“Kimse kimsenin yerini dolduramazdı. Sandıkları gibi birinin yerini almamıştım çünkü o yer hep boştu.”
2024
Gurur’la evleneli tam üç yıl oluyordu. Bu üç yılda bir kez bile odamdan çıkmamış, aşağıya inmemiş ve insan içine karışmamıştım. Odamda yemeklerimi yiyor, egzersizlerime düzenli bir şekilde yapıyor ve günlerimi dört duvar arasından geçiriyordum. Annem ve babamın düşündüğünün aksine kendimi cezalandırmıyordum çünkü bu hep istediğim bir şeydi. İnsanlardan uzak bir hayat yaşamanın bana ne denli güvenli hissettirdiğinin farkında değillerdi.
Odamda film izliyor, kitap okuyor ve istediğim gibi tembellik yapabiliyordum. Tabii üç yıl boyunca hep tembellik yapmamıştım çünkü böyle zaman geçmezdi. Elimin altında internet gibi güçlü bir ağ varken odamda yapacağım çok şey vardı, bunlardan biri de kendimi geliştirmekti. Psikolojik dalında videolu dersler izlemiş, bununla ilgili birçok makaleler okumuş ve psikologların tuttuğu kayıtları incelemiştim.
Hepsi bu da değildi, üç yıl boyunca gerekli gereksiz birçok şeyi araştırmıştım. Can sıkıntımı gidermek için hep bir şeyleri araştırarak oyalamıştım. Dünyanın her yerinde olanları merak ettiğim için neredeyse her ülke hakkında bir şeyler öğrenmiş, oranın coğrafyasını ve tarihini öğrenmek istemiştim. Ezberim çok güçlü olduğu için okuduğum her şey aklımda kalıyordu. Özellikle tarihlerle ilgili şeyler daha çok aklımda kalıyordu çünkü sayı ve rakamlara yatkın bir kafam vardı.
Hepsi bu da değildi, son üç yılda uzaktan eğitim alarak İngilizcemi iyice geliştirmiştim. Üç yıl boyunca bilgisayar başında bir insan çok şey yapabilirdi ve ben bu süreyi kendimi geliştirmekle kullanmıştım. Artık bilgi daracığımda çok fazla şey vardı ve daha akıcı İngilizce konuşabiliyordum. İspanyolcayı ise henüz çocukken öğrenmiştim ama o yıllarda bu dili öğrenmemin başka bir sebebi vardı. Çocuk yaşta İspanyolca öğrenmem belli bir amaca hizmet ediyordu.
Annem ve babam dışında bu evdeki varlığım herkesi rahatsız ettiği için son üç yıldır evdekilerden kurtulduğum gibi onları da kendimden kurtarmıştım. Caner abim, karısı Yonca ve Seçil’i son üç yıldır bir kez bile görmemiştim çünkü üçüne de kapımı hiç açmamıştım. Nesibe yenge ve Kerim amcamı zaten odama sokmuyordum.
Doğan abi arada beni ziyaret ediyordu. Evet, annem ve babam dışında bir tek ona kapıyı açıyordum. O ailesi gibi benden nefret eden biri değildi. Doğan abi birkaç ay önce evlenip İzmir’e taşınmıştı. Ne yazık ki onun düğününe katılamamıştım çünkü kendimi henüz insan içine çıkmaya hazır hissetmiyordum. Annem çok ısrar etmişti ama Doğan abinin düğünü bile beni bu odadan çıkartamamıştı. Hayatımın geri kalanını bu dört duvar arasında geçirebilirdim ve bundan büyük bir keyif alırdım.
Dışarı çıkıp da ne yapacaktım ki, herkes benden bir delinin karısı diye bahsedecekti. Birbirlerine beni gösterip acıyan gözlerle bakacaklar ve benim hakkımda kısık seslerle konuşacaklardı. Gurur’un beni kaçırıp bana yaptıklarını birbirlerinin kulağına fısıldayacaklardı. Tüm bunlara hazır olduğumu sanmıyordum.
“Farah kapıyı açar mısın kızım?” Babamın sesini duyunca okuduğum kitabı bırakıp ayağa kalktım. Babam işe gitmeden önce ve işten döndüğünde mutlaka beni ziyaret ederdi.
Kapıyı açtığımda elinde tuttuğu hasır sepetin içinde gördüğüm eriklerle gülümsedim. “Aralık ayında nereden buldun bunları?” Aceleyle sepeti ondan aldığımda güldü. “Senin için bulamayacağım bir şey yok.”
Babam odama girerek koltuklardan birine oturdu. Onun yanına oturup sepeti dizlerimin üzerine koyduğumda eriklere yumulmamak için kendimi zor tutuyordum. “Annem ne zaman eve dönecek?” Uzanıp sepetteki yeşil eriklerden birini alıp ısırdım. “İki günlüğüne gitmişti ama dört gün oldu.”
Anneannem hastalandığı için annem onu ziyarete gitmişti. Bu sabah onunla telefonda konuştuğumda anneannemin iyi olduğunu ama biraz daha onun yanında kalmak istediğini söylemişti. Annesini özlediği için ziyaretini uzatırken benim de annemi özlediğimi anlamak istemiyordu.
Erikleri yıkamadan yediğim için babam bana onaylamaz gözlerle bakarken, “Haftaya dönecek,” diye küçük bir açıklama yaptı. Yerinde rahatsızca kıpırdanınca ısırdığım erik elimde öylece kalmıştı. Önce sepete baktım daha sonra da ona. Bunu bana ilk kez yapmadığını hatırlayınca hayıflanarak, “Baba hayır ya,” dedim. “Bana her ne yaptırmayı düşünüyorsan beni bir sepet erikle satın alamazsın.” Ne zaman hoşuma gitmeyecek bir işe kalkışsa öncesinde bana bir sepet erik getirirdi.
Surat ifadem onu güldürmüştü. “Bu sefer çok önemli.”
“En son bana bir sepet erik aldığında annemin tüm mini eteklerini kesmiştin ve makası elime tutuşturmuştun.” Bir sepet erikle beni kandırıp suçu üstlenmeme neden olmuştu. Annem evin etrafında iki tur beni kovalamıştı. Üstelik bunu yaparken ayağında topuklu ayakkabıları vardı. O ayakkabılarla koşması müthiş bir olaydı.
Babamın gözlerinin ardında hınzırca bir ifade geçince birazdan söyleyeceği şeyden hoşlanmayacağımı anladım. “Aralık’ta erik bulmak ne kadar zor biliyor musun?” Sepeti tutup kendine çekince hemen sepetin diğer ucuna yapıştım. Gözlerimi kısarak ona bakıyordum. “Eriklerin karşılığında ne istiyorsun?”
“Benim yaşımdaki biriyle bu akşam nişanlanmanı.”
“Tamam,” demiştim ki ne dediğini idrak edince başımı hızla kaldırdım. “Anlamadım?”
Yanlış duymuş olmalıydım, babam benden onun yaşındaki biriyle nişanlanmamı istemezdi. Böyle bir şeyi ben istesem bile o müsaade etmezdi. Üzerime bu kadar titrerken ve beni gözünden bile sakınırken beni kendi yaşındaki birine vermeye kalkışmazdı.
Sepeti tutmayı bırakıp yüzünü sertçe ovuşturduğunda ortada ciddi bir sorun olduğunu anlamıştım. Böyle bir şeyi benden istemek bile kendinden nefret etmesine neden oluyormuş gibi bakıyordu. “Gurur ölmedikçe sen kendini bu odaya hapsetmeyi bırakmayacaksın.” Kahve irislerinde gördüğüm kederi onun gözlerinden silmek için her şeyi yapardım. “Ben artık kızımın olmadığı bir masada oturmak istemiyorum.” Hüzünlü bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Sensiz bu evde yediğim yemeğin tadı yok.”
Sözleriyle bana kendimi berbat hissettirirken yardım isteyen gözlerle beni izliyordu. “O piçten kurtulmadıkça saklanmayı bırakmayacağını bilecek kadar seni tanıyorum. Bir yıl önce Türkiye’ye döndüğünde onun işini bitirecektim ama Karun ona kefil olduğu için bunu yapamadım.” Bunları biliyordum.
Gurur Türkiye’ye dönünce babam adamlarını toplayıp Kalender’lerin evini basmıştı. Gurur orada değildi, onun yerine Karun’la karşılaşmıştı. Karun amcasına kefil olup Gurur’un hiçbir koşulda bir daha bana zarar vermeyeceğini, bunu yeltenirse amcasının canını almaktan tereddüt etmeyeceğini söylemişti. Aynı şeyler tekrarlanırsa babama bırakmadan Gurur’u bizzat öldüreceğine yemin etmişti.
Karun ettiği yeminden dönecek bir adam değildi. Babam bunu çok iyi bildiği için o gün sorun çıkarmadan Kalenderlerin evinden ayrılmıştı. Sıkıntıyla kaşlarını çatan babam, “Karun ona kefil olduğu için o piç bize bulaşmadan ona bir şey yapamıyorum,” dedi. Karun bir yıl önce amcasına kefil olarak onu ikinci kez babamdan korumayı başarmıştı. Gurur’u yaşatmak için elinden geleni yapıyordu. Yan yana gelseler kedi köpek gibilerdi fakat böyle anlarda birbirlerini kolluyorlardı.
Babam gözlerimin içine ihtiyatla bakıp nefesini sesli bir şekilde verdi. “Gurur bize bulaşırsa bana onu öldürme hakkı doğar. İlk hamle Gurur’dan gelirse Karun bu konuda hiçbir şey yapamaz.” Sanırım ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Bu nişan bir tuzaktı.
Gurur’un karısı olmama rağmen bu akşam nişanlanmaya kalkışırsam Gurur buraya gelip sorun çıkartabilirdi. Bunu yaptığı an babamda ondan kurtulurdu. Bu nişan aslında Gurur için kurulan bir tuzaktı. Soluğum kesilmişti. Babam onu burada, bu evde ve belki de gözlerimin önünde öldürecekti. Bölge avantajının bizde olduğu bir yerde bunu yapacaktı. Büyük ihtimalle evin etrafındaki adam sayısını arttıracaktı. Hiçbir koşulda Gurur’un buradan canlı çıkmamasını sağlayacaktı.
Gözlerinin içine bakarak isteksiz bir şekilde başımı salladım. “Peki.” Babam yaşındaki bir adamla nişanlanmayı kabul ederken bu konuda içim hiç rahat değildi. “Sorun çıkmadan ondan kurtulacağına emin misin?” Artık Gurur belasından kurtulup onun soyadından çıkmak istiyordum. O kulübede yaşadıklarımı canıyla ödeyecekse o zaman ödesin. Hayatımda öyle bir çıksın ki geriye ondan hiçbir şey kalmasın.
Kabul etmem babamı şaşırttı çünkü birinin ölmesini isteyecek son kişi bile değildim. Aslında bu bile Gurur’dan ne denli kurtulmak istediğimin kanıtıydı. Babam bu konuda bana güvence vererek son derece emin gözlerle bana baktı. “Nişana tüm bölge liderlerini çağıracağım ve Karun’da davetlilerin içinde olacak. Herkes ilk hamlenin Gurur’dan geldiğini göreceği için bu konuda kimse karşımda duramaz. Amcası nişana davetli olmadığı halde gelip sorun çıkardığında Karun bana verdiği sözü tutmak zorunda kalacak.” Şeytani bir şekilde güldü. “Sorun çıkartan amcasını ya ona öldürteceğim ya da onun gözlerinin önünde ben öldüreceğim.” Bakıldığında her anlamda iyi bir plandı.
“Annemi ne yapacağız?” Annem babamın beni yaşlı bir adamla nişanlamaya kalkıştığını duyarsa bunu yaptığı için babamı, kabul ettiğim için de beni öldürürdü.
Annemden bahsetmek bile babamı korkutmuş gibi ürpermişti. “Haftaya kadar eve dönemez, kaynanayı arayıp anneni biraz daha yanında tutmasını istedim. Annenin haberi bile olmadan baba kız bu işi halledeceğiz.”
“Baba emin misin? Seninle ne zaman annemden gizli bir iş çevirsek bir şekilde elimizde patlıyor ve annem daha sonra ikimizin de canına okuyor.”
Kendini mi kandırıyordu yoksa beni mi, bilmiyorum ama yüzünde kınamayı andıran bir ifade belirdi. “İkimizi hafife alma, şu zamana kadar annenden gizli ne yaptık da elimizde patladı?”
“En son ona romantik bir evlilik yıl dönümü sürprizi hazırlamaya kalkıştığımızda ben bıraktım bize güvenmeyi.”
Omuzlarını dikleştirdi. “Gayet iyi bir yıl dönümü sürprizi olmuştu.”
“Baba annem seni yedi eskortla bir otel odasında bastı.”
Kızgınlıkla bana dik dik baktığında bakışları suçlayıcıydı. “Sana birkaç müzisyen ayarla demiştim eskort değil.”
“Caner abimden yardım almamalıydım.” Ona oteldeki odaya müzisyenleri göndermesini istemiştim ama o, annem ve babamın yıl dönümlerini baltalamak için oraya yedi eskort göndermişti. Babamın o kadınlarla bir ilgisi olmadığına annemi ikna etmek hiç kolay olmamıştı.
Babam ayağa kalkıp kapıya yürüdüğünde fazla rahat görünüyordu. “Bu sefer annenin bize kızacağı hiçbir aksilik çıkmayacak.” Umarım diye iç geçirmekten başka bir şey yapamadım.
Bu gece Gurur belasından kurtulacaktık.
