“Bende farkındayım hayatında bir yerim olmadığını ama o kadar yuva gibisin ki sanki olmam gereken tek yer sanın yanın.”
Son konuşmamızdan sonra Gurur ile aramızda büyük bir uçurum oluşmaya başlamıştı. O gün yüzüğü çıkartıp masaya koyduğumda sanki ikimiz için de bir şeyler bitmişti. Gurur o sabah evden gitmişti ve bir haftadır eve hiç gelmiyordu. Gurur’un eve gelmemesi evdeki herkesin aramızda bir sorun olduğunu anlamasına neden olmuştu. Doğrudan söylemeseler bile evdekiler ciddi bir sorunumuz olduğunu tahmin ediyordu.
Bu olanlar yüzünden Seçil’in keyfine diyecek yoktu. “Tabii o da anladı bu evliliğin bir hata olduğunu artık eve bile uğramıyor,” derken ağzını gere gere konuşuyordu. Utanmasa mutluluktan kalkıp göbek atacaktı. Her gün yukarı çıkıp odama gelerek bana aşağılık kompleksi yükleyen bir kuzenim vardı.
Ben bir köşede somurtmakla meşgulken Seçil laflarıyla beni eziyor, bir yandan da odamı kurcalıyordu. Sağa sola bakıyormuş gibi davranıp Gurur’un eşyalarını karıştırıyordu. Gurur’un parfümlerinden birini alıp bileğine sıktı. “Bence yol yakınken o deliden boşan. Beni yanlış anlayıp duruyorsun ama ben senin kuzeninim. Arada tartışsak da senin kötülüğünü istemem.”
İlgili görünmeye çalışarak üzgünce iç çekti. “O sana göre değil, Farah. Seni daha fazla yıpratmasını istemiyorum.” Beni zerre kadar önemsemediğini iyi biliyordum. Seçil’in derdi beni aradan çekmekti.
Gurur’un parfümünü sıktığı bileğini burnuna yaklaştırıp kokusunu içine çekti. Aldığı koku onu mest etmiş gibi mırıltılar çıkartması can sıkıcıydı. “Bu bende kalabilir mi?” Şaka mı yapıyordu?
Gardırobumu kurcalayıp annemin benim için yeni aldığı kıyafetleri karıştıran Yonca yenge elindeki elbiseyle Seçil’e döndü. “Ne yapacaksın kız onu?” Bunu sorarken askıdan çıkardığı turkuaz elbiseyi üzerine tutuyordu. “Erkek parfümüyle ne işin var?”
Seçil, Gurur’un parfümünü sahiplenmiş gibi sıkıca tutarken onu geri yerine koymayı düşünmüyordu. “Erkek parfümlerini çok daha ilgi çekici buluyorum yenge.” Dolgun dudaklarını büzerek bana döndü. “Alt tarafı bir parfüm bana vermenin bir sakıncası yok, değil mi?”
Gurur’un eve gelmemesi beni yeteri kadar üzmüyormuş gibi bir de eşyalarımızı talan eden bu sırtlanlarla uğraşmak zorundaydım. “Benim olmayan bir şeyi sana veremem, Seçil.” Oturduğum koltukta sakince konuşup elinde tuttuğu şişeyi gösterdim. “Onu yerine koy lütfen.”
Gurur’un diğer parfümlerini gösterdi. Hepsi de elindeki şişenin aynısıydı. “Bunlardan bir düzüne var, birini alsam Gurur anlamaz.”
“Şişenin üzerinde markası yazıyor.” Orta yolu bulmaya çalışırken oldukça uzlaşmacıydım. “Kendin için istediğin kadar sipariş verebilirsin.”
Israrını sürdürerek mavi lensli gözlerini bana dikti. “Bu marka birçok parfüm üretiyor ama şahsi müşterileri için tasarladığı kokuların seri üretimini yapmıyor.” Şişenin üzerindeki GK harflerini bana gösterdi. “Bu parfümün sadece Gurur için üretildiğini hiç anlamadın mı?” O söyleyene kadar açıkçası hayır, bunu daha önce fark etmemiştim. Siyah şişenin üzerinde güçlükle görünen o iki harfin Gurur’un isminin baş harfleri olabileceği aklıma bile gelmemişti.
Annemin benim için özel olarak tasarlattığı kış kreasyonunu karıştıran Yonca yenge güldü. “Hayatım bu alfa erkeklerinde böyle bir sorun var.” Yakasında inci kolyesi olan elbiseyi çıkartıp onu da üzerine tuttu. “Onlara özel olan şeyleri başkalarından görmekten nefret ederler. Kullandıkları parfümü kimse kullanamaz, taktıkları saatten kimsede olamaz, bindikleri arabaya kimse binemez.” Kulağa biraz saplantı gibi geliyordu.
Yonca yenge bize bir şeyler anlatırken rujlu dudaklarında küçük bir kıkırtı döküldü. “Başkalarının yanındaki kadınları kendilerine layık görmezler, baktıkları kadına da kimsenin bakmasına izin vermezler.” Yengem boy aynasının önünde durup elbisenin onda nasıl durduğuna baktı. Her an üzerindekileri çıkartıp elbisemi deneyebilirdi. “Bu tür erkekler hem eşyaları hem de kadınları konusunda fazla sahiplenici olurlar.” Haklılık payı olabilirdi.
Elbiseyi daha denemeden çok beğenen Yonca yenge, “Deneyebilir miyim?” diye sorunca, “Senin olabilir,” dedim. Annem gardırobumu asla giymeyeceğim güzel elbiselerle dolduruyordu. Hiçbiri benim giyeceğim şeyler değildi. Dolapta duracağına yengemin olabilirdi.
Kış koleksiyonunun en iyi parçalarından birini ona verdiğim için elbiseyi yatağın üzerine bırakıp hemen soyunmaya başladı. Burada mı deneyecekti? “Yenge odanda giyseydin?”
Üzerindeki askılı elbiseyi çıkartınca utançtan, “Yenge!” diye cırlamam onu güldürdü. “Sende kadınsın bu kadar utanma,” diye bana takıldı. “Bende gördüğün her şey sende de var.” O zaman tüm kadınlar birbirinin yanında çırılçıplak soyunsun. Ne de olsa hepimiz de aynı şeyler vardı.
Yengem çıkardığı elbisenin altına sütyen takmadığı için sadece ipli bir tangayla duruyordu. Seçil onu çıplak bir halde görmeyi sorun etmedi ama ben çok utanmıştım. Yonca yenge kızaran yanaklarımı görünce sesli güldü. “Bir kadının memelerini görmek bile seni utandırıyorsa Gurur’un-”
“Yenge lütfen sus!”
“Kadın kadınayız şurada, Farah.” Elbiseyi giyerken dudaklarında pis bir sırıtış vardı. “Sen artık evli bir kadınsın. Eminim sevişirken Gurur’u birçok kez çıplak görmüşsündür.” Hayır, görmedim ve görmekte istemiyordum.
Elindeki parfüm şişesini ısrarla bırakmayan Seçil, ağzımdan laf almak istercesine sinsi gözlerini bana dikti. “Farah’ın bu kadar utanmasının nedeni henüz çıplak bir erkek görmemesi olabilir,” dedi yapmacık bir gülümsemeyle. “Gurur ile seviştiklerinden bile emin değilim.”
Yonca yenge giydiği elbisenin sırtındaki fermuarını çeksin diye Seçil’in önünde durdu. Bunu yaparken kıstığı gözleri üzerimdeydi. “Evli olmana rağmen yoksa hâlâ bakire misin?” Konu hangi ara benim bakireliğime gelmişti? Kimse üzerime gelmesin ben halimden memnunum.
Bu konuşmanın gittiği yer beni çok rahatsız ettiği için gerginliğimi onlardan saklamaya çalıştım. “Kocam ile yatak odamızda olan şeyler bizim mahremimizdir.” Konuyu kapatmalarını isteyen gözlerle ikisine bakıyordum. “Her şey böyle uluorta yerde konuşulmaz.”
“Yani hâlâ bakiresin?” dedi Seçil.
“Seçil gel sen bana şey et, ne dersin?” Beni sinir ediyordu. “Ne olup olmadığım kimseyi ilgilendirmez.”
Güldü. “Eğer bu konuda Gurur’u bekliyorsan yaşlı bir bakire olup çürürsün.”
“Yahu ne yapayım!” dedim çıldırarak. “Her önüme gelenle yatayım mı? Bazılarımız böyle olmaktan memnun!” Ben kendimden razıydım gerisi umurumda değildi.
Seçil yüzünü buruşturarak, “Hangi çağda yaşıyoruz, ay yobaz,” dedi bana.
“Annem burada olsaydı sana batı özentisi kaltak derdi.” Benden duyduğu sözlerin dehşetiyle gözlerini irice açtığında, “Ben demem,” dedim hızlıca. “Ama annem kesin derdi.” Ona sevimlice gülümsedim. “Bilirsin annem ağzına geleni söyler.” Kaşlarını çattı çünkü annem üzerinden ona kaltak dediğimi iyi biliyordu.
Yengem aramızdaki gerginliği sonlandırmak için farklı bir konu açtı. Ona dar gelen elbiseyi üzerinden çekiştirirken açtığı yeni konu da hiç hoş değildi. “Karun’un karısının aslında yaşadığı kimin aklına gelirdi ki.” Aynanın önünde durup ayva göbeğini sıkan elbisenin üzerindeki duruşuna baktı. “Kadın bir yıldır sahte bir ölümle başta Karun olmak üzere herkesi ayakta uyutmuş.” İşte bu konuda haklıydı.
Bir yıldan sonra patlak veren bu haber herkesin gündemindeydi. Karun’un karısı Bige Efil Saka geçen yıl tam bu aylarda ölümüyle herkesi sarsmıştı. Herkesin onu ölü sandığı son bir yılda neler yaptı, kimse bilmiyordu ama yakın zamanda yaşadığı ortaya çıkmıştı. Tüm basın bunu konuşuyordu.
Sosyetenin yeni dedikodu konusu Karun’un karısıydı. Tüm haberler Gurur’un yeğeni Karun ile ilgiliydi. Bige Efil Saka’nın ölmediği doğrulanmıştı çünkü mezarı başında Karun ile olan bir fotoğrafı basına sızdırılmıştı. O fotoğrafı hangi gazetecinin çektiğini bilmiyordum fakat oldukça şaşırtıcı bir görüntü yakalamıştı.
Karun ve Bige bir yıldan sonra birbirleriyle yüzleşiyormuş gibi bir mezarın başındaydılar. İkisi de üzerinde Bige Efil Saka Kalender yazan bir mezarın iki yanında durup birbirlerine bakıyorlardı. Birbirlerine olan bakışlarında bile can yakıcı bir konuşma gerçekleştirdikleri anlaşılıyordu. İlk sayfasını doldurdukları o derginin bir kopyası da benim masamın üzerindeydi.
“Bu normal bir insanın yapacağı bir şey değil,” diye mırıldandım. “Bir yıl boyunca herkese öldüğünü düşündürttü. Bu çılgınlık.”
Seçil burnunu kırıştırdığında ifadesi hoşnutsuzdu. “Kadın zır deli.” Bunu inanarak söylemişti. “Henüz onunla tanışmadım ama bir akıl hastası olduğunu bilmeyen yok. Zaten sahte ölümünden hemen önce Karun onun için deli raporu çıkarmış. Kalenderler bunu bizzat açıklamadı ama geçen yıl Karun’un karısına deli raporu çıkartıp onu boşadığına dair söylentiler var.”
“Öyle olsa Karun neden bir yıl boyunca her gece karısının mezarı başında uyusun ki?” Söylentilere kulak asmadığımı belirtip elimde tuttuğum kitabı koltuğumun kenarına bıraktım. “Magazin sayfaları her şeyi yazar, her duyduğumuza inanmamak gerek ama bir konuda haklısın.” Seçil’e bakıp başımı salladım. “Kadın delilik derecesinde tehlikeli biri.”
Babam onunla ilk kez karşılaştığında babamın gözlerinin önünde bir bölge liderini öldürmüştü. Saka adıyla ün salan bu kadını takdir mi ediyordum yoksa onu eleştiriyor muydum, bilmiyorum. Bence Sanrı’nın Saka’sı da en az onun kadar tehlikeliydi.
