Roman
  • 25/11/2025

6-SENİN HİKAYENDEKİ CANAVAR

“Seninle olmanın bile bir diyeti vardı ve ben henüz bunu ödemeye başlamamıştım. Nasıl bir çelişkisin ki sen, zerre kadar sana güvenmezken güvenmeyi her şeyden çok istiyordum.”

Üç yıl önceki olayda Gurur’un bana hiç zarar vermediğini öğrenince hayatım bir anda güzelleşmeye başlamıştı. Dün geceye kadar son üç yılımı bir odada geçirerek kendimi cezalandırdığımın hiç farkında değildim. Babamın düşmanına sempati duymak ve hemen sonra onun tarafından komalık olmak benim suçummuş gibi üç yıldır insan içine hiç çıkmamıştım. Ancak dün gece Gurur’la konuşup gerçekleri öğrenince her şey bir anda değişmeye başlamıştı.

Ben yanlış kişiye güvenmemiştim çünkü olanlar bizim suçumuz değildi. Beni mutlu eden tek şey Gurur’un masum çıkmasıydı. Dün geceye kadar onun suçsuz olduğunu bilmeye ne kadar çok ihtiyacım olduğunu hiç anlamamıştım. Beni hayal kırıklığına uğratmasını istemiyordum.

Gurur bana ailemin yanında neler yapacağını ve bana nasıl davranacağını anlattıktan sonra birlikte yemek salonuna yürüdük. İçeriden annemin, “Bunu nasıl yaparsın!” diyen kızgın sesini duyunca adımlarım yere çivilen. “Kızımı hastanelik eden o akıl hastasını nasıl bu eve alırsın!” Annem olanları duymuş olmalı ki eve erken dönmüştü.

İçimden bir ses Seçil’in ona haber uçurduğunu söylüyordu. Gurur ile aynı odada bir gece kalmama bile dayanamadığı için her şeyi anneme yetiştirmişti. Babamın, “Bu olanları bende beklemiyordum, Demet,” diyen sesini duyunca içeriden bir şeylerin kırılma sesi geldi. Annem çıldırmış olmalıydı.

İçeri girdiğimde tüm ailemin burada olduğunu gördüm. Annem ayağının tozuyla babamdan hesap sormaya geldiği için henüz üzerindeki paltosunu bile çıkarmamıştı. Ayaklarının önünde kırılan vazonun parçaları varken sinirli gözlerle babama bakıyordu. O kadar kızgındı ki öfke saçan siyah gözleri babama kenetlendiği için henüz Gurur ile ikimizi görmemişti. “Ben sana o heriften kurtul dedim ama sen onu eve mi aldın?”

Annemin sinirlendiği anlar babamın en sıkıntılı zamanlarıydı çünkü annem kafası atınca her şeyi yapabilecek bir kadındı. Babam onun karşısında adeta kıvranarak, “Demet önce beni dinle-” demişti ki annem çantasındaki telefonu çıkardı. “Mahkemede anlat derdini!” Son derece kararlı bir şekilde çenesini dikleştirdi. “Kızımı da alıp defoluyorum hayatınızdan!” Mahkeme mi?

Annem bir yeri ararken sinirden deliye dönmüş gözlerle babama bakıyordu. Buna rağmen sesinin desibeli oldukça ölçülüydü. “Seni uyardım, Ümit.” Güzel yüzünün her zerresi kasılırken yerinde zor duruyordu. “Kirli işlerine kızımı alet etmemen konusunda seni uyardım.” Avukatını aradıktan sonra telefonu kulağına yaslayıp babamın gözlerinin içine baktı. “Ümit’ten boşanıyorum,” deyince salonun içi buz kesmişti. “Derhal davayı aç avukat.”

Şimdi ikisi de durmuş birbirine bakıyordu. Aralarındaki birkaç adımlık mesafe birbirlerine yakın olmalarını engelleyen tek şeydi. Boşanmayı duyan babamın yüzü bembeyaz olurken sertçe yutkunmuştu. Endişe içinde başını iki yana sallayıp ona doğru bir adım attı. “Demet yapma!”

Babamın attığı adıma karşılık annem arkaya çekilerek aralarındaki üç adımlık mesafeyi korudu. “O piçi evimize alırken bunu düşünecektin!” Sesi buz gibiydi. “Bunun bir dönüşü yok kızımı da alıp gideceğim.”

Bizi kaybetmekten korkan babam gözleriyle adeta anneme yalvarıyordu. “Demet n’olur önce bir sakinleş.”

Çatık kaşlarla ona bakan annem kendinden taviz vermiyordu. Soğuk gözlerle babama bakmaya devam ediyordu. “Kızımı düşünmeyen bir adamın yanında daha fazla kalmayacağım.”

Eli ayağı titreyen babam yerinde sendelediğinde annemi durduramayacağını biliyordu. Konu ben olunca annemin ondan boşanacak kadar gözünü karartacağını iyi biliyordu. Suratındaki tüm kan çekilirken acı çekercesine, “Demet bunun bir dönüşü olmaz,” diye fısıldadı azap dolu bir sesle. “Sana yalvarıyorum iyi düşün.”

Annem omuzlarını dikleştirip babamın gözlerinin içine baktı. Gözlerinin siyahında gördüğüm şey tüm gemilerini yakan bir kadının kopardığı fırtınaydı. “Anne ne boşanmasından bahsediyorsun?” Daha fazla dayanamayıp ona doğru koştum. “Avukatını aradığına inanamıyorum.” Babamdan boşanamazdı, bu çılgınlıktı!

Yanına gidip hemen koluna yapıştım. Babam adına ona yalvararak kolunu sıkıca tuttum. “Hemen bir karar vermeden önce beni dinle.”

Beni gördüğünde bile öfkesinde azalan bir şey olmadı çünkü babamın suçunun ortağıydım. Kolunu sertçe çekerek benden uzaklaştığında bana da ne kadar kızgın olduğunu görebiliyordum. Çatık kaşlarla bana bakıp merhametini benden esirgiyordu. “Topla eşyalarını!” Sesi gür ve sertti. “Gidiyoruz bu evden!”

“Anne-”

“O akıl hastasının olduğu bir evde seni bırakmayacağım!” demişti ki gözleri Gurur’u bulunca kan beynine sıçradı. Kapının önünde tüm sakinliğiyle bu olanları izleyen Gurur’u görmek bile annemi delirtmişti. “Piç kurusu!”

Omuzlarındaki paltoyu iterek yere düşürdükten sonra, “Kızımdan uzak dur!” diye bağırıp Gurur’un üzerine yürüdü. “Sen ne cüretle benim kızıma dokunursun? Benim ipeklere sararak büyüttüğüm kızıma ne hakla vurursun!” Gurur’un karşısında durduğunda ona öyle bir tokat attı ki, Gurur’un başı omuzuna doğru düşmüştü. Herkes sustu hem de herkes.

Kahretsin!

Annem korkusuzca Gurur’un karşısında dururken ojeli parmaklarını avucunun içine büküp sıktı. “Seni bir daha kızımın yanında görmeyeceğim!” diye bağırdıktan sonra ikinci kez Gurur’a sert bir tokat atmıştı. “Kim olursan ol kimseye kızımı ezdirmem!” Konu ben olunca annemin kimseden korkusu olmazdı. Her şeyi yapabilecek kadar gözünü karartmıştı.

Annemin Gurur’a attığı tokat büyük bir gerginliğe yol açmıştı çünkü vurduğu kişi Deli Gurur’du. Kadın erkek dinlemeden karşısındaki herkese her şeyi yapabilecek biriydi. Garip olansa Gurur’un annemin ona vurmasına izin vermesiydi. O tokat onun yüzüyle buluşmadan annemin elini havada yakalayacak reflekslere sahipti ama bunu yapmamıştı. Sanki ben komadayken annemin çektiği acılardan onun da payı varmış gibi ona vurmasına izin vermişti.

Gurur’un sorunu babamlaydı annemle değil. Bu yüzden anneme karşı sabırlı olmaya çalışıyordu. Yediği tokatlara rağmen burnundan birkaç kez derin derin nefesler alarak anneme döndü. Alay ederek kaşlarını yukarı kaldırmasına inanamadım. “Bu kadar mı?” dediği an annemden üçüncü kez okkalı bir tokat yemişti.

“Kızım o benim!” Annem sinirden yerinde duramazken Gurur başını çevirdiği an yeniden ona şiddetli bir tokat attı. “Sahip olduğum tek evlat! Babasıyla bir sorunun varsa onunla halledecektin kızımla değil!”

O kadar tokattan sonra Gurur’un yanağı kızarınca içim acımıştı. Annem tekrar ona vurmadan hemen onların yanına koştum. Düşündüğüm gibi de olmuştu. Annem bir kez daha ona vurmak için elini kaldırınca araya girip bileğini yakaladım. “Anne n’olur yapma.” Çaresizce çırpınarak ona yalvardım. “Vurma Gurur’a.”

Gurur’u savunduğum için annem iyice çıldırmıştı. Sinirden gözü seğirirken inanamayan bakışlarını bana dikti. “Sen ne aptal bir kızsın!” diye bana kızdığında sinir krizleri geçiriyordu. “Senin canına kasteden birini nasıl savunursun!” Şuurunu kaybetmiş bir halde bana da el kaldırınca, daha onun eli yüzüme değmeden Gurur annemin bileğini yakalamıştı.

Gurur arkamda olduğu için omuzumun üstünden elini uzatarak annemin bileğini yakalamıştı. Başımı çevirince Gurur’un çatık kaşlarıyla karşılaştım. Sert bakışları annemin üzerindeydi. “İşte buna müsaade etmem, Demet Hanım!”