***
Boy aynasında kendime bakarken korku ve heyecandan titremelerimi durduramıyordum. Akşam olmuştu ve babam bu kadar kısa sürede gerçekten bir nişan organize etmeyi başarmıştı. Evdekileri sıkıca tembihleyip bunu annemden gizlemelerini istemişti. Akşam saatlerinde birbiri ardına bir sürü araba malikanenin bahçesine doluşmuştu. Babamda bir bölge lideri olduğu için yeraltının en karanlık liderleri bu nişana katılmak için gelmişti.
Aşağıdaki müzik ve kutlama sesleri odama kadar geliyordu. Evli olmama rağmen nişanlanmamın ne kadar saçma olduğunu bende biliyordum ama bu göstermelik bir nişandı. Gurur’u buraya çekmek için babamın oltaya taktığı bir yemdi. Terasa çıkıp baktığımda bile babamın koruma sayısını üçe çıkardığını görmüştüm. Gurur buraya gelip olay çıkardığı an babam onun işini bitirecekti.
Bir yanım ondan kurtulmak için buraya gelmesini istiyordu fakat diğer yanım buraya hiç gelmemesini istiyordu. “Lütfen sorunsuz bir şekilde bu iş bitsin,” diye dua ederken aynadaki yansımama bakıyordum.
Üzerimde uzun, kırmızı bir elbise vardı. Üç yıldan sonra giydiğim ilk elbise buydu. Yarım kollu, bisiklet yaka elbisenin bana yakışmadığını söyleyemezdim. Yüzümde hiç makyaj yoktu ve saçlarımla da çok uğraşmamıştım. Tarayıp açık bırakmak dışında saçlarıma ekstradan bir şey yapmamıştım. Başımdaki ameliyat izi belli belirsiz dursa da üç yılda o yerdeki saçlarda uzadığı için dikiş izleri hiç görünmüyordu.
Elimi saçlarımın arasına daldırıp dikişlerin kafamdaki izine dokunmadığım sürece onları görmüyordum. Çok gür ve uzun saçlara sahip olmam kafamdaki kusuru iyi saklıyordu. Bu gece için bir elbise giyip açık bıraktığım saçlarımı taramak dışında pek hazırlık yapmamıştım. Babam yaşındaki bir adamla olan sahte nişanım için uzun uzun süslenecek değildim.
“O deli nişana gelip takı falan takmaz değil mi?” Sesli düşündüğümde aklıma gelenler beni güldürmüştü. Bana bir çeyreklik takıp nişanın keyfini çıkarırsa hiç şaşırmazdım. Bu tam da Gurur’un yapacağı bir şeydi.
Babam onun buraya gelip olay çıkartacağına çok emindi. Ne yazık ki ben bu konuda onun kadar rahat değildim. Gurur Kalender insanların ondan beklediği şeylerin tam tersini yapmakla ün salmıştı. İnsanların tersine hareket etmeyi seven bir akıl hastasıydı. Bugün buraya gelen herkes Gurur’un nişanı basıp olay çıkartacağına çok emindi. Bu bile Gurur’un tam tersi şeyler yapacağının bir kanıtıydı.
“Çıldıracağım!” Gurur’un sıradaki hamlesini bilmemek beni çok korkutuyordu. Tahminlerin ötesinde bir adamdı.
“Farah hazır mısın?” Babamın sesini duyunca korkuyla yutkunup ona kapıyı açmak için yürüdüm. “Baba hiç hazır değilim, başımıza büyük bir bela alacakmışız gibi bir his var içimde.” Kilidi çevirerek onun için odamın kapısını açtım. “Yol yakınken vazgeçsek mi?”
Babam siyah takım elbisenin içinde oldukça şık görünürken baştan ayağa beni süzdü. En son Gurur’un nişanında beni bir elbisenin içinde gördüğü için kahvelerinde yoğun bir beğeni vardı. “Çok güzelsin küçük ördek.” İhtiyar yüzünde muzır bir ifade belirdi. “Seni daha sık mı nişanlasam?”
Sinirden gülmeye başladım. “Sıradaki damat adayı daha genç olacaksa neden olmasın?”
“Tanıdığım en rezil insan aşağıda seninle nişanlanmayı bekliyor.”
Afallayarak gözlerimi irice açtım. “Baba sen içten içe benden nefret mi ediyorsun?” Benim için rezil birini seçmesinin başka bir açıklaması olamazdı.
Elimi tutup kolundan geçirdiğinde gülümsüyordu. “Şu hayatta senden daha fazla sevdiğim kimse yok.”
İçimdeki korkuyu bastırıp üç yıldan sonra odamdan çıkmak için ilk adımımı attım. “Annemden sonra beni daha çok seviyorsun.”
“Seni annenden daha fazla seviyorum ama o bunu bilmesin.”
“Beni kızdırdığı ilk anda bunu ona söyleyeceğimi biliyorsun, değil mi?”
Gülmeye başladı. “İnkâr ederim.” Bunu yapacağına hiç şüphem yoktu.
Uzun zamandır odamdan dışarı çıkmadığım için üç yıldan sonra bu kapının dışına çıkmak benim için hiç kolay değildi. Eğer babam onun kolundaki elimi sıkıca tutmasaydı çoktan odama kaçmıştım. Kendi evime yabancı gözlerle bakıyor, gözlerimin gördüğü tüm bu şeylere alışmaya çalışıyordum. Evimdi ama üç yıl sonra dışarı çıkınca her şeyiyle bana yabancılaşmıştı.
Babamın kolunda merdiveni inerken etrafta koşuşturan çalışanlar beni görünce kısa bir an duraksıyorlardı. Onlar bile yüzümü unutmaya başlamış gibi şaşkın ve tuhaf gözlerle bana bakıyorlardı. Çatı katına taşındığımda yirmi iki yaşındaydım ve ben yirmi beş yaşında oradan çıkmıştım. Sadece çalışanların bakışları bile beni tedirgin ediyor, anksiyetemi ortaya çıkartıyordu. Bu geceyi nasıl atlatacağımı hiç bilmiyordum.
Aşağıya inip babamla kutlamaların olduğu salona doğru yürürken kalbim hızlanmaya başlamıştı. Aldığım hızlı nefesleri duyan babam elini onun kolundaki elimin üstüne koydu. “Sakin olmaya çalış hiçbir sorun çıkmayacak.” Üç yılın ardından insan içine çıkmak bile benim için başlıca sorunlardan biriydi. Bunu anlayacağını sanmıyorum.
Yaklaştıkça içeriden gelen müzik sesleri artıyordu. Kalbim patlayacakmış gibi hissediyordum. Tam babama bunu yapamayacağımı söyleyecektim ki kaçmama izin vermeden beni içeri çekti. Kendimi bir anda büyük salonda bulunca ne yapacağımı bilemedim. Babamın kolunda kapının önünde öylece durmuş, içerideki konuklara bakıyordum. Üç yılın ardında beni gören herkes konuşmayı bırakıp gözlerini bana dikmişti. Kahretsin!
Babamın beni böyle bir çılgınlığa ikna ettiğine hâlâ inanamıyordum. Herkes buradaydı hem de herkes. Yeraltının karanlık adamları şık takıp elbisenin içinde meraklı gözlerini bana yöneltmişti. Rengarenk gece elbiselerinin içinde harika görünen cemiyetin altın kadınları bana bakıyor, kendi aralarında fısıldamaya başlıyorlardı. Her şey kafamda canlandırdığım gibi korkunçtu. Bu bakışların bende yarattığı etki ürperticiydi.
Kapının önünde dikilip durduğumuz için babam beni kadınların olduğu yöne çekti. Beni Seçil ve birkaç kadının yanına bırakıp gitmişti. Bunu yapmadan önce gözleriyle kuzenimi uyarmış, benimle ilgilenmesi gerektiğini bakışlarıyla ona anlatmıştı. Siyah bir gece elbisesinin içinde oldukça güzel görünen Seçil alay ederek kaşlarını kaldırdı. “Demek sonunda mağarandan çıkmaya karar verdin?”
Tek kelime etmeden önümde birleştirdiğim ellerimin tırnaklarıyla oynamaya başladım. Seçil’in arkadaşları tıpkı onun gibi alaycı üsluplarıyla bana bir şeyler soruyor, sahte bir ilgiyle alttan alta beni iğneliyorlardı. Fakat ben hiç konuşmadan etrafıma bakıp insanların bana olan bu yoğun bakışlarından kurtulacak bir yol arıyordum. Açık arttırmaya çıkmışım gibi hepsi gözünü dikmiş bana bakıyordu.
Avuç içlerim sık sık terliyor, nefes alışlarım hızlanıyor ve gözlerimin önünde küçük noktalar yanıp sönüyordu. Onların bakışlarının hedefi oldukça kalbim öyle bir hızlanıyordu ki nefes almakta bile güçlük çekiyordum. Sanki bir ucubeydim ve tüm bu insanlar gördükleri sıra dışı yaratığı inceliyordu. Vücudumda başlayan titremeyi kontrol altına almaya çalışıyordum fakat bu şartlarda bunu yapmak çok zordu.
Sosyal anksiyetesi olmayan kimse şu anda ne yaşadığımı anlayamazdı. Dolan gözlerimi gizlemek için başımı çevirdiğimde beni izleyen bir çift mavi gözle karşılaştım. Karun… Evet, herkes gibi o da beni izliyordu. Duha Tunus ile aynı masadaydı ve doğrudan bana bakıyordu. Eğer üç yıl önce o kulübeye gelip beni hastaneye yetiştirmeseydi belki de orada ölecektim. Karun’a hayatımı borçluydum.
Ona baktıkça onun için üzülmeden duramıyordum. Ona çok yakışan bir takım elbisenin içinde yakışıklığıyla buradaki birçok kadını büyülese de ruhundaki yas gözlerine yansıyordu. Karun geçen yıl karısını kaybetmişti. Sürpriz bir şekilde hayatına giren Bige Efil Saka, geçen yıl bir sokak lambasının altında göğsünde vurularak can vermişti. Dışarıda olan her şeyin dedikodusunu annem benimle paylaştığı için tüm bunları biliyordum.
Bige’nin ölüm haberini öğrendiğimde neye uğradığımı bilememiştim. O güne kadar kimse Karun’un ona âşık olduğunu anlamamıştı. Saka’nın ölümüyle gerçek anlamda kendini dağıtmıştı. Annemin söylediğine göre Karun yaz kış demeden her gece karısının mezarının başında uyuyormuş. Bir yılın her gecesi ölen bir kadının mezarında uyumak akıl işi değildi.
“Gelmeyecek.” Seçil’in aşağılayıcı sesiyle başımı çevirip ona baktım. Bir nedenden dolayı bana kızgınmış gibi gözlerinde gizleyemediği bir öfke vardı. “Gurur seninle babanın canını yakmak için evlendi.” Yönünü bana çevirdiğinde yanındaki arkadaşlarının bunları duymasını hiç sorun etmiyordu. “Normal şartlarda Gurur gibi birinin evlenmek isteyeceği bir kız değilsin.”
Karşısındakini rencide ederken baştan ayağa beni süzüyordu. “Gurur kendi gibi cesur ve iddialı kadınlardan hoşlanır.” Gülerek başını iki yana salladı. “Sende onun sevebileceği hiçbir şey yok.”
“Olmasını isteyen de yok,” dedim bıkkın bir sesle. Şu üç yılda Seçil’in zerre kadar değişmediğini görüyordum. Yirmi sekiz yaşındaki birine göre çocukça davranışlar sergiliyordu. Hâlâ her fırsatta beni küçük düşürmeye çalışıyordu.
Rujlu dudaklarını büzdüğünde benim için üzülüyormuş gibi yüzüne dramatik bir ifade kondurmuştu. “Amcamın Gurur’u buraya getirmek için bunca zahmete girmesi sadece zaman ve para kaybı. Kiminle nişanlandığın veya düşüp kalktığın Gurur’un o kadar umurunda değil ki, zahmet edip buraya gelmeyecektir.”
Seçil bana acıyan gözlerle bakıp abartılı bir şekilde güldü. “Düşmanının kızı için canını hiçe sayıp buraya geleceğini düşünmek aptallık olur.”
Tüm bu insanlar bakışlarıyla bana yeterince kötü hissettiriyorken bir de Seçil hiç çekilmiyordu. “Birazcık utanman varsa gizlemeye çalış,” dedim bezgince.
Meraklanarak, “Neyi?” diye sordu.
“Kocamdan gözün olduğunu!”
Gözlerini belerttiğinde çatık kaşlarla ona baktım. “Bunu anlamayacağımı mı sandın?” Gurur’u benden kıskandığını bu kadar belli ederken anlamamak aptallık olurdu. Alttan almak yerine bu sefer doğrudan ona bakıp aynı aşağılayıcı ifadeyi bende takındım. “Ne şartlarda evlenmiş olursak olalım o benim kocam ve sende eniştesinde gözü olan onursuz bir kadınsın.”
Bu söylediklerimi yanındaki arkadaşları da duyduğu için Seçil panikleyerek bana doğru bir adım attı. “Sen neyden bahsediyorsun?” Yakalandığı için sesi bile içine kaçmış gibi kısık çıkmıştı. “Akıl hastası kocanla ilgilenecek kadar kafayı sıyırmadım.” Babam veya amcamın kulağına gitme ihtimali bile suratının bembeyaz olmasına neden olmuştu. “Beni neyle suçladığına dikkat et!”
Sinirden güldüm. “Umarım yanılıyorumdur.” Gözlerimi hiç kaçırmadan bakışlarımı onun kızgın gözlerine kenetlediğimde bu sefer geri adım atmayı düşünmüyordum. “Aksi takdirde şüphelerimden amcam ve babama bahsederim. Bir zamanlar Aksa’ya yaptıklarını bu seferde sana yaparlar.”
