tekmeden sonra Barbaros başıyla küçük bir işaret yapınca adamları tüm çocukları yaka paça buradan götürdüler. Onlara ne yapacaklarını bilmediğim için endişelenerek Barbaros'a döndüm. "Onları öldürmeyeceksin, değil mi?"

"Sadece biraz hırpalayacaklar. Merak etme bundan sonra size bulaşmaya cesaret edemezler." Buradaki işi bitmiş olmalı ki gitmek için birkaç adım atmıştı ama bir anda durdu. Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktığında ela gözleri alaycıydı. "Karanlık bir adamın kızı olamayacak kadar masumsun çocuk." Midem kasıldı. Kim olduğumu biliyor muydu?

Barbaros önüne dönüp gidince uzun süre onun çıktığı kapıya baktım. Bunu neden yaptım, bilmiyorum ama ani bir kararla kapıya doğru koştum. Aksa arkamdan, "Farah nereye!" diye bağırdığında beni durdurmasına izin vermeden restorandan çıktım.

Etrafıma bakınca Barbaros'un arabaya binmek üzere olduğunu gördüm. "Bekle!" Ona seslendiğimde güçlükle bulduğum cesaretimi kaybetmemeye çalışıyordum. Her an kendi kabuğumun içine çekilip yeniden restorana girebilirdim ama bu olmadan önce ona söyleyecek bir çift lafım vardı.

Arabanın açık kapısını tutarken başını çevirip bana baktı. Aceleyle merdivenden inip küçük adımlarla ona doğru yürüdüm. Tam karşısında durduğumda onu görmek için başımı kaldırıp, "Şey..." diye ağzımın içinde bir şeyler geveledim. "Ben teşekkür etmek istiyorum."

Arabanın kapısını bırakıp yönünü bana çevirdiğinde ela gözlerinde dalga geçer gibi bir ifade vardı. "Bunun için mi peşimden geldin?" Teşekkürümle zerre kadar ilgilenmiyormuş gibi sıkkın görünüyordu. "Evine dön küçük bir yardımın teşekkürü olmaz."

"Ama ben teşekkür etmek istiyorum."

Bıkkınca nefesini verdiğinde bana yardım ettiğine pişman olmaya başlamıştı. "Teşekkür etmek istiyorsan hızlı et, işim gücüm var."

Gerginlikten üniformamın eteğinin kenarlarını sıkarken konuşmak için sesimi bulmaya çalıştım. "Bazı insanlar onlar için tehdit arz eden her şeyi ortadan kaldırmaya programlıdır." Çekingen bir ifadeyle gözlerine bakma cesareti gösterip, "Şey..." diye mırıldandım. "Ne demek istediğimi anlıyor musun?"

Bir çocuktan tavsiye almayı kendine yakıştırmıyormuş gibi bezgince bileğindeki saati kontrol etti. "Lafı uzatmadan sadede mi gelsen?"

"Fazla cesursun," dedim birdenbire. "Babamdan duyduğum kadarıyla bir o kadar da gözü kara ve korkusuz."

"Eee?"

"Ya fazla korkak olsan ve hiçbir işe yaramayacak kadar pasif birine dönüşsen?" Ona hakaret etmişim gibi kaşlarını çatarak tam bir şey söyleyecekti ki hemen onu susturdum. "Yılanlar zeki yaratıklardır."

Herkes Kahharlar için yılan diye bahsederdi. Bunun nedenini bilmiyordum, merak edip babama hiç sormamıştım. İnsanların onlara yılan demesine değinerek gözlerimi onun gözlerine kenetledim. "Bir yılanın daha uzun yaşaması için deri değiştirmeye ihtiyacı vardır," dediğimde nihayet ne demek istediğimi anladığı için yutkunmuştu. Yaşamak istiyorsa o da deri değiştirmeliydi.

Gücünü, cesaretini ve ailesinin gözüne batan tüm özelliklerini gizleyerek tamamen işe yaramaz birine dönüşmeliydi. Kendini öyle bir kamufle etmeliydi ki ailesi için bir tehdit olmaktan çıkmalıydı. Kimse işe yaramaz birini öldürmeye kalkışmazdı çünkü onlar için herhangi bir tehlike arz etmezdi. Yakın zamanda abisinin saldırısına uğramışken verdiğim tavsiye onun hayatını kurtarabilirdi.

Tek sorun Barbaros'un bunu yapıp yapamayacağıydı. Ailesi dışındaki herkesin saygısını ve takdirini kazanmışken hayatta kalmak için tüm bunlardan vazgeçebilir miydi? Ona gösterdiğim yolda yürümeye karar verirse herkesin aşağılayıp küçümsediği birine dönüşecekti. Bir tek bu şekilde daha uzun yaşayabilirdi. Şu zamana kadar inşa ettiği her şeyden vazgeçmek onun için hiç kolay değildi. Açıkçası tavsiyemi dinleyip dinlemeyeceğini merak ediyordum.

Barbaros uzun süre beni izlemek dışında tek kelime etmemişti. Bana olan bakışlarından ne düşündüğünü anlayamıyordum ama artık eskisi gibi bir alayla bakmıyordu. Tam aksine ela gözlerinde son derece ciddi bir ifade vardı. Birkaç saniye daha bana baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden arabasına bindi.

Giden arabanın arkasından bakarken bir çocuğun tavsiyesini gerçekten dinleyeceğine hiç ihtimal vermemiştim. Ancak sadece birkaç yıl içinde Barbaros'un tüm imajı yerle bir olacaktı. Başka biri değil, bunu kendi yapacaktı. Kendinden öyle bir adam yaratacaktı ki herkes ondan bir ayyaş, kadın düşkünü ve ciğeri beş para etmez biri diye bahsedecekti.

Kısacası ailesi için bir tehdit olmaktan çıkıp daha uzun bir hayat yaşayacaktı.

***

Şimdiki Zaman

Barbaros'la birbirimizi izlerken artık bana neden bu kadar uzun baktığını daha iyi anlamıştım. Geçmişteki o küçük karşılaşmamızı unutmamıştı. Ona verdiğim o tavsiye sayesinde şu zamana kadar hayatta kalabilmişti ve sonunda hak ettiği koltuğa oturabilmişti. İçimden bir ses Barbaros'un bu masada beni destekleyeceğini söylüyordu. Geçmişteki o karşılaşmamızın bir gün işime yarayacağını kim bilebilirdi ki.

Barbaros'la birbirimize attığımız anlamlı bakışlardan rahatsız olan Gurur, kıskançlık krizleri geçiriyordu. Bize baktıkça yeşil gözleri delici bir ifadeye bürünüp sertleşiyordu. Elini sıkmaktan parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Çenesinden bir kas seğirirken hiddetli bakışlarını Barbaros'a çıkardı. "Götünden bir delik daha açmamı istemiyorsan karıma şöyle bakmayı kes!"

Barbaros bir küfür savurduğunda o kurşun yarasının bıraktığı acıyı hâlâ kaba etinden hissediyormuş gibi yüzü kasıldı. "Şunu bana hatırlatma lan!" Gurur'u bir kaşık suda boğmak ister gibi bakışları sertti. "Senin yüzünden gelen geçen götüm için bana geçmiş olsun diledi! Ailemin ölümünden çok götüm konuşuldu piç!"

"O gece verdiğin kahramanca mücadeleyi televizyonlarda izledik." Gurur bir şeyi ima edercesine ona bakarken gülmemeye çalıştı. "Yoksa sana Barbaros Hazretleri mi demeliyim?"

Gurur ona neyi hatırlattıysa Barbaros ikinci kez bir küfredip, "Kalsın," dedi aceleyle. "Barbaros desen yeterli."

Bu ikisinin bir kez daha konuyu kaynatmalarına izin vermeyen Devrim, bakışlarını Duha'ya dikti. "Sen bu konuda ne düşünüyorsun, Tunus?" Ona Leonard ve Sonat'ı gösterdi. "Sadri ve Tayfun'un bölge hakları artık onlarda. Onlarla çalışmaya devam edecek misin yoksa eski sözleşmeleri iptal mı edeceksin?"

"Bana ister ırkçı deyin isterseniz de geri kafalı, sikimde değil." Duha tok bir sesle konuşup bakışlarını Leonard'a dikti. "Uluslararası çalışırım ve çok fazla yabancı iş ortağım var. Fakat hiçbir zaman bana kırk kat yabancı biri benimle aynı masaya oturup ülkemden bir toprağı yönetmedi, yönetemez."

Bu konudaki tepkisini açık bir şekilde ortaya koyarak, "Tüm sözleşmelerimi feshediyorum," dedi. "Salazarlarla bir ortaklık söz konusu olamaz."

Hemen ardından başını çevirip dipsiz bir kuyuyu andıran siyah gözlerini Sonat'a dikti. "Şu zamana kadar Sungurlarla hiçbir problem yaşamadım. Tayfun'la olan sözleşmenin hakları artık sizdeyse ortaklığımız devam edecek."

Duha'nın bu sözleri Leonard'ın keyfini kaçırırken Sonat halinden memnundu. Daha yeni lider olmuşken Tunus gibi bir adamın ortaklığı çok işine yarayacaktı. Devrim'de Duha'yla aynı düşünceleri paylaştığı için o da Leonard ile çalışmayıp Sungurlarla yola devam edeceğini belirtti. Korkut Hanzade onlarla aynı fikirde olmadığı için sadece Sonat'la değil, Leonard'la da yeni anlaşmalar imzalayacağını söyledi.

Korkut ve Emin Kıratlı babadan kalma bir müttefikliği korudukları için büyük ihtimalle Emin'de onunla aynı fikirdeydi. Belki beni şaşırtır diye meraklı bakışlarımı Emin'e çıkarmıştım. Emin eski liderlerden Güven'in en büyük oğluydu. Karun onun babasını öldürdüğü için Emin denen bu herifin Kalenderlerle ciddi bir sorunu vardı. İlk fırsatta babasının intikamını almaya kalkışacağını tahmin etmek zor değildi.

Emin'in de tam yaşını bilmiyordum ama o da otuzların başlarında olabilirdi. Lacivert bir takımın içinde şıklığıyla göz doldururken ara ara ters gözlerle ben ve Gurur'a bakıyordu. Kalender soyadını taşıyan birini görmek bile onu sinirlendirmeye yetiyordu ve burada iki Kalender vardı. Siyah gözlerinde beliren o yoğun kin ve öç alma duygusu insanı tedirgin ediyordu. Gözleriyle aynı renkte olan siyah saçlarını arkaya doğru tarayarak geniş alnını ve belirgin yüz hatlarını ortaya çıkarmıştı.

Bakışlarını bizden çekerek önce Leonard'a daha sonra da Sonat'a baktı. "Eski sözleşmeler devam edecek." Yanılmamıştım o da tıpkı Korkut gibi onlarla çalışmayı sorun etmiyordu.

Ne yazık ki Ragıp Soylu'da onlarla aynı fikirdeydi. Eski sözleşmelerin devamlılığını koruyacağını söyleyerek Leonard'ı mutlu etmişti. Bu konudaki fikrini belirtme sırası Asaf'a gelince kısa ve net bir şekilde, "Hayır," dedi. "Eski sözleşmelerin hepsini feshediyorum." İkisiyle de ortak iş yapmaya yanaşmadı.

Melih amcanın zamanında yaşananları çok iyi biliyordu. Babasının Salazarlarla bir sorunu var mıydı, bilmiyorum ama Sungurlarla kötü bir geçmişi vardı. Bu yüzden Asaf nefret dolu gözlerle Sonat'a bakıyordu. Beşir'in oğlu olması bile ondan nefret etmesi için yeterliydi. Bir de babasının ölümünden Beşir'in sorumlu olduğunu bilse, kim bilir neler yapmazdı.

Sungurlar ve Salazarlar müttefikken ne yazık ki istesem de Asaf'a gerçeği söyleyemezdim. Babasını kimin öldürdüğünü bilirse eski düşmanlıklar yeniden harlanırdı. Bu olduğunda Asaf'ı onlardan koruyamazdım. Yeterince güç kazanıp bu masada gerçek anlamda söz sahibi olmadan Asaf'a bir yardımım dokunmazdı. Onun bu masadaki tek müttefiki bendim, benim de oydu. Birbirimizi hayatta tutmak için yapmamız gerekeni yapmalıydık.

"Acaba Ümit'in kızı bu konuda ne düşünüyor?" Emin adımı söyleme gereğinde bile bulunmadan doğrudan bana sataştı. "Sende bu masada bir karar verecek misin yoksa işi bilene, yani babana mı bırakacaksın?"

"Buradaysam işlerin nasıl yürüdüğünü yeteri kadar biliyorum demektir." Bunları söyledikten sonra başımı çevirip ilk Leonard'a baktım. Bunu yaparken bakışlarımın tarafsız ve uzlaşmacı olmasına dikkat ediyordum. "Önceki sözleşmelerin haklarını koruyacağız."

Salazarlar ve Tozluların arasında yıllara dayanan bir düşmanlık vardı. Bu yüzden buradaki herkes hiçbir koşulda Leonard'la çalışmayacağıma emindi. Sözlerim sadece onları değil, Gurur ve Asaf'ı da çok şaşırtmıştı. Sağımda ve solumda oturdukları için ikisi de beni göz hapsine alıp çatık kaşlarla ne yapıyorsun sen, dercesine bakıyorlardı.

Babam olanları duyunca canıma okuyacaktı ama bu daha sonra düşünmem gereken bir şeydi. Aslında bende Duha'yla aynı fikirdeydim. Ülkemden bile olmayan birinin buraya gelip anavatanımın bir avuç toprağını bile yönetmesi hiç hoşuma gitmiyordu. Ancak onlara direnecek gücüm de yoktu çünkü yıllar içinde hanemiz çok zayıflamıştı. Tozlular şu anda bu masadaki en zayıf ailelerden biriydi. Eski ihtişamımızı kazanmak için yapacağımız en akıllıca şey önceki sözleşmeleri korumaktı.

Tayfun'un bölgesi artık Salazarların hakimiyetindeydi. Eğer o bölgeyi bize kapatırlarsa birçok işimiz aksaydı. Zararımızı karşılayacak paraya sahip değildik. Şirketin iflasını bile henüz yeni durdurmuştum ve hâlâ yatırımcılara olan borcumuzu kapatamamıştık. Şu zamana kadar şirketin bize kazandırdığı tüm para ve gelen fonların hepsini yatırımcıların parasını biriktirmek için ayırıyorduk.

Borcumuz bitmediği için henüz işin kazanç tarafına geçmemiştik. Önce tüm borçlarımızı kapatmalıydım, daha sonra da elde ettiğimiz parayı bize ait olan bölgeleri güçlendirmek için harcamalıydım. Yeni iş anlaşmaları ve akıllıca yatırımlarla yeniden kazanç sağlamalıydım. Yaşadığımız ekonomik kriz yüzünden kapatmak zorunda kaldığımız tüm fabrika ve dükkanları da yeniden açtırmalıydım.