Karun kendisi için ondan daha iyi bir eş bulamazdı. Sanrı, Karun’un yer altı dünyasındaki lakabıydı. Bige’de soyadından dolayı Saka diye anılıyordu. Bu yüzden herkes o ikisine Saka ve Sanrı diyordu. Küçük bir kuş ve bir kâbus anlamına gelen bu lakaplar ikisinin üzerine yapışmıştı. Gerçi kuş dediğimizde kaplan çıkmıştı. O kadın manyak bir şeydi.
Annemden duyduklarımdan yola çıkarak bu konudaki düşüncemi belirttim. “Karı koca o ikisini yıkacak bir güç olduğunu sanmıyorum.” İkisi de kendilerinden konuşturmayı iyi biliyordu. “Kendileri dışında,” dedim. “Onların birbirlerine verdiği zararı kimse onlara vermemiştir.”
“Tencere kapak olayı,” dedi Seçil.
Yonca yenge başını iki yana salladı. “Bence yanlış bir eşleşme.” Bu konuda yaşadığı kafa karışıklığını gizleyemiyordu. “Çiftlerden ikisi de fazla baskın ve alfa olunca o evlilik bir savaş alanına dönmez mi? Bir tartışma çıktığında iki tarafta alttan almayacak kadar otoriter olursa birbirlerini tüketirler.”
“Tüketmiş gibiler de,” dediğimde yengem bana katıldığını gösteren mırıltılar çıkartıyordu. “Anladığım kadarıyla evli oldukları süre boyunca biri ne yaptıysa diğeri daha sert karşılık vermiş. Geldikleri son nokta ortada. Şimdi saldırı sırası Karun’a geçti bakalım o ne yapacak?” Bunu merak etmiyorum desem yalan olurdu. Bige, kendini ölü gösterip Karun’u bir yıl boyunca mezarının başında yatırarak ona en büyük darbeyi vurmuştu. Bakalım Karun’un karşı saldırısı ne olacaktı?
Aklıma gelenlerle güldüm. “Aksa burada olsaydı kuracağı cümleyi tahmin edebiliyorum. Böyle adamlarla evlenirseniz sonunuz bu olur derdi.” Kuzenimi özlemediğim bir anım bile yoktu.
Aksa’nın adı geçince bile Seçil gözle görülür bir şekilde gerilmişti. Ortalığı karıştırmaya bayılan Yonca yenge ona bakarak sırıttı. “Bir gün geri dönmesinden çok korkuyorsun, değil mi? Dönerse seni rahat bırakmaz.” Yanılmıyordu çünkü Aksa, henüz küçük bir çocukken bile Seçil’i gördüğü yerde tırnaklarını çıkartırdı.
Seçil kapıya yürürken gözlerini devirdi. “Beş yıldır kayıplarda olan biri bana hiçbir şey yapamaz. Kendi ülkesine bile girmeye cesaret edemeyecek kadar zavallı.” İçim burkulmuştu çünkü Aksa beş yıldır yabancı bir ülkedeydi. Onu en son gördüğümde yirmi yaşındaydı ve üzerindeki gelinlikle kendi düğününden kaçıyordu. Şimdilerde tıpkı benim gibi yirmi beş yaşındaydı.
Seçil kapıdan çıkmak üzereydi ki, “Bir şey unutmadın mı?” diyerek onu durdurdum. Bana döndüğünde elinde sıkıca tuttuğu Gurur’un parfümünü gösterdim. “Onu bırak öyle git.”
Buna yanaşmadı. “Bu parfüm beni kıracağın kadar değerli mi?”
“Mesele parfüm değil.” Son derece soğukkanlı bir şekilde yanına gidip karşısında durdum. “Sorun şu ki kocamın kokusunu başka kadınların üzerinde görmekten hoşlanmıyorum.” Elindeki şişeyi çekip aldım. “Eniştenin kokusunu üzerinde taşıman birçok anlamda sapkın ve çirkin olmaz mı?” Seçil ile ilgili her şey fazla sapkın ve takıntı derecesindeydi.
Onun çoğunlukla yaptığı gibi onu düşünüyormuş gibi davranıp, “Beni yanlış anlamanı istemem,” dedim yapmacık bir ilgiyle. “Burada tek düşündüğüm sensin ve senin itibarın.” Gözlerinin içine sadece onun anlayacağı bir imayla bakıp, “Evdekiler yanlış anlayabilir,” dedim. “Gurur’u hiç tanımıyorsun, karısı dışında kimseden kendi kokusunu almaktan hoşlanmıyor.”
Seçil’in dumura uğrayan suratına bakıp başımı omzuma doğru eğdim. “Bilirsin kocam biraz arızadır onu kızdırmayı istemem.”
Gurur’dan bahsederken her kocam deyişimle gözlerinin ardında oluşan kıskançlığı görebiliyordum. Dil ucuyla, “Anladım,” deyip hemen odamdan çıkmıştı. Sanki biraz daha kalsaydı ondan aldığım parfüm yüzünden üzerime atlayacaktı.
Seçil gittikten bir süre sonra Yonca yenge de odamdan çıkınca rahat bir nefes almıştım. Onların dağıttıkları odayı toplarken ikisini de bir daha bu odaya almayı düşünmüyordum. İçeride kaldıkları süre boyunca her şeyimi kurcalayıp durmuşlardı.
Odamı topladıktan sonra canım sıkıldığı için telefonda zaman geçirmeye başladım. Instagram’a girip Gurur herhangi bir şey paylaşmış mı diye baktım ama Melek’le olan son paylaşımı dışında bir şey yoktu. Profil fotoğrafımdaki yeşil eriklere bakınca derin bir nefes aldım. Gurur’un eriğe tiki olduğunu hatırladığım için uzun zaman sonra profil fotoğrafımı değiştirdim.
Galerimden duran fotoğraflarımdan birini seçip onu profil fotoğrafı yaptım. Tam şu anda anonim olmaktan çıkıyordum çünkü daha önce bunu hiç yapmamıştım. Telefonu bir köşeye bırakacağım esnada ekranda yazan isimle tebessüm ettim, Aksa arıyordu. Telefonu açıp kulağıma yasladığımda bu kadar erken açmamı beklemediği için birine, “Kardeşim sen mal mısın?” deyişini duydum. “O benim bavulum diyorum nesini anlamıyorsun!” Midem kasıldı. İsviçre’den biriyle konuşuyorsa bunları neden Türkçe söylemişti?
Aksa telefonu kulağının yanında tutmuyor olmalı ki bir adamın, “Hanımefendi bavulun üzerinde benim adım yazıyor,” dediğini duydum. “Neden bavulumu bırakmıyorsunuz?”
“Senin adın Aksa Atılgan mı? Etikette benim adım yazıyor!”
“Ay çıldıracağım!” Bu ince sesi çıkartan bir erkek miydi? “Bavulda Aksa değil, Tuna yazıyor.”
Aksa’nın sorduğu soru bana kahkaha attırabilirdi. “Peki, sen Tuna olduğuna emin misin?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Elini kolunu oynatmadan konuş!”
“Sende biraz kadın gibi konuş!”
“Siktir etsene, bavul falan istemiyorum al senin olsun!”
“Bavul zaten benim!”
“Git yanımdan!”
“Meraklın değilim!”
Aksa’nın Tuna denen o ince sesli adamla tartışmasına kulak misafiri olmak beni güldürmüştü. Her yerde bir tartışma çıkartacak potansiyeli vardı. Nihayet elinde tuttuğu telefonu hatırlamış olmalı ki, “Selam kuzen,” diyen neşeli sesini duydum. “Özledin mi beni?”
“Az önce tartıştığın o adamda kimdi?”
“Nereden bileyim süslü püslü bir şeydi. Boynunda fıstık yeşili bir atkısı vardı. İnanabiliyor musun, fıstık yeşili.” Ve Aksa o renkten nefret ederdi.
Gülmemeye çalışarak, “Peki, senin üzerinde ne var?” diye sordum.
Homurtusunu duydum. “Oduncu gömleği.”
Kahkaha attığımda hemen savunmaya geçmişti. “Dün giydiğim kıyafet üzerimde olsaydı o herif benimle böyle konuşamazdı. Normalde güzel giyindiğimi biliyorsun ama aceleyle evden çıktığım için üzerimde bu şeyler var.” Küçük bir duraksamadan sonra, “Ne bakıyorsunuz kardeşim!” diyen sinirli sesini duydum. Yine birilerine sataşıyordu. “Oduncu gömleğinin altına pijama giyen hiç mi kadın görmediniz? Kadınız oğlum biz çuval giysek bile yakışır!”
“Ayağında pijama mı var?” Gülmeye başladım. “Gömleğin altına pijama mı giydin?”
“Hem de ayıcıklı,” diye kıkırdadı. “Uçağı kaçırmamak için yataktan fırladığım gibi üzerime bir gömlek alıp evden çıktım. O panikle altıma da bir şey giymem gerektiğini düşünemedim.”
“Neden havaalanındasın?”
O kurnaz sesini duydum. “Tahmin et bakalım neden?”
Aklıma gelenlerle kaşlarımı çattım. “Sakın Türkiye’ye dönmek gibi bir delilik yaptığını söyleme! Dün babanın bir adamla konuşmasına kulak misafiri oldum. Seni bulmak için peşine taktığı dedektiflerden biriyle konuşuyordu. Aradan geçen beş yıla rağmen hâlâ her yerde seni arattırıyor.” Amcam onu gördüğü yerde sağ koymazdı.
Aksa’nın yutkunuşunu duydum. “Desene babam kızını toprağa gömmedikçe durmayacak.” Buruk sesinden sonra acı verici gülüşü kulağıma geldi. “Belki de karşısına çıkıp beş yıl süren bu kovalamacayı bitirmeliyim. Sen ne dersin?”
Gerilerek odamın kapısını kontrol ettim. “Sakın bunu yapma.” Odamda olmama rağmen biri onunla konuştuğumu anlayacak diye ödüm kopuyordu. “Sana istediğin kadar para gönderiyorum, Türkiye’ye dönemezsin. Gez dolaş ama buraya gelmeyi unut.”
“Seni özledim, Farah.” Sesi hüzünlüydü. “Bana nasıl gelme dersin. Beş yıl oldu be kızım.” Bana gücenmiş gibi kırılgan bir sesle, “Beni hiç mi özlemedin?” diye sordu.
“O nasıl söz tabii ki özledim.” Onu düşünmediğim ve nasıl olduğunu merak etmediğim tek bir günüm yoktu. “Seni ölü görmektense özlemeyi yeğlerim.” Geri dönerse ne amcam ona acırdı ne de babam.
“Farah,” diyen sesi buruktu. “Beş yıldır evimden yurdumdan kovuldum. Artık sığamıyorum hiçbir yere.”
“Aksa geri dönemezsin.”
“Madem istemiyorsun dönmem.” Bana küsmüş gibi konuşmuştu. “İstemiyorsan dönmem ama şunu bil ki bir gün döndüğümde öleceksem bile ablamı da yanımda götüreceğim. Dönersem Seçil Tozlu kendine saklanacak yer arasın.” Sesi kin doluydu. “Benden çaldığı beş yıla karşılık ondan her şeyini alacağım!”
“Aksa-”
“Kapatıyorum, Farah.”
“Bekle! O bavul mevzusu neydi? Sen neredesin ki bavulunu bir adamın bavuluyla karıştırdın?”
Korkularımı yatıştırmak için alaycı bir şekilde güldü. “Merak etme Türkiye’ye döndüğüm yok. Son beş yılda olduğu gibi hâlâ İsviçre’deyim. Zürih’e uçakla geldim.” İğneleyici bir sesle, “Burada yapacak daha iyi bir işim yok,” dedi. “Bende gönderdiğin paralarla İsviçre’deki şehirleri geziyorum.” Bunları söyledikten sonra telefonu kapatmıştı. Ona gelme dediğim için bana kırılmıştı bu yüzden telefon konuşmasını kısa kesmişti.
Bana kızabilirdi ama onun iyiliği için geri dönmesine izin veremezdim. Aksa’yı tanıyordum eğer Türkiye’ye geri dönerse rahat durmazdı. Başta Seçil olmak üzere tüm ailesine karşı öfke doluydu. Onlardan en ağır şekilde intikam almak için elinden geleni yapardı. Aksa hırçın bir okyanus gibiydi. Bir kere taştı mı önüne çıkan her şeyi sel altında bırakmadan durmazdı.
Tozlu’lardan nefret ediyordu. Zaten bu yüzden kaçar kaçmaz kendinde değiştirdiği ilk şey soyadı olmuştu. Onu mümkün olduğunca orada tutmalıydım. Dönerse ya ölürdü ya da Seçil’i öldürürdü. Kuzenimin neler yapabileceğini ve istediğinde ne kadar tehlikeli olabileceğini çok iyi biliyordum.