Kolumdan tutarak beni arkasına çektiğinde annemin tam karşısına dikilmişti. Bunu yaparken hâlâ annemin bileğini tutuyor, delici gözlerle ona bakıyordu. “Bana vurmak mı istiyorsun, vur ama bu elin karıma kalkmayacak!” Midem kasıldı. Odadan çıktığımızda ailemin yanında bana kötü davranacağı konusunda kararlıydı ama işler bir anda değişmişti. Şimdi annemin karşısında duruyor, onun bana vurmasını engelliyordu. Bir dediği diğerini tutmuyordu.

Annemin sinirli yüzünde değişen hiçbir şey olmazken kara gözlerinde şaşkınlığın küçük bir emaresi geçmişti. Üst üste ona tokat atmasına rağmen onu durduracak hiçbir şey yapmayan Gurur, konu ben olunca annemi durdurmuştu. Annem bunun sebebini düşünürken elini sertçe çekerek kendini Gurur’dan kurtarmıştı. Koluma yapışıp, “Yürü!” diyerek bana kapıyı gösterdi. “Seninle konuşacağız!”

Gurur annemin kolumdaki eline bakarak dişlerini sıktı. Ona engel olmak için bir adım atmıştı ki başımı iki yana salladım. “Lütfen karışma annem bana zarar vermez.” Gurur’u durdurarak kapıya yürüdüm. Annemle arama girmemeliydi.

Gurur bu evde birilerinin canımı yaktığından şüphelendiği için bunu bana yapan kişinin annem olduğunu düşünmesini istemiyordum. Annem bana asla zarar vermezdi hatta yirmi beş yıllık hayatımda bugün ilk kez bana el kaldırmıştı. Gurur’u savunmasaydım bu kadarını bile yapmazdı.

Annemle dışarı çıktığımızda babamda peşimizden gelmişti. Babamın çalışma odasına girdiğimizde annemin ters bakışları babamın üzerindeydi. Her an ayağındaki topuklu ayakkabıyı çıkartıp babamın kafasına fırlatabilirdi. Onu görmeye bile katlanamadığını gizlemiyordu. Babama bakmak sinirlerine iyi gelmediği için hesap soran gözlerini bana dikti. “O herif dün gece sana bir şey yaptı mı?”

“Yapmadı.”

Boynumdaki morluğu daha yeni görünce kan beynine sıçramıştı. Sinirden boğazında garip bir ses çıkartırken yumruklarını sıkarak kapıya yürüdü. “O orospu çocuğunu öldüreceğim!”

Hızlı adımlarla kapıya yürürken çantasından çıkardığı silahı görünce, “Anne!” diye bağırıp hemen yolunu kestim. Dışarı çıkmasına engel olarak kapının önünde durdum. “Anne valla düşündüğün gibi değil.” Kollarımı iki yana açarak dışarı çıkmasına izin vermedim. “Önce beni dinle sonra ne yapacaksan yap.” Gözünü bile kırpmadan Gurur’u vuracak kadar deliydi.

Elindeki silahı sıkıca tutarken çatık kaşlarının altında sabırsızca bana bakıyordu. “Sana dokundu mu?” İhtimali bile burayı kana bulamasına yeterdi. “Yaptı mı böyle bir şeyi!”

“Hayır, yemin ederim ki hayır!” Bunları söylemem Gurur’u kızdıracaktı ama annem ve babamın bilmesi gerekiyordu. “Masal okuyarak beni uyuttuktan sonra kendi de koltukta yattı.” Hızlıca başımı salladım. “Sarkaçla uyumam saatleri buluyor bu yüzden beni masalla uyuttu.” Boynumdaki morluğu gösterdim. “Aramızda bir şeyler geçtiğini düşünmeniz için sabah odadan çıkmadan önce boynumda iz bıraktı.”

Gurur bunları onlardan gizlemem gerektiğini söylemişti fakat bu olanlardan sonra bunu yapamazdım. Annem ve babam gerçekleri bilmeliydi. Gurur’un yanında tehlikede olmadığımı bilmedikçe benim için endişelenmeyi bırakmazlardı. En önemlisi Gurur’un hayatı için ailem gerçeği bilmeliydi çünkü annem babam gibi değildi. Kalenderlerle başlayacak bir kan davasını umursamadan Gurur’u vurabilirdi. Böyle anlarda annem babam gibi sağlıklı kararlar vermezdi.

Söylediklerimden sonra babamın yüzünde apaçık bir afallama ifadesi oluşmuştu. “Masal mı okudu sana?” Benden duymayı beklediği son şey bile bu değilmiş gibi şaşkındı. “Ne demek sana masal okudu?”

“Yalan söylemeyi kes, Farah!” Annem sinirinden hiçbir şey kaybetmeden ters gözlerle bana bakıyordu. Kızgın bakışlarından söylediklerime zerre kadar inanmadığını görebiliyordum. “Düşmanının kızına neden masal okusun? Onu korumak zorunda değilsin!” Gözlerini kıstı. “Ondan korktuğun için mi onu savunuyorsun?”

“Anne yemin ederim gerçekleri söylüyorum.” Üç yıldır süren suskunluğumu bozarken çok gergindim. “O kulübede sandığınız gibi Gurur bana işkence etmedi.” Bugüne kadar bu konuda susmamın en büyük nedeni Gurur’un beni hastanelik ettiğini düşünmemdi. Artık gerçekleri bilmeleri için bir engel yoktu.

Dün gece blöf yapıp Gurur’a bunları yapan sendin dememe rağmen o olmadığını söylemişti. Gerçeği öğrenmek için defalarca o olduğunu söylemiştim fakat hiçbirini kabul etmemişti. Orada olmadığını söylerken gözlerinde en küçük bir yalan yoktu. Bana vurmadığını söylerken ne sesinde ne de gözlerinde bir yalan yoktu. Bu konuda bana yalan söylemesi için bir sebep bulamıyordum. Belki büyük bir hata yapıyordum ama Gurur’a güvenmek istiyordum.

Önce anneme sonra da babama bakıp bakışlarımı kaçırdım. “Bunu bu kadar geç anlattığım için üzgünüm ama bana vuran Gurur değildi.” Bana tüm o fenalığı kimin yaptığını hatırlamadığımı onlara söylemedim. Hatırlamadığımı bilirlerse Gurur’un yaptığını ama hatırlamadığım için ona konduramadığımı düşünürlerdi. Daha fazla Gurur’u yanlış değerlendirmelerini istemiyordum.

“Yanında kaldığım süre boyunca Gurur bana hiç kötü davranmadı.” Onları buna inandırmak için göz kontağını bozmadım. “Yemeklerimi bile bizzat kendisi hazırlardı. Ondan kaçmaya çalışırken kurt kapanına yakalandığım için ayağımı yaralamıştım. Kulübeye kadar beni kucağında taşıdı ve benim için doktor getirtip yarama baktırdı.” Pantolonumun paçasını yukarı çekerek onlara ayak bileğimdeki dikenli tel dövmesini gösterdim. “Yaralandığım için yürüyemiyordum bu yüzden Gurur beni her yere kucağında taşırdı.”

Duyduklarından sonra annem ve babam göz göze geldiğinde ikisinin de bakışlarında yoğun bir kafa karışıklığı vardı. Gurur’un beni komalık ettiğine çok eminken bunlar duymayı bekledikleri şeyler değildi. Bana inanmadıklarını görebiliyordum, bir nedenden dolayı yalan söylediğimi düşünüyorlardı. “Gerçeği söylüyorum.”

Bunca yıl susup onlara yanlış şeyler düşündürttüğüm için bakışlarımda yoğun bir suçluluk duygusu vardı. “Karun benim yerimi nasıl buldu sanıyorsunuz? Onu arayan Gurur’du.”

Derin bir nefes aldığımda omuzlarım düşmüştü. “Gurur bir hafta boyunca bebek gibi bana baktı. Kulübedeki son gecemde yine bana masal okuyup uyutmuştu. Sabah beni uyandırıp gitmesi gerektiğini ve artık evime dönebileceğimi söyledi.” Gurur’u aklamak için gerçekleri biraz çarpıtarak anlatmaya başlamıştım. Onlara yalan söylemek hoşuma gitmiyordu ama bana inanmaları için biraz yalana ihtiyacım vardı.

“Artık evime dönebileceğimi söylemişti.” Annemin güzel yüzündeki hayret verici ifade anlattıklarıma inanmadığını gösteriyordu. Babamsa mekanik bir suratla suskunluğunu koruyup devam etmemi bekliyordu. Babamın ne düşündüğünü anlamak fazla zordu.

Sırasıyla bakışlarım ikisinin üzerinde gezinirken daha şimdiden soğuk terler dökmeye başlamıştım. “Gurur’un beni kaçırmasının amacı babamın canını yakmak için benimle evlenmekti. İstediği evlilik olunca beni yanında tutması için bir sebebi kalmamıştı. Aceleyle çıkması gerektiği için yeğenini arayıp ona yerimi söyledi ve gitmişti.” Onları buna inandırmak için yüzüme içli bir ifade kondurdum. “Tabii gitmeden önce beni koruması için yanımda beş adamını bırakmıştı.”

Gurur beni uyandırmadan oradan ayrılmıştı ama bizimkilerin bu kadarını bilmelerine gerek yoktu. Doğru mu yapıyordum, bilmiyorum ama gerçekleri biraz çarpıtarak anlatıyordum. Bana inanmaları için buna mecburdum. “Canımı yakan Gurur değildi,” diye fısıldadım. “O değildi.”