Tüm bunları yapabilirsem o zaman her yerden para gelmeye devam edecekti. Para güç demekti ve gücü elinde tutan kişi herkesin saygısını kazanırdı ya da satın alırdı. Ailem ve hanem için çok fazla planım vardı. Tüm bunları gerçekleştirmek istiyorsam babamın değil, kendi taktiğimi uygulamalıydım. Bir gün Salazarların kökünü kazıyıp hepsini ülkemden defetmek istiyorsam bugün uzlaşan taraf olmalıydım.

Bir kez cehenneme girdiysem şeytanla el sıkışmayı bilecektim.

"Babanla benzer kurallara sahip olmaman ne güzel," diyen Leonard'ın gözlerinde şeytani bir parıltı vardı. Babasının yapmadığı şeyi kızının yapması onu keyiflendirmişti.

Onunla yaptığım bu anlaşmayı babam duyunca ne kadar sinirleneceğini bilmek bile onu mutlu ediyordu. Memnuniyet dolu bir ifadeyle gözlerimin içine bakarak gülümsedi. "O zaman yeni ortaklığımız hayırlı olsun küçük hanım." İçlerine öyle bir sızacağım ki onlarla işim bittiğinde darbenin nereden geldiğini bile anlamayacaklardı.

Gurur aklımdan geçenleri bilmediği için gergince yanımda oturuyordu. Kızgınlıkla kaşlarını belli belirsiz çatarak bana Sonat'ı gösterdi. "Onunla da bir anlaşma yapacak mısın, Farah Hanım?" Buz gibi bir sesle bunu sorarken sıkıysa yap der gibiydi.

"Sonat'ta isterse neden olmasın?" Gurur'u sinirden delirterek Sonat'a döndüm. "Sadri'yle önceden yaptığımız bir ortaklığımız vardı. Mademki o bölgelerin sahibi artık sensin, eski anlaşmayı korumayı teklif ediyorum."

Gurur'u rağmen ona yeni ortaklık teklif etmemi beklemiyordu. Sonat gerçek anlamda bir sinir küpüne dönüşen Gurur'a baktı, daha sonra da bakışlarını bana çıkardı. Kahve irisleri gizleyemediği bir sevinçle ışıldarken, "Memnuniyetle," dedi. "Yeni sözleşmeyi imzalayıp sana gönderirim."

"Lütfen imzalamadan önce bir nüshasını gönder," diyerek küçük bir ricada bulundum. "Yeni sözleşmeyi okuyup ekleyeceğimiz veya çıkartacağımız herhangi bir madde var mı, görmek istiyorum." Başımı çevirip Leonard'da baktım. "Aynı şeyi sizde yaparsanız sevinirim."

O sözleşmeler onlarla değil, eski bölge liderleriyle yapılmıştı. Üstelik sözleşmeyi imzalayan ben değildim, babamdı bu yüzden sözleşmelerin içeriğini bilmiyordum. İmzaları atmadan önce anlaşmamızın neleri kapsadığını görmek istiyordum. Leonard kabul ettiğini gösterircesine başını salladı çünkü Tozluların kızıyla çalışmak babama atacağı en büyük kazıklardan biri olacaktı.

Sonat ise bir an olsun bakışlarını benden çekmeyerek Gurur'u kızdırırken, "Sen nasıl istersen," dedi. Bana öyle bir bakıyordu ki sanki ondan ne istersem isteyeyim eksiksiz yerine getirecekti. Bu da ister istemez beni ürkütüyordu. Bu adamın benden ne istediğini hâlâ anlamış değildim.

Gurur'un bedeninden yükselen buram buram öfke kokusu bana nefes aldırmıyordu. Başımı çevirip ona bakmak gibi bir hatada bulundum. Kızgın bakışları resmen insanın ömründen ömür alıyordu. Daha önce bu gözlerle bana hiç bakmamıştı, o genelde katı ve sert bir şekilde bana bakmazdı. Ancak Sonat'la yaptığım anlaşma onu çılgına çeviriyordu.

Öfkesinin asıl sebebi beni kaybetme korkusu olduğunu biliyordum. Heybetli vücudu kasılmıştı, omuzları kalkıktı ve boyun çizgisi sert. Gerginlikten çenesini öyle bir sıkıyordu ki dişleri birbirine kenetlenmişti. Gazap dolu yeşil gözlerini Sonat'a dikince korkmaya başlamıştım. Her şeyi mahvedecek bir şey yapacak diye soğuk terler döküyordum. Sonat'la ikisinin birbirine attığı ölümcül bakışlarda yoğun bir nefret vardı. İkisi de birbirinden zerre kadar hazzetmiyordu.

Gurur beni çok korkutmuştu ama şükürler olsun ki bir delilik yapmadı. Onu durduran şey içeri girmeden önce bana verdiği söz olmalıydı. Ne olursa olsun bugün bu odada sorun çıkarmayacağına dair bana söz vermişti. O sözü çiğnemek için delice bir arzu duyduğunu görebiliyordum. Bu masayı yerle bir edip Sonat'ın gırtlağına yapışmamak için resmen kendiyle cebelleşiyordu.

İkisinin sert bakışlarla birbirine meydan okudukları çok açıktı. Bakışlarını ilk çeken Sonat olmuştu, o bunu yaptığında bile Gurur ona bakmayı bırakmadı. Barbaros gülmemeye çalışarak Gurur'a doğru uzandı. "İyi misin?"

Gurur'un gırtlağında hırlamayı andıran bir ses çıktığında kaşlarını biraz daha çattı. "Şu piçin gelmişini geçmişini sikmedikçe iyi olmayacağım!"

"Bu herifle derdin ne senin?"

"İnce mevzu," deyince Barbaros'un bakışları beni buldu, gülüşü genişledi. "Şimdi anlaşıldı."

Emin Kıratlı bir şeyi merak ederek ellerini masaya bastırıp öne eğildi. "Sen fikrini belirtmedin?" Ona Leonard ve Sonat'ı gösterdi. "Senin kararın nedir?"

Barbaros omuzlarını silkip onlarla ortak çalışacağını gösterircesine başını salladı. "İkisiyle de bir sorunum yok," demişti ki daha ortaklığı kabul etmeden Gurur araya girip, "Var," diye ekledi.

Soru dolu gözlerle yavaşça Gurur'a döndü. "Ne var?"

Gurur yumruğunu sıktığında dik dik Barbaros'a bakıyordu. "Onlarla bir sorunun var."

"Yok lan."

"Var dediysem var, Kahhar!"

"Gerçekten yok, Kalender!"

"Ben var diyorsam var."

"Oğlum babamın eski kayıtlarına baktım, iki aileyle de anlaşma içindeymiş."

"Amına koyduğum piçi sen baban mısın? Bu masada Kemal'i isteseydim sence onu neden öldüreyim?"

"Bu ne demek şimdi?" Barbaros bu gerçeği yeni öğreniyormuş gibi gözlerini belerterek şaşkınca Gurur'a baktı. "Babamı sen mi öldürdün?"

Asaf bezgin bir ifadeyle avucunun içiyle alnına vurdu. "Bunu zaten biliyorsun ve bildiğini biliyoruz."

Korkut yüzünü buruşturarak diğer liderlere Gurur ve Barbaros'u gösterdi. "Bunlar her toplantıda böyle yapacaksa işimiz var."

"Gurur piçi sadece bir geceliğine aramızda." Kalbiyle ilgili söylediği şeyler yüzünden Duha'nın kızgınlığı daha geçmemişti. "O olmayınca Barbaros'ta bu kadar çok konuşan biri değil."

"Neyse ne." Gurur gözlerini dahi ayırmadan Barbaros'a resti çekerek tek kaşını yukarı kaldırdı. "Karar ver kimin tarafındasın?"

Barbaros'un en sevdiği şey Gurur'la uğraşmak olmalı ki gülmemek için yanaklarının içini dişliyordu. "Bu bir müttefiklik teklifi mi?"

Bu hayatında verdiği en kötü kararmış gibi Gurur memnuniyetsiz bir ifadeyle başını salladı. "Muhtemelen bundan pişman olmadığım tek bir günüm bile olmayacak ama evet, sana müttefiklik teklif ediyorum."

"Çiçeğim nerede?"

"Anlamadım?"

Barbaros'un haylaz bakışları ışıldarken sırıttı. "Koskoca Gurur Kalender ilk kez birine müttefik olmak istiyor. Bunun daha romantik olması gerekmiyor mu?"

Gurur bir küfür savurduğunda Barbaros'tan biraz uzaklaşmak için sandalyesini bana doğru çekti. "Orospu çocuğu sana evlenme mi teklif ediyorum? Ne çiçeğinden bahsediyorsun!"

"Çiçekleri severim." Barbaros onu iyice kızdırarak önüne döndü. "Çiçek yoksa teklifini kabul etmem." Dudaklarında çarpık bir gülümseme belirdiğinde başıyla Sonat'ı gösterdi. "Bu herifle ortak olmamı ister misin?"

"Amına koyacağım şimdi senin de çiçeğinin de!" Gurur yüzünü sertçe ovuşturduğunda nabzı boğazında atıyordu. "İstediğin çiçekse alırız, şimdi kararını söyle!"

"Karanfil."

"Neyden bahsediyorsun?"

"Kırmızı karanfilleri severim. En güzelinden almazsan Sungur'la ortak olurum."

"Daha fazla dayanamayacağum, sikeceğum bu itin belasuni!" Gurur belindeki silaha davranınca gülerek hemen koluna yapıştım. İkinci kanala geçtiğine göre gerçekten çok sinirlenmişti. Onu zapt etmeye çalışırken aceleyle Barbaros'a döndüm. "Tamam, alacağız kırmızı karanfilini. Allah aşkına artık ne karar verdiğini söyle." Biraz daha uzatırsa kendini Gurur'a vurdurtacaktı.

Masaya oturduğumuzdan beri zaten ikisi herkesi deli etmişti. Konuştukları şey o kadar saçma ve gereksiz şeylerden oluşuyordu ki, liderleri zerre kadar bir yerlerine takmıyorlardı. Herkes daha şimdiden Karun'u özlemeye başlamıştı çünkü Gurur ve Barbaros'un yan yana gelmesi insanı çileden çıkartıyordu.

Barbaros nihayet bir karar verdi ve Gurur'la müttefik oldu. Şu zamana kadar Gurur'un hiç müttefiki olmamıştı çünkü tek takılmayı seven biriydi. Barbaros'u kendi safına çekmesinin tek nedeni Sonat ve Leonard olamazdı. Ben dahil masadaki çoğu kişi Leonard ve Sonat'la çalışmayı kabul etmişti, onlardan birinin de Barbaros olması bence Gurur'a çok koymazdı.

Emin değilim ama Gurur'un Kahharlarla müttefik olmasının nedeni ben olabilirdim. Bu masada bana daha çok destekçi kazandırmak için Barbaros'a ortaklığını sunmuş olabilirdi. Gurur bana kızgınken bile hep beni düşünürdü, her konuda önceliği bana verdiğini biliyordum. Barbaros'la ortak olmasının altında yatan sebebin ben olması açıkçası beni pek şaşırtmazdı.

Gurur'la artık müttefik oldukları için Barbaros, babasının önceki tüm anlaşmalarını feshetti. Sonat ve Leonard'la çalışmayacağını açıkça belirttikten sonra bileğindeki saatini kontrol etti. "Başka bir şey yoksa artık gitmeliyim. Biriyle sevişmeyeli iki saat oluyor." Tek düşündüğü bu muydu?

Sandalyesinden kalkıp kapıya doğru yürürken sırıtıyordu. "Resmen kendi rekorumu kırdım. Umarım aşağıdaki davette güzel bir kadın bulabilirim." Herkes ağız dolusu küfrederek onun arkasından bakıyordu. Bu adam şaka gibi bir şeydi.

"Bu piçin Kahharların yeni lideri olmasını hâlâ hazmedemedim." Emin Kıratlı iğrenen gözlerle giden adamın arkasından bakıyordu. "Hiçbir şeye kafası basmıyor, işi gücü zevk ve sefa. Bir yılı geçmeden Kahharları iflas ettireceğine adım gibi eminim."

Gurur bir konuda hayatının hatasını yapmış gibi Korkut eğlenen gözlerle onu izliyordu. "Yanında ve çevresinde kimseyi istemeyen yalnız kurt," diyerek Gurur'a takıldı. "Kendine müttefik diye seçtiği kişi Barbaros mu?" Yüksek sesle güldü. "O piçin hiçbir vasfı yok, en küçük zorlukta seni sırtından vuracaktır."

Gurur kadehinde kalan tüm içkiyi tek bir dikişte bitirip kadehi sertçe masaya bıraktı. "Sen beni dert etme, Hanzade." Ayağa kalkıp elimi tutarak beni de kaldırdı. "Kimin ne olduğunu bilecek kadar bu alemin içindeyim."

Bence Gurur kendi için en doğru müttefiki seçmişti çünkü Barbaros herkesin sandığı gibi biri olmayabilirdi. Şimdilerde herkes onu yeni haliyle tanıdığı için çok az kişi eski Barbaros'u biliyordu. Ben onun mert ve sözünün eri biri olduğunu düşünüyordum. Ciddiyetsiz, ukala ve şehvet düşkünü halleri aldatıcı olabilirdi.

Bugün toplanmamızın tek amacı yeni liderleri tanımak ve önceki sözleşmeler hakkında bir karar almak olduğu için buradaki işimiz bitmişti. Herkes yavaş yavaş buradan ayrılıp alt kattaki davete inmeye başlamıştı. Asansöre binene kadar Gurur beni rencide edecek hiçbir harekette bulunmadı. Fakat Asansörün kapıları kapanınca daha fazla kendini tutamadı.

Bir anda belimi kavrayıp sırtımı asansörün duvarına yaslayınca neye uğradığımı anlayamadım. Duvar ve onun arasında sıkıştığım için hiç kıpırdayamıyordum. Gurur'un dudakları düz bir çizgide buluştuğunda çatık kaşlarının altında kızgınlıkla bana bakıyordu. "Nasıl Leonard ve o Sungur piçiyle bir anlaşma yaparsın!"

"Ben o anlaşmayı senin karın olarak değil, Tozluların vekil lideri olarak yaptım." Neyi ne amaçla yaptığımı ona açıklayacak vaktim olmadığı için her sözümle daha çok sinirleniyordu. "Verdiğin zararlarla ailemi borç batağına düşürmeseydin bende şimdi düşmanlarımla el sıkışmazdım."

Kıskançlıktan gözü hiçbir şeyi görmediği için mantıklı düşünemiyordu. Bu olanlardan onun da suçu olduğunu anlamayacak kadar sinirliydi. "İstediğin paraysa sana yığınla verebilirim, bunun için onlarla çalışmana gerek yok."

"Paranı istemiyorum, Gurur." Kibar bir sesle konuşup onu yavaşça iterek aramıza biraz mesafe koydum. "Dediğim gibi o kararı veren karın değil, bir vekil liderdi. Karından hesap sorabilirsin ama Tozluların vekil liderinden asla."

Son derece ciddi bir şekilde ona baktığımda benden böyle bir çıkış beklemiyordu. "Ne sanıyorsun, babamın yerine geçtiğimde bir karar vermeden önce sana soracağımı mı? Bunu yaparsam senin kuklan olmaktan ne farkım kalır?" Kendi aile işlerimi yönetirken ona danışmayacaktım.