Az önce bana yaptığı gibi alayla güldüm. “Eminim senin için de hemen bir koca bulurlar tabii öncesinde birkaç kemiğinin kırılmasını göze almalısın.” Aksa’nın vücudundaki platinler aklıma geldiği için bakışlarımda derin bir kinaye vardı. “Kardeşine yaptığı gibi baban önce kemiklerini kırar sonra da seni zorla evlendirmeye kalkışır.” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Eh, ilahi adalet der geçeriz.”
Seçil yanında duran elini öyle bir sıkıyordu ki sanki bana tokat atmamak için kendini zor tutuyordu. Babam buradayken buna cüret edemezdi. Arkadaşlarını da alıp yanımdan defolup gidince rahat bir nefes almıştım. Başka bir masaya gitti ama dik dik bana bakmayı bırakmadı. “Şimdi Aksa olacaktı ki burada.” Kısık bir sesle homurdanıp sakinleşmeye çalıştım. “Benim yapamadığımı yapar ve büyük bir zevkle senin kızıl saçlarını yolardı.” Böyle anlarda kuzenimi çok özlüyordum.
Tüm bu bakışların bende yarattığı rahatsız edici hisse direnirken Caner ile göz göze gelince abime hemen sırtımı döndüm. Fazladan bir saniye bile ona bakmaya dayanamıyordum. Ağlayıp yalvarmama rağmen beni Gurur’un adamlarına verdiğini ve arkasına bile bakmadan gittiğini unutamıyordum.
Koca solan bir anda sessizliğe bürününce insanların bakışlarını takip ederek kapıya döndüm. Gördüğüm kişiyle gerçek anlamda soluğum kesilmişti. Olamaz, Gurur gelmişti, gerçekten gelmişti. Yanına hiç adam almadan bir tuzağın içine tek başına gelmişti. Çıplak gözlerim üç yılın ardından onu ilk kez benimle aynı yerde görüyordu. Artık otuz bir yaşındaydı ama eskisinden daha yakışıklı görünüyordu. Bazı erkekler yaş aldıkça daha karizmatik ve yakışıklı olurdu ya, işte Gurur onlardan biriydi.
Sarı saçları son gördüğümden biraz daha uzundu. Saçlarını arkaya doğru tarasa bile asi tutamlarının bir kısmı alnına dökülmüştü. Sert yüz hatları ve kirli sakalıyla ona bakan tüm kadınları mest ediyordu. Sakalının açık tonu bile ona o kadar çok yakışıyordu ki, bende uyandırdığı korkunun yanı sıra kalbimi hızlandıran farklı bir duygu daha vardı.
Kendi karısının nişanına değil de alelade bir nişana gelmiş gibi bir de hazırlanmıştı. Giydiği siyah takım elbise bile bu geceye özel olarak seçilmiş gibiydi. Yeşil gözlerindeki o hınzır ve muzır ifadeyse hâlâ gözlerindeki yerini koruyordu. Kendi ayaklarıyla bir ölüm tuzağına gelmemiş gibi fazla rahat ve fazla umursamazdı.
Ona bakarken bile o kulübede yaşadıklarımı hatırladığım için tüm kemiklerim sızlıyordu. Bana yaşatılan o acıyı unutmam mümkün değildi. Bunu yapanın Gurur olup olmadığını bilmemek beni deli ediyordu. Kendimi zorlasam da o gün kulübede olan şeyleri detaylarıyla hatırlayamıyordum. Zihnimin unuttuğu tek şeyin katilimin yüzü olması büyük bir haksızlıktı.
Babam Gurur’u burada görünce sanki başından beri onun buraya gelmesini beklemiyormuş gibi kaşlarını çattı. “Evimde ne işin var?” Babam kalabalığı yararak öne çıktığında her şey planına uygun gidiyordu. “Derhal terk et evimi!” Babam adamlarını onun üzerine salmadan önce başta Karun olmak üzere buradaki herkese Gurur’a gitmesi için son bir şans verdiğini gösteriyordu.
Babamın aksine Gurur alaycı bakışlarını ona dikip kaygısızca babamı süzdü. “Evine gelen tüm konuklara böyle mi davranırsın?” diye sordu sakince. “Kızının nişanına davetliyim.” Başıyla Karun’un olduğu yönü gösterdi. “Karun’a tüm Kalenderler katılabilir demişsin.” Karun içtiği içkiyi püskürterek çıkartınca Gurur gülmemek için yanaklarının içini ısırmıştı. Karun ona böyle bir şeyden hiç bahsetmedi, değil mi?
Babamın bakışları hızla Karun’u bulunca, Karun amcasına ters gözlerle bakarak cebindeki mendili çıkardı. Ağzını silerken birkaç kez yalandan öksürüp amcasının başına açtığı sorunu çözmeye çalışıyordu. “Belki de ben yanlış anladım.” Babama kapıyı gösterdi. “Gitmemizi ister misin?” Bir an önce Gurur’u buradan çıkarmak istiyordu.
Gurur buraya kadar gelmişken gitmesi babamın işine gelmezdi. Onu kışkırtıp olay çıkarmasını istediği için gözlerini Karun’un mavilerine dikti. “Onun adına kefil olduğunu unutmadım.” Karun’un Gurur için ettiği yemini ona hatırlatınca Karun’un yüz ifadesi değişmişti. “Amcan kalabilir ama sorun çıkartırsa sen gereğini yapmazsan ben yaparım.”
Gurur her ikisine de baygın gözlerle bakarak Karun ve Duha’nın masasına gitti. Ona bakarken yakalanmamak için onun olduğu masa dışında her yere bakıyordum. Babamın yaşlarındaki bir adamın gözünü dikip bana baktığını görünce midem bulanmıştı. Kısa boylu bu tıknaz adam sanki bana bakmaya hakkı varmış gibi gözlerini benden ayırmıyordu.
Elbisemin açık yakasına, kalçamın şekline ve elbisenin sardığı vücuduma iğrenç bir şekilde bakıp duruyordu. Gerçek anlamda midem bulanmıştı. Babamın beni nişanlayacağı adam bu muydu? Ümit Tozlu’nun kızına aç gözlerle baktığına göre bu olmalıydı. Bu geceden sonra sahibim olacakmış gibi bakıyordu. Korkuyla doldum. Gurur bu nişana engel olacak bir şey yapmazsa ne olacaktı? Babam beni gerçekten bu adama vermezdi, değil mi?
Kahretsin, bu nasıl bir iş!
Babam yaşındaki adamın sapkın bakışlarından kurtulmak için başımı çevirince Gurur ile göz göze geldim. Buna hazır olmadığım için korkup birkaç adım arkaya attığımın farkında bile değildim. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğu an yüzündeki alaycı ifade silindi, bakışları donuklaştı. Yeşilleri öylesine ruhsuz bir ifadeye büründü ki sadece bakışlarıyla yüreğime korku tohumları ekiyordu.
Onu ayağıma kadar getirmemin siniriyle bana bakıyordu. Sanki buraya gelmeyi hiç istememişti fakat ben onu buna zorlamışım gibi hissettiriyordu. Eğer bu nişan olmasaydı son üç yılda olduğu gibi hiçbir koşulda bir daha karşıma çıkmayacağını bakışlarıyla fazla belli ediyordu.
Gözlerini dahi kırpmadan bana bakarken dudaklarını oynatıp bir şeyler söyledi. Bu uzaklıkta ne dediğini duymadım ama söyledikleri Karun’u kızdırmıştı. Karun onun hoşuna gitmeyen bir şeyler söylemiş olmalı ki çatık kaşlarla Karun’u tersledi. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama çok merak ediyordum.
Babam beni yanına çağırınca bunu yapmaktan nefret etsem de yürüdüm. Babamın yanında bakışlarıyla beni taciz eden o adam vardı. Küfür gibi ama gerçekten nişanlanacağım adam buydu. Onun adını bile bilmiyordum. Sapık adama fazla yaklaşmamaya dikkat ederek onun yanında durmuştum. Böyle bir işe kalkıştığıma pişman olmaya başlamıştım.
Babam kalabalığa dönüp onlara yönelik konuşmaya başladı. “Hepiniz tekrar hoş geldiniz,” deyince anksiyetem artık doruklara ulaşmıştı. “Bu gece hepinizin buraya geliş sebebi kızım Farah’ın nişanına eşlik etmek.” Hayatımda daha önce hiç bu kadar utanmamıştım. Evliyken nişanlanan tek insandım. Gerçi Karun’da nişanlıyken evli çıkmıştı. Bu konuda onunla benzer yönlerimiz vardı.
Babam kızımın nişanına eşlik etmek deyince Gurur rahat durmadı. “Eşlik etmek mi?” Masadaki çerezleri ağzına atarken gerçeklikten uzak bir şekilde güldü. “Eşlik etmek derken ne demek istiyorsun?” Babama bakmayı bırakıp gözlerini gözlerime kenetledi ve benden intikam alır gibi üç yıl önceki sözlerime atıfta bulundu. “Hepimiz mi nişanlanacağız kızınla?”
“Madem gelinim böyle istiyor o zaman bizde öperiz.”
“Hepiniz mi?” Adi herif unutmamıştı.
Gurur, babamın sinirleriyle oynayarak başıyla Karun’u gösterdi. “Yalnız o hâlâ ölen karısının yasını tutuyor.” Bu seferde Duha’yı işaret etmişti. “Bunun da kalbi atayi bir kızıla,” diyerek Duha’nın gönlünü kaptırdığı doktor kadına değindi. Şimdiyse kendini gösterdi. “E bende evliyum.”
Başını çevirip ondan ödü kopan insanlara sakince bakmaya başladı. Bunu yaparken onlara beni gösteriyordu. “Var midur ula ona eşluk edecek birileru?” Yapabilseydim gülerdim çünkü sinirini alaycı tavırlarıyla gizliyordu. Karadeniz ağzıyla konuşması bile aslında göründüğü kadar sakin olmadığını gösteriyordu.
Kimseden tek kelime çıkmazken Duha Tunus güldü. “Anlaşılan Melih bu konuda fazla istekli,” diyerek Gurur’a yanımdaki adamı gösterdi.
“Doğri dersun.” Gurur gözlerini dikip Melih’e baktığında yanımdaki sapık herif korkudan tir tir titremeye başladı. Gurur sadece bakışlarıyla onun ödünü kopartıyordu. Melih’i izlerken dudağının kenarı belli belirsiz kıvrılmıştı. “Benum nikahumdaki kadıni alayi.” Gülerek omuzlarını kaldırıp indirdi. “Alsun bakalum.”
Melih denen adam Gurur’un keskin bakışlarından kaçacak yer ararken yönünü babama çevirdi. “Ümit,” diyen sesi bile titriyordu. “Bana sorun olmayacağını söylemiştin?”
Babamın sert bakışları Karun’u bulunca, Karun canından bezmiş gibi nefesini sesli bir şekilde verdi. Amcasını işaret ederek, “Gördüğün gibi yanımda hiçbir şey yapmadan duruyor,” dedi Gurur’u savunarak. “Bir şey yapmadığı sürece ne ben ona bir şey yapabilirim ne de sen.”
Gurur herkesin sinirlerini bozarak yüksek bir sesle güldü. “Bu gece ben bir şey yapmayacağım.” Bana sataşarak gözleriyle beni işaret etti. “Ama ondan çok şüpheliyim. Her an kaçacak gibi duruyor.” Çünkü her an kaçabilirdim.
Babam bana bakınca panikledim. “Neyden bahsettiğini bilmiyorum baba.”
“Her neyse.” Gurur masadaki kadehini alarak muzır yeşillerini babama çıkardı. “Kızının nişanlanmasının şerefine kadeh kaldıracağım. Ne zaman yüzükler takılacak?” Bu adam şaka gibi bir şeydi! Karısının nişanında kadeh mi kaldıracaktı? Çıldıracaktım.
Gurur yüzünden fazlasıyla ecel terleri döken Melih yerinden rahatsızca kıpırdandı. “Daha fazla uzatmayalım.” Bir an önce yüzükleri takıp Gurur’un olmadığı bir yere kaçmak istiyordu.
Babam asılan suratını gizlemeye çalışıyordu çünkü planladığı gibi Gurur hâlâ olay çıkartıp burayı dağıtmamıştı. Altın bir tepside yüzükler gelince afallayarak babama bakmaya başladım. Planımızda yüzüklerin takılması yoktu. Onun da en az benim kadar bir çıkmaza düştüğünü görebiliyordum. Tüm bu insanları nişan adıyla buraya toplarken Gurur’un yüzüklerin takılmasına izin vermeyeceğini, o zamana kadar bir olay çıkartıp ondan kurtulacağını düşünmüştü.
Gurur bir kez daha ondan beklenilen şeylerin tam tersini yapınca babam bile yüzüklerin takılmasını durduramıyordu. Bunu yaparsa kendi tükürdüğünü yalamış olurdu. Annem bizi öldürecekti! Normalde damadın yüzüğünü benim ona takmam gerekiyordu fakat Melih, Gurur’dan o kadar çok korkuyordu ki tepsideki yüzüğü alıp hemen parmağına taktı. Sıra benim yüzüğüme gelince onu da almıştı. Yüzüğü parmağıma takmak için elime uzanmıştı ki parmağımdaki lotuslu alyansı gördü.
Melih’in yüzünün aldığı garip şekille Gurur’un dudakları kıvrıldı. “Sağ eli boş.” O kadar rahattı ki bunu söylerken tabaktaki fındıkları ağzına atıyordu. “Nişan yüzüğü sağ parmağa takılır.” Melih’i izlerken gülmemeye çalışıyordu ama her an gür bir kahkaha atabilirdi. “Solda benim yüzüğümün olması sorun değil.”
Gurur böyle vurdumduymaz davrandıkça babamın yüzü sinirden kıpkırmızı oluyordu. “Farah çıkar o yüzüğü parmağından.”