Derin bir nefes alıp akşam yemeği için odamdan çıktım. Bugün odamda yalnız yemek istemiyordum. Bir alt kata indiğimde Caner ile karşılaştım. Beni görünce etrafını kontrol edip hemen yanıma geldi. Kolumu sıkarak sırtımı arkamdaki duvara yaslamasını beklemiyordum. Günlerdir beni yalnız yakalamayı beklediğini biliyordum.
Beni duvar ve kendi arasında sıkıştırıp üzerime eğildi. Nefesinde bile alkol kokusunu alıyordum. Nefesine karışan içkinin kokusu midemi bulandırırken Caner kaşlarını çattı. “Gurur’a güvenip sakın kimseye bir şey anlatmaya kalkışma!” Konuşurken ağzından çıkan tükürükler yüzüme gelmişti. Beni Gurur’a sattığını babama söylerim diye ödü kopuyordu.
Kolumu kırmak ister gibi sıkarken gözlerinin ardında delici bir ifade vardı. “Üç yıl önce olanları birine bile anlatırsan gözümü bile kırpmadan seni öldürürüm!” Kemiklerime kadar ürpermiştim. Bunu gerçekten yapacağını biliyorum çünkü ölmem Caner’in işine gelirdi. Ben ölürsem babamın tek veliahttı o olurdu.
Sert tutuşu yüzünden kolumda hissettiğim acı canımı yakıyordu. “Abi bırak gideyim.” Titreyen sesim ağlamak üzere olduğumu gösteriyordu. “Kimseye bir şey anlatmadım, anlatmayacağım da.” Kolumu ondan kurtarmaya çalışırken dolan gözlerimi ondan saklamadım. “Bırak gideyim seni kızdıracak bir şey yapmam.”
Benden istediklerini duymanın memnuniyetiyle kolumu iterek bıraktı. “Akıllı ol!” Bana sırtını dönüp aşağıya inmek için merdivene yöneldiğinde gözlerimdeki yaşları zor tuttum. Ben onun sahip olduğu tek kardeşiydim ama beni düşmanı olarak görmeyi hiç bırakmıyordu.
Kendimi daha iyi hissedene kadar yerimden hiç kıpırdamadım. Tüm bu süre zarfında kolumu tutarak abimden kalan boşluğa bakıyordum. Bir süre sonra kendimi toparlayıp aşağıya inmiştim. Yemek salonuna girdiğimde bizimkiler masadaki yerini almıştı. Annem ve babama gülümsemek için kendimi zorlayıp babamın yanındaki yerime oturdum.
Hizmetçiler son eksikleri getirirken babam başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı. “Yarın baba-kız denize açılalım mı?” Yaşlı yüzünde sevgi dolu bir duygu vardı. “Bayağıdır birlikte balık tutmuyoruz.” Son üç yıldır bunu hiç yapmamıştık.
Babamın bana olan bu yoğun ilgisi Caner’in elindeki çatalı sıkmasına neden olduğu için, “Canım istemiyor baba,” diyerek onu geri çevirdim. “Evden çıkmaya henüz hazır değilim.”
Babam bu konuda bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama ona pek yardımcı olmuyordum. İsteksiz bir şekilde başını sallayıp önüne dönmüştü ki, içeri giren kişiyle sertçe yutkundum. Gurur eve dönmüştü. Elim ayağım titreyerek ona bakıyordum. Bir daha bu eve dönmeyeceğinden çok emin olduğum için onu burada görmeyi beklemiyordum.
Ben ona bakıyordum ama o, bana çok kızgın olduğu için bir kez olsun benim bulunduğum yere bakmıyordu. Dışarıdaki kara kışa rağmen üzerinde beyaz gömleği ve siyah pantolonu dışında hiçbir şey yoktu. Bu havada ceket bile giymiyordu. Beyaz gömleğinin ilk birkaç düğmesi açık olduğu için kavruk teni görünüyordu. Gömleğin kollarını birkaç kat katladığı için kalın bileklerine ve bileğindeki deri bilekliğe bakıyordum.
Saçlarını düzgünce arkaya doğru taramıştı, yakışıklı çehresi ise fazla sert bakıyordu. İçeri girdiği an masadaki herkesi susturacak bir ağırlığı vardı. Bu masada annem dışında saygı göstereceği kimse yokmuş gibi bir tek ona baktı. “Hayırlı akşamlar kaynana.” Tok bir sesle konuşup masaya oturmak yerine koltuklara doğru yürüdü.
Kaynana lafını duyunca cin çarpmışa dönen annemin tüm tüyleri diken diken olmuştu. “Ben senin kaynanan değilim!” Hakarete uğramış gibi burnunu kırıştırdı. “Sanki kızımla zorla evlenmemiş gibi bir de kaynana diyor bana.” Bir tutam siyah saçını kabaca omzundan arkaya iterken rencide edici bakışları Gurur’un üzerindeydi. “Kafana göre bu eve girip çıkamazsın. İsteyince çekip gidiyorsun isteyince dönüyorsun.”
Gurur tekli koltuklardan birine yayılarak oturdu. Bacakları hafif aralıklı otururken tek muhatabı annemdi. Israrla benim olduğum yöne bakmıyordu. Alaycı bakışlarını anneme dikerek söyledikleriyle onu daha fazla kızdırdı. “Hesap mı vereceğim sana? Ne zaman istersem gelir giderim.”
Annem masadaki tuzluğu alıp bir saniye bile beklemeden ona fırlattı. “Benim evimdeysen gerekirse hesap vereceksin!” Eğer Gurur tam zamanında başını eğmeseydi annemin attığı tuzluk onun kafasını kırabilirdi. Adam daha yeni geldi bir dur be kadın, bir dur.
Annemin attığı tuzluk yüzünden Gurur’un çenesinde bir kas seğirdiğinde öldürücü bakışlarının hedefinde annem vardı. “Eline ayağına sahip çık!”
Ondan zerre kadar korkmayan annem bu seferde masadaki biberliği aldı. “Benim evim değil mi? Hesap mı vereceğim sana?” Alaycı gözlerle Gurur’u taklit etti ve daha sert bir şekilde elinde tuttuğu biberliği ona fırlattı. “Ne istersem onu yapar ve onu atarım!”
Gurur ikinci kez başını eğerek annemin attığı cam baharatlıktan kurtuldu fakat bu sefer kaşları çatık değildi. Sert görünmeye çalışarak annemi tehdit etti ama gözlerinin ardında muzır bir şeyler vardı. “Rahat durman senin hayrına,” dedi ama sesi oldukça keyifli çıkmıştı. Annemle uğraşmayı seviyordu, değil mi?
Bu eve geldiği ilk günden beri bir tek anneme saygı duyduğunu hareketleriyle belli ediyordu. Annem ona vurduğunda karşılık vermemesi bile bir saygı gösterisiydi. Tıpkı içeri girdiğinde sadece anneme selam vermesi gibi. Gurur anneme karşı fazla ölçülüydü.
Babam onu burada görmenin memnuniyetsizliğiyle kaşlarını belli belirsiz çatmıştı. “Kendi aile sorunlarını halletmeden benim evimi karıştırmaya mı geldin?” Babamın ona olan bakışları oldukça iğneleyiciydi. “Belalı gelininiz yaşıyormuş, Kalenderler cephesinde işler yeterince karışmış olmalı.”
Gurur bacak bacak üstüne atarak kolunu koltuğun kenarına yasladı. Yeşil gözleri eziciydi. “Henüz onunla bizzat tanışmadım ama bizim gelinimizde en az bizim kadar arızadır.” Bu konuda buradakilere malzeme vermeyerek yeğeninin karısını savundu. “O bir Kalender gelini ortalığı karıştırdıysa toplamasını da bilir.”
Nesibe yenge tabağındaki yemeğe yumulmamak için kendini zor tutarken meraklı bakışları Gurur’u buldu. “Yeğenine bir yıl boyunca yaşattıklarını hiç mi umursamıyorsun?” Yengem dedikodunun kokusunu aldığı için bu onu yemekten daha çok cezbediyordu. “Bige’yi savunmak yerine senin Karun’un tarafında olman gerekmiyor mu? Onunla henüz tanışmamışsın nasıl biri olduğunu bilmeden onu nasıl savunursun?”
Gurur donuk bir suratla bakışlarını Nesibe yengeye kenetledi. Amcamın ailesinden kimseden hazzetmediğini saklama gereğinde bulunmuyordu. “Bige’yi tanımam için onunla yüz yüze tanışmam gerekmiyor, bu konudaki araştırmamı aylar önce yaptım.” Ne düşündüğünü anlamayacağımız kadar hissizdi. “Düzgün bir kız.” Gelinleri konusunda kimseyi konuşturmamaya kararlıydı.
“Onu araştırarak tanıyamazsın,” dedi Seçil. “Vicdansız bir kadın olduğu çok açık.” Gurur’a yaranmak için ilgili kadın pozları kesmeyi hiç bırakmıyordu. “Bige iyi biri olsaydı kocasını elalemin diline düşürüp bir yıl boyunca onu süründürmezdi.”
“Kendi hemcinsin için nedir bu önyargı?” Gurur açık bir kınamayla Seçil’e bakıyor, bakışlarıyla onu eziyordu. “Canı yanmayan hiçbir kadın zehrini akıtmaz.”
Son söylediklerine tüm kalbiyle inanıyormuş gibi başını ağır ağır salladı. “Bir kadın kocasının aynasıdır.” Bunları söyledikten sonra bir an bana bakacak gibi oldu ama bunu yapmadı. “O aynanın karşısında nasıl durursan sana onu yansıtır. Belli ki piç yeğenim kendi aynasının karşısında yanlış bir duruş sergilemiş.”
Bu sözleri masadaki herkesi susturmaya yetmişti. Koskoca bir dünyanın deli damgası vurduğu Gurur, aslında herkesten daha akıllıydı. Kurduğu her cümleyle bunu belli ediyordu. Onu izlerken ona hayran olmamak elde değildi. Karun’a olan düşkünlüğü herkes tarafından bilinen bir şeydi. Ancak taraf tutup körü körüne Karun’u savunmak yerine olaylara tarafsız yaklaşıyor, tüm bu karmaşanın içinde doğruyu ve yanlışı en güzel şekilde ayırt edebiliyordu.
Gurur tanıdığım hiçbir erkeğe benzemiyordu. Onlar gibi kendini kasmıyor, ciddi ve soğuk görünmeye çalışmıyordu. Deli doluydu ve sık sık gülümseyen neşeli biriydi. Kimseyi takmadan kafasına estiği gibi yaşıyordu. Lafını asla esirgemeyen, doğruya doğru ve yanlışa yanlış diyen biriydi. Düşünceleri olgun, hisleri derin bir adamdı.
Herkes onunla olmak isterdi çünkü bir akıllının görmezden geldiği, hoyratça ezdiği bir kadın olmaktansa bir delinin baş tacı olmayı her kadın isterdi. Artık yemeğe başlama zamanı gelmişti. Masadakiler tabağını önüne çekerken kimse Gurur’a aç olup olmadığını sormadı veya onu masaya davet etmedi. İstenmeyen bir damadı herkes hakkıyla dışlıyordu. Bu duruma dayanamayıp tam onu masaya çağıracaktım ki, teklif hiç ummadığım birinden gelmişti.
Annem ona karşı takındığı sert duruşundan ödün vermedi ama onu görmezden de gelemedi. Gurur’a boş sandalyelerden birini gösterip, “Buraya gel,” diyerek herkesi şaşırttı. “Açlık başına vurursa kalkıp salonumu tekrar dağıtmanı istemiyorum.” Kendi tarzıyla onu masaya davet etmişti.
Gurur’un dudağının köşesi kıvrıldığında anneme olan bakışları şeytaniydi. “Beni mi düşünüyorsun kaynana?”
Kaynana lafıyla bile annemin suratı değişmişti. “Zıkkımın kökünü ye!”
Gurur ona bıyık altında gülerek salondaki değişikliğe dikkat çekti. “Görüyorum ki burayı yeniden dekore ettirmişsin.” Başını çevirip şıklığıyla göz dolduran eşyalara baktı. “Yalan yok zevkli kadınsın ama sence de tüm bu ışıltı biraz fazla değil mi?” Tavandaki devasa avizeyi gösterdi. “Bu ne kubbe gibi?”