İkisinin tepkisizliği beni germeye başlamıştı. “Bunca zamandır susmamın nedeni o gün Gurur’un beni bırakıp gitmesiydi. Eğer gitmeseydi o varken birileri kulübeyi basıp bana zarar veremezdi.” Keşke o gün beni uyandırsaydı. Eğer beni uyandırsaydı o kulübede tek başıma kalmak yerine ondan beni evime bırakmasını isterdim. O zaman tüm bunları yaşamazdım.

Babamın gözlerinin içine baktığımda bana inanmasına ne denli ihtiyacım olduğunu gizleyemiyordum. “Beni kaçıran Gurur’du, bizzat evime getirip sana teslim eden de o olmalıydı.” Gerginlik içinde nefesimi sesli bir şekilde verdim. “Bunu yapmadığı için ona kızgındım bu yüzden şu zamana kadar gerçekleri size anlatmadım.” Gurur’u savunmak için olayları değiştirerek anlattığıma umarım pişman olmazdım.

Annem ve babam doğru mu yoksa yalan mı söylediğimi bir türlü anlayamıyordu. İkisi de ne düşüneceğini ve ne yapacağını bilmez bir halde bana bakıyordu. “Bu anlattıkların hiç mantıklı değil,” diyen annemin suratı kireç gibi solmuştu. “Bu söylediklerin seni kaçırmasındaki amaçla uyuşmuyor.”

Babam yüzünü sertçe ovuşturarak odanın içinde volta atmaya başlamıştı. “Farah’a iyi davranarak ne planlıyor olabilir?” Bunu bilmemek onu kızdırıyordu. Parmaklarını aklar düşen saçlarından geçirip kısık bir sesle küfretti. “Ne geçiyor o piçin aklında!”

“Çok belli değil mi?” Annem ona beni gösterdi. “Aptal kızımızın güvenini ve sevgisini kazanmaya niyetli.” Aşağıda Gurur’u korumaya çalıştığım için annem bunun öfkesiyle bana bakıyordu. “O kadar aptalsın ki seni kullandığının farkında bile değilsin!”

“Anne-”

“Farah o herhangi bir art niyet beslemeden sana sempati duyacak biri değil!” Çatık kaşlarla beni susturduğunda öfkesinin yanı sıra benim için ne kadar endişelendiğini görebiliyordum. “Bizi Leyla’nın katili sanıyor.” Sözleri tokat gibi yüzüme çarparken beni gerçeklere uyandırmak ister gibi bakıyordu. “Gurur bizden öcünü almadan durmayacak, Farah.”

Asılan suratımı görünce nefesini sesli bir şekilde vererek yanıma geldi. “Anlamıyor musun, seni bir kez daha üzmesinden çok korkuyorum.” Beni korumak istercesine elimi tuttu. “Sen bizim için çok değerlisin ve Gurur bunu çok iyi biliyor.”

Bana olan bakışı korku doluydu. “Babandan alacağı en büyük intikam seni her anlamda parçalamaktan geçiyor.” Boştaki elini kaldırıp sol göğsümün üzerine bastırdı. “Bu yüzden sana iyi davranarak kalbini çalmaya çalışıyor olabilir.” Acı içinde yutkundum. Annem haklı olabilir miydi?

Aptallığım karşısında annem üzgünce bana bakarken dudaklarını büzdü. “Ah, Farah o kadar toysun ki erkekler konusunda hiçbir şey bilmiyorsun.” Elini kaldırıp narin parmaklarını yüzümde gezdirdi. “Sana iyi davranmasına aldanıp ona güvenme. Ne amaçla geri döndüğünü bilmiyoruz.” Bu sözleri bir başkasında duysaydım belki bu kadar üzülmezdim ama bunları söyleyen annemdi ve annem çok az yanılırdı.

Beni Gurur’dan korumak için bulduğu tek çözümde ısrarcı olarak, “Gidelim bu evden,” dedi kararlı bir sesle. Babamın hızla ona dönen bakışlarını umursamadan yanağımı okşadı. “Baban ve onun belalı düşmanlarının sana ulaşamayacağı bir yere gidelim.”

Annemin gitmekte ısrarcı olduğunu gören babamın çenesinde birkaç kas seğirmişti. “Nereye giderseniz gidin tüm bu sorunlar peşinizden gelir. Bunları bilmiyormuş gibi konuşma!” Annemi kararından döndürmek ister gibi bakışları sertti. “Güvende olacağınız tek yer benim yanım!”

“Senin yanın mı?” Annem gözlerini belerttiğinde hayretler içinde kalarak babama döndü. “Kızım iki kez kaçırılırken senin yanında olmak onu korumadı!”

“Onu düşünen bir tek senmişsin gibi davranmayı bırak, o benim de kızım!”

“O zaman bir baba gibi davran ve kızını koru!”

“İkinizde şuna bir son verin lütfen.” Birbirlerine seslerini yükselttiklerinde ne denli korktuğumu gizlemeden, “Bağırmayın,” diye fısıldadım. “Şu an için yapacağımız hiçbir şey yok.”

Benim yüzümden babamla sorun yaşamasını istemediğim için bakışlarımı anneme çıkardım. “Babamı anlamaya hiç çalışmıyorsun. Gurur’un bu evde kalmasına izin vermekten başka çaresi yoktu.” Olaylara babamın açısından bakmıyordu.

Ona babamı savunduğum için hiddetlenerek tam bana kızacaktı ki, “Anne yaptık bir hata ama bunun için babamdan boşanamazsın,” dedim üzgünce. Boşanmakta nerden çıkmıştı Allah aşkına.

“Gurur’u sandığın gibi evden göndermek kolay değil. Dün gece tüm bölge liderlerinin gözleri önünde bu evde karısıyla kalacağını, ona izin verilmezse beni alıp gideceğini söyledi. O bunları söylerken yeğeni Karun’da oradaydı. Liderlerin hepsi karısını almaya hakkı olduğunu gösteren mırıltılar çıkardı.” Babamın neden böyle bir şeye izin verdiğini doğru şekilde anlamasını istiyordum.

Dünden beri yaşadığım stresin ağırlığıyla omuzlarım düşmüştü. “Gurur bu evdeyken ilk hamle ondan gelmedikçe ona bir şey yaparsak Karun’a saldırı hakkı doğar. Diğer tüm liderlerin desteğini de arkasına alıp Tozlu’lara saldırır. Ailemizdeki kayıpların sorumlusu olmak istemiyorum.” Dolan gözlerle anneme yalvararak baktım. “Bunu kaldıramam.”

Gözlerime akın eden yaşlara kıyamadığı için elimi tutarak sıktı. “Bu olanlar senin suçun değil.” Beni buna ikna etmek istercesine başını iki yana salladı. “Olacaklar da senin suçun olmaz.”

“Biliyorum ama bu suçlu hissetmeme engel olmaz.” Ondan merhamet dilenerek, “Lütfen,” diye fısıldadım. “İşleri babam ve benim için daha da zorlaştırma. Gurur kendi istemediği sürece onu bu evde gönderemeyiz. Seninle evden ayrılmama izin vermeyecektir. Gitmeye yeltendiğimde beni alıp götürmeye kalkışabilir. Bu olduğunda silahlar patlar ve çok fazla kan dökülür.” Gurur’un arkasında Karun Kalender gibi güçlü bir isim vardı. Amcasını korumak için gözünü bile kırpmadan herkesi dünya üzerinde silebilirdi.

Kalenderlerle kıyaslandığımızda bizler zayıf olan taraftık.

Karun’un çevirdiği dolaplar olmasaydı babam şimdiye çoktan Gurur’dan kurtulmuştu. Fakat Karun uzlaşmacı biri gibi görünerek her defasında amcasını kurtaracak bir yol bulmuştu. Henüz üç yıllık lider olmasına rağmen o masada büyük bir yer edinmişti. Hamlelerini zekice yapıyor ve güçlü müttefikler ediniyordu. Karun, amcası ve kardeşlerini korumak için her şeyi yapabilecek biriydi.

Gurur bu evde zarar gördüğü an tüm gazabıyla Tozlu’ların üzerine çökeceğini biliyordum. Karun’un öfkesini üzerimize çekmek hiç akıllıca olmazdı. Üstelik Karun’un Duha Tunus gibi güçlü bir müttefiki vardı. O ikisi kedi köpek gibi sürekli birbirleriyle didişseler de yardıma ihtiyaçları olduklarında birbirlerinden desteklerini esirgemezlerdi.

Asıl endişe verici olansa Gurur’du çünkü Karun’dan daha tehlikeli biriydi. Şu zamana kadar canını yakmadığı tek bir kişi bile bırakmamıştı ama hâlâ yaşıyordu çünkü ona kurulan tüm tuzaklardan ustaca sıyrılıyordu. Kurtulmakla kalmıyor hemen sonra dönüp saldırıyı yapanların canına okuyordu. Gurur’un korkunç bir intikam anlayışı olduğu için birileri ona bulaşmadan önce iki kez düşünüyordu. Korumalarla gezmeyi sevmiyordu ama tek gezdiğinde bile onu öldürmek kolay değildi.

Annem tüm bunları göz önünde bulundurunca babamın başka çaresi olmadığını anlamıştı. Tozlu soyadını taşıyan herkesi korumak için Gurur’un bu evde kalmasına izin vermekten başka çaresi olmadığını artık anlıyordu. Aynı şekilde beni bu evden çıkartıp Gurur’dan kaçırmanın da hiç kolay olmadığını biliyordu. Ne yapacağını, beni bu belanın ortasında nasıl çıkartacağını bilmiyordu.