Sakinlik içinde Gurur'u izlerken ona daha önce hiç düşünmediği ama bundan sonra hep düşüneceği bir şey verdim. "Bir liderin verdiği karara kimse karışamaz. Karını ve Tozluların veliahdını birbirine karıştırma lütfen."

Önüme döndüğümde Gurur tek kelime etmedi ama düşünceli gözlerle beni izlemeyi sürdürdü. Neyi düşündüğünü iyi biliyordum. Bu dünyanın bir parçasıydım ve hep bundan kaçmaya çalışmıştım. Gurur başta olmak üzere etrafımdaki herkes zayıflığımdan nefret ediyor, beni daha güçlü görmek istiyorlardı. Peki, bu olduğunda yeteri kadar mutlu olacaklar mıydı yoksa bugünleri özlemle mi anacaklardı?

***

Gecenin devamı benim için oldukça can sıkıcı geçiyordu. Hepimiz davetin olduğu salona inmiştik ve burada herkes vardı. Tüm liderlerin aileleri ve yakın dostları buradaydı. Herkes gruplar halinde uzun masaların etrafında durmuş, bir şeyler içerek keyiflerine bakıyorlardı. Şehrin en belalı adamları ve onlardan daha sorunlu kadınları buradaydı. "Şuraya bir bomba düşse yemin ederim insanlık kurtulur," diye mırıldandım.

Pencereye yakın bir masanın yanında tek başıma ayakta duruyordum. Az önce Gurur ve Ali yanımdaydı ama sigara içmek için dışarı çıkmışlardı. Gurur beni yalnız bırakmak istemediği için kuzenlerimin yanına bırakıp gitmişti. Fakat Aksa sıkılmasın diye hepsini onun masasına göndermiştim. Aksa salonun bir köşesinde tek başına duruyordu. Onu öyle görmeye katlanamadığım için bende kuzenlerimi ona göndererek kendim yalnız kalmıştım.

Aşağıya indiğimden beri Aksa'yla birbirimizden kaçıp duruyorduk. Mümkün olduğunca birbirimizin olduğu yere bakmıyor, hiç göz kontağı kurmuyorduk. Aylar önce birileri bana bir gün gelecek ve Aksa'yla hiç görüşmeyeceksin deseydi gülüp geçerdim. Hiçbir şeyin bizi ayıramayacağına o kadar çok inanıyordum ki şimdilerde geldiğimiz son durum içler acısıydı.

Aksa'nın masasına bir kez daha bakıp iç çekerek önüme döndüm. Karşılıklı birbirimize o kadar kırgındık ki ne o gelebiliyordu ne de ben ona gidebiliyordum. "Eğer onunla konuşmak istiyorsan hâlâ fırsatın varken bunu yap." Başımı çevirince Barbaros'un bana doğru geldiğini gördüm. "İnsan sevdiklerine geç kalmamalı çocuk."

İlk karşılaşmamızda olduğu gibi bana çocuk deyince sinirden güldüm. "Aramızda en fazla beş yaş vardır."

"Kocandan iki yaş büyüğüm."

Masama geldiğinde bezgince iç çekti. "Yaşlandık artık." Ona bakınca yaşlandığını gösteren hiçbir şey bulamıyordum.

"Bende kendimi çok yaşlı hissediyorum." Sanki içki içiyormuşum gibi kederli bir ifadeyle kadehimdeki meyve suyundan birkaç yudum aldım. "O kadar yorgunum ki bazı anlarda keşke bir kapatma tuşum olsa diyorum."

"Al benden de o kadar." İçki kadehini kafasına dikip yarısına kadar içti. "Bu boktan hayatı neden yaşadığımızı hiç anlamıyorum."

"Hayırdır?" diyerek ona takıldım. "Davette kendine uygun bir kadın bulamadığın için mi bu kadar efkârlısın?"

Yüksek sesle kahkaha attığında gülmeyi çok sevdiğini bir kez daha anladım. "Burada kadından daha çok hiçbir şey yok." Aklına gelenlerle dudakları hınzırca kıvrıldı. "Ve erkeklerden..." Bana buradaki yakışıklı adamları gösterdiğinde yüzünde oyunbaz bir ifade vardı. "Küçük bir kaçamak yapmak istersen sırrını saklarım."

Düşüncesi bile beni rahatsız ettiği için suratımın aldığı şekli tahmin bile edemiyordum. "Bunları Gurur'un yanında da söylemeyi dene."

Barbaros ürkmüş gibi arkaya doğru bir adım attığında suratında abartılı bir ifade vardı. "Ölmeye karar verdiğimde belki."

Tam ona bir şey söylemeye hazırlanıyordum ki, "Farah telefonun kapalı mı, amcam sana ulaşamıyormuş," diyen bir duydum. Barbaros'la aynı anda sesin geldiği yöne döndüğümüzde telefonuyla uğraşarak yanımıza gelen Zaza'yı gördüm. "Şarjın bittiyse benim telefonumla amcamı arayabilir-" demişti ki başını kaldırınca Barbaros'la göz göze geldi. Zaza'nın elindeki telefon yere düştüğünde en büyük kabusunu görmüş gibi suratı bembeyaz olmuştu.

Etraflarındaki tüm dünya durmuş gibi ikisi gözlerini birbirlerinden alamıyorlardı. Bir an Barbaros'un bile parmakları gevşemiş, elindeki kadeh düşecek gibi olmuştu ama son anda kristal kadehi daha sıkı tuttu. İkisinin birbirine attığı yoğun bakışlardan daha önce tanıştıklarını anladım. Meraklı bakışlarım sık sık ikisi arasında gidip gelirken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Ne Barbaros'un ne de Zaza'nın gözlerinde iyiye dair en küçük bir duygu yoktu. Nasıl söylesem bu hayatta görmek istemedikleri tek kişiye görmüş gibiydiler. Sanki ikisinin de en büyük kâbusu, ete kemiğe bürünerek tam karşılarında duruyordu. Barbaros ona baktıkça yüzü sertleşiyor, parmaklarının arasındaki kadehi sinirle sıkıyordu. Zaza ise sıktığı yumruğunu her an Barbaros'un suratına geçirebilirdi.

Kendini ilk toparlayan Barbaros oldu. Zaza'ya duyduğu öfke ve nefreti ustaca gizleyerek alaycı bir tavır takındı. "Astsubay Zahide Tozlu." Başını yavaşça omzuna doğru eğip gelişigüzel Zaza'yı süzdü. "Dünya gerçekten de çok küçükmüş."

"Dünya mı çok küçük yoksa sen mi gittikçe küçülüyorsun, bilemiyorum." Zaza eğilip yerdeki telefonunu aldığında her zamankinden daha umursamaz görünüyordu. "Sana benden küçük bir tavsiye, Kahhar."

Birkaç adım atarak Barbaros'un tam karşısında durduğunda bakışlarında en küçük bir his yoktu. "İkinci kez göğsüne bir kurşun sıkmamı istemiyorsan bir daha sakın bana Zahide deme." Bunları söyledikten sonra ona sırtını dönerek gitti.

Barbaros'un gözlerinde tehlikeli bir duygu oluştuğunda sinirden dişlerini gıcırdatarak Zaza'nın arkasından bakıyordu. "Henüz hiçbir şey bitmedi, Zahide!" Özellikle Zahide ismini vurgulamıştı.

Zaza bir kez bile arkasına dönmeden giderken tek yaptığı elini yukarı kaldırıp orta parmağını göstermekti. O son hareketi bile Barbaros'u daha çok kızdırdığı için parmaklarının arasında sıktığı kadehi kırdı. Kadeh parçalanıp avucunun içini kanattığında bile ölümcül gözlerle giden kızın arkasından bakıyordu. "Senin hayatını sikeceğim!"

"Kuzenimle derdin ne senin?" Ona kızarak masadaki peçeteyi alıp bileğini tuttum. "Şu elini rahat bırak, sıktığın şey pamuk değil." Elini sıktıkça camlar daha çok avucuna batıyordu.

Barbaros ona yardım etmeme bile izin vermeden beni bırakıp gitti. Bunu yaparken o cam parçalarını elinin içinde sıktığını henüz anlamamıştı. Zaza'yı yeniden görmek onu o kadar kızdırmıştı ki içki kadehini kırdığının farkında olduğunu bile sanmıyordum. Acaba ikisi nereden tanışıyorlardı ve aralarında ne geçmişti. Anladığım kadarıyla ikisinin iyi bir mazisi yoktu. Zaza onu göğsünden mi vurmuştu?

"Bunu yapmak için tertemiz çıldırmış olmalı," diye homurdandığımda arkamda tanıdık bir ses duydum. "Yalnızlıktan kendi kendine mi konuşuyorsun?" Yavaşça arkamı dönünce Asaf'ı görüp gülümsedim. "Merhaba."

"Merhaba." Asaf tebessüm ederek yanıma gelip tıpkı benim gibi ayakta dikilmeye başladı. "Az önce Barbaros'la mı konuşuyordun?" Kısa bir an onun gittiği yöne bakıp bana döndü. "Onu nereden tanıyorsun?"

"Yıllar önce bir kez karşılaşmıştık." Ona küçük bir açıklama yaptıktan sonra dibine kadar girdim. "Eski karınla işler nasıl gidiyor?"

Burnunun ucuna kadar girdiğimi görünce sakinliğini hiç bozmadan işaret parmağını iki kaşımın tam ortasına bastırdı. Beni hafifçe arkaya doğru itip kendinden uzaklaştırırken mavi gözlerinde merak vardı. "Yelda'yı neden soruyorsun?"

"Ordu'dayken ondan telefon gelince aceleyle İstanbul'a döndün."

"Bunu sana kim söyledi?" Benimle olan göz temasını kesmedi, şimdi merakla bakan oydu. "Boşandığımızda Yelda yurtdışına taşındı, onu uzun zamandır görmüyorum ve açıkçası..." Gülümseyerek omuzlarını hafifçe silkti. "Onun da beni görmek istediğini düşünmüyorum. Boşanmamız ikimiz için de biraz sancılıydı."

"Ama Ali dedi ki-"

"O piç yalan söylemiş."

Ali'nin böyle bir konuda neden yalan söylediğini anlayamadım. Belki de Aksa'yı kıskandırarak Asaf'a daha iyi davranmasını istemiş olabilirdi. "Annemin yardımcısından telefon gelmişti." Asaf tekrar konuşunca sessizlik içinde onu dinliyordum. "Annemin küçük bir kaza geçirdiğini öğrenince orada duramadım. Bir süre onunla ilgilendim daha sonra da halletmem gereken birçok iş vardı." Demek bu yüzden uzun zamandır ortalarda yoktu.

Bana Aksa'nın bulunduğu masayı gösterdiğinde yüzündeki keyifli doku kaybolmuştu. "Bunu daha ne kadar uzatacaksınız?" Aksa'yla olan küslüğümüz en çok onun canını sıkıyor olmalı ki nefesini sesli bir şekilde verdi. "Saklamaya çalışıyor ama Aksa sensiz hiç iyi değil." Benim de onsuz çok iyi olduğum söylenemezdi.

Konuyu değiştirme çabasına girdim çünkü Aksa hakkında konuşmak istemiyordum. "Uzun zaman haber alamayınca senin için endişelenmiştim."

Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Eyvallah."

"Niçin?"

"Beni düşünerek endişelendiğin için." Mavi gözleri durgunlaştığında iç çekerek nefesini sesli bir şekilde verdi. "Annem dışında beni düşünen birilerinin kaldığını sanmıyordum." Yoğun bir acı içime nüksettiğinde şu zamana kadar Asaf'ın ne kadar yalnız bir adam olduğunu hiç anlamamıştım.

İçimdeki yalnızlık onun yalnızlığıyla çarpıştığında daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıp ona sarıldım. Sadece bir an bana pek kimsesi olmayan biri gibi gelmişti, ki zaten öyleydi. Asaf böyle bir şey yapmamı hiç beklemediği için iri bedeni kollarımın altında taş kesildi. Ona ne zaman baksam sanki karşımda öz abim varmış gibi yüreğim titriyordu. Asaf sevdiğim nadir insanlardan biriydi.

Onu boğmak ister gibi kollarımı daha sıkı boynuna sardım. "Sen benim en sevdiğim eniştemsin, bunu biliyorsun değil mi?" diye sorduğumda bedeni gevşerken gülüşünü duydum. "Bunu söylemek için bana sarılman gerekmiyordu." O henüz bana sarılmamıştı.

"Merak etme Aksa yanlış anlamaz."

"Aksa'dan bahsettiğimi de kim söyledi?" Kollarımı tutup yavaşça boynundan çekerek beni kendinden uzaklaştırdı. Arkamdan bir yeri işaret ederken ifadesi sıkkındı. Midem kasılmıştı. Henüz arkama dönmeden Asaf'ın bakışlarından orada kimin olduğunu anlamıştım. Gurur...

Yutkunarak arkamı döndüğümde Gurur'un sert bakışlarıyla karşılaşınca başımın büyük dertte olduğunu anladım. İçeriye yeni girmiş olmalı ki bizden birkaç masa ilerideydi. Daha yanıma gelmeden Asaf'a sarıldığımı görünce adımları hareket etmeyi bırakmış olmalı. Gözlerini dahi kırpmadan Asaf'a bakarken bakışlarında tehlike kol geziyordu. Sık ve hızlıydı nefes alışları. Göğüs kafesi ise aşağı ve yukarı doğru belli belirsiz hareket ederek insanı endişelendiriyordu.

Eski dostu bile olsa Gurur bir erkeğe sarılmamdan nefret etmiş gibi bakıyordu. Hızlı adımlarla bu tarafa yürüdüğünde daha o Asaf'a ulaşmadan hemen yolunu kestim. "Gurur lütfen," dedim aceleyle. "O benim abim gibi sakın bir delilik yapma."

"Çekil, Farah!" Beni yolundan çekerek Asaf'a ulaştığında yumruğunu onun suratına geçirdi. "Haysiyetini siktiğim it, bana yapmadığın daha ne kaldı!" diye bağırdığında müzik sesi kesildi ve buradaki herkesin meraklı bakışları bizi buldu. Gurur yine yapmıştı yapacağını.

Çenesine yediği yumruk yüzünden Asaf birkaç adım gerilediğinde kaşlarını çattı. Gurur'un ona vurmasına değil, söylediklerine sinirlenmiş gibi öne atıldı ve o da yumruğunu Gurur'un yüzüne geçirdi. "Senin yaptıklarınla hiçbir şey kıyaslanamaz!"

Asaf, Gurur'un yakasını yumruklarına dolayarak sert gözlerle ona baktığında bakışlarında sadece öfke değil, aynı zamanda dile dökemediği kırgınlığı vardı. "Anlayıp dinlemeden yargılamak kanında olmalı!"

Gurur başını geriye çekip Asaf'ın suratına kafa atarak onu geri püskürttü. Adrenalin artışıyla heybetli bedeni kasıldığında, yumruklarını sıkmaktan parmak boğumları bembeyazdı. "Ben gözümle gördüğüme inanırım!" İçimden bir ses konunun artık ben olmadığımı söylüyordu.