Fenalık geçirir gibi elbisesinin yakasını çekiştiren annem, “Damadın da görgüsüz olanına çattık,” diye homurdandı. “Avize o!” dedi tersçe. “Burayı aydınlatmak için var.”
“Fazla aydınlatıyor.”
“Avizelerin amacı bu.”
“Siktiğim avizelerin amacı gözlerimi rahatsız etmek mi?”
“Kafanı dikip bakarsan tabii rahatsız eder. Avizeme bir şey yapmadan dön önüne!”
Gurur belindeki silahı çıkardı. “Birkaç lambasını patlatacağım.” Bunu söyleme şekli son derece sakin ve ciddiydi. “Bu kadar ışık yaymasını sevmedim.”
Annem hemen masadaki bıçağı alıp kaşlarını çattı. “Avizeme tek bir kurşun sıkarsan seni öldürmeme Karun bile engel olamaz!”
“Avizen fazla büyük daha küçüğünü alalım.”
“Kafanı dikip bakma şuna dedim!”
“Kafamın tam üstünde duruyor, nasıl bakmayayım?”
“Farah bir şey söyle şu ruh hastası kocana!”
Hemen başımı önüme eğdim. “Anne ben konuşmuyorum onunla.”
Gurur’un sinirli sesini duydum. “Kaynana söyle kızına bende onunla konuşmuyorum!”
Tabağımdaki etli bamyayla bakışmayı sürdürdüm. “Anne söyle ona gitsin evimizden.”
“Sıkıysa söyle kaynana, kurşuna dizerim avizeni.”
“Birbirinize ne söyleyeceksiniz beni araya katmayın,” dedi annem. “O avize ikinizden de değerli.”
Başımı çevirip hızla anneme baktığımda ikimizi de görmezden gelerek kaşığını yemeğe daldırdı. “Bir avize benden daha mı değerli?” diye sorarken şaşkınlığımı gizleyemiyordum.
Ağzındaki lokmayı yedikten sonra başını çevirip şeytani bakışlarını bana çıkardı. Bir konuda beni kınar gibi yüzünde inanamayan bir ifade vardı. “Ördeğin kilosuyla avizeyi nasıl kıyaslarsın?”
“Beni avizeyle mi kıyaslıyorsun?”
“Haklısın senin etin bile yenilmiyor.” Bedbaht bir şekilde dudaklarını büzdü. “Bu açıdan bakınca durum daha da vahim.”
“Anne ben ördek değilim.”
“Bir ördeğin annesi olmaktan mutlu muyum sanıyorsun?” Burada mağdur olan oymuş gibi drama yapıp elini göğsüne bastırdı. “Bana bir bak, Farah. Taş gibi hatunum ama bir de-” Göğsündeki elini çekip işaret parmağını bana doğrulttu. “Doğurduğuma bak.”
Burada sinir krizleri geçiriyordum. “Neyim varmış benim?”
“Hayatım hiçbir şeyin yok.” Üzgün gözlerle beni süzdü. “Boy pos endam hiçbir şeyin yok.”
“Ama artık ayıp ediyorsun.”
“Farah üzerime gelme, sana aptal bile diyemiyorum çünkü iltifat olarak algılıyorsun. O saçma çocukluk hayalini daha fazla beslemeyeceğim.”
“O zaman zeki olduğumu söyle.”
“Dünyalar güzeli anneciğine yalanı mı aşılıyorsun?”
“Konuşmuyorum ben seninle!” diye homurdanıp önüme döndüğümde Gurur’un gülüşünü duydum ama utançtan başımı kaldırıp ona bakmadım. Annemle olan rezil tartışmamızı görmese de olurdu.
Babamın suskunluğu dikkatimi çektiği için bakışlarım onu bulmuştu. Buradaki tüm konuşmalardan sıyrılmış, dalgın bir şekilde tabağına bakıyordu. Bir sıkıntısı olduğunu anlayacak kadar onu tanıyordum. Gurur veya bizimle ilgili olan şeyleri duymayacak kadar düşüncelerinin esiri olmuştu. Neyi vardı? Babamı nadiren böyle durgun ve dalgın gördüğüm için endişelenerek masadaki elini tuttum. “İyi misin baba?”
Sesimle birlikte daldığı düşüncelerden çıkarak yorgun bakışlarını bana yöneltti. Her ne sorunu varsa bunu bizlerden gizlemeye çalışarak başını salladı. “İyiyim babam.” Elinin üstündeki elimi avucuna aldı ve avuç içime küçük bir öpücük kondurdu. “Sen bu ihtiyarı dert etme, hadi yemeğini ye.”
Babamı düşündüren bir şeyler vardı, bunu görebiliyordum. Israr etsem de bana anlatmayacağını bildiğim için önüme döndüm. Bakışlarım Gurur’u bulduğunda babamı izlediği gördüm. Yeşil gözlerinin arkasında gizleyemediği bir düşmanlıkla babama bakıyordu. Dudaklarında ise sadistçe bir sırıtış vardı. Sanki babamın neyi olduğunu biliyordu ve bu onu keyiflendiriyordu. Umarım babamın bu durgunluğunun altında Gurur’un parmağı yoktur.
Onun yüzünden babama bir şey olursa Gurur Kalender sayfası benim için tamamen kapanırdı. Benden babamı alırsa bu evlilik gerçek anlamda biterdi. Annem ve babam benim her şeyimdi. Birinden birini kaybedersem benden geriye hiçbir şey kalmazdı. Umarım Gurur bir şey yapmadan önce anne ve babama olan düşkünlüğümü de hesaba katardı. Şu zamana kadar onlara herhangi bir zarar vermemişti. Tek temennim bundan sonra da böyle devam etmesiydi.
Gurur’un adamları ellerindeki şeylerle içeri girince herkes küçük çaplı bir şok geçirdi. Gurur’un korumaları ellerinde bir mangal için gereken her şeyi tutuyorlardı. Şaşkın bakışlarımızın altında salonun diğer ucuna mangalı kurdular. Bu da yetmezmiş gibi Gurur ateşi görüp kriz geçirmesin diye mangalın etrafına bir paravan çektiler. Bunlar ne yapıyordu? Babam tüm bunlara karşı çıkmayacak kadar kendi sorunlarıyla meşguldü fakat bizler şoke olmuştuk.
Yanlarında getirdikleri et ve rakıyı zigon sehpanın üzerine koymalarını afallayarak izledim. Poşetlerdeki sebzeleri falan hep orta masaya bıraktılar. Biri mangaldaki ateşi yakarken diğeri paravanı düzeltiyordu. Gurur’un sağ kolu Ali ise rakı şişesini ve uzun cam bardağı Gurur’a götürüp önüne bir sehpa çekmişti. Gurur için bir bardak rakı dolduracak kadar rahattı. Ne yani adamları salonumuzda mangal yaparken Gurur, rakısını içip izleyecek miydi?
Korumaların önceden kesip sosladıkları etleri şişlere geçirmesini hayretler içinde izliyordum. “Yok artık.” Tüm bunlar gerçekten yaşanıyor muydu?
Salonumuzda mangal yapan bir deli vardı.
Kış ayında mangal yapmak hiç akıl karı değildi ama asıl delilik salonun ortasında bunu yapmaktı. Kısa sürede malikane duman altında kalmıştı. Tüm bunlara sebep olan Gurur o kadar rahattı ki, evdekilere geçirdiği öfke nöbetlerini zerre kadar umursamıyordu. Bu evde kaldığı sürece bizi delirtmeye ant içmiş gibi davranıyordu. Canımıza kastı varmış gibi hepimizin tahammül sınırlarını zorluyordu.
Etrafındakileri nasıl delirteceğini iyi biliyordu. Akşam yemeği saatinde salonun bir köşesinde mangal yapmak çılgınlıktı. Salon duman altındaydı. Annem hizmetçilere işaret verip bu soğukta buradaki tüm pencereleri açtırmıştı ama duman yeteri kadar dışarı çıkmıyordu. Mangaldaki et cızırdayarak pişerken Ali onları yelpazeliyor, elindeki maşayla kömür ateşini karıştırıyordu.
Bizlerse üzerinde yemek dolu uzun bir masada oturup tek bir lokma yemeden şoke olmuş bir şekilde karşımızdaki akıl hastasına bakıyorduk. Ailecek dilimiz tutulmuş gibiydi. Annemin geçen hafta dekore ettirdiği şık salonumuzun ortasında mangal yapan bir deli vardı. Neden eve geri döndüğünü artık daha iyi anlıyordum. Hepimizi tımarhanelik edecekti!
Annem elindeki çatalı sıkarak en kaliteli perdelerine, birkaç gün önce gelen yeni koltuklarına ve yerdeki pahalı halısına bakıyordu. Hepsine is ve duman sinmişti. Ali mangaldaki ateşi harladıkça mangaldan çıkan kıvılcımlar halıya sıçrıyordu. Gurur mangalın etrafına yarım metre paravan çektirdiği için tüm bunları görmüyordu. Görse bile daha çok batırmak dışında bir şey yapmazdı çünkü pis ve dağınık bir adamdı.
Annem daha fazla dayanamayıp bir hışımla yerinden kalktı. “Senin benim salonumla sorunun ne!” Sesini yükselterek Gurur’a buradaki pahalı eşyaları gösterdi. “Daha yeni dekore ettirmiştim!”
Gurur koltuğuna yaslanarak keyfinden ödün vermedi. “Tüm bunları benim paramla aldın.”
“Çünkü öncekileri sen kırdın!” Afallayarak anneme döndüm. Eşyaların parasını gerçekten Gurur’dan almış mıydı? Bu kadından korkuyordum.
Gurur rakısını yudumlayarak masadaki yemekleri işaret etti. “Neden yemiyorsunuz?” Salonun ortasında mangal yapıp bizde yemek yiyecek hal bırakmayan o değilmiş gibi güldü. “Eğer başlamak için benim etimin pişmesini bekliyorsanız size tek bir lokma vermeyeceğim.”
Kerim amca iki hafta önce Gurur’dan yediği dayakların öfkesiyle babama döndü. “Ara şu Karun’u gelip deli amcasını götürsün evimizden!”
“Neden gidiyormuş?” Sakince amcama döndüm. “Burası kocamın da evi.”
Her fırsatta Gurur’u savunmamın hiddetiyle amcam bakışlarını bana çıkardı. “Onun evi burası değil.”
“Eğer öyleyse burası sizin de eviniz değil.” Gurur gözlerini amcama diktiğinde bakışları fazla soğuktu. “Sen ve ailen siktir olup bu evden giderseniz belki bende gitmeyi düşünebilirim.” Midesi bulanmış gibi yüzünü buruşturdu. “Amına koyduğum parazitleri, ev üstüne ev kurmuşsunuz gelmiş burada bana laf ediyorsunuz.” Lafını hiç esirgemiyordu.
Amcam, Nesibe yenge ve Seçil’in suratı öyle bir hızla değişti ki, bunu görmek annemin keyfimi yerine getirmişti. Gülmemeye çalışarak, “Haklı haklı konuşma oradan damat,” deyişini babamla şaşkınlık içinde izledik. Konu akrabaları taşlamak olunca annem nasıl da hemen Gurur’a damat demişti.
Ali pişen etleri büyük servis tabağına alıp Gurur’a döndü. “Bunlar pişti abi.”
Gurur başını ağır ağır sallayarak ona beni gösterdi. Bunu yaparken bile benimle göz teması kurmaktan kaçınıyordu. “Yengene götür koçum.” Benim için miydi onlar? Bana bu kadar kızgınken etleri bana vereceğini hiç beklemiyordum.
Ali büyük servis tabağını getirip önüme koyunca ağız sulandıran etlerle bakıştım. Daha sonra başımı kaldırıp beni gözlerine yasaklayan Gurur’a baktım. Bana olan kızgınlığı geçmediği için ısrarla bana bakmıyordu. Beni görmezden gelmesi beni gerçekten incitiyordu. Burada tek başıma yiyemeyeceğim kadar çok et vardı bu yüzden, “Akşam yemeğini dışarıda mı yedin?” diye sordum. Ona kırgın olsam da onu yok sayamıyordum.
Bardaktaki rakıyı tepesine dikmeden önce, “Hayır,” deyince tabağı alarak ayağa kalktım. Bana bakmasa bile en azından sorduğum soruya cevap vermişti. “Odamızdaki mutfağımızda yiyelim.” Yalnız kalırsak belki sorun çıkarmayı bırakırdı. “Rakını da al yukarıda içersin. Ben etin yanına mezeleri hazırlarım.” İçki içmezdim ama onu sakinleştirecekse o istediği kadar içebilirdi.