Elim parmağıma uzanmıştı ki Gurur kaşlarını çatınca elimi hemen onun yüzüğünden çektim. Babama dönüp başımı iki yana sallayarak, “Ha-hayır,” dedim kekeleyerek. “Çıkarmayacağım.” Gurur’un öfkesini üzerime çekecek cesaretim yoktu.
Gurur’a itaat etmem babamı kızdırdığı için yüzüğü çıkarmak için bana doğru yürüyüp, “Sana çıkar dedim!” diye bana sesini yükseltti. Sesini yükseltince korkuyla irkilip arkaya doğru bir adım atmıştım.
Bunu gören Gurur’un masadaki eli yumruk olmuştu. Geldiğinden beri burada yaşanılan hiçbir şey onu kızdırmamıştı fakat korkudan irkildiğimi görünce, kan beynine sıçramış gibi sinirli bakışlarını babama çıkardı. “Karıma bir daha sesini yükseltirsen o ağzını siker, dilini burun deliklerinden çıkartırım!” Boğazım düğümlendiğinde birkaç kez gözlerimi kırpıştırmıştım. Fazla sahipleniciydi.
Gurur’un bu sert çıkışıyla burası bir anda ağır bir gerginliğin altına girdi. Karun ve Duha bile yerinden rahatsızca kıpırdandı çünkü Gurur kontrolünü kaybetmek üzereydi. Dik dik babama bakıp, “Kızın olması sikimde bile değil!” dediğinde sesi buz gibiydi. “O benim karım!”
Babam sonunda onu istediği kıvama getirmenin hazzını gizleyerek, “Haddini aşıyorsun, Gurur!” dedi tehditkâr bir sesle. “Benim evimde bana posta koyamazsın!”
“Sikerler lan evini!” Tüm bu olanlar onu boğuyormuş gibi üzerindeki ceketini çıkardı. “Eviymiş! Ben sana bu evi zehretmesini de bilirim ama-” demişti ki aklına ne geldiyse sustu. Yeşil gözlerinin ardında insanın kanını donduracak karanlık bir parıltı geçmişti.
Başını çevirip etrafına bakmaya başladığında ne yaptığını anlamadım. Bunu yaparken gözleri sık sık babamla ikimiz arasında gidip geliyordu. Ne tür bir şeytanlık düşünüyorsa sırıttı. “Buraya taşınıyorum.” Ve Karun ikinci kez içtiği içkiyi püskürterek çıkartmıştı.
Kanım çekildi.
Bizim evimize mi yerleşecekti?
Annem bizi sadece öldürmeyecek, öncesinde diri diri yakacaktı!
Herkes şaşkınlıkla Gurur’a bakarken Karun’un ifadesi fazla komikti. Gerçek anlamda şoke olmuş gibi baş belası amcasına bakıyordu. Sanki o değil de Karun onun amcasıymış gibi Gurur’un yaramazlıklarından bezmişti. “Ümit’in evine içgüveysi olarak mı giriyorsun?” diye sorduğunda duyduklarına inanamıyordu.
Gurur rahatlığıyla onu deli ederek içkisinden bir yudum aldı. “Ne içgüveysi ula?” Karun’un şaşkın yüzüne bakarak sırıttı. “Benum yerum karimin yani değul midur?”
“Karinin yeru senun yanindur piç!” Karun kızgınlıkla kaşlarını çattı. “Kızi çok mu isteysun? Oni de alip gidelum ama sen buraya olmazsun!”
“Neden olmayim?” Gurur gülerek övünürcesine göğsünü kabarttı. “Bence ben her yere çok güzel yakişayim.”
“Gurur delirtmeyesun beni! Karun Kalender’in amcasi içgüveysidur dedurtmem!”
Karun’un bir açığını yakalamış gibi sırıttı. “Amcan olduğumi kabul ettun.” Tek sorunumuz bu muydu Allah aşkına?
Sinirden ne yapacağını bilmeyen Karun’un yüzündeki her kas seğiriyordu. “Ben ne deyim sen ne dersun!” Dişlerini sıktı. “Benumle geleceksun!”
“Gelmeyim da.” Keyifli bir şekilde başını kaldırıp öfkeden çıldıran babamı gösterdi. “Eviymiş, ha ben göstereceğum ona evini.”
Babam daha fazla dayanamayıp, “Benim evimde yaşamayacaksın!” diye bağırdı sertçe. Buna asla izin vermeyeceğini gösterircesine kararlı bakıyordu.
Ne yazık ki aynı kararlı ifade Gurur’un da gözlerinde vardı. Etrafındaki insanları deli etmeyi sevdiği için babamın öfkesi onu eğlendiriyordu. “Karımı kendi evime götürmemi ister misin?” Karadeniz ağzıyla konuşmayı bıraktığında yeşilleri tehlikeyle ışıldıyordu. “Kafamı bozarsan karımı alıp giderim, sen bile bir şey yapamazsın.” Midem kasılmıştı. Onunla gitmeyi istemiyordum.
Gurur onun hakkında infaz kararı çıkartan tüm liderlere küçümseyen gözlerle bakıyordu. “O siktiğim kurallarınız bir erkek karısını aldığında hakkında infaz kararı çıkartamıyor,” diyerek babamı tehdit etti.
Öne çıkararak doğrudan babamın gözlerinin içine bakmaya başladı. “Kızını alıp gidersem kim beni durdurabilir?” Korkuyla yutkundum. Karısı olduğum için hiç kimse müdahale edemezdi.
Babam silahını çıkartıp onu vurmamak için kendini zor tutarken, Gurur onun sinirleriyle oynamaya devam etti. Babama beni gösterirken yüzünde psikopatlara özgü bir ifade vardı. “Benimle en son aynı evin içinde kaldığında kızını ne halde bulduğunu hatırla bakalım.” Acımasızlığı karşısında iliklerime kadar titremiştim. Bunları söylerken bir kez olsun başını çevirip bana bakmamıştı. Kalbimin kırk parçaya ayrıldığını hissettim.
Bana tüm o fenalıkları o mu yapmıştı?
Babam dişlerini sıkmaktan neredeyse kıracaktı. Tam şu anda Gurur’u çekip vurabilirdi ve bunu yapmayı her şeyden çok istediğini gizlemiyordu. Ancak böyle bir şey yaptığı an Karun’da devreye girerdi. Amcası karısının evinde kalmak istediği için vurulursa Karun ve adamlarına saldırı hakkı doğardı. Bu kadar kalabalık bir ortamda silahlar patlarsa birçok insan hayatını kaybedebilirdi. Sadece suçlular değil, masumların da kanı dökülebilirdi.
Tüm bunları düşündüğü için babam hiçbir şey yapamıyordu. Gurur’dan kurtulması için önce Karun’u saf dışı bırakması gerekiyordu. Karun’u olayların dışında bırakacak tek şeyde Gurur’un bana veya ailemdeki birine fiziksel bir zarar vermesiydi. Bir tek bu olduğunda Karun amcasını savunamazdı. Gurur bunu çok iyi bildiği için sözlü saldırılar dışında hiçbir fiziksel eylemde bulunmuyordu. Aklını çok iyi kullanan deli bir dâhiydi.
Babamın sessizliğinden ne düşündüğünü anlayamadığım için gözlerimden süzülen birkaç damla yaşa engel olamadım. “Baba n’olur,” diye fısıldayarak ona yalvarmaya başladım. “Beni onunla gönderme.” Gurur’un olduğu hiçbir yere gitmek istemiyordum. Özellikle de beni o hale getirenin kendisi olduğunu az önce itiraf etmişken.
Gurur kısa bir an bana bakınca ıslak gözlerimle karşılaşmıştı. Sadece bunu görmek bile canını sıkmış gibi burnundan nefesini sertçe verdi. Bana bakmazsa oynadığı bu oyunu daha rahat sürdürebilirmiş gibi yönünü babama çevirmişti. Açık açık babama meydan okuyarak omuzlarını dikleştirdi. “Ya karım benimle gelir ya da ben bu evde yaşarım.”
Babam ne kadar düşünürse düşünsün bu işin içinden çıkamadı. Gurur’a kurduğu tuzak elinde patlamıştı. Ondan kurtulmak isterken onu tekrar başımıza musallat etmişti. Bu planı yaparken Gurur’un eve taşınma ihtimali aklının ucundan bile geçmemişti. Böyle bir şey kimin aklına gelirdi ki? Bu delilikti! Tam da Gurur Kalender’in yapacağı bir delilik.
Gurur beni götürmeye kalkışırsa babam ona engel olduğunda kan gövdeyi götürürdü. Bunun için Gurur’a zarar verirse Karun cephesinden de silahlar çekilirdi. Üstelik masadaki diğer liderlerde Gurur ve Karun’un yanında olurdu çünkü onlar için karısını yanına almak bir erkeğin en doğal hakkıydı. Ata erkil insanlar oldukları için bu evliliğin hangi şartlarda olduğuna bakmaksızın Gurur ve Karun’un safında yer alırlardı.
Babam beni Gurur’a vermektense onun burada yaşamasına ikna olmuştu. Kendi kurduğu tuzağa düşmenin öfkesiyle Gurur’a nefretle bakıp kabul etmek zorunda kaldı. “Burada kalabilirsin!” Dilim tutulmuş bir şekilde gözlerimi belerttim. Onun burada kalmasına gerçekten izin veriyor muydu? Adını duyunca bile saklanacak yer aradığım bir adam evimizde mi kalacaktı? Yaşlar gözlerime akın etmişti. Bu benim felaketimdi.
Gurur babama karşı kazandığı oyunun galibiyetiyle memnun mırıltılar çıkardı. “Doğru kararı vereceğini biliyordum.” Ukala bir tavırla ceketini bana uzattı. “Odamıza götür.” Odamız derken?
Dehşete kapıldığımda gözlerim yuvalarından fırlayacak gibiydi. “Aynı odada mı kalacağız?”
Kaşlarını belli belirsiz çattı. “Karımla aynı çatı altındayken sikseler başka odada kalmam.” Israrla bana uzattığı ceketi işaret etti. “Odamıza götür.”
Yardım ister gibi babama baktığımda Gurur nefesini sertçe verdi. “Seni yaptıklarına göre babanda anandan ayrı bir odada kalmıyor, Farah Hanım.”
Daha fazla dayanamayıp, “Baba!” dedim yüksek bir sesle. Koşup babamın koluna yapıştım. “Onunla aynı odada kalamam.” Tüm bunları başıma o açmıştı, beni bir akıl hastasıyla aynı odada bırakamazdı. “Kriz geçirdiğinde nasıl bir şeye dönüştüğünü bilmiyorsun.” Orada kaldığım süre boyunca yan odamda çıkardığı gürültülerden geçirdiği krizlerin ne denli korkunç olduğunu tahmin edebiliyordum.
Üstelik orada beni koruyan ayrı odalarda kalmamızdı. Şimdi aynı odada kalmak söz konusuyken Gurur’un çatı katında bana neler yapacağını kestiremiyordum. Babamın koluna yapışıp ona yalvararak, “O gerçekten bir akıl hastası,” dedim. “Ateş gördüğünde çıldırıyor!” Henüz ateş gördüğünde neler yaptığını öğrenme şansım olmamıştı ama yapacaklarını anlamak zor değildi.
Herkesin içinde söylediklerim canını sıktıysa bile Gurur bunu ustaca gizlemişti. Yüzüne alaycı bir ifade kondurup sırıtarak babama baktı. “Duydun, Ümit.” Her söylediği şeyle babamı kızdırıyordu ve bunu yapmaktan sadistçe bir zevk alıyordu. Gözlerinin yeşillerinde buz gibi bir parıltı geçti. “Evde ateş istemem yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim.”
Gurur bana doğru yürüyüp bir kez daha ceketini uzattı. “Tut şunu.” Bu sefer ona zorluk çıkarmadan ceketini aldığımda yönünü Melih’e çevirdi.
Melih’e bakarken o kadar sakindi ki yüzünde tek bir kas bile oynamıyordu. Onun karşısında saklanacak bir delik arayan Melih’e üstten bakışlarını atmaya başlamıştı. “Sana gelirsek…” Bir anda silahını çıkartıp Melih’i iki kaşının ortasında vurdu. “Bir dahaki sefere kimin karısına göz koyduğunu iki kez düşün!” Çenesinde bir kas seğirirken buradaki insanlara döndü. “Gurur Kalender’in karısına yüzük takabilecek biri varsa buyursun gelsin, alnından öpeceğim!” Öpme şeklinin ne olduğunu sanırım az önce öğrendim.
Başını çevirip omuzunun üzerinden ters gözlerle bana bakınca ödüm kopmuştu. “Sa-sana yolu göstereyim,” dedim hızlıca. “Yorgun olmalısın.” Allah kahretsin!
Hızlı bir U dönüşü yaptığımı görünce sinirli yüzü gevşemişti. Gülmemek için yanaklarının içini ısırırken ne kadar eğlendiğini gizlemiyordu. “Karim da beni pek bi düşüneyi.” Başıyla bana kapıyı işaret edince mecburen peşine takıldım. Ruh hastası herif.
Bu olanları anneme anlatırken babamın kıvranışlarını görmek istiyordum. Annemin arkasından ne zaman bir iş çevirirsek elimizde patladığını ona söylemiştim! Başarısız olmakla kalmamış, bir de Gurur’un bu eve yerleşmesinde büyük bir katkıda bulunmuştuk. Biz bir daha baba-kız hiç plan yapmayalım. Olan yine bana olmuştu!
Gurur ile kapıya yürürken Seçil’in kıskançlıktan kıpkırmızı olan suratını gördüm. Gurur’un benim için buraya gelmeye zahmet etmeyeceğine çok emindi. Gurur sadece gelmekle kalmamış, aynı zamanda nişanlanmama engel olup Melih’i öldürmüştü. Tüm bunlarda yetmezmiş gibi herkesin içinde benden karım diye bahsetmiş ve benimle aynı odada kalacağını açıkça belirtmişti. Bunlar Seçil’e haddini bildirmek için fazlasıyla yeterdi.