Gurur'un attığı kafa yüzünden burnundan kan fışkırınca Asaf daha fazla kendini tutmadı. Yılların birikimiyle elini öyle bir sıktı ki sadece saniyeler içinde o eli Gurur'un suratında patlayarak burnunu kanatmıştı. "Etrafındaki insanlara güvenmeyi öğrendiğinde karşıma gel, Kalender!"

"Sen benden güven mi bıraktın!"

"Kim kimin güvenini sarstı lan!"

İkisi kaşlarını çatarak tekrar birbirlerine saldırmaya hazırlandığı esnada Barbaros elinde bir yangın tüpüyle belirdi. Tüpün içindeki tazyikli beyaz tozu Gurur ve Asaf'ın üzerine püskürttüğünde dehşete kapılmıştım. Barbaros bir itfaiyeci gibi onları toz içinde bırakırken sırıtıyordu. "Ateşiniz çıktıysa Barbaros Hazretleri söndürür oğlum." Sinirden gülmeye başladım. Bu adamı sevmeye başlamıştım.

Gurur ve Asaf'ın küfürleri havada uçuşurken Barbaros tüpün hortumunu sırasıyla ikisine tutarak onları kardan adamlara dönüştürmüştü. Sadece üzerlerindeki kıyafetleri değil, yüzleri bile bembeyazdı. Gurur'un sarı, Asaf'ın da siyah saçlarının rengi bile belli olmuyordu. İkisinin de yüzü gözü beyaz tozla kaplıydı. Etraflarında bembeyaz yoğun bir duman yükseldiği için onları zor görüyordum.

Barbaros yangın tüpünün pimini biraz daha çekti ama içindeki tüm gaz bitmiş olmalı ki, "Hassiktir!" diye mırıldanıp arkaya doğru adımlar atmaya başladı. Kaçsa iyi ederdi.

Gurur tüm o toz zerreciklerinin içinde öne doğru koşup, "Senin ecdadını sikmezsem namerdim, orospu çocuğu!" diye adeta kükredi.

"Sıranı bekle!" diye hiddetlenen Asaf'ta Barbaros'a doğru koştu. Onu ellerine geçirirlerse hiç iyi şeyler olmayacaktı.

Barbaros yangın tüpünü onlara doğru fırlatıp hemen kapıya koştu. "Sakin olun köpekler, boğuşuyordunuz ne yapsaydım lan!" diye bağırırken can havliyle kaçıyordu. Gurur ve Asaf'ta birbiri ardına küfürler ederek onu yakalamak için peşinden koşuyordu. Hepsi peş peşe kapıdan çıkıp gittiğinde gülerek başımı iki yana salladım. Bunların bölge lideri olduğuna kim inanır?

"Paylaşılamayan kadın olmak gururunu okşuyor olmalı." Duyduğum sesle başımı yan tarafa çevirince bana doğru gelen birini gördüm. Hiç tanımadığım kızıl bir kadın elinde bir votka kadehiyle yanıma gelip karşımda durdu. "Merhaba, sen Farah olmalısın?"

Başlarda onun kim olduğunu anlamadım ama İspanyol aksanı bana yabancı gelmedi. Boynunun sol tarafındaki akrep dövmesini görmemle tüm bedenim nefretle harlandı. O Salazarların kızı Harper'dı, değil mi? Yıllar sonra onunla tekrar karşılaşmanın gerginliğini yaşamaya başlamıştım. Gurur'dan sonra bir olayda ben çıkartıp bu kadının suratını dağıtmak istiyordum.

Açık bıraktığı saçları hâlâ hatırladığım gibi koyu kızıldı. Onun saçlarına bakmak, ateşe bakmakla aynı hissettiriyordu. Babasının bir kopyası olan mavi gözlerindeki sahte ilgi midemi bulandırıyordu. Yüzünde o kadar çok çil vardı ki kızıl noktalar yüzünün her yerindeydi. Bu çillerin onu daha güzel ve eşsiz gösterdiğini inkâr edemezdim.

Üzerinde bedeninin kıvrımlarını göz önüne çıkartacak kırmızı, mini bir elbise vardı. Dışı güzel ve alımlı olabilirdi ama ne yazık ki ruhu çok kirli ve doğuştan acımasızdı. Eğer öyle olmasaydı daha çocukken başka bir çocuğun acısı onu eğlendirmezdi. Ben bir elektrikli sandalyede acı çekerken Harper'ın tek yaptığı tiksinti dolu gözlerle bana bakıp altıma kaçırdığım için beni iğrenç bulmasıydı.

Öfkemi ve nefretimi içimde saklarken yüzüme yapmacık bir gülümseme kondurdum. "Merhaba." Kibar bir sesle önce ona selam verdim hemen ardından onu işaret ederek, "Peki, ben kiminle görüşüyorum?" diye sordum.

Votka kadehini diğer eline alarak bana sağ elini uzattı. "Harper Salazar."

Uzattığı eline bakarken bu eli birkaç yerinden kırmak istiyordum ama tek yaptığım elini sıkmaktı. "Memnun oldum."

Farkında olmadan elini çok sert sıkmış olmalıyım ki bir an acıyla yüzünü buruşturdu ama hemen sonra ifadesini düzeltti. "Tozluların kızının çok narin olduğunu duymuştum." Şimdi o da benim elimi sert bir şekilde sıkmaya başlamıştı. "Fiziksel gücünün yerinde olduğunu görmek güzel."

Onun aksine elini sıkarken fazladan güç uygulamıyordum. Bunu yapsaydım iniltisiyle kulaklarımı şenlendirirdim. Henüz ona meydan okumam için çok erken olduğundan elimi yavaşça çektim. Babasının bulunduğu yeri bana göstererek sahte tebessümünü korudu. "Bizimkilerle yeni bir anlaşma imzalama kararı aldığını duydum. Babanın bundan haberi var mı?"

"Sizinkiler?"

"Babam ve sevgilimden bahsediyorum." Birini arar gibi etrafına baktığında gözleri bir masada takılı kaldı. İki adamla konuşan Sonat'ı görünce kaşları belli belirsiz çatılmıştı. Sinirlenmesinin nedeni Sonat'ın gözlerini dahi kırpmadan bizim masamıza bakmasıydı. Harper'a değil, doğrudan bana bakıyordu.

Harper'ın suratı biraz düşse de kendini toparlayıp yeniden bana döndü. "Liderlerin arasında olmak nasıl bir histi?" Bunu sorarken oldukça dostane görünmeye çalışıyordu ama gerçekte öyle olmadığını biliyordum. "Senin için farklı bir deneyim olmalı, son olması üzücü."

"Son derken?"

"O adamların seni ikinci kez o masaya oturtmayacağını biliyor olmalısın." Düşünceli görünmeye çalışarak sahte bir kederle dudaklarını büzdü. "Biz kadınlara orada bir yer açmazlar." Bu öylece kabulleneceğim bir şey değildi.

"Bu gece o odada olmanın tek nedeni babanın seni vekili olarak göndermesi. Üstelik bugün toplanmalarının sebebi yeni liderlerle tanışmak." Harper omuzlarını hafifçe silkerek tüm ağırlığını bir ayağının üzerine verdi. "Ciddi konuları tartışacakları bir toplantı olsaydı seni içeri almazlardı."

Ne yazık ki bu konuda ona katılıyordum çünkü bugün o masada önemli hiçbir şey konuşulmamıştı. Herkes yeni liderlerle tanışmış ve eski sözleşmeler hakkındaki kararını belirtmişti. Bunun dışında kayda değer pek bir şey konuşulmamıştı. Konuşacakları varsa da ben oradayım diye bunu yapmamışlardı. Daha şimdiden beni dışlamaya başladıklarını biliyordum. Ancak bunu sorun etmiyordum çünkü er veya geç beni kabulleneceklerdi.

"Kolay olacağını söylemiyorum ama elbet o masada bir yerim olduğunu anlayacaklar." Bir avuç yobaz adamın beni üzmesine izin vermeyerek soğukça güldüm. "Babamın koltuğuna oturduğumda beni kabullenmekten başka şansları kalmayacak."

"Bunun bu kadar basit olacağını mı sanıyorsun?" Harper'ın dudaklarından bir kahkaha çıktığında daha şimdiden canımı sıkmaya başlamıştı. "Konu liderlik olunca gördüğün gibi babam bile kendi yerine beni atayamıyor. Yetersiz olduğum için değil, kabul görmeyeceğim için." Kaşlarını hafifçe çatarak başını iki yana salladı. "Bugün o masada değildim çünkü liderler fazla sığ zihniyetli."

"Kimsenin gelişmemiş zihniyeti yüzünden hakkım olanlardan vazgeçmeyeceğim." Bu konuda sonuna kadar gideceğimi açıkça belirterek önüme döndüm. "O masada bir hakkın olduğunu düşünüyorsan bunun için savaşmalısın."

"Sen bölge yönetimini fazla hafife alıyor olabilir misin? Liderlik sana ağır gelir." O masaya oturamayacağını düşündüğü için benim de bunu yapamayacağıma çok emindi.

Küçümseyici ve ezici bakışlarını görmezden gelip rahat tavrımı korudum. "Liderliğin ağırlığı onu taşıyan omuzlardan belli olur." Omuzlarımda kimlerin yükünü taşıdığımı bilmiyorsa benim hakkımda konuşmamalıydı. "Bir yola çıktıysam kolay kolay yürüdüğüm yoldan dönmem."

Artık Harper'ın masamdan gitmesini istediğim için bakışlarımı ondan çekip etrafımda gezdirdim. Ona karşı ilgisiz görünürsem belki beni yalnız bırakırdı. İzlendiğimi hissedince omzumun üzerinden yan tarafa baktım. Sonat aynı yerinde duruyordu ama yine bana bakıyordu. Başımı her çevirdiğimde onun bakışlarıyla karşılaşmak sinirlerimi bozuyordu.

Sonat'ın bana olan bakışlarını yakalamak Harper'ı sinirlendirdi ama bunu saklamak için gülüşünü genişletti. "Anlaşılan sevgilimin de ilgisini cezbetmişsin." Söylediklerini idrak edemeden burnumun dibine kadar girip gözlerimin içine baktı. "Sonat böyledir, yeni heyecanlara bayılır ama günün sonunda kapısını çaldığı ve vazgeçemediği tek kadın benim."

"Anlamadım?" Onu gerçekten anlamıyordum.

Şuh bir kahkaha attığında afallayan gözlerle onu izlemek dışında hiçbir şey yapmıyordum. "Genelde onu hiç kısıtlamam, sıkılana kadar istediği her kadınla eğlenebilir." Bende Sonat denen herif için geçici bir hevesmişim gibi konuşup gözlerini gözlerime kenetledi. "Erkekleri bilirsin, güzel kadınlara karşı koyamazlar."

Sinirlerimi bozacak bir şekilde beni ucuz göstermeye çalışıp omuzlarını silkti. "Onların küçük kaçamaklarını görmezden gelmeliyiz." Bunları doğrudan bana söylemiyordu ama aslında bu sözlerin hedefinde ben vardım.

"Anlaşılan siz İspanyol kadınlarında ilişkiler böyle yürüyor." Ona göz devirmemeye çalışarak masadaki vişne suyuma uzandım. "Ama biz Türk kadınları paylaşımcı değiliz, bizim olan bizimdir."

Sanki kendisi Sonat'ı benden kıskanmıyormuş gibi rol yapıp yüzünü buruşturdu. "Kıskançlık ilişkiyi öldürür."

Dudaklarım tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldı. "Bizde kıskançlık genelde başkalarını öldürür." Gurur yanımda erkek sinek bile görmeye katlanamıyordu.

Yaklaşık yirmi dakika boyunca Harper'la birbirimizin canını sıktık ama bunu saldırgan bir şekilde değil, kibar ve süslü cümlelerin arkasına saklanarak yaptık. İkimizde olgun ve yetişkin kadınlar olduğumuz için ortada bir sebep yokken doğrudan birbirimize saldırmıyorduk. Aslında bunu yapmak için çok haklı sebeplerim vardı ama soğukkanlılığımı koruyordum.

Üstü kapalı iğneleyici laflarla birbirimizi tanımaya çalışırken Sonat daha fazla dayanamadı. Kendi masasından ayrılıp yanımıza geldiğinde belli belirsiz gülümsedi. "Yarım saattir ne konuştuğunuzu merak ettim." Bunları söylerken bile gözleri sık sık bana kayıyordu ve bu beni deli ediyordu.

Harper ona kocaman gülümseyerek onun koluna girdi. "Bizde tam ilişkiler hakkında konuşuyorduk sevgilim."

Sonat'ın tüm bedeninin gerildiğini gördüm. Hissiz gözlerle önce kolundaki ele, daha sonra da Harper'a baktı. "Sevgilim mi?" Yavaşça kolunu çekip yana doğru bir adım atarak Harper'dan uzaklaştı. "Şakaların artık eskisi gibi güldürmüyor." Sevgili değiller mi?

Gurur'un içeri girdiğini görünce Harper'ın bozulan suratına fazla bakmadım. Gurur'u görünce bile dudaklarımda kendiliğinden bir gülümseme belirdi. Lüks bir otelde olduğumuz için bir oda kiralayıp banyo yapmıştı. Barbaros'un onun üzerine sıktığı tozdan eser yoktu. Yeni banyo yaptığı için sarı saçları nemliydi, üzerinde ise nerede bulduğunu bilmediğim beyaz gömlek ve siyah pantolonu vardı. Ayakkabılarına kadar her şey yeniydi.

Gömleğinin kollarını toplayarak bu tarafa doğru yürürken oldukça sinirli görünüyordu. Asaf'a sarılmamın öfkesini uzun süre yaşayacağını görebiliyordum. Sol kolunun manşetlerini de birkaç kat kıvırıp başını kaldırmıştı ki yanımdakileri gördü. Bir kez daha kan beynine sıçramış gibi kaşları çatıldı. Bu gece doğru düzgün hiç sakinleşememişti. Ne zaman bunu yapmayı denese mutlaka sinirlenecek bir şeyler buluyordu.

Gurur buraya gelip yanımda durduğunda kızgın bakışlarının hedefinde Sonat vardı. Ona baktıkça kaşlarının kavisi çatılıyordu. Tam ona ters bir şey söyleyecekti ki hemen elini tutup, "Harper'la tanıştın mı sevgilim?" diye sordum yumuşak bir sesle.

Az önce Harper, Sonat'a sevgilim dediğinde Sonat'ın tepkisi oldukça soğuk ve mesafeliydi. Fakat ben Gurur'a sevgilim deyince hemen bana baktı, sert yüz hatları gevşemeye başladı. Sinirli bakan yeşil harelerinde iç ısıtan bir parıltı belirdiğinde hafifçe gülümsedi. "Ne dedin?"

Soluksuz bir şekilde beni izlerken parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. "Sevgilim dışındaki hiçbir şeyi dinlemedim," deyince dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamadım.

Ona bir türlü masamdan ayrılmayan kızılı gösterdim. "Leonard'ın kızı Harper'la tanıştın mı?"