Seçil bana şirinlik yaparak, “Bende size katılabilir miyim?” diye sordu. Sebep olarak elimde tuttuğum tabaktaki etleri gösterdi. “Canım çekti.”
Benzer bir sevimlilikle ona gülümsedim. “Benim açımdan sorun yok ama Gurur ne der, bilemem.” Başımı kaldırıp uyaran gözlerle Gurur’a baktım. “Seçil’de bize eşlik etsin mi?”
Gurur ısrarla bana bakmadığı için bakışlarımla ne anlattığımı görmedi fakat sesimden Seçil’i istemediğimi anlamıştı. Rakı şişesini alarak ayağa kalktı. “Ne işi var onun bizim odamızda?” Şişeyi gelişigüzel tutarken mangal ateşine bakmadan yürüdü. “Karımla yalnız kalmak istiyorum, kimse odama giremez.” Duymaktan keyif aldığım sözlerdi bunlar.
Üzülmüş gibi dudaklarımı büzerek Seçil’e döndüm. “Kusura bakma kocamın müsaadesi yok.” Tabaktaki etlerden birkaçını alıp onun tabağına koydum. “Canın çekmişti buyur ye.” Bozulan suratına bakıp en tatlı halimle ona gülümsedim. “Sonra şişmesin bir yerlerin.” Gebersin.
Masadan ayrılıp kapıya doğru yürüdüğümde Gurur başını hafifçe eğmiş, gülmemeye çalışıyordu. Umarım bu eğlencesinin nedeni Seçil’i bozguna uğratmamdır. Onu kıskandığımı düşünmesini istemiyordum. Birlikte merdiveni çıkarken salonun ortasında yaktırdığı mangala değindim. “Bize yine olaysız bir gün yaşatmadığın için teşekkür ederim.” Sesim fazla iğneleyiciydi.
Dümdüz bir şekilde karşısına bakıp benimle yürürken kaşlarını belli belirsiz çattı. “Olay çıkarmamı istemiyorsan yanımda olmalıydın.” Bensiz geçirdiği bir haftanın sinirini taşıyordu.
Onu anlamazlıktan gelip, “Neden?” diye sordum.
“Uyuşturucu kullanmamı istemiyorsun.”
Başlama ihtimaliyle yutkundum. “Kullanıyor musun?”
“Kullanmıyorum!” dedi tersçe.
Suratım asıldı. “Ama kullanmak istiyorsun?”
“Evet.”
“Başlamanı istemiyorum.”
“İşte bu yüzden baktığım her yerde olmalısın.”
“Neden?”
Bana döndüğünde onun yeşillerinde kalbimi hızlandıran tuhaf bir parıltı vardı. Bir haftadan sonra ilk kez göz göze geldik. Bakışlarının odağında olmayı bile özlemiştim. “Uyuşturucu beni rahatlatıyor.” Merdivenin ortasında durduğunda gözleri boynumda oyalandı. “Sende öyle.” Omurgama soğuk bir his yayılırken gözlerimin içine baktı. “İkiniz de aynı etkiyi yaratıyorsunuz.” Sıradan bir şeyden bahseder gibi, “Kafa yapıyorsunuz bende,” dedi kinayeli bir sesle. Nabzım hızlandı.
Ben onun yeni bağımlılığı mıydım?
Aramızda hâlâ hallolmayan sorunlar olduğu için hiçbir şey söylemeden önüme döndüm. Odamıza çıktığımızda tekrar yüzüme bakmamaya başlamıştı ve aynı şeyi bende ona yapıyordum. Mutfaktaki masayı onun için bir çilingir sofrasına çevirdim. Rakının yanına birçok meze ve atıştırmalık hazırlamıştım. Ben bunu yaparken Gurur sessizce içkisini yudumluyor, ona bakmadığım her anda beni izliyordu.
Onun için her şeyi hazırladıktan sonra onu bırakıp kapıya yürüdüm. Gitmeme izin vermeyerek, “Otur şuraya, Farah!” dedi itiraz istemeyen kızgın bir sesle. Ona döndüğümde sinirli bakışları üzerimdeydi. Bana yanındaki boş sandalyeyi gösterdi. “Bir haftadır ayarlarımla oynadığın yeter, otur konuşacağız.”
Ne kadar istemesem de artık bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak için yürüyüp tam karşısına oturdum. Onun yanına oturmak yerine karşısına oturmama kaşlarını çattı ama şu an için daha büyük bir sorunumuz vardı. Rakı bardağını bir kenara bırakıp sandalyeden öne eğildi. “Bana kafayı iyice yedirtmeden artık neyin olduğunu söyle!” Cebindeki lotus çiçekli alyansı çıkartıp masaya koydu. “Neden yüzüğünü çıkardın?”
Bir haftadır parmağımda boşluğunu hissettiğim yüzüğe içim acıyarak baktım. “O yüzük benim değil, Leyla’nın.”
Leyla’nın adı geçince bile gerilmişti ama bunu benden gizlemeye çalıştı. Rahat görünmeye çalışarak, “Öyle mi?” dedi kontrol edemediği bir sinirle. “Üç yıldır bu yüzüğün içinde yazan isme hiç bakmadın, değil mi?” Parmağıyla hafifçe vurarak yüzüğü önüme itti. “Bu yüzüğün ilk sahibi annem ama o dönemde yüzüklerin içine isim ve tarih yazdırmak yaygın değildi.” Önüme ittiği yüzüğü gösterdi. “Bak içine.”
Neyden bahsettiğini anlamak için üç yıldır parmağımda taşıdığım yüzüğü alıp içine baktım. Donup kalmıştım çünkü yüzüğün içinde Gurur’un isminin yazmasını beklemiyordum. Üstelik burada yazan tarih de beni şaşkınlığa sürükleyen başka bir detaydı. 11/05/2021 bu onunla evlendiğimiz tarihti. Nikah memurunu kulübeye getirmeden hemen önce takacağım yüzüğe kendi adını ve evleneceğimiz günün tarihini yazdırdığını bilmiyordum.
Üç yıldır bir kez bile onun yüzüğünü parmağımdan çıkartmadığım için yüzüğün içinde yazanları görmemiştim. Gözlerim onun parmağındaki alyansı bulduğunda daha fazla kendimi tutamayıp, “Onun içinde kimin adı yazıyor?” diye sordum.
Bir haftadır aramızdaki sorunun nedeninin parmağındaki yüzük olduğunu hâlâ anlamadığı için başını eğdi. Parmağındaki yüzüğe kısaca bakıp tersler gibi, “Bunun konumuzla ne ilgisi var?” dedi sinirle. “Şimdi bırak bunu da bana derdinin ne olduğunu söyle.”
“Derdim o yüzük.” Aynı kızgınlıkla ona bakıp ısrarla taktığı alyansı gösterdim. “Çıkar onu içinde yazan ismi görmek istiyorum.”
Kızgın bakan gözlerinin odağında ben varken burada olup biteni bir türlü anlayamıyordu. “Kızım sen kafayı mı yedin? Parmağımdaki yüzükle ne sorunun var?”
“Peki, çıkarma gidiyorum ben.”
“Dur ulan tamam, çıkartıyorum!” Yeşil gözlerindeki öfke ok gibi beni bulduğunda öfkesinin yakıcılığı içimi tırmaladı. Parmağındaki yüzüğü sertçe çıkartıp kaba bir hareketle önüme itti. “Al bak, nesine bakacaksan.”
Hemen yüzüğü alıp içine baktığımda gördüğüm isimle nefesim kesilmişti. Tıpkı benim yüzüğümdeki gibi italik bir yazıyla onun yüzüğünde de bir isim yazıyordu ama sandığım gibi burada yazan isim Leyla değildi. Yüzüğün içindeki Farah yazısıyla bakışırken karnımda kelebekler uçuşuyordu. Gurur’un taktığı yüzükte benim adım yazıyordu. Bir kez daha kalbim rotasından şaşmıştı. Yanılmıştım taktığı yüzük Leyla’nın değil benimdi. Onun yüzüğünde de evlendiğimiz tarih yazıyordu.
Başımı kaldırdığımda ona olan bakışlarım oldukça şaşkındı. “Ne zamandır benim yüzüğümü takıyorsun?”
Sorunun ne olduğunu bir türlü anlamadığı için yoğun bir kafa karışıklığı yaşıyordu. “Son üç yıldır,” dedi duygudan yoksun bir sesle. Masadan öne eğilerek nefesini sesli bir şekilde verdi. “Farah bak ben düz bir adamım. Öyle bir şeyleri dolandırmaktan hiç hazzetmem.” Ellerini masaya bastırarak gözlerini benim siyahlarıma kenetledi. “Bana artık neler olduğunu anlatacak mısın?” Masadaki yüzükleri gösterdi. “Karın ağrının bu yüzüklerle bir ilgisi var mı?”
Ona yaptığım haksızlığın mahcubiyetiyle iki yüzüğü de alıp ayağa kalktım. Masanın etrafında dönüp yanındaki sandalyeye oturduğumda sessizlik içinde beni izleyip ona bir cevap vermemi bekliyordu. Onun yanında artık bir yerim yokmuş gibi ona olan bakışlarım fazla mahzundu. “Leyla’nın yüzüğü sandım.”
Gözlerinin irisleri büyüdüğünde yoğun bir suçlulukla başımı salladım. “Bu yüzden bir hafta önce alyansımı çıkarmıştım.” Ona bakmaya cesaretim olmadığı için başımı eğip üzgün bir halde somurttum. “Benim yüzüğümü takacağın aklıma bile gelmediği için parmağındaki yüzük Leyla’nın sandım.” Bu konuşmayı daha fazla erteleyemezdim çünkü ona nedenini söylemedikçe aramızdaki uçurum büyüyecekti.
Bakışlarının üzerime döndüğünü hissettim ama eğdiğim başımı kaldırmadım. “Senin yüzüğünü takacağıma neden ihtimal vermedin?” diye sordu tok bir sesle.
İki yüzüğü de masaya bıraktım. Suçlu çocuklar gibi başımı yerden kaldırmazken karnımın üzerinde birleştirdiğim ellerimle oynuyordum. “Senin hayatında benim bir yerim yok.”
Stresten tırnaklarımın etrafındaki derileri çekiştiriyordum. Tırnaklarımı çok sık kemirdiğim için etrafındaki derisi hep soyuluyordu. “Benimle isteyerek evlenmedin, neden yüzüğümü takasın ki?” Sesim kısık çıkarken dokusalar ağlayacak durumdaydım. “Benim yüzüğümü takman için bir sebep bulamadım.”
“Sana bu sikik şeyleri düşündürecek kadar ne yapmış olabilirim!” Hangi ara aldığını bilmediğim rakı bardağını sertçe masaya koyduğunda sandalyemde sıçradım. Biri ne zaman benimle bu ses tonuyla konuşsa hemen devamında bana vuracağını düşünüyordum.
Titremelerimden ne denli korktuğumu görünce bana olan sert tavrı kırılmıştı. “Farah sen benim intikamımın hiçbir yerinde değilsin.” Eğdiğim başımı kaldırdığımda bana olan bakışları şimdi daha yumuşaktı. “Bile isteye seni incitmem.” Bu konuda bana teminat verir gibi başını iki yana salladı. “Sen bu intikamın bir parçası değilsin.”
“Evet ama-”
“Aması yok.” Gözlerimin en derinine bakıp sahiplenircesine, “Farah,” diye adımı mırıldandı. “Benim kendi aynamın karşısındaki duruşum net. Aynayı kırmıyorsam zehrini de hak etmiyorum.” Kalbim öyle bir titredi ki, sözleri karşısında göğüs kafesim sıkışmıştı.
Yaşların süslediği gözlerimi görmekten nefret ediyormuş gibi geniş omuzları gerildi. “Leyla’nın yüzüğü hiç sol elime geçmedi, böyle olması için önce onunla evlenmeliydim.” Sol elini kaldırıp bana yüzük parmağını gösterdi. “Bu parmağa taktığım ilk ve tek yüzük seninki.” Geçmişinin acı dolu hüznü gözlerinin yeşiline imzasını attığında bazı şeyleri hâlâ aşamadığını gördüm. “Leyla bir ölümle benden gitti, Farah. Artık yanımda olan tek kadın sensin.”