Gurur buraya gelince yaptıkları ortaya çıkar diye tek kelime etmeyen Caner’in önünden geçerken çok tedirgin olmuştum. Kısa bir an bana bakan Gurur, Caner’e attığım korku dolu bakışları görmüş olmalı ki yürümeyi bırakmıştı. Doğrudan Caner’in gözlerinin içine baktığında delici bakışları kor gibi alev almıştı.
Sadece bakışlarıyla Caner’i tedirgin ederken dudakları tehlikeli bir yavaşlıkla kıvrıldı. “İçimden bir ses bu evde hiç sıkılmayacağımı söylüyor.” Başını çevirip kısa bir an bana baktı. “Evde stresimi atacak bir kum torbası var mı?”
“Şey… Malikanenin sosyal tesislerinde spor salonu var.”
Var dememe rağmen, “Demek yok,” diyerek başını ağır ağır salladı. “Sorun değil.” Tekrar Caner’e döndüğünde gözleri yoğun bir tehlikeyle ışıldamıştı. “Ben kendime bir kum torbası bulurum.” Abim sertçe yutkunmak dışında hiçbir şey yapamadı.
Üst katın merdivenini çıkarken titremelerimi kontrol edemiyordum. Gurur’un arkasında yürürken attığım adımlar bile fazla sarsaktı. Bunu yaşadığıma inanamıyordum. İçgüveysi olarak evimize yerleşmesi delilikti. Üst kata çıkana kadar ikimizde hiç konuşmamıştık. Odaya girdiğimizde ilk kez geldiği bir yeri yadırgadığı için etrafına bakmaya başlamıştı. Onun korkusundan kapının önünden hiç kıpırdamıyordum. Elimde onun ceketiyle öylece duruyordum.
Gurur benim aksime çok rahat olduğu için tüm odaları tek tek gezip yatak odasına girdi. “Farah buraya gelir misin?” diyen sesini duyunca gözlerimin ardı sızlamıştı. Oraya gitmek istemiyordum. Onun olduğu bir yere gitmekten çok korkuyordum.
Peşinden gitmeyince yatak odasındaki sesi bu sefer daha sert ve hükmedici çıktı. “Buraya gel, Farah!” Adımlarım kendiliğinden hareket ettiğinde her an ağlayabilirdim. Bu ses tonuyla kim benimle konuşsa ona itaat ederdim. Gurur’un Kurma Bebek, diyen sözleri bir kez daha aklımda çınlamıştı.
İçeri girdiğimde yatağımın kenarına oturduğunu gördüm. Başını kaldırınca elimdeki ceketi sıktığımı, haddinden fazla titrediğimi gördü. Sert yüz hatlarını elinden geldiğince yumuşatmaya çalışırken nefesini sesli bir şekilde vermişti. Beni böyle görmekten nefret ediyormuş gibi bakarken mümkün olduğunca beni korkutmamaya çalıyordu. “Sakin ol.” Sesi beklediğimden daha sıcaktı. “Sadece konuşacağız.”
Kapının önünde durup çıkışı kontrol ederken ürkek gözlerimi onun yeşillerine diktim. “Ne konuşacağız?” Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki beni duymaktan güçlük çektiğini biliyordum.
“Ne mi konuşacağız?” Başını kaldırdığında gözlerinde bastıramadığı bir öfke vardı. “Mesela üç yıl öncesini konuşabiliriz, ne dersin?” Büyük bir kinayeyle kaşları yukarı kalktı. “Herkese seni o hale getiren kişinin ben olduğumu söylemişsin.” Sinirlenerek güldü. “Anlat bakalım nasıl yapmışım?”
İnanamayan gözlerle ona bakıyordum. “Yapmadığını mı iddia edeceksin?”
“Yapmadığımı iyi biliyorsun.” Ayağa kalkıp bana doğru yürüdüğünde korkudan her şey etrafımda dönmeye başlamıştı. “Birinin sana zarar verdiği doğru ama o ben değilim. Bugün bana onun adını vereceksin!” Adımları ağır, bakışları sorgulayıcıydı. “Kimdi o, Farah?”
“Sendin.”
“Kes yalanı!”
“Sen ve adamlarındı!”
“Ben olamam!”
Gözümün içine bakarak yalanlarını sıralamasını hayretler içinde izliyordum. Ondan bu kadarını beklemezdim, en azından yaptığı şeyi kabullenmesini bekliyordum. “Sendin,” derken tereddüt dahi etmemiştim. “Beni komaya sokan sendin.”
Suratı kaskatı kesildiğinde yutkunamadı bile. Kan beynine sıçramış gibi ellerini sinirle saçlarından geçirirken, “Ben değildim!” diye kontrolü dışında bağırdı. “Ben olamam orada bile değildim!”
“Oradaydın.” Bana yaşattığı tüm o şeyleri hatırlayınca kendimi daha fazla tutamadım. Gözyaşlarım birbiri ardına akarken, “Oradaydın,” diye fısıldadım. “Sen ve adamların oradaydı. Siz yaptınız ve sende içlerindeydin.”
“Bu mümkün değil!” Dişlerini sıkarak bana sinirle bakarken öne doğru bir adım daha atmıştı. “Bir şeyleri yanlış anlıyor veya gözden kaçırıyorsun.” Ona yalan söylediğimi düşündüğü için bakışları tahammülsüzdü. “Neler olduğunu en baştan anlat çünkü bir şeyler yanlış.” Öfke tüm vücudunu sararken hızlı hızlı nefesler alıyordu. “Orada olmadığımı sana kanıtlayabilirim.”
Nedendir bilmem ama gülmeye başladım. Bu komik değildi ama yaptığı şeyin arkasında durmaması beni güldürmüştü. “Orada olduğunu sana kanıtlayabilirim.” Hızlıca başımı salladım. “Kustuğum kanlarla, hastane raporlarımla ve geçirdiğim ameliyat izleriyle sen olduğunu kanıtlayabilirim!”
“Ben değildim ve sen bana onun kim olduğunu söyleyeceksin!”
“Benim canım yandı!” diye bağırdığımda isyanımın sesi o kadar gürdü ki karşımda susmak zorunda kalmıştı. “Sen yaktın! Söylediğin her şeyi yaptım, odamdan hiç çıkmadım ama sen odama girdin. Canımı yakmak için girdin o odaya!” İnanamayan gözlerle bana bakması beni çıldırtıyordu. Fark ettiğim şeylerle nefesim kesilmişti. Bana tüm o şeyleri onun yapmadığına gerçekten inanıyordu.
İlk kez birine sesimi gerçek anlamda yükseltip gözlerinin içine bakıyordum ama o, olanları bile hatırlamıyordu. “Hatırlayıp hatırlamaman umurumda değil, o sendin.” Eteğimi yukarı çekip ona sol ayak bileğimdeki dövmeyi gösterdim. Bileğimi saran dikenli tellerin olduğu dövmeyi gördüğünde buz kesmişti. “Ayağıma bir pranga takanda sen olmalısın.” Bana tüm bu şeyleri yapan kişi oydu. Aşağıda kendi ağzıyla itiraf etmişti, her şeyi o yapmıştı. Hatırlamasam bile o olduğuna artık emindim.
Gurur gözlerini ayak bileğime diktiğinde sertçe yutkunmuştu. Çıplak gözlerle dövmeyi görmek beklemediğim bir şekilde onu sarsmıştı. İrislerine anlam veremediğim bir duygu çöreklenirken omuzları gerildi. Dövmeme bakmak paylaştığım o fotoğrafa yorum yapmaktan daha zormuş gibi davranıyordu.
Bakışlarını güçlükle ayak bileğimden çekip gözlerime diktiğinde olanların öfkesi tüm yüzüne yayılmıştı. “Bana orada olanları eksiksiz anlatmadığın sürece o siktiğim piçlerini bulamam!” Aramızdaki son adımı da kapatmıştı. “Kendi kafanda kurmayı bırakıp bana neler olduğunu anlat.”
Gözyaşlarım durmaksızın akarken şoke olmuş bir halde ona bakıyordum. Yaptığı şeyi kabullenmekten bile acizdi. Onun birçok şey olduğunu duymuştum ama bir korkak olduğuna hiç ihtimal vermemiştim. Yaptığı şeyin sorumluluğunu almayacak kadar korkak biri olduğunu daha yeni anlıyordum. Düşündüğümden daha rezil ve sorumsuz biriymiş.
Ona nasıl baktığımı bilmiyorum ama bakışlarımda gördüğü bir şeyler onu çıldırtıyormuş gibi kaşları çatılmıştı. “Bana şöyle bakmayı kes!” Şakaklarındaki damarlar belirginleşirken bakışlarıma tahammül edemiyordu. “Sana daha önce de söyledim, nefret etmediğim birinin nefretini kazanacak hiçbir şey yapmam.” Dişlerini sıkarak gözlerimi işaret etti. “Gözlerindeki o nefreti silmenin bir yolunu bul çünkü bana böyle bakmanı hak edecek hiçbir şey yapmadım.”
“Senden gerçekten nefret ediyorum.”
“Görüyorum sus!”
Tam karşımda durduğunda çenesi kaskatıydı. Gözleri delici bir ifadeyle bana bakarken yanında duran elini sıkıyordu. “Orada bile değildim! Sana daha önce Melek diye bir yakınımdan bahsettiğimi hatırlıyor musun? Melek kanser hem de iki farklı kanserle mücadele ediyor. Sadece lösemi değil, aynı zamanda beyninde ölümcül bir kitle var.” Bana bu isimde bir kızdan bahsettiğini hatta beni ona benzettiğini hatırlıyordum ama bunun konumuzla ne ilgisi olduğunu anlamıyordum.
Kızın kanser hastası olduğuna gerçekten üzülmüştüm. Hiç tanımasam da kimsenin böylesine ciddi bir hastalığa yakalanmasını istemezdim. Bir dakika, Melek mi demişti? Instagram sayfasındaki kızın adı da Melek’ti. Baştan ayağa ürpermiştim. İkisi aynı kişi olabilir miydi? O kızla yakınlık derecesi tam olarak ne, bilmiyorum ama Gurur için gerçekten önemli biri olmalıydı.
Ondan bahsederken bile gözleri değişiyordu. “Üç yıl önce o kulübedeyken hastaneden beni aradılar.” Gözlerimin içine bakarak nefesini burnundan verdi. “Melek’in fenalaştığını söylediler, acil ameliyata alınması gerekiyordu.”
Aldığı sert nefeslerden ötürü burun delikleri genişlendiğinde yüzünde tatsız bir ifade vardı. “Seni uyandırıp gitmem gerektiğini söylemek istedim ama uyku sorunun vardı. Biraz daha uykunu al diye seni uyandırmadan kulübeden çıkmıştım.” Söylediği her şeyin arkasında durarak göz kontağını bozmadı. “Karun’u arayıp seni babana götürmesini istedim. Yerini Karun’a bildirdikten sonra kapına beş adam diktim, Karun gelene kadar seni güvende tutacaklardı.” Kalbim teklemişti. Gurur gerçekten orada değil miydi?
Çenesinde bir kas seğirdiğinde ona inanmamı her şeyden çok ister gibi başını yavaşça salladı. “Yemin ederim ki sana zarar veren ben değildim, Farah. Senin için bıraktığım o beş adamı susturucu silahlarla öldürüp cesetlerini ormana saklamışlar.”
Ortada ikimize de kurulan bir tuzak olduğuna beni ikna etmeye başlamıştı. “Birileri Karun oraya gelmeden adamlarımdan kurtulup odana girdi.” Sabırsızca gözlerimin içine bakıp, “Bana onların kim olduğunu söyle?” diye ısrar etti. Beni komalık eden Gurur değildi.
O olmadığına bu denli sevineceğimi hayal dahi edemezdim. Göğsümün üzerinde üç yıldır canımı yakan, bana nefes aldırmayan bir acı vardı. Gurur’un bana el kaldırdığını düşündükçe acının dozu her defasında büyüyordu ve yaşadığım hayal kırıklığı şiddetini arttırıyordu. Ancak şimdi Gurur orada olmadığını, odama hiç girmediğini iddia ediyordu. Ona çok kolay inanmıştım belki de ona inanmaya çaresizce ihtiyacım vardı. Onun kötü biri olmadığına, bana hiç zarar vermediğine ve vermeyeceğine inanmaya ihtiyacım vardı.
“Orada olanları tam hatırlamıyorum,” diyerek onu hüsrana uğrattım. “Beni hastanelik edenlerin yüzü veya kimliğiyle ilgili hiçbir şey hatırlayamıyorum.” Sinirle nefesini verdiğinde böyle bir şeyi unuttuğum için bana kızmak istiyor ve hatırlamam için beni zorlamak istiyordu. Fakat orada yaşadıklarımın canımı ne denli yaktığını iyi bildiği için bu konuda bana baskı yapamıyordu.
Gözlerim titreşerek ona baktığımda alacağım cevaptan çok korkuyordum. “Gerçekten sen değil miydin?”
Bunu ona sormam bile onu kızdırdığı için yüzü gerilmişti. “Leyla’nın acısı tazeyken bile sana zarar vermediysem sonrasında hiç vermem.” Ona inanmama ihtiyacı varmış gibi gözlerimin içine bakıp yatıştırıcı bir sesle konuştu. “Sana elimi bile sürmedim.” Rahatlayarak nefesimi vermiştim. O yapmamıştı artık onun yapmadığına gerçekten inanıyordum.
Bu konuda daha fazla konuşmak istemediğim için gardıroba yürüdüm. Pijamalarımı alıp ona döndüğümde anlam veremediğim gözlerle bana bakıyordu. Buradaki diğer kapılara bakıyor, daha sonra tuhaf gözlerle beni izliyordu. “Üç yıldır bu odanın dışına hiç çıkmadın mı?”