Gurur bakışlarını benden çekip Harper'a baktığında gözleri fazla hissizdi. Harper ona doğru bir adım atıp, "Merhaba," dedi. "Demek o meşhur Deli Kral sensin." Yerdeki beyaz toz zerreciklerine baktığında olanları hatırlayıp güldü. "Sana neden bu isimle hitap ettiklerini sanırım artık anlıyorum." Bizzat tanışmak için Gurur'a elini uzattı. "Ben Harper Salazar."

Gurur başını küçük bir açıyla eğip Harper'ın ona uzattığı eline baktı. Daha sonra ilgisiz bir tavırla birleşen ellerimizi ona gösterdi. "Elim dolu." Babasına yaptığı gibi kızının da elini sıkmamıştı.

"Gurur biraz kibar olur musun?" Harper'ın elini sıkmaması beni çok keyiflendirmişti ama bunu saklamaya çalışarak yalandan ona kızdım. "Centilmen erkekler bir kadının elini geri çevirmez." Bir kez daha ona Harper'ı gösterdim. "O aynı zamanda Sonat'ın sevgilisi."

"Öyle mi?" Sonunda Gurur'un keyfi yerine gelmiş gibi gülümsedi. Dudaklarındaki şeytani gülümsemeyi korurken hınzır bakışları Harper ve Sonat'ın üzerinden gidip geliyordu. "Çok yakışıyorsunuz, düğün ne zaman?" Elinden gelse hemen bu gece onların nikahını kıyardı hatta nikah şahitleri bile olurdu.

"Bunu çok isterdin, değil mi?" Sonat onun derdinin ne olduğunu iyi biliyormuş gibi kaşları çatıktı. Kahve gözlerinde sadece Gurur'un anlayacağı gizli bir mesaj vardı. "Harper sevgilim değil." Bakışlarını Gurur'dan çekip bana kenetledi. "Onunla aramızda hiçbir şey yok."

Gurur'un iç huzursuzluğu tüm yüzüne yansıdığında yeşil gözleri koyulaştı. "Dalağını siktiğim piçi, karıma niye açıklama yapıyorsun!" Sesi kükrer gibi çıktığında onun suratını paramparça etmek ister gibi Sonat'ın üzerine yürüdü. "Gurur lütfen dur artık." Koluna yapışıp onu zorla başka masaya doğru çekmeye başladım. Tüm gece boyunca herkese sataşıp durmuştu.

Gurur'u boş bir masanın yanına getirdiğimde bile korkudan kolunu bırakamıyordum. Sinirli bakışlarını bir türlü Sonat'ın bulunduğu taraftan çekmediği için beni endişelendiriyordu. "Gurur oraya bakmayı bırakır mısın?" Ellerimi yanaklarına bastırıp yüzünü kendime doğru çevirdim. "Bana açıklama yapmıyordu, ortaya konuştu!"

"Böyle düşünecek kadar safsın!" Yanımızdan geçen bir garsondan sert bir içki alarak kadehi kafasına dikti. Tüm içkiyi birkaç büyük yudumda içip kadehi gürültüyle masaya bırakmıştı. "Sana açıklama yapıyordu çünkü onu yanlış anlamanı istemiyordu!"

"Artık gerçekten abartmaya başladın."

"Farah herif tüm gece gözlerini senden alamadı, ben mi abartıyorum?" Bir küfür savurduğunda gözünü karartmış bir şekilde hışımla masadan ayrıldı. "Onu göz çukurlarından sikmedikçe bana rahat nefes yok!"

"Gurur buraya gel!" Koşarak hemen yolunu kestim ve ellerimi göğüs kafesine bastırarak onu durdurdum. "Birazdan gideceğiz zaten lütfen olay çıkarma."

Omzumun arkasında gazap dolu gözlerle Sonat'ın bulunduğu yere bakarken elimin altındaki bedeni kaskatı kesilmişti. "Olay çıkarmayacağım, kafasına sıkıp geleceğim!"

"Bu tam olarak olay çıkarmak."

"O zaman olay çıkartacağım!"

"Gurur sana öğrettiğim şekilde nefes egzersizlerini yapar mısın? Biraz sakinleşmen gerekiyor."

"Beni sakinleştirecek tek şey o piçin öldüğünü görmek!" Daha cümlesini yeni bitirmişti ki dudaklarını kapatan dudaklarımla hiç hareket edemedi. Onu sakinleştirmenin farklı yolları da vardı.

Herkesin içinde onu öpmek beni çok utandırmıştı. Benim amacım dudaklarına küçük bir öpücük kondurup geri çekilmekti. Dudaklarım onun dudaklarına değdiği an kendimi hemen geriye çektim. Ancak o küçücük öpücük Gurur gibi biri için yeterli olmadı. Bir anda belimi yakalayıp beni kollarının arasına çekince neye uğradığımı anlayamadım.

Başını eğip sabırsızca beni öpmeye başlayınca kollarının arasında titremiştim. İlk birkaç saniye ona karşılık bile veremedim çünkü etrafımızda birilerinin olması beni utandırmıştı. Ancak aylar sonra Gurur'un sıcak dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissetmek düşünme yetimi benden almıştı. Bunu yapmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki bu duyguyu unutmaya başlamıştım.

Dudaktan kalbe akarmış aşk, bunu bir kez daha anlamıştım. Gurur'un dudakları öyle sahipleniciydi ki sanki ondan başka kimseye ait değilmişim gibi hissettiriyordu. Ellerim ürkekçe göğüs kafesinin üzerinde durduğunda onun kollarının arasında kuş gibi titriyordum. Ellerinden biri yavaşça belimden kayarak sırtımın arkasında durdu. Beni öperken bile düşmemden endişe ederek daha sıkı tutmuştu.

Gerçek anlamda nefesimi kestiğinden biraz soluklanmak için başımı yavaşça geriye çektim ama hâlâ onun kollarının arasındaydım. Yeşil gözleri öylesine güzel bir canlılığa sahipti ki, beni böyle izledikçe sanki bakışlarının altında eriyordum. "Farah," diye mırıldandığında yumuşak sesi kulağa ninni gibi geliyordu. "Dargın mısın bana?"

Bana böyle bir soru sormasını beklemiyordum. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Yanımdasın." Elini uzatıp parmak uçlarını yavaşça yanağımda gezdirmeye başladı. "Sana dokunacağım kadar yakınımdasın." Bakışları gözlerime kaydığında parmakları yanağımda durdu, içli nefesi dudaklarında süzüldü. "Ama gözlerin çok uzak bakıyor, sanki artık sana ulaşamayacağım bir yerdesin."

"Çok mu içtin sen?" Her şeyin yolunda olduğunu ona düşündürmeye çalışarak gülümsemek için kendimi zorladım. "Bende her şey yolunda."

"O zaman gözlerindeki bu kırgınlık niye?" Gözlerime baktıkça canını yakan bir şeyler buluyormuş gibi başını ağır ağır iki yana salladı. "Bu gece seni üzecek bir şey mi yaptım yoksa uzun zamandır mı böylesin?" Son söylediğiyle sahte gülümsemem kaybolduğunda sertçe yutkundu çünkü cevap kendiliğinden belirmişti.

Uzun zamandır mı böylesin, diye sorduğu an aramızda bir sessizlik yaşanmıştı. Uzun zamandır nerede ne halde olduğumu bile anlamayacak kadar beni ihmal etmişti. Geceden geceye evime gelip zorunluluktan bana masal okumasını saymazsak aylardır onunla hiç vakit geçirmemiştim. Biliyorum o da çok zor zamanlardan geçiyordu ve elinden geldiğince benimle ilgilenmeye çalışıyordu ama eskisi gibi değil.

Eskiden bir gece uykusuz kalsam gözlerimin altındaki morluklardan bunu hemen anlardı. Son zamanlar hep uykusuzdum ama bunu bile anlamayacak kadar hastane ve şirket arasından gidip geliyordu. Melek o haldeyken beni ihmal ettiği için sızlanacak biri değildim. Bu yüzden bir kez daha ona gülümseye çalıştım. "Ben iyiyim, Gurur." Bir de beni düşünerek üzülmesini istemiyordum.

Konuyu kendimden uzaklaştırmaya çalışarak, "Asaf konusunda aşırı tepki gösterdim," dedim. "Ona vurmak zorunda değildin."

Gurur kalbimde nasıl bir çarpıntı bıraktığından habersiz üzerime biraz daha eğilerek yüzlerimizi hizaladı. Gözlerimin içine bakarken sahip olduğu en değerli şeyi kollarının arasında tutuyormuş gibi nazikti. "Biliyorum fazla kavgacı ve geçinmesi zor biriyim."

Nefesini sesli bir şekilde verdiğinde gözlerini kısa bir an yummuştu. Kirpiklerini tekrar araladığında ise o gözlerde yalnızca ben vardım. "Ama seni o kadar çok seviyorum ki kimseyle paylaşamam." Paylaşmak zorunda da değildi. Her şeyimle ona ait olduğumu anlayamayacak kadar kıskanç biriydi.

Bende onu sevdiğimi söylemeye hazırlanıyordum ki beni susturarak, "Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sorduğunda sesi rica eder gibiydi. Yüzünde sıkkın bir ifade belirdiğinde bunu nasıl söyleyeceğini bilmez bir halde dudaklarını araladı. "Bir daha başkalarına sarılma, bu kim olursa olsun."

"Ama Asaf-"

"Biliyorum onu abin gibi görüyorsun ama sarılma, Farah." Bu konuda canını yakan bir şeyler olduğunu görebiliyordum. Doğrudan bana söyleyemiyordu ama gözlerinin önünde birine sarılmamdan nefret ettiğini saklayamıyordu.

Yakışıklı yüzünde can çekişen bir ifade oluştuğunda küçük bir sarılmanın ona nasıl bu kadar acı verdiğini anlamadım. "Lütfen...Başka bir adama sarılma," diye mırıldandığında içimden bir şeylerin burkulduğunu hissettim çünkü Gurur gerekmedikçe nezaket içeren kelimeler kullanmazdı.

"Peki." Eğer birine sarılmam onu bu kadar incitiyorsa o zaman bende kimseye sarılmazdım. "Tozlular dışında kimseye sarılmam."

Kaşları yavaşça çatıldığında yine neye sinirlendiğini anlamadım. "Kaç tane erkek kuzenin olduğundan haberin var mı senin? Hepsinin de soyadı Tozlu. Ayrıca niye sadece Tozlulara sarılıyorsun?" Beni yavaşça bıraktığında belimde ve sırtımda onun parmaklarının yokluğunu aradım. "Kalenderlerden birine de sarılabilirsin."

"Peki." Hızlıca başımı sallayarak ona kocaman gülümsedim. "İlk fırsatta Karun'a sımsıkı sarılacağım."

Bir küfür savurduğunda sinirden parmaklarını sertçe saçlarının arasından geçirdi. "İlla delirtecek beni!" Kendi kendine konuşurken dik dik bana bakmaya başladığında neredeyse gülecektim. "Karun'a sarılırsan o piçin ecdadını sikerim! Ayrıca ona abi diyeceksin, senden büyük."

"Sende benden yaşça büyüksün." Gözlerimi kırpıştırarak ona sevimlice tebessüm ettim. "Sana da abi diyeyim mi?"

"Gebertirim!"

"Ama kafamı karıştırıyorsun. Benden büyüklere abi diyeyim mi demeyeyim mi?"

"Benim dışımda herkese abi diyorsun."

"Sana niye demiyorum?"

"Kocanım ulan, kocan! Başka sebep mi istiyorsun?"

"Haklısın." Hızlıca başımı sallayarak onu onayladım. "Kocaya abi denmez." Bir şeyi anlamayarak soru dolu bakışlarımı ona yönelttim. "Peki, kocaya ne denir?"

"Yavrum cevap zaten sorunun içinde." İki dakikada tüm sinirlerini harap ettiğim için kendini tutamayıp güldü ve bu dünyanın en güzel şeyiydi. Onu böyle içten bir şekilde gülerken görmeyeli uzun zaman olmuştu.

"Ben seninle ne yapacağım?" Sesi hayıflanır gibi çıksa da bakışları varlığıma şükreder gibi güzel bakıyordu. "Atsak atamıyoruz, satsak satamıyoruz." Baş ve orta parmağını birleştirerek burnumun ucuna küçük bir fiske vurdu. "Söyle bakayım, ne yapacağız biz seninle?"

Bir adım geriye çekilerek elimi burnuma kapattım. "Acıdı." Acımamıştı.

Gülerek ikinci kez burnuma vurdu. "Pek de nazlıymış el kızı."

"Pek de gaddarmış el oğlu." Yalancı bir küskünlükle suratımı asıp ikinci kez burnumu tuttum. "Vurdukça vuruyor."

Gözlerinin yeşilinde muzır parıltılar belirirken asık suratıma bakıp gülmemeye çalıştı. "Hemen de suratı düşermiş." Üzerime eğilip burnumun ucuna küçük bir öpücük kondurdu. "Geçti mi acısı?"

Gülümseyerek başımı salladığımda bakışları dudaklarımdaki kıvrılmaya kaydı. İnsanın içini titreten boğuk bir sesle, "Ölünür ulan," dedi iç çeker gibi. "Senin bir gülümseyişine ölünür."

Onunla böyle olmayı çok özlediğim için kalbim göğüs kafesime sığmıyordu. Ne yazık ki zor elde ettiğimiz bu küçücük mutluluk uzun sürmemişti çünkü Gurur'un telefonu çaldı. Ekranda beliren Kızım yazısıyla Gurur iç çekti ama benim içim kıyıldı. Melek onun telefonunda Kızım diye kayıtlıydı. Gurur'u yaşayacağı o büyük acıdan kurtarmak için mümkün olsa kendi ömrümden Melek'e verirdim.

Gurur bu kalabalıkta onu duyamayacağı için telefonu açmadan önce bana baktı. "Birazdan dönerim." Telefonu kulağına yaslayarak salonun tenha bir yerine doğru yürürken, "Sen daha uyumadın mı, meleğim?" diyen sesinde bile yoğun bir özlem vardı. Onu bir gece görmeyince bile çok özlemişti.

Gurur yanımdan ayrılınca yine tek başıma kalmıştım ama bu uzun sürmedi. Aksa cesaretini toplayıp bana doğru yürüyünce aceleyle ona sırtımı döndüm. Bu onu durdurmaya yetecektir. Sadece bu hareketim bile onunla konuşmak istemediğimi açıkça belirtiyordu. Arkamı dönmesem de Aksa'nın adımlarının durduğunu, sonra da üzgün bir şekilde kuzenlerimizin yanına döndüğünü tahmin edebiliyordum.

Benden sakladığı şeyler öyle kolayca affedeceğim bir şey değildi. Karnım acıktığı için masadaki atıştırmalıklara uzanmıştım ki bir ıslık sesi işittim. Küçük keklere uzattığım elim havada kalırken aceleyle başımı kaldırdım. Kalbim öyle bir hızlanmıştı ki can çekişen çarpıntısını kulaklarımda duyabiliyordum. Az önce duyduğum şeyin bir ıslık sesi olup olmadığından bile emin değildim.