Beni izlerken Gurur’un yüzündeki keder bir an olsun silinmedi. Leyla’yı ve ona olanları hatırlamak bile ona yoğun bir azap veriyordu. “Leyla’yla olan hikayem farklı seninle olan farklı.” Uzanıp alyansımı eline aldı. “Bir kadına kendi yüzüğümü taktıysam başka bir kadının yüzüğünü parmağıma takarak onu aşağılamam.” Yoldan çıkan kalbimi durdurmanın bir yolu yoktu. Gurur’la ilgili her şey uyanmaktan korktuğum bir rüya gibiydi.
Elimi tuttuğunda elim onun avucunda kaybolmuştu. Sıcacık elinin yarattığı his kalbimi ısıtırken üç yıl önce yaptığı gibi annesinin yüzüğünü ikinci kez parmağıma taktı. “Bu yüzüğün sahibi senden başkası değil.” İçinde adım yazan diğer yüzüğü alıp onu da kendi parmağına taktı. “Senin yüzüğünü taşıyacak tek adam da benim.” Son sözleri sanki benden hiç boşanmayacakmış gibi söylemişti.
Bana sunduğu güzel düşü yaşamama engel olan bir şeyler vardı. İstesem de yeteri kadar mutlu olamıyordum çünkü bu konuda göz ardı edemeyeceğim bazı gerçekler vardı. “Ben senin için bir yara bandıyım, Gurur.” Bunu kimse inkâr edemezdi. “İyileştiğinde ilk yapacağın şey yara bandını söküp çöpe atmak olacak.”
Bakışlarını benden çekip rakı bardağına uzandığında iç çekmişti. “Benim için bir yara bandı olup olmadığını bilmiyorum çünkü bu konuda kendimi hiç sorgulamadım.” İçkisinden birkaç yudum alıp omuzunun üzerinden bana baktı. Gözlerime değen bakışları kalbimin tam ortasına düşüyor, yüreğimi yakıyordu. “Öyleysen bile seni oradan hiç çıkarmayacağım çünkü kimse bir yaradan kalan izleri görmekten hoşlanmaz.” Ona kapılıp rüzgarında kaybolmamak elde değildi.
Beni neşelendirmek için gözlerinin ardında muzır bir parıltı geçti. “Sandığının aksine herkes yara bantlarını çöpe atmıyor,” dedi tok bir sesle. “Bazılarımız onları saklayacak kadar deli.” Bana kendisini gösterdi. “Bende de delilik fazlasıyla mevcut.”
Dudaklarımda küçük bir tebessüm belirmişti. Bakışlarının sıcaklığıyla yüzüm yanarken, “Ha şöyle,” dedi keyifli bir sesle. “Bir haftadır anamızı ağlattın. Çocuk falan diyoruz ama senin de tripin hiç çekilmiyormuş be kızım.”
Gülmemeye çalışarak sandalyemden ona doğru kaydım. “Bensiz geçirdiğin o bir haftada ne yaptın?”
Kaşlarını alayla yukarı kaldırdığında, “Hiç sırnaşma,” deyip sandalyemi geriye doğru itti. “Seni özlediğimi falan duymayı bekliyorsan yok öyle bir şey.” Sandalyemi iyice iterek aramıza bir kişilik mesafe koymasına hayret ettim. “Tripli ergen!”
Önüne dönerek rakı şişesine uzandığında hâlâ bana kızıyordu. “Kendi kafanda kuracağına doğrudan sorsana kimin yüzüğünü taktığımı. Ama yok, Farah Hanım illa benim dengemi bozacak. Senin yüzünden bir haftadır sinirden duvarları yumrukluyorum!”
Sitemi bile o kadar tatlıydı ki kıkırdayarak sandalyemi tekrar onun yanına çektim. “Ben seni özledim,” diye ona sırnaştığımda sandalyemin kenarlarını kavrayıp beni tekrar yan tarafa doğru itti. “Kız olsaydım bende benim gibi enayi bir kocayı özlerdim,” deyişi bana kahkaha attırdı. “Bebek gibi bakıyorum sana böyle koca mı olurmuş.” Bana kızarak aramıza koyduğu mesafeyi gösterdi. “Sınırı geçeyim deme.”
“Şimdi kimmiş bakalım tripli?”
“Orada car car konuşma, hakkım var bu kadarına.”
Sandalyemi tekrar onun sandalyesine yaklaştırdığımda bu sefer benden kurtulmak için ayağa kalktı. Bende hemen kalkıp onun peşine düştüm. Benden kurtulmak için masanın diğer tarafına geçtiğinde hemen arkasındaydım. “Bana kızmakta haklısın özür dilerim.” Kaslı sırtıyla bakışırken küçük adımlarla onu takip ediyordum. “Hadi barışalım.”
Benden kurtulmak ister gibi adımlarını hızlandırdı. “Öyle barışalım deyince barışmam, Farah Hanım.” Bana sinirli görünmeye çalışarak masanın etrafında dönüp duran bu adama deli oluyordum. “Önce kırdığın kalbi telafi edeceksin.”
“Nasıl telafi edeceğimi söyle bari.” Yaptığımız şey akıl işi değildi çünkü masanın etrafında dönüp duruyorduk. O önde yürüyordu bende hemen arkasında. Neden bunu yaptığımızı bile bilmiyordum ama daha şimdiden masanın etrafında üç tur dönmüştük. “Özür diledim ya daha ne istiyorsun?”
“Bir özürle oluyor mu öyle? O zaman bende senin kalbini kırayım sonra özür dileyerek bu işten sıyrılayım.” Israrla bana dönmeyip masayı turluyordu.
“Sen benim kalbimi hiç kırmıyorsun ki.”
“Delireceğim her söylediği küfür gibi geliyor. Ben seni kırmıyorsam sen niye beni kırıyorsun!”
“Sende pek kırılgan bir şey çıktın. Koca diye aldık nazından geçilmiyor.”
“Doğru konuş sen değil, ben seni aldım!”
Gülerek ona yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. “Masayı beş kez kutsadık dur artık.”
“Biz kafir miyiz, niye siktiğim masasını kutsuyoruz?”
“Bende onu diyorum ya, duralım işte.”
“Kendini affettirmedikçe zor dururuz.”
“Ha dönelim diyorsun sabaha kadar böyle?”
“Benim açımdan sorun yok. Yaptığım en çılgınca şey bu olmaz.”
Masayı turlamaktan başım döndüğü için buna bir son vermek için ona doğru koştum. Koşarak sırtına atladığımda bunu beklemediği için adımları durmuştu. Onu bir tek şaşırtarak durdurabilirdim ve işe de yaramıştı. Bacaklarımı beline dolarken kollarımı sıkıca onun boynuna sardım. Tüm vücudu kaskatı kesilmişti. Arkadan kafamı omzunun üzerinden öne uzatıp başımı eğdim ve ona gülümsedim. “Nasıl durdun ama.”
Gurur başını çevirip gizleyemediği bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. İnsanı günaha çağıran yakışıklı yüzündeki garip ifade çok komikti. “Maymun gibi sırtıma atladın kim olsa dururdu.”
Gönlünü almak için ona sevimlice gülümserken yanağını işaret ettim. “Öpeyim de barışalım mı?”
İnatçı herif kendini ağırdan satarak ciddiyetini korumak için özellikle kaşlarını çattı. “Öyle herkese öptürmem kendimi.”
“Ben senin karınım,” dedim safça. “Bana da mı yok?”
Huysuzluğundan ödün vermeyerek kafasını omzuna doğru yatırarak yanağını benden uzaklaştırdı. “En çok sana yok.” Katır gibi inatçıydı. Karadenizli olduğunu o kadar belli ediyordu ki!
Sırtından yere atlayıp karşısında durdum. Sıradaki hamlemi görmek ister gibi bana üstten bakışlarını atıyordu. Üzerimdeki bluzun ilk üç düğmesini açarak yakasını omuzuma doğru sıyırdım. Boynumu öpüp kokumu solumadığı bir haftadan sonra bakalım buna da hayır diyecek miydi? Gözlerinin içine bakarak onun için boynumu açıp başımı omzuma doğru yatırdım. “O zaman sen beni öp de barışalım.”
Boğazındaki âdem elması hareket edecek bir sertlikte yutkunduğunda boynuma olan bakışları soluğumu kesiyordu. Gecenin karanlığını bir çarşaf gibi saran yeşil gözleri koyulaşmıştı. Bakışları bir ateşe dönüşüp boynuma düşüyor, değdiği yeri yakıp nabzımı hızlandırıyordu. Doğruluğundan emin olduğum bir sesle, “Boyun fetişizmin var,” dedim. Boynuma olan tutkusunun başka bir açıklaması olamazdı.
Söylediklerimle bakışlarını güçlükle boynumdan çekti. Ona çok absürt bir şey söylemişim gibi yüzünü buruşturdu. “Herhangi bir fetişizmim yok.”
“Basbayağı sende boyun fetişizmi var.”
Bana yanıldığımı göstermek istercesine omuzlarını dikleştirdi. “Bende erik tiki dışında hiçbir halt yok. Eğer dediğin gibi olsaydı birçok kadının boynu beni cezbetmez miydi?” Dilimin ucuna kadar gelen soruyu ona sormamak için kendimi zor tuttum. Acaba Leyla’nın boynuna da böyle tutkun muydu?
Bu gece için daha fazla Leyla’dan bahsedip tadımızı kaçırmak istemediğim için ona bunu sormadım. Bunun yerine merak ettiğim soruyu ona farklı bir şekilde sordum. “Benden önce hiçbir kadının boynunun seni cezbetmediğini mi söylüyorsun?”
Kendi için bir bardak rakı doldururken sıradan bir şeyden bahseder gibi, “Hayır,” dedi basitçe. “Senden önce bir kadının boynuna bu kadar meftun değildim.” Benim kalbimi eriten bu sözleri söylerken fazla rahattı. Bense yoğun kalp çarpıntısından her an ölebilirdim.
Gurur öyle bir adamdı ki birine güzel bir şey söylediğinde bile bunu bir iltifat olarak görmediği için fazlasıyla sıradanlaştırıyordu. Onun için gerçek niteliği taşıyan şeyler bir iltifat sayılmıyordu. Bu yüzden doğru bildiklerini söylerken kendini hiç kasmıyordu. Birini çirkin buluyorsa ona çirkin olduğunu söyler, güzel buluyorsa da güzel olduğunu dümdüz bir şekilde söylerdi. Onun için bunlar hakaret ve iltifat değil, gerçeklerdi.
Doldurduğu rakı bardağıyla bana döndü. Karşımda dururken sek içtiği rakıdan birkaç büyük yudum almıştı. Rakının keskinliği boğazını yaktığı için kısa bir anlığına yüzünü buruşturmuştu. Beni uzun boyunun gölgesinde bırakırken gözleriyle boynumu işaret etti. “Boynunun girintisinde beni mıknatıs gibi çeken bir şeyler var ama ne olduğunu bende bilmiyorum.” Omurgama soğuk bir his yayıldığında boğazım kurumuş gibi tek kelime edemedim.
Derimin altı ısınırken hep olduğu gibi yine beni utandıracak bir şeyler bulmuştu. Konuyu kendinden uzaklaştırarak kaşlarını kuşkuyla yukarı kaldırdı. “Sen fetişizmin ne olduğunu nereden biliyorsun?” Ona göre ben hiçbir şey bilmiyordum.
“Bir seferinde Yonca yenge ve Seçil konuşurken duymuştum.” Hiç açık vermeden göz kontağını sürdürdüm. “Yengemin bir arkadaşı da ellere ilgi duyuyormuş. Sorunca o bana anlatmıştı.”
“Hımm,” diye tuhaf bir ses çıkartarak başını usulca salladı. “Yengenin arkadaşında veya başka insanlarda olan o sikik şeyden bende yok.” Kalçasını mutfak tezgahına yaslayarak büyük bir sakinlikle içkisini içmeye başladı. “Dediğim gibi eğer boyun fetişizmim olsaydı şu zamana kadar mutlaka birkaç kadının boynu ilgimi uyandırırdı. Ayrıca fetişizmler yengenin sana anlattığı kadar basit şeyler değil.”