Başımı iki yana salladığımda omuzları gerilmişti. “Hiç mi?”
“Hiç.”
“Neden?” diye sormuştu ki nedenini anlayınca sertçe yutkunmuştu. Suçluluk hissiyle dolduğunda yanında duran elinin parmakları içe doğru büküldü. “Benim yüzümden mi?” Cevabını zaten bildiği için bu soruyu sorarken kendine ne denli kızdığını görebiliyordum.
Asosyal bir kızın hayatını son üç yılda ne hale getirdiğini artık biliyordu. Beni hiç kaçırmasaydı tüm bunları yaşamayacaktım. Üç yıl önce en azından evin içinde geziyor, arada sırada dışarı çıkıyordum. Artık bunu bile yapamayacak kadar korkuyordum. Her ne kadar o yapmamış olsa da başıma gelenlerden onun da suçu vardı. Beni o kulübede yalnız bırakıp hiç gitmemeliydi ya da gitmeden önce beni evime bırakmalıydı.
Tek kelime etmeden pijamalarımı alıp kıyafet odasına girmiştim. Kapıyı içeriden kilitleyerek üzerimdeki elbiseyi çıkardım. Çizgili pijamamı giydikten sonra üstüne beyaz bir tişört giymiştim. Peluş terliklerimi ayağıma takarak yatak odasına döndüğümde Gurur hâlâ bıraktığım yerde öylece dikiliyordu. Anlaşılan son üç yılımı çatı katında geçirmem onu kötü yönden etkilemişti.
Kendine gelmek için başını iki yana sallayarak koltuğa yürüdü. Yastığı düzeltip ayakkabılarını, silahını ve saatini çıkartarak masanın üzerine bırakmıştı. Gömleğinin manşetlerini açarak kol düğmelerini çıkartırken fazla düşünceli görünüyordu. Gömleğin düğmelerini açmaya başlayınca yerimden rahatsızca kıpırdandım. “Ne yapıyorsun?”
Başını çevirip omuzunun üzerinden bana baktığında yüzünde anlamayan bir ifade vardı. “Uyuyacağım.”
“Uyu,” dedim safça. “Bunun için neden soyunuyorsun?”
Sinirlenmemeye çalışıyordu ama ona hiç yardımcı olmuyordum. “Sen neden pijamalarını giydin?”
“Uyuyacağım.”
“Hımm,” diye bir mırıltı çıkardığında başını ağır ağır salladı. “Ve bunun için de üzerini değiştirdin, değil mi?”
“Evet.”
“İzin verirsen bende aynı şeyi yapacağım.”
“Vermiyorum.”
“Neyi?”
“İzin.”
“İznini isteyen mi var?”
“İzin verirsen demedin mi?”
Sabır dilenerek nefesini burnundan sertçe verdiğinde bana kızgın gözlerle bakıyordu. “Ömrü hayatımda beni bu kadar hızlı sinirlendiren tek kadınsın!” Gömleğini çıkartınca siyah sporcu atletle kalmıştı. Gömleğin altına atlet giymek huyu olmalıydı çünkü beni kaçırdığında hava çok sıcaktı ve Gurur o zamanda atlet giymişti.
Geniş omuzları ve kol kaslarını görmek bile yüzümün ısınmasına neden oluyordu. Atleti de çıkarmaya yeltenmişti ki gözleri beni bulunca yeşillerinde anlayamadığım bir ifade geçmişti. Odada yalnız olmadığını hatırladığı için ellerini atletten çekmişti. Bir an onu da çıkartacak sanmıştım ama neyse ki bunu yapmamıştı.
Çoraplarını çıkartıp koltuğa uzandığında üçlü koltuğa bile iri vücudunu sığdırması hiç kolay olmamıştı. Aralık ayında olduğumuz için havalar soğuktu ama malikanede ısı yalıtımı olduğu için odamın içi sıcaktı. Yine de sormadan duramadım. “Pike veya yorgan ister misin?”
Sırtüstü uzandığı rahatsız edici koltukta tavana bakmakla meşgulken, “Gerek yok,” dedi düz bir sesle. “Ben pek üşümem.”
“Peki.” Peluş terliklerimi çıkartıp ışığı kapattım. Odamın gece lambalarını yakarak yatağa girdiğimde hiç rahat değildim. İlk kez onunla aynı odada kalacaktım. Yastığımın altına sakladığım sarkacı çıkartıp gözlerimin önünde sallamaya başlamıştım. Sarkaç yardımıyla bile kendimi uyutmam iki saatten fazla zamanımı alıyordu.
Sırtüstü yattığım yerde yukarı kaldırdığım yakut sarkacı sallarken hep olduğu gibi yine kolum ağrımaya başlamıştı. Her beş dakikada bir sarkacı tutan kolumu değiştirip bu döngüyü sürdürüyordum. Zincirinden tuttuğum sarkacın yakut taşını takip ederken Gurur’un sıkkın sesini duydum. “Bunu her gece yapıyor musun?”
Gözlerimle kan kırmızısı yakutu takip ederken, “Neredeyse yıllardır,” dedim kısık bir sesle.
“Peki, o şeyin seni uyutması tam olarak ne kadar zamanını alıyor?”
“En iyi ihtimalle üç, en kötü ihtimalle beş saat.”
“Siktir! Buna kol mu dayanır!” Sinirli homurtusunu duyduğumda koltuktan kalkmıştı. Başımı çevirince masanın üzerine bıraktığı eşyalarının yanına gittiğini gördüm. Silahın yanında duran telefonunu alıp yönünü bana çevirdi. “Sana masal okumamı ister misin?” Sebepsiz yere kalbim hızlandı ve bundan nefret ettim.
“Hayır.” Ona bakmayı bırakıp sarkaca odaklandım. “Ben kendimi uyutabilirim sen rahatına bak.” Ondan gelecek hiçbir yardımı istemiyordum. İkinci kez beni kendine alıştırıp sonra paramparça etmesine izin vermeyecektim.
Gurur beni zerre kadar umursamadan yanıma gelip yatağımın kenarına oturdu. Elimdeki sarkacı aldığında şaşkın gözlerle ona bakıyordum. “Ne yapıyorsun?” Yatakta oturup sarkacımı almak için eline uzandım. “Sen kabul etmek istemesen de ben yirmi beş yaşında bir kadınım ve masalla uyutulmaya ihtiyacım yok. Çocuk değilim ver şunu.”
Sarkacın yakutunu avucunun içine hapsedip onu almayayım diye kolunu havaya kaldırdı. “Bu şeyi sallayıp durdukça dikkatimi dağıttığın için uyuyamıyorum.” Onu almaya çalışınca kolunu biraz daha yukarı kaldırdı. “Masalla yarım saatte uyuyorsun.” Beni uyutan şey hiçbir zaman masal olmamıştı.
Suratım asılarak yukarı kaldırdığı sarkacı ondan almaya çalıştım. “Senin okuduğun masalı dinlemeyeceğim.” Dizlerimin üzerinde durup bana ait olan şeyi almak için uğraştım. “Onu bana geri vermelisin.” Ben almaya çalıştıkça kolunu farklı yönlere çekerek onu benden kaçırıyordu. Bir türlü ondan sarkacı alamadığım için apaçık bir alayla güldü. “Alabiliyorsan al bakalım.”
Sinirlenerek üzerine atladığımda gözlerindeki şaşkınlığı görmüştüm. Bunu yapmamı sadece o değil bende beklemiyordum. Onu sırtüstü yatağa düşürerek elindeki sarkaca uzandım fakat hemen kolunu başının üstünden arkaya uzatarak onu benden kaçırdı. “Ver artık şunu!” diye sızlanıp göğsüne vurdum.
Sırtüstü yatarken kolunu benden en uzak yerde tutarken kaşlarını alayla yukarı kaldırdı. “Kocana mı vuruyorsun?” Sesi oldukça eğleniyor çıkıyordu.
İkinci kez vurdum kaslı göğsüne. “Kocamda versin bana ait olan şeyi.”
Gözlerinin ardında muzır bir ifade geçti. “Karımda alabiliyorsa alsın bakalım ona ait olan şeyi.” Derimin altı ısınırken vücudumdaki tüm kan yanaklarıma toplanmıştı. Karım deyişi insanın içini titretiyordu.
“Farah?”
“Hı?”
Gülmemeye çalıştı. “Üzerimdesin.”
Kaskatı kesilerek başımı eğdiğimde karnının üzerinde bacaklarımı açarak oturduğumu gördüm. Sarkacı ondan almak için üzerine atladığımda uygunsuz bir pozisyonda olduğumuzu anlamamıştım. Utançtan kıpkırmızı bir suratla ona baktığımda yattığı yerde keyfine diyecek yoktu. Beni utandırmaktan büyük bir haz aldığını gizleyemiyordu. Hınzır gözlerle bana bakıp gülmemek için yanaklarının içini dişliyordu.
“Ben… İsteyerek olmadı.” Hızlıca bir şeyler geveleyip hemen onun üzerinden çekildim. Yatağın ondan en uzak köşesine kaçıp onun dışında her yere bakmaya başlamıştım. Ellerimin tırnaklarıyla oynuyor, bu konuda bir şey söylememesi için dua ediyordum. Çok utandım.
Gurur sırtını yataktan kaldırıp kollarının üzerinde durduğunda yatağımın ortasında yarı uzanır vaziyetteydi. “Sendeki bu utangaçlığı ne yapacağız?” Bana sataşarak gözlerini uzaktan bile belli olan kızaran yanaklarıma dikti. “En küçük bir temasta sen böyle kızarırsan işimiz var seninle.”
Tırnaklarımı kemirmeye başladığımda onun olmadığı her yere bakıyordum. “Herhangi bir temasta bulunmazsak bir şey olmaz.”
Hınzır sesini duydum. “Evliyken nasıl olacak o iş?” Derimin altı iki katıyla ısınmıştı. Beni kız kardeşi olarak görüyordu ama benimle uğraşmaktan da geri durmuyordu.
“Farah?” Sesi meraklı çıkarken yatakta oturdu. Ben yatağın baş kısmındaydım o ise koca yatağın tam ortasında. Dikkatli gözlerini bana kenetlediğinde kafasını kurcalayan bir şeyler olduğunu görebiliyordum. “Evli insanların sıklıkla yaptıkları şeyleri biliyorsun, değil mi?” Hayretler içinde kalmıştım. Bunu bana gerçekten sordu mu?
Beni gerçek anlamda saf veya çocuk görüyor olmalı ki bazı konularda hiç bilgim olmadığını düşünüyordu. Deneyimsiz bir bakire olabilirdim ama bende film ve kitap okuyordum. Sandığından daha fazla şey biliyordum.
Garip ama bu sefer utanmadım belki de ona haddini bildirmek istediğim içindir. “Tabii ki biliyorum.” Yüz ifademi sabit tutarak başımı hızlıca salladım. “Evlenince çiftler birlikte yemek yiyor, ortak aktiviteler planlayıp birlikte eğleniyorlar.” Düşünürcesine dudaklarımı büzdüm. “Beraber film izleyip dışarı falan çıkıyorlar.”
Rahat görünmeye çalışarak omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Günün sonunda da aynı yatakta uyuyorlar.” Ona yatağın diğer tarafını gösterdim. “İstersen sende o tarafta uyuyabilirsin ama bana hiç değme olur mu?” Şimdi de suratımı üzgünce asmıştım. “Şey ben zor uyuyorum bu yüzden bana değersen sonra uyuyamam.” Takdir bekleyen bir çocuk gibi ona kocaman gülümsedim. “Hepsi bu kadar. Evlilerin yaptıkları şeyleri bilmekte ne var ki?”
Gurur’un yüzünün aldığı ifadeye kahkaha atabilirdim. Düşündüğümden daha iyi rol yapmış olmalıyım ki cinsellik hakkında zerre kadar bilgim olmadığını düşünmeye başlamıştı. “Hepsi bu kadar mı?” Bunu sorarken şaşkınlığını gizleyemiyordu. Yeşil harelerinde oluşan o afallama ifadesini görmek çok keyifliydi. “Senin için evlilik bunlardan ibaret mi?”
Gözlerimi kırpıştırarak meraklı bir şekilde ona bakmaya başladım. “Atladığım bir şey mi var?” Başımı omuzuma doğru eğerek bir süre bunu düşünmeye başlamıştım. “Aklıma başka bir şey gelmiyor.”
Kısık bir sesle küfretti. “Uyu çocuk!” dediğinde nasıl bir kadınla evlendiğini merak ediyordu.
“Peki.” Hemen yatağa uzandığımda ikinci kez küfreden sesini duymuştum. “Gerçekten çocuk!” Hep o benimle uğraşacak değildi ya.
Gurur yatağımın kenarına oturup telefonda masal bakmaya başlayınca sinirden ağlayabilirdim. İstesem de bu döngüden kurtulamıyordum. “Bu seferki masalı ben seçebilir miyim?” diye sordum uzlaşmacı bir sesle.
Gözlerini telefondan ayırmadan girdiği masal sitelerini kontrol ederken ifadesi fazla düzdü. “Hangi masalı istiyorsun?”
“Deniz kızı masalını.”
“Hayır.”
“Neden?”
“O masalın orijinalinde deniz kızı ölerek köpüğe dönüşüyor.”
“Mutsuz sonlu hikayelerde sevilir.”
Parmağı telefonun üstünde hiç kıpırdamadan kaldığında başını çevirip bana baktı. Son derece ciddi bir şekilde beni izlerken onu rahatsız eden bir şeyler vardı. “Sonunda ayrılık olan hiçbir masal sevilmez.” Katı bir sesle bunları söylediğinde içim burkulmuştu. Onun Leyla ile yarım kalmış mutsuz bir hikayesi vardı.