Seçil’in güçlü çığlığıyla üçümüz göz göze geldik. Olamaz, kötü bir şeyler yaşanıyordu! Koşarak babamın çalışma odasından çıktığımızda neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Hızlıca merdiveni inip seslerin geldiği yemek salonuna girdiğimizde gördüklerimize inanamadık. Üçümüzde kapının önünde donup kalmıştık. İşte bunu beklemiyordum.

Gurur burada taş üstünde taş bırakmıyordu. Yemek salonunu öyle bir dağıtmıştı ki her yer her yerdeydi. Koca masa ters döndüğü için masanın üzerindeki tüm yemekler yere saçılmıştı. Nesibe yengeyi o yoğun kilosuna rağmen hiç zorlanmadan fırlatmış gibi zavallı kadın ne hale gelmişti. Yengem ters dönen masanın ayakları arasında yüzüne tutarak acıyla sayıklıyordu. Yengemin yüzünde parmak izleri vardı. Midem kasıldı. Gurur ona vurmuş muydu?

Hızla Seçil’e baktığımda Yonca yengeyle birlikte kolonun arkasına saklanıp durmaksızın bağırdıklarını gördüm. İkisi de dehşete kapılmış gibi çığlık atıp duruyorlardı. Gözlerim Kerim amcamı bulunca aklımı kaçıracağımı düşündüm. Amcamın kafasında kanlar akarken bir köşeye sinmiş, bulduğu bir sandalyeyi kendine siper etmişti. Bir aslan terbiyecisi gibi sandalyeyi sıkıca tutarak kendini korumaya çalışıyordu. Amcamın kafasını kıran Gurur muydu?

Caner abimse yerde acılar içinde sayıklayarak karnına tutuyordu. Ağzında ve burnunda durmaksızın kan gelirken yüzü acıdan kaskatıydı. Gücünü toplayıp ayağa kalkmak için direniyor lakin gereken gücü kendinden bulamıyordu. Gurur onu çok pis benzettiği için abim feci görünüyordu.

Ve Gurur… Evdekileri benzettiği yetmezmiş gibi buranın altını üstüne getirmekle meşguldü. Kalbim korkuyla doldu. Ona bakınca bile vahşeti damarlarımda hissediyordum. Gerçek anlamda korkunç görünüyordu. Şuurunu tamamen yitirmiş gibi sinirden haykırarak gümüşlüğü yere devirdiğinde içindeki tüm kristal kadehler parçalanmıştı. Gurur durmuyordu, etrafındaki her şeyi kırıp dökerek saldıracak yer arıyordu.

Korkunçtu.

Hızlı hızlı nefesler alırken şakaklarındaki damarlar belirginleşmişti. Vücut ısısı bir anda artmış gibi alnında pul pul ter damlacıkları oluşmaya başlamıştı. Soluğum kesildi sanki artık burada değildi. Ben yukarıdayken burada ne oldu, bilmiyorum ama bir şeyler onu tetiklemişti. Baktığım adam benimtanıdığım Gurur değildi.

Omuzları inip kalkarken nefes aldıkça göğüs kafesi balon gibi şişiyordu. Kızgın boğalar gibi burnundan nefes alıp verdikçe etrafına verdiği zararın şiddeti artıyordu. Sandalyeyi cama fırlattığında tuzla buz olan camla Seçil ve Yonca yenge bir kez daha bağırdı. Saklandıkları kolunun arkasından çıkmaya bile korkuyorlardı. Gurur’un içinde bir canavar çıkmış gibi hayvan gücüyle burayı yıkıyordu.

Boğazında hırıltılı sesler gelirken çatacak yer arar gibi bakışlarındaki vahşi ifade insanın yüreğine korku salıyordu. Çıkardıkları çığlık seslerinden gözleri Seçil ve Yonca yengeyi bulunca sertçe yutkundum. Gözlerinin ardında hayvansı ve tehlikeli bir parıltı geçmişti. Avına kilitlenen bir yırtıcı gibi Seçil ve Yonca yengenin üzerine yürüyünce babam hemen silahını çıkartmıştı.

Bu olanları gören babam çatık kaşlarla silahını Gurur’a doğrultunca, “Baba dur!” diye feryat edip çevik bir hareketle ondan silahı aldım. “Kendinde değil bunu yapamazsın.” Ona zarar veremezdi.

Babam tam bana kızacaktı ki buna izin vermedim. Silahı sıkıca kavrayıp tavandaki avizeye doğru kaldırdım. Üst üste birkaç kez avizenin zincirlerine ateş ederek onu yere düşürmüştüm. Koca avize Gurur’un birkaç adım arkasına gürültüyle düşmüştü. Arkasında gelen gürültüyle Gurur hemen arkaya dönünce Seçil ve Yonca yenge saklandıkları yerden çıkıp koşarak yanımıza geldiler. Tam zamanında Gurur’un dikkatini dağıtmıştım.

Şanslıydım ki silah kullanmayı biliyordum ve kahretsin ki artık herkes bunu biliyordu çünkü annem ve babamın tuhaf bakışları üzerimdeydi. Avizenin üç zincirine üç el ateş etmiştim ve biri bile ıskalamamıştı. Annem ve babam için bunu görmek Gurur’un yaptığı yıkımdan daha şoke ediciydi.

Babam silahı elimden çekip aldığında bana sormak istediği çok şey olduğunu görebiliyordum ama bunu sonraya sakladı. Şu an için daha büyük bir sorunumuz vardı.

Gurur şu anda ne yaptığını veya kimlere zarar verdiğini bilmez bir halde başını ellerinin arasına alıp bağırdı. Yüzü acıyla kasılırken boynundaki damarlar patlayacakmış gibi şişmeye başlamıştı. Yaşadığı şeye direnerek silahını çıkartıp kendinden en uzak köşeye fırlattı. O silahla yapacağı katliama engel olmak istercesine silahı kendinden uzaklaştırmıştı. Direniyor, geri dönmeye çalışıyordu ancak geçmişi buna izin vermiyordu.

Kaşlarını çatıp dişlerini sıkarak, “Sus lan artık, sus, sus, sus!” diye haykırıp salondaki her şeyi kırıp dökmeye devam etti. Bir canavar gibi saldıracak bir şeyler arayıp önüne çıkan her şeyi parçalıyordu. Onu izlerken korkudan kalbim durabilirdi. Kriz geçirirken böylesine korkunç bir şeye dönüştüğünü bilmiyordum. Parmak boğumları ve beyaz gömleği kan içinde kalmıştı ve bu kanların hiçbiri ona ait değildi.

Gurur kafasının içinde nasıl bir şey yaşıyorsa durmuyordu. Çılgına dönmüş bir halde öfkeyle bağırıyor, bir şeyleri duvara fırlatıyor veya yere savurarak parçalıyordu. Gerçek anlamda aklı onu terk etmiş gibiydi. Eminim kendine gelince bunları yaptığını bile hatırlamayacaktı. Ben korkuyla Gurur’u izlerken annem bir enkaza dönen salona dudaklarını büzerek bakıyordu. “Tüm bu şeylerin parasını o deli ödeyecek.”

Şaşkınlıktan level atlayarak ona döndüm. “Anne Allah aşkına tek derdimiz bu mu?”

Tüm bunların suçlusu benmişim gibi sert bakışlarını bana dikti. “Bu deliyi evimize getiren ben değilim!” Artık bunu bize hiç unutturmazdı.

Ortalık öyle bir dağılmıştı ki, Gurur tüm bu dağınıklığın tam ortasında duruyordu. Üstü başı darmadağın, elinde kan akıyordu. Tüm bu hengamenin içinde elini kesmişti. Geçirdiği kriz şuurunu yitirmesine neden olduğu için kendinde değildi. Aralık ayı onun için gerçekten de zor geçiyormuş. Hızlı hızlı nefesler aldıkça omuzları aşağı yukarı hareket ediyor, dişlerini sıktıkça yüzündeki her kas seğiriyordu. O hiç iyi değildi.

Tam olarak ne hatırlıyor veya kafasının içinde kimlerin sesini duyuyor, bilmiyorum ama atakları sürdükçe, “Gelme!” diye bağırıp etrafına saldırıyordu.

Bir köşede saklanan Kerim amcam celallenerek kendine siper ettiği sandalyeyi daha sıkı tuttu. “Bu akıl hastasını evde istemiyorum!” diye bağırdı. “Gönderin şunu gitsin!” Bu evde gitmesi gereken tek kişi Gurur değildi. Önce o ailesini toplayıp gitmeliydi.

Caner güç bela yerden kalkıp ağzındaki kanı tükürdü. Yüzü gözü kan içinde kalmış ve kaşı patlamıştı. Ağzından süzülen kanlar çenesine doğru akıyordu. Caner’in kızgın bakışları Gurur’a kilitlenmişti. “Bu piçe tahammül ettiğimiz yeter!” Silahını çıkartıp Gurur’a doğrulttu. “Bugün bu iş bitecek!” Neye uğradığımı anlayamadım. Gurur’un en savunmasız anını yakaladığı için ondan kurtulmayı düşünüyordu. Başka şartlarda bunu yapacak cesareti yoktu.

Etrafımdaki dağınıklığa bakınca Gurur’un yerdeki silahını gördüm. Annemin güvenli kanatları altında çıkıp hemen öne atılmıştım. Annem arkamdan bağırırken koşarak ondan uzaklaştım. Yerdeki silahı aldığımda evdekilerden küçük çaplı bir hayret nidası yükselmişti. Gurur’un önüne geçip Caner’in tam karşısında durdum. Silahın emniyetini açarak Caner’e doğrulttuğumda tek düşündüğüm Gurur’u korumaktı.