Duyduğum şeyin doğruluğu için tüm kalbimle Allah'a yalvarmaya başlamıştım. Ellerim iki yanıma düştüğünde başımı yavaşça eğdim ve gözlerimi yumarak etrafımdaki seslere dikkat kesildim. Erkeklerin gür sesleri, kadınların şen kahkahaları, birbirine çarpan kadehlerin çıkardığı o tiz sesler ve ıslık sesi... Gözlerimi açarak hızla başımı kaldırdım. Hayır, yanlış duymamıştım, burada gerçekten bir ıslık sesi vardı.

O buradaydı.

Kendi etrafımdan dönüp tüm bu kalabalığa aceleyle bakarken telaşım gözle görülürdü. Pencerenin yanında duran Gurur hâlâ telefonu kulağında tutuyordu ama artık gözlerini dahi kırpmadan bana bakıyordu. Tuhaf hareketlerimden bir terslik olduğunu anlamıştı. Islık sesini kaybedeceğim diye o kadar çok korkuyordum ki uzun süre Gurur'a bakamadım. Şu an için önceliğim çok başkaydı.

Yüreğimde öyle bir panik vardı ki bunun adrenali tüm bedenimi ele geçirmişti. Bakışlarım buradaki herkesin üzerinde aceleyle geziniyor, aradığı kişiyi bulma umudu taşıyordu. Telaşlı bir şekilde duyduğum ıslık sesinin izini sürerken artık nefes bile almıyordum. Onun çaldığı ıslığı nerede duysam tanırdım çünkü kimse ondan daha iyi bir şarkının melodisini ıslığa çeviremezdi.

Daha önce bu şarkıyı söylediğimi duymuş olmalı ki Kaybolan Yıllar şarkısının melodisini çalıyordu. Bir gün benim için geri döneceğini ve döndüğünü bana bir ıslıkla bildireceğini hep biliyordum ama bunun önemli bir davette olmasını beklemiyordum. Geldi ya gerisi hiç mühim değildi.

Etrafımdaki insanlara hızlıca bakıp onun kim olduğunu bulmaya çalıştığımda bakışlarım yine Gurur'la kesişti. Bulunduğu yerde kaşlarını hafifçe çatmış, bu kadar panikleyerek kimi aradığımı anlamaya çalışıyordu. Artık telefonla konuşmuyordu. Islık sesi yeniden kulağıma gelince hemen ona arkamı döndüm. Buralarda bir yerde olmalıydı.

Kapıya doğru giden birini görünce sertçe yutkundum. O olabilir miydi? Bana sırtı dönük olduğu için onun kim olduğunu göremiyordum ama ıslık sesi ondan geliyordu. Onu kaybetmekten korkarcasına, "Bekle!" diye bağırıp peşinden koştum. Birkaç kişinin merakla bana dönmesi umurumda bile olmamıştı.

Elbisemin uzun eteklerini tutup insanlara çarparak onun peşine düştüğümde arkamdan Gurur'un, "Farah!" diyen kızgın sesini duydum. O da benim peşime takılmıştı ama bu da umurumda değildi. Şu an tek düşündüğüm çocukluğumun kahramanını bulmaktı.

İnsanların arasından süratle geçerek davetin olduğu salondan çıktım. Etrafıma bakınca o adamın üst katın merdivenini çıktığını gördüm. Peşinde olduğumu biliyormuş gibi hâlâ Kaybolan Yıllar şarkısının melodisini çalıyordu. Tıpkı eskiden yaptığı gibi bir ıslıkla bana kim olduğunu bildiriyordu. Oydu, bu gerçekten oydu.

"Lütfen gitme..." Gözlerim dolduğunda hemen merdivene koştum. Yıllar sonra onu bulmuşken yeniden kaybetmeyi göze alamazdım.

Onun peşinden merdiveni çıkıp basamakları yarıladığımda arkamdan Gurur'un, "Farah ne halt ediyorsun!" diyen sabırsız ve asabi sesini duydum. Durup ona bir şeyler açıklayacak zamanım yoktu.

Elbisemin eteklerini sıkıca tutarak üst kata çıktığımda onu sağ taraftaki koridorda gördüm. Çaldığı melodiyi takip ederek hızlı adımlarla peşinden gidiyordum. Evet, hâlâ ıslık çalıyordu. Aramızdaki mesafe henüz kapanmamışken bir anda durunca bende durmak zorunda kaldım. Koştuğum için hızlı hızlı nefesler alırken onun geniş omuzları ve sırtıyla bakışıyordum. Şık bir takım elbisenin içindeydi ama henüz bana doğru dönmemişti.

"Lütfen..." diye fısıldadığımda sesim yalvarır gibi çıkmıştı. "Artık benden saklanma, seni o kadar uzun zamandır bekliyorum ki."

Üst kata yeni çıkan Gurur son söylediklerimi duymuş olmalı ki, "Farah..." diyen sesi ızdırap içinde çıkmıştı. Yavaşça Gurur'a doğru döndüğümde belki de ilk kez onun gözlerinde bir yenilgi gördüm. Tüm dünyaya bile kafa tutan bu adam, dudaklarımdan çıkan birkaç söze yenilmiş gibiydi.

Yüzünün rengi sarardığında birkaç kez derin derin nefesler aldı ama hızlanan nabzı onu ele veriyordu. Boynunda belirginleşen damarın atışını görebiliyordum. Gurur bana öyle bir bakıyordu ki, sanki bir uçurumun tam kenarında duruyordum ve o, beni kaybetmek üzereydi. Koridorun diğer ucunda duran adama doğru bir adım dahi atmamı istemiyormuş gibi bana elini uzattı. "Buraya gel, Farah." Sesi yalvarırcasına çıkmıştı.

Tam o esnada ıslık sesi kesildi. Başımı çevirip omzumun üzerinden baktığımda bana sırtı dönük olan adam yavaşça yönünü bu tarafa çevirdi. Kalbim boğazımda atarken artık nefes dahi almıyordum. Tamamen bana döndüğünde gördüğüm tanıdık simayla sertçe yutkundum. Gözlerimin önü karardığında, ayaklarımın altındaki zemin çekiliyormuş gibi hafifçe sendelemiştim. Bu nasıl olabilirdi?

"So-Sonat?" diye fısıldadığımda şaşkınlıktan sesim titremişti. Yıllardır aradığım o çocuk aslında Sonat mıydı? Kalbim bir anda hızlandı. Artık tüm o karşılaşmalarımız ve aramızda geçen o tuhaf sohbetler bir anlam kazanmıştı. Hiçbir şey tesadüf değildi, o her yerde bilerek karşıma çıkmıştı çünkü geçmişten bir tanışıklığımız vardı.

Sandığımın aksine beni çoktan bulmuştu ama bunu bana söylememişti. Yılların özlemiyle birbirimize bakarken gözlerimden süzülen birkaç damla gözyaşına engel olamadım. Onu yeniden bulmanın hüznü ve özlemiyle ona olan kızgınlığım uçup gitmişti. Bu gece için ne Beşir'in oğlu olması umurumdaydı ne hakkımda söylediği o çirkin şeyler...

Yıllardır bu anın hayalini kurduğum için hiçbir şeyin bunu benden almasını istemiyordum. En azından bu gece için değil. Bir şeylerin hesabı sorulacaksa bile bu yarın yapılabilirdi ama bugün değil. Bu ikimizin yıllar sonra ilk kez birbirimizi bulmasıydı, hiçbir şeyin bunu mahvetmesini istemiyordum.

Sonat'la gözlerimiz buluştuğunda belli belirsiz tebessüm ederek bana elini uzattı. "Seni yeniden bulacağımı söylemiştim."

Gözlerimden süzülen yaşları kontrol edemedim. Onu yıllardır beklediğimi hiç bilmiyordu. Ona doğru bir adım atmıştım ki Gurur'un, "Farah gitme!" diyen sesi bana engel oldu.

Önce Gurur'a sonra da Sonat'a kararsız gözlerle baktım. Koridorun bir ucunda kocam vardı, diğer ucunda ise yıllardır yollarını gözlediğim bir adam... Ve ben tam aralarında duruyordum, tıpkı hastanede olduğu gibi ama bu sefer Leyla yoktu.

Gurur'u dinleyip onun yanına gitmeyi istedim ama Sonat'a bakınca bunu yapamadım. Geçmiş ve gelecek bir anda birbirine karıştığı için Sonat gittikçe gözlerimin önünde küçülmeye başladı. Bir yetişkine ait olan yüzü değişip küçük bir çocuğun yüzüne dönüşmüştü. Artık karşımda babasından şiddet gören, benden başka hiç arkadaşı olmayan ve sevmeyi, sevilmeyi bile bilmeyen o çocuk vardı.

Şu zamana kadar ikisinin aynı kişi olduğunu nasıl anlamamıştım? Sonat bile şu anda ona bakarken o çocuğu gördüğümü bilmiyordu. Kendime fazladan düşünme şansı vermeden Gurur'a sırtımı döndüm ve Sonat'a doğru yürüdüm. Önce küçük adımlarla ama daha sonra sabırsızca koştum. Aslında koştuğum Sonat değildi, o çocuktu. Hâlâ gözlerimin önünde onun hayali vardı. Ona bir hayat ve bir can borçluydum.

"Farah hemen buradan gitmelisin."

"Neler oluyor?"

"Onu duydum, seni öldürecek! Farah sana yalvarıyorum git buradan."

"Gidersem sana ne olacak?"

"Beni düşünme, kimse gelmeden gitmelisin!"

"Hayır, seni bırakmayacağım. Benimle gel, babam ikimizi de korur."

"Sana git diyorum! Neden anlamıyorsun, fazla vaktimiz kalmadı. Her an gelebilirler."

"Bana yardım ettiğini anlarsa seni öldürür, n'olur benimle gel."

"Seninle gelirsem peşini hiç bırakmaz. Öfkesini çıkarması için birinin burada kalması gerekiyor."

Oradaki son günümü hatırlayınca daha hızlı Sonat'a doğru koştum. Beni kurtarmak kim bilir ona nelere mal olmuştu. Sonat'ın uzattığı elini tutmak yerine koşup boynuna sarıldığımda arkamda nasıl bir adam bıraktığımı düşünecek durumda değildim. Sonat'a sarılmamın nedeni onu çok özlediğimdendi ama bunu yaparken Gurur'u cezalandırdığımın farkında değildim.

Şu zamana kadar kimseye sarılmadığım gibi Sonat'a sarıldım çünkü buna gerçekten çok ihtiyacım vardı. Kollarımı sıkıca boynuna sararken duygularım darmadağındı. Yaşıyordu, hep korktuğum gibi o Şeytan'ın ellerinde can vermemişti. Benim yüzümden öldüğünü düşünmek bile o kadar acı vericiydi ki yıllardır bu azabı hep içimde taşımıştım.

"Ya-yaşıyorsun..." Sesim titrerken birbiri ardına akan gözyaşlarıma engel olamıyordum. Acı ve mutluluk karışımı duyguların esiri olmuştum. "Benim yüzümden sana bir şey yaptı diye çok korkmuştum."

Sonat kollarını belime sarıp beni göğsüne hapsederek sarılışıma karşılık verdi. Onun iri kollarının arasında kaybolmuştum. Birbirine temas eden bedenlerimizin sıcaklığında hızlanan kalp atışlarını duyabiliyordum. "Sana bu kadar geç kaldığım için çok üzgünüm." En büyük pişmanlığı buymuş gibi güçlükle duyulan bir sesle, "Daha erken gelmeliydim," diye fısıldadı.

"Önemli değil." Mutluluktan ağladığım için sesim çatlamıştı. "İyisin ve en önemlisi yaşıyorsun ya, gerisi hiç önemli değil."

Daha Sonat bana cevap vermeden arkamda biri kolumu sertçe tuttu ve sökercesine beni Sonat'ın kollarında çekip aldı. Bunu o kadar hızlı ve sert yapmıştı ki sadece bir saniye önce Sonat'ın kollarının arasındayken, bir saniye sonra arkaya doğru savruldum. Gurur düşmeme izin vermeyerek belimi yakalayıp beni kenara çekti ve hemen sonra Sonat'ın üzerine yürüdü. Olamaz.

Onu durduramadan Gurur hızla öne atıldı ve Sonat'ın çenesinin altına öyle bir yumruk attı ki, Sonat'ın dişlerinin zangırtısını duydum. Tiz bir ses çıkartıp, "Gurur ne yapıyorsun!" diye can havliyle bağırdım. "O benim hep aradığım çocukluk arkadaşım!"

Sesimin onun kulaklarına ulaştığını hiç sanmıyordum. Kıskançlık tüm sağduyusunu ele geçirdiği için gözlerini Sonat'tan ayırmıyordu. Kaşları ürkütücü bir şekilde çatıktı, yüz ifadesi de fazla katı. Düz bir çizgide buluşan dudaklarının kenarı hafifçe aşağıya çekilmişti. Alnında biriken ter damlacıkları bile aklında ne tür bir katliam yaptığının sinyallerini veriyordu.

Göz çevresinde kasılmalar meydana geldikçe şakaklarındaki damarlar belirginleşiyordu. Gurur'a bakınca gördüğüm şeylerle sesli bir şekilde yutkundum. Kararını vermişti, onu gerçekten öldürecekti. Bunu yapmak için Sonat'ın üzerine yürüyünce, "Hayır, sakın yapma!" dedim panikle. "Gurur o benim çocukluk arkadaşım!"

Sonat ağzındaki kanı yere tükürdüğünde en az Gurur kadar kızgın görünüyordu. "Bunu zaten biliyor!" dediğinde yerimde hiç kıpırdayamadım. Ne demek biliyordu? Gurur en başından beri aradığım kişinin Sonat olduğunu biliyor muydu?

Bir anda geçmişe sürüklendim ve sarhoşken unuttuğum her şey hafızamda canlandı. Birkaç dakika öncesine kadar o geceyi parça bölük hatırlıyordum ama şimdi o geceye dair her şey kafamda bir netlik kazanmıştı. İçkinin tesiriyle Gurur'a tüm geçmişimi anlatmıştım hem de en ince ayrıntısına kadar. Şeytan'ın bastonundaki gümüş kuş sembolünden, Leonard'ın akrep dövmesine kadar her şeyi ona anlatmıştım.

Sadece bunlar bile faillerimin kimler olduğunu anlamasını sağlamıştı. Yeni fark ettiğim şeyle midem kasıldı. Şeytan diye adlandırdığım o yüzü yanık adam Beşir'di. Sadece annem ve babamın değil, benim de hayatımı cehenneme çevirmişti. Babam bana onun fotoğrafını gösterdiğinde onu teşhis edememiştim çünkü babamın gösterdiği fotoğrafta yüzü yanık değildi.

Büyük ihtimalle babam onun tüm derisinin yandığını bilmiyordu. Olamaz, babam yüzünden o hale gelmişti, değil mi? Babam bana geçmişi anlatırken Beşir'e ait birçok mekânı havaya uçurduğunu söylemişti. Büyük ihtimalle olay esnasında Beşir o mekanlardan birindeydi ve patlama yüzünden o hale gelmişti. İnsan içine çıkacak hali kalmadığı için o günden sonra hep saklanmıştı.