Bana bir şeyler öğretirken yüzünde oluşan o karizmatik ifadeyi görmeyi seviyordum. “Bazı insanlar onlara heyecan veren herhangi bir nesneyi veya kişinin bir parçasını daha ilgi çekici buluyor. Buna fetişizm derler.” Gözlerimin içine derin bir manayla bakarak, “Kişiyi bir bütün halinde kabul etmiyorlar,” dedi soğuk bir sesle. “Kendi kafalarında onu parçalarına ayırıp bir parçasına odaklanıyorlar.” Bunlar zaten bildiğim şeylerdi ama bilmiyormuş gibi rol yapıp bu doğrultuda tepkiler veriyordum.
Yüzümdeki ürkmüş ifade dudaklarının kıvrılmasını sağlamıştı. “Bir adamda el fetişizmi varsa ve karısının ellerini cinsel açıdan heyecan verici buluyorsa, o kadın ellerini kaybettiğinde adamdaki değeri biter. Çünkü karısını bir bütün olarak değil, sadece bir parçasını seviyor.” Üniversitede dersini aldığım şeyleri bir kez de ondan duyduğumu bilmiyordu.
Gurur’un yeşil gözleri baştan ayağa beni süzdü. Bunu açık bir şekilde yaptığı için sadece bakışlarıyla vücudumun ısınmasına neden oluyordu. Onda görmeye alışık olduğum bir açık sözlülükle, “Sende heyecan verici bulmadığım hiçbir şey yok,” diyerek beni utandırdı. “Boynunu kırsan da bende değişen bir şey olmazdı.” Beni deli ederek güldü. “Boynunu kırmamanı tercih ederim çünkü bunu yaparsan ölürsün.” İyi bir şey mi söylüyordu yoksa küfrediyor muydu, hiç anlamıyordum.
Kızaran yanaklarımı ve sinirle bakan gözlerimi görünce gülüşünü bastırmaya çalıştı. Yanaklarının içini dişlerken, “Anlayacağın sandığın gibi boyun fetişizmim yok,” dedi eğlenen bir sesle. “Teninin kokusunu en yoğun boynunda soluyorum.” Rahatlığıyla beni çıldırtarak omuzlarını kaldırıp indirdi. “Büyük ihtimalle bu yüzden boynun beni cezbediyor çünkü teninin kokusunun rahatlatıcı bir etkisi var.”
“Her şeyi böyle açıkça söylemeyi bırak.” Homurdanarak yerimde rahatsızca kıpırdandım. “Hiç utanman yok.”
İçtiği bir yudum rakıyı neredeyse püskürterek çıkartacaktı. Bardağı masaya bırakıp bana döndüğünde yüzünde çok garip bir ifade vardı. “Karımla konuşurken neyden utanacağım?” Ellerini pantolonunun ceplerine koyduğunda serserilere özgü bir duruşu vardı. “Beni kendinle karıştırma, sen fazla utangaçsın.”
Arkaya doğru bir adım atarak ondan biraz uzaklaştım. “Çünkü beni hep utandıracak şeyler söylüyorsun.”
Gözlerinin yeşili vahşi bir canavarın ifadesizliğine büründüğünde o gözlerde yoğun bir şeyler vardı. “Şanslısın ki seni utandıran sadece sözlerim, eylemlerim değil.” Başını omzuna doğru eğip alelade bir şekilde vücudumu süzdü. Beni böyle süzmeye hakkı varmış gibi bedenime olan bakışları arsızdı. “Henüz seni utandıracak hiçbir şey yapmadım.” Henüz mü?
Neyi ima ettiğini bilmek bile domates gibi kızarmama neden oluyordu. Mutfak tezgahının önünde durmaktan vazgeçip bana doğru yürüdüğünde içimden bir ses kaçmam gerektiğini söylüyordu. Gurur tam karşımda durduğunda başımı kaldırıp titreşen kirpiklerimin arasından ona baktım. Üzerime eğilince ne yapacağını bilmediğim için arkaya çekilmek istedim fakat kaçmama izin vermeden belimi yakalamıştı.
Bakışlarımı eğip belimin iki yanında duran iri ellerine baktım. Daha sonra ürkerek başımı kaldırıp yakınımdaki yüzüne odaklandım. “Ne yapıyorsun?” Bunu sorarken bile sesim titriyordu çünkü irislerinde karanlık gölgeler vardı.
Belimdeki parmakları tenime batınca korkmaya başladım fakat Gurur, “Şşş,” dedi yatıştırıcı bir sesle. Gözlerimin içine son derece ciddi ve talepkâr bir şekilde bakıyordu. “Az önce bana vadettiğin öpücüğü istiyorum.” Damarlarımdaki kan akışı kesilmişti.
Başını hafifçe yana doğru eğerek az önce onun için açtığım boynumu göz hapsine aldı. Yeşil gözleri boynumu bulunca dudaklarını birbirine bastırarak yutkunmuştu. Bir bağımlı gibi gözlerinde oluşan o yoksunluk duygusunu görünce midem kasıldı. Kokumu soluyup boynumu öpmek onun için istek değil bir ihtiyaçmış gibi bakıyordu. Belimi daha sıkı tutarak beni dibine kadar çektiğinde nefes alışlarım hızlanmıştı.
Gurur gözlerini boynumdan güçlükle ayırıp kısa bir an gözlerime baktı. Buna rızam olup olmadığını anlamak istiyordu. Bunu ona teklif eden ben olduğum için onu durduracak herhangi bir şey yapmadım. Bunu sorun etmediğimi anlayınca başını eğerek boynuma uzandı. Bensiz geçirdiği bu bir haftada en çok boynumu öpmeyi özlemiş gibi üzerime eğilip yüzünü boynuma yaklaştırdı. Boynuma konduracağı küçük bir öpücük bile bende devasa bir heyecan yaratıyordu.
Yüzü boynumun çok yakınındaydı ama Gurur beni hemen öpmedi. Bunu yapmak onun için anlayamadığım bir zevk, bilmediğim bir hazdı. Bu yüzden acele etmek yerine bunun tadını çıkartıyordu. Gurur için boynumu öpmek bir kadınla yaptığı ön sevişme gibiydi. Ona aynı hazzı yaşattığını biliyordum.
Burnunu boynuma yaklaştırıp tenimin kokusunu uzun uzun içine çekti. Kokumla ciğerlerini doldurmak ister gibi burnunu boynuma sürtüp kendini kokumla boğmuştu. Kokumu en yoğun boynumun girintisinde aldığı için uzun süre derin derin nefesler almıştı. Onu bensiz bıraktığım son bir haftanın acısını çıkarır gibi kokumu sesli bir şekilde içine çekmişti. Dudaklarını boynuma sürtüp nabzımın üzerinden öpünce iliklerime kadar titredim. Dudaklarının değdiği yerde bir yangın başlatmıştı.
Öptüğü yer karıncalanıyor, vücudumun her yeri onun dudaklarındaki payını almak için adeta kıvranıyordu. Dişlerini boynuma geçirdiğindeyse omurgama soğuk bir his yayıldı. Dişlerinin temasıyla dudaklarımdan küçük bir inilti dökülürken bacaklarımın arası zonkladı. İrkildim çünkü bu yabancısı olduğum bir histi. Öyle garip bir duyguydu ki sarsıntısını bacaklarımın arasında hissetmiştim.
Kalbim patlayacakmış gibi hızlanmaya başlamıştı. Tek bir öpücükle vücudumda böyle bir etki yaratıyorsa, acaba sevişirken nasıldı? İçimden bir his Gurur ile sevişmek ölüm gibi bir şey olur diyordu. Onunla geçireceğim bir gecede sağ çıkabileceğimi hiç sanmıyordum.
Başını geriye çekerek dudaklarının temasını kesince hemen ona sırtımı döndüm. Alev alev yanan yanaklarımı ve değişen yüzümü görmesini istemediğim için kapıya yürüdüm. Çoktan görmüş olmalı ki arkamdaki kısık gülüşünü duydum. Beni utandırmaya bayılıyordu!
***
Gurur ile her şey fazla güzel gidiyordu. Aralık ayı boyunca onu hiç yalnız bırakmamıştım. Klinikte kalsaydı oradaki odasında tüm günü tek başına geçirecekti. Bir ayın her gününü klinikte geçirip düşünceleriyle yalnız kalacağı için ister istemez geçmişini hatırlayacak ve kriz geçirecek bir şeyler bulacaktı. Bunun olmasını engellemek için onu kliniğe göndermediğim gibi evden çıkmasına da izin vermemiştim.
Onun için böylesine hassas olan bir ayda hep yanında olmuştum. Dışarıda olup uyuşturucu kullanacak sebepler bulmasını istememiştim. Aralığın her gününü çatı katındaki dairemizde geçirerek bu uğursuz ayı birlikte atlatmıştık. Benimleyken onu sürekli meşgul edecek bir şeyler bulduğum için evde sıkılmasına veya nöbet geçirmesine hiç izin vermemiştim.
Birbirimizle şakalaşıyor, uğraşıyor ve birlikte yemeklerimizi hazırlayıp küçük mutfağımızda beraber yiyorduk. Biz dünya üzerinde boş yapan tek çift olabilirdik. Saatler süren sohbetlerimiz genelde boş konuşmalar üzerineydi. Onunla tanıştığımdan beri kayda değer hiçbir şey konuşmamıştık.
Şaşırtıcı olansa boş yaparken bile fazlasıyla eğleniyor ve birbirimizden hiç sıkılmıyorduk. Birlikte bir odanın içinde aralıkta kurtulmaya çalışırken ikimizde birbirimize çok alışmıştık. Kendimizi karantinaya aldığımız aralık ayı ikimiz için de çok keyifli geçmişti.
Uyumluyduk.
Birbirimize iyi geliyorduk.
Ve birbirimizi tamamlıyorduk.
Biz sanki birbirimizi iyileştiriyorduk.
Artık ocak ayında olduğumuz için dışarı çıkmasının bir mahsuru yoktu. İşlerinin başına dönmesi gerektiğini söyleyip bugün evden çıkmıştı. Akşamüstü beni arayıp gece bir resim sergisine katılacağımızı söylemişti. Sosyal anksiyetem yüzünden onunla dışarı çıkmaya yanaşmamıştım. Fakat telefonda bir şekilde beni ikna etmişti. Hemen sonra da gece giymem için bana bir elbise göndermişti.
Fazla vaktim kalmadığı için hızlıca hazırlanmıştım. Annem göz makyajımı gözlerimi ortaya çıkartacak bir şekilde yapmıştı. Kavruk bir tenim olduğu için yüzüme çok az pudra sürmüştü. Elbiseyle uyumlu olsun diye dudaklarıma bordo ruj sürmüştü. Saçlarıma düz bir fön çeken annem saçlarımın aralarına birkaç ince örgü örmüştü. ”Egzotik bir tipin var bu örgüler açık saçlarının arasında güzel durur,” demişti. Annemin zevkli bir kadın olduğunu inkâr edemezdim.
Gurur’un benim için gönderdiği bordo rengi elbise vücuduma tam oturmuştu ama elbise umduğumdan daha kısaydı. Kalçamın bir karış altında biten elbiseyi çekiştirip duruyordum. Üstelik açık yakasından dolayı göğüslerimin kıvrımı da görünüyordu. Yakışmadığını söyleyemem üzerimde güzel durmuştu. Aynaya bakınca uzun zaman sonra farklı bir kadın görüyordum.
Oldukça alımlı ve şık bir kadınla bakışıyordum fakat bu ben değildim. Annem tırnaklarıma bile rujumla aynı renk oje sürmüştü. Gerçekten tüm bunlara gerek var mıydı? Üstelik ayağımdaki ayakkabılarda çok rahatsız ediciydi. Odamın kapısı bir anda açılınca irkilerek arkama döndüm.
Gurur telefonda biriyle konuşarak sinirli bir şekilde, “Geliyorum lan, geliyorum!” dedi başı önde. “Çağıl şimdi sikeceğim soyunu sopunu! Bekle ben kapatacağım. Hele bir amcanın yüzüne kapat, bak neler yapıyorum sana! Şöyle yola gel,” dedikten sonra telefonu ortanca yeğeninin suratına kapattı. İlla telefonu ilk o kapatacaktı. Dengesiz herif daha bugün o telefonu suratıma kapatmıştı.
Telefonu cebine koyup başını kaldırınca duraksadı. Beni görünce ilk söyleyeceği şeyin, “Siktir!” olmasını beklemiyordum. Yeşil gözleri irileşerek bana bakıyordu. Beni hep salaş kıyafetlerin içinde sıfır makyajla görmeye alışık olduğu için bu halim onu çok şaşırtmıştı. Nutku tutulmuş gibi baştan ayağa beni süzerken yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı.