Babam ve annemin olduğu yöne bakmıyordum ama ikisinin de şoke olduğunu anlamak zor değildi. Gurur’u arkama almış bir vaziyette abimin tam karşısında durmuştum. Gurur’un en savunmasız anında ondan kurtulmaya yeltenecek kadar karaktersizdi. Eğer Gurur bir kriz geçirmeseydi Caner’de ona yaklaşacak yürek yoktu.

Namluyu Caner’in kalbine doğrulttuğumda kaskatı kesilmişti. Babamın, “Farah!” diyen sert sesini duydum ama ona bakmadım. Gurur’un önünde dururken kimseyi ona yaklaştırmamaya kararlıydım.

Caner ile ikimiz birbirimize silah doğrulturken içimde zerre kadar korku yoktu. Bana yaptıklarının öfkesini yıllardır içimde taşırken en az onun kadar sertti bakışlarım. Babamın bizi izlediğini iyi bildiği için silahını indirmedi ama kendisini iyi göstermeye çalışarak beni uyardı. “Farah indir o silahı!”

Parmağım tetiğe gitti. “İndirtsene?”

O kadar soğuk kanlıydım ki onlardan çok ben kendime hayret ediyordum. Gurur’u koruma içgüdüsü içimde bambaşka bir kadın çıkartmıştı. Buz gibi gözlerle abime bakıp, “Geri bas, Caner!” dedim sert bir sesle. “Kimse beni geçmeden kocama ulaşamaz!”

“İkinizde indirin şu silahları!” Babamın sesi bu sefer daha şiddetli ve öfke doluydu. “Çocuklarımın geldiği şu hale bak! Kardeş kardeşe silah çekmez!” Kardeşin kardeşe neler ettiğini ah bir bilseydi…

Babamın sözünü çiğneyemeyeceğimiz için ikimizde aynı anda silahlarımızı indirmiştik. Arkamdan Gurur’un, “Gelme, gelme, gelme!” diyen sesini duyunca hemen ona döndüm. Gördüklerimle kaskatı kesilmiştim. Yarattığı enkazın tam ortasında dururken başını eğmiş, yumruklarını başının iki yanına geçirerek, “Gelme, abi gelme!” diye bağırıyordu. İçim acıyla doldu. Abi mi? O ana kadar ikimizin de abiden yana yaralı olduğumuzu hiç fark etmemiştim. Ortak bir yaramız vardı.

Yumruklarının şiddetiyle kendine zarar verdiği için silahı yere atarak ona doğru koştum. Annem korkuyla, “Farah!” diye bağırdı. “Krizin eşiğindeyken yaklaşma ona!” Annem benim için endişelenip Gurur’un bana zarar vermesinden korkuyordu ama bende Gurur için endişeleniyordum. Bu aşamada bana yapacağı şeyler umurumda değildi.

Kendi güvenli alanımdan çıkıp onun tehlikeli alanına girdim. Yerdeki kırık dökük eşyaların içinden geçip Gurur’un tam karşısında durmuştum. Burada olduğumu gördüğünü bile sanmıyordum. Histeri kriziyle zangır zangır titrerken kafasının içindeki dünyada kaybolmuştu.

Boynundaki damarlar şişerek belirginleşirken cayır cayır yanıyormuş gibi, “Abi dur!” diye bağırınca gözlerim dolmuştu. Kafasına geçirmek için yumruklarını bir kez daha kaldırınca hemen öne atılıp bileklerini sımsıkı tuttum.

O bu haldeyken ona bu kadar yaklaşmam benim için fazla riskliydi. Bana vurarak salonun ortasına savurabilirdi. Diğerlerine yaptığı şeyi bana da yapmayacağının bir garantisi yoktu. Kriz esnasında her şeyi yapabilirdi çünkü böyle anlarda oto kontrolünü kaybediyordu ve ne yaptığını bilmiyordu. Çok kötü bir haldeydi, öyle ki ayakta bile zor duruyordu.

İnce parmaklarım onun kalın bileklerini sararken ona bu kadar çok yaklaştığım için kokum burnuna ulaşmıştı. Yaşadığı kaosun içinde bile adım mırıltıyla dudaklarından döküldü. “Farah…”

Titremeleri devam ederken başını eğdiği yerden yavaşça kaldırdı. Göz göze gelince bileklerini benden kurtarmak için hiçbir şey yapmadı. “Buradayım,” diye fısıldadım yumuşak bir sesle. Islak gözlerle ona bakarken yavaş ve dikkatli bir hareketle kafasının yanındaki ellerini aşağıya çektim. “Buradayım, Gurur.”

İçine sıkıştığı korkunç dünyadan çıkıp bana gelmesini arzulayarak bileklerini daha sıkı tuttum. “Yalnız değilsin buradayım.” Delici bakan gözleri gözlerimden süzülen bir damla yaşı takip etmişti. “Dışarı çıkacaktık.” Onu biraz neşelendirmek için yalandan suratımı astım. “Beni bir yere götüreceğini söylemiştin ama sözünü tutmamak için ortalığın içinden geçmişsin.” Gerçek anlamda her şeyin içinden geçmişti.

Gurur hızlı hızlı nefesler alırken bakışları sık sık değişiyordu. Gözlerinin yeşiline çöreklenen vahşete direndikçe onu bir katliama zorlayan o his aynı hızla gözlerindeki yerini alıyordu. Kontrolünü sağlayıp bana zarar vermemek için kendini ne denli zorladığını görebiliyordum. Çenesi kasıldığında sıktığı dişlerinin arasından, “Git buradan!” demeyi başardı. Gözü seğirdiğinde başı sık sık omuzuna doğru kasılıyordu. “Hemen uzaklaş benden!”

“Gitmem.” İnat ederek bileklerini sımsıkı tuttum. “Bana bak, Gurur.” Yumuşacık bir sesle konuşup ellerimden birini çektim. “Sadece bana bak.” Elimi uzatıp parmak uçlarımla yüzüne dokunduğumda irkilmişti. “Bir tek bana bak ve benim sesime odaklan.” Kafasının içinde konuşan tüm o sesleri susturmak ister gibi avucumu yanağına bastırdım.

Avuç içimde hissettiğim ısıyla burnumun direği sızlamıştı, yanıyordu. Ateşi fırlamış gibi teni çok sıcaktı. “Buradayım ve seninleyim sadece bana odaklan.” Aralığın illet sancısından onu korumalıydım. Teselliyi uyuşturucunun kollarında bulmasını istemiyordum.

Avucumu yanağından çenesine doğru sürterek ona dokunmaya başladığımda karanlık bir ormanı andıran yeşilleri yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı. İçim umutla dolmuştu, işe yarıyordu. Ona iyi geliyor olmalıyım ki sakinleşmenin bir yolunu bulmayı başarmıştı. “Boş ver bu evdeki kahvaltıyı.” Saçma sapan şeyler söyleyerek aklını ona acı veren şeylerden uzaklaştırmaya çalışıyordum. “Odamızda kahvaltımızı yapalım mı?”

Aklı başına gelmeye başlamış olmalı ki bakışları eskiye dönerken gözlerindeki o muzır ifade geri dönmüştü. “Yine beni çalıştıracaksın öyle mi?” Şu anda herkesin bizi izlediğini fark edecek durumda değildi.

Onu sakinleştirmek için elimi yanağından gezdirirken kıkırdadım. “Karını aç mı bırakacaksın?”

Kendini dokunuşuma bırakınca sert yüz hatları gevşemeye başlamıştı ama nefes alışları hâlâ düzensizdi. “Kendimize karı mı aldık yoksa efendi mi, hiç belli değil.” Sitem ettiğinde yanağını avucuma yaslamamak için kendini zor tuttuğunu düşündüm çünkü bunu yapmayı isteyecek kadar mayışmıştı. Güçlü bir krizden sonra halsizleşmişti.

Buna rağmen benimle uğraşmayı bırakmayıp, “Yemeğini kendin yapacaksın,” diyerek huysuzlandı.

Bileğindeki elimi eline kaydırırken ona gülümsedim. “Kulübedeyken yemeklerimi hep sen yapardın ama?” Gurur bana odaklandığı için bu sözleri ne amaçla söylediğimi anlayacak durumda değildi. “Her gün bana yemek yapıp beni odama kucağında taşıyan kimdi?” Herkesin bizi dinlediğini iyi biliyordum.

Gurur’a takılırken annem ve babamın bu sözlerimi duyduğunu biliyordum. Gurur hakkında yanıldıklarını onlara göstermek istiyordum ama en önemlisi Seçil tüm bunları duysun istiyordum. Parmaklarımı Gurur’un parmakları arasından geçirip ellerimizi birbirine kenetlediğimde kaskatı kesilmişti. Gözlerinin içine bakıp en tatlı sesimle ona nazlanarak, “Kocamsan beni beslemek, korumak ve benimle ilgilenmek zorundasın,” dedim. “Yoksa karın için bunları yapamaz mısın?”

Etrafımızdaki insanların buradaki varlığını unuttuğu için kaşlarını alayla yukarı kaldırdı. “Çok şey istiyorsun, Farah Tozlu.”

“Artık bir Kalender.”

Dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldı. “Haklısın.” Sinirleri gevşerken başını eğip yüzlerimizi birbirine yakınlaştırdı. Gözlerimin içine bakarak, “Artık bir Kalender,” diye fısıldadı şükreder gibi.

Kalbim tekledi.

Yeni yeni kendine geldiği için etrafına baktı. Gördüğü tüm bu dağınıkla nefesini sertçe vermişti. Her krizden sonra böyle bir manzarayla karşılaşıyormuş gibi gördüklerine yabancı değildi. Caner’in kan revan haline hissiz gözlerle baktı, elinde tuttuğu silaha da alaycı bir ifadeyle. Kerim amcama olan bakışları bile fazla boştu. Nesibe yengenin yanağındaki tokat izini görünce buz kesmişti.