Babam onu bir daha hiç görmediği için Beşir'in yandığını bilmiyordu. Gurur sarhoşken ağzımdan laf aldığı için tüm olayı çözmüştü. Bu yüzden babamı arayıp Beşir hakkında konuşmak istediğini söylemişti. Fırsatı olsaydı babama bildiği her şeyi anlatacaktı ama bana değil. Gözlerimin ardı sızladığında kalbimin paramparça olduğunu hissettim. Benim için hayati değer taşıyan bir gerçeği bana söylemeyi düşünmüyordu.

Düşünce seline daldığım için Sonat ve Gurur'un çoktan birbirine girdiğini yeni fark ettim. Daha şimdiden birbirlerini ne hale getirmişlerdi. Sadece Gurur değil, Sonat'ı da durdurmak hiç kolay olmayacaktı çünkü o da bir şeylerin hesabını sorar gibi Gurur'a yumruk atmıştı. İkisinin de yüzü kan içinde kalmıştı ve duracak gibi de değillerdi.

Duha'nın düğününde Sonat'ın bilerek kendini ona dövdürdüğünü anladım çünkü istediğinde pekâlâ karşılık verebiliyormuş. İkisinin birbirlerine olan darbeleri sert ve acımasızdı. Saldırı sırası sürekli birinden diğerine geçtiği için onları takip etmekten güçlük çekiyordum. Sonat'ın darbeleri gerçekten çok çevik ve güçlüydü, eminim karşısında başka biri olsaydı hiç zorlanmadan onu alt ederdi.

Ancak onun karşısında alelade biri yoktu, Gurur vardı ve Gurur'u alt etmesi hiç kolay değildi. Eğer müdahale etmezsem Gurur onu gerçekten öldürebilirdi. Bir gece içinde Gurur benim yüzümden kaç adamla yumruklaşmıştı ama şaşırtıcı bir şekilde gücünden azalan hiçbir şey yoktu. Attığı kafayla Sonat'ın burnundan kanlar fışkırınca koşarak ikisinin arasına girdim. Bu adamın attığı kafalar yumruklarından daha sertti.

Bir kalkan gibi Sonat'ın önünde dikilirken Gurur'un tam karşısındaydım. Benden sakladığı gerçeklerin kırgınlığı ve öfkesiyle, "Uzak dur ondan!" diye adeta haykırdım. Sonat'ı korumak ister gibi kollarımı iki yana açtığımda Gurur'a geçit vermemeye kararlıydım.

Buz gibi gözlerle ona bakıp kaşlarımı çattım. "Bir kez daha ona vurursan sana karşılık vermek zorunda kalırım!" Beni zorlarsa bunu gerçekten yapardım. Sonat'a vurmak kolaydı ama istese de bana elini bile kaldıramazdı. Bu gece iyi bir dersi hak ediyordu. Belki böylece benden bir şey saklamamayı öğrenirdi.

Duyduklarıyla Gurur neye uğradığını anlayamadı. Burnundan akan kanları sertçe silerken sadece öfkeyle değil, aynı zamanda yoğun bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Boynundaki nabzı şiddetle atarken dudağının köşesi seğirdi. "Bu herif için bana karşılık mı vereceksin?" Söylediği şeyler kulağına ulaştığında sinirden dişlerini sıkarak çatık kaşlar altında bana sertçe baktı. "Sen ne söylediğinin farkında mısın!"

"Evet!" diyerek bende ona sesimi yükselttim. "Ne söylediğimi iyi biliyorum." Onun karşısında dimdik dururken kararlı bir şekilde başımı kaldırdım. "Ona dokunmayacaksın," dedim. "Aksi taktirde sonuçlarına katlanırsın!"

"Demek sonuçlarına katlanırım?" Gırtlağından çıkan sesi kalın ve hırıltılıydı. Karanlık bir duygu gözlerine akın edip tüm yeşillerini istila ettiğinde birkaç kez yumruklarını sıkıp sıkıp açtı. Şu anda her şeyi yapabilecek durumda olduğu için arkaya doğru bir adım attım. Değişen bakışları beni ürkütecek bir acımasızlıktaydı.

Geniş omuzlarının sert hareketleri, alçalıp yükselen göğüs kafesiyle yarışırdı. Kafasının içindeki o sesler yeniden dönmüş gibi gözleri karardığında bir anda üzerime yürüdü. "Görelim bakalım bana ne yapacaksın, Farah Hanım!" Küfreder gibi konuşup yanıma geldiği gibi eğilip beni sırtına attı. Bunu yapmaktan hiç vazgeçmeyecekti!

"Gurur bırak beni!" Onun sırtında baş aşağı sarkarken ilk kez çırpınıp yumruklarımı onun kaslı sırtına geçirdim. "İndir beni vahşi herif! Gece boyunca birilerini yumruklayıp durdun ve hâlâ yorulmadın. Rahat duracağına söz vermiştin!"

"Ulan sen insanda tutulacak söz mü bırakırsın!" Hızlı adımlarla merdiveni inerken kalçama sertçe vurdu. "Rahat dur iyice delirtme beni!" Oraya vurmak zorunda değildi, çok utandım.

Aşağıdaki tüm o insanların içinde Gurur beni sırtında taşıyarak dışarı çıkarttı. Adamları arabasını getirdiğinde beni ön koltuğa atıp kapıyı suratıma çarpmıştı. Gerçek anlamda vahşi biriydi. Sürücü koltuğuna geçip gaza basarak buradan uzaklaştığında ona karşı koymadım. Ne kadar çabuk Sonat'tan uzaklaşırsa o kadar az sorun çıkartırdı. Çok hızlı gittiği için korkudan kemerimi taktım. Gurur'un kemeri takılı değildi.

"Gurur kemerini tak." Beni hiç duymuyormuş gibi gaza biraz daha yüklendi. Son sürat hızda giderken arabaların arasında resmen makas atıyordu. Yanında geçtiğimiz her araba arkamızda kornaya basıyordu.

Koltuğumun kenarlarını sıkıca tutarken yerimde rahatsızca oturuyordum. Gurur'un kaşları çatıktı ama ilk kez simetrik bir şekilde değil. Bu bile bastırılmış bir öfkenin belirtisiydi. Parmaklarının arasındaki direksiyonu sıktıkça yumruk atmaktan tahriş olan parmak boğumları geriliyordu. Ayağını hiç gazdan çekmeden burnunu hafifçe kırıştırdığında yüzünde tiksintiyle karışık kıskançlık ifadesi vardı. Belki de Sonat'a sarıldığım o anı düşünüyordu.

"Gurur lütfen yavaşla," dedim cılız bir sesle. "Ben yanlış bir şey yapmadım."

Ani bir kararla arabayı sağa çekip bir anda frene basınca kemerimi taktığım için şükrettim. Aksi takdirde ön camdan dışarıya fırlayabilirdim. Benimle aynı arabanın içinde bulunmak bile onu boğuyormuş gibi arabadan indi. Emniyet kemerini açarak peşinden indiğimde ona nasıl yaklaşacağımı bile bilmiyordum. Çok sinirliydi.

Kaldırıma çıkıp ellerini ensesinde birleştirdi ve başını gökyüzüne kaldırıp derin derin nefesler almaya başladı. Vücudunu yukarı doğru gerdikçe karın kasları belirginleşiyordu ve güçlü kollarının boğumları dikkat çekiyordu. Nefes egzersizleri bile onu sakinleştiremediği için ensesindeki kollarını çözerek bakışlarını bana kenetledi. Kızgın bakan gözleri fazla soğuk ve tahammülsüzdü.

"Söylesene ne zamandır onu bekliyorsun?" Sinirli sesi hırıltılı çıkarken gözlerimin içine bakarak kendisini gösterdi. "Benimleyken bile hep onu mu bekliyordun?"

Ona cevap vermediğimde sessizliğimden farklı anlamlar çıkartmaya başlamıştı. Bu gece olanlar aklına geldikçe önüne çıkan her şeyi kırıp geçecek gibiydi. Orada Sonat'ı ondan korumam da onu delirten başlıca etkenlerden biriydi. Sıktığı dişlerinin arasında konuştuğunda sözcükler dudaklarından ezercesine çıktı. "Yanımdayken bile tek düşündüğün o piç miydi?"

"Tıpkı benim yanımdayken senin de hep Leyla'yı düşünmen gibi mi?" Karşı çıkmaya hazırlandığı esnada, "Bunu yaptığını ikimizde biliyoruz," diyerek onu susturdum. "Evet, artık aklın ve kalbindeki tek kadın benim ama bir zamanlar bedenin benim yanımdayken aklın hep Leyla'daydı." Bu konuda birini suçlayacaksa bu sadece ben olmamalıydım.

Gurur duydukları karşısında ne tepki vereceğini bilmezken inanamayan gözlerle bana bakıyordu. Bunu ona gerçekten söyleyip söylemediğimi düşünüyordu. Sözlerimin onda yarattığı afallamayı yüzünde taşırken, yeşil gözleri hafifçe irileşmişti. "Tüm bunların çok eskide kaldığını sende biliyorsun," dediğinde sesi çatlamıştı. "O yıllarda ikimizin arasında hiçbir şey yoktu." Şimdi de aramızda bir şeyin olduğu yoktu ama bunu ona söylemedim.

Geniş omuzları gerildiğinde bir konuya açıklık getirmeye çalıştığı için gözlerini üzerimden ayırmadı. "Benden geçmişin intikamını mı alıyorsun?"

"Hayır, olaylara birazda benim açımdan bakmanı istiyorum." Yol kenarında onunla tartışmak istemediğim için kaldırıma çıktım. Belki buralarda beni eve götürecek bir taksi bulabilirdim. Gitmek için birkaç adım attığımda Gurur yolumu kesince durmak zorunda kaldım. Bu gece kolay kolay gitmeme izin vermeyecekti.

Nefesimi sesli bir şekilde verdim artık bu can sıkıcı konuşmanın son bulmasını istiyordum. "Gurur yaşattıklarını sana yaşatmaya kalkışsam inan bana senden geriye hiçbir şey bırakmam." Beni çok hafife alıyordu.

İlk kez ona karşı bu kadar açık olarak gözlerimi onun yeşil irislerine kenetledim. "Yumuşak yüzüme aldanma derim, henüz ters tarafımı görmedin."

"Bunun o herife sarılmanla ne ilgisi var?" Sonat dışında söylediğim hiçbir şeyi dinlemek istemediği için yine kontrolünü kaybetmek üzereydi. Aldığı her nefesle göğüs kafesi hareket ederken çatık kaşlar altında bana bakıyordu. "Sana gitme dememe rağmen o piçe koşup sarıldın!"

"Seni aldatmışım gibi konuşma lütfen." O ne kadar sinirliyse ben her zamankinden daha sakindim ve bu, onu çıldırtıyordu. "Sonat benim çocukluk arkadaşım, ona sarıldıysam ne olmuş?" Her söylediğimle beyninden vurulmuşa dönüyordu.

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" Dudakları düz bir çizgide buluştuğunda sert bakışları ölümcül bir boyuta ulaştı. "Ona sarıldığın gibi bir kez olsun bana sarılmadın!" diye bağırdığında öfkeli sesi haykırır gibi çıkmıştı. Fark ettiklerimle ne diyeceğimi bilemedim. Bu bir öfke patlaması değildi, onun derinlerden saklı serzenişiydi.

Gurur'un vücudunda küçük bir titreme meydana geldiğinde tüm bu öfkenin içinde kırgın bir adam vardı. "Bana hiç sarılmadın, Farah." Sonlara doğru sesi alçaldığında yenik bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Hem de hiç..."

"Bunun nedenini kendine hiç sordun mu?"

Gözlerimin içine acı verici bir ifadeyle baktığında sanki bir anlığına dünya durmuştu. "Seni kucağıma aldığım anlarda bile ellerin hep karnının üzerinde durur." Kalbimin ağır ritmini duyduğum esnada Gurur soğuk ama yapmacık bir şekilde güldü. "Bir kez bile boynuma dolanmayan o kolların, bu gece Sonat piçini sımsıkı sardı!"

Kıskançlıktan doğru düzgün hiçbir şey düşünemediği için Sonat'a dostça sarıldığımı anlamak istemiyordu. "Asaf'a sarıldığında bunu bir daha yapmamanı söyledim." Sesi kısılıp boğuklaştığında kelimeleri vurgulayarak, "Peki, demenin üzerinden on dakika bile geçmeden Sonat piçine sarıldın!" dedi sertçe.

"Gurur-"

"Onlara sarıldığın gibi bir kez olsun bana sarılmadın, Farah!" Aramızda bir sessizlik yaşandığında ikimizde hiç kıpırdamadık. Hareket eden tek şey yolda vızır vızır geçen arabalardı.

Sinirden kaynaklanan alaycı bir gülümseme dudaklarındaki yerini aldığında gülümseyişi yapmacık ve rahatsız ediciydi. "Beni en çok kızdıran ne, biliyor musun?" Bir süre susup kızgın gözlerle bana baktı, hemen sonra da dişlerini sıkarak öfkeyle haykırdı. "Onun için beni bile karşına aldığın o adam seni zerre kadar hak etmiyor!"

Çenesi birbirine kenetlendiğinde şakaklarındaki damarların nasıl belirginleştiğini izledim. Alnında biriken ter damlacıklardan biri kanlı yanağının kenarına süzüldüğünde yüz kasları donuktu. "Sen ona sarıldığında bile onun baktığı bendim!"

"Deccal gibi adamın karşısındaydın, bakmayıp da ne yapsın?"

"Nasıl bu kadar aptal olabilirsin!" Nefes alışları düzensizleştiğinde küfrederek kaldırım taşına tekme attı. "Yıllar sonra çocukluk arkadaşı ona sarılmış ama Sonat piçi o esnada bile farklı şeylerin peşindeydi."

Çenesinden bir kas seğirdiğinde yumruklarını sıkmaktan parmakları avucunun içinde eziliyordu. "Sen ona sarılırken o, sırıtarak bana bakıp karımı kollarının arasında nasıl tuttuğunu gösteriyordu!"

Bana ama en çok da kendi aptallığına kızar gibi küfredip soğukça güldü. "Ulan sen bir kere bana sarılsan ben adımı bile hatırlamam, etrafımdaki her şeyi unuturum." Sahte gülüşü kaybolduğunda kaşlarını çatarak gözlerini gözlerime dikti. "Ama Sonat'ın o esnada bile düşündüğü sen değildin. Bana karşı kazanmak, senin ona sarılmandan daha önemliydi!"

"Sana inanmıyorum."

"Siktir git şuradan!"

Gitmek için bir adım attığımda iyice sinirlenerek yolumu kesti. İri cüssesi öne doğru çekildiğinde dişlerini gıcırdatarak ters gözlerini bana çıkardı. "O piçe mi gidiyorsun?" Bu gece olanları tekrar hatırlayınca kaşlarını çatarak yanında duran ellerini biraz daha sıktı. "Bir daha onunla görüşmeyeceksin!" Bunları belki bağırarak söylemedi ama sesi bir haykırıştan daha fazlasıydı.

Karşımda bir duvar gibi duran vücudu sabitti ama fazla adrenalinden bedenindeki titreme anlaşılıyordu. Bir konuda yemin eder gibi kararlı bir şekilde bana baktığında gözlerinde ölüm vardı. "Tekrar onunla görüşürsen onu yaşatmam!"