Benim için bu gece okuyacağı bir masal seçerek bana döndü. “Güzel ve Çirkin masalı nasıl?”
İnatçı bir tutumla çenemi dikleştirdim. “Ben Çirkin olmam.”
Dudakları titrediğinde kendini tutamayıp güldü. “Bu seferlik sen Güzel ol ben Çirkin olurum.” Rahat bir nefes aldığımı görünce gülümseyerek başını iki yana salladı. “Sonra çocuk deyince kızıyorsun.”
“Çirkin ördekten sonra bir masalın daha çirkini olmayı kaldıramam,” diye homurdandığımda gülüşünü bastırmanın yollarını arıyordu.
Bir süre sonra Gurur başını telefona eğip masalı okumaya başladı. “Bir zamanlar varlıklı bir tüccar ve onun altı çocuğu yaşarmış. Üçü kız üçü erkekmiş bu çocukların. En küçük kızları o kadar güzelmiş ki, küçüklüğünden beri sadece Güzel ismiyle anılırmış.” Daha masalın başında kafasına yatmayan bir şeyler varmış gibi bana döndü. “Bebekken adı neymiş bu kızın?”
“Güzel,” dedim sakince.
Bana elindeki telefonu gösterdi. “Kız güzel diye sonradan aldığı bir isim bu peki, bu kız doğduğunda ona ne isim verildi?” Olmayacak şeyi kafasına takarak garip bakışlarını bana çıkardı. “Doğduğunda da dünya güzeli değildi ya.”
“Belki de doğduğunda da öyleydi.”
“Sen hiç yeni doğmuş bebek gördün mü?” Suratını buruşturdu. “Eciş bücüş çirkin doğuyorlar. Bu kızın diğer bebeklerden farkı ne? O da çirkin doğdu sonradan güzelleşti. Bu kız güzelleşene kadar bir adı yok muydu?” Bunu bana sorarken fazla ciddiydi. “Şimdi çirkin biraz büyüyüp serpilsin de ona Güzel adını verelim mi dediler?”
Dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamamıştım. “Bu sadece bir masal.”
Yüzündeki bıkkın ifadeyle telefona bakması çok komikti. “Siktiğim masalında büyük bir mantık hatası var.”
“Küfretmez misin lütfen?” Suratımı asarak telefonu işaret ettim. “Kırk yılın başı bir masalın güzeli olacağım ya, okumamak için elinden geleni yapıyorsun.”
“Git kendi masalının güzeli ol somurtkan ördek.” O da bana telefonu gösterdi. “Ne işin var senin başka masallarda?” Memnuniyetsizce dudaklarını bükmesine hayret etmiştim. “Bu masalda ördek bile yok!”
“Asıl okumak istediğin çirkin ördek masalı, değil mi?” Bunu o kadar belli ediyordu ki!
Bıyık altında gülerek başını salladı. “Evet.”
Huysuzlanarak, “Sarkacımı ver,” dedim. “Ben kendimi uyuturum.”
“Tamam!” İsteksizce Güzel ve Çirkin masalını okumayı kabul etmişti. “Okuruz içinde ördek olmayan şu masalı.” Gözlerinin ardında hınzırca bir ifade geçti. “Bu masalın çirkini sensin ben güzel olanıyım.” Çıldıracağım!
Dudaklarım sinsice kıvrıldı. “Masaldaki Güzel bir kadın.”
Sırf bana kazanma zevkini yaşatmamak için aynı sinsilikle bana baktı. “Umurumda değil masalın çirkini sensin.”
“Tamam, çirkin ördek masalını oku!”
“Şöyle yola gel.” Beni gerçek anlamda delirtiyordu.
Çirkin ördek masalını açtığında tam okuyacaktı ki dik dik ona bakmaya başladım. “Leyleğe küfretmek yok.”
Yeşillerinde ne kadar çok eğlendiğini gösteren parıltılar varken dudaklarında pis bir sırıtış belirdi. “Söz veremem.” Babam ve diğer akrabalarım aşağıda sinirden dönüp duruyor olmalıydı. Onlar Gurur’un bana bu odada yaptıkları hakkında bin bir şey düşünüp çıldırırken, o esnada bana masal okuyan Gurur Kalender. İnanılır gibi değildi.
***
Sabah uyandığımda Gurur hâlâ uyuyordu. Üzerimi değiştirip odaya geri döndüğümde bile uyanmamıştı. O rahatsız edici koltukta nasıl bu kadar derin uyuyabildiğini anlayamıyordum. Bir kolunu ensesinin altına koymuş, diğer kolu koltukta sarkıyordu. Bacaklarından birini düz bir şekilde uzatmışken diğer bacağını dizinden bükerek uyuyordu. Uyurken de ifadesi daha ciddiydi. Uyanıkken olan alaycı bakışları, çarpık gülüşü ve insanı delirten o umursamazlığı şu anda hiç yoktu.
Koltukta sarkan sol kolunun bileğinde oyalandı gözlerim. Bileğinde beş santim kalınlığında siyah, deri bir bileklik vardı. Geçen yıla kadar bu bilekliği onun bileğinde hiç görmemiştim. Ancak son bir yıldır sosyal hesaplarında paylaştığı tüm fotoğraflarında bu bileklik hep onun bileğindeydi. Yanlış hatırlamıyorsam ben sol ayak bileğimdeki dikenli tel dövmesini paylaştıktan sonra o da sol bileğine bu şeyi takmaya başlamıştı.
Bu tesadüf mü yoksa o bilekliğin onun için bir anlamı var mı, bilmiyordum. Hiçbir albenisi olmayan bir şeyi takmasının nedeni neydi? Deri bilekliğin altında bir şey sakladığını düşünmem belki de çok saçmaydı. Başımı iki yana sallayarak onunla ilgili şeyleri düşünmeyi bıraktım. Gurur’un neyi neden yaptığıyla ilgilenmemeliydim.
Elime bir kitap alıp köşedeki puflardan birinin üzerine oturdum. O odamdan çıkmadan kahvaltı yapmak istemediğim için Gurur uyanana kadar biraz kitap okuyacaktım. Yemek yapmayı öğrendiğimi anlarsa tüm yemeklerini bana yaptırırdı. Onun yanında kaldığım o bir haftada ne kadar iştahlı bir adam olduğunu görmüştüm.
Birkaç sayfa kitap okuduğumda Gurur uyanmaya başlamıştı. Kıpırdamaya başlamasından uyandığını anlıyordum. Koltukta uyumaktan tüm vücudu tutulmuş olmalı ki huysuz homurtular çıkartarak yattığı yerden doğruldu. Ayaklarını koltuktan sarkıtarak yüzünü ovuşturduğunda yine küfrediyordu. “Bu siktiğim şeyinde sırasıyla uyumalıyız.” Yeni uyandığı için sesi henüz açılmadığı için hafif kalındı. Sızlanarak, “Her yerim ağrıyor,” dedi huysuzca. Pek de nazlıdır beyimiz.
Ellerini yüzünden çekerek tam karşısındaki yatağa bakınca gözleri beni arar gibi dikkatli bakıyordu. Duvarın yanında oturuyordum bu yüzden henüz beni görmemişti. Yatakta beni bulamayınca kaşları belli belirsiz çatılmıştı. Oturduğu yerden ayağa fırladığında, “Eğer beni arıyorsan buradayım,” dedim sakince.
Başını omuzuna doğru çevirince beni gördü. Yüzündeki endişe hızla dağıldığında bunu soluksuz izlemiştim. “Seni aramıyordum.”
Elimdeki kitabı kapatarak uykulu yüzüne baktım. “Beni arar gibiydin,” diyerek ona takıldım. Onu izlerken yüzümde bir gülümseme olduğunun farkında değildim. “Beni arıyordun dimi?”
Uyku mahmurluğunu yavaş yavaş üzerinden atarken ifadesi yumuşamıştı. Dudaklarımı işaret etti. “Seni böyle mutlu eden şey seni arama ihtimalim mi?”
Hızla dudaklarımdaki tebessümü sildim. Kızaran yanaklarımı gizlemek için başımı elimdeki kitaba eğince gülüşünü duydum. “Ördek yerine deve kuşu olmalıydın.” Bunu gitsin anneme söylesin.
Gurur banyoya girene kadar kafamı kitaptan kaldırmamıştım. Bir süre sonra elindeki havluyla banyodan çıkmıştı. Yıkadığı yüzünü sildikten sonra havluyu yere atınca yerimde rahatsızca kıpırdandım. “Şey… Ben dağınıklıktan hoşlanmam lütfen etrafı dağıtma.”
Beni hiç duymuyormuş gibi bir şey arayarak odaya göz gezdirdi. Burada kendi eşyaları olmadığı için benim tarağımı almıştı. Kullanmadan önce tarağın içindeki birkaç tel saçımı çıkardı ve onları da yere atacaktı ki başını eğip elindeki saç tellerine baktı. Daha sonra başını çevirdi ve bu seferde saçlarıma baktı. Ne düşündüğünü zerre kadar anlamıyordum ama beni şaşırtarak elindeki saçlarımı yere atmamıştı.
Makyaj aynamın önündeki kâğıt peçetelerden birinin içine saçlarımı bırakarak aynaya doğru yürüdü. Benim tarağımla saçlarını tarayan adama yutkunarak bakıyordum. Az önce saçlarımı yere atmaya kıyamadı mı yoksa bana mı öyle geldi?
Gurur saçlarını taradıktan sonra tarağı yatağın üzerine atınca, “Pis adam,” diye homurdandım. Kendine gösterdiği özeni etrafındaki şeylere göstermiyordu. Kulübedeyken de etrafını kırıp dağıtmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Ayağa kalkıp yatağın üzerine attığı tarağı aldım. Onun bakışları altında tarağı eski yerine koyduktan sonra yere fırlattığı havluyu da almıştım. Banyoya girip havluyu astıktan sonra dışarı çıktım. Padişah hazretleri de sabah özene bezene topladığım yatağın kenarına heybetli vücudunu bırakmıştı. “Ayakkabılarımı getirir misin?”
Kollarımı göğsümde birleştirip inatçı bir tutumla çenemi dikleştirdim. “Kendin al.”
Gözlerimin içine ukala bir ifadeyle bakıp o hükmedici sesiyle konuştu. “Ayakkabılarımı getir.”
“Peki.” Bu kadar çabuk kabul ettiğimde ağzının içinde küfreder gibi konuştu. Tam duyamadım ama sanki yine bana kurma bebek demişti.
Ayakkabılarını alıp ona getirdiğimde bir nedenden dolayı sinirliymiş gibi bana bakıyordu. “Bu kadar itaatkâr olmanın bir sebebi olmalı?”
Sorgulayan bakışları beni gerdiği için yerimden rahatsızca kıpırdanarak eğildim ve ayakkabılarını ayağının önüne koydum. Hiçbir şekilde benden bir cevap alamayacağını bildiği için birkaç sinirli homurtu çıkartarak ayakkabılarını giymişti. Ayağa kalkıp dün gece masanın üzerine bıraktığı eşyaların yanına gitti. Önce saatini alıp deri bilekliğinin üzerine taktı, daha sonra da silahını beline takıp telefonunu cebine koydu. Tek kelime etmeden onu izliyordum.
Gömleğini giydikten sonra bana dönüp kapıyı gösterdi. “Gidelim hadi.” Gitmek derken?
Kapıya korku dolu gözlerle baktığımın farkında bile değildim. “Nereye gideceğiz?” Bu odanın dışına çıkmak istemiyordum özellikle de Gurur geceyi odamda geçirmişken. Evdeki herkes onunla aynı yatakta uyuduğumuzu, onun benimle seviştiğini falan düşünüyor olmalıydı. Utançtan yüzüm kızarmadan onların yanında duramazdım.
Ona hayatının en saçma sorusunu sormuşum gibi Gurur abartılı gözlerle bana bakıyordu. “Buraya mağaranda seninle saklanmak için gelmedim herhalde.” Bana tekrar kapıyı gösterdi. “Aşağıya inip sizinkilerle kahvaltı edeceğiz sonra da birlikte dışarı çıkacağız.” Bakışları gizemli bir ifadeye büründü. “Seni götürmek istediğim bir yer var.” Neden bunun beni dışarı çıkarmak için bir bahane olduğunu düşünüyorum?
Yüzümdeki korkuyu gizleyemezken somurtmaya başladım. “Seninle dışarı çıkacak kadar sana güvenmiyorum.” Kaşlarını çattığında kemiklerime kadar ürpermiştim ama bu konuda ona yalan söyleyecek değildim. Bakışlarımı onun delici bakan gözlerinden kaçırarak, “Odamdan çıkmak istemiyorum,” dedim kısık bir sesle.
“Hoşuna gitse de gitmese de saklanmayı bırakıp bu siktiğim odanın dışına çıkacaksın!” Agresif bir sesle konuşup hızlı adımlarla bana doğru yürüdü. “Ama öncesinde bir şey yapmalıyım.”
Karşımda durduğunda bana bu kadar yakın olmasının gerginliğini yaşadım. Gurur baştan ayağa beni süzerken aklından geçenleri anlamak mümkün değildi. Bir kalemle tutturduğum dağınık topuzuma, makyajsız yüzüme ve gözlerimdeki gözlüğe ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Bakışlarını biraz aşağıya indirerek üzerimdeki gri yün kazağa ve kazağın kalçamın altına kadar gelen uzunluğuna baktı.
Kazağın altına giydiğim siyah pantolona bile boş gözlerle bakmıştı. Ayağımdaki ördek figürlü peluş ev ayakkabısına bakınca yüzündeki ciddiyet kırıldı. Yumuşak ev içi ayakkabılarıma olan bakışları çok tuhaftı. Dudakları belli belirsiz kıvrılınca bunu gizlemek için boğazını hafifçe temizlemişti. Birkaç kez yalandan öksürerek kaybettiği ciddiyetini geri kazanmaya çalışmasını izledim. Yanımdayken mutlaka gülecek bir şeyler bulması benim açımdan iyi bir şey mi yoksa kötü mü, hiç bilmiyordum.