Ailenin kadınlarına da vurduğunu görmek hoşuna gitmemişti. Hemen bana dönüp baştan ayağa beni incelediğinde ne kadar paniklediğini görebiliyordum. Gözleri aceleyle beni tararken yeşillerinde yoğun bir endişe vardı. “Seni de incittim mi?” Sertçe yutkundum. Kriz esnasında yaptıklarını gerçekten hatırlamıyordu.

Başımı iki yana sallayarak onu yatıştırmaya çalıştım. “Bana hiçbir şey yapmadın.” Bunu duyunca gözle görülür bir şekilde rahatlamıştı. Ona yaklaşan ve karşısına çıkan herkesi bir yere savurmuştu ancak ben büyük bir risk almıştım. Ona yaklaşıp dokunduğumda kokumdan beni tanımış, kontrolünü kazanmak için kendini zorlayarak beni kendi öfkesinden korumuştu.

Ortalık daha fazla kızışmadan yalvaran bakışlarımı Gurur’a çıkardım. “Odamıza çıkalım lütfen.” Tekrar bir delilik yapmadan onu buradan götürmek istiyordum. Ne denli endişelendiğimi görünce burnundan nefesini vererek başını salladı.

Etrafına bakıp yerdeki silahına doğru yürüdü. Onun için az önce o silahı aldığımı bilmeden silahı beline takmıştı. Evdeki herkesin çatık bakışları eşliğinde bana kapıyı gösterdi. Ona doğru bir adım atmıştım ki ayağım yerdeki kırık tabaklardan birine takıldı. “Kıpırdama.” Beni uyarıp iki adımla yanıma gelmişti. Bu dağınıklığın içinden geçerken kendimi yaralamamı istemediği için eğilip beni kucağına aldı. Herkesin gözleri önünde bunu yapmıştı.

Bir anda kendimi onun kor gibi yanan göğsünde bulunca vücut sıcaklığı bana nüksetti. Herkesin içinde beni kucağına aldığı için derimin altı ısınmaya başlamıştı. Çok sıcaktı, cehennem ateşlerinde yanıyormuş gibi sımsıcaktı. Alnından süzülen terler ısıyı doruklarda hissettiğinin kanıtıydı. Tüm ailemin gözleri önünde beni kucağına alıp yarattığı enkazın içinden geçti.

Kalbinin çok hızlı attığını duyabiliyordum, nefes alışları düzensizdi ve haddinden fazla terliyordu. Bilinci yerine gelmiş olabilir ama geçirdiği krizin sarsıcı etkisi henüz vücudunu terk etmemişti. Farkında mıydı, bilmiyordum ama vücudu histeri bir krizle titriyordu. Çatı katındaki odamıza çıkınca dikkatli bir şekilde beni kucağından indirmişti.

Bir şey arar gibi etrafına baktığında sandalyeye astığı ceketini gördü. Ceketini alıp sabırsız adımlarla banyoya yürürken bana hiç bakmadı ancak, “Soğuk bir duş almalıyım,” dedi hızlıca. “Beni rahatsız etme.” Soğuk su belki onu kendine getirir diye buna karşı çıkmadım.

Bir süre banyonun kapısının önünde dönüp durdum. Yıkandığı için içeriye girmeye cesaretim yoktu ama nasıl olduğunu merak ediyordum. İçeriden suyun sesi kesilmediğine göre hâlâ duştaydı. Yıkanmaya karar vermesi iyi bir şeydi çünkü vücut ısısını başka türlü düşüremezdi. Suyun sesi kesilince hemen kapıdan uzaklaştım.

Tam o an aklıma gelen küçük bir detayla kaskatı kesilmiştim. “Ceket?” diye mırıldanırken bunu daha yeni fark etmiştim. Banyoya girerken yanına ceketini almıştı. İnsan yıkanacağı zaman ceketini almazdı.

Midem kasıldı.

Uyuşturucu kullanacaktı!

Soluğum kesildiğinde banyo kapısıyla bakışıyordum. Aralığın ilk günlerindetdik, yani Gurur’un uyuşturucuya başlayacağı günlere girmiştik. Belki çoktan başlamıştı belki de her ihtimale karşı yanında taşıyordu ve bugün geçirdiği krizden sonra başlamaya karar vermişti. Yeni bir kriz tekrarlanmasın diye şimdi uyuşturucuyu hayatına geri alacaktı. O illeti bir ay boyunca kullanıyordu ama bırakması aylarını alıyordu. Bırakma süreci başlamaktan daha zor ve sancılıydı.

Gurur kendini tam o illetten kurtarıyordu ki, bir de bakıyordu tekrar aralık gelmişti. Sonra yine başlıyor ve yine tüm yıl bırakmaya çalışıyordu. Bu yorucu döngüden hiç kurtulamıyordu. Leyla’yla birlikteyken bunu yıllarca yapmış olabilirdi ama benimleyken bunu yapmasını istemiyordum. Leyla’nın buna göz yumduğunu tahmin etmek zor değildi. Eğer öyle olmasaydı Gurur hâlâ çareyi uyuşturucuda aramazdı.

Leyla’ya da kızamazdım çünkü uyuşturucu Gurur’u sakinleştirip sinilerini yatıştırdığı için Leyla buna göz yummuş olabilirdi. Böylelikle Gurur bir ay boyunca ona sorun çıkartmıyordu. Ancak aralık bitince Gurur için asıl katlanılmaz aylar başlıyordu. Vücudu yoksunluk krizine her girdiğinde tekrar başlamamak için ağır bir süreçten geçiyordu. Leyla onun çektiği tüm bu yoksunluk krizlerini umursamadan Gurur’un uyuşturucu kullanmasına nasıl izin veriyordu?

Yoksa bırakması için çok mücadele etti mi? İşte bunu bilmiyordum. Hiçbir kadın sevdiği adamın uyuşturucunun kollarında çırpınmasına izin vermezdi. Leyla’nın da buna müsaade etmediğini, elinden geldiğince Gurur’a engel olmaya çalıştığını düşünüyordum. Bunun için çok savaştığını düşünmek istiyordum çünkü diğer türlüsü bencillikten başka bir şey değildi.

Kontrolüm dışı hızlı adımlarla yürüyüp banyoya girdim. Göreceklerime kendimi az çok hazırlamıştım ama gördüklerim tahmin ettiğimden daha çok sarsıcıydı. Gurur duş almak konusunda yalan söylememişti. Gerçekten yıkanmıştı, ıslaktı ve beline sardığı havlu dışında üzerinde hiçbir şey yoktu. Ancak diğer şeyler beni korkutan bir görüntüydü. Yanılmamıştım uyuşturucu kullanmak üzereydi.

Sırtını banyonun soğuk duvarına yaslamış, ayaklarını uzatarak oturuyordu. Yanında gümüş renginde metal bir kutu vardı ve kutunun kapağı açıktı. Kutunun içinde dört adet küçük şişe vardı. Şişenin içindeki sıvının ne olduğunu anlamak zor değildi. Kauçuk lastikle kolunu sıkıca bağlamıştı. Boğazım düğümlendi. Uyuşturucuyu damar yolundan alacaktı. Şırınganın içine çektiği zehri yukarı kaldırıp şırıngadaki hava boşluğunu çıkartırken bana bakmadı fakat sert bir sesle, “Çık dışarı!” dedi.

Emir kipi taşıyan sert sesiyle vücudum otomatik olarak ona itaat etmişti. Refleksle bir adım arkaya attığımda kendimi zorlayarak elimi yanımdaki duvara bastırdım. Emrine itaat etmemek için direniyordum. Dışarı çıkmak istemiyordum ama çıkmamı emredince beynimdeki tüm mekanizma alarma geçmişti ve çıkmam için gereken komutu bana vermişti. Bana söyleneni yapıp itaat ederek dışarı çıkmalıydım.

“İlk kural: Emirlerin dışına çıkma.”

Ağlamamaya çalışarak başımı iki yana salladım. Şimdi olmazdı, burada olmazdı. Korku evinde yaşadıklarımı zihnimin tozlu raflarına saklamaya çalışarak kulağımdaki sese direndim. Gurur şırıngayı kolundaki damara yaklaştırınca beynimin beni zorladığı sisteme karşı gelip ona doğru koştum. Buna izin vermeyecektim!

Yanına yaklaştığım gibi elindeki şırıngayı çekip aldım. Şırıngayı yere atıp üzerine sertçe basarak kırdım. Daha Gurur beni durdurmadan yerdeki kutuyu alıp içindeki şişeleri sırasıyla duvara fırlatmaya başladım. Duvara çarpan her şişe kırılıp içindeki zehir etrafa saçılıyordu. Gurur oturduğu yerden bir hışımla ayağa kalktığında suratı kaskatıydı. “Ne halt ediyorsun sen!” Gür bir sesle bana bağırıp üzerime yürüdü. “Yürek mi yedin kızım sen!”

Kan beynine sıçramış gibi bakışları sertti. Arzuladığı şeyi ondan aldığım için kontrolsüz bir öfkeyle üzerime yürüyordu. Sırtım banyonun soğuk duvarına çarpana kadar buna bir son vermemişti. Gözü dönmüş bir şekilde, “Canına mı susadın!” diye kükreyip yumruğunu kafamın yanındaki duvara geçirince ağlamaya başladım. Bana vurmasın diye kollarımı kaldırıp yüzüme siper ettiğimin farkında bile değildim. Artık birileri bana vurmasın.