Hep dağınık topuz yaptığım saçlarımın düzgünce omuzumdan salınmasına, saçlarımdaki parlaklığa bakıp durdu. Hafif makyajlı yüzümde oyalandı bakışları, sonra da rujun süslediği dudaklarımda... Dudaklarıma olan bakışları biraz daha uzundu. Elbisenin üzerimdeki duruşunu bana çok yakıştırmış olmalı ki yeşillerinde oluşan beğeniyi görmek heyecanlanmama neden oluyordu.
Elbisenin açık yakası yüzünde göğüslerimin çatalına bakarken soluğu kesilmişti. Gurur çıplak bacaklarımı gördüğünde vücudunu ateş basmış gibi boynundaki kravatı çekiştirdi. Kalçamın şeklini ortaya çıkartan elbisenin kısalığını görünce kaşları belli belirsiz çatılmıştı. “Siktir!” dedi bir kez daha. Gözlerini çıplak bacaklarımdan ayırmıyordu. “Bu elbise mankenin üzerindeyken bu kadar kısa değildi.”
Başımı eğip üzerimdeki elbisenin kısalığına baktım. “Anlaşılan bunu alırken boy ve bacak uzunluğumu düşünmemişsin.”
“Kısacık boyun var.”
“Seninle kıyaslanınca kısa.” Elbisenin eteğini aşağıya doğru çekiştirdim. “Diğer kadınlardan daha kısa değilim.” Asık bir suratla ona gardırobu gösterdim. “Biraz beklersen kendi elbiselerimden birini giyebilirim.”
Buna dünden razıymış gibi istekli bir şekilde tam evet diyecekti ki, duvardaki saati görünce yoğun bir stresle burnunun kemerini sıktı. “Üzerini değiştirmeye vakit yok yeterince geç kaldık.” Bana kapıyı gösterdi. “Hazırsan çıkalım.”
Çantamı aldığımda birlikte odadan çıktık. Bu ayakkabılarla merdiveni zor indiğimi görünce, “Bir dakika,” diyerek beni durdurdu. Ne yapacağını merakla beklerken aramızdaki mesafeyi kapattı ve eğilip beni omuzuna attı. Bir anda kendimi onun sırtından sarkarken bulunca çıldırdım. “Yürüyebilirdim!”
Merdiveni inerken elini uzatıp yukarı toplanan elbisemin eteğini biraz daha aşağıya çekti. “İki saat senin merdiveni inmeni bekleyemem.”
“O zaman bana bu ayakkabıları almayacaktın. O sergiye katılmak istemiyorum.”
“Evde dura dura babana daha çok benziyorsun. İnsan içine çıkıp biraz medeniyet gör.”
“Mağara adamı gibi beni her defasında sırtına atan sensin ama medeniyet yoksunu ben miyim?”
“Biraz sus be kızım!” Kalçama sert bir şaplak atınca irkildim. “Ömür törpüsü gibisin, çenen hiç susmuyor!” Ciddi ciddi kalçama şaplak attığına inanamıyordum.
Onun sırtından baş aşağı sarkarken suratımı asarak çenemi kapattım. Dışarı çıktığımızda arabasının yanına gelene kadar beni sırtından indirmemişti. Arabanın kapısını açıp beni dikkatli bir şekilde koltuğa bıraktı. Babamın korumaları bana eşlik etmek için arabalarına yürüyünce Gurur’un çenesinde bir kas seğirdi. “Yerinizde kalın!” Yanında koruma bulundurmaktan nefret ediyordu.
Kendi korumalarını pek malikaneye getirmezdi. Korumalarını almadığı gibi babamın korumalarının da bize katılmasına izin vermemişti. İkimiz tek başımıza malikaneden ayrıldığımızda yolun kalanında pek konuşmamıştım. Başımı cama yaslayıp ışıkların süslediği yolu izlemeye başladım. İstanbul’u bir tek karanlık çöktüğünde seviyordum çünkü bu şehir gece ışıklarını yaktığında çok güzel görünüyordu.
Çok konuşmamdan rahatsız olan Gurur, sessizliğimi de can sıkıcı bulmuş olmalı ki, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu fazla düz bir sesle.
Başımı yasladığım camdan ayırmadım. Bunu yaparken elim boyumdaki sarkacımdaydı. “Hiçbir şey düşünmüyorum.”
“Fazla sessizsin.”
“Bu hoşuna gider sanıyordum?”
“Neden?”
“Çok konuştuğumda kızıyorsun.”
O hınzır sesini duydum. “Küstün mü sen bana?”
Hiçbir şey söylemeyip dışarıyı izlemeye devam ettim. Başımı çevirip onun olduğu tarafa bakmıyordum ama kısık gülüşünü duydum. “Küsmüşsün.” Omuzlarımı silkip iyice cama yapıştığımda, “Çocuk,” diyen eğlenen sesini duydum. Beni kızdırarak konuşturmaya çalışıyordu.
Hızlı giden bir arabada camdan dışarıyı izlerken onun kışkırtmalarına aldırış etmiyordum. Telefonuyla bir şeyler yaparak telefondaki şarkıyı arabanın teybine bağladı. Yine neyin peşinde diye düşünürken açtığı şarkıyla beni bozguna uğratmıştı. Ben burada ona trip atarken Gurur beyimiz Karedeniz yöresine ait hareketli bir şarkıyı çalıp sesi sonuna kadar açtı. Bu adamdaki umursamaz seviyesi kimsede yoktu. Arabanın içinde bangır bangır Koçari şarkısı çalıyordu.
Kocamın en iyi meziyeti etrafındaki insanları delirtmekti!
Son ses çalan şarkı yüzünden gözlerimi belerterek ona döndüğümde bana hiç bakmıyordu. Bir kolunu açık cama yasladığı için arabayı yine tek eliyle kullanıyordu. Parmaklarıyla direksiyona hafifçe vurup ritim tutarak şarkıya eşlik etmesine şaşkınca bakıyordum. “Yaylanin çimenine, oh nenni koçari. Keçi vurur çanini, hayde hayde koçari,” dediğinde suratımı asmak için kendimi zorladım çünkü gülümsediğimi görmek için bu şarkıyı söylediğini biliyordum. Karadeniz ağzıyla konuştuğunda hemen yumuşadığımı biliyordu.
Ne zaman suratımın asıldığını görse Gurur’un hınzırlıkları hiç bitmiyordu. Bu sefer ona kanmayacaktım. Daha önce olduğu gibi şarkının bu kısmında yine bana bakması kalbimi titretmişti. Somurtmaya devam ettiğimi görünce gülmemeye çalışarak, “Oy bi sarayim seni, oh nenni koçari,” dedi çapkınca. ”Geçsun yürek yangini, hayde hayde koçari.”
Kollarımı göğsümde birleştirip dik dik ona baktığımda yeşil gözlerinin ardında eğlendiğini gösteren bir parıltı geçti. “Yaylalar sır sıra, oh nenni koçari.” Muzır gözlerle baştan ayağa beni süzdü. “Vuruldum selvi boya, hayde hayde koçari,” dediğinde daha fazla dayanamayıp gülmeye başladım.
Beni güldürmek keyfini yerine getirdiği için şarkının sonuna gelene kadar bana bu şarkıyı söyledi. Yol boyunca suratımı asmama hiç izin vermemişti. Gurur’un yanındayken üzülmek şöyle dursun, somurtmama bile izin vermiyordu. Beni hiç kırmıyor, nazımla hep oynuyor ve bir bebeğe bakar gibi benimle ilgileniyordu.
Diğer insanlara kendini o kadar farklı tanıtıyordu ki, hiçbiri gerçek Gurur Kalender’in nasıl biri olduğunu bilmiyordu. Serginin olduğu galeriye geldiğimizde korkularım geri dönmüştü. Birlikte galerinin merdivenini çıkarken, “Bizimkiler de burada,” dedi. Ailesinden bahsediyor olmalıydı.
“Başka kimler var?”
Dümdüz bir şekilde karşısına bakıp yürürken, “Karun’un karısı da içeride olmalı,” dedi kısaca.
“Başka kimler var?”
“Nereden bileyim, koyduğum tüm piçleri içeride olabilir. Kuzeninin eski nişanlısı bile burada olabilir.” Önce neyden bahsettiğini anlamadım ama aklıma Aksa gelince ne demek istediğini anlamıştım. Kuzenimin eski nişanlısı Asaf Bolatlı’ydı. Beş yıl önce Asaf ve Aksa neredeyse evleniyordu tabii Aksa onu düğünde terk etmeseydi.
“Yeğeninin karısıyla yani Bige ile tanıştın mı?”
“Tanışmak üzereyim.” Başını çevirip tuhaf gözlerle bana bakmaya başladı. “İçeride onu mutlaka görürüz.”
İçeri girip insanların tek tük olduğu uzun bir koridordan geçerken daha şimdiden gerilmeye başlamıştım. Gurur yanımda yürürken beni her konuda uyarmayı ihmal etmiyordu. “Biri bile canını sıkmaya kalkışırsa bundan hemen haberim olacak. Kimsenin karşısında ezilip bükülme ve erkeklerden uzak dur.”
“Neden?” diye sordum safça. “Hiçbiriyle konuşamaz mıyım?”
Omuzunun üzerinden sinirli gözlerle bana baktı. “Farah sen daha kadın erkek ayrımını yapamıyorsun, bana neyden bahsediyorsun?” Bir konuda beni test etmek ister gibi kor gibi yanan gözlerini kıstı. “Diyelim ki o piçlerden biri sana yalnız kalacağımız bir yere gidelim dedi. Ona cevabın ne olur?”
Kocaman gülümsedim. “Tamam derim.”
“Sikerim!” Ağız dolusu küfretti. “Hayır, diyeceksin!” Sinirden nabzı hızlandığında kızgınlıkla kaşlarını çattı. “Biri seni yalnız kalacağınız bir yere götürmek isterse ona siktir ol git diyeceksin!”
“Ben öyle şeyler söylemem.” İnatçı bir tutumla başımı kaldırdım. “Ben kimseciklere kötü söz demem.”
Kan beynine sıçramıştı. “Ha illa gideceksin o orospu çocuklarının peşinden!”
İrkilerek ona asık bir suratla bakmaya başladım. “Çok fazla kötü söz söylüyorsun.”
Duvarlara yumruklamak isteyecek kadar öfkeliydi. Boğazından hırlamayı andıran bir ses çıkartıp, “Kimsenin peşinden gitmeyeceksin!” dedi sinirle. “Anladın mı beni?”
Ona sakince başımı salladım. “Peki, gitmem.” Meraklı bakışlarımı onun kızgın gözlerine diktim. “Bir erkeğin peşinden gidince ne oluyor ki?”
Ona sorduğum bu soruya aldırmadı. Bakışlarını bir saniye olsun üzerimden çekmeden tehlikeli sayılacak bir soğuklukla, “Kimsenin peşinden bir yere gitmek yok,” diye beni ikaz etti. “Hiçbir erkeğe gözünü dikip uzun uzun bakma yoksa o ırzını siktiklerim bunu bir davet olarak görür.” Üzerime eğilip iri ellerini omuzlarıma bastırdı. “Kimsenin elinden bir şey alıp yeme, içinde ne olduğunu bilemezsin.” Neredeyse gülecektim çünkü küçük kızını okula gönderen babalardan bir farkı yoktu.
“Onlardan bir şey de isteme.” Onu iyi anladığımdan emin olmak ister gibi gözlerini gözlerime kenetledi. “Biri sana herhangi bir şey söylerse gelip hemen bana söyle. Her ne olursa bana söyle çünkü biri sana yanlış bir şey söylese bile sen onun ne demek istediğini geldiğini anlamıyorsun.” Çocuk kandırır gibi bakışlarını yumuşatıp, “Anladın mı beni güzelim?” diye sordu. “Bak bu dediklerimi yaparsan eve dönerken sana yine erik alırım.”
Beni küçük bir çocuk yerine koyan adama gülümseyerek başımı salladım. “Anladım kimseyle bir yere gitmeyeceğim. Kimsenin elinden bir şey yemeyeceğim ve hiçbir erkeğe uzun bakmayacağım.” Geriye ne kaldı diye düşünüp başımı onun omzumdaki eline doğru eğdim. “Ah, bir de kim bana ne derse hemencecik sana söyleyeceğim.”
Rahatlayarak nefesini verdi. “Şükür anlamışsın.”
Bakalım bu gece hangimiz için daha zor geçecekti?
Yorumlar