Yanıma gelme amacını hatırlayınca yüzündeki eğlenen ifade kaybolmuştu. “Eğer sizinkiler dün gece bu odada neler olduğunu sorarsa sana kötü davrandığımı söyleyeceksin anlaştık mı?” Küçük bir çocuğa laf anlatır gibi beni tembihlemesini inanamayan gözlerle izliyordum. “Sana masal okuyup seni uyuttuğumdan ailene bahsetmeyeceksin. Geceyi de aynı yatakta geçirdik.” Omuzlarını dikleştirip uzun boyundan dolayı bana üstten bakışlarını atmaya başladı. “Beni anladın mı?”
Başımı hızlıca salladım. “Sorarlarsa bana çok kötü davrandın, beni dövdün-”
Bir küfür savurup, “O kadar abartmana hiç gerek yok!” diyerek beni terslemişti.
Başımı kaldırıp kafam karışmış bir halde ona bakmaya başladım. “Ne diyeyim onlara?”
“Bana bağırıp çağırdı, korkutup ağlattı falan de.”
“Kafama kafama vurdu da diyeyim mi?”
“Deme ulan! O kadarına gerek yok.” Sinirle yüzünü ovuşturup dişlerini sıktı. “Beni hırpaladı desen onlar zaten anlayacağını anlar.”
Gözlerimi kırpıştırdığımda oldukça şaşkın görünüyor olmalıydım. “Hırpalamanın içinde kafama vurmak var mı?”
İrislerinde delici bir ifade geçtiğinde her an gerçek anlamda kafama bir tane geçirebilirdi. “Kafanı unut, kafana vurmadım ve vurmayacağım, çıkar kafanı kafandan!” deyince kıkırdayarak başımı salladım. “Anladım kafa yok ama benim kafam var.” Elimi kaldırıp başımın üstüne koydum. “Bak burada.”
Şoke olmuş gözlerle bana bakarken çıldırmak üzereydi. “Farah sus!” dedi sinirle. “Sen konuştukça akıldan noksan bir kadınla evlendiğime daha çok ikna oluyorum.”
Suratım o kadar hızlı asıldı ki başımı önüme eğmiştim. “Sende akıldan noksansın ama ben sana bir şey demiyorum.”
“Ben akıldan noksan değilim. Birkaç raporumun olması beni aptal biri yapmaz.”
“Ben aptal mıyım?”
“Yorum yapmayacağım.”
Başımı kaldırıp onu görmek için kafamı arkaya eğdim. “Ben aptal mıyım?”
Nefesini sertçe verdi. “Nereden bileyim!”
“Ben aptal mıyım?”
“Farah sinirleniyorum.”
“Ben aptal mıyım?”
“Harbi takıldı!” Sabah sabah canından bezmiş gibi çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Sen gördüğüm en zeki kadınsın!”
Asık suratımdan değişen hiçbir şey olmamıştı. “Daha içten söyler misin? Şey… Pek inanarak söylemedin gibi.”
Yüzüme garip bir bakış attı. “Bunu yaparken bir ayağımın üzerine diz çökmemi de ister misin?”
Hızlıca başımı salladım. “Olur.”
Sinirlerini haddinden fazla bozmuş olmalıyım ki kendini tutamayıp güldü. “Bir dahaki sefere artık,” diyerek bana göz kırpması çok sempatikti.
“Şimdi.” Aramızdaki mesafeyi kapatarak hafifçe üzerime eğildi. “Aşağıdakilerin geceyi her anlamda birlikte geçirdiğimizi düşünmelerini sağlamalıyım.” Gizemli bir sesle konuşarak beni gösterdi. “Vücudunun görünen bir yerinde küçük bir iz bırakmalıyız.”
Korku içinde ondan uzaklaşarak geriye çekildim. “Beni kesecek misin?” Dehşete kapılmıştım. “Yine beni dikmekten bahsetmiyorsun, değil mi?”
Onu gerçek anlamda delirtiyormuşum gibi bakışları sertti. “Seni bir daha dikmeyeceğim unut artık şunu!” Yüzündeki her kas seğiriyordu. “Birlikte olduğumuzu düşünmeliler!” Boynundaki nabzı attığında yüzü sertleşmişti. “Bunu sana nasıl anlatabilirim ki. Bak şimdi-” demişti ki, “Siktir etsene!” dedi ve hızla aramızdaki mesafeyi kapattı. Belimden tutuğu gibi beni göğsüne çekti ve dudaklarını boynuma bastırdı. Nefes dahi alamadım. İkinci kez beni boynumdan öpüyordu. Bunu gerçekten yapmıştı.
Böyle bir şey yapacağına ihtimal dahi vermediğim için kollarının arasında hiç kıpırdamadan duruyordum. Sanırım şoke olmuştum. Gurur’un elleri belimi sıkıca tutarken benim ellerim emanet bir şekilde onun göğsüne yaslıydı. Dudakları boynumda durdukça titremelerim artıyordu. Sıcak dudaklarının tenime olan teması en az ilki kadar yoğun ve yakıcıydı. Omurgama ateş gibi kavurucu bir his yayıldığında kalbim teklemişti.
Onu itmiyor veya kollarının arasında çıkmak için herhangi bir eylemde bulunmuyordum. Bir kez daha Gurur Kalender’den nefret etmenin ne kadar zor olduğu gerçeğiyle yüzleşiyordum. Dudakları ilkine göre bu sefer boynumda daha uzun kalmıştı. Önce boynumu öptü fakat daha sonra dudaklarını aralayıp öptüğü yeri hafifçe ısırdı. İliklerime kadar titredim.
Dişlerinin tenimde bıraktığı acıyı almak ister gibi aynı yeri tekrar öpünce artık nefes almıyordum. Başını hafifçe geriye çekerek boynumda bıraktığı ize baktığında yeşilleri daha önce hiç görmediğim bir koyuluktaydı. Gözlerindeki bu ifadenin ne olduğunu çözemiyordum. Boynuma olan bakışları sanki tekrar ve tekrar öpmek ister gibiydi.
Onun tuhaf bakışlarının aksine ben şaşkın gözlerle ona bakıyordum. “Boyun fetişin mi var senin?” diye sordum sakince. Başımı yana doğru eğerek izini bıraktığı boynumu açığa çıkardım. “Bir daha öpmek ister misin?”
Söylediklerim kulağına ulaşınca benden o kadar hızlı ayrıldı ki, bu hızı müthişti. Az önce ne yaşadı, hiç bilmiyorum ama kendine gelmek için başını iki yana sallayarak silkelendi. Daldığı bir rüyadan uyanmak ister gibi fevriydi hareketleri. Boğazını temizleyip birkaç kez yalandan öksürdükten sonra kızgın bakışlarını bana çıkartmıştı. Onu sinirlendiren şeyi bilmiyorum ama oldukça kızgın bir şekilde bana bakıyordu. “Kimsenin boynuyla ilgilendiğim yok!”
Son derece sakin bir hareketle başımı salladım. “Peki.” Kazağımın geniş yakası omuzuma doğru kaydığı için bunu ona gösterdim. “İkinci kez öpmeyi düşünmüyorsan yakamı düzelteceğim.”
Söylediğim ve yaptığım her şey onu deli ettiği için öldürmek istercesine bana bakıyordu. “Düzelt seni öpmekle ilgilenmiyorum!”
Onun aksine çok sakindim zaten onu delirten şeylerden biri de bu sakinliğimdi. Kazağımın yakasını düzeltip meraklı gözlerimi ona diktim. “Neden sinirlisin?”
Bakışlarını benden çekip rastgele her yere bakmaya başlamıştı. “Sinirli değilim.” Bunları söyledikten sonra bana sırtını dönüp odanın içine ilerledi.
“Emin misin?” Peşinden yürümeye başladım. “Bence sinirlisin.”
Benden kaçar gibi adımlarını hızlandırdı. “Bir gram bile sinirli değilim!”
Peşinden pıtı pıtı adımlarla yürürken ona yetişmeye çalışıyordum. “Ama sesin çok sert çıkıyor. Sinirli olmadığına emin misin?”
“Değulum da heç sinir yoktur bende!”
Odanın içinde dönüp dururken kıkırdadım. “Sana o kadar inanıyorum ki.” Karadeniz ağzıyla konuşması bile ne kadar sinirli olduğunu gösteriyordu.
Peşinde yürürken bir anda bana doğru dönünce az kalsın ona çarpacaktım. İrkilerek elimi hızlanan kalbime bastırdım. “Ödüm koptu.”
Sabah sabah onu çıldırttığım için çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Kopartacağum ben şimdi bir yerleruni ama ödün mü olur yoksa kafan mi, işte orasini bilmeyim!”
İki elimi kaldırıp sıkıca başımın üstüne bastırdım. “Hani kafa yoktu?”
“Sus ula, Allah kuran hakki için sus yoksa elumde kalacaksun!”
“Çok mu konuşuyorum ben?” Alınganlık yaparak suratımı astım. “Geveze miyim?”
Bir küfür savurup yumruklarını sıktığında şakaklarındaki damarlar nabız gibi atıyordu. “Çikalum şu odadan yoksa heç iyi şeyler olmayacak!”
Odadan çıkmaktan bahsedince beti benzim atmıştıtı. “Çıkmayacağım dışarı.”
Benimle inatlaşarak, “Çıkacaksun,” dedi.
“Çıkmayacağım.”
“Çıkacaksun!”
“Görürsün bak çıkmayacağım.”
“Görelum bakalum!” Aramızdaki mesafeyi birkaç adımla kapatıp yanıma geldi. Bana kaçma fırsatı vermeden eğilip beni omuzuna atarak doğrulmuştu. Onun sırtından baş aşağı sarkınca, “Bu sayılmaz,” dedim sakince. “Kendi rızamla çıkmadığım için çıkmış sayılmam.”
Onda sinir namına hiçbir şey bırakmamışım gibi yüksek sesle çıkan gülüşünü duydum. “Sen gerçek anlamda adamı delirtirsin! Sabah sabah ne yaşattın kızım bana!”
Beni sırtına atarak odadan çıkardığında ne bağırıyordum ne de inmek için çırpınıyordum. Her şeye çok hızlı uyum sağladığım için gözlerimdeki gözlüğü tutmak dışında hiçbir şey yapmıyordum. “Boynumu ısırdığın iyi oldu,” dedim baş aşağıya sarkarken. “Benim de o izi göstermek istediğim birileri var.” Seçil’in görmesini istiyordum.
Beni sırtında taşıyarak merdiveni inerken, “Kimin görmesini istiyorsun?” diye sordu merakla.
“Söylemeyeceğim. Şey… Midem bulandı beni yere indirir misin?”
“Yukarı kaçarsın.”
“Elimi tut o zaman. Elimi tutarsan kaçmam.”
“Elini tutmayınca kaçacak mısın?”
“Evet.”
Bir kez daha yüksek sesle güldü. “Nasıl bir belasın sen?”
“Bela mıyım ben?”
“Hem de en püsküllü olanından.”
“Benden nefret mi ediyorsun?”
“Kulağa fazla imkânsız geliyor.” Bunu söylerken sesi düşünceli çıkmıştı.
Beni dikkatli bir şekilde omuzundan indirip ayaklarımın üzerinde durmamı sağladı. Saçlarımı, gözlüğümü ve yukarı toplanan kazağımı onun bakışları altında düzeltmiştim. Merdivenin ortasında karşı karşıya dururken ona elimi uzattım. “Tut ki kaçmayayım.” Bu konuda kendime hiç güvenmiyordum.
Muzır bakışları ne kadar eğlendiğini gizleyemezken gülerek başını belli belirsiz salladı. “Tutalım bakalım.” Ona kıyasla daha küçük olan elimi avucunun içine hapsetmişti. Göğüs kafesimi tekmeleyen kalbimin hızını düşürecek hiçbir yol yoktu. Eli elime değince bile soluğum kesiliyordu. Bunu ondan gizlemek hiç kolay değildi.
Gurur her ne düşünüyorsa dudakları düz bir çizgide buluşmuştu. Yüzündeki mutluluk silinirken canını sıkan bir şeyler olduğunu görebiliyordum. “Sizinkilerin yanında sana karşı sert ve kötü olacağım.” Bunu yapmaktan nefret ediyormuş gibi bakıyordu. “Fazla alınmamaya çalış olur mu?”
“Şey gibi mi, rol yapmak?” Anlamaya çalışarak başımı kaldırıp yüzüne baktım. “Mahsusçuktan yani?”
“Evet ama onlar gerçek sanmalı?”
Onu onaylayarak başımı salladım. “Peki.”
Her şeyi bu kadar hızlı kabul etmemle omuzları gerilmişti. “Bir ara senin şu huyunla da ilgilenmek gerek.” Elimi sıkarak merdiveni inmem için beni yürümeye zorladı. “Sizinkilerin yanında sana olan davranış şeklimin gerçek olmadığını unutma.”
Aşağıya inerken bir yandan beni uyarıyor bir yandan da bu konuda bana hiç güvenmediğini bakışlarıyla belli ediyordu. Ona ayak uyduramayacağımdan neredeyse emin gibiydi. “Senden çok şey istemiyorum orada ağlama yeter bana.”
“Ağlayınca ne oluyor ki?” diye sordum safça.
Küfreder gibi hoşnutsuz bir suratla, “O zaman yalandan da olsa sana kötü davranamıyorum!” dedi sertçe.
“Artık hep ağlayacağım.”
“Gebertirim!”
Yorumlar