Kollarımı çapraz bir şekilde yüzümün önünde tutup başımı eğerek kendimi ondan sakındım. Ondan o kadar çok korkuyordum ki bana vuracağına neredeyse emindim. Vücuduma gelecek ağır darbelere kendimi hazırlayarak küçüldükçe küçülmüştüm. Bunu yaparken ne kadar titrediğimin veya ne denli ağladığımın farkında değildim. Bileklerimde onun sıcak ellerini hissedince korkuyla irkilip, “Bana vurma,” diye yalvardım. Bileklerimdeki ellerin kaskatı kesildiğini hissettim. Donup kalmıştı.

Bir süre ikimizde hiç kıpırdamadık. Banyoda duyulan tek şey benim ağlayan sesimdi. Gurur’un yutkunuşu kulağıma gelirken yüzüme siper ettiğim kollarımı yavaşça çekti. Bunu oldukça nazik bir hareketle yapmıştı. Elini çenemde hissedince içim korkuyla dolmuştu, ona bakmaya bile cesaret edemiyordum. “Şşş.” Beni sakinleştirmek ister gibi bir şeyler mırıldanıp çeneme hafifçe baskı uyguladı. “Sakin ol seni incitmeyeceğim.”

Çenemi tutarak başımı kaldırınca ıslak gözlerimle karşılaştı. Kısık bir sesle küfrettiğinde gözlerinin yeşilinde büyük bir suçluluk duygusu vardı. Beni korkutup ağlattığı için kendine kızıyordu. “Farah-” demişti ki titremeye ve ağlamaya devam ederek ona sımsıkı sarıldım. Kollarımın altındaki vücudu taş kesilmişti. Gözyaşlarım durmaksızın akarken, “Bunu yapmayı bırakmalısın çünkü beni korkutuyorsun,” diye mırıldandım. Nefes dahi alamamıştı.

Parmak uçlarımdan yükselip kollarımı boynuna sımsıkı sardığım için yüzüm boynuna yaslıydı. Kolları iki yanında öylece dururken, “Farah…” diye mırıldandı şaşkın ve şoke olmuş bir sesle. “Korktuğun adama mı sığınıyorsun?” Beni bu denli korkuturken ondan kaçmak yerine ona sarılmamı beklemiyordu. Nutkunun tutulmasına neden olmuşum gibi sesi güçlükle çıkmıştı.

“Sığındığım adamın bir canavar olmadığını biliyorum,” dedim mırıltıyla. “Herkes için öyle olsa da benim için değil.” Boğazında bir düğüm oluşmuş gibi yutkunamadı.

Kullanmak üzere olduğu uyuşturucuyu parçaladığım için çok gergin olduğunu biliyorum. Aşağıda geçirdiği kriz hafife alınacak bir şey değildi. Vücudu hâlâ o krizin kalıntılarıyla boğuşuyordu. Durum böyleyken Gurur’dan kaçmak onda daha büyük bir öfkeye neden olabilirdi. Ona sarılmamın amacı onu şaşırtarak durmasını sağlamaktı. Eh, işe de yaramıştı. Bazen beklenmedik davranışlar insan psikolojisinde olumlu etkiler yaratabilirdi.

Ona sarılan sadece bendim, o değildi. Elleri yanında öylece dururken hiç kıpırdamıyordu. Yüzü boynuma çok yakındı ve başı kollarımın arasındaydı. Ona iyi gelmek istiyordum. Teselliyi uyuşturucu yerinde bende bulmasını istediğim için ona karşı fazla ilgiliydim.

Can sıkıcı olansa kalbimin değişen ritmini hissediyor olmalıydı çünkü ona yapışmış bir vaziyetteydim. Kollarımı boynundan çekip yavaşça ondan ayrıldım. Arkaya doğru bir adım attıktan sonra başımı kaldırıp donuk yüzüne baktım. Ne düşündüğünü anlamayacağım kadar ifadesi düzdü. “Aşağıda kriz geçirmeni tetikleyen şey neydi?”

Nefesini sertçe verdiğinde burun delikleri genişledi. “Piç abin sigara içme bahanesiyle ateş yaktı. Şuurumu yitirmeme neden olacak kadar uzun süre çakmağın ateşini söndürmedi.” Tam da Caner’den beklenen bir kalleşlikti. Oynadığı küçük oyunun sonunda Gurur’dan adam akıllı bir dayak yiyerek dersini almıştı.

Sıradan bir şeyden bahseder gibi görünerek, “Peki, bir şeyler hatırlıyor musun?” diye sordum.

Başını iki yana sallayarak alnına düşen ıslak saçlarını geriye itti. “Gördüğüm o ateşten sonrası yok bende.” Tüm vücudu kasıldı. “Yengene bile isteye vurmadım, olanları hatırlamıyorum bile.” Abim ve amcama yaptıklarını sorun etmiyordu ama Nesibe yengeye vurmak canını oldukça sıkıyordu.

Başıyla bana kapıyı gösterdi. “Beni yalnız bırak ki giyineyim.”

“Peki.” Dışarı çıkmak için arkasından geçeceğim esnada hemen birkaç adım gerileyip bana yol verdi. Bunu dikkat çekecek kadar hızlı yapmıştı. Bakışlarım merakla kısıldığında ne sakladığını bilmek istiyordum. “Sırtını mı yaraladın?” Sanki sırtını görmemi istemiyordu.

Mekanik bir yüzle bana bakarken bakışları ciddileşmişti. “Hayır, elim dışında kendimi yaralamamışım.” Avucundaki küçük sıyrık izine baktı. “Abartılacak bir şey değil.”

“Gideyim o zaman,” demiştim ki beline sardığı havlu dışında üzerinde hiçbir şey olmadığını daha yeni fark ettim. Donup kalmıştım. “Sen çıplaksın.”

Nemli saçlarının uçlarına biriken su damlacıklarına öylece bakıyor, suyun koyulaştırdığı saçlarının ıslak halini izliyordum. Geniş ve damarlı kol kaslarına ağzım açık bir şekilde bakıyordum. Beni kolları arasına alsa muhtemelen hiç zorlanmadan tüm kemiklerimi kırabilecek güçteydi. Banyonun nemiyle parıldayan kavruk tenini izlerken sıkı göğüs kasları ve baklava dilimlerini andıran karın kasları yutkunmama neden olmuştu.

Ona olan yoğun bakışlarımı görünce dudağının köşesinde pis bir sırıtış belirdi. “Gördüklerin hoşuna mı gitti?”

Beni utandırmak için söylediği bu sözlere masumca başımı salladım. “Hem de çok,” diyerek onu şaşırttım. “Daha önce bu yakınlıkta bir erkeğin çıplak vücudunu hiç görmemiştim.” Bunları söylerken sıradan bir şeyden bahseder gibi rahattım.

Dürüstlüğüm karşısında Gurur’un göz bebekleri irileştiğinde böyle bir cevap beklemediği çok açıktı. Bense son derece rahat bir şekilde gözlerimi kırpıştırarak merakla ona bakıyordum. “Havlunun altında ne var?” diye sorduğumda ağız dolusu küfretti. Anlaşılan bende onu utandırabiliyor muşum.

Havlunun altında ne olduğunu biliyordum ama o, bunu bildiğimi bilmiyordu. Onun gözünde kadın ve erkek arasındaki farkı bile bilmeyecek kadar çocuktum. Bunu kullanarak hayretler içinde kalan yüzüne bakıp ona gülümsedim. “Havluyu da çıkarır mısın, altında ne olduğunu merak ediyorum.” Umarım bunu yapmazdı.

Gurur banyonun içini küfürleriyle doldurduğunda bu konuda ciddi olup olmadığımı anlamak istiyordu. Şaşkın ve kızgın ifadesi çok komikti. Bir kadının bu kadarını nasıl bilmediğini anlayamıyordu. Onu kandırıp kandırmadığımı bilmek ister gibi yüzüme çok baktı ama masum ve çocuksu yüzüm onu bir kez daha aldatmıştı. Merakla gözlerimi kırpıştırıp ona bakıyor, yeni bir şey keşfetmek isteyen bir çocuğun heyecanıyla ona gülümsüyordum.

Bu yüzden kadın ve erkek arasındaki farkı bilmediğime çok kolay inanmıştı. Bu konulardaki bilgisizliğim onu sinirden deli ettiği için yüzünü sertçe ovuşturdu. “Seni nerede büyüttüler? Mağarada mı!”

İrkilerek arkaya doğru bir adım attım. “Seni sinirlendirecek bir şey mi yaptım?” Suratım asılmıştı. “Böyle şeyleri sormamalı mıyım?”

Tersçe bana bakarken dökesi tüm yüzüne yayılmıştı. “Böyle şeyleri bana sorma!”

“Peki, sormam.” Uysal bir şekilde başımı sallayarak ona gülümsedim. “Başka erkeklere sorarım, onlar bana öğretir.”

Kaşları o kadar hızlı çatıldı ki korkmadım desem yalan olurdu. Yanında duran elini sıktığında sinirden nabzı boynunda atıyordu. “Başka herifler sana bir şey öğretmeye kalkışırsa onların ecdadını sikerim!” Bunun ihtimali bile onu kızdırdığı için çenesi kaskatı kesilmişti. “Zamanı geldiğinde ben sana bilmen gereken şeyleri öğretirim.” Omurgama buz gibi soğuk bir his yayılmıştı. Gerçek anlamda haddinden fazla sahipleniciydi.

Sözlerinin bende yarattığı etkiyi gizlemek için bilmişlik taslayarak çenemi dikleştirdim. “Ben zaten her şeyi biliyorum ki.”

“Hadi oradan!” dedi tersçe. “Hiçbir halt bildiğin yok.”

“Hayır, biliyorum.” Kendimle övünürcesine başımı kaldırdım. “Çok bilgiliyim, her şeyi biliyorum.”  İnadımı sürdürdüm. “Mesela bana bir şey sor hemen cevap veririm.”