Beni tehdit etmesiyle şimdi kaşlarını çatan bendim. "Onunla görüşeceğim ve sende bu konuda hiçbir şey yapamazsın." Gurur istese de beni geçip ona dokunamazdı. Sonat'ın babasının kim olduğu veya Beşir'in babamla ne yaşadığı umurumda bile değildi. Babasının yaptıkları onun suçu olamazdı.

Sonat daha çocukken hayatımı kurtarmıştı, üstelik ölümü göze alarak bunu yapmıştı. İlgilendiğim tek şey buydu. Son derece kararlı bir şekilde Gurur'un kızgın suratına bakıp omuzlarımı dikleştirdim. "Ona elini bile sürersen yemin ederim ki seni asla affetmem!"

Sonat'a duyduğu nefreti iyi bildiğim için onu Gurur'un gazabından korumaya çalışıyordum. Bunu yaparken dudaklarımdan fütursuzca dökülen sözcüklere engel olamadım. "Onu daha yeni bulmuşken senin yüzünden tekrar kaybedemem. Ben on altı yıldır onun dönüşünü bekliyorum."

Son söylediklerim kulaklarıma ulaştığı an kendime kızarak dilimi sertçe ısırdım ama hiçbir kelimesini geri alamadım. Bunları söylerken aklımdan ne geçiyordu? Sinirden Gurur'un yüzü kıpkırmızı kesildiğinde yeşil gözlerindeki ifade değişmişti. "Ne dedin sen?" Bu gecenin sonunda Sonat'ı ziyaret edeceği kesinleşmişti.

"Hep onu bekledim, Gurur." Öfkesinden korksam da ona karşı dürüst olmayı seçtim. Şu zamana kadar hep onun dürüstlüğü canımı yakmıştı, bir kez olsun bunu tatsın istiyordum. "O hep aklımın bir kenarındaydı."

Yutkunduğunda istemsizce benden uzaklaşıp arkaya doğru sarsakça bir adım attı. Hayretler içinde kalarak beni izlerken söylediklerime inanmakta güçlük çekiyordu. "Yalan söylemeyi kes." Sadece nefes alışları değil, artık sesi bile fazla cılızdı.

Başımı iki yana salladığımda hâlâ nasıl bu kadar sakinim, anlamıyordum. "Gerçekleri söylediğimi biliyorsun."

"O zaman gerçekleri söylemeyi kes!" diye haykırdığında gözlerimin ardı yandı ama ağlamayı sonraya sakladım. "Leyla kaçırıldığında hastaneden çıkıp doğruca sana gelseydi benimle evlenmezdin."

Yüreğime düğüm gibi çöken ve aylardır bana nefes aldırmayan bu sözlerini ona hatırlattım. "Benimle evlenmenin nedeni Leyla'nın intikamını almaktı, o sana zamanında gelseydi benimle evlenmek için bir sebebin kalmazdı. Evet, orada çok doğru bir şey dedin ve her zamanki gibi fazla dürüsttün." Dudaklarım titrediğinde ağlamamak için derin derin nefesler aldım.

"Ama bunu söylemek zorunda mıydın?" Ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da gözlerimden bir damla yaş süzüldü. "Hem de herkesin içinde ve ben oradayken?" Gerçekten buna gerek var mıydı?

Nasıl büyük bir yanlış yaptığını nihayet anlayınca tek kelime edemedi. Artık konuşma sırası bana geçmişti. "Daha önce Karun ve Duha bizi kaçırdığında orada konuştuklarımızı hatırlıyor musun?" Gözlerinin içine bakarak o gün ona söylediğim cümleye değindim. "Benim yalanlarım canını yakıyorsa senin de dürüstlüğün canımı çok yakıyor."

"İnsanlar her zaman gerçekleri duymak istemez, Gurur." Islak gözlerle ona baktığımda boynumu hafifçe büktüğümün farkında değildim. "Madem bana karşı her konuda bu kadar dürüstsün o zaman Sonat'ın kim olduğunu neden benden sakladın?"

"Çünkü seni kaybetmekten korktum!" Bu korkuyu hâlâ içinde taşıyormuş gibi bakarken terleyen yüzünü sertçe ovuşturdu. "Onun kim olduğunu öğrenirsen ona koşacağını biliyordum ve yanılmadım da."

Öne doğru bir adım atarak tam karşısında durduğumda onu görmek için başımı biraz kaldırdım. Ona körkütük âşık olan o saf kızın beni durdurmasına izin vermeyerek tüm kararlılığımla gözlerinin içine baktım. "Boşanmak istiyorum."

Dudaklarımdan çıkan sözcükler birbirini tekrarlayarak kulaklarında çınladığında neye uğradığını anlamadı. Gurur soluksuz bir şekilde beni izlerken sessizlik aramızda ölüm gibi ağırlaşmaya başlamıştı. Önce ciğerlerine çektiği nefesi kesildi, sonra kalbinde bir şeyler kırıldı ve en sonunda da bakışları dondu. Bir kez daha, "Ne dedin sen?" diye sorarken duyduklarını anlayamıyordu. "Boşanmak mı istiyorsun?"

"Evet," derken tereddütsüzdüm. "Senden boşanmak istiyorum, Gurur."

Kelimenin tam anlamıyla kan beynine sıçramıştı. Başını yana doğru eğerek çenesini sıktı. Sanki göğsünün tam ortasına bir bıçak saplanmış gibi gözlerinde yoğun bir acı belirdi. "Çocukluk aşkını bulduğuna göre artık benimle bir işin kalmadı, öyle mi?" Bakışlarındaki kırılmayı benden saklamasının hiçbir yolu yoktu. "Ona gitmek istiyorsun."

"Sonat'a karşı düşündüğün anlamda hislerim yok, Gurur." Ne söylersem söyleyeyim bana inanmayacağını biliyordum. "Boşanmak istememin nedeni Sonat değil."

"Bana yalan söyleme!" Kontrolsüz bir öfkeyle kollarımı tutup beni arabaya yaslayarak hareketlerimi kısıtladı. "Başından beri sadece onunla evlenmek istiyordun."

Sözcükler dudaklarından tükürürcesine çıktığında beni kendi ve araba arasında sıkıştırmıştı. Sinirden yüzü kıpkırmızı kesildiğinde başını eğip kızgın gözlerle bana baktı. "Dokuz yaşındayken verdiğin o aptalca sözün hiçbir anlamı yok!" Bir konuda yemin eder gibi konuştuğunda son derece ciddiydi. "Benden ayrılıp onunla evlenmene izin verir miyim sanıyorsun?"

"Gurur yeter artık." Ellerimi göğsüne bastırıp onu arkaya doğru iterek yakınlığından kurtuldum. "Ben aylardır senden boşanmak istiyorum ve bunun Sonat'la ilgisi yok!" diye bağırdığımda kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. "Neden görmüyorsun, beni mahvediyorsun."

Kaskatı kesildiğinde bir anda tüm vücudu hareketsiz kaldı. Öyle ki artık nefes bile almıyordu. "Gurur ben çok yoruldum." Sesim acınası bir şekilde zayıf çıkarken dizlerim daha fazla beni taşımadı. Gözlerinin önünde yere düştüğümde kaldırım taşına çarpan dizlerim benden çok onun canını yakmıştı.

"Leyla döndüğünden beri boşanmak istiyorum." Başka bir adam için onu terk ettiğimi düşündürüp canını yakabilirdim ama bu doğru olmazdı. Böyle aşağılık numaralara başvuran bir kadın değildim.

Acı dışında bir şeyleri hissetmek istercesine ellerimi soğuk kaldırım taşlarına bastırdım. Başım önüme düştüğünde gözyaşlarımın sesi duyduğumuz tek şeydi. "Leyla döndüğünde o hastane koridorunda ne düşündüm, biliyor musun?" Başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasında ona baktım. "Gurur hangimizi seçecek?"

Orada dikilip beni izlerken duyduklarından sonra hiçbir şey yapamadı. Ne yanıma gelip beni yerden kaldırabildi ne de beni susturabildi. "Ölü sandığım bir kadın çıkıp gelmiş ama benim tek düşündüğüm kocamın kimi seçeceğiydi! Öyle bir şok anında bile bir insan kendini bir seçenek olarak görebilir mi?" Bana neler yaptığı hakkında en küçük bir fikri yoktu.

"İşte bu yüzden sana sarılamıyorum çünkü sana derinden kırgınım ve sarılmak içimden gelmiyor. Ya sen bana beyaz bir gelinliği bile çok gördün!" Islak gözlerimi onun darmadağın olan yeşillerine kenetlediğimde tırnaklarımı yere geçirmiştim. "Mutluluğum senin seçimlerinden ibaretmiş gibi bana hissettiriyorsun ve bu çok canımı yakıyor." Bilerek veya bilmeyerek, bana böyle hissettiriyordu.

Kaburgalarımın arasındaki kalbim bir yumruk gibi attığında sanki her vuruşta bir suçlama saklıydı. "Her konuda gurursuzca seni anlamaya çalışıyorum, yanında olmak için çırpınıyorum ve canımı yaktığın anlarda bile kendi içimde seni haklı çıkarmanın yollarını arıyorum." Onun için gururumu ezip geçtiğimi ve nelere katlandığımı hiç bilmiyordu.

Başımı eğip omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken, "Sürekli kendimi ikinci plana atıp tüm önceliğimi sana veriyorum ama yine yetmiyor," diye fısıldadım. "Daha ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Yapılacak daha ne kalmıştı ki?

Gurur'un omuzları daraldığında sanki yeteri kadar nefes ciğerlerine ulaşmıyordu. Gözlerimden süzülen her bir gözyaşı onu kahrettiği için yalvaran bir ifadeyle bana doğru bir adım attı. "Farah sana böyle hissettirdiğimi bilmiyordum." İsyanımın onda yarattığı yıkımın altında kalmış gibi acı çeken gözlerle beni izliyordu.

Bakışlarında sadece acı yoktu, aynı zamanda suçluluk vardı. "Tüm bunları sana yaşattığımın farkında değildim."

"Farkında olman için bana biraz değer vermen gerekiyordu." Bana yaklaşmasına izin vermeyerek ayağa kalktım. Geriye doğru adımlar atarak gittikçe ondan uzaklaşırken içim yana yana gülümsedim. "Daha iyi hissetmeni sağlayacaksa bunu bana yapan tek kişi sen değilsin."

Titreyen ellerle gözyaşlarımı silerek başımı iki yana salladım. "Tanıdığım ve değer verdiğim herkes beni ikinci plana atıyor. Ben onlar için kendimi parçalayıp her şeyi yaparken onlar..." Hıçkırarak omuzlarımı düşürdüğümde ayakta bile zor duruyordum. "Canımı yakıyor."

Hepsi canımı çok yakıyordu ve ben söylemedikçe bunu yaptıklarını anlamıyorlardı. "Canımı yakıyorlar, Gurur." Kesik kesik ağlarken paramparça olmuş bir kadının kırgınlığıyla onu gösterdim. "Sende canımı yakıyorsun hem de herkesten daha çok." Bunu duyduğu an bakışları puslanırken istemsizce geriye çekildi. Sanki benden uzak durursa acım son bulacak ve ağlamayı bırakacakmışım gibi hissetti.

"Biliyor musun, hiçbirinize kızamıyorum çünkü size bu hakkı ben verdim." Bunu kabullenmenin ağırlığıyla başımı yavaşça salladım. "Geç de olsa anladım ki bir insan kendinden daha fazla kimseyi önemsememeliymiş. Benim size verip de kendime vermediğim değeri hiçbiriniz bana vermediniz."

Titreyen dudaklarımdan bir hıçkırık firar ettiğinden arkaya doğru bir adım daha attım. "Her şey bittiğinde ve artık benden alacak hiçbir şey kalmadığında, yani beni tamamen tükettiğinizde..." Gözlerinin içine baktığımda çektiğim acıyı ondan gizleyemedim. "Kendimden çok özür dileyeceğim."

Bana bunu yapmalarına izin verdiğim için kendimden özür dilemeliydim. Şu zamana kadar her şeyi içime attığım için bunlar benim bastırılmış duygularımdı. Öfkem, kırgınlıklarım ve uğradığım haksızlıkların isyanıydı bu. Bastırdığım duyguların patlayışı beni sadece ağlatmıştı ama Gurur'u yerle bir etmişti. Sadece bedeni değil, gölgesi bile sanki yeteri kadar dik değildi.

İstese de hiçbir şey söyleyemedi çünkü sözün bittiği bir yerdeydik. "Sonat veya senin için değil." Bir konuda kararımı vermiş gibi başımı kaldırıp gözlerimi onun can çekişen yeşillerine hapsettim. "Ben artık kendim için bir şeyler yapmak istiyorum."

Bir vedayı içinde barındıran gözlerle ona bakarken dudaklarımdan çıkan her söz, onun için bir kurşun kadar ağırdı. "Boşanmak bana yaşattığın şeylerin kefareti olsun." Bana zerre kadar değer verdiyse beni artık bu evlilikten kurtarmalıydı.

Gurur'a sırtımı döndüğümde onu ardımda bırakarak yürümeye başladım. "Bundan sonra bana masal okumak için evime gelmene gerek yok. İsteksizce okuduğun o masallar aylardır beni hiç uyutmadı." Aylardır uyumak için narkoz ve diğer kimyasalları kullandığım için normal uyku düzenini kaybettiğimi bile bilmiyordu.

Her adımla ondan uzaklaşırken bir kez olsun arkama dönüp orada bıraktığım adama bakmadım. Bitmesi gerekiyordu ve bitti. Gurur'u çok sevsem de en doğrusunu yaptığımı biliyordum çünkü bazen sevgi tek başına yeterli olmuyordu. Onun düşündüğü gibi bu kararı Sonat için vermemiştim, bu uzun zamandır düşündüğüm bir şeydi.

Ne zaman Gurur'u görsem ona olan aşkım gün yüzüne çıkıp önceden verdiğim tüm kararları sabote ediyordu. Bu yüzden bir türlü ona canımı ne kadar yaktığını ve artık bana iyi gelmediğini söyleyemiyordum. Bunu yapamıyordum çünkü Gurur'u her gördüğümde kendimden çok onu düşünmeye başlıyordum.

Kızının öldüğünü daha yeni öğrendi, anlayışlı ol Farah. Leyla'yla olan şeyler onun için hiç kolay değil, sus Farah. Melek o haldeyken ona ayrılıktan bahsedemezsin, dur Farah. Babanı hayal kırıklığına uğratamazsın, nefret ettiğin insanlarla aynı masaya otur Farah. Anneni üzemezsin, her istediğini yap Farah. Gurur'u çok seviyorsun, her cefasını çek Farah. Böyle diye diye kendimi hep geri plana atmıştım.

Elimde sadece tek bir hayat vardı ve onu bile başkalarını düşünerek harcıyordum. Benim onları düşündüğüm kadar neden onlar beni düşünmüyordu? "Söyle değdi mi, Farah?" Nereye gittiğimi bile bilmeden gecenin bir yarısı kaldırımda yürürken ağlayarak başımı iki yana salladım. "Değmedi."

Bu düzenin artık değişmesi gerekiyordu.



Yorumlar