Kaslı kollarını göğsünde birleştirerek, “Demek her şeyi biliyorsun?” dedi alayla. “Söyle bakalım çocuk nasıl yapılır?”

Heyecanlanarak konuşmak için tam ağzımı açmıştım ki kaşlarını çattı. “Leylekler getiriyor dersen gebertirim!” deyince hemen dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Bunu görünce parmak boğumlarını gerecek bir şiddette yumruğunu sıkıp, “Siktir!” diye bir küfür daha savurdu. “Bir çocukla evliyim!” Kahkaha atmak istiyordum.

İçimdeki gülme dürtüsünü bastırıp sakince ona kapıyı gösterdim. “Ben çıkayım mı dışarı?”

Asabiyet içeren bakışlarla hızlıca başını sallarken bir an önce benden kurtulmak istiyordu. “Kaybol gözümün önünde.”

Küçük adımlarla kapıya doğru yürümüştüm ki, ensemi yakalayarak beni yeniden karşısına çekti. İri parmakları şahin pençesi gibi ensemdeydi. Başımı kaldırıp aval aval suratına bakmaya başladım “Bir şey mi oldu?”

“Özür dilerim.” Bir anda söyledikleriyle beni bozguna uğratmıştı. Yüzü ciddiyetle kasılırken ensemdeki elini çekti. “Sana bağırıp ağlatmak istememiştim.” Uyuşturucu kullanmasına engel olduğum için gösterdiği fevri tepkiler yüzünden benden özür dilemesini beklemiyordum.

“Özür dilerim, Farah,” dedi tüm ciddiyetiyle. Bu konudaki pişmanlığı ve mahcubiyeti gözlerinden okunurken nefesini sesli bir şekilde verdi. “Kontrolüm dışında öyle davrandım. Zor günlerden geçiyorum.”

Ona ait olan şeyleri kırdığım halde sırf beni ağlattı diye benden özür dilemesi kalbimi eritiyordu. Gurur Kalender gerçek anlamda güzel bir adamdı. Hatalı olduğu konularda hatasını kabullenip özür dilemesini biliyordu. Tanıdığım bazı insanlar gibi gereksiz egoları yoktu. Bana olan bakışlarını mümkün olduğunca yumuşatıp, “İncitmek için elim sana asla kalkmaz,” dedi sıcacık bir sesle. “Seni kendimden korumak için çabalıyorum.” Sadece bakışlarıyla bile bunun için uğraştığını hissettiriyordu.

Güven vermek istercesine gözlerimin içine sıcak bir ifadeyle baktı. “Benden korkma.” Sesi iç çeker gibi çıkmıştı. Yüzümü sakınacak kadar ondan korkmam ona azap veriyormuş gibi davranıyordu. “Benden korkmandan nefret ediyorum.”

Burun delikleri genişleyecek kadar nefesini sertçe verdi. “Biliyorum boktan herifin tekiyim, bir canavarmışım gibi herkes benden korkuyor.” Geçirdiği şiddetli krizlere değinerek, “Korkmakta haklılar da,” diye fısıldadı. “Ama sen benden korkma olur mu?” Gözlerini gözlerime kenetlediğinde o gözlerde yoğun bir keder gördüm. İçim burkulmuştu, Gurur’un anlaşılmaya ihtiyacı vardı. “Ben bir canavar değilim, Farah.”

Gözlerimin içine bakarken yorgunca başını iki yana salladı. “Öyleysem bile senin hikayendeki canavar olmak istemiyorum.” Aklı kusurlu diye herkesin ona canavar muamelesi yaptığını daha iyi anlatamazdı. Belli etmemeye çalışıyordu ama bu onu incitiyordu, değil mi?

Titreşen kirpiklerimin arasından onu izliyordum. “Ben sana bakınca bir canavar görmüyorum.” Aşağıdaki tüm o vahşeti çıkartırken gerçekten bir canavara benzediğini ona söylemedim. Canavarlara özgü bir yönü vardı ama ateş görmedikçe o yönünü kontrol altında tutmayı başarıyordu. “Bana sesini yükseltip üzerime yürümezsen senden korkmam.”

Çekingen gözlerle ona bakmak için kendimi zorladım. “Bunlar beni korkutan şeyler. Eğer bu iki şeyi yapmazsan bende senden hiç korkmam.” Bu iki şeyi bana kim yapsa çok korkuyordum.

Gurur yoğun bir pişmanlıkla bana bakarken başını ağır ağır salladı. “Tekrarlanmamasına dikkat ederim.”

Birkaç adım geriye atarak benden uzaklaştığında hiçbir koşulda bana sırtını dönmüyordu. “Gelecek aya kadar buralarda olmayacağım. Bu sürede dikkat et kendine.” Tüm keyfim kaçmıştı. Gidiyor muydu?

“Nereye gidiyorsun?”

“Klinikteydim, Farah.” Uzun boyundan dolayı bana üstten bakışlarını atarken alnından yanağına ter damlacıkları süzülüyordu. “Senin bu nişan olayın olmasaydı gelecek aya kadar kimse oradan çıkmama neden olamazdı. Her yılın aralık ayını klinikte geçiririm.” Komik bir şeyden bahseder gibi keyifsiz bir şekilde güldü. “Gözlem altında tutulmalıyım.” Bunu biliyordum, bu onun hakkında başlıca bildiğim şeylerden biriydi.

Yılın bu zamanında kendi isteğiyle kliniğe yatar, gelecek aya kadar oradaki odasından hiç çıkmazdı. Aralıkta geçirdiği nöbetleri hat safhada yaşadığı için sevdiklerini kendinden korumak için böyle bir yol bulmuştu. Babamla ona kurduğumuz tuzak olmasaydı bu ayda kolay kolay klinikten çıkmazdı. “Klinikteyken de uyuşturucu kullanıyor musun?”

Bunun beni ne denli rahatsız ettiğini gördü ama bana karşı dürüst olarak başını salladı. “Aralığı uyuşturucunun yardımı olmadan atlatamam.”

Canını sıkmayı göze alıp ona yasaklı bir soru sordum. “Şey… Uyuşturucu kullanmana Leyla kızmaz mıydı?”

Leyla’nın adı geçince bile bakışlarındaki değişimi gördüm. Yüzü kasıldığında gözlerinde yoğun bir acı ve kayıp duygusu oluşmuştu. Gizleyemediği bir özlemle, “Birilerine zarar vermediğim sürece Leyla ne kullandığıma karışmazdı,” dedi. “Her zaman başkalarını düşünecek kadar iyi biriydi.” Ama onu değil. Başkalarını düşündüğü kadar Gurur’u da düşünseydi uyuşturucu kullanmasına müsaade etmezdi.

“Gitme.” Utana sıkıla bunu ondan istedim. “Burada kal etrafına verdiğin zararlarla ilgilenmiyorum, kendine verme yeter.” Onu afallatan sözlerim karşısında yutkunurken tek kelime edememişti. Ben Leyla değildim, Gurur’dan önce başkalarını düşünmek istemiyordum. Eğer bu beni kötü biri yapıyorsa, o zaman iyi olmakla da ilgilenmiyordum.

Bana olan tuhaf bakışlarının ne anlama geldiğini anlayacak kadar zeki biri olmadığım için bakışlarımı kaçırdım. “Sen artık benim kocamsın. Ortada bir sorun varsa bu ikimizin sorunu.” Derimin altı ısınırken utangaç bakışlarımı onda tutmak için kendimi zorladım. “Uyuşturucu kullanmak isteyecek kadar kötü hissedersen bana gel, aklını o illetten uzaklaştırmaya çalışırım.” Henüz yeni bırakmışken tekrar başlamasını istemiyordum.

Sıkıntıyla, “Farah-”demişti ki onu susturdum. “Lütfen sana zarar veren bir şeyin bağımlısı olma.” Bırakmışken tekrar başlamasına göz yumamazdım.

“Bu uğursuz ayı birlikte atlatmaya çalışalım.” Yalvaran gözlerle ona bakıyordum. “Sen artık yalnız değilsin, Gurur.” Ona kendimi gösterdim. “Bir karın var ve onun da bu konudaki düşüncelerini önemsemelisin. Biliyorum aramızdaki sahte bir evlilik ama boşanana kadar ben senin karınım.”

Ne düşündüğünü anlamayacağım kadar ifadesi belirsizdi fakat yeşil irisleri yoğun bir şekilde beni izliyordu. Onu şaşırtmalara doymuyormuşum gibi bana olan bakışları içimi titretiyordu. Nasıl söylesem… Onun için gerçek anlamda bir değer kazanmışım gibi bakıyordu. Onu ondan daha fazla düşünmemi aklının ucundan bile geçirmemişti.

Birinin yoğun bakışlarının esiri olmaya alışık olmadığım için bana böyle bakması beni utandırıyordu. Bu yüzden başımı eğip giyinmesi için hemen banyodan çıktım. Odamın içinde yürürken bakışlarım fazla hisliydi. “Ben senin için bir yara bandıyım,” diye fısıldadım acı çeken bir sesle. “Öylesine uğradığın bir köşe, soluklandığın bir sığınağım.” Böyle olduğumu bilecek kadar aklım başımdaydı.

Gözlerimin ardı sızlarken iç çektim. “Bir kadından kalan yaraları dindiren o yara bandıyım.” Yaranın kanaması durduğunda herkesin ilk yapacağı şey o yara bandını söküp çöpe atmaktı. Aynı şeyi Gurur’un da bana yapmasından çok korkuyordum.

Daha şimdiden ona o kadar alışmıştım ki…


Yorumlar